Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Kadın nedir? Kimdir? Dişi cinsten erişkin insan, kararlarını hür iradesiyle verebilen, soran, sorgulayabilen, gören, ne istediğini bilen,bilinçli ve etrafında olan bitenin farkında olan mıdır? Yoksa üzerinde hoyratça konuşulabilecek,eşya gibi alınıp satılabilecek, teşhir edilebilecek, iradesi elinden alınıp fikirleri hiçe sayılarak onun yerine karar mekanizması oluşturulabilecek bir nesne midir kadın?

Kadın kimdir günümüz toplumlarında? Bireydir.Toplumun olmazsa olmazı, temel taşlarındandır kadın. Kadın eştir, yarendir, geleceğimizdir, aydınlık yarınların mimarıdır, bilendir, eğriyi doğruyu ayırt edendir. Uzunca bir liste yapabiliriz değil mi?

Aslına bakarsanız, kadın olmak insan olmaktır. Erkek ya da kadın ayrımına gitmeden iyi insan olabilmektir işin özü. Peki, son günlerde Türkiye'de kadın kimdir? Gündem değiştirme aracı, yaşama hakkı bile elinden alınan, şiddete maruz bırakılan, cinayetlere kurban verilen, taciz ve tecavüz olaylarının mağduru daha sayamadığım ve asla kabul edemediğim niceleri.

Türkiye'de yaşamaktan ve bu yaratılan gündeme dair haberleri okuyup duymaktan utanan bir kadınım. İnanın bunları yazıyor olmak bile son derece tatsız ve rencide edici. Aydınlık ve güzel günlerde yaşayacağımıza dair hayallerimiz vardı ailecek. Annem ve babam beni ellerinden geldiği ölçüde iyiyi ve doğruyu göstererek büyüttü, okuyup meslek sahibi olabileceğim ortamı sağladı. Seçim yapmam gerektiği gün önümde iki seçenek vardı. İlki okuyup aydın bir birey olmak ve ailemi oluşturmak. İkincisi ise gelişen ve değişen dünyaya gözlerimi kapatıp cahil bir yaşam sürmek. Ben ilkini seçtim. Okudum,yeniliklere açık oldum. Bağnazlıktan, kötü fikir ve düşüncelerden uzak durdum. Modern dünyada bir ışık da ben olmak istedim. Asla karanlığı sevmedim, sevmem, sevemem. Bu dayatılan yaşamı da kabul edemiyorum. Günden güne kötüye giden bu ülke ve insanlarını anlamıyorum. Sanki ölü toprağı serpilmiş, sanki herkes derin bir uykuda. Kimse olan biteni sorgulamıyor. Düşünmüyor. Neden böyle olduk, neden?

Günlerdir kadın ve üzerinde yaratılan gündem herkesin dilinde. Kadın, insan temelinde hak ve özgürlüklere sahip, düşünen, sorgulayan birey olmalıdır. Aksini kabul etmek demokratik ve özgürlükçü toplumların sonunu getirir. Kadın tüm yaşamı boyunca özgür iradesiyle hareket etmeli, kararlarını kendi vermelidir. Yapılacak yasal düzenlemelerle kadının hakları elinden alınmamalı, kısıtlanmamalıdır. Kadın bedeni üzerinde tasarruf yetkisine sahip olmalı, yasal düzenlemeler kadının haklarını yok sayacak boyutta olmamalıdır. Oysa son günlerde konuşulan konu kadının yapacağı doğumun şekli ve tecavüz sonrası kürtaj olmalı mı olmamalı mı, kadın bebeği doğurduktan sonra devlet o çocuğa sahip çıkar noktasındadır.

"Kürtaj bir cinayettir" polemiğiyle başlayıp sonu gelmeyen tartışmalara neden olan "kadın", son derece saygısızca gündem malzemesi haline getirilmiştir. Günlerdir görsel ve yazılı basında, sosyal paylaşım sitelerinde binlerce başlık açılmış binlerce yorum yapılmıştır sanırım. Kimisi yapılacak olan düzenlemeyi yerinde buluyor, kimisi böyle bir düzenlemenin asla yapılmaması gerektiğini savunuyor. Peki kürtaj gerçekten yasaklanmalı mıdır? Tecavüze uğrayan kadın hamile kaldıysa bu bebeği doğurmak zorunda mıdır?

Kürtaja dini ya da siyasi açıdan bakmadan istenmeyen gebeliğin sonlandırılması ve salt sağlık konusu olarak da ele almak gerektiği düşüncesindeyim. Kürtaj, rahim içine yerleşmiş gebeliğin kendi isteğinizle ya da tıbbi zorunluluk nedeniyle yazılı onayınız alınarak çeşitli yöntemlerle son verilmesidir. Az gelişmiş toplumlarda istenmeyen gebeliklere kadınlar kendi bulduğu yöntemlerle son vermekte ve çoğu ölümle sonuçlanmaktayken kürtajın yasal düzenlemelerle yapıldığı gelişmiş ülkelerde kadın ölümlerinin önüne geçilmiştir.

 

Türkiye'de geçmişte modern yöntemlerle korunamadığı ve sağlıklı koşullarda kürtaj yaptıramadığı için kendi kendine çocuğunu düşürmeye çalışan birçok kadının öldüğü bir gerçektir.Yapılan araştırmalarda, dünyada anne ölümlerinin üçte bire yakınının güvenli olmayan düşüklerin sonucunda ortaya çıktığını, düşük ve kürtajla ilgili katı yasaklamaların olduğu ülkelerde yasa dışı ve güvenli olmayan koşullarda düşük talebi ve başvuruların arttığını ortaya koymaktadır.Sezaryen ve kürtajla gebeliğin sonlandırılması, belli koşullar çerçevesinde tıp etiği içerisinde yer almakta olup, bir sağlık hizmetidir. Bu sağlık hizmetinden yararlanmak, kadının en doğal insani haklarından biridir. 1965’te aile planlaması yöntemlerinin yasallaştırıldığı ve “isteyerek yapılan düşükler”e sadece tıbbi nedenlerle izin verildiğini ülkemizde, bu dönemde kürtaj sağlıksız koşullarda yapılmaya başlandı. Sağlıksız koşullarda düşük yapılması, anne ölümüdür. 1980’li yılların başında Türkiye’de yasak olmasına rağmen 1 yılda 400 bin düşük yapılıyordu. Bunun 50 bini, kadının kendi kurcaladığı tavuk teleği, kibrit çöpü, sabun koyma gibi yöntemlerle yaptığı düşüklerdi. Yasalardan önce her 2 anne ölümünden biri isteyerek düşüğe bağlıydı. Yasadan sonra bu oran binde 5’e düşmüştür. Şu anda ulaşılan düzey bu ve bu düzey gelişmiş ülkelerle aynı.Sağlık Bakanı Akdağ’ın 1983’te çıkan mevcut yasa ile ilgili olarak, “Kürtaj 12 Eylül’de oldubittiye getirildi” açıklaması son derece talihsiz bir açıklamadır. Yasanın hazırlanmasında çalışan doktorlar, kadın ölümleri düşüğe bağlı olmasın diye bu yasaya 13 yıl emek vermiştir. . 13 yıl üstünde uğraşılan bir iş için ‘aceleye getirilmiş’ denemez. Bu bir darbe yasası değildir ama devrim niteliğinde bir yasadır. Mevcut yasamızda yapılacak olan değişiklikler konusunda uzman kişilerin desteği alınarak yapılmalıdır. Mevcut yasamızda tıbbi, ahlaki, sosyal ve psikolojik olarak aksayan yönlerin tespit edilerek, bilimsel veriler doğrultusunda ve evrensel insan hakları sözleşmelerine aykırı olmayan bir yasa taslağı oluşturulmalı, yasa yürürlüğe girmeden kamuoyunda paylaşılmalıdır. Mevcut yasadaki süre sınırlamasının indirilmesi de konuşulan konular arasında. 10 haftalık yasal süre 4 haftaya düşürülmesi konusunda tartışmalar yersiz. Kadınlar, gebe kaldığını kendi fark edene kadar ya da derdini anlatıp bir hekime ulaşana kadar zaten o sınır aşılır. bu nedenle sürenin indirilmesi son derece yersizdir.

Tecavüze uğrayan kadının hamile kalması durumunda onun da bu yasağın içine alınması ve tecavüz bebeğini 9 ay taşıyıp her gün o tecavüzü hatırlaması ve onunla yaşaması istenmektedir. Doğurun, devlet bakar anlayışı nasıl kabul edilebilir? Bir kadına nasıl zorla bu çocuğu doğuracaksın denebilir, hele ki bu bebek tecavüzün sonucuysa. Doğan bebek kimin aile kütüğüne kaydedilecektir? Devlet baba mı?

Yukarıda bahsettiğim ve utanç duyduğum bu konularda umarım bilimsel ve mantıksal bir yaklaşımla yeni düzenlemeler yapılır. Yasa koyucu 1983 yasasının da gerisine mi gitmek istiyor? Anne ölümlerinin artmasını mı istiyor? bilinmez ama Türkiye bu gerilemeyi yaşamamalıdır. Hiçbir kadın istemediği bir doğuma zorlanmamalıdır. Doğurun, devlet bakar fikrinden vazgeçilmelidir.Simone de Beauvoir ünlü sözü "Ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzüne bile bakmaz." unutulmamalıdır.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.