Φ frozen Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2008 dünya çok kalın, düş ve sır geçirmez camlarla örtülüp biraz daha havasız bırakılıyor.. dürüstlük bile tektip hale getirilip öyle yaşanıyor.. asıl dürüstlüğe insanın içinde ki kötülük ve zulümle yüzleşerek, kanlar içinde ve yıpranırken çoğalarak ulaşması gerektiği unutturulmak isteniyor.. c.ersöz.. Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 29 Temmuz , 2008 Kamelyada biri var… Kendiliğinden oluveren her şey gibi, O da tek başına kalıvermiş bu gölgelikte. Olacağı varmış. Öyle güzel öyle iyiydi ki her şey, Evi dolup taşardı sevdikleriyle. Tek dostu ak bir fincan şimdi. Arıyor bakınıyor, yakına ve uzaklara. İşitmeyen kulakları var, Tutmayan elleri abanoz masasında . Kendine aşık etmesini bilen bir kadın gibi zaman, Yarını olmayan bir rüya verdi ona. Gündüzler, geceler aynı, Bir ölüyü oynuyor inmeli, sessizliğin ortasında. Işıklar içindeki bu yer altı şehrinde. Neyi bekliyor kamelyada her gün Yalnızlığın tahtına kurulmuş, Aklında geçmişten bir aks-i seda, Gözleri bahçe kapısına dönük. Bilmiyor mu uğrayacak kimse olmayacak bugün de Söyleyin şuna ! İçindeki sesten başka… Selçuk Kılıç Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 Bilmiyor mu uğrayacak kimse olmayacak bugün de Söyleyin şuna ! İçindeki sesten başka… Selçuk Kılıç İçim eziliyor Lorca içim eziliyor İçimde kıvırcık saçlı bir çocuk kurşuna diziliyor Keçi can gayretinde Lorca Kasap malum Elalem ortasında ağlıyorum İçim eziliyor Lorca içim Beyaz beyaz kanıyorum Kanım içime akıyor Lorca utanıyorum İçim eziliyor Lorca İçim eziliyor İçimde sana benzeyen bir çocuk kurşuna diziliyor Perçemlerinde kan Avuçlarında bir tutam püren Bir tutam yonca Kişi ne denli kepaze sevince Bir kuş çırpınıyor Lorca Ufacık tefecik perişan bir kuş Kanadının biri kökünden kopmuş Dalsız budaksız bir ağaç Lorca Kökleri damar damar Canına ciğerine işlemiş bu kök Dişinle tırnağınla Sökebilirsen sök Bu kök acı kök Lorca Bu kök zehir zıkkım Bağrında zoka Böğründe zıpkın Beyaz beyaz kanıyorum Kanım içime akıyor Lorca utanıyorum. Bedri Rahmi Eyüboğlu Alıntı
Φ Radya Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 /tahammülün yok ama bazen diğer sayfaya geçmeye müsaade buyurmuyor hayat nasıl duruyorum, oradan bakınca bir fikrim yok kolay değil, yaşanmışlığın çetelesini tutmak yazmak aslında hiç kolay değil iddialarım, zanlarım ve sınırından tanıdığım insanlar da yok tanıdığım o insanlar da geçiyormuş madem geçsin öyleyse pay edemem sen artık yabancı bir okuyucusun ve yazmak kolay değil kaldırılmış tüm yaralar, lanet her bir harfe kahrolsunmuş toprağını bir avuç kınaya satanlar bayram sabahları kokmazsan olmaz, olmaz beyaz perdelerde oynatmasan gölgeni ince bir türkü, dere boylarında gül uğruna çok şey söylenmiş zaten, üstüne al ve sahiplen ben geciktim, sen kârını zararını hesap ededurdun mevsimini kim getirir o kanı deli gençliğin geri o ilk’ler, yeni’ler şimdi kimin diltaşıyla dövülüyor, Allah-u âlem bütün dikişlerini patlattım öfkemin ve üstümde birikmiş kumlara kıyamıyorum bile ötelerden bir ses, teselli diye düşer belki hatrıma hatrım bir akşamüstü, ansızın yoluma çıkan soluk kesen şarkılarda bilenir haberin yok, hem zaten olmasın da gözlerimi odamın penceresinde unutuyorum nicedir, bütün beyaz sayfalar uzak insanların haberleriyle dolu, gülümsemeli miyim? ceplerimde alacalı çakıl taşları biriktirdim kıracak cam bulamazsam, aynalarımı gönder geri kendimi kendimle kırayım kendim için ben olmazsam, senin ellerin de olmaz/ama yokluğum her sabah başından kulağına yayılan bir rahatlık doğurur kavganın şişen ve gürleyen damarları vardır, bilmezsin sakin durmaz deniz her zaman senin de saçlarına kar yağar, içine oturan tüm ayrılıklar havalanır öyle ya, ya rüzgâr uçurur ya kılıç köprülerin mavi benekli dili bir şeyler anlatmıyor mu sana da? ve vazgeçiş görkemli bir eylemdir! reddedilmiş kelimelerin hakkı için, zulmün iki başını vurmak içindir olmasa, sebepler dizilmezdi böyle düzgün, inci gibi yani ey kaderin ve kazanın alnımı öptüğü mazi, kalbim senindir eleğinden geçirilen bu kız, dünyanın vazgeçiş -zıtlıklarını haykırmak için hayatın – canlanmasa içimde kalır mıydı, duman kül izbe karanlık ve saçlar koyu kestane hâlâ aynı yerinde miyim hayatın, gözlerimde toprağın rengi bu yaştan sonra ve bu yaşta, kaldıramaz artık ruhum yenilikleri eski tasları dile gelsin eski hamamın, hey bir şarkı daha başlasın, bitsin bir şarkı daha elbet bir usulü vardır her şeyin herşey’in içini dolduran beni aşan (saldırıya açık bir ‘şe’ dir) terk edilişlerim duyuyor musun, ezan okunuyor kalkmalıyım, hatta koşabiliyorsam koşmalı sıcak bakıyorum gelecek günlere, bir şey yapmalıyım bu bakış soğumadan masallar taze bir dokunuşla göğsüme koşuyor kurtuluş ve felah bekliyor beni, insaf et senden vazgeçtiğimi haykırarak bitirmeliyim başını sokacak çukur, gönlünü avutacak karanlıkların seninle nasıl olsa benim takatimi şefkatiyle otayacak diplerine ihtiyacım var dizlerin annemi saymazsak, naçar arayışlardayım insaf et umudumu ayağa kaldıracak vaatlere muhtacım. hani kalbim terlerdi şarkıların kıyısında ter soğuyunca üryan yaralar bırakıyor tenin yedi kat altına. yazmak kolay değil vazgeçiyorum. Eda Aktaş Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 30 Temmuz , 2008 sevgili radya yüreğin gibi güzel seçtiğin şiirlerde..teşekkür ederim..çok güzel bir şiir Bir adım daha gelirsen üstüme Bütün iyi niyetim anlamsız kalacak Son bir kez daha atarsan üstüme Zehirli oklarından sana dönecek Sus pus durmam sakinliğimden İnsaniyetle çözmeyi sevdiğimden İlle de savaşmaksa istediğin Cesaretin var mı yenik düşecek Bildiğin tek yol savaşmaksa Aklınla kalbin bir türlü buluşmuyorsa Senin adın ne, bana ismini söyle Neden böyle nefret dolusun söyle Senin derdin ne, önce derdini söyle Neden önce adını sordum biliyor musun Biraz kendine dönmen daha iyi olacak Bir adım daha atmadan önce Yolun nerde bitiyor baksan iyi olacak Çok mu anlamsız geldi adını sormam Kim olduğunu unutmandan olacak Gördün mü hala anlamaya çabalıyorum İyi niyet suyumdan kurumuş vadin ıslanacak Bildiğin tek yol savaşmaksa Aklınla kalbin bir türlü buluşmuyorsa Senin adın ne, bana ismini söyle Neden böyle nefret dolusun söyle Senin derdin ne, önce derdini söyle Neden böyle nefret dolusun söyle. ş.ferah Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2008 Agit . Öyle mesafeler koyma gögüme, yagmur zamani gibi yaklassin bulutlarim, el etek öpmesin yerim gögüm onurlu zamanlarin ogulu ve kizi olsun günes! Herbiri karakutulariyla düsmüstü oysa, toprakta saçilmisti bilinmezlikler, sonra bir tohum, derken bir fidan, ak yazilar bürünmüs çatlak topraklar ve çimlerde son gidenin türküsü... Ogul nereye, çatlak ellerimi atip yaziya, duymadan nefesimin bogazlanirken, çatir çatir yarilirken topraklarimin, firez vermiyorken dal uçlarim, sesim sensiz boguluyorken, bu suskun gidis nereye ogul! ... Desem, su garip seyrimde sana; gitme,sevdalarin issiz bunalir, kara elleri,karalar yüzünü yavuklunun, sol yaninda derin bir yara gibi, kör biçak endami gibi ellerinde, yüzün kapi aralarinda çaresiz kalir. Ogul dinle, ogul nereye, giden ogul olur,salin sesimde, bu gitmeler avcilara destan dokutur, yandikça ananin cigeri, bilesin ogul, dizeler seninde tarih olur ve bu sevda; yavuklunun yüreginde derin bir yara... . Selma Atesin . . Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 ON AYRILIK ŞİİRİ -4 Başka biri olacaksın istemesen de Tenine başka bir ten dokunduğunda Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle Başka bir nefesle karıştığında nefesin Başka biri olacaksın istemesen de Gece uykunda ya da gün ortasında İrkileceksin apansız bir duyguyla Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi Başka biri olacaksın istemesen de Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin Tüketecek ömürlerini birer birer Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin Başka biri olacaksın istemesen de Dudaklarında benden sonraki bir çizgi Tanımadığım bir ton gülüşünde Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin Sonra,sonra başka birisin.. Ataol Behramoğlu Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanınsıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından Söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan Korkuyorum senden Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır, sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam sevgilim... ARAGON Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BIRAKIP GİTTİN BENİ bırakıp gittin beni bütün kapılarda bütün çöllerde tek başıma kodun şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim vardığım hiç bir yerde değildin sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını denizde dalgakırandan da boşluğunu bir günün seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç bana bakıp görmediğin için ben yokken içini çektiğin için ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen ARAGON Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BÖYLE BAŞLAR SEVİŞMEK İlk önce : Benli gözlerini öptüm Sonra gözlerimin değdiği heryeri Böyle başlamaz mı Sevişmek Bir sevda için ölüp ölüp dirilmek Yanlızlığına inanıp Bir anıyı hatırlayıp Bir bukle öpücük kondurmak Yanağına Deli gibi ölürcesine Hatıralarla sarılıp Ufuklara dalmak gibi Bir kez sevip Bin defa ölmek gibi yaşam Söylesene çiçeğim Böyle başlamaz mı Sevişmek METİN ALTIOK Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 AYKIRI SEVDA SÖZLERİ 1. Sevdiğim, tabutum, ak kefenim; Derin ve dar mezar çukurum benim. 2. Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada. Geçmişim saklı ama geleceğim ortada. 3. Kabahatinden daha büyüktür özürü; Yüreğimin aşık olmaktan ötürü. 4. Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın, Cinnete ve ölüme karşı bir esrarsın. 5. En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır; Gerçek aşk bir kadından, kadınlara akmaktır. 6. Seni kuşanıp çıkarım sokaklara. Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya. 7. Yüreğime benzin döküp kibrit çakan; Ey usta kundakçım iz bırakmayan! 8. Söylentiler çıksın, elimi kana bula; Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda. 9. Kumar borcum, yani namusumsun; Masum değil, iflah etmez tutkumsun. 10. Bütün pislikleri ortaya çıkardığından, Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan. 11. Aşk bütün kötülüklerin anasıdır. Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır. 12. Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci; Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli. 13. Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça Ve güve yeniği umudun havlı kumaşında. 14. Benim soluğum barut kokar ve de kan. Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran. 15. Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim. Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin. 16. Sevgimiz bir taştır yarısı gömük toprağa; Kaldırsan böcekler görürsün altında. 17. Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte. 18. Gözlerine derinden ne zaman baksam; Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam. METİN ALTIOK Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 YİRMİ AŞK ŞİİRİ VE UMUTSUZ BİR ŞARKI III Çamların çokluğu, dalgaların kırılmış uğultusu, yalnızlık çanı ve ışıkların usul oyunu, bebek gözlerine düşen alacakaranlık, yeryüzü kabuğu, sende söyler şarkısını toprak! Sende şarkı söyler ırmaklar ve üstünde ruhum arzuladığın gibi ve istediğin yere doğru. Yol çiz ki bana umut yayının üstünde bir ok salvosu atayım sayıklamayla. Sis kemerini görüyorum çevremde, peşine sessizliğinin düştüğü izlenen saatlerimi, sana, saydam taş kollarına demir atmıştır öpücüklerim nemli arzumun yuvasında. Ah! yankılanan ve ölerek düşen akşamda aşkın rengini soldurduğu ve katladığı gizem sesin! Böyle gördüm karanlık saatte tarlalarda rüzgarın ağzı altında eğildiklerini başakların. V Beni duyman için sözcüklerim bazen azalır plajdaki martı izleri gibi. Bilezik, esrik çıngırak yumuşak ellerinin üzümü için. Sözcüklerime bakarım ve uzakta görürüm onları. Benden çok senindir onlar. Eski acıma sarmaşık gibi tırmanırlar. Nemli duvara tırmanırlar. Ve bu kanlı oyunun tek suçlusu sensin. Karanlık yuvamdan kaçıyorlar. Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu. Yerleştiğin boşluğu dolduranlar onlardır, hüznüm senden daha çok onlara tanıdık. Burada sana söylemek istediğimi söyleyecekler, duy onları beni duymanı istediğim gibi. Her zamanki gibi, sıkıntılı bir rüzgar sürüklüyor onları yine ve bazen düşlerin kasırgası deviriyor. Acılı sesimde başka sesleri duyuyorsun. Eski dudakların ağlamaları, eski af dilekçesi kanı. Sevgilim, sev beni. Burada kal. İzle beni. Sevgilim, izle beni, sıkıntı dalgası üstünde. Yine de sözcüklerim aşkının rengini alıyor. Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu. Bütün bu sözcüklerden sonsuz bir bilezik yapıyorum üzüm gibi ak ve yumuşak ellerin için. VIII Sen, ruhumda vızıldayan, balla esrik, ak arı bükülüyorsun usulca bukle bukle yükselen duman gibi. Umutsuzum, söz yankısız, her şeye sahip olan, her şeyi yitirenim. Sende çatırdıyor son palamar, son kaygım. Çölümdeki son gülsün. Ah suskun kız! Kapat derin gözlerini. Gece uçuyor orada. Ah! soy korkulu heykel bedenini. Gecenin kanat çırptığı derin gözlerin var. Ve taze çiçek kolları ve bir gül bezek. Ve göğüslerin ak salyangozlar gibi. Bir gece kelebeği uyuyor konmuş da göbeğinin üstüne. Ah suskun kız! Ve işte yalnızlık ve sen yoksun. Yağmur yağıyor. Deniz rüzgarı kovuyor aylak martıları. Islak yollarda ayakları çıplak yürüyor su. Ve ağacın yaprağı yakınıyor bir hasta gibi. Ak arı, yoksun, bende sürüyor vızıldaman. Zamanda yaşıyorsun, ince ve suskun. Ah suskun kız! X Yine yitirdik o alacakaranlığı. Ve kimse görmedi bizi o akşam el eleyken. mavi gece dünyaya inerken. Penceremden gördüm uzak kıyılarda batan güneşin bayramını. Bazen, bir madalya gibi bir güneş parçası yanardı ellerimde. Ve seni anımsardım yüreğim daralarak tanıdığın hüzünle hüzünlü. Neredeydin o zaman sen? Ve hangi insanlarlaydın? Neler konuşuyordun? Neden gelir ki birden bütün aşk hüzünlüyken ve seni uzak tanırken? Hep alacakaranlıkta alınan kitap düştü, pelerinim, o yaralı köpek, ayaklarımın dibine yığıldı. Hep zaklaşıyorsun ve hep akşam gecenin heykelleri silerek alelacele geldiği saatlerde. XIV Günlük oyuncağın dünyanın aydınlığıdır. Suyun ve çiçeğin üzerine gelmiş ince ziyaretçi. Ellerimin arasında her gün, bir salkım gibi sıktığım bu küçük yüzün beyazlığını bıraktın. Ve o zamandan beri, sevgilim, benzerin yok. bırak uzanayım sarı çiçek taçlarının üstüne. Kim yazdı adını güney yıldızlarının bağrına duman harflerle? Ah! bırak canlandırayım seni o zamanki, daha varlığın yokkenki halinle. Ama bir rüzgar haykırıyor ve camıma vuruyor. Gökyüzü karanlık balıklarla dolu bir ağ. Buraya geliyor çarpmaya bütün rüzgarlar, buraya, hepsi. Soyunuyor yağmur. Kuşlar geçiyor kaçarcasına. Rüzgar. Rüzgar. İnsan emeğine karşı savaşamam. Ve fırtına bir yığın kara yaprak bıraktı ve dün akşamın palamarladığı bütün kayıkları çözdü. Ama sen buradasın. Sen kaçmıyorsun. Yanıtlayacaksın beni son çığlığa kadar. Sokul yanıma korkuyormuşsun gibi. Ama tuhaf bir gölge geçiyordu bazen gözlerinden. Şimdi, şimdi de küçüğüm, hanımelleri getiriyorsun bana, kokuyorlar göğüslerine kadar. Hüzünlü rüzgar koşarken kelebekleri öldürerek seviyorum seni ve sevincim ısırıyor erik ağzını. Bana, yalnız ve yaban ruhuma, onların hepsini kaçıran adıma alışsan çok şey yitireceksin sanki. kaç kez, gözlerimizle öpüşürken yıldızın yandığını gördük, açıldığını gördük başımızın üzerinde dönen alacakaranlıkların yelpazelerinin. Sözcüklerim yağıyordu senin üzerine okşamalarımla birlikte. Nice zamandır sevdim sedef ve güneş bedenini. Evren senin, işte buna inanıyorum. Dağlardan sevinç getireceğim copihue(1) çiçekleri olarak, kara fındıklarla, orman öpücüklerinden sepetlerle. İlkbaharın kiraz ağaçlarıyla yaptığını yapacağım seni. PABLO NERUDA Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BİR SÜRÜ AD Pazartesiler karışmış Salılara ve hafta bütün bir yılla: kesemez zamanı bezgin makaslarınız sizin ve günün bütün adları yıkanıp gider gecenin sularıyla. Kimse ben Pedro’yum diyemez, Rosa değil, Maria değil kimse, ya tozuz, ya kumuz hepimiz, hepimiz yağmuruz yağmur altında. Venezuelalardan söz ettiler bana, Paraguaylardan, Şililerden, bir şey anlamıyorum dediklerinden: yeryüzünün derisini biliyorum yalnız ve onun adsız olduğunu. Kökler arasında yaşarken çiçeklerden daha zevk duyduydum, çan gibi çalardı ne zaman bir taşla konuşsam. Çok uzundur kış boyu sürüp giden bahar: zaman kaybetmiş ayakkabılarını: bir yıl dört yüzyıl eder. Uyurken beni her gece nasıl çağırırlar ya da çağırmazlar? Ben ben değilsem uykuda uyanınca peki kimim ben? Diyorum, güçbela ayak bastığımız şu yaşamda, gelelim yeni doğmuş gibi, doldurmayalım ağzımızı, bir sürü belli belirsiz adla bir sürü kasvetli resmiyet bir sürü cafcaflı kelam senindiyle benimdiyle bir sürü kağıt imzalamakla. Her şeyi karıştıran bir kafam var benim, birleştirip hayat veren içiçe sokan, soyan, ta ki dünyanın ışığı okyanusun birliğine varsın, bir esirgemez bütünlüğe, bir çatırdayan miskokuya. PABLO NERUDA Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 İNANDIM ÖLECEĞİME Çıkıp geliyor hayalin beni saran geceden. Denize karıştırıyor inatçı yakınışını ırmak. Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi. Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş! Yağıyor yüreğime soğuk taç yaprakları. Ey yıkıntı uçurumu, vahşi mağarası kaza geçirenlerin. Sende toplanır savaşlar ve uçuşlar. Yükselir senden şarkı kuşlarının kanatları. Bir uzaklık gibi yuttun her şeyi. Deniz gibi, zaman gibi sende battı her şey! Saldırı ve öpüşün mutlu saatiydi o. Deniz feneri gibi parıldayan o esrime saati. Uçuş korkusu, kör dalgıç öfkesi, çalkantılı esrikliği aşkın, sende battı her şey! Kanatlandı, yaralandı ruhum pusun çocukluğunda. Kayıp keşif, sende battı her şey! Sarıp sarmaladın acıyı, tutunuyorsun arzuya, kendinden geçmişsin üzüntüyle, sende battı her şey! İttim gölge duvarını geriye, arzu ve eylemin ötesine, yürüdüm gittim. Ah, ten, benim tenim, sevip yitirdiğim kadın, seni çağırıyorum yaslı saatte, sana adıyorum şarkımı. İçine aldın sonsuz sevecenliği bir fanus gibi ve tuz buz etti seni sonsuz unutuluş. Oradaydı adaların kara yalnızlığı, orada sevda kadını, sardı kolların beni. Susuzluk ve açlık vardı, meyveydin sen. Acı ve yıkıntı vardı, mucizeydin sen. Ah kadın, bilmem nasıl erittin beni ruhumun toprağında, kollarının arasında! Ne korkunç ve ne kısa oldu sana olan tutkum! Ne zorlu ve ne esrik, ne gergin ve ne aç. Öpücükler mezarlığı, sönmedi hâlâ yangını mezarlarının yanar hâlâ kuşların gagaladığı verimli dalların. Ey ısırılmış ağız, ey öpülmüş organlar, ey aç dişler, ey sarmalanan bedenler. Ey umut ve çabanın çılgın bağlanışı, içinde kaynaşıp umutsuzlandığımız. Ve sevecenlik, su ve toz kadar hafif, başlar sözcük belli belirsiz dudaklar arasında. Yazgımdı bu içinde geçti özlem yolculuğum ve orada yıkıldı özlemim, sende battı her şey! Ey yıkıntı uçurumu, içine düştü her şey, çekmediğin hangi üzüntü kaldı, hangi dalgalar kaldı seni yutmayan. Yine de seslendin, şarkı söyledin dalgalardan dalgalara. Dikilip bir gemici gibi pruvasında geminin. Çiçek açarsın şarkılarla hâlâ, hâlâ kırılırsın akıntılarda. Ey yıkıntı uçurumu, açık ve acı kuyu. Solgun kör dalgıç, derinliklerin bahtsızı, kayıp kaşif, sende battı her şey! Ayrılık saati bu, hoyrat, bu gibi saat. Gecenin tüm zaman çizelgelerine işaretlendiği an. Sarar kıyıyı hışırdayan kuşağı denizin. Yükselir soğuk yıldızlar, göç eder kara kuşlar. Terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi. Titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan. Ah, her şeyden uzak. Her şeyden uzak. Ayrılık saati bu. Ey terk edilmiş! PABLO NERUDA Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 AL BENİ SEVECENLİĞİNE Ben sevdayım, al beni sevecenliğine Ben gülüm, dallarına aşıla beni Çocuğum ben, göğsünde büyüt, Umudum ben, düşüncende geliştir. Acıyım, gerçeği ararsan bende, İnancım, coşkuyu yaşarsan bende.. ŞÜKRAN KURDAKUL Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BİR DÜŞ Görüntüleri arasında karanlık gecenin Yitirilmiş sevincin düşünü kurdum. Ama kalbimi kırarak beni uyandırdı Görüntüsü yaşamın ve ışığın. Ah! Düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin Gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla Çevresine bakan kişi için? O kutlu düş-o kutlu düş, Bütün dünya kınarken Tarlı bir ışık gibi neşelendirdi beni Yalnız bir ruha yol gösteren. Ne olmuş geceleyin ve fırtınada Titriyorsa yükseklerdeki ışık? Daha berrak bir sey var mıdır Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin! EDGAR ALLAN POE Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BİR DÜŞÜN İÇİNDE BİR DÜŞ Alnına konsun bu öpüş! Ve, şimdi senden ayrılırken, İtiraf edeyim ki- Günlerimi bir düş Sayarken yanılmıyorsun; Ama, umut gitmişse uzaklara Bir gece ya da bir gün Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın Fark eder mi bu yüzden? Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz Yalnızca bir düş içinde bir düş. Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının Haykırışları içinde duruyorum: Ve altın kum taneleri Tutuyorum avucumda- Ne kadar az! Ama nasıl da Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine Ben ağlarken - ben ağlarken! Ah Tanrım! Daha sıkı Tutamaz mıyım onları? Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan? Bir düşün içinde bir düş mü bütün gördüğümüz ve göründüğümüz? EDGAR ALLAN POE Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! 1947 Nazım Hikmet Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Piraye İçin Yazılmış : SAAT 21-22 ŞİİRLERİ Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni : bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti : kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek : filânca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine : bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. - O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!.. - Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, şu anda, şimdi, şimdi?... 26 Eylül 1945 Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar : beni duvarların içinde, seni duvarların dışında. Ufak iş bizimkisi. Asıl en kötüsü : bilerek, bilmeyerek hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, namuslu, çalışkan, iyi insanlar ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde : akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de : sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı : gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e , P î r â y e !.." - diye... 5 Kasım 1945 Çiçekli badem ağaçlarını unut. Değmez, bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı. Islak saçlarını güneşte kurut : olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın nemli, ağır kızıltılar... Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar... 12 Kasım 1945 Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı. Havayı dinliyorum : nabız yavaşladı. Uludağ'da, zirvede kar ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar. Ovada kavaklar soyunuyor. İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek, sonbahar bitti bitecek, nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak. Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz : büyük öfkemizin içinde ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak... 1945 yılı Aralık ayının dördü İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin, kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını... 5 Aralık 1945 Delindi sintine, esirler parçalamakta pırangaları. Yıldız-poyrazdır esen, tekneyi kayaların üstüne atacak. Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır, taş çatlasa batacak. Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem kuracağız Pirâyem... 6 Aralık 1945 Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına : - çürüyen diş, dökülen et -, bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet... 12 Aralık 1945 Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta : pul pul altın bakır tunç ve tahta... Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık. Ve dağlar dumana batık kurşunî, sırılsıklam... Tamam, sonbahar belki bugün bitti artık. Yaban kazları hızla gelip geçti demin herhal İznik gölüne gidiyorlar. Havada serin havada is kokusu gibi bir şey : havada kar kokusu var... Şimdi dışarda olmak, dörtnala sürmek dağlara doğru atı. "- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama şakayı bırak ve kıskanma, yeni bir huy edindim hapiste : seni sevdiğim kadar değilse de hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı... Ve ikiniz de uzaktasınız... Piraye İçin Yazılmış : SAAT 21-22 ŞİİRLERİ Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni : bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti : kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek : filânca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine : bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. - O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!.. - Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, şu anda, şimdi, şimdi?... 26 Eylül 1945 Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar : beni duvarların içinde, seni duvarların dışında. Ufak iş bizimkisi. Asıl en kötüsü : bilerek, bilmeyerek hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, namuslu, çalışkan, iyi insanlar ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde : akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de : sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı : gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e , P î r â y e !.." - diye... 5 Kasım 1945 Çiçekli badem ağaçlarını unut. Değmez, bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı. Islak saçlarını güneşte kurut : olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın nemli, ağır kızıltılar... Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar... 12 Kasım 1945 Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı. Havayı dinliyorum : nabız yavaşladı. Uludağ'da, zirvede kar ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar. Ovada kavaklar soyunuyor. İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek, sonbahar bitti bitecek, nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak. Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz : büyük öfkemizin içinde ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak... 1945 yılı Aralık ayının dördü İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin, kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını... 5 Aralık 1945 Delindi sintine, esirler parçalamakta pırangaları. Yıldız-poyrazdır esen, tekneyi kayaların üstüne atacak. Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır, taş çatlasa batacak. Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem kuracağız Pirâyem... 6 Aralık 1945 Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına : - çürüyen diş, dökülen et -, bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet... 12 Aralık 1945 Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta : pul pul altın bakır tunç ve tahta... Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık. Ve dağlar dumana batık kurşunî, sırılsıklam... Tamam, sonbahar belki bugün bitti artık. Yaban kazları hızla gelip geçti demin herhal İznik gölüne gidiyorlar. Havada serin havada is kokusu gibi bir şey : havada kar kokusu var... Şimdi dışarda olmak, dörtnala sürmek dağlara doğru atı. "- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama şakayı bırak ve kıskanma, yeni bir huy edindim hapiste : seni sevdiğim kadar değilse de hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı... Ve ikiniz de uzaktasınız... Piraye İçin Yazılmış : SAAT 21-22 ŞİİRLERİ Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni : bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti : kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek : filânca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine : bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. - O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!.. - Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, şu anda, şimdi, şimdi?... 26 Eylül 1945 Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar : beni duvarların içinde, seni duvarların dışında. Ufak iş bizimkisi. Asıl en kötüsü : bilerek, bilmeyerek hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, namuslu, çalışkan, iyi insanlar ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde : akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de : sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı : gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e , P î r â y e !.." - diye... 5 Kasım 1945 Çiçekli badem ağaçlarını unut. Değmez, bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı. Islak saçlarını güneşte kurut : olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın nemli, ağır kızıltılar... Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar... 12 Kasım 1945 Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı. Havayı dinliyorum : nabız yavaşladı. Uludağ'da, zirvede kar ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar. Ovada kavaklar soyunuyor. İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek, sonbahar bitti bitecek, nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak. Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz : büyük öfkemizin içinde ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak... 1945 yılı Aralık ayının dördü İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin, kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını... 5 Aralık 1945 Delindi sintine, esirler parçalamakta pırangaları. Yıldız-poyrazdır esen, tekneyi kayaların üstüne atacak. Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır, taş çatlasa batacak. Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem kuracağız Pirâyem... 6 Aralık 1945 Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına : - çürüyen diş, dökülen et -, bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet... 12 Aralık 1945 Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta : pul pul altın bakır tunç ve tahta... Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık. Ve dağlar dumana batık kurşunî, sırılsıklam... Tamam, sonbahar belki bugün bitti artık. Yaban kazları hızla gelip geçti demin herhal İznik gölüne gidiyorlar. Havada serin havada is kokusu gibi bir şey : havada kar kokusu var... Şimdi dışarda olmak, dörtnala sürmek dağlara doğru atı. "- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama şakayı bırak ve kıskanma, yeni bir huy edindim hapiste : seni sevdiğim kadar değilse de hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı... Ve ikiniz de uzaktasınız... Nazım Hikmet Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 YAŞAMAYA DAİR 1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi meselâ, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani, bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani, o derecede, öylesine ki, meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut, kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından. 1947 YAŞAMAYA DAİR 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki, hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla yani, duvarın arkasındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerde olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 YAŞAMAYA DAİR 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani, bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hattâ bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için... Şubat 1948 Nazım Hikmet Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazamak sana dair, hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Nazım Hikmet Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BİR EFLATUN ÖLÜM kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim sessiz akan bir ırmağım geceden git dersen giderim kal dersen kalırım git dersen kuşlar da dönmez, güz kuşları yanıma kiraz hevenkleri alırım ve seninle yaşadığım o iyi günleri, kötü günleri bırakırım. aynı gökyüzü aynı keder değişen bir şey yok ki gidip yağmurlara durayım. söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım belki sararmış eski resimlerde kalırım belki esmer bir çocuğun dilinde. bütün derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti değişen bir şey yok hiç ölüm hariç. aynı gökyüzü aynı keder. BİR EFLATUN AŞK I. Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum Yorulmuyor yaşamaktan. Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani Ve yüzündeki çıban gibi Yüreğinde yaralar Taşımaktan. Yorulmuyor yorulmuyor Ağır işçi Kedere ve aşka çalışmaktan Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor Kiminde kovuluyor kapılardan. 2. bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk moraracak sevgilim çıplak sokaklarında ayak seslerim dolaşsın yasak ırmaklarında yıkanayım avuçlarına karlı öpüşler bırakayım rüzgar unutulmuş bir dağ çeşmesine götürsün bizi. Zamanın saatleri unuttuğu Şavkıyan bir dağ çeşmesine. 3. ey eflatun aşk bana eflatun yağmurlar yağdırabilir misin getirebilir misin geçen günleri geri tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin sana neyi anlatayım her sarnıç küflü bir yağmuru her sevda bir ayrılığı yaşar. BEHÇET AYSAN Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler yalan her şey gibi aşklarınız da. yaşamı ölüm diye anlatıyorlar size yalanı gerçek diye. ne leylakların tomurundan haberiniz var ne önünüzden kara bir tabut gibi geçen geceden. sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler yalan aşklarınız da. BEHÇET AYSAN Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 AY DÜŞÜNCE ay düşünce denize seni hatırlarım ince ince yağan yağmur, iskeleye yanaşan vapur haydarpaşa garı seni hatırlarım ay düşünce denize kalbim çarpar, telaşlı bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın ve yakasında ipiri kırmızı bir gül seni hatırlarım ay düşünce denize söylenmemiş sessiz bir şarkıydım, tozup giden bir ilk kar solgun begonya kalkmak üzere bir tren seni hatırlarım BEHÇET AYSAN Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 BEKLEYECEĞİM SENİ Savaşa gitmek mi istersin, git asker, Gidenin bir daha gelmediği Kanlı, kuduran savaşa. Burda olacağım geri dönersen, Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni, Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında, Dönünceye dek en son asker, Bekleyeceğim seni daha da çok. Sen geri gelince savaştan Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme. Yanımdaki yastık hep boş kalacak. Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak. Bıraktığım gibi diyeceksin her şey, Sen geri gelince savaştan, Sen geri gelince. BERTOLT BRECHT Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.