Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

dünya çok kalın,

düş ve sır geçirmez camlarla örtülüp

biraz daha havasız bırakılıyor..

dürüstlük bile tektip hale getirilip

öyle yaşanıyor..

asıl dürüstlüğe insanın içinde ki

kötülük ve zulümle yüzleşerek,

kanlar içinde ve yıpranırken

çoğalarak ulaşması gerektiği

unutturulmak isteniyor..

 

c.ersöz..

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Kamelyada biri var…

Kendiliğinden oluveren her şey gibi,

O da tek başına kalıvermiş bu gölgelikte.

Olacağı varmış.

Öyle güzel öyle iyiydi ki her şey,

Evi dolup taşardı sevdikleriyle.

Tek dostu ak bir fincan şimdi.

Arıyor bakınıyor, yakına ve uzaklara.

İşitmeyen kulakları var,

Tutmayan elleri abanoz masasında .

Kendine aşık etmesini bilen bir kadın gibi zaman,

Yarını olmayan bir rüya verdi ona.

Gündüzler, geceler aynı,

Bir ölüyü oynuyor inmeli, sessizliğin ortasında.

Işıklar içindeki bu yer altı şehrinde.

Neyi bekliyor kamelyada her gün

Yalnızlığın tahtına kurulmuş,

Aklında geçmişten bir aks-i seda,

Gözleri bahçe kapısına dönük.

Bilmiyor mu uğrayacak kimse olmayacak bugün de

Söyleyin şuna ! İçindeki sesten başka…

Selçuk Kılıç

Gönderi tarihi:
Bilmiyor mu uğrayacak kimse olmayacak bugün de

Söyleyin şuna ! İçindeki sesten başka…

Selçuk Kılıç

 

:clover:

 

 

İçim eziliyor Lorca

içim eziliyor

İçimde kıvırcık saçlı bir çocuk

kurşuna diziliyor

Keçi can gayretinde Lorca

Kasap malum

Elalem ortasında ağlıyorum

 

İçim eziliyor Lorca içim

Beyaz beyaz kanıyorum

Kanım içime akıyor Lorca

utanıyorum

 

İçim eziliyor Lorca

İçim eziliyor

İçimde sana benzeyen bir çocuk

kurşuna diziliyor

Perçemlerinde kan

Avuçlarında bir tutam püren

Bir tutam yonca

Kişi ne denli kepaze

sevince

 

Bir kuş çırpınıyor

Lorca

Ufacık tefecik perişan bir kuş

Kanadının biri kökünden kopmuş

Dalsız budaksız bir ağaç

Lorca

Kökleri damar damar

Canına ciğerine işlemiş bu kök

Dişinle tırnağınla

Sökebilirsen sök

 

Bu kök acı kök Lorca

Bu kök zehir zıkkım

Bağrında zoka

Böğründe zıpkın

Beyaz beyaz kanıyorum

Kanım içime akıyor Lorca

utanıyorum.

 

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Gönderi tarihi:

/tahammülün yok

ama bazen diğer sayfaya geçmeye müsaade buyurmuyor hayat

nasıl duruyorum, oradan bakınca bir fikrim yok

kolay değil, yaşanmışlığın çetelesini tutmak

yazmak aslında hiç kolay değil

iddialarım, zanlarım ve sınırından tanıdığım insanlar da yok

tanıdığım o insanlar da

geçiyormuş madem geçsin öyleyse

pay edemem sen artık yabancı bir okuyucusun ve yazmak kolay değil

 

kaldırılmış tüm yaralar, lanet her bir harfe

kahrolsunmuş toprağını bir avuç kınaya satanlar

bayram sabahları kokmazsan olmaz, olmaz beyaz perdelerde oynatmasan gölgeni

ince bir türkü, dere boylarında

gül uğruna çok şey söylenmiş zaten, üstüne al ve sahiplen

ben geciktim, sen kârını zararını hesap ededurdun

mevsimini kim getirir o kanı deli gençliğin geri

o ilk’ler, yeni’ler şimdi kimin diltaşıyla dövülüyor, Allah-u âlem

bütün dikişlerini patlattım öfkemin ve üstümde birikmiş kumlara kıyamıyorum bile

ötelerden bir ses, teselli diye düşer belki hatrıma

hatrım bir akşamüstü, ansızın yoluma çıkan soluk kesen şarkılarda bilenir

haberin yok, hem zaten olmasın da

gözlerimi odamın penceresinde unutuyorum nicedir,

bütün beyaz sayfalar uzak insanların haberleriyle dolu, gülümsemeli miyim?

ceplerimde alacalı çakıl taşları biriktirdim

kıracak cam bulamazsam, aynalarımı gönder geri

kendimi kendimle kırayım kendim için

ben olmazsam, senin ellerin de olmaz/ama yokluğum her sabah başından kulağına yayılan bir rahatlık doğurur

kavganın şişen ve gürleyen damarları vardır, bilmezsin

sakin durmaz deniz her zaman

senin de saçlarına kar yağar, içine oturan tüm ayrılıklar havalanır

öyle ya, ya rüzgâr uçurur ya kılıç

köprülerin mavi benekli dili bir şeyler anlatmıyor mu sana da?

 

ve vazgeçiş

görkemli bir eylemdir!

reddedilmiş kelimelerin hakkı için, zulmün iki başını vurmak içindir

olmasa, sebepler dizilmezdi böyle düzgün, inci gibi yani

ey kaderin ve kazanın alnımı öptüğü mazi, kalbim senindir

 

eleğinden geçirilen bu kız, dünyanın

vazgeçiş -zıtlıklarını haykırmak için hayatın – canlanmasa içimde

kalır mıydı, duman kül izbe karanlık ve saçlar koyu kestane

hâlâ aynı yerinde miyim hayatın, gözlerimde toprağın rengi

bu yaştan sonra ve bu yaşta, kaldıramaz artık ruhum yenilikleri

eski tasları dile gelsin eski hamamın, hey

bir şarkı daha başlasın, bitsin bir şarkı daha

elbet bir usulü vardır her şeyin

herşey’in içini dolduran beni aşan (saldırıya açık bir ‘şe’ dir) terk edilişlerim

duyuyor musun, ezan okunuyor kalkmalıyım, hatta koşabiliyorsam koşmalı

sıcak bakıyorum gelecek günlere, bir şey yapmalıyım bu bakış soğumadan

masallar taze bir dokunuşla göğsüme koşuyor

kurtuluş ve felah bekliyor beni, insaf et

senden vazgeçtiğimi haykırarak bitirmeliyim

başını sokacak çukur, gönlünü avutacak karanlıkların seninle nasıl olsa

benim takatimi şefkatiyle otayacak diplerine ihtiyacım var dizlerin

annemi saymazsak, naçar arayışlardayım

insaf et

umudumu ayağa kaldıracak vaatlere muhtacım.

 

hani kalbim terlerdi şarkıların kıyısında

ter soğuyunca üryan yaralar bırakıyor tenin yedi kat altına.

yazmak kolay değil

vazgeçiyorum.

 

Eda Aktaş

Gönderi tarihi:

sevgili radya yüreğin gibi güzel seçtiğin şiirlerde..teşekkür ederim..çok güzel bir şiir :clover:

 

Bir adım daha gelirsen üstüme

Bütün iyi niyetim anlamsız kalacak

Son bir kez daha atarsan üstüme

Zehirli oklarından sana dönecek

Sus pus durmam sakinliğimden

İnsaniyetle çözmeyi sevdiğimden

İlle de savaşmaksa istediğin

Cesaretin var mı yenik düşecek

Bildiğin tek yol savaşmaksa

Aklınla kalbin bir türlü buluşmuyorsa

Senin adın ne, bana ismini söyle

Neden böyle nefret dolusun söyle

Senin derdin ne, önce derdini söyle

Neden önce adını sordum biliyor musun

Biraz kendine dönmen daha iyi olacak

Bir adım daha atmadan önce

Yolun nerde bitiyor baksan iyi olacak

Çok mu anlamsız geldi adını sormam

Kim olduğunu unutmandan olacak

Gördün mü hala anlamaya çabalıyorum

İyi niyet suyumdan kurumuş vadin ıslanacak

Bildiğin tek yol savaşmaksa

Aklınla kalbin bir türlü buluşmuyorsa

Senin adın ne, bana ismini söyle

Neden böyle nefret dolusun söyle

Senin derdin ne, önce derdini söyle

Neden böyle nefret dolusun söyle.

ş.ferah

Gönderi tarihi:

Agit

.

Öyle mesafeler koyma gögüme,

yagmur zamani gibi yaklassin bulutlarim,

el etek öpmesin yerim gögüm

onurlu zamanlarin ogulu ve kizi olsun günes!

 

Herbiri karakutulariyla düsmüstü oysa,

toprakta saçilmisti bilinmezlikler,

sonra bir tohum,

derken bir fidan,

ak yazilar bürünmüs çatlak topraklar

ve çimlerde son gidenin türküsü...

 

Ogul nereye,

çatlak ellerimi atip yaziya,

duymadan nefesimin bogazlanirken,

çatir çatir yarilirken topraklarimin,

firez vermiyorken dal uçlarim,

sesim sensiz boguluyorken,

bu suskun gidis nereye ogul! ...

 

Desem, su garip seyrimde sana;

gitme,sevdalarin issiz bunalir,

kara elleri,karalar yüzünü yavuklunun,

sol yaninda derin bir yara gibi,

kör biçak endami gibi ellerinde,

yüzün kapi aralarinda çaresiz kalir.

 

Ogul dinle,

ogul nereye,

giden ogul olur,salin sesimde,

bu gitmeler avcilara destan dokutur,

yandikça ananin cigeri, bilesin ogul,

dizeler seninde tarih olur

ve bu sevda;

yavuklunun yüreginde derin bir yara...

.

Selma Atesin

.

.

Gönderi tarihi:

ON AYRILIK ŞİİRİ -4

 

 

Başka biri olacaksın istemesen de

Tenine başka bir ten dokunduğunda

Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle

Başka bir nefesle karıştığında nefesin

 

Başka biri olacaksın istemesen de

Gece uykunda ya da gün ortasında

İrkileceksin apansız bir duyguyla

Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi

 

Başka biri olacaksın istemesen de

Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin

Tüketecek ömürlerini birer birer

Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin

 

Başka biri olacaksın istemesen de

Dudaklarında benden sonraki bir çizgi

Tanımadığım bir ton gülüşünde

Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin

 

Sonra,sonra başka birisin..

 

 

 

Ataol Behramoğlu

Gönderi tarihi:

SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM

 

 

Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Korkuyorum senden

Korkuyorum yanınsıra gidenden

Pencerelere doğru akşam üzeri

El kol oynatışından

Söylenmeyen sözlerden

Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan

Korkuyorum senden

Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Kapat kapıları

Ölmek daha kolaydır, sevmekten

Bundandır işte benim yaşamaya

katlanmam

sevgilim...

 

 

ARAGON

Gönderi tarihi:

BIRAKIP GİTTİN BENİ

 

 

bırakıp gittin beni bütün kapılarda

bütün çöllerde tek başıma kodun

şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim

vardığım hiç bir yerde değildin

sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam

hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını

denizde dalgakırandan da boşluğunu bir günün

seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

 

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz

her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle

düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni

yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin

düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

 

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç

bana bakıp görmediğin için

ben yokken içini çektiğin için

 

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen

 

ARAGON

Gönderi tarihi:

BÖYLE BAŞLAR SEVİŞMEK

 

 

İlk önce :

Benli gözlerini öptüm

Sonra gözlerimin değdiği heryeri

Böyle başlamaz mı

Sevişmek

 

Bir sevda için ölüp ölüp dirilmek

Yanlızlığına inanıp

Bir anıyı hatırlayıp

Bir bukle öpücük kondurmak

Yanağına

 

Deli gibi ölürcesine

Hatıralarla sarılıp

Ufuklara dalmak gibi

Bir kez sevip

Bin defa ölmek gibi yaşam

 

Söylesene çiçeğim

 

Böyle başlamaz mı

Sevişmek

 

 

METİN ALTIOK

Gönderi tarihi:

AYKIRI SEVDA SÖZLERİ

 

 

1.

Sevdiğim, tabutum, ak kefenim;

Derin ve dar mezar çukurum benim.

 

2.

Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada.

Geçmişim saklı ama geleceğim ortada.

 

3.

Kabahatinden daha büyüktür özürü;

Yüreğimin aşık olmaktan ötürü.

 

4.

Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın,

Cinnete ve ölüme karşı bir esrarsın.

 

5.

En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır;

Gerçek aşk bir kadından, kadınlara akmaktır.

 

6.

Seni kuşanıp çıkarım sokaklara.

Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya.

 

7.

Yüreğime benzin döküp kibrit çakan;

Ey usta kundakçım iz bırakmayan!

 

8.

Söylentiler çıksın, elimi kana bula;

Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda.

 

9.

Kumar borcum, yani namusumsun;

Masum değil, iflah etmez tutkumsun.

 

10.

Bütün pislikleri ortaya çıkardığından,

Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan.

 

11.

Aşk bütün kötülüklerin anasıdır.

Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır.

 

12.

Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci;

Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli.

 

13.

Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça

Ve güve yeniği umudun havlı kumaşında.

 

14.

Benim soluğum barut kokar ve de kan.

Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran.

 

15.

Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.

Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.

 

16.

Sevgimiz bir taştır yarısı gömük toprağa;

Kaldırsan böcekler görürsün altında.

 

17.

Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte

Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.

 

18.

Gözlerine derinden ne zaman baksam;

Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam.

 

 

METİN ALTIOK

Gönderi tarihi:

YİRMİ AŞK ŞİİRİ VE UMUTSUZ BİR ŞARKI

 

 

III

 

Çamların çokluğu, dalgaların kırılmış uğultusu,

yalnızlık çanı ve ışıkların usul oyunu,

bebek gözlerine düşen alacakaranlık,

yeryüzü kabuğu, sende söyler şarkısını toprak!

 

Sende şarkı söyler ırmaklar ve üstünde

ruhum arzuladığın gibi ve istediğin yere doğru.

Yol çiz ki bana umut yayının üstünde

bir ok salvosu atayım sayıklamayla.

 

Sis kemerini görüyorum çevremde,

peşine sessizliğinin düştüğü izlenen saatlerimi,

sana, saydam taş kollarına demir atmıştır

öpücüklerim nemli arzumun yuvasında.

 

Ah! yankılanan ve ölerek düşen akşamda aşkın

rengini soldurduğu ve katladığı gizem sesin!

Böyle gördüm karanlık saatte tarlalarda

rüzgarın ağzı altında eğildiklerini başakların.

 

V

 

Beni duyman için

sözcüklerim bazen

azalır

plajdaki martı izleri gibi.

 

Bilezik, esrik çıngırak

yumuşak ellerinin üzümü için.

 

Sözcüklerime bakarım ve uzakta görürüm onları.

Benden çok senindir onlar.

Eski acıma sarmaşık gibi tırmanırlar.

 

Nemli duvara tırmanırlar.

Ve bu kanlı oyunun tek suçlusu sensin.

 

Karanlık yuvamdan kaçıyorlar.

Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu.

 

Yerleştiğin boşluğu dolduranlar onlardır,

hüznüm senden daha çok onlara tanıdık.

 

Burada sana söylemek istediğimi söyleyecekler,

duy onları beni duymanı istediğim gibi.

 

Her zamanki gibi, sıkıntılı bir rüzgar sürüklüyor onları yine

ve bazen düşlerin kasırgası deviriyor.

Acılı sesimde başka sesleri duyuyorsun.

Eski dudakların ağlamaları, eski af dilekçesi kanı.

Sevgilim, sev beni. Burada kal. İzle beni.

Sevgilim, izle beni, sıkıntı dalgası üstünde.

 

Yine de sözcüklerim aşkının rengini alıyor.

Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu.

 

Bütün bu sözcüklerden sonsuz bir bilezik yapıyorum

üzüm gibi ak ve yumuşak ellerin için.

 

VIII

 

Sen, ruhumda vızıldayan, balla esrik, ak arı

bükülüyorsun usulca bukle bukle yükselen duman gibi.

 

Umutsuzum, söz yankısız,

her şeye sahip olan, her şeyi yitirenim.

 

Sende çatırdıyor son palamar, son kaygım.

Çölümdeki son gülsün.

 

Ah suskun kız!

 

Kapat derin gözlerini. Gece uçuyor orada.

Ah! soy korkulu heykel bedenini.

 

Gecenin kanat çırptığı derin gözlerin var.

Ve taze çiçek kolları ve bir gül bezek.

 

Ve göğüslerin ak salyangozlar gibi.

Bir gece kelebeği uyuyor konmuş da göbeğinin üstüne.

 

Ah suskun kız!

 

Ve işte yalnızlık ve sen yoksun.

Yağmur yağıyor. Deniz rüzgarı kovuyor aylak martıları.

 

Islak yollarda ayakları çıplak yürüyor su.

Ve ağacın yaprağı yakınıyor bir hasta gibi.

 

Ak arı, yoksun, bende sürüyor vızıldaman.

Zamanda yaşıyorsun, ince ve suskun.

 

Ah suskun kız!

 

X

 

Yine yitirdik o alacakaranlığı.

Ve kimse görmedi bizi o akşam el eleyken.

mavi gece dünyaya inerken.

 

Penceremden gördüm

uzak kıyılarda batan güneşin bayramını.

 

Bazen, bir madalya gibi

bir güneş parçası yanardı ellerimde.

 

Ve seni anımsardım yüreğim daralarak

tanıdığın hüzünle hüzünlü.

 

Neredeydin o zaman sen?

Ve hangi insanlarlaydın?

Neler konuşuyordun?

Neden gelir ki birden bütün aşk

hüzünlüyken ve seni uzak tanırken?

 

Hep alacakaranlıkta alınan kitap düştü,

pelerinim, o yaralı köpek, ayaklarımın dibine yığıldı.

 

Hep zaklaşıyorsun ve hep akşam

gecenin heykelleri silerek alelacele geldiği saatlerde.

 

XIV

 

Günlük oyuncağın dünyanın aydınlığıdır.

Suyun ve çiçeğin üzerine gelmiş ince ziyaretçi.

Ellerimin arasında her gün, bir salkım gibi

sıktığım bu küçük yüzün beyazlığını bıraktın.

 

Ve o zamandan beri, sevgilim, benzerin yok.

bırak uzanayım sarı çiçek taçlarının üstüne.

Kim yazdı adını güney yıldızlarının bağrına duman harflerle?

Ah! bırak canlandırayım seni o zamanki,

daha varlığın yokkenki halinle.

 

Ama bir rüzgar haykırıyor ve camıma vuruyor.

Gökyüzü karanlık balıklarla dolu bir ağ.

Buraya geliyor çarpmaya bütün rüzgarlar, buraya, hepsi.

Soyunuyor yağmur.

 

Kuşlar geçiyor kaçarcasına.

Rüzgar. Rüzgar.

İnsan emeğine karşı savaşamam.

Ve fırtına bir yığın kara yaprak bıraktı

ve dün akşamın palamarladığı bütün kayıkları çözdü.

Ama sen buradasın. Sen kaçmıyorsun.

Yanıtlayacaksın beni son çığlığa kadar.

Sokul yanıma korkuyormuşsun gibi.

Ama tuhaf bir gölge geçiyordu bazen gözlerinden.

 

Şimdi, şimdi de küçüğüm, hanımelleri getiriyorsun bana,

kokuyorlar göğüslerine kadar.

Hüzünlü rüzgar koşarken kelebekleri öldürerek

seviyorum seni ve sevincim ısırıyor erik ağzını.

 

Bana, yalnız ve yaban ruhuma, onların hepsini kaçıran

adıma alışsan çok şey yitireceksin sanki.

kaç kez, gözlerimizle öpüşürken yıldızın yandığını gördük,

açıldığını gördük başımızın üzerinde dönen alacakaranlıkların

yelpazelerinin.

Sözcüklerim yağıyordu senin üzerine okşamalarımla birlikte.

Nice zamandır sevdim sedef ve güneş bedenini.

Evren senin, işte buna inanıyorum.

Dağlardan sevinç getireceğim copihue(1) çiçekleri olarak,

kara fındıklarla, orman öpücüklerinden sepetlerle.

 

İlkbaharın kiraz ağaçlarıyla yaptığını

yapacağım seni.

 

 

PABLO NERUDA

Gönderi tarihi:

BİR SÜRÜ AD

 

 

Pazartesiler karışmış Salılara

ve hafta bütün bir yılla:

kesemez zamanı

bezgin makaslarınız sizin

ve günün bütün adları

yıkanıp gider gecenin sularıyla.

 

Kimse ben Pedro’yum diyemez,

Rosa değil, Maria değil kimse,

ya tozuz, ya kumuz hepimiz,

hepimiz yağmuruz yağmur altında.

Venezuelalardan söz ettiler bana,

Paraguaylardan, Şililerden,

bir şey anlamıyorum dediklerinden:

yeryüzünün derisini biliyorum yalnız

ve onun adsız olduğunu.

 

Kökler arasında yaşarken

çiçeklerden daha zevk duyduydum,

çan gibi çalardı

ne zaman bir taşla konuşsam.

 

Çok uzundur kış boyu

sürüp giden bahar:

zaman kaybetmiş ayakkabılarını:

bir yıl dört yüzyıl eder.

 

Uyurken beni her gece

nasıl çağırırlar ya da çağırmazlar?

Ben ben değilsem uykuda

uyanınca peki kimim ben?

 

Diyorum, güçbela

ayak bastığımız şu yaşamda,

gelelim yeni doğmuş gibi,

doldurmayalım ağzımızı,

bir sürü belli belirsiz adla

bir sürü kasvetli resmiyet

bir sürü cafcaflı kelam

senindiyle benimdiyle

bir sürü kağıt imzalamakla.

 

Her şeyi karıştıran bir kafam var benim,

birleştirip hayat veren

içiçe sokan, soyan,

ta ki dünyanın ışığı

okyanusun birliğine varsın,

bir esirgemez bütünlüğe,

bir çatırdayan miskokuya.

 

PABLO NERUDA

Gönderi tarihi:

İNANDIM ÖLECEĞİME

 

 

Çıkıp geliyor hayalin beni saran geceden.

Denize karıştırıyor inatçı yakınışını ırmak.

 

Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi.

Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş!

 

Yağıyor yüreğime soğuk taç yaprakları.

Ey yıkıntı uçurumu, vahşi mağarası kaza geçirenlerin.

 

Sende toplanır savaşlar ve uçuşlar.

Yükselir senden şarkı kuşlarının kanatları.

 

Bir uzaklık gibi yuttun her şeyi.

Deniz gibi, zaman gibi sende battı her şey!

 

Saldırı ve öpüşün mutlu saatiydi o.

Deniz feneri gibi parıldayan o esrime saati.

 

Uçuş korkusu, kör dalgıç öfkesi,

çalkantılı esrikliği aşkın, sende battı her şey!

 

Kanatlandı, yaralandı ruhum pusun çocukluğunda.

Kayıp keşif, sende battı her şey!

 

Sarıp sarmaladın acıyı, tutunuyorsun arzuya,

kendinden geçmişsin üzüntüyle, sende battı her şey!

 

İttim gölge duvarını geriye,

arzu ve eylemin ötesine, yürüdüm gittim.

 

Ah, ten, benim tenim, sevip yitirdiğim kadın,

seni çağırıyorum yaslı saatte, sana adıyorum şarkımı.

 

İçine aldın sonsuz sevecenliği bir fanus gibi

ve tuz buz etti seni sonsuz unutuluş.

 

Oradaydı adaların kara yalnızlığı,

orada sevda kadını, sardı kolların beni.

 

Susuzluk ve açlık vardı, meyveydin sen.

Acı ve yıkıntı vardı, mucizeydin sen.

 

Ah kadın, bilmem nasıl erittin beni

ruhumun toprağında, kollarının arasında!

 

Ne korkunç ve ne kısa oldu sana olan tutkum!

Ne zorlu ve ne esrik, ne gergin ve ne aç.

 

Öpücükler mezarlığı, sönmedi hâlâ yangını mezarlarının

yanar hâlâ kuşların gagaladığı verimli dalların.

 

Ey ısırılmış ağız, ey öpülmüş organlar,

ey aç dişler, ey sarmalanan bedenler.

 

Ey umut ve çabanın çılgın bağlanışı,

içinde kaynaşıp umutsuzlandığımız.

 

Ve sevecenlik, su ve toz kadar hafif,

başlar sözcük belli belirsiz dudaklar arasında.

 

Yazgımdı bu içinde geçti özlem yolculuğum

ve orada yıkıldı özlemim, sende battı her şey!

 

Ey yıkıntı uçurumu, içine düştü her şey,

çekmediğin hangi üzüntü kaldı, hangi dalgalar kaldı

seni yutmayan.

 

Yine de seslendin, şarkı söyledin dalgalardan dalgalara.

Dikilip bir gemici gibi pruvasında geminin.

 

Çiçek açarsın şarkılarla hâlâ, hâlâ kırılırsın akıntılarda.

Ey yıkıntı uçurumu, açık ve acı kuyu.

 

Solgun kör dalgıç, derinliklerin bahtsızı,

kayıp kaşif, sende battı her şey!

 

Ayrılık saati bu, hoyrat, bu gibi saat.

Gecenin tüm zaman çizelgelerine işaretlendiği an.

 

Sarar kıyıyı hışırdayan kuşağı denizin.

Yükselir soğuk yıldızlar, göç eder kara kuşlar.

 

Terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi.

Titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan.

 

Ah, her şeyden uzak. Her şeyden uzak.

 

Ayrılık saati bu. Ey terk edilmiş!

 

PABLO NERUDA

Gönderi tarihi:

AL BENİ SEVECENLİĞİNE

 

 

Ben sevdayım, al beni sevecenliğine

Ben gülüm, dallarına aşıla beni

Çocuğum ben, göğsünde büyüt,

Umudum ben, düşüncende geliştir.

 

Acıyım, gerçeği ararsan bende,

İnancım, coşkuyu yaşarsan bende..

ŞÜKRAN KURDAKUL

Gönderi tarihi:

BİR DÜŞ

 

 

Görüntüleri arasında karanlık gecenin

Yitirilmiş sevincin düşünü kurdum.

Ama kalbimi kırarak beni uyandırdı

Görüntüsü yaşamın ve ışığın.

 

Ah! Düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin

Gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla

Çevresine bakan kişi için?

 

O kutlu düş-o kutlu düş,

Bütün dünya kınarken

Tarlı bir ışık gibi neşelendirdi beni

Yalnız bir ruha yol gösteren.

 

Ne olmuş geceleyin ve fırtınada

Titriyorsa yükseklerdeki ışık?

Daha berrak bir sey var mıdır

Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin!

 

EDGAR ALLAN POE

Gönderi tarihi:

BİR DÜŞÜN İÇİNDE BİR DÜŞ

 

 

Alnına konsun bu öpüş!

Ve, şimdi senden ayrılırken,

İtiraf edeyim ki-

Günlerimi bir düş

Sayarken yanılmıyorsun;

Ama, umut gitmişse uzaklara

Bir gece ya da bir gün

Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın

Fark eder mi bu yüzden?

Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz

Yalnızca bir düş içinde bir düş.

 

Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının

Haykırışları içinde duruyorum:

Ve altın kum taneleri

Tutuyorum avucumda-

Ne kadar az! Ama nasıl da

Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine

Ben ağlarken - ben ağlarken!

Ah Tanrım! Daha sıkı

Tutamaz mıyım onları?

Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız

dalgadan?

Bir düşün içinde bir düş mü

bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

 

 

 

EDGAR ALLAN POE

Gönderi tarihi:

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

 

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

- demeğe de dilim varmıyor ama -

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

 

1947

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

Piraye İçin Yazılmış :

 

SAAT 21-22 ŞİİRLERİ

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti :

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak

koyu bir karanlık...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :

filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

23 Eylül 1945

 

O şimdi ne yapıyor

şu anda, şimdi, şimdi?

Evde mi, sokakta mı,

çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?

Kolunu kaldırmış olabilir,

- hey gülüm,

beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. -

 

O şimdi ne yapıyor,

şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,

okşuyor.

Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,

- her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren

sevgili, canımın içi ayaklar!.. -

Ve ne düşünüyor

beni mi?

Yoksa

ne bileyim

fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?

Yahut, insanların çoğunun

neden böyle bedbaht olduğunu mu?

 

O şimdi ne düşünüyor,

şu anda, şimdi, şimdi?...

 

26 Eylül 1945

 

Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar :

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

 

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü :

bilerek, bilmeyerek

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...

 

1 Ekim 1945

 

Dağın üstünde :

akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.

Bugün de :

sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.

Birazdan açar

kırmızı kırmızı :

gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.

Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar

vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

 

6 Ekim 1945

 

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.

Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.

Yürek kirpiklerin ucunda

uzayıp giden toprak uğurlanır.

Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e ,

P î r â y e !.." - diye...

 

5 Kasım 1945

 

Çiçekli badem ağaçlarını unut.

Değmez,

bu bahiste

geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

Islak saçlarını güneşte kurut :

olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın

nemli, ağır kızıltılar...

Sevgilim, sevgilim,

mevsim

sonbahar...

 

12 Kasım 1945

 

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu

son lodoslar esmeye başladı.

Havayı dinliyorum :

nabız yavaşladı.

Uludağ'da, zirvede kar

ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır

kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.

Ovada kavaklar soyunuyor.

İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,

sonbahar bitti bitecek,

nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.

Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :

büyük öfkemizin içinde

ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

 

1945 yılı Aralık ayının dördü

 

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,

giyin, kuşan,

benze bahar ağaçlarına...

Hapisten

mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,

kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,

böyle bir günde yılgın ve kederli değil,

ne münasebet,

böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını...

 

5 Aralık 1945

 

Delindi sintine,

esirler parçalamakta pırangaları.

Yıldız-poyrazdır esen,

tekneyi kayaların üstüne atacak.

Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,

taş çatlasa batacak.

Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem

kuracağız Pirâyem...

 

6 Aralık 1945

 

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

- çürüyen diş, dökülen et -,

bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet...

 

12 Aralık 1945

 

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :

pul pul altın

bakır

tunç ve tahta...

Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.

Ve dağlar dumana batık

kurşunî, sırılsıklam...

Tamam,

sonbahar belki bugün bitti artık.

Yaban kazları hızla gelip geçti demin

herhal İznik gölüne gidiyorlar.

Havada serin

havada is kokusu gibi bir şey :

havada kar kokusu var...

 

Şimdi dışarda olmak,

dörtnala sürmek dağlara doğru atı.

"- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama

şakayı bırak ve kıskanma,

yeni bir huy edindim hapiste :

seni sevdiğim kadar değilse de

hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...

Ve ikiniz de uzaktasınız...

 

 

 

Piraye İçin Yazılmış :

 

SAAT 21-22 ŞİİRLERİ

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti :

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak

koyu bir karanlık...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :

filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

23 Eylül 1945

 

O şimdi ne yapıyor

şu anda, şimdi, şimdi?

Evde mi, sokakta mı,

çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?

Kolunu kaldırmış olabilir,

- hey gülüm,

beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. -

 

O şimdi ne yapıyor,

şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,

okşuyor.

Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,

- her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren

sevgili, canımın içi ayaklar!.. -

Ve ne düşünüyor

beni mi?

Yoksa

ne bileyim

fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?

Yahut, insanların çoğunun

neden böyle bedbaht olduğunu mu?

 

O şimdi ne düşünüyor,

şu anda, şimdi, şimdi?...

 

26 Eylül 1945

 

Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar :

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

 

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü :

bilerek, bilmeyerek

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...

 

1 Ekim 1945

 

Dağın üstünde :

akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.

Bugün de :

sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.

Birazdan açar

kırmızı kırmızı :

gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.

Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar

vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

 

6 Ekim 1945

 

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.

Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.

Yürek kirpiklerin ucunda

uzayıp giden toprak uğurlanır.

Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e ,

P î r â y e !.." - diye...

 

5 Kasım 1945

 

Çiçekli badem ağaçlarını unut.

Değmez,

bu bahiste

geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

Islak saçlarını güneşte kurut :

olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın

nemli, ağır kızıltılar...

Sevgilim, sevgilim,

mevsim

sonbahar...

 

12 Kasım 1945

 

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu

son lodoslar esmeye başladı.

Havayı dinliyorum :

nabız yavaşladı.

Uludağ'da, zirvede kar

ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır

kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.

Ovada kavaklar soyunuyor.

İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,

sonbahar bitti bitecek,

nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.

Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :

büyük öfkemizin içinde

ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

 

1945 yılı Aralık ayının dördü

 

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,

giyin, kuşan,

benze bahar ağaçlarına...

Hapisten

mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,

kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,

böyle bir günde yılgın ve kederli değil,

ne münasebet,

böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını...

 

5 Aralık 1945

 

Delindi sintine,

esirler parçalamakta pırangaları.

Yıldız-poyrazdır esen,

tekneyi kayaların üstüne atacak.

Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,

taş çatlasa batacak.

Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem

kuracağız Pirâyem...

 

6 Aralık 1945

 

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

- çürüyen diş, dökülen et -,

bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet...

 

12 Aralık 1945

 

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :

pul pul altın

bakır

tunç ve tahta...

Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.

Ve dağlar dumana batık

kurşunî, sırılsıklam...

Tamam,

sonbahar belki bugün bitti artık.

Yaban kazları hızla gelip geçti demin

herhal İznik gölüne gidiyorlar.

Havada serin

havada is kokusu gibi bir şey :

havada kar kokusu var...

 

Şimdi dışarda olmak,

dörtnala sürmek dağlara doğru atı.

"- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama

şakayı bırak ve kıskanma,

yeni bir huy edindim hapiste :

seni sevdiğim kadar değilse de

hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...

Ve ikiniz de uzaktasınız...

Piraye İçin Yazılmış :

 

SAAT 21-22 ŞİİRLERİ

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti :

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak

koyu bir karanlık...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :

filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

23 Eylül 1945

 

O şimdi ne yapıyor

şu anda, şimdi, şimdi?

Evde mi, sokakta mı,

çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?

Kolunu kaldırmış olabilir,

- hey gülüm,

beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. -

 

O şimdi ne yapıyor,

şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,

okşuyor.

Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,

- her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren

sevgili, canımın içi ayaklar!.. -

Ve ne düşünüyor

beni mi?

Yoksa

ne bileyim

fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?

Yahut, insanların çoğunun

neden böyle bedbaht olduğunu mu?

 

O şimdi ne düşünüyor,

şu anda, şimdi, şimdi?...

 

26 Eylül 1945

 

Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar :

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.

 

Ufak iş bizimkisi.

Asıl en kötüsü :

bilerek, bilmeyerek

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...

 

1 Ekim 1945

 

Dağın üstünde :

akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.

Bugün de :

sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.

Birazdan açar

kırmızı kırmızı :

gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.

Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar

vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

 

6 Ekim 1945

 

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.

Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.

Yürek kirpiklerin ucunda

uzayıp giden toprak uğurlanır.

Benim bağırasım gelir : - "P î r â y e ,

P î r â y e !.." - diye...

 

5 Kasım 1945

 

Çiçekli badem ağaçlarını unut.

Değmez,

bu bahiste

geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

Islak saçlarını güneşte kurut :

olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın

nemli, ağır kızıltılar...

Sevgilim, sevgilim,

mevsim

sonbahar...

 

12 Kasım 1945

 

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu

son lodoslar esmeye başladı.

Havayı dinliyorum :

nabız yavaşladı.

Uludağ'da, zirvede kar

ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır

kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.

Ovada kavaklar soyunuyor.

İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,

sonbahar bitti bitecek,

nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.

Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :

büyük öfkemizin içinde

ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

 

1945 yılı Aralık ayının dördü

 

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,

giyin, kuşan,

benze bahar ağaçlarına...

Hapisten

mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,

kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,

böyle bir günde yılgın ve kederli değil,

ne münasebet,

böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını...

 

5 Aralık 1945

 

Delindi sintine,

esirler parçalamakta pırangaları.

Yıldız-poyrazdır esen,

tekneyi kayaların üstüne atacak.

Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,

taş çatlasa batacak.

Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem

kuracağız Pirâyem...

 

6 Aralık 1945

 

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

- çürüyen diş, dökülen et -,

bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet...

 

12 Aralık 1945

 

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :

pul pul altın

bakır

tunç ve tahta...

Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.

Ve dağlar dumana batık

kurşunî, sırılsıklam...

Tamam,

sonbahar belki bugün bitti artık.

Yaban kazları hızla gelip geçti demin

herhal İznik gölüne gidiyorlar.

Havada serin

havada is kokusu gibi bir şey :

havada kar kokusu var...

 

Şimdi dışarda olmak,

dörtnala sürmek dağlara doğru atı.

"- Ata binmesini de bilmezsin," - diyeceksin ama

şakayı bırak ve kıskanma,

yeni bir huy edindim hapiste :

seni sevdiğim kadar değilse de

hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...

Ve ikiniz de uzaktasınız...

 

 

 

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

YAŞAMAYA DAİR

 

1

 

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi meselâ,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

 

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani, o derecede, öylesine ki,

meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut, kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel, en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak, yani ağır bastığından.

 

1947

 

YAŞAMAYA DAİR

 

2

 

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan

bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz

en son ajans haberlerini.

 

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

 

Diyelim ki, hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla

yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

 

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

 

1948

 

YAŞAMAYA DAİR

 

3

 

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani, bu koskocaman dünyamız.

 

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hattâ bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

 

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

 

Şubat 1948

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ

 

 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni:

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti:

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak koyu bir karanlık...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazamak sana dair,

hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:

filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

 

Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinde,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

 

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

BİR EFLATUN ÖLÜM

 

 

kırgınım, saçılmış

bir nar gibiyim

 

sessiz akan bir ırmağım

geceden

git dersen giderim

kal dersen kalırım

 

git

dersen

kuşlar da dönmez, güz kuşları

yanıma kiraz hevenkleri alırım

 

ve seninle yaşadığım

o iyi günleri,

kötü

günleri bırakırım.

 

aynı gökyüzü aynı keder

değişen bir şey yok ki

gidip

yağmurlara durayım.

 

söylenmemiş sahipsiz

bir şarkıyım

 

belki

sararmış

eski resimlerde kalırım

 

belki esmer bir çocuğun dilinde.

 

bütün derinlikler sığ

sözcüklerin hepsi iğreti

 

değişen bir şey yok hiç

ölüm hariç.

 

aynı gökyüzü aynı keder.

 

 

 

 

BİR EFLATUN AŞK

 

 

I.

Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum

Yorulmuyor yaşamaktan.

 

Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani

Ve yüzündeki çıban gibi

Yüreğinde yaralar

Taşımaktan.

 

Yorulmuyor yorulmuyor

Ağır işçi

Kedere ve aşka çalışmaktan

 

Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor

Kiminde kovuluyor kapılardan.

 

2.

bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk

moraracak

sevgilim çıplak sokaklarında

ayak seslerim dolaşsın

yasak

ırmaklarında yıkanayım

avuçlarına karlı öpüşler

bırakayım

 

rüzgar

unutulmuş

bir dağ çeşmesine

götürsün bizi.

 

Zamanın saatleri unuttuğu

Şavkıyan bir dağ çeşmesine.

 

3.

ey eflatun aşk

bana eflatun yağmurlar

yağdırabilir misin

 

getirebilir misin geçen günleri geri

tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin

 

sana neyi anlatayım

her sarnıç küflü bir yağmuru

her sevda bir ayrılığı yaşar.

 

 

BEHÇET AYSAN

Gönderi tarihi:

SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN

 

 

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler

yalan her şey gibi

aşklarınız da.

 

yaşamı ölüm

diye anlatıyorlar size

yalanı gerçek diye.

 

ne leylakların

tomurundan

haberiniz var

 

ne önünüzden

kara bir tabut

gibi geçen geceden.

 

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler

yalan aşklarınız

da.

 

BEHÇET AYSAN

Gönderi tarihi:

AY DÜŞÜNCE

 

 

ay düşünce denize

seni hatırlarım

ince ince yağan yağmur,

iskeleye yanaşan vapur

haydarpaşa garı

seni hatırlarım

ay düşünce denize

kalbim çarpar, telaşlı

bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın

ve yakasında ipiri kırmızı bir gül

seni hatırlarım

ay düşünce denize

söylenmemiş sessiz

bir şarkıydım, tozup

giden bir ilk kar

solgun begonya

kalkmak üzere bir tren

seni hatırlarım

 

 

BEHÇET AYSAN

Gönderi tarihi:

BEKLEYECEĞİM SENİ

 

 

Savaşa gitmek mi istersin, git asker,

Gidenin bir daha gelmediği

Kanlı, kuduran savaşa.

Burda olacağım geri dönersen,

Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni,

Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında,

Dönünceye dek en son asker,

Bekleyeceğim seni daha da çok.

 

Sen geri gelince savaştan

Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme.

Yanımdaki yastık hep boş kalacak.

Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak.

Bıraktığım gibi diyeceksin her şey,

Sen geri gelince savaştan,

Sen geri gelince.

 

 

 

BERTOLT BRECHT

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.