Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

6.SÖZ


ZEMHERiM

Önerilen İletiler

Benim çok sevdiğim ve okuyup üzerinde tefekkür etmemiz gerektigine inandığım bir söz...

 

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

اِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ اْلمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

 

Nefis ve malını Cenâb-ı Hakk'a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:

 

Bir zaman bir pâdişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan, hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder gider. Pâdişah, o iki nefere kemal-i merhametinden bir Yaver-i ekremini gönderdi. Gâyet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: Elinizde olan emanetimi bana satınız. Tâ, sizin için muhafaza edeyim, beyhûde zâyi olmasın. Hem, muharebe bittikten sonra size daha güzel bir Sûrette iade edeceğim. Hem, gûya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiat size vereceğim. Hem, o makine ve fabrikadaki âletler, benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiatı, hem ücretleri, birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâatını tedârik edemezsiniz. Bütün masârifâtı ve levâzımâtı, ben deruhde ederim. Bütün vâridatı ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr

 

 

içinde kâr... Eğer bana satmazsanız, zâten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhude gidecek, hem o yüksek fiattan mahrum kalacaksınız. Hem o nâzik, kıymetdar âletler, mîzanlar, istimal edilecek şâhâne madenler ve işler bulmadığından; bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasaret içinde hasaret...

 

Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Âdi bir esir ve başı bozuğa bedel, âlî bir pâdişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz.

 

Onlar, şu iltifâtı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

 

-Baş üstüne, ben mal-iftihar satarım. Hem, bin teşekkür ederim.

 

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbîn, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi, dünya zelzelelerinden dağdağalarından haberi yok. Dedi:

 

-Yok! Pâdişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam...

 

Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıbta ederdi. Pâdişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri, öyle bir hale giriftar olmuş ki: Hem herkes ona acıyor, hem de "müstehak!" diyor. Çünki hatâsının neticesi olarak hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azab çekiyor.

 

İşte ey nefs-i pürheves! Şu misâlin dürbünü ile hakikatın yüzüne bak. Amma o pâdişah ise, ezel-ebed Sultânı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mizanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve bâtırî hâsselerindir. Ve o Yâver-i Ekrem ise, Resul-i Kerim'dir. Ve o Ferman-ı ahkem ise, Kur'an-ı Hakîm'dir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-î azîmeyi, şu âyetle ilân ediyor:

 

اِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ اْلمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

 

 

Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki;

 

durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Mâdem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibkâ etmek çaresi yok mu?" deyip, düşünürken birden semavî Sadâ-yi Kur'ân işitiliyor. Der: "Evet var. Hem, beş mertebe kârlı bir Sûrette güzel ve rahat bir çaresi var."

 

Sual: Nedir?

 

Elcevab: Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var .

 

Birinci kâr: Fâni mal, bekâ bulur . Çünki Kayyûm-u Baki olan Zât-ı Zülcelâl'e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-i zâil, bâkiye İnkılâp eder, bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fena bulur, çürür. Fakat Âlem-i bekâda, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve Âlem-i berzah'ta ziyadar, mûnis birer manzara olurlar.

 

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiat veriliyor.

 

Üçüncü kâr: Her â'zâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ: Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'ûm ve müz'iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînânesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tâcizden kurtulmak için, gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, Saadet-i ebediyeye müheyya eden bir Mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar. Meselâ: Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız Bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir Mütâlâacısı ve şu âlemdeki Mu'cizat-ı san'at-ı rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâikayı, Fâtır-ı Hakîm'ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide nâmına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabri-

 

kasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zâika, Rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-i mahiri ve Kudret-i Samedaniyye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

 

İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede... Kâinat anahtarı nerede... Ey göz, güzel bak! Âdi bir kavvâd nerede... Kütüphane-i ilâhînin mütefennin bir nâzırı nerede... Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede... Hazine-i hâssa-yi Rahmet nâzırı nerede...

 

Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzaları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü'min Cennet'e lâyık ve kâfir Cehennem'e muvafık bir mâhiyet kesbeder. Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü'min, îmanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nesf-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.

 

Dördüncü Kâr: İnsan zaîftir, belaları çok. Fâkirdir, ihtiyacı pek ziyâde. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl'e dayanıp tevekkül etmezse ve îtimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azâb içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.

 

Beşinci kâr: Bütün o âza ve âletlerin ibâdeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, Cennet yemişleri Sûretinde sana verileceğine; ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

 

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.

 

Birinci hasâret : O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

 

İkinci hasâret: Emanette hıyânet cezasını çekeceksin. Çünki en kıymetdar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin.

 

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymetdar cihâzât-ı insâniyeyi,hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i ilâhiyeye iftira ve zulmettin .

 

Dördüncü hasâret: Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü, zaîf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.

 

Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediyye esâsâtını ve Saadet-i uhreviye levazımatını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel Hediye-i Rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir Sûrete çevirmektir. Şimdi satmağa bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat'â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i ilâhiyye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, târif edilmez. Vazife ise: Yalnız bir asker gibi Allah nâmına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabûl et, emanetini kabz etmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmîn demeli ve ona yalvarmalı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bende açıklamalı olarak yazayım. Anlamayan arkadaşlara yardımcı olabilir..

 

"ALTINCI SÖZ"

 

"Allah, inananlardan, mallarını ve canlarını, Cennet karşılığında satın almıştır" mealindeki âyetin bir açıklaması. Yetenek ve organlarımızın Allah için nasıl kullanılabileceğine dair pratik örnekler.”

 

"Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." (Tevbe Sûresi, 9:111.)

 

NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hakk’a satmak ve O’na abd (kul) olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:

 

Bir zaman bir padişah, raiyetinden (halkından) iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder (degişir), gider. Padişah, o iki nefere, kemal-i merhametinden, bir yaver-i ekremini (yüksek rütbeli bir memurunu) gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:

 

"Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude (boşuna) zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını (giderlerini) tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı (lazım olan şeyleri) , ben deruhte ederim (üzerime alırım). Bütün varidatı (gelirleri) ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!

 

"Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhude (boşa) gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek (işlenecek) şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret (zarar) içinde hasâret (zarar)!

 

"Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri (gözde bir askeri) olursunuz."

Onlar şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: "Baş üstüne! Ben maaliftihar (memnuniyetle) satarım, hem bin teşekkür ederim."

 

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından (karışıklıklarından) haberi yok, dedi: "Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam."

 

Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lûtfuna mazhar olmuş; has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki (yakalanmış ki), hem herkes ona acıyor, hem de "Müstehak!" diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.

 

İşte, ey nefs-i pürheves (heveslerinin peşinde koşan nefis)! Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mizanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin (sahip olduğun şeyler) ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî (görünmeyen) hasselerindir (organlarındır). Ve o yaver-i ekrem ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem (sağlam esaslar içeren buyruk) ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi (büyük ticareti) şu âyetle ilân ediyor:

 

"Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." (Tevbe Sûresi, 9:111.)

 

Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip (çevirip) ibka etmek (bakileştirmek) çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semavî sada-yı Kur'ân işitiliyor. Der:

 

"Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var."

 

Sual: Nedir?

 

El cevap: Emaneti sahib-i hakikîsine (hakiki sahibine) satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

 

Birinci kâr: Fânî mal beka bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî (her şeyi her an ayakta tutan Zat) olan Zat-ı Zülcelâle verilen ve O’nun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil (geçici ömür) , bâkîye inkılâb eder (dönüşür), bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta (kabir aleminde) ziyadar (parlak), munis (sevimli) birer manzara olurlar.

 

 

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

 

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin (duyuların) kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um (kötü) ve müz'iç (bunaltan) ve muacciz (rahatsız edici) bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini (hüzün veren acılarını) ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini (dehşetli korkularını) senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz (bereketsiz) ve muzır (zararlı) bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'aç (sıkıntı) ve tacizinden kurtulmak için, galiben (çoğunlukla) ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsi’ne satılsa ve O’nun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden (hazırlayan) bir mürşid-i Rabbanî (Allah’a yönelten yol gösterici) derecesine çıkar.

 

Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye (nefsin yasak arzu ve isteklerine) bir kavvad (çirkin işler için yol gösterici) derekesinde (aşağı derecesinde) bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîr’ine satsan ve O’nun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın (büyük kainat kitabının) bir mütalâacısı (tefekkür edicisi) ve şu âlemdeki mucizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin (Allah’ın sanat mucizelerinin) bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

 

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı (lezzet alan kuvveti) Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri (becerikli gözlemcisi) ve kudret-i Samedâniye matbahlarının (Rızıkların Vericisi’nin mutfağının) bir müfettiş-i şâkiri (şükreden denetleyicisi) rütbesine çıkar.

 

İşte, ey akıl, dikkat et! Meş'um (kötü) bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin (alim) bir nâzırı (gözlemcisi) nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı (Allah’ın özel hazinelerinin gözlemcisi) nerede?

 

Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık (layık) bir mahiyet kesb eder (özellik kazanır). Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min imanıyla Hâlık’ın emanetini O’nun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir (sarf etmesidir). Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre (kötülügü emreden nefis) hesabına çalıştırmasıdır.

 

Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler (neticesiz zorluklar), elemler, teessüfler (üzüntüler) onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.

 

Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif (imanın zevkine varan) ve ehl-i ihtisas ve müşahede (tefekkür ehli) ittifak etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret (zarar) içinde hasârete (zarara) düşeceksin.

 

Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin (aşırı bağlandığın) nefis ve heva ve meftun olduğun (aşık olduğun) gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

 

İkinci hasâret: Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

 

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi (duyu ve organlarını) hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp (indirip) hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.

 

Dördüncü hasâret: Acz ve fakrınla (güçsüz ve fakir olmanla) beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zeval ve firak sillesi (geçici ve ayrılacak olma tokatı) altında daim vâveylâ (feryad) edeceksin.

 

Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esasatını (baki hayatın temellerini) ve saadet-i uhreviye levazımatını (ahiret hayatındaki mutluluk için gerekli olanları) tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.

 

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?

Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye (farzlar) ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

 

 

"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek (almak) zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin" demeli ve O’na yalvarmalı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

X. SÖZ BİLMEM ALLAHIN KİTABI BANA YETER

KEHF SURESİ

28 Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın

 

29 Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan ****** kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.

 

30 Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!

 

31 İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.

 

32 İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

X. SÖZ BİLMEM ALLAHIN KİTABI BANA YETER

KEHF SURESİ

28 Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın

 

29 Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan ****** kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.

 

30 Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!

 

31 İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.

 

32 İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

 

 

Sen O X. söz dediğin şeyin ne oldugunu bir ögren sonra gel cevap yaz...

 

Aksi halde cok komik oluyorsun...

 

Senin X. söz dediğin zaten yazının basında ki ayetin tefsiri...

 

Risale de zaten Kuran tefsiridir...

 

Öğren de gel canım öğren de gel...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.