Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

 

Ortadoğu’da yaratılan Tanrı’nın/Tanrıların niteliği, bilmek üzerinedir. Her şeyi bilir. Geleceği de şüphesiz. Böyle olmasa Tanrılığı manasızlaşır… Aynı zamanda, yarattığı insandan hesap sorar. Bu da zorunludur; çünkü ondan  
 
kulluk beklemektedir… Böyle kurulmuş Tanrı tasavvurundan ve Tanrı-insan ilişkisi muvacehesinden, mecburen kader paradigması ortaya çıkar... İnananlar, binyıllardır, çözümsüz bir sorunu çözmeye çalışmıyorlar;
 
daha da ötesi, olmayan, yaratılan, hayali bir sorunu çözmek uğruna boşuna uğraşıyorlar!
Gönderi tarihi:

Ortadoğu'da bırakalım tanrı inancını, cin inancı bile bir tuhaftır. Batı ülkelerinde cinler muziplikler yapan küçük yaramaz yaratıklar olarak tasvir edilir. Ortadoğuda ise cinlerin insanlara büyük kötülükler yapan korkunç, saldırgan, çok tehlikeli ve güçlü yaratıklar olduğuna inanılır. Bununla da yetinmeyip çok daha güçlü, çok daha korkunç, şeytani cinler olan ifritler de icat edilmiştir. Bu inançlar hep Kuran'da geçer. Ama Kuran'da bir peri kavramı göremezsiniz. Böyle korkunç olmayan inançlar işe yaramadığı için Ortadoğu'da yoktur. Ortadoğu'da işe yaraması için bir inancın korkunç olması şarttır. 

 

İsrail halkı Mısır'dan çıkıp anavatanlarına geri döndüklerinde Araplardan şiddetli bir direniş gördüler. Halbuki bu iki halk kardeş halktırlar. Efsaneye göre İbrahim'in oğullarından İsmail'den Araplar, İshak'tan İsrail türemiştir. Efsane de olsa kardeş halk oldukları belli. 

 

Arabistan adını almış yarımadada çölde bir su kuyusu olacak da, insanlar, hayvanlar ordan su içecek. İkinci bir kabilenin gelip orada hayvanlarını sulaması hiç kimsenin hoşuna gitmez. O yüzden Ortadoğu'da düşmanlıklar, savaşlar çetin ve acımasız ola gelmiştir. Halen öyle gitmektedir. Yakın zamanlara kadar Araplar hac kafilelerini soyarak geçinirler, genç kadın varsa cariye yaparlardı. Halen Mekke'de genç kadınların taksiye binmesi akıl işi değildir, kaçırırlar ve polis bulmaz. 

 

Arap geleneğinde yağma, talan, köle, cariye yapma vardır.

 

Müslümanlar da Mekke kervanını soymak için Bedir kuyularını tutmuşlardı. Çölden gelen insanlara su içirmeyip saldırmışlardı. Kuran'da şöyle bir ayet vardır: "..... bir kısmınız allahın lütfundan aramak üzere yeryüzünde yol tepecek bir kısmınız da allah yolunda savaşacaktır ....." (Kuran 73/20)

 

Görüldüğü gibi yağmaya çıkmak, ticaret kadar doğal görülüyor. Müslümanlar sürekli savunma savaşı yaptıklarını iddia ederler. Bu ayet ise savunma değil, saldırı yapıldığını kanıtlıyor. Savunan bir toplumun yarısı ticarete çıkmaz. Topyekün seferber olup savunma yaparlar.

 

Neyse İsrail halkı Arabistan'a dönünce çok şiddetli bir redde uğrayınca çok öfkeli bir tanrı ve şiddetli bir din icat ettiler. Tüm bölgeyi vaad edilmiş topraklar saydılar. Fakat yerleştiklerinde ve yarımada paylaşılınca ortalık sakinleşti. Hristiyanlık dini daha affedici bir tanrı ve daha yumuşak bir din olarak ortaya çıktı.

 

Uzun süre barış devam etmişti ki, bu kez Araplar İsrail'i örnek alıp bir din yaratmaya ve yarımadaya tekrar el koymaya heveslendiler. İsraillilere saldırmaya yanaşmayan, çünkü rahatları yerinde olan Kureyş iktidarını yine Kureyş muhalefeti devirdi. Tüm Araplar İsraillilere saldırmaya mecbur tutuldu, yoksa öldürüleceklerine dair Tevbe (*) ültimatomu yayınlandı. 

 

Sonuçta İsrailliler bu birleşik güce karşı koyamadılar. Öldürüldü, yağmalandı ve sürgün edildiler. Bin yıldan fazla bir zaman sonra anavatanlarına tekrar döndüler ve iki Arap birleşik saldırısını bu kez püskürttükleri gibi, topraklarını da genişletip tarihi başkentleri Kudüs'e girmeyi başardılar.

 

(*) Kuran'ın 9. bölümü olup başında besmele olmayan tek suredir ve şiddetli tehditler içerir.

Gönderi tarihi:

Determinizm kesinlikle kader inancından çok farklıdır. Zaten determinizm, kader inancının antitezidir. Ona tamamen karşıdır. Evet, determinizmin gerekircilik ilkesi vardır. Belli şartlar oluştuğunda belli sonuçlar alınır. Şartları önceden belirlemek de determinizmin belirlenimcilik ilkesi gereği olayları olmadan önce bilmeyi sağlar.

 

Fakat bu hiç bir zaman kader değildir. Bir kere şartları değiştirmek için iradeye sahibiz. Penisilini bularak enfeksiyondan ölümü kader olmaktan çıkardık. Şartları değiştirerek sonuçları değiştirdik.

 

Fakat determinizm çok kapsamlı ve bazı nedenler kaotik olduğu için tam belirlenim olanaksız. Güneşin ömrünü tamamlayıp kırmızı deve dönüşmesini engelleyemeyiz. Evrenin sonunu da engelleyemeyiz. Statükoyu değiştirebiliriz, ama yeni bir statüko oluşur. Bunu da değiştirirsek yeni statükolar belirleyici olmaya devam eder. Bu irademizin kısıtlılığından ileri geliyor.

 

Yaratılarak oluşmadığımız, evrimle oluştuğumuz için bizden daha gelişkin bir zeka yoktur. Evrim en son bilinci meyve vermiştir. Daha gelişkin bir bilinç yoktur. Tüm evreni kapsayan ve evrenin kaderine hükmeden bir zeka yoktur. Evrenin sonunu nedensellik belirler. Meydana gelmesini olduğu gibi.

 

Determinizm sınırsızdır. Tek bir evren oluşmuş ve o da yok olacak diye bir şey olamaz. Evrenler de canlılar gibi oluşur, gelişir, ölür ve yeni nesillerle evrimleşmeyi sürdürür. Var edilmediğimiz için yok da olacak değiliz. Bilincimiz evren ölmeden yeni bir evrende kendini tekrar etmenin bir yolunu mutlaka bulur. Bunun için çok zamanımız var ve teknoloji hızla evrilip gelişiyor. En az bir milyar yıl güneş dostça ışıyacak. Sonra hayata düşmanlaşmaya başlayacak. Bir milyar yıl daha geçtiğinde yeryüzünde ancak çok gelişkin bir uygarlık hayatta kalabilir olacak. Sonrasında güneş kırmızı deve dönüşüp tüm gökyüzünü kaplayacak ve hayatı sona erdirecek. Son aşamada dünyayı içine alarak yutacak ve dünya eriyip yok olacak. Sonrasında güneş dış katmanlarını uzaya püskürtüp sönük bir gezegen kadar bir şey kalacak. Yutamadığı uzak dış gezegenleri uzaya savrulacak. Eğer evrende yayılmayı başardıysak başka yıldızlar hayata beşiklik yapacak. Milyarlarca yıl geçtiğinde teknoloji bilgiyi karadeliklere kaydetmeyi başaracak. Bilinç evrenle birlikte yok olmayacak. Yeni bir evren oluştuğunda bu bilgi tohumu harekete geçecek ve hayatı yeni baştan oluşturacak.

 

Çok uzun vadede ve evrenler çapında determinizm önlenemezdir. Çünkü zaten sonsuzu kapsayamıyoruz. Fakat bu kader anlamına gelmiyor. Derin determinizm sonsuzdur. Evrenin dışına çıkamazken, determinizmi kapsamayı düşünemeyiz. Bu anlamda determinizm zorlayıcı. Fakat bu yazgıya boyun eğeceğimiz anlamına gelmiyor. Elimizden gelenin fazlasını yapmamız gerekir. Belki çok uzun yaşam, belki başka temelde yaşam keşfedilebilir. Statükolar inanılmaz ölçülerde değişebilir. Bunun yolu sonuna kadar açık. Bir tanrının boyunduruğunda onun biçtiği kadere mahkum asla değiliz.

Gönderi tarihi:

Ama zeka da determinizm prensiplerine uygun çalışır. Zeka ve düşünme dediğimiz sonuçta beyindeki nöronlar arası elektriksel aktiviteden ibarettir. Her elektronun akibeti tek tek bellidir. Bilinç, belirli mantık ilkeleri prensibine göre ardışık çalışıp ilerleyen nöronal program akışıdır. Tıpkı bir bilgisayara benzer. Kişi, sensörlerinden aldığı dataları, beynindeki pogram komutları dahilinde değerlendirerek sonuçlara ulaşır ve bazen kinetik mekanik cevaplara çevirir yada harddiskinde depolayarak bunu zamanı geldiğinde kullanır.

 

Beyin bir bilgisayara göre çok daha fazla çeşitli veri işlemesine ve biraz daha değişik çalışmasına rağmen, neticede bir bilgisayardır. Giren bilgiler kaçınılmaz olduğundan, beynin ulaşacağı sonuçlar da kaçınılmazdır. Burada özgür iradeden bahsedemeyiz. Bu sadece bir yanılsamadır. O program akışı ve belirlenebilir çevresel bilgi sizin neyi düşünmeniz gerektiğini belirleyecektir. Düşünmek zorunda olduğumuz şeyleri düşünürüz. Yok arkadaş ben kırarım bu zinciri, farklı düşüneceğim deseniz bile, bu da düşünce akışınızın varmak zorunda olduğu belirlenebilir bir netice olacak, farklı düşünmek zorunda olduğunuzdan farklı düşüneceksiniz.

 

Ne yazık ki tüm ayrıntıların ve detayların nedenselliği belirlenebilirdir ve gelecek de bu doğrunun sonsuza uzanan belirlenebilir devamıdır. Bu doğru, evrenin sonuna dek her insanın yapacağı ve düşüneceği herşeyi kapsar. O halde insanlar ister kendini ve evreni yok etsin, ister başka evrenler oluşturacak zeka aktarımlarını keşfetsin, bunlar yine de belirlenebilir (elimizde yeterli bigi olursa elbet) bir durumdan ibarettir.

 

Yani, sözün kısası özgür irade yanılsamadır.

Gönderi tarihi:

1 ile 20 arasında bir sayı seçmemiz istendiğinde, belli bir sayıyı seçmemiz için beynimizde bir baskı hissetmiyoruz. Ya da bir kırmızı bir mavi hap verildiğinde hangisini yutacağımızla ilgili, veya hiç yutmayacağımızla ilgili bir baskı hissetmiyoruz. Elbette rastlantının (bile) nedenleri var. Sayıyı ya da hapı seçen beynimiz nedensellikten bağımsız çalışmıyor. Bir rulet makinesi nedensellikten, fizik yasalarından bağımsız çalışmıyor. Ama önceden kestirilemez bir veri üretiyor. 

 

Bir sayı söyle dendiğinde örneğin "16" dediysek, kader inancına göre bu sayıyı söyleyeceğimiz önceden belirlenmiştir. Determinizme göre ise bu sayıyı nedensellik o anda belirler. Son anda devreye giren bir neden, 12 değil de 16 dememize neden olabilir. Dilimizin ucuna 15 gelmişken, bilmediğimiz, nedensellik içinde gömülü kaotik bir neden, 16 da karar kılmamıza bir nanosaniye içinde neden olabilir.

 

Sanırım anlatabildim. Determinizm dinamiktir. Kaos dramatik ölçüde belirleyici olabilir. Diyelim bir bomba imha uzmanısınız. Bombanın şifresini çözüp geri sayımı durdurmaya çalışıyorsunuz. Şifreyi son rakamına kadar çözdünüz. Tek rakam kaldı ama son saniye içine girdiniz. Son rakamı girmezseniz bomba patlayacak ve buharlaşacaksınız. Vaktiniz kalmadığı için son rakamı kafadan yazmak zorunda kaldınız. Onda bir olasılıkla hayatta kalma şansınız var ve bunu kullanırsınız. Ölüp ölmeyeceğiniz son anda belirlenir. Önceden belirli değildir. Ölüp ölmeyeceğinizi önceden belirleyebilecek hiç bir zeka yoktur. 

Gönderi tarihi:

Bir çocuk apandisit olur da karnı ağrıyor diye karnına sıcak tuğla konulursa ölür. Yok eğer karnına buz konup hastaneye yetiştirilirse ölmez. Çocuğun ölüp ölmeyeceğini belirleyen hiç bir kader yoktur. Nedensellik ise belirleyicidir ama dinamik biçimde. Önceden çocuğun ölüm zamanı bir yere not edilmiş filan değildir. Hastaneye giderken araba kaza yaparsa çocuk ameliyata geç kalıp yine ölebilir. Kazanın da nedenleri vardır. Rastgele oluşmaz. Nedenler kaza oluşmasına yol açar. Bu hiç bir zaman kader demek değildir. Bu determinizmdir. Yani rastlantının (bile) nedenlerinin olduğudur. 

 

İslam dini determinzimi "esbabperestlik" yani sebeplere tapma olarak görüp reddetmiştir. Gazali Farabi'yi bu yüzden kafir ilan etmiştir. Farabi klasik deterministti ama çağına göre çok çok ileri bir deha idi. Gazali tabii ki islamın temel öğretisine sadık kalmıştır. Kuranda her şeyi allahtan bilmek gerektiği yazar. Ayağın taşa takılsa inna lillah diyeceksin, öyle yazar. Dolayısıyla Gazali islamı değiştirmiş değildir, aslını korumuştur.

 

Antideterminist din anlayışı yıkılmazsa bir adım yol alınamaz. Nedenselliği kabul etmedikçe evren hakkında hiç bir şey bilmenin hiç bir yolu yoktur. Determinizm yoksa bilim yok! Akıl yok, akıl tutulması ve dogma var. Bu budur.  

Gönderi tarihi:

Kaderimizi belirleyen, kelebeğin kanatları... Ama ya kelebeğin kanatlarını çırpışı, kendi kaderindense...

 

Ölçebildiğimiz boyutlarıyla evren ve biz dahil içindeki herşey için, nasıl meydana geldi sorusuna yanıt vermeye çalışan iki mevcut yaklaşım var.

 

1-Yaradılış

 

2-Varoluş

 

Bu iki yaklaşımın da zayıf ve kuvvetli yanları olduğundan, insanlar halihazırda bu iki yaklaşıma da meyledebiliyor yada agnostik tutum sergileyebiliyorlar.

 

1-Yaradılış:

 

Bu görüş, klasik dini inançlardan tutun da panteizme varan geniş bir yelpaze için geçerli.

 

a\ Yaratıcının, yarattığı evrenimize dair her aşamada olacakları bildiğini ve her an müdahele edebildiğini ve gerekli gördüğünde sonlandıracağını savunan edilgen görüş (Örn. tek tanrılı kitabi dinler).

 

b\ Her biri farklı yetenek ve görevlere sahip pek çok yaratıcının üzerimizde yaptırıma sahip olduğu, çok tanrılılığı savunan görüş.

 

c\ Yaratıcının, evrende ilk kıvılcımı (Bigbang) başlatıp, müdahele etmeksizin sonuçları gözlemlemekle yetindiğini savunan görüş.

 

d\ Tüm evrenin (tıpkı atom altı parçacıklarımız ve hücrelerimiz için bizler ne isek), bizlerden oluşan bir tür toptan canlılığa ve ruha sahip olduğunu savunan görüş (Evrensel gaia).

 

e\ Evrenin kendiliğinden oluşmasına rağmen, canlılığın ve bizlerin, bizden üstün bir tür tarafından bilinçle yaratıldığı ve gözlendiğimizi savunan görüş (Uzaylı üstün ırk Siriuslular, Marduklular vs.).

 

f\ Evrenin kendiliğinden oluşmasına rağmen, dünya yaşamının bir başka gezegenden bize genetik bulaşma ile rastlantısal aktarıldığını savunan görüş.

 

g\Bir yaratıcının var olmasıyla ilgilenmekten çok, toplumsal düzenin korunması için ahlak kurallarına göre, şahsın doğrudan düşüncelerine ulaşmasından dolayı daha etkili olan dini düzenlemelerin gerekliliğini savunan görüş

 

h,i,j,....çoğaltılabilir\

 

Zayıf noktaları:

 

-İçinde yaşadığımız evrenin bir başlangıcı olması gerekliliği düşünülerek ulaşılan tanrı inancında, aynı düşünce tarzının gerektirdiği tanrının da bir başlangıcı olması gerekliliğine, yani yaratıcının da yaratılması gerekliliğine çözüm getirilememesi,

 

-İçinde yaşadığımız evrenin, büyüklüğü ve karmaşıklığı sebebiyle kendiliğinden oluşamayacağı düşüncesiyle ulaşılan bir yaratıcı tanrının gerekliliği inancında, aynı düşünce tarzının gerektirdiği tanrının bizden çok daha kompleks ve büyük bir sistemde yer alması sebebiyle kendiliğinden hiç var olamayacağı ve yine bir yaratıcıya ve hatta giderek kompleksleşen yaratıcılar zincirine gerek duyulması,

 

-Herşeyi sonuçlarıyla birlikte bilen yaratıcının, ne yapacakları önceden belli insanları sonu belli bir sınava tabi tutması, kaderlerinin belli olmasına rağmen cezalandırması yada ödüllendirmesi paradoksu,

 

-Mevcut bilimsel verilerle çelişen dini bilgiler,

 

-Akla, bilime ve mantığa aykırı olan durumlarda, sorgulama yapılmaksızın inancın dediğinin doğru kabulü,

 

-Tanrı buyruğu iddiasındaki kitapların, bilimsellikten ve evreni yaratabilecek zekaya sahip bir tanrının anlatımından uzak ve basit gözükmesi,

 

-Evrensel olması gereken dini kitapların, çok ufak meselelerle uğraşırken, çok temel meselelerde bilgi vermemesi,

 

-Gerçekler yerine ön kabullere dayanması, özgür iradeye ve düşünceye yer bırakmayan dogmatik yapısı,

 

-vs, vs...

 

2-Varoluş:

 

Bu görüş ateizm için geçerli.

 

Bildiğimiz herşeyin, bilimsel kanunlarla ve mantıkla izah edilebilir gerekliliklerin sonucu olarak kendiliğinden oluştuğunu savunuyor.

 

Zayıf noktaları:

 

-Başlangıç anında hiç devinim yok iken, salt enerjiden nasıl olup da zamanın ve devinimin başladığı ve bigbangi oluşturan ilk kıvılcımın kendiliğinden nasıl ortaya çıkabildiği,

 

-Evrim ve mevcut bilimsel yasalardaki bazı tutarsızlıklar, beklenmeyen aykırı durumlar, geçmişe gidildikçe artan veri toplamadaki yetersizlikler,

 

-Kanıtlar yerine kimi zaman akla yakın teorilere dayanması,

 

-Bazı istatiksel varoluş olasılıklıklarının oldukça düşük kalması,

 

-vs, vs...

 

Bunlar arasında bir seçim yapmak yada ikisini de seçmeyip beklemede kalmak insanlara kalıyor. Demokrasi bunu gerektiriyor. Bize düşen ise her kim olursa olsun, bizim gibi düşünmedikleri için insanları hor görmeyerek, aşağılamadan anlayışla karşılayabilmek, bir arada saygıyla yaşamayı öğrenmek.

 

Aksi takdirde kesin olan tek şey, bu dünyadaki kaderimizin kaçınılmaz olarak kötüye gittiği... catikkas.gif

Gönderi tarihi:

nasıl meydana geldi 

 

Başlangıç anı diye bir şey yoktur. Böyle bir an tayin edemeyiz. Zamanın başladığı an ve bittiği an diye bir şeyler olamaz. Uzayın bittiği sınır diye de bir şey olamaz. Bunların olması akla aykırıdır. Böyle şeyler olamayacağı için yoktur. Zaman ve mekan sonsuzdur. Çünkü başlangıç ve bitiş tayin etmenin akli bir yolu yoktur. Oluşum sonsuz bir döngüdür. Başlangıcı olmadığı gibi buna bağlı olarak sonu da olmayacaktır.

 

Bigbangın iki karadeliğin çarpışması ile oluştuğu yönünde teori geliştiriliyor. Bu kuvvetle muhtemel. Karadelikler tabii ki ölmüş evrenlerden arta kalan karadelikler. Tek bir evren olamaz. Evrenler doğar, büyür, ölür ve evrimleşirler. Tıpkı canlılar gibi.

 

Evrim ve mevcut bilimsel yasalarda hiçbir tutarsızlık yoktur. Hiçbir beklenmeyen aykırı durum ortaya çıkmamıştır. Veri toplamada yetersizlik elbette var. Özellikle kuantumda gözlem araçları çok daha gelişmeli. CERN bile bu konuda çok yetersiz.

 

Kanıtlar bilimsel alanda somut, felsefe alanında aklidir. Daha fazla kanıt elbette iyidir ama elimizdekiler hiç fena değil.

 

Varoluş olasılıkları düşük elbette. Ama evren o kadar büyük ki, işlerin yolunda gidebileceği bir gezegenin yeteri kadar olasılığı var. Bu kadar büyük bir evrende bir gezegende işlerin yolunda gitmesi olasılık dışı sayılmaz.

 

Aynı durum evren için de geçerli. Hayata uygun olmayan katrilyonlarca gezegen içinde işlerin yolunda gittiği bir gezegen olabilmesi gibi, işlerin yolunda gitmediği sayısız evren oluşup yok olmuş ama birinde işler yolunda gitmiş olabilir. Biz tam da orada olduğumuz için işler nasıl bu kadar yolunda gitti diye sorabiliyoruz. Seçilmiş yaratılmış filan değiliz. Altı milyar insandan birine çıkacak olan piyangonun çıktığı kişi tanrının kendisini seçtiğini düşünecektir ama gerçek öyle değil.

 

Demokrasi, elbette… Kimse inanç konusunda hiçbir şeye zorlanamaz. Bu kesin insanlık kuralıdır. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

Gönderi tarihi:

Şimdi bize göre bir tanrı yok ...Ateistlere göre

 

Eğer bir tanrı olsa idi insanların hayatına müdahale etmesi normal'mıydı eğer

Etmez ise yine normal'mıydı

 

Şöyle saksıyı biraz çalıştıralım dostlar

Gönderi tarihi:

Eğer bir tanrı olsa idi insanların hayatına müdahale etmesi normal'mıydı eğer

Etmez ise yine normal'mıydı

 

Güzel. İşte buna felsefi dilde paradoks diyoruz. Tanrı olamaz, çünkü var olması paradokstur. Var olduğunu kabul ettiğiniz anda bunun gibi bir çok paradoks içinde boğulursunuz. Paradokslarda iki olasılığın ikisi de çıkmaz sokaktır. Bir yere varamazsınız. Tek çare vardır, öyle bir durum olmadığını anlayıp paradokstan çıkmak. Başka çözüm yoktur.

Gönderi tarihi:

2-Varoluş:

 

Bu görüş ateizm için geçerli.

 

Bildiğimiz herşeyin, bilimsel kanunlarla ve mantıkla izah edilebilir gerekliliklerin sonucu olarak kendiliğinden oluştuğunu savunuyor.

 

 

İnançsızların bazıları "var oluş"tan bahsedebilir. Ama hepsini de aynı kalıba sokamayız. Mesela ben bir "var oluş" fikrine karşıyım. Var oluş derken, yoktan var oluş kast ediliyorsa tabiki.

 

Bilim temelli bir yoktan var oluş düşünülemez. Zira bilimde "yoktan var olmaz" yasası mevcuttur. Bu yasadan maddenin sonuzluğu bilgisi çıkar.

 

Bu nedenle bahsettiğiniz "yaratılış" ve "var oluş" tezleri bilimsel değil metafiziki dir.

Gönderi tarihi:
Bilim temelli bir yoktan var oluş düşünülemez. Zira bilimde "yoktan var olmaz" yasası mevcuttur. Bu yasadan maddenin sonuzluğu bilgisi çıkar.

 

Bu nedenle bahsettiğiniz "yaratılış" ve "var oluş" tezleri bilimsel değil metafiziki dir.

 

Önce yokluğun ne olduğunu tanımlamak lazım. Zira yoktan var olmaz yasası, evrendeki madde ve enerji toplamı sabit olduğu anlamındadır. Yoksa, başlangıçta maddenin olmadığı bir ilk an mümkündür ama bunun sebebi, o anda tüm maddenin enerji halinde olmasıdır. o halde madde ve enerjinyi de tanımlamamız gerekli.

 

Madde, kısaca boşlukta hacim kaplayan ve kütleye sahip olan her şeydir. Bu yüzden kütle ve hacme sahip olmayan bir şey madde değildir. Mesela boşluk madde değildir. Işık hızında hareket den parçacıklar da madde değildir, çünkü kütlesizdir. Yine örneğin yeni bulunan Higgs bozonu, kendisi yüksüz olmasına rağmen, etrafındaki parçacıklara kütle kazandırıyor ve maddeleştiriyor. Bu arada bebek adı verilen madde sınıfına girmeyen kütlesiz ama yüklü bir parçacığın etkileri hissediliyor ve çevresindeki parçacıklara yük kazandırdığı anlaşılıyor. Higgs'ten sonra keşif sırası şimdilik onda.

 

Evrende iş yapabilme kabiliyetine ise enerji diyoruz. Burada elle tutulur, kütleli yada hacimli bir hal yoktur. Yani aslında enerji denince ortada somut bir şey yoktur, soyuttur. Burada bahsedilen iş yapabilecek, davranışları tahmin edilebilir, hesaplanabilir sanal bir güçtür. Bu biraz rüyalara benzer, bizi etkiler ama aslında gerçekte yoktur.

 

O halde olaya salt madde olarak baktığımızda, yoktan var olma, vardan yok olma mümkündür. Nitekim evrenin başlangıcında ortada madde yoktur ve ilk parçacıklar, büyük patlamadan belirli bir zaman geçtikten sonra oluşmaya başlamıştır. Öncesinde var olan sadece sanal bir madde oluşturabilme potansiyeli yani enerjidir. Yine maddesel yok olma evrenimizde her an gerçekleşiyor ve deneysel olarak da yapılabiliyor. Bunlardan en bilineni elektron ve pozitron çarpışması ile kütlenin yani maddenin ortadan kaybolması ve enerjiye dönüşmesi, soyutlaşması. Her madde antimaddesiyle çarpıştığında benzer akibete uğrayıp, maddesel anlamda vardan yok olup, soyut anlamda yoktan var olup enerjiye dönüşüyor.

 

Lavoisier kütlenin korunumu yasası, maddenin enerjiye dönüştüğünün bilinmediği zamanların yasasıdır. "Madde yoktan var edilemediği gibi, vardan da yok edilemez. Sadece birinden ötekine dönüşebilir" demişse de yapılan deneyler bunun aksini göstermiş, ortadan kaybolan bu madde miktarını açıklamak için flajiston kavramını ortaya atmak zorunda kalmıştır. Daha sonradan Einstein sağ olsun bunun adını E=mc² formülü ile enerji olarak koymuş, sabit olanın enerji+madde toplamı olduğunu ortaya çıkarmıştır.

 

Yani madde sonsuz değildir ve tamamen yok olabilir. Ama somut madde yerine, madde oluşturma potansiyeli yani enerji, varlığını soyut olarak sürdürür.

 

Enerji bildiğimiz anlamıyla aslında yokluktur, daha doğrusu yokluğun bir parçasıdır. Sadece gizemli bir potansiyelden ibarettir. Bu yüzden evren genişlemesi retrospektif olarak incelendiğinde, tam da bu sebeple, maddesel bir başlangıca ihtiyaç duyar.

 

Yapılan hesaplamalar şimdilik evrenimizin açık evren olduğunu ve genişlemesinin asla durmayıp, tekrar kendi üzerine çökmeyeceği yönündedir. O halde maddesel sonsuzluk fikri akla yakındır. Çünkü maddeyi tekrar enerjiye dönüştürecek bir yoğunlaşma bilimsel olarak öngörülmemektedir.

Gönderi tarihi:

Başlangıç anı diye bir şey yoktur. Böyle bir an tayin edemeyiz. Zamanın başladığı an ve bittiği an diye bir şeyler olamaz. Uzayın bittiği sınır diye de bir şey olamaz. Bunların olması akla aykırıdır. Böyle şeyler olamayacağı için yoktur. Zaman ve mekan sonsuzdur. Çünkü başlangıç ve bitiş tayin etmenin akli bir yolu yoktur. Oluşum sonsuz bir döngüdür. Başlangıcı olmadığı gibi buna bağlı olarak sonu da olmayacaktır.

 

Kavram karmaşasına yol açmamak için, ifade açısından giderek yetersizleşen evren, zaman ve mekan sözcükleriyle ne demek istediğimizi iyi belirlemek gerektiğini düşünüyorum.

 

Diğer evrenlerden bahsettiğimiz zaman, tıpkı galaksiler yada galaksi kümeleri gibi bir büyük bütünün parçalarından bahsetmiş oluruz. O halde evrenleri de içeren bu bütünün tümü için, belki de kainat gibi farklı bir isimlendirme kullanmalıyız. Bu bahsettiğim terminoloji neden bahsettiğimiz hakkındaki kafa karışıklığına bir nebze merhem olur böylece.

 

Henüz evrenimizden farklı, kanıtlanmış bir evren bulunamamış olsa da, çoklu, simetrik, asimetrik yada paralel evrenlerden, çok boyutlu flatlanddan, evrenler arası Einstein-Rosen köprülerinden söz edildiği günümüzde teorik bazda bunun olabilirliği ortaya konmuştur.  Ama bu köprülerdeki bilimsel tıkanma, köprü içinde aşılması gereken ışık hızı limiti noktasındadır.

 

Zaman ise bildiğimiz anlamda somut yani maddesel devinimlerin ardışıklığını ölçme yolumuzdur. Maddenin olmadığı ortamlarda, örneğin dev karadeliklerin sıfır hacimli merkezlerine yaklaştıkça zaman, önce yavaşlamakta sonra da durmakta yani yok olmaktadır. Bu o noktada hiçbir madde hareketinin olmama halidir. Harket yoksa zamandan da söz edemeyiz, ölçemeyiz. Örneğin graviton için evrenin her noktasına etki eş zamanlıdır. Bunun izahı, 5 farklı sicim teorisinin birleştirilmesiyle 1995'te ortaya çıkan 11 boyutlu M kuramında aranmaktadır.

 

Mekanın sonsuz mu, sınırlı mı olduğu konusu ise henüz bir netlik kazanmış değil. Mekanların bir üst boyut içinde döngüsel sınırlı olması da oldukça olası görünmektedir. Bunu 3 boyutlu dünyanın yüzeyinin, geoid yapısı gereği sonlu olmasına benzetebiliriz.

 

Bigbangın iki karadeliğin çarpışması ile oluştuğu yönünde teori geliştiriliyor. Bu kuvvetle muhtemel. Karadelikler tabii ki ölmüş evrenlerden arta kalan karadelikler. Tek bir evren olamaz. Evrenler doğar, büyür, ölür ve evrimleşirler. Tıpkı canlılar gibi.

  

Şu anda evrenimizin her yanında eşit olarak gözlenen, ilk başlangıç anına ait 2.725 kelvin sıcaklığındaki, siyah nesnenin termal ışınımına tekabül eden, 160.2 GHz frekansında ve 1.9 mm dalga boyundaki kozmik arkaplan ışıması tespit edilmiştir. Fakat bize herhangi bir farklı evrenden ulaşan, başka bir kozmik arkaplan ışıması henüz tespit edilememiştir. Bu da iki evrenin çarpışması, yada bize yakın veya aynı konumda bizden önce varolmuş başka bir evren fikrini şimdilik desteklemiyor.

 

İlksel karadelikler hakkındaki durum ise, bunların evrenin genişlemesi esnasında, kozmik gama ışınımları yaymaları zorunluluğundan dolayı INTEGRAL isimli uydu aracılığı ile araştırılmasının devam etmesidir. Bu uydunun sonuçları ilksel karadelik teorisinin akıbetini belirleyecektir.

 

    Evrim ve mevcut bilimsel yasalarda hiçbir tutarsızlık yoktur. Hiçbir beklenmeyen aykırı durum ortaya çıkmamıştır.

 

Aslında tutarsızlıklar ve aykırılıklar ortaya çıkmaktadır. Ama bu tür durumlarda teoriye eklemeler ve düzeltmeler yapılmakta teori yeni haliyle görücüye çıkmaktadır. Örneğin klasik newtoncu fizikte ortaya çıkan aykırılıklar ve tutarsızlıklar olmasaydı, Einstein'i ve tabi ki izafiyeti hiç tanımıyor olabilirdik.

 

Keza evrim teorisi de ilk olarak 1859'daki Darwin'e değil,

 

-MÖ 6. yy'da tüm canlılığın denizden geldiğini söyleyen Thales'e,

 

-Daha sonra canlının özünün bir balıkken karaya çıkıp diğer canlılara dönüştüğünü söyleyen Anaximander'e,

 

-Sonrasında doğal seleksiyondan ilk bahseden Heraklitos'a,

 

-Nihayet, canlıların en ilkel ve basitten oluşup, doğanın ihtiyaçlarına göre organlar oluşturarak, sürekli evrilerek türleri meydana getirdiğini söyleyen Aristo'ya

 

-Evrim hakkında 18. yy'da kısmen tutarlı kapsamlı ilk teoriyi oluşturan Lamarck'a dayanır.

 

Darwin ise sadece ortadaki fikirleri sistematikleştirmiş ve Türlerin kökenini yazmıştır. Ama DNA'nın keşfiyle birlikte, bu kez Darwinci teoride de revizyon gerekmiş ve ortaya Sentetik yada diğer adıyla NeoDarwinci teori ortaya çıkmıştır. Çünkü sadece genlerde olan değişiklikler aktarılabiliyordu, üstelik bu değişikliğin üreme hücrelerinde olması gerekirdi. Sentetik teoriye göre ise mutasyonların sebep olduğu değişiklikler doğal seçilimle seçilir ve canlılar bu şekilde evrimleşir.

 

Yani evrim teorisinin bizzat kendisi de sürekli evrimleşmektedir. Tutarsızlık ve ortaya çıkan aykırılıklar ise, bu teorilerin doğal seleksiyonudur.

 

Burada önemli olan ortaya çıkan tutarsızlıklardan ders alarak oluşturulacak yeni teorileri bekleyip, bunu hemen tanrısal kökenli bir düzensizlik olarak tanımlama kolaycılığına kaçmamaktır.

 

    Kanıtlar bilimsel alanda somut, felsefe alanında aklidir. Daha fazla kanıt elbette iyidir ama elimizdekiler hiç fena değil.

 

Yine de daha kesin konuşabilmemiz ve herkesin iknası için (tabi bu herkesten kastım, mantık kurallarına uygun düşünebilenlerin hepsi), kanıtları arttırmaya tam gaz devam.

 

Varoluş olasılıkları düşük elbette. Ama evren o kadar büyük ki, işlerin yolunda gidebileceği bir gezegenin yeteri kadar olasılığı var. Bu kadar büyük bir evrende bir gezegende işlerin yolunda gitmesi olasılık dışı sayılmaz.

 

Bu konudaki tartışmayı tümdengelim tümevarım tartışmasına benzetiyorum.

 

-Her şey o kadar kompleks ki, tüm bunlar rastlantı eseri oluşmuş olamaz mı?

 

-Yoksa, herşey çok basitten başladı, ama evrimsel zincirin analitik zeka açısından en tepesinde bulunan bizler, ilk kez varlığını sorgulayabilen canlılar olduğumuzdan ötürü, kendi konumumuza şaşırıyor ve kendimizi fazla mı önemsiyoruz.

 

  Aynı durum evren için de geçerli. Hayata uygun olmayan katrilyonlarca gezegen içinde işlerin yolunda gittiği bir gezegen olabilmesi gibi, işlerin yolunda gitmediği sayısız evren oluşup yok olmuş ama birinde işler yolunda gitmiş olabilir. Biz tam da orada olduğumuz için işler nasıl bu kadar yolunda gitti diye sorabiliyoruz. Seçilmiş yaratılmış filan değiliz. Altı milyar insandan birine çıkacak olan piyangonun çıktığı kişi tanrının kendisini seçtiğini düşünecektir ama gerçek öyle değil.

 

Piyangoda hile olmadığına emin olabilmek, bir ön şart elbette original.gif

Gönderi tarihi:

Evrende "yok" kavramının olduğunu düşünmüyorum. Zira yokun kabulü maddenin sonu anlamına gelir. Bu da bilimsel olarak mümkün değildir. Madde dışında yokluk düşünülemez. Yok kavramı, var olanın o anda orda bulunmayışıdır.

 

Enerji maddenin diğer halidir. Formül zaten bunu ispatlıyor. Evrende devinim halde olduğu bilimsel ispatlıdır. Karanlık madde yada kara deliklerde nelerin olup bittiği henüz çözümlenememiştir. Big bang patlaması, maddenin çok yoğunlaşmasıyla patlama teorisi şeklinde de açıklanmaktadır. Henüz hiç bir teori netlik kazanmamıştır. Ama enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşmesi bilimsal yasadır.  

 

"Enerji aslında yokluktur" dersek, metafizik "var oluş"a zaten inanıyoruz demektir. Kaldı ki yeni kuantum bilgilerine göre maddenin hem parçacık(madde) hem dalga(enerji) özelliğinin olduğu bulguları vardır.

 

Var oluş diye bir kavram yoktur. Bingbang'ın var oluş iddiası da metafiziki bir görüştür. Bing bang, "varlık"ın deviniminin bilimsel ancak ulşılabilinen bilgisidir. Cern'de araştırmalar devam ediyor. Teknoloji henuz yetersiz.

Gönderi tarihi:

Ooo, öyle derin konulara girilmiş ki bunların hepsini konuşursak kitap olur. Şimdilik hangisini ele almakla yetineyim bilemedim. Sadece evren konusunda bir iki şey söyleyeyim:

 

Evren dediğimiz zaman big bang ile başlayan ve genişlemekte olan, termodinamik denge ile ölümü kaçınılmaz olan sınırlı bir varlıktan bahsediyoruz. Diğer evrenler başka boyutlarda paralel evrenler olabileceği gibi, gözlem sınırımızın dışında aynı boyutta olduğumuz evrenler olabilir. Kaldı ki uzaklıklar korkunç derecede arttığında aynı boyutta olma da anlamsızlaşıyor. Tıpkı zaman gibi. Dünyada bir volkan faaliyete geçtiği anda Andromeda galaksisinin bir yıldızının yörüngesinde bir gezegende de fırtına koptu demenin anlamsızlığını görelilik teorisinden biliyoruz. Ki Andromeda komşu galaksi. Galaksi kümemiz otuz kadar galaksi içeren mütevazi bir küme. Binlerce galaksi içeren dev kümeler var. Galaksi kümeleri süper kümeleri oluşturuyor ve evren akıl almaz boyutlara ulaşıyor.

 

Evren, sınırlarını gözlemleyemeyeceğimiz kadar büyük. Kuasarların evrenin sınırlarında olduğu söylenir ama bu göreceli bir bilgi. Örneğin güneş sisteminin sınırını pluton yörüngesi sanıyorduk ama çok daha büyük bir hâlenin güneş sistemini çevrelediği ortaya çıktı. Üstelik karanlık madde de var. Evrenin boyutları sandığımızdan çok daha büyük olabilir.

 

Buna rağmen evren sonsuz uzayda elbette bir nokta. Ya da gazoz içinde oluşup genişleyip kaybolan gaz kabarcıkları gibi evrenler var.

 

Karadeliklerin zamanı durdurma özelliği çok iyi. İçlerine gönderilen bilgi sonsuzca depolanabilir.  Bu da kaybolmayacak ve tekrarlanacak döngüler yaratabilir.

Gönderi tarihi:

Astrofiziğin en önemli inceleme alanlarından biri olan ve üzerinde bu kadar araştırma yapılmasına rağmen bilim insanlarının hakkında en az bilgi sahibi olduğu sistemlerden biri olan kara delikler, insanoğlunun içinde yaşadığı evreni anlama sürecindeki en büyük soru işaretlerinden biridir. Kara deliklerin merkezin yer alan muazzam derecedeki yoğun kütle, kara delik çevresindeki tüm madde oluşumunun merkez noktasına doğru çekilmesine neden olur. Çoğu insan farkında olmasa da,

 

kara delikler çevresinde bulunan maddeyi içine çektiği gibi ışığı da çeker. Dolayısı ile kara delik etrafından geçen ışık da bu çekim alanından etkilenir ve kara deliğin merkezine doğru çekilir. Kara deliklerin bu muazzam derecedeki çekim gücü ışığında hapsolmasına neden olduğundan aslında kara delikler insanoğlu tarafından görülmez. Işığın dahi kendisinden kaçmasına imkan vermeyen kara delikler son derece güçlü bir kütleye sahiptir. Kozmik bir cisim olarak tanımlanabilecek kara

 

delikler, uzay zamanda belirli bir nitelikteki maddenin bir araya gelmesiyle meydana gelir ve merkezde çok küçük bir noktaya toplanan muazzam derecedeki kütle de kara deliğe bu akıl almaz çekim gücünü kazandırır. Işığın temel yapı taşı olan “fotonların” da kara delik tarafından çekilmesi bu kozmik cisimlerin etrafında herhangi bir ışık salınımı olmamasına neden olur ve “kara delik” ismi de buradan gelir. Tekil bir yapıya sahip oldukları için bilimadamları kara deliklerin üç boyutlu olmadıklarını

 

ve aynı zaman herhangi bir hacimlerinin de olmadığını tahmin etmektedir. Bilimsel yönteme inanan tüm insanlar evrendeki olay ve sistemlerin tutarlı sonuçlar elde edilmesini sağlayacak deneylerle araştırılabilir olduğuna inanmasına rağmen kara delikler üzerinde herhangi bir gözlem ya da deney yapılma imkanının olmaması, bu kozmik cisimler hakkında söylenenlerin tamamının tahminden öteye gidememesine neden olmuştur.

 

bana kalırsa sevgili dostlar evrenin gizli kapısı karadeliklerdir

Gönderi tarihi:
Enerji maddenin diğer halidir. Formül zaten bunu ispatlıyor. Evrende devinim halde olduğu bilimsel ispatlıdır. Karanlık madde yada kara deliklerde nelerin olup bittiği henüz çözümlenememiştir. Big bang patlaması, maddenin çok yoğunlaşmasıyla patlama teorisi şeklinde de açıklanmaktadır. Henüz hiç bir teori netlik kazanmamıştır. Ama enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşmesi bilimsal yasadır.  

 

"Enerji aslında yokluktur" dersek, metafizik "var oluş"a zaten inanıyoruz demektir. Kaldı ki yeni kuantum bilgilerine göre maddenin hem parçacık(madde) hem dalga(enerji) özelliğinin olduğu bulguları vardır.

 

Var oluş diye bir kavram yoktur. Bingbang'ın var oluş iddiası da metafiziki bir görüştür. Bing bang, "varlık"ın deviniminin bilimsel ancak ulşılabilinen bilgisidir. Cern'de araştırmalar devam ediyor. Teknoloji henuz yetersiz.

 

941px-EM_Spectrum_Properties_edit_tr.svg

 

Madde, boşlukta hacim ve kütleye sahip olan her şeydir. Enerjiyi, madde olarak tanımlayamayız ve enerjiyi maddenin bir hali olarak kabul edemeyiz. Zira enerji maddeyi kapsar. Yani, maddeyi enerjinin özel bir hali olarak kabul edebiliriz.

 

Örneğin H20'yu enerjiye benzetecek olursak, +3.98°C'de en yoğun halini alan ağır suyu da maddeye benzetebiliriz. Sıcaklığı +3.98°C'den ister düşürün, ister arttırın su hafifleyecektir, yoğunluğu azalacaktır.

 

Madde de, enerjinin Higgs bozonu sayesinde yakın alanda, belli bir vibrasyonda yarattığı kütle etkisidir. Bu vibrasyonun frekansı farklılaştığında kütle etkisi ve madde ortadan kaybolur. Artık madde değil, sadece enerjiden söz etmek mümkündür. Uzaydaki maddeyi, kimyasal süspansiyon sıvısı içindeki asılı taneciklere benzetebiliriz. M teorisine göre tüm uzayı kapsayan enerji (iş yapma potansiyeli) ağları, bazı noktalarda iş yapmakta ve maddeyi oluşturmakta, kütle hissi vermektedir.

 

Kısacası, enerji maddenin bir hali değil, tam aksine madde enerjinin çok özel bir halidir. Ama siz madde derken terminolojiyi enerji anlamında da kullanıyor gibi algılanıyorsunuz. Fakat madde tanımı gereği kütle ve hacim gerektirdiğinden enerjiye dönüştüğünde, tanımı gereği yok olmaktadır. Yani ortada ne kütle, ne de hacim kalmamaktadır.

 

Metafizik, aslında fizik biliminin dışında kalan demektir ve felsefenin bir dalıdır. Metafiziğe zaman içinde pek çok teolojik, kozmolojik ve varlıksal yani ontolojik sorunlar dahil edilmiştir. Din, dil, algı, akıl, bilim felsefeleri de ayrı bir dal olarak ayrılana kadar, metafiziğin içine dahildi.

 

Varlık, maddeyle sınırlı değildir. Enerjinin davranışları maddelere olan etkileri nedeniyle hesaplanabilir, deneylenebilir ve hatta kontrol altına alınabilir kesin verilere dayalıdır. Enerjinin soyut varlığı, mantık ve bilim kuralları içinde ispat edilir. Varlıklar somut ve soyut olmak üzere iki türdür. Madde somut, enerji ise soyut varlıktır. Tıpkı matematikteki gerçel ve sanal sayılar gibidirler.

 

Enerjinin metafizik varlığı somut değil, sanal yani soyut bir varlıktır. Bu bir kelime oyunudur. Yokluğun var olduğuna göre, yokluğun varlık olduğunu söylemek gibidir. Buradaki yokluk gerçel değil, sanal bir varlıktır. Yani gerçekte yoktur ve sadece tahayyül edilebilir.

 

Sekil-222.jpg

 

Maddenin hem parçacık, hem de dalga gibi davrandığı doğrudur. Ama buradaki püf noktası, gözlemciye bağlı olarak ya dalga, yada parçacık olmasında ve asla aynı anda iki halde birden olamamasındadır. Zaten, maddenin enerjinin kütle hissi veren özel bir türü olduğundan bahsetmiştim. Bu yüzden maddenin kütle algısı sebebiyle parçacık ve enerjinin bir hali olması sebebiyle de dalga olarak algılanmasında bir gariplik yoktur.

 

Bu arada Bigbang'in varlığı, tüm evrenimizde eşit olarak ölçülen kozmik arkaplan ışıması sayesinde tespit edildiğinden artık tartışmasızdır.

Gönderi tarihi:

Hawking karadeliklerin bilgiyi de yok edeceklerini iddia ederek başka bir meslektaşı ile kapışmıştı. Uzun süren tartışmadan sonra Hawking karadeliklerin bilgiyi saklayabileceklerini kabul etti. Bu deneyimlenmemiş bir fikir olduğundan bilimsel bir anlamı olamıyor. Fakat çok önemli bir varsayım. Bu doğru çıkarsa süper olur. "Her şey" tümüyle ve tamamen değişir. 

 

Karadeliklerin yuttukları her şeyin bilgisini depoluyor olmaları ve evrenlerin karadeliklerin çarpışması sonucu oluşuyor olmaları en olağanüstü süper durum olurdu. Bu sadece bir felsefi kuram. Bilim bunu kendine maledebilirse sonuçları inanılmaz süper olur. Ne kadar süper olacağını tarifte aciz kalıyorum. Ama tahmin edilebilir sanıyorum.

Gönderi tarihi:

@@Huhuhi burada enerji soyuttur, yokluktur diyerek, maddeden tamamen soyut olduğunu vurgulayarak, nereye varmak istiyor? Maddenin ürünü olmayan, maddeye bağımlı olmayan enerji gösterilir mi?

 

Kaldı ki yokluk dediği enerjinin aslında ölçülebilen varlık olduğunu kendisi söylüyor.

Gönderi tarihi:

@@Huhuhi burada enerji soyuttur, yokluktur diyerek, maddeden tamamen soyut olduğunu vurgulayarak, nereye varmak istiyor? Maddenin ürünü olmayan, maddeye bağımlı olmayan enerji gösterilir mi?

 

Kaldı ki yokluk dediği enerjinin aslında ölçülebilen varlık olduğunu kendisi söylüyor.

Sanırım durumu izah etmem için boyutlardan bahsetmem gerekli. M kuramının 11 boyuttan oluşmasının sebebi de bu bahsettiğimiz durumla ilgilidir.

Madde 3. boyut sistemine ait bir varlıktır. Enerji ise daha üst boyutlara aittir. Bu yüzden enerji, 5. ve üstü boyutlarda iken, bizim de içinde olduğumuz 3. boyutla kesişip de madde görüntüsü vermedikçe 3. boyutta herhangi bir varlık göstermez. Boyut sisteminde bir üst boyuta ait oluşumlar, alt boyutları varlık göstermeksizin etkileyebilirler. Kısacası üst boyut, altındaki boyutların hepsini kapsar ve bu boyutlarda sadece uygun durumlarda etki gösterir.

 

Konu biraz karışık ve bu yüzden elimden geldiğince basit ifade etmeye çalışacağım. Konunun anlaşılabilmesi için bir örnek veriyorum;

 

3323.jpg

 

Şimdi diyelim ki, Z ve X olmak üzere 2 boyutlu bir evrende yaşıyor ve Y boyutundan habersiz olalım. Bunu kalınlığı olmayan bir kağıt üzerinde yaşamaya benzetebiliriz. Burada yükseklikler yoktur. Kendi yüksekliği de olmayan gözümüzün bu düzlem üzerinde olduğunu ve bulunduğu XZ düzlemine paralel bakmak zorunda olduğunu hayal edin. Manzaramız, biz kendi eksenimizde 360 derece dönebildiğimizden dolayı, bir çemberin içerden görülen doğrusu olur (Diferansiyel Geometri).

 

Burada "_ ___           ___            __ _ ___           " benzeri bir çevre algılarız. Çizgilerin olduğu yerlerde bizimle aynı boyutta yer alan, diğer iki boyutlu varlıkları görürken, boşluk olan yerlerde ise bir varlık olmadığını anlarız.

 

19.jpg

XZ boyutlarında oluşan düzlemimizin adını P düzlemi koyalım. Bu düzleme, dışımızdaki boyuta ait 3 boyutlu bir varlık olan bir topun, düzlemimize göre +Y boyutundan dik açıyla yaklaştığını, önce düzlemimize teğet hale gelip, daha doğrudan içinden geçerek -Y doğrultusunda yine düzlemimize dik olarak uzaklaştığını düşünelim.

 

Bizim gözümüz bu olaylar sırasında boşluğa bakarken, önce birden topun düzleme ilk temas ettiği noktada aniden beliren bir nokta fark eder. Daha sonra top hareket ettiğinden, noktanın genişliği topun çapına değin bir çizgiye dönüşüp artar. Daha sonra ise tekrar bir nokta oluncaya kadar çizgi daralır ve yok oluverir.

 

Bu 3 boyutlu topun, 2 boyutlu düzlemden yaptığı geçistir. 2. boyuttakiler için anlamsız bir şekilde ortaya çıkıp kaybolan, bu varolma ardından tekrar yokolmanın izahı şudur. Normalde 2. boyutta tespit edilemeyen bir varlık, 3. boyutun sonsuz düzlemlerinden biri olan düzlemimizle kesiştiğinde, bu düzlemdekiler için, önce varolmuş, düzlemden ayrıldığında da tekrar yokolmuştur. Artık, bu topun 2. boyuttakiler için etkileri gözlenmiş, durumu hesaplanmıştır. Ama sonunda düzlemimizin oluşturduğu 2. boyut için topun etkileri, yokluk durumuna geçmiştir.

 

İşte aynı şekilde, daha üst boyutlara sahip olan enerji kavramı için de, 3. boyutla kesiştiğinde oluşturduğu kütle etkisi maddenin ta kendisidir.

 

Sevgiler...

Gönderi tarihi:

Bu kadar fazla yazıp çizmişsiniz madde boyutunu tam ifade etmeye çalışırken şu şekilde tekrar düşünün;

 

Yaklaşık 25 ünlü fizikçi bilim adamı 1950 lerde toplanıp ortak bir söylev ortaya koydular; "madde aslında bizim bildiğimiz gibi değilmiş, dokunulma özelliği olmayan ona bakanın dokunduğu anda bir dalga oluşturan git geller yumağıymış" dediler...

bu bize şunu düşündürdü: madde ortadan kalktı, madde artık algılar dünyasında var, yani bakan için var, yani benim beynimin içinde bana gösterildiği anda bu madde var diyebiliyorum, yani gerçeklik dediğimiz şey ona bakan için var.

o zaman insanlar her istediğimizi yapabiliriz diye düşündüler, yani ne düşünüyorsam oyum gibi kavramlar çıktı.

düşüncemiz de aslında bir dua, biz beynimizde algıları algılayan bir çanak anten gibi gelen verileri sürekli değerlendirip tv gibi bize seyrettiriyor ama bu yayın bize bir yerden geliyor asıl gerçeklik geldiği yerde, yani sahne arkasında bir kaynak var, bizim gördüğümüz kısmı bir sinema gibi, biz birşeyi istediğimiz zaman dua ediyoruz ve sahnenin arkasındaki muhteşem güç bize bunu gönderiyor.

 

Kısacası beyniniz dışarda aslında şeffaf olan ama bakana göre şekillenen "madde" dediğimiz algıları şekillendiriyor.

Gönderi tarihi:

sahne arkasında bir kaynak var, bizim gördüğümüz kısmı bir sinema gibi

 

Şu binlerce yıllık Platon öğretisini bu yüzyılda bile tekrarlamaktan bıkmadınız ya, ne diyeyim...

 

Bizi şurda bir kaç yüzyıllık Darwin öğretisini veya yüz yılı doldurmamış Atatürk ilkelerini ezberlemekle suçlayanların 1400 yılı da aşıp milattan önceki bin yıllarda takılmaları ve öteye geçememeleri... Bilemiyorum. Bu kadarı çok ama çok fazla ve buna isyan edersem kırıcı olacağım için susmak zorunda kalıyorum...  

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.