Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Şamandıra

 

Hayırsız oğluyum babamın

hiç büyümeyen

hâlâ Topkapı'ya doğru uzanır

kimsecikler görmeden

hınzır bir çocuk gibi

kapısını çalıp

kaçarım İstanbul'un

 

Hayırsız oğluyum babamın

ticareti sevmeyen

para için koşturulan

yarış atlarının terlerini

bir akvaryumda toplar

içinde denizatı

beslerim

 

 

 

Hayırsız oğluyum babamın

yollarda dalgın yürüyen

ama adliyenin çöplüğünde

bulduğu dolmakalemi

çocuklarına getirmek için

ortasından yapıştıran temizlik işçisi

kaçmaz gözlerimden

 

Hayırsız oğluyum babamın

bir parka

dikilirse birgün şairlerin heykelleri

benim yerim boş kalsın

ve payıma

hayırsız ada açıklarına

bir şamandıra bırakın

 

Sunay Akın

  • Cevaplar 1b
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Bir Akşam Üstüdür

 

Bir akşam üstüdür şarabî

Bahçeler ve dağlar üzre hükümran;

Tam dünyayı dolaşmak saatindesin.

Ay ışığı su içer birazdan.

Kızarmış kalçalarını çanlar

Alabildiğine vurur.

Sen çocuk tulumunda

Matbaa mürekkebi

Rüsva olmuş ellerinin emeği,

Manşetlerde kilometre kilometre yalan

Sallanır durur.

 

 

 

 

Bir akşam üstüdür katil, muhteşem

Alıp götürmüşler dost dediğini

Almış rüzgârlar içini,

Ümide benzer, sevdaya benzer...

Soğuk bir namludur kör ve pusuda

Ense kökünde zulüm,

Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur

Burnun dibine hürriyet.

Seviyorum mümkün değil;

Aranızda kurşun, yasak bölge var

Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel

Kanunu yapanlar ihtiyar.

 

Ahmed Arif

Gönderi tarihi:

Aşk

 

AŞK

 

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,

Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.

Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;

Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.

 

Özdemir Asaf

Gönderi tarihi:

sebeb-İ Telif

 

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

yaprakla yağmurun aşkı meselâ

kim olsa serpilen coşturuyor bizi

imreniyoruz başkalarının mahvına.

Yağmur mahvoluyor çarparak

kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında

yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur

silkiniyor vuran her damlaya.

 

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya

aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı

ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını

uzak iklimlerin

kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden

bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda

sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:

Bize ait olan ne kadar uzakta!

 

 

 

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

başkalarının düşünceleriyle değil.

“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li

“içerimde ahlâk yasası”.

Yasa mı?Kimin için?Neyi berkitir yasa?

İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek

idam mangasındasın içinde yasa varsa.

Girmem,girmedim mangalara

Yer etmedi adalet duygusu

içimde benim

çünkü ben

ömrümce adle boyun eğdim.

Yıldızlı gökte bana soracak olursanız

kösnüdüm ona karşı

onu hep altımda istedim.

 

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz

siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda

anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle

aynı kışlaktaymışız

incecik yas dumanı herkese ulaşıyor

sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda

tek başınayız.

 

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek

belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek

hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız

yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı

hayatımıza kendi adımızla başlardık

bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık

belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım

aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine

adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

 

İsmet Özel

Gönderi tarihi:

Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları...

 

1

 

Senin adını

kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.

Malum ya, bulunduğum yerde

ne sapı sedefli bir çakı var,

(bizlere âlâtı-katıa verilmez) ,

ne de başı bulutlarda bir çınar.

Belki avluda bir ağaç bulunur ama

gökyüzünü başımın üstünde görmek

bana yasak...

Burası benden başka kaç insanın evidir?

Bilmiyorum.

Ben bir başıma onlardan uzağım,

hep birlikte onlar benden uzak.

Bana kendimden başkasıyla konuşmak

yasak.

Ben de kendi kendimle konuşuyorum.

Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi

şarkı söylüyorum karıcığım.

Hem, ne dersin,

o berbat, ayarsız sesim

öyle bir dokunuyor ki içime

yüreğim parçalanıyor.

Ve tıpkı o eski

acıklı hikâyelerdeki

yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,

mavi gözleri ıslak

kırmızı, küçücük burnunu çekerek

senin bağrına sokulmak istiyor.

Yüzümü kızartmıyor benim

onun bu an

böyle zayıf

böyle hodbin

böyle sadece insan

oluşu.

 

 

 

Belki bu hâlin

fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.

Belki de sebep buna

bana aylardır

kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan

bu demirli pencere

bu toprak testi

bu dört duvardır...

 

Saat beş, karıcığım.

Dışarda susuzluğu

acayip fısıltısı

toprak damı

ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran

bir sakat ve sıska atıyla,

yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı

dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla

ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

 

Bugün de apansız gece olacaktır.

Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.

Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan

bu ümitsiz tabiatın

ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.

Yine o malum sonuna erdik demektir işin,

yani bugün de mükellef bir daüssıla için

yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.

Ben,

ben içerdeki adam

yine mutad hünerimi göstereceğim

ve çocukluk günlerimin ince sazıyla

suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla

yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı

seni böyle uzak,

seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi

kafamın içinde duymak...

 

2

 

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.

Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire

taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,

dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...

Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,

suyu donmayan testi

ve sabahları çimentonun üstünde güneş...

Güneş,

artık o her gün öğle vaktine kadar,

bana yakın, benden uzak,

sönerek, ışıldayarak

yürür...

Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,

başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı:

dışarda akşam olur,

bulutsuz bir bahar akşamı...

İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.

Velhasıl

o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle

bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı

hürriyet denen ifrit...

Bu bittecrübe sabit, karıcığım,

bittecrübe sabit...

 

3

 

Bugün pazar.

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak

bu kadar mavi

bu kadar geniş olduğuna şaşarak

kımıldanmadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben...

Bahtiyarım...

 

Nazım Hikmet Ran

 

 

 

 

 

Bir Hazin Hürriyet...

 

Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan

yoğurursun

bütün nimetlerin hamurunu.

Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı

Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

 

Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,

işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan

değirmenleri,

büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan

hürriyetiyle hürsün!

 

 

 

Başın ensenden kesik gibi düşük,

kolların iki yanında upuzun,

büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,

işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

 

En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,

Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,

hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

 

Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,

Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura

doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

 

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,

büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,

yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle

hürsün

 

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok

hürsün.

 

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.

 

 

1951

 

Nazım Hikmet Ran

Gönderi tarihi:

Onur da Ağlar

 

Gözlerinin pınarında

Bir bulut,

Boşandı boşanacak

Nerdeyse

Aklımdan geçenleri

Okuyorsun su gibi

Dünya gördü,

Bizi bogazladılar....

 

Tutma gözyaşlarını

Onur da ağlar....

Bırak yıkansın gökyüzü,

Lacivert,yeşil,altın

Işıkları günbatının.

İşte şafaktayız gene

Çırılçıplak

Ve mavi

İşte sanki dağ yeli

Ve işte sanki meltem...

 

 

 

Kimse toz konduramaz

Kesip attıgımız tırnağa bile.

Sen en güzel kızısın

Bütün galaksilerin

Bense tözüyüm artık

Akkor tözüyüm,

Prometheus'u yakan

Kara sevdanın...

 

Ne alnımızda bir ayıp

Ne koltuk altında

Saklı haçımız.

Biz bu halkı sevdik

Ve bu ülkeyi.

İşte bağışlanmaz

Korkunç suçumuz...

 

Ahmed Arif

 

ve hala sevmeye devam ediyoruz

Gönderi tarihi:

Kül Kedisi

 

Beyoğlu'nda gezinen tramvay Kürtür

deniz görünmez çünkü penceresinden

insanların öldürüldüğü dağlarda

inanıyorum yine de

dikkat ceylan cıkabilir uyarısına

bir orman yolundan geçerken

 

Savaş ki ülkemde

bütün bardakları kırılan

birer sürahi gibi

çocuklarını gözyaşlarıyla bekleyen

nice anneler bırakmaktadır

pencere önlerinde

 

 

 

Tutuşunca Madımak Oteli'nin perdesi

bir kez daha kondaklandı umudumuz

yürümeyi öğreteceğiz ona

sonra yeniden koşmasını

masal olmadığını söylüyor güzel günlerin

Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi

 

Denize doğru inen bir sokaktır ülkem

düz değildir taşları

ayakkabılarını bağlamadan

peşinden koşarken bir martının

ipe takılıp düşer

özgürlüğün eve avluya sığmaz çocukları

 

Başımızdaki şapka bireysel

şemsiye sosyalist yanımızdır

ve tek şartı

ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin

zor da olsa yürümektir

rüzgara karşı

 

Sunay Akın

Gönderi tarihi:

HAVADA

Burada

duvar ile direk

arasında asılı

sallanıyorum.

Kenarlarım

yırtık

parçalarım sarkık

içim patlak.

Burada

geçmiş ile gelecek

arasında gerili

sallanıyorum.

Saatlerim çarpık

günlerim çatlak

yılım yitik.

Sözcükler

gelip geçiyor içimden

anlamsızlığa doğru

eylemler geçip gidiyor

elimden

çaresizliğe doğru.

Boşalıyorum

burada

hiçlik ile yokluk

arasında.

 

oruç aruoba

Gönderi tarihi:

SOKAKTA

Buradayım:

Yüzyıl oldu.

 

Önümden geçen yol

tıkandı

çevremdeki bahçeler

daraldı

içimde yaşan insanlar

azaldı:

Yalnızlaştım.

 

Buradayım:

Yüzyıl önce başladım

beklemeye.

 

Yavaş geçip gitme zamanı:

Dumanlar

isler, puslar

yağmurlar

sıcaklar, soğuklar

rüzgarlar

kemirdi her yanımı.

 

Tahtalarım birer birer çürüdü

boyalarım

parça parça döküldü

payandalarım

teker teker çöktü:

Yüzyıl oldu.

 

Yüzyıl önce:

Pırıl pırıl, yemyeşil

bahçem

bembeyaz, tertemiz

duvarlarım

cıvıl cıvıl, şen

odalarım

buradaydım.

 

Yaşıyordum -

yaşıyordu insanlarım.

 

Yüzyıl oldu:

Karanlık küf rengi

çevrem

kararmış, yıkık dökük

duvarlarım

kasvetli, kir-pas içinde

odalarım

buradayım.

 

Yaşamıyorum -

yaşamıyor insanlarım.

 

Buradayım.

Yüzyıl oldu.

Bekliyorum.

 

Yalnızım

burada.

 

Bekliyorum -

ilk çocuğun attığı

ilk taştan beri

bekliyorum.

 

Ne zaman gelecekler -

baltalarla, balyozlarla, keserlerle -

 

Yalnızım

burada

bekliyorum.

 

Ne zaman

gelecekler?

oruç aruoba.

Gönderi tarihi:

DENİZDE

 

Aldanma

orada

yağmur bekliyor seni:

şimşek, yıldırım, fırtına

soğuk.

Burada

ılık güneş, dingin deniz, serin rüzgar

aldatmasın seni:

Tufan

bekliyor orada seni.

 

Aldatma kendini:

olmayacak Nuh´un gemisi

kurtaracak seni -

uçacak güvercini

getirecek yaprağı

olmayacak.

 

Sular akacak

çağlayacak, kabaracak

dolduracak her yerini

sürükleyip

götürecek

seni

 

Aldanma

orada

yıkım bekliyor seni

gürültü, çöküntü, göçük

deprem.

Burada

sakin ses, sıcak taş, sağlam duvar

aldatmasın seni:

Ölüm

bekliyor orada seni.

 

Aldatma kendini:

olmayacak İbrahim´in koçu

kurtaracak seni -

indirtecek bıçağını

sağaltacak yüreğini

olmayacak.

 

Acılar akacak

çağlayacak, kabaracak

dolduracak her yerini

sürükleyip

götürecek

seni

 

Aldanma

aldatma kendini

aldatmasın seni

burada

boşluk -

yokluk

bekliyor orada seni.

 

oruç aruoba..

Gönderi tarihi:

DALDA

 

Enis'e..Ondan..

 

Buradayım:

Uyurum belki bir gün.

 

Belki bitiririm bir gün

delik deşik kozamı

dökülüp gitmeden bütün dut yaprakları

bir gün

bir güç bulur içimde

son bir gayretle

son salgılarımı gezdirir

deliklerimde tırtılım

tıkar gediklerimi.

 

O zaman

büzülür, dalarım uykuya -

eski beni yok edecek

yeni beni var edecek:

Bomboş, dopdolu

seslerden, esintilerden uzak

içinde gittiğim

oluştuğum.

 

O uyku:

Bembeyaz.

Benden önce de uyunmuş

benden sonra da uyunacak.

Simsiyah.

Korkulacak, özlenecek -

eskileri geride bıraktıracak

yenileri geri getirecek

o uyku.

 

O uyku:

Verimsiz, çiçek dolu.

Grilerden, renklerden uzak

içinde yittiğim

oluştuğum - olduğum

o uyku.

 

Uyanışı var mı, olacak mı

belli olmayan:

Belki çürüyüp kuruyup içinde

yiteceğim

belki kanat takıp içinden

çıkacağım

o uyku.

 

Herşeyi, herkesi geride bırakabileceğim -

yalnızca yeni ben, onun yeni gökyüzü

yeni kanatları, rengarenk

geniş, gergin.

 

Neleri, kimleri bırakıp ilerlediğim -

neleri, kimleri anımsadığım, özlediğim

belli olmayan:

hiç olmadığım, hiç olmayan

o uyku.

 

Hiç olmadı, belki hiç olmayacak

o renkli güçlü kanatlar

o hafif esintili uçuş

o aldırmaz bakış -

olmadı hiç:

olmayacak.

 

Zaten

tırtılım da kozam da

olmadı benim hiç -

kelebeğim, hiç:

 

Ben zaten

hiç olmadım.

Hep vardım oysa ki.

 

O uyku:

yok olmam ile var olmam arasındaki

köprü

beni en baştan yaratacak

dürtü -

hiç olmadı.

 

Hep vardım oysa ki:

Hep arayarak

dingin seslerden çıkıp gelecek

bir tınıyı:

Beni var edecek

kanat olacak

açılacak, yayılacak

acılı olacak

sevinçli

bir tını.

 

Hep olan

Hep olacak.

 

O tını:

Uykum boyu beni oluşturacak

sonra bırakacak varolmayı bana

uyandıktan sonra:

Yoktu

olmayacak.

 

Uyuyamadığım

uyanamadığım

o uyku:

olmadı

yoktu

olmayacak.

 

oruç aruoba

Gönderi tarihi:

HAR ENAM

 

 

 

İkinci el şiirlere düştü yolumuz Beyza

Saplayıp bakışlarımızı bir pula

Satır sayısı olmayan nameler yazıyoruz

Henüz solmamışken kınalarımız

Ve ağlıyorken analarımız

Hannas giriyor damara açılıyor müheyya

 

Bir parmak neden kesilir Beyza

Neden alınır parmak şairden yenisi çıkmayacaksa

 

Gözlerimi akına devşirsem

Pis uğultular yama olur kulağıma

Bin susar bir konuşurum da

Boğazımda balık kılçığı

Yasaklıyım yirmidokuza

 

Alın diyor şair, parmak sizindir

Ben satacağım şiirlerimi atın dört ayağına

 

Her köy yağmalanmış Beyza

Ciğerimin yarısına maraz dadanmış

Kedim bakıyor ağzında salya

Bir sevişmelik saatin akrebinde kan/arya

Yılan da sokar - adam da-

Açık olmaya görsün yara

 

Ciğerime kurt düştü diyor şair parmağıma mor

İçime şems-ü kamer düştü diyor dışıma kor

 

Şeyda bülbül şemse uçar / gün batar

Zalimdir turuncu siyaha ayna tutar

Ben benden geçsem ne olur

İçimde senden bin hal var

Adu sarmış yanımı ahvalime kim bakar

 

Verme parmağını şair şiirler sana susar

Dizeler biad eder imgelere kan kusar

 

Heybemizde amber var Beyza

Varsın leş koksun münkirler

Adamlık konuşmakla olmuyor

Varsın lal olsun diller

Arzumana eğilsin içindeki şiirler

Bidar geçiyor gece ceplerinde ölümler

 

Sok elini koltuğuna şair verme parmağını

Sakla sandığında anadan kalma yadigârını

 

Hakikat-i serencam dökülseydi bir bir

Gazel olurdu efsun ayana haz kalmazdı

Bilseydin ki esrar vuruyorken kendini

Edna olurdu kirpikler yazılmazdı şiirler

 

Ey şair! parmak senindir

Kes kolunu bitsin şiir.

 

Filiz Kılınç

Gönderi tarihi:

sardunyam :clover::wub: POLLYANNA?YA MEKTUPLAR IV.Muhabbet kuşumuz öldüArkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarakBiliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zamanAcıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna Uyumadığım gecelerin sabahındaGöz altlarımdan mor çocuklar doğardıMor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanlarıFırtınada ters çevrilen şemsiyelere benzerdiDuaya açılan avuçlarımAvuçlarıma kar yağardıKimi zaman tipi...Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.Bir kaç kış geçti PollyannaBen hep mahzun kaldım.Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şairTuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam benBir kenar süsünün gülü olsam benSarı deftere tuttuğum bir günlükAşk olsam ben... Sonra yazlarıYaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum olduBalkon yaseminlerle sevişirdiYaseminler yaseminlerle sevişirdiRüya hülyayla sevişirdi.Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altındaGeceyle sevişirdim.Bir davet gibi otururdum balkondaBeyaz bir örtü gibi sarardım acılarımı başımaBen sevgilisi çile olan bir gelindim PollyannaGel derdim gel, kim olursan ol yine gel...Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkondaYıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimdenAyın etrafında beyaz bir hale dönerdi.Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inceIşıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.Secde eden alnımı.Şarap içen dudağımla öpmek istedim.Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımıBeyaz bir merhemle ovmak istedim.Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna... itiraf etmek gerekirseDomates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardanKalp şeklinde kül tablalarıKalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan külYetmezdi yeniden doğmaya.Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirseBedelini ödedim ama Pollyannaitiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para. Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı PollyannaÇimento, demir. çamur...Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.En üst kattan düşerdim her günEsmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyayaHayatım bir mutluluk inşaatıydı PollyannaSana ve mutluluğa yazılmış mektuplarımaCevap beklediğim zamanlarda. Benim bir köyüm olmadı.Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla banaPazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.İstanbul'u evlat edinsem Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyiYüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka PollyannaBir kitaba bir cüz olamadım.Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardıBiri okşasam bir yumuşardı.Bire"BiR" olamadım. Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında PollyannaKırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı uyanmalıydım.Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim. Sana bu son mektubu,Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için yazıyorum PollyannaSon şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak. didem madak

Gönderi tarihi:
748a2f8dbb136214.jpgAĞITOğlum;Sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorumBir yaşıma daha gireceğim neredeyseTabii bundan haberin yok seninKronometreye erken bastığın içinBeni hep yakışıklı hatırlayacaksınBizi bırakıp gittiğin yerdeEski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksınAma DUR!Sen hatırlıyor musun beni?Peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?Ben yirmiydim tanıştığımızdaSen beni en son otuzbeşimde gördün İstanbul'daSonra sen Kaş'ta öldünO akşam aynı anda geldik Antalya'yaSen beni görmedin, ben sana bakıyorkenBen sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırkenSen iyi ki görmedin beniYoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibiOlmadık bir yerde gülerdik ya hani?Öyle olurdu yineGözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak içinHani sahnede olduğu gibi.Sen ağlarken bakamazdım sanaSinirimi bozardın, gülerdimÇünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlumÖyle çok şikayet ederdin kiSonunda sıkılır gülerdimSonra sen de sıkılırdın kendindenBaşkası gibi olmak isterdinMutlu olan bir başkası gibiDert etmeyen biriHani, benim gibi biriBirşey diyeyim mi sana oğlum?Şimdi dönsen buralaraNe gidilecek bir yolNe uğruna ölünecek bir kadınHerneyse...Ama kadınları çok dert ederdin senAma onlar seni severdi oğlumAma sen çok ağlardın onlar içinSevemezdin kendini bir türlüOnlar seni çok sevse deSenin gibi olmak istemezdim o zamanDaha çok sevin beni!Daha çok gülün bana!Beni daha çok isteyin!Daha çok!Ama seni en çok ben...Birşey diyeyim mi sana oğlum?Şimdi dönsen buralaraNe gidilecek bir yolNe uğruna ölünecek bir kadınNe de sabaha kadar konuşarak sana vaadettiklerimKandırdım seni oğlumParayı dert etme diyeYok öyle birşey, başarısızlık diyeİlla da başkası olmaya çalışma salak gibiBir kadın için ölme diyeKandırdımArtık umrunda değil mi bunlar?Artık bozulmuyor musun bu işlere?Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?O kadın için ölmez misin bir daha?Ne var, bir kere daha ölsen?Değmez mi o kadın buna?Hani, hani değerdi?Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstündeKeyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibiÇıplak ayaklı kızaBıraktın değil mi oğlum?Bıraktın, gittinPeki!Ama ben buradayım halaBen devam ediyorumPeki sen bakıyor musun bana oradan?Gülüyor musun bana?Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?Beni daha çok sevin!Bana daha çok gülün!Daha da çok isteyin beni!Beni daha çok özleyin!Ama seni...Seni en çok ben, ben!Hayır ben çok değiştim oğlumBir başkası değilim artıkVazgeçtim maymunların dünyasındanBıraktım alkışları, istemiyorum kahkahalarıİstemiyorum bir aptal gibi yaşlanmakİşte belki de bu yüzdenSeni en çok ben...En çok ben özlüyorum!benim ölü arkadaşım!..okan bayülgen.
Gönderi tarihi:

yalnzmfv1.png

 

güneş bir başka doguyor neden bugünlerde

geceler bir başka alevleniyor bu şehirde

aşık mı oluyorum yeniden savunmasız korkuyorum

ah bu başıma gelen nedir bilmiyorum ama cok korkuyorum

kurtar beni tanrım içim yanıyor ona tutuluyorum

kurtar beni bilirsin aşık olmak istemiyorum

yağmurlar yağıyor çöllenmiş yüreğime

bir de kavak yelleri esiyor yalnız gönlümde

korkuyorum cocuklar gibi savunmasız amman korkuyorum

ah bu başıma gelen nedir bilmiyorum ama cok korkuyorum

kurtar beni tanrım içim yanıyor ona tutuluyorum

kurtar beni bilirsin aşık olmaktan korkuyorum

Gönderi tarihi:

teşekkürler deniz kızı :clover:

Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak

Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü

Dön bak dünyaya

 

Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak

Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu

Dön bak dünyaya

 

Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız

Ya da ilkbaharsan, yolun başındaysan

 

Asla vazgeçme, kalkıp da pencerenden bir bak

Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü

Dön bak dünyaya..

Gönderi tarihi:

sardunyam sezen aksuya olan sevgini biliyorum..o yüzden bu sözler sana :wub: dinlerken sohbetlerimizi hatırladım :clover:

 

buraya bol acı çekmeye geldik

hazdan kendimizden geçmeye geldik

hayat iksirinden içmeye geldik

geldik... gidiyoruz...

 

yollar dikenli yollar ıtır yasemen

her lezzeti tattık aynı kaseden

şeytan gibi bizi tene hapseden

bizdik... biliyoruz...

 

beşik gibi sallar hayat bizi

çeker basar vesikalık resmimizi

gözlerimiz kimlik belgesi gibi

kayıt tutar ya buz ya süt mavisi

 

mükemmel teşhisi

 

aşk koruyabilir bir tek

kaldıysa hala masumiyetimizi

biz altında imzası olan aşıklar

böyle yazdık vasiyetimizi

 

sezen aksu..

Gönderi tarihi:
sardunyam sezen aksuya olan sevgini biliyorum..o yüzden bu sözler sana :wub: dinlerken sohbetlerimizi hatırladım :clover:

 

buraya bol acı çekmeye geldik

hazdan kendimizden geçmeye geldik

hayat iksirinden içmeye geldik

geldik... gidiyoruz...

 

yollar dikenli yollar ıtır yasemen

her lezzeti tattık aynı kaseden

şeytan gibi bizi tene hapseden

bizdik... biliyoruz...

 

beşik gibi sallar hayat bizi

çeker basar vesikalık resmimizi

gözlerimiz kimlik belgesi gibi

kayıt tutar ya buz ya süt mavisi

 

mükemmel teşhisi

 

aşk koruyabilir bir tek

kaldıysa hala masumiyetimizi

biz altında imzası olan aşıklar

böyle yazdık vasiyetimizi

 

sezen aksu..

 

:wub:

 

aynen katılıyorum -_-

:clover:

teşekkür ediyorum bidenem, videosu ayrı güzel :)

 

  • 1 ay sonra...
Gönderi tarihi:

Şimdi asla pişman değilim

Yaşadığım herşeyin bedelini ödedim

Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini

Hem cehennem, hemde cennet yeryüzünün mevsimleri

O kadar çok şey değişti ki

Artık kimse masum değil

Duygular çok eskidi..

 

M.MUNGAN

........................................

öyle yorgun ki yüreğim

bunca şey bilmekten,

sanki irili ufaklı taşlardan

bir çuvalı sürüklüyorum,

sanki dinmeyen bir yağmur

yağıp duruyor belleğime..

 

bir şey sorma bana

bir şey bilmiyorum..

 

PABLO NERUDA

 

 

 

 

 

 

Gönderi tarihi:

Ben aşkım

fitarihinde muhtelif cömertlikler doğurdu beni

hayatın kıpırtısıdır yüreğimi kancalayan atılgan düşlerime

hiçbir kalemin çizemediği bir yeryüzüm var –saklıdır–

iyi hal üzre yoğunlaştıkça kalbim

ayın rahminde rahmana açılan eller benim elimse

aşkımı söylemeye bu can az gelir.

 

 

Ben aşkım

şair körfezime tabiat imge taşır ben ceylan adım

şiirim yılan kabuğunca soyunur suya nakşeder kuytulardan

usandıkça girerim kemik köprülerimin kıl besleyen evine

düşe-kalka tozuturum gövdemi sana karşı

okurum yastığıma yazılmış gül cengini kâlû belâdan beri

çavdar ekmeğine varınca bir sarı anka

çaprazlanmış bir aşkı yürürlüğe sokarım.

 

Ben aşkım

gümrah gözlerimde harfi harfine sen varsın

kıyamet arşivinde yağmurlanmış bu gözlerimde

çok muhacir olmuş süryani ilinde kıyama durmuş

utanmış arınmış yanmış velhasıl

ve benim kükremiş zamanımda ölçmüş kendini

bir nişan almış azrail örtülü namus gelincik

evcil tutmuş isyanları kendinde şahan kıymış

esmiş yemenlere eşkiya rüzgârlarla ve bana doğru

üç usul devenin ümmi çobanı aşkımın selâmı

veysel karani.

 

Ben aşkım

kimse dolduramaz bu fukara isteğimi karşılanmış sevdayla

zenci bir çocuğun göz aydınlığında kokar dururum

kokar dururum eğrelti kalmış yontulmamış zamanda

uçtukça havalandıkça bütün bu kuşlar ve aramakla sözlü ben

hamd ü senalarımı göklere düğümlerim

sevgilim bozdikenler içinde rüya yollayan hür ağzımla

bir akkuşun uçuşundan inanç emerim.

 

Ben aşkım

işte böyle bir tutam köz koyarken kalbime serinkanlı

ferah kentler adına hicretlerim gitgide çoğaldıkça

yakup bir gözde anneler anneleri hep bekledikçe varım

ve bütün yollarım hakka çıktıkça çekingen kırlangıçlar örneği

filintam elimde namlu kaldıkça

ben aşkım.

 

Ben aşkım

kardeşim söz atmış mercan benzerliklerle

çemrenmiş gömleğimde açık ve gerili pazım

bu uyanık göbeğim alanlarda attıkça

öpüşler kovalarken sizi inci kızlarım

demir atacağım bulutların ardından menekşeler kentine

umuda yakı yaktım

ben aşkım yavrum.

 

Cafer TURAÇ

Gönderi tarihi:

"O olmazsa yaşayamam."

demeyeceksin. Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

senin o'nu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

"O benim." diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin..

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, yada pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın.

Ucundan tutarak...

 

Can YÜCEL

 

frozen :clover::wub:

Gönderi tarihi:

sevgili radya ve deniz kızı :clover::wub:

 

cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor

ben de üşüyorum desem kim inanır

bunca yıkıntının altında

bunca kırık cam batmışken ayaklarıma..

alıntı..

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Kadınlarımız

 

Ayın altında kağnılar gidiyordu.

Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

Toprak öyle bitip tükenmez,

dağlar öyle uzakta,

sanki gidenler hiçbir zaman

hiçbir menzile erişmiyecekti.

Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.

Ve onlar

ayın altında dönen ilk tekerlekti.

Ayın altında öküzler

başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi

ufacık, kısacıktılar,

ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında

ve ayakları altından akan

toprak,

toprak

ve topraktı.

Gece aydınlık ve sıcak

ve kağnılarda tahta yataklarında

koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.

Ve kadınlar

birbirlerinden gizliyerek

bakıyorlardı ayın altında

geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.

Ve kadınlar,

bizim kadınlarımız :

korkunç ve mübarek elleri,

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yârimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve karasabana koşulan

ve ağıllarda

ışıltısında yere saplı bıçakların

oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar,

bizim kadınlarımız

şimdi ayın altında

kağnıların ve hartuçların peşinde

harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi

aynı yürek ferahlığı,

aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.

Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde

ince boyunlu çocuklar uyuyordu.

Ve ayın altında kağnılar

yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

«6 Ağustos emri» verilmiştir.

Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla

yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.

98956 tüfek,

325 top,

5 tayyare,

2800 küsur mitralyöz,

2500 küsur kılıç

ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği

ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz

kımıldanıyordu gecenin içinde.

Gecenin içinde toprak.

Gecenin içinde rüzgâr.

Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,

gecenin içinde :

insanlar, âletler ve hayvanlar,

demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,

korkunç

ve sessiz emniyetlerini

birbirlerine sokulmakta bulup,

kocaman, yorgun ayakları,

topraklı elleriyle yürüyorlardı.

Ve onların arasında

Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan

İstanbullu şoför Ahmet

ve onun kamyoneti vardı.

Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :

İhtiyar,

cesur,

inatçı ve şirret.

Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine

şasinin altına, dingilin üzerine

budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen

ve kalb ağrılarıyla

ve on kilometrede bir

karanlığa yaslanıp durduğu halde

ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken

şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :

«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından

«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan

ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan

100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.

İhzar ve teşkil olunanlar,

bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,

insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip

Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.

Bu şarkı nihaventtir

ve beyaz tenteli sandalları,

siyah mavnaları,

güneşli karpuz kabuklarıyla

bir deniz kıyısındadır şehir.

Vantilâtörde adedi devir

düşüyor gibi.

Arkadaşlar ileri geçtiler.

Ay battı.

Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,

çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,

kalk,

sıra servilerin önünden yürü,

çeşmeyi geç,

mektep bahçesi, medreseler,

orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında

siyah çarşaflı bir kadın

çömelip yere

darı serper güvercinlere

ve papelciler

şemsiye üstünde papaz açarlar.

Motor mızıkçılık ediyor,

bizi dağ başlarında bırakacak meret.

Ne diyorduk oğlum Ahmet?

Dökmeciler sağda kalır,

derken, Uzunçarşı'ya saparken,

köşede, sol kolda seyyar kitapçı :

«Hikâyei Billûr Köşk»,

altı cilt «Tarihi Cevdet»

ve «Fenni Tabâhat».

Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,

yani yemek pişirmek.

Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.

Yaldızlı kuyruğundan tutup

bir salkım üzüm gibi yersin.

İlerde bir süvari kolu gidiyor,

saptılar sola.

Uzunçarşı'yı dikine inersin.

Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.

Ve sen İstanbullu,

sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan

şaşarsın İstanbullulara :

ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.

Rüstem Paşa Camii.

Urgancılar.

Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi

ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar

urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.

Zindankapı, Babacafer.

Uzakta Balıkpazarı.

Kuruyemişçiler.

Yemiş iskelesindeyiz :

sandalları, mavnaları,

güneşli karpuz kabuklarıyla

yüzüne hasret kaldığım deniz.

Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?

İnip

baksam...

Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip

Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.

Elleri yumuk yumuk,

bacakları biraz çarpıktı ama,

yeşil zeytin tanesi gibi gözler.

Kaşları da hilâl gibi çekikti.

Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

Lastik hava kaçırıyor.

Derdine deva bulmazsak eğer...

Dur bakalım Babacafer...

Üç numrolu kamyonet durdu.

Karanlık.

Kriko.

Pompa.

Eller.

Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri

lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken

Ahmet hatırladı :

bir gece nüzüllü babaannesini

sedirden sedire taşırken

kadıncağız...

İç lastik boydan boya patladı.

Yedek?

Yok.

Dağlarda avaz avaz

imdat istemek?

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,

sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.

Hem, hani bir koyun varmış,

kendi bacağından asılan bir koyun.

Süleymaniyeli şoför Ahmet

soyun...

Soyundu.

Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak

ve kırmızı kuşak,

Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak

bırakarak

dış lastiğin içine girdiler,

şişirdiler.

Bu şarkı nihaventtir.

Deniz kıyısında bir şehir...

Beyaz başörtüsü...

Saatta elli yapıyoruz...

Dayan ömrümün törpüsü,

dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,

dayan arslan...

Hiçbir zaman

böyle merhametli bir ümitle sevmedi

hiçbir insan

hiçbir âleti...

 

 

Nazım Hikmet

Gönderi tarihi:

Can Yücel' den

 

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir...

 

Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.

 

Nasıl mı?

 

Cami'de uyanıyorsunuz.

 

Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua

 

ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz,

 

yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak.

 

Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatl ar, çocuklar torunlar hepsi

 

hazır.

 

Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.

 

Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı

 

alıyorsunuz.

 

Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...

 

Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.

 

Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

 

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin

 

hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. ve

 

genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübelibir insan

 

olarak ise başlıyorsunuz.

 

Herkes karsınızda el pençe diva n...

 

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor.

 

Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.

 

Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....aman ne güzel günler

 

başlıyor... derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iy i

 

olur diyor.

 

Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi

 

bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun...'

 

Keyfe bakar mısınız?

 

Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem

 

başlıyor.

 

Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.

 

Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanma

 

derdi de yok artık....

 

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak,

 

oyuncaklarınla oyna' diyorlar.

 

Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta

 

bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvaletkullanmamaya başlıyorsunuz.

 

Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli

 

dönem başlıyor.

 

Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.

 

Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için

 

ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık,

 

yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.

 

Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.

 

Veeeeee....

 

En güzeli deeee......

 

Günün birinde müthiş keyifli b ir geceyle hayatiniz bitiyor...

 

Can YÜCEL

Gönderi tarihi:

sağol sardunum :clover:

 

şimdi çiziyorum kendi hayalimi,

gölgeler tutuşmuş çığlıklarla yanıyor;

durmalı, susmalı, yürümeli, gitmeli,

haykırmalı belki de

kapılmalı, unutmalı, gitmeli kanat seslerine...

sen orada iki duvar arasında,

sen orada duvarlar arasında...

 

alıntı..

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.