Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Aslında hiç birimiz gerçek değil miyiz?


mescere

Önerilen İletiler

Biz bir hayal miyiz?

Ailemiz, sevdiklerimiz sadece birer görüntü mü?

Rüyada mıyız aslında?

Uğrunda nelerimizi feda ettiğimiz malımız mülkümüz esasında sadece birer elektrik sinyali mi?

BELKİ BU, YAŞAMINIZDA FARKINA VARABİLECEĞİNİZ EN BÜYÜK GERÇEKTİR.

BÜYÜK BİR HIRSLA BAĞLANDIĞIMIZ DÜNYA AYAKLARIMIZIN ALTINDAN KAYIP GİDECEK!

...

Var olduğunu düşündüğümüz nesnelerden gelen etkiler (ses, koku, tad, görüntü, sertlik...), sinirlerimiz vasıtasıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılır. Beyne ulaşan bu etkilerin hepsi elektrik sinyalleridir.

...

Bir bardak kahve içtiğimizi düşünelim.

Elinizdeki bardağın sertliği ve sıcaklığı deri altındaki algılayıcılarda, kahveye ait koku,

yudumladığınızda hissettiğiniz tad ve bardağa baktığınızda gördüğünüz renk de ilgili duyularda,

bardağı masaya koyarken çıkan ses de kulakta algılanıp beyne elektrik sinyali olarak gönderilir.

Bu algılar, beyindeki farklı ama ortak çalışan duyu merkezlerinde yorumlanır.

Biz de bu yorumun bir sonucu olarak bir bardak kahve içtiğinizi düşünürüz ama aslında herşey beyindeki duyu merkezlerinde olup bitmektedir.

Ama biz tüm bunların somut bir varlığı olduğunu zannederiz.

Acaba yanılıyor muyuz?

Çünkü algıladığınız hislerin kafatasımızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için hiçbir delilimiz yoktur.

...

Algıladıklarımız gerçekten var mı, yoksa hayal mi?

Görmek-duymak için dış dünyaya ihtiyaç var mı?

HAYIR!

MAALESEF HAYIR!

...

Herhangi bir şekilde beynin uyarılması ile tüm duyular harekete geçebilir, hisler, görüntüler ve sesler oluşabilir.

RÜYALAR GİBİ!

Rüya görürken, beden karanlık ve sessiz bir odada, hareketsiz yatmaktadır, gözlerimiz de kapalıdır.

Bize ulaşan ne ışık, ne de ses vardır.

Ancak, rüyada çok şey yaşanır.

İşe yetişmeye çalışırız.

Tatile çıkar, deniz kenarına gider ve orada güneşin sıcaklığını hissederiz.

Ancak ortada bu algılara sebep olacak bir kaynak yoktur.

...

Descartes: “Benim şu anda rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir?” der.

Nasıl ki rüyalarımızı gerçek zannediyor ancak uyandığımızda rüya olduğunu fark ediyoruz, şu anda yaşadıklarımızın da gerçek olduğunu iddia edemeyiz.

Belki bir gün gerçek diye düşündüğümüz hayattan uyandırılacak ve asıl gerçek hayata geçeceğiz.

Bu durumun gerçekleşmeyeceğine dair bir delil yoktur.

Tüm bunlar bize suni olarak verilen, aslında gerçekliği olmayan algılar olabilir mi?

...

BEYNİMİZ NEDİR?

Diğer herşey gibi bir molekül yığını değil mi?

Herşey gibi beynimiz de bir algı olabilir.

Özel bir durumu yoktur!

Duyu organlarımızla algıladığımız bir et parçasıdır.

O halde gören, duyan, hisseden, koklayan, tat alan beyin değilse nedir?

İnsanın bilincini 1.5 kiloluk bir hayalden ibaret et parçasına atfetmek doğru mudur?

Dış dünya dediğimiz algıları ruhumuza hissettiren, bunları hiç durmaksızın yaratan kimdir?

...

Tüm algıları Allah yaratmıştır.

Yalnızca dış dünya değil, insanın "yaptım" dediği şeyler de Allah'ın dilemesiyle gerçekleşir.

İnsan, Allah'tan bağımsız bir fiil işleyemez.

“Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat 96)

“Attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı” (Enfal 17)

...

MUTLAK VARLIK ALLAH’TIR!

Bizi önünüzden, arkanızdan, sağınızdan, solunuzdan kuşatmıştır.

Her an, her yerde bize şahittir.

İçimize ve dışımıza tamamen hakimdir.

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 16)

...

Dış dünyanın maddesel bir gerçek değil de Allah'ın ruhumuza gösterdiği görüntüler midir?

Biraz daha cesur düşünürsek, evimiz, eşyalarımız, arabamız, ofisimiz, banka hesabımız, gardrobumuz, eşimiz, çocuklarımız, iş arkadaşlarımız...bir hayal olabilir.

En sevdiğimiz müzik, oturduğunuz iskemle, hoşumuza giden bir parfüm, güneş, göz alıcı bir çiçek, uçan bir kuş, ürün veren bahçemiz, bilgisayarımız ya da müzik setimiz!

Dünya insanı denemek için yaratılan bir görüntü müdür?

İnsanlar yaşamları boyunca aslında gerçek olmayan, süslü ve çekici gösterilmiş algılarla mı denenirler?.

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” (Al-i İmran 14)

İnsanların çoğu, ahireti unutur ve yalnızca dünyaya yönelirler: İşim, ideallerim, sorumluluklarım var, vaktim kısıtlı, ileride yapacağım...

...

Sahip olmaya çalışılan ve övünülen herşey bir hayalse, bunlara yapılan hırs, geçirilen zaman, harcanan çaba boşuna mıdır?

Öyleyse sahip olunan malla övünmek aslında küçük düşmektir.

Kasılarak dolaşanlar, gösteriş yapanlar, zenginliklerini her fırsatta dile getirenler, mevkilerinin kendilerini üstün kıldığını zannedenler, yaşamlarını bu tip hırslar ve yarışlar üzerine kuranlar aslında hayallerle mi gösteriş yapmaktadırlar?

Rüyada da ev, araba, mücevher, altın, gümüş, yüksek mevki, fabrika, güç, kıyafet... olur.

Rüyada sahip olunanlarla övünmek nasıl komikse, dünyadaki görüntüyle övünmek de komiktir.

BU GERÇEKSE, FARKINA VARAN KAZANACAKTIR.

“Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir” (Enam 104)

...

Dünyadaki olaylar, gerçeği anlayanları utandıracaktır.

Kavga edenler, bağırıp çağıranlar, dolandıranlar, rüşvetçiler, sahtekarlar, yalancılar, cimriler, can yakanlar, dövüp sövenler, gözü dönmüş saldırganlar, içlerinde makam hırsı olanlar, haset edenler, gösteriş yapanlar, kendilerini yüceltenler...bunları bir hayal dünyasında yapıyorlarsa gerçekten rezil olacaklardır.

Hayal hırslar uğruna dini bir kenara bırakıp da sonsuz yaşamı kaybetmek sonsuz bir kayıp getirir.

“Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.” (Hud 16)

Hem hırsları, tutkuları boşa çıkmıştır hem de sahip olduklarını sandıkları şeyler de ellerinden gitmiştir.

...

Bunun anlamı, sahip olduğumuz her şey bir gün yok olacaktır, öyleyse anlamsızdır, değildir.

Bunlar zaten yok, hepsi Allah'ın bizi denemek için gösterdiği görüntülerdir demektir.

Varsa, ahirette her şey ortaya çıkacaktır.

O gün insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf 22) tir.

Yaşamını hayaller peşinde harcamışsa, hiç yaşamamış olmayı dileyecek!

"Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka 27-29) diyecek!

“İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında birşey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (Nur 39)

...

Bel bağladığımız dünya, içindeki herşeyle birlikte elimizden kayıp gitmekte ve biz hiçbir şey yapamamakta mıyız?

Madde ezeli ve ebedi değil mi?

Sadece kibrimizden dolayı mı Allah'ı reddediyoruz?

MATERYALİZM BİR KOMEDİ MİYDİ?

Şaşırmadık dersek yalan olur.

Anlatılanlar materyalizmi temelden yıkmış, üzerinde tartışmaya dahi imkan bırakmamıştır.

Tüm düşüncelerini ve hayatlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden uçup gitmiştir.

...

Allah'ın bir sıfatı da, inkarcılara tuzak kurmasıdır.

"Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır" (Enfal 30)

Allah, dünyayı var zannettirerek inkarcıları tuzağa mı düşürmüştür?

Mallarını, mevkilerini, toplumu hatta tüm dünyayı var sanmışlar, üstelik maddeye güvenerek Allah'a isyan etmişlerdir.

Ama Allah'ın KENDİLERİNİ ÇEPEÇEVRE KUŞATTIĞINI hiç düşünmemişlerdir.

“Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur 42)

Bu, en büyük yenilgidir, alay ederken oyuna gelmektir.

“(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.” (Bakara 9)

İnkarcılar, her şeyin onlara algılatılan bir hayal olduğunu ve her fiil gibi, kurdukları tuzakların da bir görüntü olduğunu farkedememişlerdir.

...

Hayatlarını dinle alay ederek geçirenler için bir serap oluşturulur ve ona güvenerek ellerini uzattıklarında, herşeyin bir hayal olduğunu anlarlar.

ALLAH ONLARI BİR SERAPLA KANDIRMIŞ, her şeyi var gibi göstermiştir.

Koskoca insanlar, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri ne olursa olsun maddeyi ilah edinmeleri sebebiyle oyuna gelmişler, aldanmış ve küçük düşmüşlerdir.

Bir algıyı mutlak sanarak onun üzerine felsefelerini, ideolojilerini kurmuşlar, hakkında ciddi tartışmalara girmişlerdir.

Tüm bunlardan dolayı da kendilerini çok akıllı saymışlar, evrenin gerçeği hakkında fikir yürütmüşler ve sınırlı akıllarıyla Allah'ı yorumlamışlardır.

...

Dünyada bazı tuzaklardan kurtululunabilir; ancak Allah'ın kurduğu tuzaktan asla kurtulunamaz.

Ne yapsak, kime başvursak nafile!

"Kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır." (Nisa 173)

BUNUN FARKINA İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA VARMAK NE BÜYÜK DEHŞETTİR!

Herşeyin bir hayal olması, HENÜZ DÜNYADAYKEN BİR ÖLÜMDÜR.

Bir Allah, bir de biz varız.

"Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı bana bırak" (Müddessir 11)

BU OLAĞANÜSTÜ BİR DURUMDUR, ACİL KODU İLE DUYURULMALIDIR.

“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz.” (Enam 94)

“Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir.” (Meryem 95)

...

Maddeyi ilah edinenler de Allah'tan gelmişlerdir ve yine O'na döneceklerdir.

İsteseler de, istemeseler de Allah'a teslim olmuşlardır!

Herkes gibi hesap gününü beklemektedirler ve o gün hepsi tek tek sorguya çekileceklerdir!

...

Dünya, caddelerde amaçsızca dolaşanların, meyhanelerde kavga edenlerin, boş sohbetlerle ömürlerini tüketenlerin, mallarıyla övünenlerin, bencil tutkuların esiri olanların sandığı gibi, mutlak yer değildir.

Sadece bir algıdır.

İnsanlar, bu algıları zihinlerinde seyreden birer gölge varlıktır, ama bunun bilincinde değildir.

BU GAFLETTİR.

"Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler." (Araf 179)

Bu noktanın daha ötesini anlamak için, dikkati toplayıp konsantre olmak gerekir.

Gören, işiten, dokunan, düşünen ve şu anda bu kitabı okuyan akıllı varlığın, sadece bir ruh olduğunu ve bir tür perde üzerinde algıları seyrettiğini düşünün.

Böylece, insanlığı aldatan maddi dünya boyutundan uzaklaşıp, gerçek varlık boyutuna girmiş olur muyuz?

...

İmam Rabbani, Mektubat'ında şöyle yazmıştır: “Allah, yarattığı varlıkların vücutlarını yokluktan başka birşey yapmadı. Tüm bunları, his ve vehim (algı) derecesinde yarattı. Alemin varlığı his ve vehim derecesinde olup, maddi derecede değildir. Dış dünyada Yüce Zat'tan (Allah'tan) başkası yoktur.”

Mevlana Cami de "Kainatta ne varsa hepsi vehim ve hayaldir. Ya aynalardaki akislerdir, ya da gölgeler gibidir" demiştir.

İmam Rabbani, bu gerçeğin kitlelere anlatılmasının sakıncalı olabileceğini, çoğu insanın bunu anlayamayacağını yazmıştır.

Materyalizmin tarihin çöplüğüne atılmasıyla, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden ve batıl inanışlardan kurtulacaktır.

Bu kaçınılmaz gidiş, hiçbir gölge varlık tarafından durdurulamaz...

...

BU, YAŞAMINIZDAKİ EN ÖNEMLİ BİLGİDİR.

Bu konuyu şimdiye kadar hiç düşünmemiş olabiliriz.

Ancak, emin olun, ALLAH'I TANIMAK, HERŞEYDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ VE ACİLDİR.

...

O'nun size verdiklerini bir düşünün; özel yaratılmış ve tüm detayları ince ince planlanmış bir dünya!

Dünyaya gelmek ve bu düzeni sağlamak için hiçbir şey yapmadınız; hiçbir katkınız yok!

Gözünüzü açtınız ve kendinizi sayısız nimetin içinde buldunuz.

Görebiliyor, duyabiliyor ve hissedebiliyorsunuz.

...

Sahip olduğunuz herşeyi size veren Allah'tır.

Öyleyse gelin Yaratan'a teslim olun ve verdiği nimetlere karşılık ona şükredin ve sonsuz bir kazanç sağlayın.

Eğer aksini yaparsanız nankörlük edecek ve sonsuza kadar sürecek bir azabın içine kendinizi atmış olacaksınız.

Emin olun ki, O vardır ve size çok yakındır.

Her yaptığınızı görür ve bilir, her sözünüzü işitir.

Ve yine emin olun ki, siz de dahil tüm insanlar çok yakında O'na hesap verecektir...

 

(Yazının aslı;

http://www.haksever.com/modules.php?name=N...article&sid=117

adresindedir.)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

BİZ HAYAL MİYİZ?

Ümit Şimşek

 

 

Dünyamız hayal mi?

 

Gördüklerimiz hayal mi?

 

Okuduklarımız hayal mi?

 

Dostlarımız, düşmanlarımız birer hayal mi?

 

Yiyip içtiklerimiz, gezip gördüklerimiz

 

birer kuruntu mu?

 

Şimdiye kadar bildiğimiz ve inandığımız şeyler

 

temelinden yanlış mıydı?

 

 

 

 

MADDENİN hayalden ibaret olduğu yolunda, tarih boyunca Doğuda ve Batıda pek çok defalar tartışma konusu teşkil etmiş bulunan bir eski iddia, son birkaç senedir bizim toplumumuzda yine gündeme getirilmiş bulunuyor. Bu defa, iddia, bilimsel bir buluş, ispatlanmış bir gerçek, bir tevhid delili ve bir inanç esası olarak sunuluyor ve bu kimliğiyle, girdiği zihinlerde pek çok soruya yol açıyor:

 

Biz bir hayal miyiz? Dünyamız hayal mi? Gördüklerimiz hayal mi? Okuduklarımız hayal mi? Dostlarımız, düşmanlarımız birer hayal mi? Yiyip içtiklerimiz, gezip gördüklerimiz birer kuruntu mu? Şimdiye kadar bildiğimiz ve inandığımız şeyler temelinden yanlış mıydı?

 

Daha yüzlercesi, daha binlercesi—ve bütün bunların yanı sıra, bir de can alıcı soru:

 

Herkes ve herşey bir hayal ise, hakikat olan ne?

 

Ayrıca belirtmeye belki hiç gerek yok; ama, eğer herşey bir hayalden ibaretse, bu konuyu tartışmak da bir hayalin ötesine geçemeyecek demektir. Ancak biz bu görüşü peşin peşin benimsemiş olmadığımız için, hayal peşine düşme endişesine kapılmaksızın, konunun hakikî ve ciddî bir biçimde tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.

 

Böyle bir tartışma, bütün ayrıntılarıyla ve tarihsel seyriyle birlikte ele alınacak olursa, elbette ki bir dergi sütunlarına sığmaz. Ancak konunun temel noktalarını aydınlığa kavuşturmak ve “Bu iddialarda bir gerçeklik payı var mı, yok mu?” şeklindeki bir soruya net bir cevap ortaya çıkarmak için, bu sütunların o kadar da dar gelmeyeceği düşüncesindeyiz.

 

 

FELSEFE Mİ, TASAVVUF MU, KELÂM MI?

 

 

İçinde yaşadığımız dünyanın gerçek bir varlığa sahip olmadığı yolundaki düşünce, insanlık tarihinin yabancısı değildir. Bu konudaki tartışmalar, bir tarafta Batının, diğer tarafta Doğunun eski din ve felsefelerine kadar uzanır. Tarih boyunca da çeşitli inanç ve felsefe mensupları, eşyanın gerçek bir varlık olmadığı yolunda görüşler ileri sürmüşlerdir. İslâm kültürü içinde ise, bu iddiaların, İslâmın ortaya çıkışından asırlarca sonra, “vahdet-i vücud” ve “vahdet-i şuhud” kavramlarıyla birlikte, tasavvuf akımları içinde ciddî biçimde taraftar bulduğunu görüyoruz. Felsefe ve tasavvufun yanı sıra, kelâmcılar arasında da bu konu, akaidle ilişkisi yüzünden, uzun uzun tartışılmıştır. Böylece, varlıkların hayal ve vehimden ibaret olduğu yolundaki görüşlerin felsefe, tasavvuf ve kelâm (veya akaid yahut usulüddin) olmak üzere üç ayrı alanla ilgisinin bulunduğunu söyleyebiliyoruz. Ancak, her üç açıdan yaklaşım da, diğerlerinden kesin biçimde ayrılan bakış açısı, yöntem ve sonuçları ortaya çıkardığından, bugün tartışılmakta olan hayal modelini incelemeden önce, onun ait olduğu yeri belirlememiz gerekecektir.

 

Bu konu, gündemimize bir akaid meselesi olarak getirilmiştir; kamuoyunda yol açtığı sorunlar da inançla ilgili tereddüt ve tartışmaları içermektedir. Onun için, söz konusu modelin felsefî dayanakları bulunsa bile, pratikte bizi çok fazla ilgilendirmeyeceği ortadadır. Bu durumda, geriye kelâm ile tasavvuf alanları kalmaktadır. Ancak, tartışılan şeyin bu ikisi arasında nereye oturduğunu kesin sınırlarla belirlemek, göründüğü kadar kolay bir iş değildir.

 

Bir açıdan bakıldığında, konunun bir tevhid ispat aracı olarak gündeme getirildiğini görüyoruz ki, bu durumda yerini de kelâm ilmi olarak belirlemek gerekiyor. Diğer yandan, iddiaların kaynağına ve ispat biçimine baktığımızda, kelâmın kaynaklarının terk edildiğini görüyoruz. Konunun tasavvufla ilişkisini incelediğimizde ise, bu defa tasavvufun yöntemlerini göremiyoruz. Ve sonunda, kendimizi, felsefe-tasavvuf-kelâm karışımı bir model karşısında buluyoruz.

 

 

HAYAL MODELİ VE TASAVVUF

 

 

Önce, maddenin bir hayalden ibaret olduğu yolundaki görüşün, İslâm kültüründe, tasavvufa dayandığını dikkate almamız gerekir. Zaten iddia sahipleri de bu konuda delil olarak iki İslâm mutasavvıfını, Muhyiddin b. Arabî ile İmam Rabbânî’yi göstermektedirler. Ancak bu iddianın bir doğru, bir de yanlış tarafı vardır. Muhyiddin b. Arabî’nin, Allah’tan başka bir varlık kabul etmeyen “vahdet-i vücud” görüşüne sahip olduğu doğrudur; İmam Rabbânî ise, yaratılmışların da haricî bir varlık sahibi olduğunu net bir şekilde ifade etmektedir. İmam Rabbânî’nin tevhidi, vücuda değil, şuhuda dayanan bir tevhiddir ki, vahdet-i şuhud adıyla anılır. Bunu, İmam Rabbânî şu şekilde açıklamaktadır:

 

“Meselâ bir kimse güneşin varlığına ilmî bir yakınlık peyda etse, bu yakınlık diğer yıldızların o anda yok kabul edilmesini gerektirmez. Fakat güneşi temâşâ eden bir insan, yıldızları göremez. Çünkü o anda, onda, güneşi görme isteğinin dışında bir arzu yoktur. Buna rağmen, bu insan mutlaka bilir ki, yıldızlar yok değildir; güneşin parlak ışığından dolayı görünmezler. … Güneş doğduktan sonra yıldızları yok bilmek başka, o anda görmemek başkadır.”1

 

İmam Rabbânî’nin, Muhyiddin b. Arabî’yi birçok mektubunda bu açıdan tenkit ettiği de bilinmektedir. Meselâ, Mektubat’ının ikinci cildinin birinci mektubunda, “Şeyh Muhyiddin ve izinden gidenlerle aranızdaki fark nedir?” şeklindeki bir soruyu Rabbânî şöyle cevaplandırıyor:

 

“Bu ikisi arasında ne büyük fark vardır! … Onlar gölge varlığın ancak vehim ve hayalde var olduğunu ileri sürüp mücerred teklikten başka hariçte bir mevcudun varlığını kabul etmezken, bu fakir, bu gölgeye ait varlığın hariçte varlığını sabit görüyor. … Eğer bu büyükler, hariçte gölge varlığın, hariçteki asıl varlığın gölgesi olduğunu bilselerdi, hariçte âlemin var olduğunu inkâr etmez, bunu yalnızca vehim ve hayalde var saymazlardı.”2

 

Bu durumda, âlemin bir hayal ve vehimden ibaret olduğu yönündeki görüş, iddia edildiği gibi İmam Rabbânî ile Muhyiddin b. Arabî’nin ortak görüşü değil, bunlardan sadece Muhyiddin b. Arabî’ye ait olan ve diğer İslâm âlimleri gibi İmam Rabbânî tarafından da ciddî şekilde tenkide uğramış bir görüş olarak kalmaktadır.

 

Bununla birlikte, kim tarafından savunulursa savunulsun, vahdet-i vücud modelinin bir tasavvufî görüş olduğunu dikkatten uzak tutmamak gerekir ki, bu durum, birtakım hususları sağlıklı bir incelemenin vazgeçilmez şartları hâline getirmektedir.

 

Birincisi: Bu model, İslâm tasavvufunun bir ürünüdür ve Doğunun veya Batının diğer din ve felsefeleriyle bir ilişkisi yoktur.

 

İkincisi: Tasavvuf, kendi özellikleriyle, kendi yöntem ve ıstılahlarıyla, başlı başına bir kültürdür ve bu kültürün terimlerini ve olgularını, kendi şartları içinde değerlendirmek icap eder. Seyr, sülûk, zıll, gölge, hayal, vehim, esmâ, sıfât, şe’n, fenâ, keşif, zevk, müşahede, cezbe, tecelliyat, mülk, melekût, misal gibi yüzlerce tasavvufî kavram vardır ki, bir tasavvuf ehlinin hayalden, gölgeden, vehimden, tevhidden söz ettiği zaman neyi kast ettiğini kavrayabilmek için, herşeyden önce, bu kavramlara âşinâ olmak ve onları kendi muhtevâları içinde yerli yerine oturtmak gerekir.

 

Üçüncüsü: Tasavvufî görüşler teorik bilgileri değil, yaşanan bir hâli yansıtırlar. İster vahdet-i vücud olsun, isterse vahdet-i şuhud, bunlar, manevî âlemlerde bir seyir izleyen yolcunun, nice mertebeler kat ettikten sonra erişeceği bir menzili ifade etmektedirler. Öyle bir mevkide bulunanlar, baktıkları yere kâinatın gerisinden değil, kâinatı kendi arkalarına almış olarak bakmaktadırlar; dolayısıyla, şu veya bu seviyede dünya ile herhangi bir bağı bulunan kimselerin böyle bir konuda onları anlamaya veya anlatmaya çalışmaları yahut felsefe ekollerinde bu görüşlerin benzerlerini araştırmaları kadar beyhude bir çaba düşünmek mümkün değildir.

 

Dördüncüsü: Yukarıdaki maddeden de çıkarılabileceği gibi, tasavvuftan alınan bir görüşün ispatı da, açıklanması da tasavvufun kendi yöntemleri içinde cereyan etmelidir. Bu yöntemler ise, seyir, keşif, zevk, şuhud yöntemleridir. Bu ise, kelâmın, tefsirin, hadisin yahut fıkhın yöntemlerinden çok farklıdır. O yüzden, “Madde hayaldir” şeklinde bir iddia ortaya atıldığı ve bu iddianın kaynağı olarak tasavvuf gösterildiği zaman, bu iddia sahiplerinin, böyle bir deneyimi yaşamış, keşif ve gözlemini gerçekleştirmiş olarak ortaya çıkmış olması ve iddialarının ispat ve açıklamasını da aynı kaynağın tabiatına uygun yöntemlerle yapması beklenmelidir. Yoksa Muhyiddin b. Arabî’nin yahut İmam Rabbânî’nin yaşamış olduğu olağanüstü deneyimler üzerinde bizim yirmi birinci yüzyılın dünyasında oturduğumuz yerden ahkâm kesmemiz ve bunları yorumlamaya kalkmamız bir değer taşımayacaktır.

 

Bugün maddenin hayaliyetiyle ilgili iddiaları savunanlara gelince:

 

Bunlar, iddialarının İslâm literatüründeki delili olarak tasavvuf kaynaklarını göstermektedirler. Ancak kendilerinin aynı yolu izledikleri ve seyr ü sülûk, keşif ve müşahede yoluyla bu gözlemleri paylaşmış olduklarına dair bir iddiaları yoktur. Hattâ, yapılan nakillerin de ortaya koyduğu gibi, bu kaynakların ve içerdikleri terimlerin doğru bir şekilde anlaşılmış olduğuna dair ciddî bir belirti de yoktur. Bu kaynaklara, daha ziyade, “İslâmî bir dayanak” bulabilme kaygısıyla başvurulduğu anlaşılmaktadır. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, iddialar hem nitelik, hem de yöntem itibarıyla, felsefî bir görünüm arz etmekte ve tasavvufla herhangi bir ilişki ortaya çıkarmamaktadır. Bununla birlikte, akaid alanına girdiği ve—görüş sahiplerinin iddiasına göre—tevhid hakikatinin bir ispat aracı olarak kullanıldığı için, konu ister istemez kelâm disiplininin sahasına taşmakta ve bir de meseleye bu yönden bakmamızı gerekli kılmaktadır.

 

 

KELÂM AÇISINDAN

 

 

Kelâm ilmi açısından incelendiğinde ise, konuya, bu disiplinin kapsamı, yöntemleri ve kaynakları açısından yaklaşmamız gerekecektir. Önce kelâm ilminin kapsadığı konulara bakalım.

 

Kelâm ilmi, (1) Allah’ın zâtını ve sıfatlarını, (2) peygamberliğe ait meseleleri, (3) ilk yaratılış ve diriliş itibarıyla mahlûkatın hallerini kapsayan “usul-ü selâse,” yani, üç aslı İslâm kanunu üzere inceleyen bir disiplin olarak tanımlanır.3 Kâinatın yaratılışını ve mahiyetini ilgilendiren bir model, en azından, usul-ü selâsenin üçüncüsünü ilgilendirdiği için, kelâm ilminin alanında incelenebilir. Ancak, tanımdaki “İslâm kanunu üzere” kaydı bu konuda önemli bir şart olarak durmakta ve meseleyi İslâmî bir çizgide ele alıp almama hususunda bizi ihtiyata davet etmektedir.

 

İkinci olarak, kelâm ilminde ispat amacı söz konusudur. Zira, İmam Gazalî’nin ifade ettiği gibi, kelâm ilminin gayesi, “Ehl-i Sünnet akidesini, bid’at ehlinin sebebiyet vereceği zihin karışıklıklarından korumaktır.” Maddenin hayalden ibaret olduğunu öne sürenler, bu iddialarıyla, maddeye tapanların sığınaklarını yok ettiklerini savunmakta ve böylece tevhid inancını ispatlamaya çalıştıklarını öne sürmektedirler. İşte bu yönüyle, konunun kelâm disiplini içinde incelenebileceğini söyleyebiliriz; ancak, burada da Gazalî’nin dikkat çektiği husus ciddî bir soru ortaya çıkarmaktadır: Bu modelin, gerçekten zihinleri karışıklıklardan koruma olasılığı mı daha yüksektir, yoksa sükûn ve selâmet içindeki zihinleri karıştırma potansiyeli mi?

 

Kelâm ilminin üçüncü özelliği ve şartı ise, Kitap ve Sünnete dayanmasıdır. Bu ilim, ancak Kitap ve Sünnete uyması hâlinde şer’î ilimlerden sayılmaktadır.4 İşte burada, maddenin hayaliyeti iddiası en büyük açığını vermektedir. Çünkü, ne Kitapta, ne de Sünnette, remiz veya ima ile dahi olsa, böyle bir modeli destekleyecek bir ifade bulmak mümkün değildir. Tam tersine, biraz ileride de değinileceği gibi, Kur’ân’ın muhkem âyetleri, hiçbir hayal ihtimaline açık kapı bırakmayacak netlikte, böyle bir modelin karşı delilleriyle doludur.

 

 

Böylelikle, maddenin hayaliyetine dair son zamanlarda İslâm inancı hesabına ileri sürülen model, ne tasavvuf, ne de kelâm ekolleri içinde kendisine bir yer edinememiş bulunuyor. Bu model her ne kadar kendisine tasavvuftan referans almaya çalışsa da, onun yolunu ve yöntemini izleyerek bu noktaya varamıyor; kelâmın yöntemlerini izlemeye kalksa da onun dayandığı yere dayanmıyor. Bu durumda, modelin sığınacağı tek yer olarak felsefe kalıyor ki, bunu da biz tartışma alanımızın dışında tutuyor ve “Gerisini sofistlerle felsefeciler düşünsün” diyerek, konuyu asıl incelenmesi gereken açıdan ele almak ve “Maddenin hayaliyeti iddiası, İslâm akidesine uygun düşer mi?” sorusuna cevap aramak istiyoruz.

 

 

devamı için

 

 

http://www.zaferdergisi.com/article/?makale=1081

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

selam.

 

güzel bir konu .

 

zaten bu dünya boş derler. iyide ancak başka surelerdede yaşadığımız ve öleceğimiz yazılı. yani bu surelere göre canlıyız ve yaşıyoruz.

 

işin tuhaf bir tarafıda maymundan evrimleşmemiymişiz neymişiz :)

 

dünyaya tapmayalım. geleceğimizidi unutmayalım. bu tez ne kadar doğru gibi görünsede yaşıyoruz ve öleceğiz. rüyada ölebiliriz. cennetede veya başka bir yerede gidebiliriz. ancak uyanırız. bu yaşamdan ölümle gideceğiz. mahşerde yeniden diriliş var. bu sureleri eksik bilim ile bu şekilde yorumlarsak bana göre yanılırız. ÖLÜMÜ UNUTMAYIN. bu yüzden bunlar ilk etapta mantıklı gibi gelsede bence bu dünya yalan ancak nasıl bir yalan olduğunu siz düşünün. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
selam

 

yaf hayalsek git at kendini köprüden. hayaliz ya. boşver be bu  dünyaya.  :)

1519[/snapback]

 

 

forumlara yazılar seyrek gelince bu ara girmedim. bu gün tekrar bakmak fırsatı buldum. yazılara çok ciddi cevaplar gelmiş. bu cevapları yollayan arkadaşlara emeklerinden dolayı teşekkür ederim.

 

bu ara tv de bir proğrama denk geldim. konuşmacı ve kanalı tam hatırlamıyorum ama sanırım fizik profesörü idi. hani günümüzde kuran ayetlerinden yola çıkarak bilime ışık tutuğunu ve kuranda yazılan ayetlerin ispatı gibi bir yol izlenmesi yani kuranın doğruluğunu ve aslından gelecekten haber veren ama günümüzde ispatlanamayan olayların ileriki yıllarda bilimin ilerlemesi ile ispatlanacağı gibi bir açık kapı bırakan çalışmalar, vb. duyduklarıma inanamadım.

 

katılımcı fizik kanunları ve son bilimsel deneylere dayanarak (tubitak sayfasındaki bilgilere benzer) madde evren ve dünya ile ilgili bazı bilgiler veriyordu.

 

dünyanın yoktan var olduğu kanıtlanması, evrenin genişlenmesi vs vs yani bu bilgimle bunları anlamam çok zor. büyüklerden küçüklere masallar gibi dinliyorum. sonrada en son iddiayı gündeme getirdi ve ispatlanmak üzereymiş. dünya bir sanalmış. DÜNYA BİR SANAL. SANAL ALEMDE YAŞIYORUZ.

 

ispatlanırsa ???!!!!! ne olacak halimiz. ıyyhhhhhhhhhhh. mahvalduk. zaten mahfızda. kafamızı sokacak yer bulamıyacaz. allahım sen affeyle.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

selam..pozitif bilimlere tapan rakamsal ifadeler ve isbatlar olmadan hiçbişeye inanmayan insanlar için kabul edilmesi ne zor bir konu.oysa kant aklın kritiği 'n de herşeyin mantıki akıl ile çözülemiyeceğini nazarii aklın şart olduğunu söylemişti.garibim diğer felsefeciler tarafından aforoz edildi ama bu söz anlayana çok yol gösterdi.1927 den beri sevgili büyük fizikadamları madde-atom-çekirdek-kuark-kuarz derken eter'i buldular da hala çözemediler ne menem bi şey olduğunu. erwin schödinger kedi hem ölü hem diri dedi de üstüne çizgi çekip unutmak yerine popstarları düşünmek daha cazip geldi bizlere.özel relativite(zamanın ve uzayın göreceliği yıllardır söylenirde bunu metafizik söylerse dogma deyip gülüp geçerler.oysa metafizik kimya fizik biyoloji hepsi özde birdir de ..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 6 ay sonra...

Mescere nin, dekart dan verdigi örnek son derece anlamli olabilir. Yani hic kimse, hic bir seyin garantisini veremezken insanlik bilmedigi tanimadigi hedef ve dinler ugruna nasil da biribirlerini parcalayabiliyorlar, akil almiyor.

 

Belki sanaliz

 

belki de hayal

 

belki uzun bir düs,

 

ya da her ölümün yeni bir dogus oldugu bir evrendeyiz...

 

Bunlarin hangisi olursa olsun, her kes dokundugu sarap kadehinin cam oldugunu algilayabiliyorsa lütfen bir an önce ondan tad almaya baksin.

 

HER TAD BIR ILERLEMEDIR.

NE ADINA OLURSA OLSUN ÖLDÜRMEK ISE, CEHENNEMIN DIBIDIR.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...
Mescere nin, dekart dan verdigi örnek son derece anlamli olabilir. Yani hic kimse, hic bir seyin garantisini veremezken insanlik bilmedigi tanimadigi hedef ve dinler ugruna nasil da biribirlerini parcalayabiliyorlar, akil almiyor.

 

Belki sanaliz

 

belki de hayal

 

belki uzun bir düs,

 

ya da her ölümün yeni bir dogus oldugu bir evrendeyiz...

 

Bunlarin hangisi olursa olsun, her kes dokundugu sarap kadehinin cam oldugunu algilayabiliyorsa lütfen bir an önce ondan tad almaya baksin.

 

HER TAD BIR ILERLEMEDIR.

NE ADINA OLURSA OLSUN ÖLDÜRMEK ISE, CEHENNEMIN DIBIDIR.

5253[/snapback]

 

 

diger bi konu basligi altindaki sürtüsmeler bi tarafa,

yazdiklarina tamamen katiliyorum, ister inan ister inanma

 

;)

 

(anlamadigin bi kisim varsa, cekinme sor)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne oldu beyler matrix çok mu etkiledi sizi?

9966[/snapback]

 

Bak bu konu aklima gelmemisti, animsattigin icin tesekürler.

Matrix filmini kim yaparsa yapsin, özellikle ilk filminden söz ediyorum, bu filmin ana düsüncesinin, var olan dinlerin köklerini sarstigini anlamissinizdzr.

 

Iste, filan da, emperyalistlerin yaptigi seyler bizi böyle oyalar gibi yaklasim bence saglikli degildir.Zaten dünyaya iyi olani hep burjuva getirmemis midir :D

Gelenesel anlamda burjuva yanlisi oldugum suclamalarina da hazirlikliyim bu arada. :clover:

 

Matrix bir ideoloji degil, insanlarin kafalarindaki binlerce yillik inanc kavramlarini sarsiyor, hepsi bu. Böyle oldugu icin de o filmi takdir ediyorum.

Akilli insanlarin o filmi bir kac kez izlediklerini duydum basindan.???

Farkli düsünmeyi, bir de böyle bakabilmeyi göstermesi acisindan mükemel.

 

 

Alaturka arkadasa da gösterdigi incelik icin özellikle tesekür ediyorum :clover:

sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.