Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Şamandıra Hayırsız oğluyum babamın hiç büyümeyen hâlâ Topkapı'ya doğru uzanır kimsecikler görmeden hınzır bir çocuk gibi kapısını çalıp kaçarım İstanbul'un Hayırsız oğluyum babamın ticareti sevmeyen para için koşturulan yarış atlarının terlerini bir akvaryumda toplar içinde denizatı beslerim Hayırsız oğluyum babamın yollarda dalgın yürüyen ama adliyenin çöplüğünde bulduğu dolmakalemi çocuklarına getirmek için ortasından yapıştıran temizlik işçisi kaçmaz gözlerimden Hayırsız oğluyum babamın bir parka dikilirse birgün şairlerin heykelleri benim yerim boş kalsın ve payıma hayırsız ada açıklarına bir şamandıra bırakın Sunay Akın Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Bir Akşam Üstüdür Bir akşam üstüdür şarabî Bahçeler ve dağlar üzre hükümran; Tam dünyayı dolaşmak saatindesin. Ay ışığı su içer birazdan. Kızarmış kalçalarını çanlar Alabildiğine vurur. Sen çocuk tulumunda Matbaa mürekkebi Rüsva olmuş ellerinin emeği, Manşetlerde kilometre kilometre yalan Sallanır durur. Bir akşam üstüdür katil, muhteşem Alıp götürmüşler dost dediğini Almış rüzgârlar içini, Ümide benzer, sevdaya benzer... Soğuk bir namludur kör ve pusuda Ense kökünde zulüm, Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur Burnun dibine hürriyet. Seviyorum mümkün değil; Aranızda kurşun, yasak bölge var Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel Kanunu yapanlar ihtiyar. Ahmed Arif Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Aşk AŞK Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür; Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin. Özdemir Asaf Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 sebeb-İ Telif Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız yaprakla yağmurun aşkı meselâ kim olsa serpilen coşturuyor bizi imreniyoruz başkalarının mahvına. Yağmur mahvoluyor çarparak kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur silkiniyor vuran her damlaya. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını uzak iklimlerin kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz: Bize ait olan ne kadar uzakta! Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. “Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li “içerimde ahlâk yasası”. Yasa mı?Kimin için?Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem,girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökte bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri bir anda anlaşılıyor baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız incecik yas dumanı herkese ulaşıyor sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda tek başınayız. Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi adımızla başlardık bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üstüne kendim yazarım. İsmet Özel Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları... 1 Senin adını kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, (bizlere âlâtı-katıa verilmez) , ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, o berbat, ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ıslak kırmızı, küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf böyle hodbin böyle sadece insan oluşu. Belki bu hâlin fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardır... Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu acayip fısıltısı toprak damı ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran bir sakat ve sıska atıyla, yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatın ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, yani bugün de mükellef bir daüssıla için yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi göstereceğim ve çocukluk günlerimin ince sazıyla suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı seni böyle uzak, seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi kafamın içinde duymak... 2 Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, artık o her gün öğle vaktine kadar, bana yakın, benden uzak, sönerek, ışıldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı: dışarda akşam olur, bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl. Velhasıl o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, bittecrübe sabit... 3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... Nazım Hikmet Ran Bir Hazin Hürriyet... Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan yoğurursun bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle hürsün! Sen doğar doğmaz dikilirler tepene, işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan değirmenleri, büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan hürriyetiyle hürsün! Başın ensenden kesik gibi düşük, kolların iki yanında upuzun, büyük hürriyetinle dolaşıp durursun, işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün! En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela, Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber, hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün! Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün! Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin, büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi, yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle hürsün Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok hürsün. Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında. 1951 Nazım Hikmet Ran Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Onur da Ağlar Gözlerinin pınarında Bir bulut, Boşandı boşanacak Nerdeyse Aklımdan geçenleri Okuyorsun su gibi Dünya gördü, Bizi bogazladılar.... Tutma gözyaşlarını Onur da ağlar.... Bırak yıkansın gökyüzü, Lacivert,yeşil,altın Işıkları günbatının. İşte şafaktayız gene Çırılçıplak Ve mavi İşte sanki dağ yeli Ve işte sanki meltem... Kimse toz konduramaz Kesip attıgımız tırnağa bile. Sen en güzel kızısın Bütün galaksilerin Bense tözüyüm artık Akkor tözüyüm, Prometheus'u yakan Kara sevdanın... Ne alnımızda bir ayıp Ne koltuk altında Saklı haçımız. Biz bu halkı sevdik Ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz Korkunç suçumuz... Ahmed Arif ve hala sevmeye devam ediyoruz Alıntı
Misafir zates2003 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 5 Nisan , 2008 Kül Kedisi Beyoğlu'nda gezinen tramvay Kürtür deniz görünmez çünkü penceresinden insanların öldürüldüğü dağlarda inanıyorum yine de dikkat ceylan cıkabilir uyarısına bir orman yolundan geçerken Savaş ki ülkemde bütün bardakları kırılan birer sürahi gibi çocuklarını gözyaşlarıyla bekleyen nice anneler bırakmaktadır pencere önlerinde Tutuşunca Madımak Oteli'nin perdesi bir kez daha kondaklandı umudumuz yürümeyi öğreteceğiz ona sonra yeniden koşmasını masal olmadığını söylüyor güzel günlerin Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi Denize doğru inen bir sokaktır ülkem düz değildir taşları ayakkabılarını bağlamadan peşinden koşarken bir martının ipe takılıp düşer özgürlüğün eve avluya sığmaz çocukları Başımızdaki şapka bireysel şemsiye sosyalist yanımızdır ve tek şartı ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin zor da olsa yürümektir rüzgara karşı Sunay Akın Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 HAVADA Burada duvar ile direk arasında asılı sallanıyorum. Kenarlarım yırtık parçalarım sarkık içim patlak. Burada geçmiş ile gelecek arasında gerili sallanıyorum. Saatlerim çarpık günlerim çatlak yılım yitik. Sözcükler gelip geçiyor içimden anlamsızlığa doğru eylemler geçip gidiyor elimden çaresizliğe doğru. Boşalıyorum burada hiçlik ile yokluk arasında. oruç aruoba Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 SOKAKTA Buradayım: Yüzyıl oldu. Önümden geçen yol tıkandı çevremdeki bahçeler daraldı içimde yaşan insanlar azaldı: Yalnızlaştım. Buradayım: Yüzyıl önce başladım beklemeye. Yavaş geçip gitme zamanı: Dumanlar isler, puslar yağmurlar sıcaklar, soğuklar rüzgarlar kemirdi her yanımı. Tahtalarım birer birer çürüdü boyalarım parça parça döküldü payandalarım teker teker çöktü: Yüzyıl oldu. Yüzyıl önce: Pırıl pırıl, yemyeşil bahçem bembeyaz, tertemiz duvarlarım cıvıl cıvıl, şen odalarım buradaydım. Yaşıyordum - yaşıyordu insanlarım. Yüzyıl oldu: Karanlık küf rengi çevrem kararmış, yıkık dökük duvarlarım kasvetli, kir-pas içinde odalarım buradayım. Yaşamıyorum - yaşamıyor insanlarım. Buradayım. Yüzyıl oldu. Bekliyorum. Yalnızım burada. Bekliyorum - ilk çocuğun attığı ilk taştan beri bekliyorum. Ne zaman gelecekler - baltalarla, balyozlarla, keserlerle - Yalnızım burada bekliyorum. Ne zaman gelecekler? oruç aruoba. Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 DENİZDE Aldanma orada yağmur bekliyor seni: şimşek, yıldırım, fırtına soğuk. Burada ılık güneş, dingin deniz, serin rüzgar aldatmasın seni: Tufan bekliyor orada seni. Aldatma kendini: olmayacak Nuh´un gemisi kurtaracak seni - uçacak güvercini getirecek yaprağı olmayacak. Sular akacak çağlayacak, kabaracak dolduracak her yerini sürükleyip götürecek seni Aldanma orada yıkım bekliyor seni gürültü, çöküntü, göçük deprem. Burada sakin ses, sıcak taş, sağlam duvar aldatmasın seni: Ölüm bekliyor orada seni. Aldatma kendini: olmayacak İbrahim´in koçu kurtaracak seni - indirtecek bıçağını sağaltacak yüreğini olmayacak. Acılar akacak çağlayacak, kabaracak dolduracak her yerini sürükleyip götürecek seni Aldanma aldatma kendini aldatmasın seni burada boşluk - yokluk bekliyor orada seni. oruç aruoba.. Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 DALDA Enis'e..Ondan.. Buradayım: Uyurum belki bir gün. Belki bitiririm bir gün delik deşik kozamı dökülüp gitmeden bütün dut yaprakları bir gün bir güç bulur içimde son bir gayretle son salgılarımı gezdirir deliklerimde tırtılım tıkar gediklerimi. O zaman büzülür, dalarım uykuya - eski beni yok edecek yeni beni var edecek: Bomboş, dopdolu seslerden, esintilerden uzak içinde gittiğim oluştuğum. O uyku: Bembeyaz. Benden önce de uyunmuş benden sonra da uyunacak. Simsiyah. Korkulacak, özlenecek - eskileri geride bıraktıracak yenileri geri getirecek o uyku. O uyku: Verimsiz, çiçek dolu. Grilerden, renklerden uzak içinde yittiğim oluştuğum - olduğum o uyku. Uyanışı var mı, olacak mı belli olmayan: Belki çürüyüp kuruyup içinde yiteceğim belki kanat takıp içinden çıkacağım o uyku. Herşeyi, herkesi geride bırakabileceğim - yalnızca yeni ben, onun yeni gökyüzü yeni kanatları, rengarenk geniş, gergin. Neleri, kimleri bırakıp ilerlediğim - neleri, kimleri anımsadığım, özlediğim belli olmayan: hiç olmadığım, hiç olmayan o uyku. Hiç olmadı, belki hiç olmayacak o renkli güçlü kanatlar o hafif esintili uçuş o aldırmaz bakış - olmadı hiç: olmayacak. Zaten tırtılım da kozam da olmadı benim hiç - kelebeğim, hiç: Ben zaten hiç olmadım. Hep vardım oysa ki. O uyku: yok olmam ile var olmam arasındaki köprü beni en baştan yaratacak dürtü - hiç olmadı. Hep vardım oysa ki: Hep arayarak dingin seslerden çıkıp gelecek bir tınıyı: Beni var edecek kanat olacak açılacak, yayılacak acılı olacak sevinçli bir tını. Hep olan Hep olacak. O tını: Uykum boyu beni oluşturacak sonra bırakacak varolmayı bana uyandıktan sonra: Yoktu olmayacak. Uyuyamadığım uyanamadığım o uyku: olmadı yoktu olmayacak. oruç aruoba Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 17 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 17 Nisan , 2008 HAR ENAM İkinci el şiirlere düştü yolumuz Beyza Saplayıp bakışlarımızı bir pula Satır sayısı olmayan nameler yazıyoruz Henüz solmamışken kınalarımız Ve ağlıyorken analarımız Hannas giriyor damara açılıyor müheyya Bir parmak neden kesilir Beyza Neden alınır parmak şairden yenisi çıkmayacaksa Gözlerimi akına devşirsem Pis uğultular yama olur kulağıma Bin susar bir konuşurum da Boğazımda balık kılçığı Yasaklıyım yirmidokuza Alın diyor şair, parmak sizindir Ben satacağım şiirlerimi atın dört ayağına Her köy yağmalanmış Beyza Ciğerimin yarısına maraz dadanmış Kedim bakıyor ağzında salya Bir sevişmelik saatin akrebinde kan/arya Yılan da sokar - adam da- Açık olmaya görsün yara Ciğerime kurt düştü diyor şair parmağıma mor İçime şems-ü kamer düştü diyor dışıma kor Şeyda bülbül şemse uçar / gün batar Zalimdir turuncu siyaha ayna tutar Ben benden geçsem ne olur İçimde senden bin hal var Adu sarmış yanımı ahvalime kim bakar Verme parmağını şair şiirler sana susar Dizeler biad eder imgelere kan kusar Heybemizde amber var Beyza Varsın leş koksun münkirler Adamlık konuşmakla olmuyor Varsın lal olsun diller Arzumana eğilsin içindeki şiirler Bidar geçiyor gece ceplerinde ölümler Sok elini koltuğuna şair verme parmağını Sakla sandığında anadan kalma yadigârını Hakikat-i serencam dökülseydi bir bir Gazel olurdu efsun ayana haz kalmazdı Bilseydin ki esrar vuruyorken kendini Edna olurdu kirpikler yazılmazdı şiirler Ey şair! parmak senindir Kes kolunu bitsin şiir. Filiz Kılınç Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 19 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 19 Nisan , 2008 sardunyam POLLYANNA?YA MEKTUPLAR IV.Muhabbet kuşumuz öldüArkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarakBiliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zamanAcıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna Uyumadığım gecelerin sabahındaGöz altlarımdan mor çocuklar doğardıMor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanlarıFırtınada ters çevrilen şemsiyelere benzerdiDuaya açılan avuçlarımAvuçlarıma kar yağardıKimi zaman tipi...Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.Bir kaç kış geçti PollyannaBen hep mahzun kaldım.Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şairTuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam benBir kenar süsünün gülü olsam benSarı deftere tuttuğum bir günlükAşk olsam ben... Sonra yazlarıYaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum olduBalkon yaseminlerle sevişirdiYaseminler yaseminlerle sevişirdiRüya hülyayla sevişirdi.Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altındaGeceyle sevişirdim.Bir davet gibi otururdum balkondaBeyaz bir örtü gibi sarardım acılarımı başımaBen sevgilisi çile olan bir gelindim PollyannaGel derdim gel, kim olursan ol yine gel...Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkondaYıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimdenAyın etrafında beyaz bir hale dönerdi.Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inceIşıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.Secde eden alnımı.Şarap içen dudağımla öpmek istedim.Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımıBeyaz bir merhemle ovmak istedim.Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna... itiraf etmek gerekirseDomates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardanKalp şeklinde kül tablalarıKalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan külYetmezdi yeniden doğmaya.Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirseBedelini ödedim ama Pollyannaitiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para. Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı PollyannaÇimento, demir. çamur...Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.En üst kattan düşerdim her günEsmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyayaHayatım bir mutluluk inşaatıydı PollyannaSana ve mutluluğa yazılmış mektuplarımaCevap beklediğim zamanlarda. Benim bir köyüm olmadı.Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla banaPazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.İstanbul'u evlat edinsem Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyiYüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka PollyannaBir kitaba bir cüz olamadım.Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardıBiri okşasam bir yumuşardı.Bire"BiR" olamadım. Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında PollyannaKırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı uyanmalıydım.Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim. Sana bu son mektubu,Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için yazıyorum PollyannaSon şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak. didem madak Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2008 AĞITOğlum;Sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorumBir yaşıma daha gireceğim neredeyseTabii bundan haberin yok seninKronometreye erken bastığın içinBeni hep yakışıklı hatırlayacaksınBizi bırakıp gittiğin yerdeEski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksınAma DUR!Sen hatırlıyor musun beni?Peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?Ben yirmiydim tanıştığımızdaSen beni en son otuzbeşimde gördün İstanbul'daSonra sen Kaş'ta öldünO akşam aynı anda geldik Antalya'yaSen beni görmedin, ben sana bakıyorkenBen sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırkenSen iyi ki görmedin beniYoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibiOlmadık bir yerde gülerdik ya hani?Öyle olurdu yineGözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak içinHani sahnede olduğu gibi.Sen ağlarken bakamazdım sanaSinirimi bozardın, gülerdimÇünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlumÖyle çok şikayet ederdin kiSonunda sıkılır gülerdimSonra sen de sıkılırdın kendindenBaşkası gibi olmak isterdinMutlu olan bir başkası gibiDert etmeyen biriHani, benim gibi biriBirşey diyeyim mi sana oğlum?Şimdi dönsen buralaraNe gidilecek bir yolNe uğruna ölünecek bir kadınHerneyse...Ama kadınları çok dert ederdin senAma onlar seni severdi oğlumAma sen çok ağlardın onlar içinSevemezdin kendini bir türlüOnlar seni çok sevse deSenin gibi olmak istemezdim o zamanDaha çok sevin beni!Daha çok gülün bana!Beni daha çok isteyin!Daha çok!Ama seni en çok ben...Birşey diyeyim mi sana oğlum?Şimdi dönsen buralaraNe gidilecek bir yolNe uğruna ölünecek bir kadınNe de sabaha kadar konuşarak sana vaadettiklerimKandırdım seni oğlumParayı dert etme diyeYok öyle birşey, başarısızlık diyeİlla da başkası olmaya çalışma salak gibiBir kadın için ölme diyeKandırdımArtık umrunda değil mi bunlar?Artık bozulmuyor musun bu işlere?Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?O kadın için ölmez misin bir daha?Ne var, bir kere daha ölsen?Değmez mi o kadın buna?Hani, hani değerdi?Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstündeKeyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibiÇıplak ayaklı kızaBıraktın değil mi oğlum?Bıraktın, gittinPeki!Ama ben buradayım halaBen devam ediyorumPeki sen bakıyor musun bana oradan?Gülüyor musun bana?Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?Beni daha çok sevin!Bana daha çok gülün!Daha da çok isteyin beni!Beni daha çok özleyin!Ama seni...Seni en çok ben, ben!Hayır ben çok değiştim oğlumBir başkası değilim artıkVazgeçtim maymunların dünyasındanBıraktım alkışları, istemiyorum kahkahalarıİstemiyorum bir aptal gibi yaşlanmakİşte belki de bu yüzdenSeni en çok ben...En çok ben özlüyorum!benim ölü arkadaşım!..okan bayülgen. Alıntı
Φ deniz_kizi Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2008 güneş bir başka doguyor neden bugünlerde geceler bir başka alevleniyor bu şehirde aşık mı oluyorum yeniden savunmasız korkuyorum ah bu başıma gelen nedir bilmiyorum ama cok korkuyorum kurtar beni tanrım içim yanıyor ona tutuluyorum kurtar beni bilirsin aşık olmak istemiyorum yağmurlar yağıyor çöllenmiş yüreğime bir de kavak yelleri esiyor yalnız gönlümde korkuyorum cocuklar gibi savunmasız amman korkuyorum ah bu başıma gelen nedir bilmiyorum ama cok korkuyorum kurtar beni tanrım içim yanıyor ona tutuluyorum kurtar beni bilirsin aşık olmaktan korkuyorum Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2008 teşekkürler deniz kızı Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü Dön bak dünyaya Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu Dön bak dünyaya Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız Ya da ilkbaharsan, yolun başındaysan Asla vazgeçme, kalkıp da pencerenden bir bak Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü Dön bak dünyaya.. Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2008 sardunyam sezen aksuya olan sevgini biliyorum..o yüzden bu sözler sana dinlerken sohbetlerimizi hatırladım buraya bol acı çekmeye geldik hazdan kendimizden geçmeye geldik hayat iksirinden içmeye geldik geldik... gidiyoruz... yollar dikenli yollar ıtır yasemen her lezzeti tattık aynı kaseden şeytan gibi bizi tene hapseden bizdik... biliyoruz... beşik gibi sallar hayat bizi çeker basar vesikalık resmimizi gözlerimiz kimlik belgesi gibi kayıt tutar ya buz ya süt mavisi mükemmel teşhisi aşk koruyabilir bir tek kaldıysa hala masumiyetimizi biz altında imzası olan aşıklar böyle yazdık vasiyetimizi sezen aksu.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2008 sardunyam sezen aksuya olan sevgini biliyorum..o yüzden bu sözler sana dinlerken sohbetlerimizi hatırladım buraya bol acı çekmeye geldik hazdan kendimizden geçmeye geldik hayat iksirinden içmeye geldik geldik... gidiyoruz... yollar dikenli yollar ıtır yasemen her lezzeti tattık aynı kaseden şeytan gibi bizi tene hapseden bizdik... biliyoruz... beşik gibi sallar hayat bizi çeker basar vesikalık resmimizi gözlerimiz kimlik belgesi gibi kayıt tutar ya buz ya süt mavisi mükemmel teşhisi aşk koruyabilir bir tek kaldıysa hala masumiyetimizi biz altında imzası olan aşıklar böyle yazdık vasiyetimizi sezen aksu.. aynen katılıyorum teşekkür ediyorum bidenem, videosu ayrı güzel Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Şimdi asla pişman değilim Yaşadığım herşeyin bedelini ödedim Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini Hem cehennem, hemde cennet yeryüzünün mevsimleri O kadar çok şey değişti ki Artık kimse masum değil Duygular çok eskidi.. M.MUNGAN ........................................ öyle yorgun ki yüreğim bunca şey bilmekten, sanki irili ufaklı taşlardan bir çuvalı sürüklüyorum, sanki dinmeyen bir yağmur yağıp duruyor belleğime.. bir şey sorma bana bir şey bilmiyorum.. PABLO NERUDA Alıntı
Φ Radya Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Ben aşkım fitarihinde muhtelif cömertlikler doğurdu beni hayatın kıpırtısıdır yüreğimi kancalayan atılgan düşlerime hiçbir kalemin çizemediği bir yeryüzüm var –saklıdır– iyi hal üzre yoğunlaştıkça kalbim ayın rahminde rahmana açılan eller benim elimse aşkımı söylemeye bu can az gelir. Ben aşkım şair körfezime tabiat imge taşır ben ceylan adım şiirim yılan kabuğunca soyunur suya nakşeder kuytulardan usandıkça girerim kemik köprülerimin kıl besleyen evine düşe-kalka tozuturum gövdemi sana karşı okurum yastığıma yazılmış gül cengini kâlû belâdan beri çavdar ekmeğine varınca bir sarı anka çaprazlanmış bir aşkı yürürlüğe sokarım. Ben aşkım gümrah gözlerimde harfi harfine sen varsın kıyamet arşivinde yağmurlanmış bu gözlerimde çok muhacir olmuş süryani ilinde kıyama durmuş utanmış arınmış yanmış velhasıl ve benim kükremiş zamanımda ölçmüş kendini bir nişan almış azrail örtülü namus gelincik evcil tutmuş isyanları kendinde şahan kıymış esmiş yemenlere eşkiya rüzgârlarla ve bana doğru üç usul devenin ümmi çobanı aşkımın selâmı veysel karani. Ben aşkım kimse dolduramaz bu fukara isteğimi karşılanmış sevdayla zenci bir çocuğun göz aydınlığında kokar dururum kokar dururum eğrelti kalmış yontulmamış zamanda uçtukça havalandıkça bütün bu kuşlar ve aramakla sözlü ben hamd ü senalarımı göklere düğümlerim sevgilim bozdikenler içinde rüya yollayan hür ağzımla bir akkuşun uçuşundan inanç emerim. Ben aşkım işte böyle bir tutam köz koyarken kalbime serinkanlı ferah kentler adına hicretlerim gitgide çoğaldıkça yakup bir gözde anneler anneleri hep bekledikçe varım ve bütün yollarım hakka çıktıkça çekingen kırlangıçlar örneği filintam elimde namlu kaldıkça ben aşkım. Ben aşkım kardeşim söz atmış mercan benzerliklerle çemrenmiş gömleğimde açık ve gerili pazım bu uyanık göbeğim alanlarda attıkça öpüşler kovalarken sizi inci kızlarım demir atacağım bulutların ardından menekşeler kentine umuda yakı yaktım ben aşkım yavrum. Cafer TURAÇ Alıntı
Φ deniz_kizi Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 5 Haziran , 2008 "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin.. Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya, yada pembeye. Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... Can YÜCEL frozen Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2008 sevgili radya ve deniz kızı cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor ben de üşüyorum desem kim inanır bunca yıkıntının altında bunca kırık cam batmışken ayaklarıma.. alıntı.. Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2008 Kadınlarımız Ayın altında kağnılar gidiyordu. Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru. Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişmiyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle. Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık, kısacıktılar, ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizliyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar, bizim kadınlarımız : korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru. «6 Ağustos emri» verilmiştir. Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla yer değiştiriyordu, yer değiştirecek. 98956 tüfek, 325 top, 5 tayyare, 2800 küsur mitralyöz, 2500 küsur kılıç ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz kımıldanıyordu gecenin içinde. Gecenin içinde toprak. Gecenin içinde rüzgâr. Hatıralara bağlı, hatıraların dışında, gecenin içinde : insanlar, âletler ve hayvanlar, demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup, korkunç ve sessiz emniyetlerini birbirlerine sokulmakta bulup, kocaman, yorgun ayakları, topraklı elleriyle yürüyorlardı. Ve onların arasında Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan İstanbullu şoför Ahmet ve onun kamyoneti vardı. Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet : İhtiyar, cesur, inatçı ve şirret. Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine şasinin altına, dingilin üzerine budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen ve kalb ağrılarıyla ve on kilometrede bir karanlığa yaslanıp durduğu halde ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu : «6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından «... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan 100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu. İhzar ve teşkil olunanlar, bu meyanda Ahmet'in kamyoneti, insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı. Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı. Bu şarkı nihaventtir ve beyaz tenteli sandalları, siyah mavnaları, güneşli karpuz kabuklarıyla bir deniz kıyısındadır şehir. Vantilâtörde adedi devir düşüyor gibi. Arkadaşlar ileri geçtiler. Ay battı. Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret. Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü, kalk, sıra servilerin önünden yürü, çeşmeyi geç, mektep bahçesi, medreseler, orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında siyah çarşaflı bir kadın çömelip yere darı serper güvercinlere ve papelciler şemsiye üstünde papaz açarlar. Motor mızıkçılık ediyor, bizi dağ başlarında bırakacak meret. Ne diyorduk oğlum Ahmet? Dökmeciler sağda kalır, derken, Uzunçarşı'ya saparken, köşede, sol kolda seyyar kitapçı : «Hikâyei Billûr Köşk», altı cilt «Tarihi Cevdet» ve «Fenni Tabâhat». Tabâhat, mutfaktan gelirmiş, yani yemek pişirmek. Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek. Yaldızlı kuyruğundan tutup bir salkım üzüm gibi yersin. İlerde bir süvari kolu gidiyor, saptılar sola. Uzunçarşı'yı dikine inersin. Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler. Ve sen İstanbullu, sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan şaşarsın İstanbullulara : ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin. Rüstem Paşa Camii. Urgancılar. Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır. Zindankapı, Babacafer. Uzakta Balıkpazarı. Kuruyemişçiler. Yemiş iskelesindeyiz : sandalları, mavnaları, güneşli karpuz kabuklarıyla yüzüne hasret kaldığım deniz. Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne? İnip baksam... Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti. Elleri yumuk yumuk, bacakları biraz çarpıktı ama, yeşil zeytin tanesi gibi gözler. Kaşları da hilâl gibi çekikti. Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü... Lastik hava kaçırıyor. Derdine deva bulmazsak eğer... Dur bakalım Babacafer... Üç numrolu kamyonet durdu. Karanlık. Kriko. Pompa. Eller. Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken Ahmet hatırladı : bir gece nüzüllü babaannesini sedirden sedire taşırken kadıncağız... İç lastik boydan boya patladı. Yedek? Yok. Dağlarda avaz avaz imdat istemek? Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet. Hem, hani bir koyun varmış, kendi bacağından asılan bir koyun. Süleymaniyeli şoför Ahmet soyun... Soyundu. Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak ve kırmızı kuşak, Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak bırakarak dış lastiğin içine girdiler, şişirdiler. Bu şarkı nihaventtir. Deniz kıyısında bir şehir... Beyaz başörtüsü... Saatta elli yapıyoruz... Dayan ömrümün törpüsü, dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i, dayan arslan... Hiçbir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi hiçbir insan hiçbir âleti... Nazım Hikmet Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 26 Haziran , 2008 Can Yücel' den Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir... Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu. Nasıl mı? Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatl ar, çocuklar torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev... Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübelibir insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda el pençe diva n... Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor... derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iy i olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun...' Keyfe bakar mısınız? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanma derdi de yok artık.... Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna' diyorlar. Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvaletkullanmamaya başlıyorsunuz. Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. Veeeeee.... En güzeli deeee...... Günün birinde müthiş keyifli b ir geceyle hayatiniz bitiyor... Can YÜCEL Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2008 sağol sardunum şimdi çiziyorum kendi hayalimi, gölgeler tutuşmuş çığlıklarla yanıyor; durmalı, susmalı, yürümeli, gitmeli, haykırmalı belki de kapılmalı, unutmalı, gitmeli kanat seslerine... sen orada iki duvar arasında, sen orada duvarlar arasında... alıntı.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.