Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dünya yeni bir Osmanlı'ya muhtaç


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

DÜNYA YENİ BİR OSMANLI'YA MUHTAÇ

 

 

 

Geçtiğimiz 20. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karmaşalı ve en husursuz bölgelerinden ikisi Balkan Yarımadası ile Ortadoğu oldu. Her iki bölge de büyük savaşlar, iç savaşlar, işgaller, gerilla hareketleri, etnik temizlikler, sürgünler, mülteciler gördü. Özellikle etnik ve dini farklılıklara dayanan çatışmalar, her iki bölgeyi de kan ve gözyaşı ile suladı.

 

Dahası, yüzyılın bitimine iki yıl kala, sözkonusu iki bölge de bu özelliklerini aynen koruyorlar. Her iki ülkede de zoraki bir barış rüzgarı estiriliyor, ama çatışmalara neden olan taraflar hala ayaktalar ve ilk fırsatta birbirlerine girmek için hazır bekliyorlar.

 

Oysa hem Balkan yarımadası hem de Ortadoğu bir zamanlar böyle değildi. Aksine, her iki bölge de asırlar süren bir istikrar, barış ve huzur dönemi yaşamıştı. Balkanlar'da 19. yüzyıla, Ortadoğu'da ise 20. yüzyıla kadar süren bu istikrarın nedeni ise, bu bölgelerdeki Osmanlı hakimiyetiydi.

 

Balkanlar'da Osmanlı Nizamı

 

Osmanlı İmparatorluğu Balkan yarımadasına 15. yüzyılın ikinci yarısında, Ortadoğu'ya ise 16. yüzyılın başlarında egemen oldu. Balkanlar'ı ele geçirdiğinde bölge birbiri ile daimi bir çatışma halindeki Hıristiyan halklarla doluydu. Sırplar, Bulgarlar, Hırvatlar ile "Bogomiller" (Boşnaklar) arasındaki çatışma, tam bir kaos doğurmuştu.

 

Bu coğrafyaya büyük bir askeri güç ve siyasi akıl ile giren Osmanlıların en önemli özelliği ise, bölgede barış ve istikrar kurmaları oldu. Osmanlı bölgedeki halkları son derece toleranslı bir sistemle yönetti. Daha önceden fethettikleri topraklardaki Müslümanları kılıçtan geçiren Haçlılar gibi davranmadı. Aksine, Balkanlar'daki halklara din özgürlüğü verdi ve herkesin inancını koruyabileceği, dahası tüm gerekleriyle yaşayabileceği bir sistem kurdu. Hiç bir zaman etnik temizlik, zorla din değiştirtme, asimilasyon gibi politikalara başvurmadı.

 

Bu sayede asırlardır çatışmalara ve savaşlara sahne olan Balkanlar, 19. yüzyıla kadar sürecek olan bir istikrar ve huzura kavuştu. Sırplar, Karadağlılar, Yunanlılar, Bulgarlar, Bosnalılar, Macarlar, Ulahlar, Yahudiler, Çingeneler... Tüm bu Balkan halkları hem kimliklerini koruyarak hem de birbirleriyle çatışmadan barış içinde yaşadılar.

 

 

Barışın Kuralı

 

Balkanlar'daki bu "Pax Ottomana", aslında siyasetin, sosyolojinin ve demografinin değişmez bir kuralına dayanıyordu: Birbirleriyle çatışma potansiyelindeki birden fazla toplumu huzur içinde bir arada yaşatmak, ancak sözkonusu toplumların üzerinde yer alacak güçlü bir otorite ile mümkündür. Böyle bir otoritenin var olmaması halinde, küçük grupların çatışmaları ve ortaya bir kaos çıkması kaçınılmaz olur. Çünkü küçük grupların her biri, birbirleriyle çatışan menfaatlere sahiptirler ve eğer onları zorlayan üst bir otorite olmazsa, bu menfaatlerden taviz vermezler. Taviz verilmediğinde ise kaçınılmaz olarak çatışma çıkar.

 

Güçlü bir otoritenin sağlayabileceği tek sonuç, sadece barış değil, aynı zamanda "birarada yaşama" kavramıdır. Kimi zaman bir bölgedeki taraflar arasında resmi bir barış imzalanmaz, ama taraflar birarada çatışmadan yaşamayı zımnen de olsa kabul ederler ve böylece istikrar sağlanır. Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün dünyanın sorunlu bölgelerinde askeri birlikleri bulundurarak üstlendiği görev, bunun en açık örneğidir.

 

İşte bu "barış sağlayıcı otorite" kavramı, Balkanlar'da ve Ortadoğu'da asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu oldu. Osmanlı yönetimi her iki bölgede de, hem yerel halklara kendi içlerinde kültürel bir özerklik tanıdı, hem de onları birarada yaşattı.

 

Osmanlı'nın siyaset stratejisinin temelini oluşturan "Nizam-ı Alem" kavramı, işte bunu ifade ediyordu. İmparatorluk sadece topraklarını genişletmeyi değil, aynı zamanda bu topraklara "nizam" getirmeyi hedefliyordu. Osmanlılar, Moğollar gibi dev topraklar ele geçirip sonra da buraları yağmalayan, yakıp-yıkan barbarlar değildiler. Aksine, ulaştıkları her yere düzen ve medeniyet götürdüler. Bu nedenle bugün Balkanlar'ın ve Ortadoğu'nun dört bir yanı Osmanlı camileriyle, medreseleriyle, kervansaraylarıyla doludur.

 

 

Balkanlar'daki Nizamın Sonu

 

Ancak Osmanlı'nın Balkanlar'a ve Ortadoğu'ya getirdiği nizam, 18. yüzyıldan itibaren aşamalı olarak bozuldu. 20. yüzyılın başlarında da tümüyle ortadan kalktı. Balkan devletleri 19. yüzyılın farklı aşamalarında Osmanlı'dan bağımsız oldular.

 

Ancak bağımsızlık, Balkan halklarına huzur ve istikrar getirmedi. Aksine, birbirleri ile toprak kavgalarına giriştiler. 1912-13 Balkan Savaşları, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin, bölgedeki nizamı nasıl yok ettiğini gösteriyordu: Balkan Devletleri I. Balkan Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün Rumeli topraklarını ele geçirdiler ve böylece Balkanlar'daki Osmanlı varlığına son verdiler. Ama aynı zamanda nizamı da kaldırmışlar ve yerine savaş ve kaos koymuşlardı: Osmanlı'dan geriye kalan toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle anlaşamadılar ve böylece II. Balkan Savaşı patlak verdi.

 

Osmanlı nizamının çökmesiyle birlikte başlayan bu Balkan karmaşası, bugüne kadar devam etti. Balkan Yarımadası, II. Balkan Savaşı'nın durulmasından kısa bir süre sonra bu kez I. Dünya Savaşı ile kana bulandı. İki Dünya Savaşı arasındaki dönem ise, Balkanlar'da komitacılar, çeteler, gerilla örgütleri boy gösterdi. II. Dünya Savaşı'nda ise Balkan yarımadası bir kez daha ve çok geniş çapta kana bulandı. Balkan toprakları bir kez daha kanlı içsavaşlara ve etnik temizliklere sahne oldu.

 

Balkanlar'daki bu karmaşanın II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte durulduğu, Soğuk Savaş ile birlikte bölgenin kalıcı bir istikrara kavuştuğu sanılıyordu. Oysa gerçeklerin hiç de böyle olmadığı Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana çok açık bir biçimde ortaya çıktı. Balkan milliyetçileri 1990'dan başlayarak yeniden birbirleri ile çatışmaya başladılar. Hırvatlar ve Sırplar arasındaki gerginlik, 1991'de savaşa dönüştü. Sırp saldırganlığı daha sonra Bosna-Hersek'teki Müslümanları hedef aldı. Balkanlar'daki gerginlik bugün ise Kosova merkezli olarak devam ediyor. Balkanlar'ın görülebilir bir gelecekte barış, huzur ve istikrara kavuşacağını ise kimse tahmin etmiyor.

 

Balkanlar'ın bu karmaşasının kökeninde ise, baştan beridir belirttiğimiz gibi, bölgedeki Osmanlı-sonrası düzenleme yatıyor. Bugün Balkanlar'da Osmanlı'nın miras bıraktığı topraklar üzerinde kurulmuş tam yedi devlet var: Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan... Bu devletlerin hiçbiri etnik yönden homojen değiller. Hepsinde etnik ya da dini azınlıklar var ve bu azınlıklar potansiyel bir gerginlik nedeni olarak duruyorlar. Ayrıca bu devletlerin aralarında uzlaşmaz çıkar çatışmaları var.

 

Oysa bu devletleri oluşturan halklar Osmanlı zamanında da vardılar ve aynı bölgelerde yaşıyorlardı. Ama Osmanlı üst bir otorite olarak bu halkları birarada yaşatmıştı. Bir asırdır süren sözkonusu "otorite boşluğu" ise, bölgenin "sahipsiz" kalmasıyla sonuçlandı. Bu otorite boşluğundan en çok zarar gören Balkan halkları ise, Osmanlı'nın bölgedeki en önemli mirası olan Müslümanlar oldular: Bosnalı ve Sancaklı Slav Müslümanlar, Arnavutlar, Pomaklar, Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan Türkleri, bölgenin en çok "sahipsiz" kalan insanlarıydı. Halen de öyleler. Ve kendilerine sahip çıkacak yeni bir Osmanlı'yı, yani "Osmanlı vizyonu"na ve misyonuna sahip bir Türkiye'yi bekliyorlar.

 

 

Ortadoğu'daki Nizamın Sonu

 

Balkanlar'dakine benzer bir süreç, 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başında Ortadoğu'da da yaşandı. Osmanlı'yı bu bölgeden sürmek ve kendi egemenliklerini bölgeye yaymak isteyen güçler ise, bu kez İngiltere ve Fransa'ydı. Özellikle de Ortadoğu'nun dünyanın en zengin petrol yataklarını barındırdığının farkedilmesiyle birlikte, bu iki güç Ortadoğu'yu paylaşma yarışına giriştiler. Bölge üzerinde benzeri hayalleri olan Almanya ve Rusya'yı I. Dünya Savaşı ile diskalifiye ettikten sonra da, bölgeyi gerçekten paylaştılar.

 

20. yüzyılda bölgeye üçüncü bir güç daha girdi: Siyonizm, yani Filistin'de bir Yahudi Devleti kurma hedefindeki Yahudi milliyetçiliği... Siyonistler Ortadoğu'ya henüz Sultan Abdülhamid zamanında girmek istemişler, ama Sultan'ın sert tepkisi nedeniyle beklemek zorunda kalmışlardı. Bölgenin Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğinden çıkması, onlar için altın bir fırsat oldu.

 

Osmanlı, Ortadoğu'yu I. Dünya Savaşı ile birlikte yitirdi. Savaşın ardından da Ortadoğu'da, bölgenin yeni hakimlerinin menfaatlerine uygun bir düzenleme yapıldı. İngiltere ve Fransa, eski Osmanlı vilayetlerinden yapay devletler oluşturdular. Bağdat vilayeti, "Irak" adlı bir devlete dönüştürüldü ve İngiliz egemenliğine bırakıldı. Halep ve Şam vilayetlerinden "Suriye" diye bir devlet çıkarıldı. Öte yandan, tarihsel olarak Suriye'nin bir parçası olan Beyrut ve çevresi, "Lübnan" adıyla ayrı bir devlete dönüştürüldü. Daha güneyde, Ürdün nehrinin batı yakasında ise, o zaman kadar sadece coğrafi bir bölge olan "Filistin" bir devlet haline getirildi. Nehrin doğu yakasında ise "Transjordan" (Ürdünötesi) adlı bir devlet kuruldu. Bir süre sonra sadece "Ürdün" olarak bilinecekti.

 

Bu devletlerin hiç biri etnik ya da dini bir birliğe dayanmıyordu. Irak denen ülkede, birbirlerinden çok uzak üç ayrı grup vardı; Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar. Suriye daha da karışıktı. Sünni Araplar, Alevi Araplar, Dürziler, Kürtler... Hepsi bu yeni devletin çatısı altında yaşıyorlardı. Filistin'de ise Arapların yanında giderek artan ve kendi devletlerini kurmayı hedefleyen bir Yahudi nüfusu vardı. Lübnan ise Hıristiyan Araplar ile Müslüman Arapları barındırıyordu. Ancak bu iki temel kategori de kendi içlerinde mezhep farklılıklarıyla bölünmüşlerdi.

 

Osmanlı sonrasında oluşan bu karmaşık Ortadoğu'nun bir başka özelliği ise, sınırların tamamen masabaşında ve cetvelle çizilmiş olmasıydı. Sınırlar herhangi bir etnik temel gözetilerek değil, sadece Fransa ve İngiltere'nin çıkarlarının öngördüğü şekilde belirlendiler. Böylece ortaya tam bir mozaik çıktı. Ancak barış ve birarada yaşamaya uygun bir mozaik değil, çatışma ve savaşa uygun bir mozaik. Nitekim Siyonizm, bir devlet haline gelip İsrail'e dönüştükten sonra, bu mozayiği kullanarak Arap devletleri arasındaki çatışmaları ya da devletler içindeki içsavaşları körükleme imkanı elde edecekti.

 

Ortadoğu'da bir yüzyıldır devam eden, özellikle de İsrail'in kurulmasından bu yana şiddetlenen karmaşanın nedeni, işte bu Osmanlı-sonrası düzenlemeydi. Osmanlı sonrasında oluşan "otorite boşluğu" hiç bir zaman doldurulamadı. Fransa ve İngiltere Ortadoğu'ya istikrar değil, çatışma getirdiler. İngiltere'nin koruyucu kanatları altında gelişen Siyonizm, kısa sürede hem bölgenin geneline hem de bizzat İngiltere'nin kendisine yönelik bir tehdit haline geldi.

 

Fransa ve İngiltere'nin yeni kurdukları devletlerde yaptıkları düzenlemeler de istikrar bozucu nitelikteydi. Örneğin Suriye'deki Fransız yönetimi, ülkede azınlık durumunda olan Alevileri Sünnilere karşı kayırdı ve bugün hala sürmekte olan azınlık iktidarına zemin hazırladı. Bu politika, Suriye'de kalıcı bir Alevi-Sünni çatışmasının tohumlarını da attı.

 

 

 

Sömürgecilerin Mantığı

 

Osmanlı sonrasında Ortadoğu'da kalıcı bir düzen ve istikrar oluşturulmamasının nedeni, sömürgecilerin bunu yapabilecek bir güce sahip olmamaları değil, bunu yapmak için gerekli olan stratejik anlayışa sahip olmamalarıydı. Osmanlı, ele geçirdiği bölgelere "nizam" götürmeyi İlahi bir görev sayan bir anlayışla yönetiliyordu. Sömürgeciler ise sadece kendi menfaatlerini gözettiler ve bu menfaatler düzensizlik gerektirdiğinde düzensizlik meydana getirdiler.

 

Bugünün siyasi literatürüyle, Osmanlı İmparatorluğu "moralpolitik" (ahlaki) bir stratejik vizyona sahipti. Sömürgeciler ise "reelpolitik" (katıgerçekçi) bir vizyonla hareket ettiler. Bu nedenle, eğer kısa vadede kendilerine menfaat sağlıyorsa, bir ülkeyi uzun vadede karmaşa ve istikrarsızlığa sürükleyecek politikalar izlemekten çekinmediler.

 

İngiliz ve Fransız sömürgeciliği hep bu reelpolitik mantıkla hareket etti. Ama bu mantık Ortadoğu'daki halkların nefretini kazanmalarına yol açtı. Bu nedenle İngiltere ve Fransa Ortadoğu'da çok az bir süre kalabildiler. Arap ülkelerinin başına geçirdikleri kukla liderler, II. Dünya Savaşı'nın ardından birer birer devrildi. İngiltere ve Fransa'nın Ortadoğu macerası da böylece sona ermiş oluyordu.

 

İngiltere ve Fransa'nın ardından gerek Ortadoğu'ya gerekse dünyanın başka bölgelerine egemen olan emperyal güç ise elbette ki ABD oldu. Ancak ABD de aynı reelpolitik vizyonu izledi. Bu nedenle Üçüncü Dünya'nın dört bir yanında kanlı rejimleri destekledi, faşist cuntalarla işbirliği yaptı, terörist gruplara yardım etti. Vietnam'ı bu reelpolitik vizyonla harabeye çevirdi. ABD'nin "nizam" getirme gibi bir amacı yoktu, sadece kendi uluslararası şirketlerinin ve silah endüstrisinin çıkarlarını arıyordu.

 

ABD'nin Ortadoğu'daki stratejisi de aynı yönde gelişti. ABD'nin Ortadoğu'daki varlığı, Ortadoğu'ya "nizam" getirmedi. Aksine, İsrail saldırganlığını ısrarla destekleyerek bölgedeki kaosun temel nedenlerinden biri oldu. Bugün de hala durum böyledir. ABD'nin zoruyla yürüyen barış süreci, Filistin tarafına getirdiği dayatmalarla, bölgede yeni sıkıntılara yol açacak bir niteliktedir.

 

ABD'nin eski Osmanlı coğrafyası olan Balkanlar'daki stratejisi de yine bölgeye istikrar ve huzur getirecek nitelikte değildir. Washington'ın Sırp saldırganlığına 1991'den 1995'e kadar dört yıl boyunca hiç bir ciddi tepki göstermemesi bunun bir göstergesiydi. 1995'te imzalanan Dayton Anlaşması ise, Alia İzzetbegoviç'in de belirttiği gibi, bölgeye adalet değil, sadece barış getirdi. Bugün Balkanlarda Osmanlı'nın mirası olan müslüman halklar, hala "otorite boşluğu"nun tehdidi altındadırlar.

 

Ve tüm bunlar, Türkiye'nin önüne hem stratejik bir fırsat, hem de tarihi bir misyon yüklemektedir.

 

Türkiye'nin Osmanlı Mirası

 

 

Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi olarak, eski Osmanlı toprakları üzerinde bir nüfuz elde etme imkanına sahip olduğu zaman zaman dile getirilen önemli bir gerçektir. Ancak bundan daha da önemli olan, Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'ya "nizam" getirmiş olan yegane gücün mirasçısı olmasıdır.

 

Bu mirasın Türkiye'ye ne gibi bir stratejik ufuk kazandırdığına, üç ayrı yönde bakabiliriz. Birinci yön, Balkanlar, ya da bizim eski "Rumeli"dir. Bu bölgedeki ülkelerin hepsi eski Osmanlı vilayetleridirler. Dahası, bu ülkelerin hepsinin içinde Osmanlı'dan kalan bir "Türko-İslami" nüfus vardır ve bu nüfus; Batı Trakya, Bulgaristan Türkleri, Müslüman Pomaklar, Makedonya, Arnavutluk, Sancak, Bosna-Hersek hattında ilerleyen ve Balkanları ortasından ikiye bölen bir "yeşil kuşak" oluştururlar. Bu kuşak, eğer iyi değerlendirilirse, Türkiye için potansiyel bir etki alanıdır. Türkiye bu kuşak üzerindeki Müslüman ve Türk nüfusun haklarını koruyarak bölge siyaseti üzerinde söz sahibi olabilir.

 

Ortadoğu'ya baktığımızda bu bölgenin de eski Osmanlı vilayetlerinden müteşekkil olduğunu görürüz. Bu durum Türkiye için büyük bir avantajdır. Türkiye bu tarihsel mirası daha etkili bir biçimde sahiplense, Ortadoğu'daki taraflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynayabilir, bölgede büyük bir nüfuz elde edebilir. Fransa bile, bölgeye olan uzaklığına rağmen, Suriye ve Lübnan'da geçirdiği bir kaç on yıllık sömürge döneminin hatırasına, Ortadoğu'da nüfuz elde etmeye çalışmaktadır. Hem de bölgeye "nizam" değil, karmaşa getirmiş bir güç olmasına rağmen.

 

Üçüncü yön olan Kafkaslar/Orta Asya bölgesinde de yine Türkiye için büyük bir potansiyel nüfuz alanı vardır. Kafkaslar, tarih boyunca Rus zulmünden kaçarak Osmanlı'ya sığınmış Müslüman kavimlerin diyarıdır. Orta Asya ise, Osmanlı toprağı olmasa da, Türklük bağıyla Türkiye'ye bağlıdır.

 

Bu tabloya baktığımızda Türkiye'nin stratejik ufuklarının çok geniş olduğunu görürüz. Türkiye, eğer sahip olduğu Osmanlı mirasını ekonomik ve siyasi güçle desteklerse, gerçekten de 21. yüzyılda çok önemli bir bölgesel güç olabilir. Bu durumda Avrupa ve ABD nezdindeki güç ve prestiji de tahmin edilemeyecek derecede artacaktır. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya/Orta Aysa gibi dünyanın sıcak bölgelerinde söz sahibi olan bir ülkenin gücünün, Amerikalı ve Avrupalı stratejistlerin değerlendirmelerinde önemli yer tutacağı açıktır.

 

Ancak tüm bu saydığımız stratejik yaklaşım siyasi ve ekonomik güç kadar vizyon da gerektirir. Bu vizyonun temelinde ise Türkiye'nin kendi kimliğini doğru tanıması ve tanımlaması geliyor. Türkiye'ye stratejik bir etki alanı kazandıran en önemli faktör, baştan beri vurguladığımız gibi, Osmanlı mirasıdır.

 

Türkiye bu Osmanlı mirasına ciddi bir biçimde sahip çıkmalıdır. Bu noktada yapılması gereken önemli işlerden biri, Osmanlı'nın kurmuş olduğu "nizam"ı tarihsel delilleriyle ortaya koymak ve dünyaya anlatmaktır. Bugün Balkanlar'daki Sırp milliyetçileri ya da Arap ülkelerindeki aşırı Arap milliyetçileri, Osmanlı'yı Balkanlar'ı ya da Ortadoğu'yu sömürmüş emperyalist bir güç olarak resmetme çabasındadırlar. Bu asılsız ancak etkili propagandaya karşı Türkiye tarihsel gerçekleri ortaya koymalı, Osmanlı döneminde Balkanlar ve Ortadoğu'da nasıl bir istikrar, adalet, barış ve nizam kurulduğunu izah etmeli ve bu tarihsel gerçeği aktif politikaları için temel haline getirmelidir. Bu nedenle Türkiye'nin tarihçileri, sosyologları ve tüm tanıtım-propaganda imkanları seferber edilmelidir.

 

Bu tür bir stratejik kültür politikasının son derece etkili olacağından kimse kuşku duymamalıdır. Türkiye'nin stratejik ufku, Osmanlı mirasına sahip çıkabilmesiyle orantılı olarak genişleyecektir. Türkiye'nin 21. asırda bir bölge gücü haline gelmesi, tarihsel ve dini kimliklerin giderek daha önemli hale geldiği dünyaya damgasını vurabilmesi, ancak böyle mümkün olabilir.

  • Cevaplar 168
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
ESKISINDEN NE HAYIR GÖRDÜK DE YENISINI ARIYORSUN DIYE SORMAZLAR MI ADAMA  :D  :D

10021[/snapback]

 

Irakta, Filistin de bile ah Osmanlı diyenler var...

 

ABD li siyaset bilimcileri Osmanlı politikalarını araştırıyor...

 

LÜTFEN...

Gönderi tarihi:

Osmanlı yı hiçbir şeyden anlamayan ittihatçılar yıktı...

 

M.Kemal yepyeni bir devlet kurarak bu milleti yok olmaktan kurtardı...

 

Kim diyor 2. Osmanlı diye???

 

Osmanlı nın pozitif bir çok yanı var...

 

Bunlar örnek alınmalı...

 

Her şeye rağmen geçmişe saygı duyulmalı diyorum ben...

 

Her konuda batılılar harika ama Osmanlı ya içten içe ( bize çaktırmadan) saygı duyunca bu adamlar kendi çapında çalışıyor mu oluyorlar???

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Onlar arastiradursun. Ati alan dereyi gecti.

Ayni suda tekrar yikanilmaz.

Ikinci bir osmanliyi yikmak icin de ikinci bir M.Kemale de ihtiycimiz yok.

Biri bize yeter.

saygilar

10192[/snapback]

CANUĞUR arkadaşım senin osmanlı düşmanlığına bir anlam veremiyorum....

Gönderi tarihi:
Onlar arastiradursun. Ati alan dereyi gecti.

Ayni suda tekrar yikanilmaz.

Ikinci bir osmanliyi yikmak icin de ikinci bir M.Kemale de ihtiycimiz yok.

Biri bize yeter.

saygilar

10192[/snapback]

CANUĞUR arkadaşım senin osmanlı düşmanlığına bir anlam veremiyorum....

10664[/snapback]

 

abi ben Türkleri seviyorum.

tarih seviyesi gercekten düsük olanlar osmanlinin türk düsmani oldugunu anlayamadi, anlayamayacaklar da.

Bu konularda hic bir sey gizli degil carpitilmis da degil, yalnizca okumak yeterli.

Osmanli iyi ki sürmedi, Türk insani tekrar basini göklere yükseltti atatürk sayesinde:Yoksa halimiz gercekten harapti.

 

BAKINIZ OSMANLIDAN GINA GELMIS NEYZEN´IN BIR SIIRI BANA YETER:

 

Sen kimsin ki orucumu sorarsın?

Hakikaten gözün yoksa haramda

Başı açığa neden türban sorarsın?

 

Rakı, şarap içiyorsam sana ne

Yoksa sana bir zararı, içerim

İkimiz de gelsek kıldan köprüye

Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

 

Esir iken mümkün müdür ibadet

Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et...

Senin gibi dürzülerin yüzünden

Dininden de soğuyacak bu millet.

 

İşgaldeki hali sakın unutma

Atatürk'e dil uzatma sebepsiz

Sen anandan yine çıkardın amma

Baban kimdi bilemezdin ******.

Neyzen tevfik.

Osmanli döneminde emperyalistler saf hocalari öyle kandirmislardi ki, halik üzerine kilise engizisyonu gibi baski uyguluyorlardi. Bunlara bakin fatihin sakalindan önce arkadaslar. Anadolu Türk´ü inim inim inliyordu osnamlinin altinda?

Savaslarin sahte yaldizlarindan, anadoluya cevirin gözlerinizi.

Gönderi tarihi:

Şaçmala lütfen Osmanlının Türk düşmanlığından bahsediyorsun gerileme ve yıkılma sürecünde bazı aksaklıklar oldu tamam...

ama yükselme dönemini görmezden gelemezsin Dünyada Türk ismi tarihe altın harflerle yazılmıştır...

 

anadolu için;

oğuzlar-b.selçuklular-a.selçuklular-os.im.-Türkiye ***.

bunların hepsi bir süreçtir

Gönderi tarihi:
Şaçmala lütfen Osmanlının Türk düşmanlığından bahsediyorsun gerileme ve yıkılma sürecünde bazı aksaklıklar oldu tamam...

ama yükselme dönemini görmezden gelemezsin Dünyada Türk ismi tarihe altın harflerle yazılmıştır... 

   

  anadolu için;

    oğuzlar-b.selçuklular-a.selçuklular-os.im.-Türkiye ***.

    bunların hepsi bir süreçtir

10737[/snapback]

yükselme dönemi fetih dönemidir arkadasim.

ben anadoluyla yetinmeyip koca avrupaa göz diken ganimetci osmanlidan bahsediyorum.

Isgal edilmis yerlerdenalinan zoraki vergilerle övünmüyorum.

Kendi ic dinamigi ile ne yapti osmanli?

hic. koca bir hic.

Eger dogru bir seyler yapsaydi, cökmezdi degil mi.

Bizans ta benzer bir büyüme sendromu ile sonunda koca bir cinar gibi cöktü.

saygilar

Gönderi tarihi:

Her başlangıcın bir bitişi de vardır...

 

Biz her türlü artısına eksisine sövmeyin diyoruz...

Gönderi tarihi:

Gerçek şı ki osmanlı günümüzün ABD'si ve 100 yıl öncesinin İngiltere'si gibi çağının emperyal bir gücüydü.Fakat aralarındaki en büyük fark bu diğer iki gücün dünyanın geri kalanını kendi halkının refahı ve yaşam standartını kendi doğduğu ana toprakları üzerinde yükseltme düşüncesindeyken,osmanlı'nın kendi öz anadolu Türk halkına sırtını dönüp,onu sadece tarlada ve savaş olunca da orduda kullanılacak harcanabilir kuvvet olarak görmesiydi.

 

Acaba Osmanlıyı ve onun Türk halkına kazandırdıklarını ballandıra ballandıra anlatanlar Anadolu'da kaç osmanlı eseri olduğunu saydımı.Gelen her padişah kendine kendi hanedanının başkentinde yeni saray yapma sevdasıyla devşirme yeniçerilere ulufeler dağıtırken,anadolu halkının yüksek toprak vergileri altında ezilmesini,aç kalmasını,Celali ayaklanmalarının nedenlerini,Türk halkının kendi soyundan gelen bir hanedanın kurduğu devlet de devlet yönetiminde değil ordu da bile adının anılmadığını,dönemin osmanlı lugatlarında ve osmanlı sarayında Türk kelimesinin ne anlamda kullanıldığını,kendilerini Türk olarak görüp görmediklerini,ayaklanmalara son vermek için onlarca yıl süren ,Türk kelimesinden bile nefret eden eden devsirme paşalar tarafından yapılan Türk soykırımlarını okudular mı?

 

Yaşadığınız şehirleri bilmiyorum ama eğer Osmanlıya başkent etmiş bir şehirde yaşamıyorsanız bulunduğunuz şehirde Osmanlıya ait kaç eser sayabilirsiniz.Benim memleketim İzmir'de bile bildiğim tek Osmanlı eseri Konak meydanında 1900'lü yılların başında yapılan saat kulesidir.Osmanlının önemli eserlerinin çoğu ise ya başkentlerinde ya da devşirme,Türk olmayan devlet adamlarını seçtiği balkan ülkeleridir.

 

Anadolu 600 yıl boyunca Osmanlı tarafından uğramış olduğu dışlanmışlığı Atatürk tarafından kurulan cumhuriyetle hala sarmaya çalışıyor ve daha da başarabilmiş değil.

 

Burda Osmanlı aşkıyla yanıp tutuşanların tarihe at gözlükleriyle değil objektif biçimde,araştırarak bakmalarını öneririm...

Gönderi tarihi:

Türkler bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir... Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır... Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun. (1)

 

Fransız şair Lamartine

 

Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus'a yanaşmayın, haindir sizi yok eder. Fakat kendinizi Osmanlılara emanet edin, adil ve merhametlidirler.(2)

 

 

Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın

oğullarına vasiyeti

 

Yirmi yedi yıl kadar önce bazı Protestan Fransızlar padişahın ülkelerinden birine sığınmayı tasarladılar. Bu kararlarının birinci sebebi katolik Fransa'nın Protestan Fransızlara karşı devamlı zulmü, ikinci sebebi ise Türklerin bütün dinlere karşı cihanşümul ve değişmez müsamahası idi.(3)

 

Cenevizli Chenier

 

Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Osmanlıların idaresi fakirlere daha hayırlıdır.(4)

 

Protestan mezhebinin Kurucusu Martin Luther

 

1526'da (Mohaç'a giden) 200.000 kişi, ekilmiş tarlalara ayak basmadan ve tek bir ot koparmadan imparatorluğun Rumeli yakasını bir baştan bir başa geçmiştir.(5)

 

Fransız Yazar J. Michelet

 

Türk hakimiyetinden yerli Hıristiyanlar bu bakımdan da memnundular ki Türkler gelmeden önce ülkeleri devamlı asayişsizlik ve tahribat içindeydi. Şimdi ise sükun hüküm sürüyordu... Viyana bozgunundan sonra Venedikliler geçici olarak Sakız ve Mora'yı işgal ettiler. O kadar zulüm yaptılar ki, Sakız ve sonra Mora'ya Türkler dönünce yerli Rumlar onları büyük sevinçle karşıladılar.(6)

 

Fransız Tarihçi Fernard Grenard

 

Padişahın imparatorluğunda herkes kendi halinde bahtiyar olabilirdi. Mutlak bir dini hürriyet hüküm sürerdi ve kimse şu veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir zorlukla karşılaşmazdı.(7)

 

Ünlü Türkolog Franz Babinger

 

 

Kaynaklar:

 

1 Derleyen Mutlu Altay, Türkler İçin Ne Diyorlar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Diyanet Vakfı İstanbul Araştırma Merkezi Kütüphanesi, s. 18-19

2 E. Esenkova, Türk Düşüncesi, 1955 Şubat, s. 196

3 Joseph Hammer-Purgstall, Histoire de l'Empire Ottoman, Depuis son Origine jusqu'à nos jours, Paris 1839, XV. 350

4 Mehmed Niyazi, Medeniyet Ülkesini Arıyor, İst. 1991, s. 51, Tuğra Neşriyat

5 Ali Ünal, Müslüman Türk'ün Dünyası ve Sürülmeye Çalışılan Lekeler, 23 Ocak 1997, Zaman Gazetesi

6 N. Iorga, Histoire des Etats Balcaniques, Paris 1925, s.4

7 Mahomet II, Le Conquerant et Son Temps 1432-1481, Paris 1954, s. 502

Gönderi tarihi:

Selçuklular, Anadolu'ya gelen Kayı Türkleri'ni Bizans sınırına yerleştirmişlerdi. İşte böyle ortaya çıkan Osmanlı Beyliği bu avantajı iyi kullanarak kısa sürede büyük bir devlet haline geldi. Bizans topraklarındaki siyasi, dini ve ekonomik baskılarından bunalan azınlıklar bir kurtuluş yolu arıyorlardı. Bu yıllarda, Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Köprühisar bölgeleri Osmanlı yönetimindeydi. Buralardaki azınlıkların temel hak ve özgürlüklerine herhangi bir müdahalede bulunulmuyor; azınlıklar dinlerini ve geleneklerini özgürce yaşayabiliyorlardı. Osmanlı Devleti'nin, toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği şefkatli tavır kısa zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum, birçok şehrin hiçbir direnç göstermeden Osmanlı idaresine geçmelerine yol açtı.

 

Orhan Gazi

Örneğin, Bursa'nın fethi bu şekilde oldu. Civar yerleşim merkezlerindeki adil ve merhametli idareden etkilenen Rumlar, Bursa'nın fethi sırasında Osmanlı akıncılarına karşı koymadılar. Orhan Gazi'nin "neden teslim oldunuz?" sorusuna Bursa Rumları'nın verdiği cevap bu gerçeğin dile getirilişiydi:

 

"Senin baban nice zamandır Bursa'nın köylerini zaptedip kendine bağladı, onlar rahat ve emniyet içinde yaşarlarmış. Biz de onların rahatlığına heves ettik." 17

 

Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Dimitri Kantemir'in Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi adlı eserinde, İznik'in Osmanlı yönetimine geçişiyle ilgili şu ifadelere yer verilir:

 

"İznik şehri ahalisi kendisine (Orhan Gazi'ye) elçiler gönderir ve hayatlarının bağışlanması ve İstanbul'a gitmeleri için izin verilmesi isteğinde bulunurlar. Orhan Bey de beklenilmeyen bir yüce gönüllülükte bulunarak, salt sağ-salim gitmelerine izin vermekle kalmaz, beraberlerinde götürebilecekleri kadar mal ve eşyalarını da almalarına müsaade eder. Orhan Bey'in bu merhametli davranışı karşısında duygulanan İznik halkı, malikane ve evlerinde özgür kalmayı ve gönüllü olarak Osmanlı Devleti'ne haraç vermeyi yeğlerler… Orhan Bey'in uyruğuna karşı olan bu yüce gönüllülüğü ve insanlığının ünü, bütün komşu ülkelere yıldırım hızıyla yayılıverir. O kadar ki, içlerinden birçoğu kuşatma korkusundan kaçan salt İznikliler değil, Türk kuvvetlerinin henüz erişemediği öteki kent ahalisi de yığın halinde İznik'e gelmeye başlarlar. Bunun sonucu İznik'in nüfusu bir yıldan az bir zaman içinde İstanbul'la yarışacak kadar çoğalır." 18

 

 

TÜRK -İSLAM ADALETİ RUMELİ TOPRAKLARINDA

 

 

Osmanlı Devleti'nin, toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği şefkatli tavır kısa zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum, birçok şehrin hiçbir direnç göstermeden Osmanlı idaresine geçmelerine yol açtı.

 

Türklerin Anadolu'da hakimiyeti ele almalarının öncesinde Anadolu'da yaşanan toplumsal bunalımın benzeri Rumeli'de de yaşanıyordu. Halk yönetime karşı toplumsal bir patlamanın eşiğine gelmişti. Ortodoks ve Katolikler arasında mezhep çatışmaları sürerken, Bogomil mezhebine bağlı olan Boşnaklar iki mezhebin baskısı altında eziliyorlardı.

 

Osmanlıların Balkanlar'da ilerleyişinin kolay gerçekleşmesi ise şüphesiz tebaasına gösterdiği merhamet ve adalet ile yakından ilgilidir:

 

"13. yüzyılın sonlarında ve 14. yüzyılın başlarında Bizans şehirleri ekonomik ve siyasal bakımdan parçalanmıştı. Rakip hükümdarlar ve savaşçı asilzadelerin idaresinde sosyal ve dini kavgalarla yıpranmış olan Balkan Yarımadası istilaya elverişli idi. Türkler ülkeyi ele geçirince, toprağı yoksul köylülere dağıttıkları için halk onları kurtarıcı gibi karşıladı. Büyük toprak sahiplerini ortadan kaldıran Türkler, Balkanlar'da derebeyliğe son verip küçük çiftçilere geniş imkanlar tanıdılar. Toprağa kavuşan köylü, Türk idaresini memnuniyetle kabul edip sadakatle bağlandı. Hem Katolik hem de Yunan Ortodoksların zulmüne uğramış olan Bogomil mezhebinden birçok kişi Türklere bir kurtarıcı gözü ile baktılar." 19

 

 

BALKAN MİLLETİNİN GERÇEK KORUYUCULARI: TÜRKLER

 

Balkan milletleri bugün varlıklarını sürdürüyorlarsa; bunun tek nedeni, Osmanlı Devleti'nin onları zorla Türkleştirme ve Müslümanlaştırma siyaseti izlememesidir. Romanya eski Adliye Nazırlarından Constantin Dissescu, Romenlerin Türklere duydukları hisleri şöyle dile getirmiştir:

 

"Kim ne derse desin, biz Romenler bugünkü mevcudiyetimizi Türklerin ulvi cenabına borçluyuz. İdareleri altına aldıkları milletlere karşı hakiki bir şefkat, mürüvvet ve müsamahakarlık ile muamele, onların dillerine, milli ve dini müesseselerine müsaade etmemiş olsaydılar, onların yerine biz herhangi bir komşu milletin tahakkümü altına girmiş bulunsaydık, bu anda yeryüzünde bir tek Romen kalmazdı." 20

 

 

İstanbul'un fethinden sonra Fatih'in, II. Gennadios Sholarios'a Patriklik beratını verişini simgeleyen mozaik pano.

Balkanlar'da Bizans ve derebeylerine tepki olarak Osmanlı yönetimi altına kendi i4stekleriyle giren Bulgar halkı, Türklerin Balkanlar'a girişini sevinçle karşılayan milletler arasındaydı:

 

"Bulgaristan Türklerin idaresine geçtikten sonra Bulgarların sesleri bir daha çıkmadı. Çünkü halk, Bulgar kralları idaresinde görmedikleri rahatı, huzuru ve sükunu Türk idaresinde bulmuşlardı." 21

 

Yunan milletinin başka toplumlar içinde kaybolup gitmemesinde Türklerin rolü, tarihçi Nikos Bees tarafından şöyle ifade edilir:

 

"Türk hakimiyeti devrinde Mora'da Yunanlılığın bekasına hizmet eden amiller (etkenler) arasında Osmanlıların bahşetmiş olduğu siyasi haklar büyük rol oynamıştır." 22

 

Yüzyıllar boyunca Arnavutlar, Elenler ve Slavlar'la sürekli bir mücadele içinde olmuşlardır. Arnavutlar'ın yok olmaktan kurtulmasının iki temel nedeni vardır: Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da adil bir düzen kurması ve Arnavutlar'ın Müslümanlığı kabul etmeleri.

 

Profesör Tayyip Gökbilgin'in şu yorumu aslında konuyu çok güzel özetlemektedir:

 

 

"Batı dünyasının hiçbir yerinde ayrı bir dine hatta bir mezhebe tahammül edemeyen ve yaşatmayan sistem, Osmanlı Devleti'nde de mevcut olsaydı, bugün ne Sırp ne Bulgar ne de Yunan vs. ismine rastlanmazdı. Tarihin muhtelif devirlerinde isimlerini bırakarak kendileri kaybolan veya başka milletler içinde eriyen kavimler gibi olurlardı." 23

 

 

BOŞNAKLAR VE TÜRKLER

 

Balkanlar'da yaşayan Boşnaklar Bogomil mezhebine bağlıydılar. Bu mezhep Hıristiyanlığın dejenere olmuş unsurlarının çoğunu reddediyordu. Bu durum Katolik ve Ortodoksların büyük tepkisine neden oluyordu. Türklerin Balkanlar'a gelmeleri büyük zulüm gören Boşnaklar için bir umut ışığı oldu. Bogomil mezhebine mensup olan Boşnaklar Türklerin Balkanlar'a hakim olmasıyla birlikte Katolik ve Ortodokslarla eşit haklara sahip duruma geldiler.

 

Bosna-Hersek'in fethi ile birlikte Türklere yakınlık duyan Boşnaklar kitleler halinde İslam dinini kabul etmeye başladılar. 15. yüzyılın sonlarında Boşnaklar'ın tamamı Müslümanlığı kabul etmişti.

 

Boşnaklar Müslüman olduktan sonra Osmanlı yönetiminde önemli görevler aldılar. Osmanlı tarihindeki dokuz sadrazam, çok sayıda komutan, vali ve devlet adamı Boşnak asıllıydı.

 

Burada üzerinde durulması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O dönemde, Katolikler tarafından ezilen Ortodoks Sırplar da Türklerin Balkan topraklarına adım atmasından rahatsızlık duymuyorlardı. Türklerin kendi inançlarını istedikleri gibi yaşamalarına izin vereceklerinden eminlerdi. Öyle de oldu. Türk adalet ve hoşgörüsü üç asır boyunca Sırp topraklarında hüküm sürdü. Sırplar, Türk yönetiminden duydukları memnuniyeti onlarla birlikte savaşlara katılarak ve vergilerini ödeyerek gösterdiler.

 

TÜRKLERİN DİĞER MÜSLÜMAN MİLLETLERE YAPTIKLARI YARDIMLAR

 

İspanya'nın güneydoğusunda kurulan Endülüs Devleti, uzun bir süre Müslümanların diğer halklarla birlikte huzur ve refah içinde yaşamalarına imkan sağlamış; İslam medeniyetinin Avrupa'da tanınmasına ve yayılmasına büyük katkıda bulunmuştu. Endülüs Müslümanları Hıristiyan saldırıları karşısında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca, Sultan II. Beyazıt'a elçi göndererek acil yardım talep ettiler. II. Beyazıt bu duruma kayıtsız kalmadı ve derhal Kemal Reis'i görevlendirdi. Kemal Reis komutasındaki askerler İspanya sahillerine çıkarma yaparak İspanya Kralına göz dağı verdiler. Ayrıca binlerce Müslüman Kuzey Afrika'daki güvenli topraklara taşındı ve İspanyollar'ın zulmünden kurtarıldı.

 

16. yüzyılın başında Portekizliler'in Hint Denizi'nde boy göstermeleri nedeniyle buradaki bazı Müslüman devletler zor durumda kalmışlardı. Bunlardan birisi Gucurat Devleti'ydi. 1530 yılında, Portekiz saldırıları üzerine Gucurat hükümdarı, Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istedi. Bunun üzerine Hint Seferi'ne çıkılarak, Portekizlilere karşı Gucurat Müslümanlarına askeri yardımda bulunuldu. Yine aynı bölgede yaşayan Ace Müslümanları da Portekiz tehdidine karşı İstanbul'dan yardım istediler, Osmanlı Padişahını tanıdıklarını bildirdiler. Kanuni, Ace Müslümanlarının bu isteğine de olumlu cevap vererek Lütfi Bey ve bir topçu birliğini bölgeye yardıma gönderdi. Bu tarihten itibaren Osmanlı sınırları resmi olarak olmasa da fiili olarak Güneydoğu Asya'ya kadar uzanmış oldu. 24

 

Doğu Afrika sahillerinde yaşayan zenci Müslümanlar 1584 yılında yine kurtarıcı olarak gördükleri Türklerden yardım istemişlerdi. Bu çağrıya gösterilen icabet, Türklerin hamiyetperverliklerinin sayısız örneğinden birisi oldu. Ali Bey, emrindeki Osmanlı birlikleri ile Aden'e hareket etti. Tüm Kenya sahillerini Müslüman azınlıklara karşı tehlike oluşturan unsurlardan temizledi:

 

"Osmanlı Türkleri bu ülkelerin imdadına tam zamanında koşmamış olsalardı, buralar şüphesiz sömürgeci kahyalar tarafından istila edilmekle kalmayacak, bu istila İslam dini için de en büyük bir darbe olacaktı. Bundan böyle İslamiyet'in Orta ve Batı Afrika'da yayılması şöyle dursun, Kuzey Afrika'da bile (Endülüs Müslümanları misali) İslam varlığı büyük bir tehlikeye düşecekti. Belki de silinip gidecekti... Bugün sayıları milyonlarla ifade edilen Müslüman Afrikalıların nerede olursa olsun, Osmanlı Türkleri'ne karşı büyük bir minnet borcu vardır." 25

 

Dünyanın dört bir yanında mazlum halkların yardımına koşan Osmanlı İmparatorluğu, Rus tehdidine karşı Kırım Tatarları'nın tek sığınağı olmuştu. Sıcak denizlere inmeye çalışan Ruslar'ın saldırıları nedeniyle yok olma tehlikesine maruz kalan Kırım Tatarları Osmanlı himayesine sığındılar. Bunun ardından Karadeniz adeta bir "Türk Gölü" haline geldi; üç yüzyıl boyunca da bu niteliğini korudu.26

 

Kafkasya eski tarihlerde de birçok ırk ve dinden insanın yaşadığı bir bölgeydi. Kafkasya'daki Çerkezler'in yardımına koşan yine Osmanlı oldu. 19. yüzyılın ortalarında Rus zulmüne ve saldırılarına dayanamayarak bölgeyi terk etmek zorunda kalan Çerkez Müslümanlarına kapılarını sadece Osmanlı İmparatorluğu açtı. Bu yıllarda 1.5 milyon Çerkez, Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde yerleştirildi.

 

OSMANLI TOPRAKLARINDAKİ YAHUDİLERİN DURUMLARI

 

Yahudiler ile Türkler arasındaki ilk ilişkiler Büyük Selçuklu Devleti döneminde kuruldu. O çağlarda Yahudiler, Bizans'ın ekonomik ve dinsel baskılarından kaçarak kitleler halinde Türk topraklarına göç ettiler. Bundan sonra Türk topraklarındaki Yahudiler, hemen her dönem dünyanın diğer yerlerindeki Yahudilere kıyasla daha iyi koşullarda yaşadılar.

 

Osmanlı Devleti kurulduğunda Bursa'da kalabalık bir Yahudi toplumu vardı. Bursa'nın fethinden sonra Yahudiler kendi dini liderleri tarafından yönetilme hakkına kavuştular.

 

Türklerin Balkanlar'a yerleşmeleri Yahudi azınlık tarafından memnuniyetle karşılandı. Türk adalet ve hoşgörüsünün namını duyan Balkan Yahudileri, fetihlerin ardından Osmanlı topraklarına göç etmeye başladılar. Aynı dönemde Başhaham İshak Safetti, Avrupa'daki Yahudilere Osmanlı topraklarına göç etmeleri yönünde çağrıda bile bulundu. Söz konusu davette, Başhaham şu ifadelere yer veriyordu:

 

"Beni dinleyiniz: Museviler, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'de olduğu kadar rahat edemez… Bu memleket içinde kendi yaşamlarımızı daha rahat düşünür, istediklerimizi yapabiliriz. Hayalinizden ne geçiyorsa... bütün bunları Türklerin yanında yapabilirsiniz. Size kimse dokunmaz… Şimdi tembellik etmeyiniz, rahat yere geliniz... Bundan başka, bu memleketin faydaları ve halkının iyiliği Almanya'da bulunmaz." 27

 

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun adil yönetimi sayesinde, üç dine ve muhtelif mezheplere mensup, dilleri, kültürleri, ırkları birbirlerinden tamamen farklı milyonlarca insan, asırlar boyunca hiçbir zulme maruz kalmadan, huzur içinde yaşamışlardır.

 

Avrupa'dan Türk beldelerine en büyük Yahudi göçü 1492 yılında gerçekleşti. Endülüs Devleti yıkılınca korumasız kalan yüz binlerce Yahudi, Osmanlı Padişahı Sultan II. Beyazıt'ın verdiği izinle Osmanlı yönetimindeki şehirlere yerleştiler. 1492 yılı Yahudi tarihi açısından bir dönüm noktası oldu.

 

Yahudilerin Türklere karşı duyduğu minnettarlık, Yahudi yazar Avram Galanti tarafından özlü bir biçimde şöyle ifade edilir:

 

"Dünyanın hiçbir memleketinin Yahudileri, Türkiye Yahudileri kadar himaye görmemiştir. Yahudiler bunu biliyor ve Yahudi tarihi de bunu altın harflerle yazıyor." 28

 

Yahudilerin kültürlerini ve dinlerini muhafaza etmesine izin verildiği Osmanlı topraklarında böylece Yahudi nüfusu hızla çoğaldı. 16. yüzyılın sonunda sadece İstanbul'da yaklaşık 150.000 Yahudi özgür bir şekilde yaşamaktaydı. 29

Gönderi tarihi:

Anadoluda Selçuklu ve Osmanlı izleri yok edilmye çalışılmasına rağmen görülmektedir.....

 

Sen göremiyorsan biz ne yapalım???

 

Çarpıtıyorsunuz gerçekten...

Gönderi tarihi:

Hala aynı,değişmeyen tek cevap''ÇARPITMA''. :excl: Arkadaşım size fikrimizi ispat etmek için gerçekçi örnekler sunuyoruz,osmanlı devlet yapısının özelliklerini,Türk insanına bakış açısını,yönetim ve yöneticilerinin anadolu halkına uyguladıkları siyasi baskıyı anlatıyoruz.

Sana anlatılan veya dikte ettirilen konulara körü körüne inanmak yerine azıcık araştırma zahmetine girersen bu yazdıklarımın Osmanlının kendi kaynaklarında yazılan tarihle birebir örtüştüğünü göreceksin.

 

Yok eğer hala yazdıklarımızın yanlış olduğunu ispatlamak istiyorsan elinde somut ikna edici belgelerle gel ki tartışmaya ortam hazırlansın.Bu en çok beni mutlu eder.

 

Böyle sadece ''çarpıtma yapıyorsunuz''şeklinde sığ bir şekilde verilen her cevap cevap veremediğinizin göstergesi olup bizim haklılık payımızı biraz daha güçlendirmeye yarar sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.

Gönderi tarihi:

Baba tarafım Manisalı

 

Git Manisa ya gör Osmanlı yı...

 

Ayrıca Anadolu ya baskı yapanlar çıkmış olabilir amabunu Osmanlı ya mal edemezsiniz...

 

Ayrıca ben sizlere arştırmayı tavsiye ederim...

 

Ansiklopedi okusanız yine bir şeyler görürsünüz...

:D

 

Ayrıca ben sığ konuştuğuma inanmıyorum...

 

Siz sığ bir örnek verdiniz...

 

Anadolu yu gezen dolaşan

aklı başında herkes

bunun için çarpıtma der...

 

Kafa karıştırarak

başkalarının sözlerinden kendine pay çıkararak bir yere ulaşamazsın...

 

 

Ayrıca ben PROFLARIN sözlerine değer veriririm...

 

Saçma sapan kaynaklara da yönelmem...

 

HY???

 

diyen olursa da

 

kim dedi sadece HY okuyorum diye cevap veririm...

 

Sevgiler...

 

Saygılar...

:clover:

Gönderi tarihi:

Ah be güzel kardeşim hala aynı düz mantık.Manisa diyorsun da bu benim açıklamamla çelişmiyor yazdığın benim teorimi güçlendiriyor.Manisa zaten imparatorluğun başına geçicek olan şehzadelerin yetiştirildiği bir şehir.Orda diğer anadolu şehirlerinden daha fazla eser olması zaten normal. :D:D

 

Ben proflara inanırım diyorsun sen osmanlı tarihi üzerine araştırma yapmış hangi tarihçiye gitsen zaten benim yazdıklarıma benzer şöyler söyleyecektir. :excl:

 

Osmanlının anadolu ve balkan siyasetini haklı bulursun veya bulmazsın,savunursun veya savunmazsın ona saygılıyım ama gerçek tarihin üzerini sana empoze edilen tarihle örtemezsin.Yazdıklarımın hepsi gerçektir ve osmanlının anadolu siyasetinin özetidir. Savunduğun fikri gerçekci örnekler vererek açıklarsan birbirimizin fikirleri üzerinde sivri bulduğumuz noktaları yontmamıza bu yaklaşım yardım eder ve gerçek hepimiz için daha kolay kavranabilir bir hal alır.

 

Ama bilmen gerekir ki Anadolu-Türk tarihi sadece osmanlıdan ibaret değil.Biz sadece osmanlıların değil yine osmanlılar tarafından Selçuklu İmparatorluğu'nun anadoludaki varisleri olduğu için yok edilen Karamanoğulları'nın,ilk Türk denizcileri Çaka oğullarının,Uygur Türklerinin kurduğu Eretna devletinin,Anadolu Türk halkının osmanlı zulmüne karşı sığındığı ve Akkoyunluların,şimdi Türk dil bayramını her yıl onun adına kutladığımız Karamanoğlu Mehmetlerin,Yavuz Sultan Selim Türk yurdu Anadolu'da farsça şiirler yazarken, Farsçanın doğduğu topraklarda ona karşı anadili Türkçe şiirler yazan Şah İsmaillerin ve daha nice devlet,beylik,ve büyük liderlerin torunlarıyız.

 

Türk Tarihi sadece Anadolunun son 350 yılında hegomanyasını kurduğu için Osmanlıyı kendine referans gösterecek kadar sığ değildir.

 

Biraz daha geniş düşünmeyi öğrenin artık...

Gönderi tarihi:

arkadaşalr seviyeli tartışmanızı takip iyorum ben sadece sunu söyleyeceğim osmanlı genişleme yeni topraklar kazanmayı amaç edinen bir siyaset izledi bunu yaparken zaman zaman ekonomik zaman zaman siyasi zmazn zaman dini gerekçelerle yaptı. ve bu geneşleme oağan sınırlarına ulaşıncada duraklama yıkılşı süresine girdi ama osmanlı ülkesine kattığı topraklara HİZME GÖTÜRDÜ. OARALARI İMAR ETTİĞ TIPKI ROMA İMPARATORLUĞU GİB ÇÜNKÜ İMPARAYORLUK iseniz bu böyledir. Ancak abd ve ingiltere elegeçirdiği yerlere bir şey klatmaktan ziyada orayı sömüme yoluna gitti aradaki fark budur. bakın kominist sscb abd ve ingilre dig yapmamıştır o oralşara eğitim kurumu fabrika açmıştır. yanlış anlamayın sscb yi savunmuyorum sadece osmanlı ile abd ve ingilter arasundaki farkı işaret ediyorum

Gönderi tarihi:

Osmanli nin Portekiz´e yaptigi camileri ,kurtulustan sonra halatlar atarak minareleri yikan Poretekiz halkina nasil bir alt yapi götürdü sormak gerek?

 

Anadolunun batisinda hangi tasi kaldirsaniz altindan, Yunan, Fenike, Frigya, Kilikya, Lidya ve Iyonya, yukarida Truva; ortada Hitit, Kapadokya doguda, ermeni kültür birikimleri ortaya cikarken, 600 yilda anadoluya yapilmayan ihya projelerinin, isgal edilen avrupaya yapildigina inanmak gercekten cok ilginc.

 

Kaldi ki yukarida adi gecen uygarliklar daha kisa ve daha eskidir????

Kiliseden camiye cevrilen yapitlara, öellikle mimar sinanin sayili eserlerine, cesme ve sadirvan imarerthane gibi yapilanma, Türk kültürünü yansitmaz.

Osmanli nin yapacagi da ancak o kadardir.

Gercegi kabul etmemiz lazim arkadasim.

O devlet bu ülke icin hayirli bie seyler yapsaydi, ulus olarak cok saglam bir kültürel birikimiz olurdu.

Kücücük Italya, sanat eserleriyle dünyaya meydan okurken, koca osmanli, kendi ressami insan resmi yapiyor diye gözlerine sicak mil sokturmus, Italyadan da portre yaptirmak icin Bellini gibi sanatcilar davet edilmistir.

Bunlarin hepsi eskiden arsivlerde kilitliydi.Simdi yavas yavas, osmanlica bilen aydinlar tarafindan su yüzüne cikmaktadir neler yapili, neler yapilmadi?

saygilar

Gönderi tarihi:

Selçuklu da Osmanlı da Anadolu yu bayındır hale getirmek için çalışmıştır...

 

Tabi her köye bir Sultan Ahmet gibi projelerden söz edemeyiz... :D

 

O zamanın koşullarını gözardı edemezsiniz...

 

Yoğun nüfuslu kaç büyük kent vardı ki???

 

Köyün

Küçük yerleşim yerlerinin şaşaya ne ihtiyacı var???

 

Yerel yönetimler de çok önemli...

 

O zamanın şartlarıyla padişah her yere ayak basıp, buraya falan yaptırın diyemez...

 

:clover:

Gönderi tarihi:

Kardeşim sen hala bu kafayla gitmeye devam et de sen say bakayım 600 yıl boyunca Osmanlıdan kalma Anadolu'da şöyle 10 tane osmanlı eseri sayabilecekmisin.Ama Selçuklu için aynı şeyi söyleyemem.

 

Osmanlı kendini Türk görmedi Türk'ü aşağıladı siz hala onu savunadurun...Hayret doğrusu :excl:

Gönderi tarihi:

Güzel arkadaşım

 

600 sene diyorsun...

 

Kendi kendini ele veriyorsun...

 

600 sene........

 

ABD li ler bile şaşırıyor, araştırıyorlar

en karışık

bölgeleri nasıl yönetiyorlardı diye...

 

Osmanlı nın yaşadığı dönemde

Böyle bir İmparatorluğun

böyle büyük alanlara hükmetmesi ne kadar zor biliyor musun???

 

Allah aşkına

 

adamlar görüyor

ama bizim vatandaşlarımız görmüyor

ya da görmek istemiyor...

Gönderi tarihi:

Kardeşim sorum oldukça açık ve net cevabı da kolaydı ama sen yine nerelere gidiyorsun.Osmanlı'nın Anadolu ve Türk politikasını kaç kere yazdım siz hala bana Devşirmelerin yönettiği Türk'ün adının geçmediği bir imparatorluğun burda propagandasını yapıp savunuyorsunuz.

 

Sen ilk önce bana yukarıdaki politikanın nedenlerini şöyle verilere dayanarak açıkla izah etki bari tartışacak üzerinde fikir yürütebileceğimiz bir şeyler çıksın ortaya yoksa ben diyorum Hanya,sen diyorsun Konya..böyle de biryere varılmıyor ama :closedeyes:

Gönderi tarihi:

Diğerleri esirleri mal yerine koymuşken

Osmanlı da onlara da yepyeni bir hayat verilmek istenmiş...

 

Devşirmelerin yararlarını da gördük zaten...

 

Osman Bey kuruyor...

 

Padişahlar onun soyundan...

 

Bunu da mı dert edindiniz???

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.