Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Ben askerde "Ali okulu"nda tamamı Kürt kökenli vatandaşlarımızdan oluşan sayısını unuttuğum kadar çok kişiye okuma yazma öğrettim. Kıyaslama ters, öğrenenlere sormak gerekir ne hissettiklerini, kim bilir size az mı çay, çorba ısmarladılar. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Yoksa, siz de mi laf kalabalığı yaptığımı düşünüyorsunuz sayın y.yılmaz ? Valla beni bu işe karıştırmayın, zaten kafamı karıştırdınız. Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Tekrar, tekrar okudum, deriiin, deriiiin düşündüm acaba ne demek isteniyor diye? Hz.Ali nin burada yaptığı bir şey yok, burada bir harf öğretmenin ve öğrenmenin değeri belirtildiği bu kadar açık iken bu yapılanlar evet laf kalabalığıdır. "Adalet mülkün temelidir" buna da bir kulp bulunur sanırım. Tabii bu da yakıştırmadır, sonradan uydurmadır vs. Bırak şimdi "Adalet mülkün temelidir"i. Adalet te, mülk te aşağılık değil. Konuyu atlayıp dikkati başka yöne çekmeyelim. İşte laf kalabalığı yaratmak buna denir. Sana bir soru soruyorum. Deriiiiiiiiince düşünmeye ne gerek var? Bu soruya kısaca evet veya hayır diye cevap verilemezmi? Bir Hz.(hazret), kendisine yapılan iyi, değerli bir işe karşılık, toplumun "aşağılık" veya haksızlık gördüğü bir fiil'i mi misal verir? Hz. Ali bir şey yaptı demiyorum. Verdiği örnekten bahsediyorum. zaten kafamı karıştırdınız Tartışmalarla karışan kafa, durağan kafadan çok evladır. Ne demişler; "İkna edemiyorsan kafasını karıştır." Benim kafam da bir çok konuda karışık. Ama okuyor, sorguluyor, araştırıyorum. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Valla beni bu işe karıştırmayın, zaten kafamı karıştırdınız. Efendim, ortada karışık bir şey yok da, arkadaşımız kafa karıştırmak için yine '' kırpma '' yöntemiyle benim cümlemden tercüme yapmış. Halbuki, anlamak son derece kolay aslında. Şimdi, benim cümlem şu: "Olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ise, sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi ideolojilerin farkında aranmalıdır." Ben bu cümlemde, vicdanın kendisinin değil, vicdanın kalitesinin yani niteliğinin, gelişmişlik düzeyinin belirleyicisinin ideolojiler olduğunu hiç sapmadan savundum. Oysa, arkadaşımız, ilk başta kendi savunduğu şeyden sapıp, en son benim savunduğumu; '' Yukarda vicdanın niteliğinin belirleyicisinin ideoloji olduğunu önce kabul edip sonradan itiraz ettiğin halde, tekrar sıkıştırarak "evet" dedirttim.'' diyerek, kabul ettiği halde, şimdi, tekrar kendi savunduğu fikre dönüp, benim de aynı şeyi söylediğimi, benim cümlemin kendince özetini yaparak iddia ediyor: '' Var olan vicdanın kaynağı= ideolojiler. Dolayısıyla vicdanın kaynağı= ideolojiler. '' Bunun doğrusu ve benim savunduğum fikrin özeti, eğer yazdıklarım kırpılmamış olsaydı: '' Var olan vicdanın niteliğinin kaynağı= ideolojiler. Dolayısıyla vicdanın kavram olarak kendisinin kaynağı= ideolojiler değil, '' olacaktı. Şimdi anladınız mı neyi tartıştığımızı y.yılmaz dostum? Bu arkadaşımız tüm tartışmalarda değil, yalnızca din tartışmasında böyle. İlginç değil mi ? Açığa çıkartmak istedim. Çelişkisini gösterdiğim halde, öz eleştiri yerine, son yazısında bile böyle yapmış. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Hiç şaşırmadığım gibi, dogmayı her ne pahasına olursa olsun savunmak uğruna, konu uzatılıyor. Gerçekten de öyle. Fakat, dogmaya karşı çıkacağım diye, dogmatik düşünülerek argümanlar üretilmesine ben şaşırmadım değil doğrusu. Karşı çıkmanın da bir mantığı olmalı, öyle değil mi? Köle, öyle olduğuna asla hoşnut olamaz. Elbette kölelik efendi açısından değerlidir. Yani siz bir şeyi bedavaya alsanız elbette memnun olursunuz. Ama size verilen mükafatın bedeli o kadar ağırdır ki, ödeyeceğiniz bedel de onca ağır olacaktır. Sevine sevine "yippuuu köle oldum beeen köle oldum beeen" diye zıplamazsınız. Sizin sevindiğiniz, bir harfi öğrenmiş olmanın mutluluğudur. Köleliğe bunun bedeli olarak istemeden katlanıyorsunuz. Kölenin hoşnut olduğunu söyleyen mi oldu ki ? Hayali tartışmalar yapmamak lazım. Köleliğe bir harfi öğrenmiş olmanın bedeli olarak istenmeden katlanılıyorsa, buradan; kölelik efendi açısından iyidir mesajının verildiği anlamını mı çıkartmak gerekir -ki sayın Evrensel bunu iddia ediyor- yoksa bir harfi öğrenmiş olmaktan dolayı öğretene duyulan minnet hissi mesajının verildiği anlamını mı ? Harf öğretmek gibi güzel bir insanlık erdeminin, kölelik gibi insanlık dışı bir zulümle bedellendirilmesi ayrı bir ayıp. Halife Ali'nin bu ilişkilendirme zihniyetini kınıyor ve ayıplıyorum. Bunun, '' bilim öğrenme uğruna işkenceyi göze aldım, yeter ki bilimden uzak tutmasınlar, varsın işkence göreyim '' demekten bir farkı var mı ? Bu da, işkenceyi bilim öğrenmeye karşılık bedellendirme olduğu için ayıp mı olur ? Soyluluk ünvanlarını kaldırmak, bir devrim ve bir insanlık görevidir. İnsanın insana asil, avam diye resmen üstün tutulması bir insanlık ayıbıdır. Ama inançlarından dolayı insanları yok etmek bir insanlık suçu ve zulümdür. Türk devrimi de ünvanları kaldırdı. İyi bir şey yaptı. Bu bir devrim, kokuşmuş düzenin kalıntılarının yok edilmesidir. İnsanların inançlarının, özgürlüklerinin ve yaşam dahil en temel haklarının değil. Ne Türk, ne Fransız devrimi hiç bir karşı koyma gücü kalmamış insanlara ya ölün ya gidin, ya boyun eğin demedi. Fransız devrimindeki Soyluluk ünvanlarını kaldırmanın, İslam devrimindeki karşılığı Müşrik ünvanının kaldırılmasıdır. Fransız devriminde soylular ünvanlarını bırakmaya yanaşsalar, burjuva olmayı kabul etseler dahi giyotine gönderilmişlerdir. İslam devriminde ise, müşrikler bu ünvanlarını bırakıp, müslüman ünvanını kabul ettikleri anda öldürülmekten kurtulmuşlardır. Aradaki fark bu ve görüldüğü gibi hem kendi çağına hem de Fransız devriminin yapıldığı çağa göre ileri bir anlayış bu. Türk devrimi ise, henüz tamamlanmadığından, hala ağa, bey, şeyh gibi feodal ünvanları kullananlar var. Dersim isyanının kanlı bastırılmasını başka bir başlıkta devrim gerekçesi ile savunan birisinin bu başlıkta düştüğü çelişki ise gerçekten düşündürücü. Karşı devrim ile devrimi yok etme gücüne sahip olanlarla devrimi korumak için mecburen savaştı. Evet Fransız devrimi fazlasıyla kanlıdır. Ama aristokrasi gitmemek için direnince, halkı bastırmak için katliama kalkışınca kaçınılmaz olarak öyle oldu. Mekke'de ise böyle bir kalkışma söz konusu bile değildi. Güç tamamen el değiştirmişti ve yeni egemenlerin astığı astık, kestiği kestik, her sözleri can almaya yetkili yasa idi. Bir gıkını çıkarabilen dahi olamazdı, eski kudretli ve saygın Ebu Süfyan dahi yeni egemene koşulsuz teslim olmuştu... Eski devirlerde, kabile reisi din değiştirmeyi kabul ettiğinde tüm kabile de kabul etmiş olurdu. Dolayısıyla, Ebu Süfyan teslim olduktan sonra bir katliam yapılmış değildir. Tevbe suresinde bahsedilen antlaşmanın süresi dolunca devam eden savaş halinde yapılması gerekenleri, savaşın bitiminden sonra yapılması gerekenler olarak anlamanın bir yolu yoktur. Köleliği kaldırmamak gibi başına besmele koymadan yayınladığı acımasız Tevbe ültimatomu da Muhammed'in vahim hatalarından biri. Bu hatalar onu devrimci ünvanını haketmekten uzaklaştırıyor. Şirk zaten zamanla kalkar giderdi. Zorbalıkla, tehditle yok etmesi insanlığa aykırı kötü bir örnek. Bu nedenle bugün heykel yıkan insanlık değerlerine karşı Taliban gibi yobazlıklar var. Fransız devrimini yapanlar da, Aristokrasi zamanla zaten kalkar gider canım dememiş, üstelik kendi çağına göre daha insanlık dışı yöntemlerle, soyluları, din adamlarını öldürmüşlerdi. Milliyetçiliği yanlış anlayıp, ırkçılık yapan Hitler gibilerine, Sosyalizmi yanlış anlayıp dini yok etmeye kalkan Pol-Pot gibilerine bakıp, Milliyetçilik'in, Sosyalizm'in teorisyenleri hatalıydı denilebilir mi ? Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Aklımdan geçmedi ki ben size kaç harf öğrettim, bana kantinden bir bardak çay getirin demek.. . Hizmetimde insan kullanmayı sevmem... Sayın y.yılmaz söylemiş, ters mantık kullanıyorsunuz. Siz bir bedel istemeseniz de, okuma öğrettiğiniz er size minnet duymaz diyemezsiniz. Onun adına karar veremezsiniz. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Sen adamı öldür, kendi hukukuna bile aykırı biçimde, kendi hukukun bir müslümanı öldüren ebedi cehennemliktir diyor, kısas emrediyor. Adam da resmen müslüman olmuş! Yine de öldürmüşsün! Savaş hukuku ile Barış hukukunu karıştırmışsınız. O dediğiniz barış zamanı geçerli, savaştaki hukuka göre ise geçerli değildir. Bir savaşta, bırakın esir aldığı askeri, yanlışlıkla kendi askerini vurana bile, sivildeki gibi ceza verilmez. Kaldı ki, Peygamber'in ne ceza verdiğini de bilemiyoruz. Saygılar sunarım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 bir adamın öldürüldüğü haberi Bu haber tabii ki uydurma olabilir. Ben bu haberi gerçek kabul ederek bir yorum yapmadım. Olay kabul edilerek, benimsenerek, ibretli güzel bir olay olduğu biçiminde tarih boyunca aktarıla geliyor. Halbuki olumlu bir içeriğe sahip değil, bu haberin nesini beğenerek ve ibretli bir olay diye aktarıyorlar, onu söylüyorum. Olay olmuştur, olmamıştır. O ayrı bir konu. Ayrıca da bu olay büyük olasılıkla olmuştur. Tarih diye bir olgu var, rivayetler var, ilk baştan itibaren rivayetleri izleyen, değerlendiren, eleyen bir çaba, hadis diye bir gelenek var. Ha, yok derseniz bence sakıncası olmaz. Ben rivayetlere dayalı bir kanıtlama yapmıyorum. Yorum yapıyorum. Kabul etmezseniz sizin için yok olur, bir şey de lazım gelmez. Ama ben varım yani, bütün rivayetler uydurma olabilir, bunu kabul etmenin bence sakıncası yok. İlmin Çinde de olsa bulunacağı, komşusu açken tok yatılmayacağı da uydurma tabii ki olabilir. Biri çıkıp "peygamberse bunları söylemiş olmalı, biz bilmiyorsak da mutlaka söylemiştir" deyip uydurmuş tabii ki olabilir. Yani bu yüzden inanç bireyseldir, dayatılmaya uygun bir olgu değildir diyoruz ya zaten! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 karıştırmışsınız. Karıştıran sizsiniz. İster savaşta, ister barışta, kasıt başka, hata başkadır. Kasıta ayrı ceza, hataya ayrı ceza verilir. Savaşta da, barışta da. Silahını bırakan düşman esirdir, canına dokunulmaz. Bunun hata ile ilgisi yok, kasıttır. Bir savaş esirini öldürmek ağır bir insanlık suçudur. Barıştaki cinayetten hiç bir farkı yoktur. Ne söylediğinizin biraz farkında olunuz... Dogmayı savunacağım diye eğilip bükülmeye ve eğip bükmeye gerek yok! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Bilim uğruna işkenceye katlanmak zorunda olduğunu dayatan yoksa, işkence çekmek istemek mazoşistliktir! Durduk yerde, bilim ile arasına işkence engeli konmadan böyle diyen kişi mazoşistliğini açığa vurmuş olur, bir harf için köle olmak isteyen gibi olur! İkisi de aynı yanlış. Fransız devriminde aristokratlar halk devrimini ezmeye çalıştılar ve bunu başarmaları olasılığı olan güç ellerinde vardı. O yüzden çok kan döküldü. Mekke müşriklerinde böyle bir engelleme olasılığı olan gücün kırıntısı yoktu. Dersim ayaklanmasının da ülkeyi bölme potansiyeli vardı, özellikle İngiliz desteği olduğu için. Gerekli karşılık verilip bastırılmasa cumhuriyet parçalanırdı. Türk devrimi ünvanların resmi geçerliliğini kaldırmıştır. Kullanan resmi kabul görmez. Örneğin hakim mahkemede "ağa olduğu için beraatine" diye bir karar verirse bu suçtur. Tevbe suresi İslam toprağında müşrik bulunamayacağının ültimatomudur, anlaşması varsa bitiminde, anlaşması yoksa haram aylar çıkınca; ya öldürülecek, ya sürgün edilecek, ya müslüman olacak. Bunun devrimle, insanlıkla bir alakası yoktur... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 az mı çay, çorba ısmarladılar Hiç ısmarlamadılar... Çaylar şirketten, (yani cep A.Ş.) çorbalar karavana kazanındandı... er size minnet duymaz diyemezsiniz. Duyması beni bağlamaz. Halife Ali'nin de köle olabilmesi için harf öğrettiği kişi efendi olmayı kabul etmeli. Etmezse kapısında yatsa, yine köle olmayı başaramaz! Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Karıştıran sizsiniz. İster savaşta, ister barışta, kasıt başka, hata başkadır. Kasıta ayrı ceza, hataya ayrı ceza verilir. Savaşta da, barışta da. Silahını bırakan düşman esirdir, canına dokunulmaz. Bunun hata ile ilgisi yok, kasıttır. Bir savaş esirini öldürmek ağır bir insanlık suçudur. Barıştaki cinayetten hiç bir farkı yoktur. Ne söylediğinizin biraz farkında olunuz... Dogmayı savunacağım diye eğilip bükülmeye ve eğip bükmeye gerek yok! Efendim, benim ne dediğim çok açık: Savaş hukuku ile Barış hukukunu karıştırmışsınız. O dediğiniz barış zamanı geçerli, savaştaki hukuka göre ise geçerli değildir. Bir savaşta, bırakın esir aldığı askeri, yanlışlıkla kendi askerini vurana bile, sivildeki gibi ceza verilmez. Kaldı ki, Peygamber'in ne ceza verdiğini de bilemiyoruz. Yani, eğer dogmatik derecede İslam karşıtlığı saplantılı düşünülmezse, savaş suçlularının, barışta aynı suçu işleyenlerle aynı cezaları almadığının söylendiği gayet kolay anlaşılabilir yazdıklarımdan. Düşünün bir kere, İdam cezasının olduğu bir ülke olan ABD'nin Irak'ta sivil öldürmüş bir askerine idam cezası verildi mi hiç ? Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 30 Nisan , 2011 Bilim uğruna işkenceye katlanmak zorunda olduğunu dayatan yoksa, işkence çekmek istemek mazoşistliktir! Durduk yerde, bilim ile arasına işkence engeli konmadan böyle diyen kişi mazoşistliğini açığa vurmuş olur, bir harf için köle olmak isteyen gibi olur! İkisi de aynı yanlış. Efendim, mazoşistlik istenilen, hoşlanılan bir şeydir. Bilim uğruna işkenceye katlanmak dayatılmasa bile, istenilmese, hoşlanılmasa da işkence görmek dahil her türlü acıya katlanılabileceğini ifade etmek, bilimin ne derece değerli bir kazanım olduğunun ifadesidir. Bir harf öğrenmek de aynı şekilde bu sözü söyleyen için öyle değerli bir kazanımdır ki, onun uğruna ve öğretene duyulan minnet hissi sebebiyle kırk yıl köle olmaya bile katlanılabilir. Budur. Fransız devriminde aristokratlar halk devrimini ezmeye çalıştılar ve bunu başarmaları olasılığı olan güç ellerinde vardı. O yüzden çok kan döküldü. Mekke müşriklerinde böyle bir engelleme olasılığı olan gücün kırıntısı yoktu. İslam devriminde de Mekke müşrikleri İslam devrimini ezmeye çalıştılar ve bunu başarmaları olasılığı olan güç ellerinde vardı. O yüzden çok kan döküldü. Ebu Süfyan pes ettiğinde ise zaten ortalıkta müslüman olmayan kalmadığı için, daha fazla kan dökülmesi, müslüman olan müşriklerin öldürülmesi gerekmedi. Oysa, Fransız devrimi sonunda, aristokratlar, burjuva olmayı kabul ettikleri halde öldürülmekten kurtulamadılar. Dersim ayaklanmasının da ülkeyi bölme potansiyeli vardı, özellikle İngiliz desteği olduğu için. Gerekli karşılık verilip bastırılmasa cumhuriyet parçalanırdı. Müşriklerin de toparlanıp, tekrardan Müslümanlara saldırıp, İslam'ı ortadan kaldırma tehllikesi hep vardı. Burada unutulmaması gereken, Tek Tanrılı din anlayışının, Paganist anlayıştan ileri olduğudur. İlkel köleci, kabileci toplum yapısının, feodal, ümmetçi toplum yapısından geri olduğudur. Tıpkı, Dersim'deki feodal, ümmetçi yapının, modern, milletçi burjuva demokrasisinden geri olduğu gibi. Onun için İslam devrimini müşriklerin penceresinden görmek, Cumhuriyet devrimini Dersimli ağaların penceresinden görmekle eşdeğer ve geri bir bakış açısıdır. Türk devrimi ünvanların resmi geçerliliğini kaldırmıştır. Kullanan resmi kabul görmez. Örneğin hakim mahkemede "ağa olduğu için beraatine" diye bir karar verirse bu suçtur. İslam devrimi de, Müşrik ünvanının resmi geçerliliğini kaldırmıştır, kullanan resmi kabul görmez. Örneğin hakim mahkemede "müşrik olduğu için beraatine" diye bir karar verirse bu suçtur. Tevbe suresi İslam toprağında müşrik bulunamayacağının ültimatomudur, anlaşması varsa bitiminde, anlaşması yoksa haram aylar çıkınca; ya öldürülecek, ya sürgün edilecek, ya müslüman olacak. Bunun devrimle, insanlıkla bir alakası yoktur... Tevbe suresi İslam toprağı(=Mescidi Haram çevresi )nda müşrik bulunamayacağının ültimatomudur, İslam devrimi süresince geçerli olmak üzere, anlaşması varsa bitiminde, anlaşması yoksa haram aylar çıkınca; ya öldürülecek, ya sürgün edilecek, ya müslüman olacak. Bu bir devrim sürecidir, bu sürecin bitiminde, yani; Mekke ele geçirildikten sonra, Tevbe süresinin bir geçerliliği de kalmamıştır. Tıpkı, İstiklal Mahkemelerinin belli bir süre sonra, işlevinin bitiminde artık kurulmaması gibi. Saygılar sunarım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Bütün bunlar kötü bir şaka mı, yoksa dogmayı savunacağım, toz kondurmayacağım diye şekilden şekile girme mi? Tevbe suresi zaten Mekke ele geçirildikten sonra yayınlanmış ve hiç bir müşrikin nefes almasına tahammül olmadığını, müşriklerin pis olduğunu, ele geçirilmiş olan mescidi harama sokulmayacaklarını bildiren bir ültimatom, Muhammed'in ölümüne yakın bir zamanda yazılmıştır. Nasıl Mekke ele geçirilince geçerliğini yitirmiş olabilir? Dalga mı geçiyor, adam mı seçiyorsunuz yahu? Dolayısıyla değil Muhammed'e itiraz etmek, kılı kıpırdayacak halleri yoktu. Pis denmiş, dışlanmış, canları kanları malları helal sayılmış, defolup gitmezlerse öldürülecekleri bildirilmiş. Bunun nesi devrim? Bu olsa olsa insanlık dışı bir zulüm. Ne Fransız, ne Türk devrimiyle kıyasını bile reddederim! Fransız devriminde tüm idam edilenler uyduruk da olsa bir mahkemede bir insanlık suçu ile suçlanarak idama gönderilmişlerdir. Yok öyle aristokratlar sırf öyle oldukları için öldürüldü diye bir şey. Ünvanları ellerinden alınmış, eğer halka karşı suç işlemişlerse idam edilmişlerdir. Müşriklerin Mekke ele geçirildiğinde değil halka karşı suç işlemek, kıpırdayacak halleri yoktu. Hatta Hudeydiye'de bile bu güçleri olmadığı bizzat burada iddia edildi. Nasıl Mekke ele geçirildiğinde halka karşı suç işleyecek bir güçleri olma olasılığı bulunabilir? Nasıl ya, benim aklım almıyor! Şimdi dogmayı savunmak uğruna zulüm, baskı, insan hakkı ihlali meşru gösterilecek ha? Bir de Fransız ve Türk devrimi de bu çarpıtmaya alet edilerek! Bu ancak dogma söz konusu olduğunda mümkündür. Yoksa kimse aklını peynir ekmekle yemez. Ama akıl dogmaya kiralandı mı, iş biter. Her türlü hezeyan olası hale gelir... Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Geçerliliği kalmayan başka surelerde oldumu acaba.. İlerleyen zaman içerisinde,sureller geçerliliğini kaybede kaybede Kitapta kaybolup gidecek,desenize.. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Dayım, bana sorarsan tümünün son kullanma tarihi dolalı asırlar oldu... Lakin Kuran'ın içinde böyle bir geçerlilik süresi yok. Yani ben anlamıyorum, Andromeda galaksisinde mi yaşıyor birileri, fildişi kuleden bile değil, uzay üssünden bile değil, galaktik ortamdan mı sesleniyorlar? Dinde kıyamete kadar geçerli son kitaptan mahşerde tüm insanların hesaba çekileceği iddia edilmese, aklım erer. Bu iddia ortada olmaz da, tamam ya, böyledir zahir, çağdaş insan aklı 1400 sene önceki bir şeyi geçerli tabii ki saymaz desem. Ama bahis konusu kitabın kendi içindeki iddiayı nasıl yok sayacağız, onu aklım almıyor. Beyni dogmalara şartlanmamış her insan da bu benim söylediğimi söyler yani! Aklın yolu bir! Dogma esiri olmamak şartıyla! Dogma esiri oldu mu, ne desen ne yapsan boş. Saplantılı dogmalar paslı çivilere benzer. Söksen de ucu içerde kalır. O çivinin ordan çıkmasının tek yolu o tahta ile birlikte çürümesidir. O zaman demir molekülleri serbest kalır! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 ne dediğim çok açık: Tersine, hiç anlaşılmıyor. Dogmayı savunmak için ne tarafa bükülüp deforme edileceği şaşırılan bir bocalama görünüyor. Benim dediğim açık! Bir savaş esirini öldürmek cinayettir. Ötesinde, söz konusu olan savaş esiri de değil, yalan söylüyor deyip sözüne inanılmayan bir vatandaş! Kendi hukuku içinde derhal kısas gerektirir. Bir kaç azarlama ile geçiştirmek de bu insanlık suçuna göz yumarak ortak olmaktır. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 1 Mayıs , 2011 Rivayetlerin bir kısmına o peygamber olduğuna göre söylemiştir diyerek inanmak, işine gelmeyen kısmına yok, o uydurmadır diyerek reddetmek hangi anlayışa sığar? Bizim anlayışımıza dogmatik diyenler, asıl kendilerinin dogmatik olduğunu tabii ki göremezler. Evet Kur'an da bazı ayetler kendisinden önce gelen bazı ayetlerin hükmünü kaldırmıştır, bu zaten Kur'an da belirtiliyor. İnsanlar ister hayatından kaldırır, isterse baş köşeye koyar, kime ne? Hiç ısmarlamadılar... Çaylar şirketten, (yani cep A.Ş.) çorbalar karavana kazanındandı... Sivil hayatta da mı, yoksa arayıp sormadılar mı? Bırak şimdi .... Sana bir soru soruyorum. Bir Hz.(hazret), kendisine yapılan iyi, değerli bir işe karşılık, toplumun "aşağılık" veya haksızlık gördüğü bir fiil'i mi misal verir? Emredersin, ben de sana açıklama yapıyorum, o sözü çarpıtan buna da bir kulp bulur diyorum. Türkçe de bile bazı olması istenen şeyler hiç olmaması istenen bir durumla kıyas edilerek belirtilir, bunun dallanıp budaklandırılmasının bir izahı yoktur. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Tevbe suresi zaten Mekke ele geçirildikten sonra yayınlanmış ve hiç bir müşrikin nefes almasına tahammül olmadığını, müşriklerin pis olduğunu, ele geçirilmiş olan mescidi harama sokulmayacaklarını bildiren bir ültimatom, Muhammed'in ölümüne yakın bir zamanda yazılmıştır. Nasıl Mekke ele geçirilince geçerliğini yitirmiş olabilir? Dalga mı geçiyor, adam mı seçiyorsunuz yahu? Dolayısıyla değil Muhammed'e itiraz etmek, kılı kıpırdayacak halleri yoktu. Pis denmiş, dışlanmış, canları kanları malları helal sayılmış, defolup gitmezlerse öldürülecekleri bildirilmiş. Bunun nesi devrim? Bu olsa olsa insanlık dışı bir zulüm. Ne Fransız, ne Türk devrimiyle kıyasını bile reddederim! '' İslam kötüdür '' dogmasını savunmanın boyutu tarihsel gerçekleri çarpıtmaya kadar geldi demek. Bilerek mi, bilmeden mi acaba ? Hoş her ikisi de başka yönden bir olumsuz sıfatı hakeden davranış olur ama sonuçta farketmez. Tevbe suresi 28. ayete kadar Medine'deki Müslümanlara hitap eder. 28 ayetten sonra, yani; Mekke'nin fethinden sonra, '' öldürün '' diye bir emir içermez. Fransız devriminde tüm idam edilenler uyduruk da olsa bir mahkemede bir insanlık suçu ile suçlanarak idama gönderilmişlerdir. Yok öyle aristokratlar sırf öyle oldukları için öldürüldü diye bir şey. Ünvanları ellerinden alınmış, eğer halka karşı suç işlemişlerse idam edilmişlerdir. Nasıl aristokratlar sırf öyle oldukları için öldürüldü diye bir şey yok oluyor ? Hem '' uyduruk mahkeme '' deyin, hem de '' suçluysa idam edilmiş '' diyerek o mahkemeye güvenin, bu çelişki değil mi ? Ayrıca, yalnızca giyotinle değil, Fransız ihtilali sırasında resmen '' soykırımlar '' bile yapılmıştır. Müşriklerin Mekke ele geçirildiğinde değil halka karşı suç işlemek, kıpırdayacak halleri yoktu. Hatta Hudeydiye'de bile bu güçleri olmadığı bizzat burada iddia edildi. Nasıl Mekke ele geçirildiğinde halka karşı suç işleyecek bir güçleri olma olasılığı bulunabilir? Demek ki, iddia olarak ortaya koyduğum bilgi kabul edilmiş ve üstelik kanıt olarak kullanılıyorsa o bilgi iddia olmaktan çıkmış demektir. Ki ben o bilgiyi oturduğum yerden çıkarmadım. Kaynaklara biraz göz atmak yeterli, doğru olup olmadığını kontrol için. Buna rağmen, Hubeydiye antlaşması Müslümanların aleyhine hükümler içermesi bir yana, Mekke'nin fethinden '' 2 sene '' öncesindedir ve Tevbe suresinde konu edilen anlaşma bu olamaz. Kaldı ki, bu 2 sene zarfında Müslüman kabilelere saldırılarda da bulunulmuş, Mekke'de eziyet görüp de Medine'ye kaçan Müslüman köleler, anlaşma uyarınca Mekke'lilere iade edilmişler, Müslümanlar Mescidi Harama sokulmamışlar. Öte yandan, işin doğrusu da, Tevbe suresi hem Medine'deki Müslümanları savaşa ve Mescidi Haramı ele geçirmeye yüreklendiren, hem de Mekke Müşriklerine bir ihtar işlevi olmasından dolayı, nitekim, etkisini gösterip, Müslümanların gelmesiyle Mekkelilerin Müslümanlığı kabul etmelerini sağlamıştır. Yoksa, Mekke'de bir can pazarı yaşandığı bilgisi tarihi belgelerde bulunurdu. Böyle bir şey de yok. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Benim dediğim açık! Bir savaş esirini öldürmek cinayettir. Ötesinde, söz konusu olan savaş esiri de değil, yalan söylüyor deyip sözüne inanılmayan bir vatandaş! Kendi hukuku içinde derhal kısas gerektirir. Bir kaç azarlama ile geçiştirmek de bu insanlık suçuna göz yumarak ortak olmaktır. Ama nasıl vatandaş ? O dönemde savaşta esir olanlar köle olurmuş. Bu kural taa 1648 yılındaki Vestfalya antlaşmasına kadar her yerde geçerli bir kural olmuştur. E, eğer kısas gerekiyorsa, savaşta esir ettiklerinden birini azat eder, bedelini karşılar. Öldürenin öldürülmesi gerektiği nerede yazıyor ? Kaldı ki, TCK'da bile savaş sırasındaki insanlık suçlarını kapsayan bir hüküm bulunmadığı gibi, taksiren kendi askerinin ölümüne sebep olan da en ağır ceza ile yargılanmaz. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Geçerliliği kalmayan başka surelerde oldumu acaba.. Ama bahis konusu kitabın kendi içindeki iddiayı nasıl yok sayacağız, onu aklım almıyor. Kur'an da bazı ayetler kendisinden önce gelen bazı ayetlerin hükmünü kaldırmıştır, bu zaten Kur'an da belirtiliyor. Bir toplum, 1400 yıl öncesinin koşullarına ve sorunlarına yanıt olarak oluşturulmuş kurallarla yönetilebilir mi? Bu soru, artık dünyada ve Türkiye'de İslam bilginleri arasında da açıktan tartışılıyor. Yeni görüşün önde gelen temsilcilerinden, Sudanlı dinbilimci Prof. Abdullahi Ahmed An-Naim'e göre; Müslümanlığın kurallarını ikiye ayırmak gerekir: İslam'ın doğuş döneminde Mekke'de inen ayetlerin içerdiği kurallar ve Medine döneminde oluşan kurallar. Mekke'de inen ayetler; ahlak, adalet gibi "genel" kavramları içerir. Düşünce özgürlüğü ve dinde zorlama olmaması gerektiğini buyurur. Oysa Medine döneminde, artık Müslümanlar kendi devletlerini kurmaktadırlar. Somut sorunlara çözüm getirmeye yönelik somut hükümler söz konusudur. "Cihad" (dini yaymak için saldırı savaşı) yapılması, kadınların tanıklığının erkeklere eşdeğer sayılmaması, kadının mirasta erkeğin yarısı kadar pay alması, erkeğin dört kadınla evlenebilmesi ve -eskiye göre zorlaşsa bile- kolay sayılabilecek bir biçimde boşanabilmesi gibi kurallar, hep aynı dönemin ürünüdür. Din için "gerektiğinde" öldürmenin yasal sayılması, Müslüman olmayanlara eşit haklar verilmemesi benzeri hükümler de aynı çerçevede yer alırlar. Prof. An-Naim şöyle diyor: "Şeriat, ikinci dönemin kurullarına dayanılarak oluşturulmuştur. Medine ayetleri ile çatışan Mekke ayetleri geçersiz sayılmıştır. Oysa bu hükümler, genel ve ebedi değil, tarihsel koşulların ürünüdür... Bugün Şeriat denilen şey, Kuran'ın bir bölümünün benimsenip, diğerinin dışlanmasıdır. Tersini yapmak gerekir..." Çalışmalarını Mısır'da sürdüren, AÜ İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi İlhami Güler'in "tez"i de, aynı yaklaşımı destekliyor. Güler'e göre; Kuran'daki "Ey inananlar" seslenişi, örneğin bugün Türkiye'de yaşayan Müslümanları değil, Kuran'ın indiği dönemdeki "mümin"leri kapsıyor. O dönemin toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik koşullanın paylaşanların uymaları gereken kuralları koyuyor. Söz konusu "tez"de verilmiş olan örneklerden birisi de, "Allah ve Peygambere karşı savaşanlara" verilmesi öngörülen cezalarla ilgili. Kuran'da bu gibi durumlarda uygulanabileceği belirtilen dört cezadan birisi, el ve ayakların çapraz olarak kesilmesi. Oysa bu cezalandırma biçiminin, Firavunlara karşı çıkanlara uygulandığı biliniyor. Güler bunu, toplumsal geleneklerde varolan bir ceza yaptırımının devamında, Tanrı'nın bir sakınca görmediği biçiminde yorumluyor. Kuran'dan önce de varlığı bilinen bir ceza niçin "ilahi, yani değişmez bir emir" olsun? Bu yaklaşımı savunanlardan birisi de, eski Diyanet işleri Başkanı Prof. Said Yazıcıoğlu. İslam dininin "katı ve değişmez kurallar" bütünü olmadığını söyleyen Yazıcıoğlu, görüşünü şöyle özetliyor: "Dinde değişmeyen, Kuran'da belirtilen, genellikle inançla ilgili temel kavramlardır... Modern hayat karşısında insanlarımızın pek çok problem ve ihtiyaçları söz konusudur. Bunların cevabı, asırlarca önce, o dönemlerin özelliklerine ve şartlarına göre bulunan çözümlerde aranamaz.. İslam dininin sonsuza kadar en mükemmel din olarak kalacağına inananlar, bunun gereğini yapmak zorundadır. Asırlarca önce yapılan yorumlarla, günümüz insanının sorunlarına çözüm bulmak imkânı yoktur." Muhammed Abduh da Kuran'daki hükümleri üçe ayırıyor, "inanç" ve "ibadet"le ilgili olanların değişmeyeceğini, "muamelat"la ilgili olanların değişebileceğini savunuyor. Yani o günün koşullarının ürünü olan sorunlara getirilen çözümlerin, zaman ve koşullar değiştiğinde değişebileceği savı bu ünlü islam düşünüründe de var. İslam dinine yönelik bu bakış açısına, Mustafa Kemal Atatürk'te de rastlıyoruz. Atatürk'ün el yazısı notları arasında şu tümceler var: "Kuran'da öğrendiğimize göre, Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi, o da hayat ve hadiselerin zaruri icapları karşısında adeta her gün değişmiştir." Buradan çıkan sonuç çok açık: Peygamber bile -bir yaşam süresince- değişmek gereğini duyduğuna göre; İslam'ın "genel" kuralları dışındaki, "uygulama" ile ilgili kurallarının, değişen koşullara koşut olarak, "öz"e uygun biçimde değişmesi doğal sayılmalıdır. Bu bakış açısını paylaşanlar arasında, Pakistanlı ünlü dinbilimci Fazlur Rahman ile -Müslümanlığı sonradan seçen- Roger Garaudy de var. Rüştü Şardağ ise, "Şeriat"in niçin değişmez olmadığını anlatmadan önce, Kuran'daki şu "Tanrı buyrukları"nı anımsatıyor: "Dinde zorlama yoktur... Ey Muhammed! Sen ancak uyarıcısın... Kuran, ancak aranızda doğru yola gitmeyi dileyene, âlemlere bir öğüttür..." "Şeriat"ın nasıl değişliği üzerine, Şardağ'da çok sayıda örneğe rastlıyoruz: Şeriat "kul hükümleri"nden oluştuğu içindir ki, İslam dininde yetmişi aşkın mezhep oluşmuştu. Bunların şeriat anlayışları hep birbirinden farklıydı. Peygamberimizin üç halifesi Müslümanlar eliyle öldürülmüştü. Abbas oğulları zamanında, Hz. Muhammed'in torunları mezardan çıkarılmış, iskeletleri yerlere çarpılmıştı. Ve bunlar "şeriat" adına yapılmıştı. Dokuz çocuğunu öldürerek tahta geçen Osmanlı padişahlarına da, daha mührünü yeni almış sadrazamların idamına da, hep "şeriat" izin vermişti. Farklı tarikatlardan hocalar, 17. yüzyıldan itibaren camilerde sopalarla birbirlerine "şeriat" adına saldırmışlardı. Kaynak : -http://www.as-add.de/ata/kemalizm/1264-inancsistemleri.html- Saygılar sunarım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Mekke'nin ele geçirilmesinden sonra ve Muhammed'in ölümüne yakın yazılan Tevbe suresi, ele geçirilen Kabe'ye "pis" müşriklerin sokulmamasını da emrederken nasıl Medine'lilere hitap edebilir? Fransa devrim mahkemelerine uyduruk demedim, "uyduruk da olsa" dedim. Arada çok fark var. O kanlı ortamda mahkemelerin pek de kılı kırk yardığı elbette iddia edilemez. Ama sonuçta bir mahkeme var, halka karşı suç işleme iddiası var ve idam verilen suç halka karşı katliam! Ben Hudeybiye'yi kanıt olarak filan kullanmadım. Aynı kişinin iki iddiasının nasıl temelden çeliştiğini kanıtladım. Ayrıca bilgi yanlışı var. Tevbe suresinin zamanı, dediğim gibi Mekke ele geçirildikten sonradır, Muhammed az bir zaman sonra da ölmüştür. Dolayısıyla Tevbe'nin hükmü kalkmıştır iddiasının da en küçük geçerli temeli yok. Böyle bir şeyin olması için hükmünü kaldıran müşriklere dokunulmayacağını belirten başka bir ifade olacak ve daha sonra olacak. "Leküm diniküm" filan demeyin, bu çok önce, Mekki bir ifadedir. "La ikrahe" de öyledir. Kuran'daki Mekki, Medeni ifadelerini yanlış ve ters anlamayın! Mekki olanlar hicretten önce Mekke'de yazılan, yani ilk dönem. Muhammed Mekke ele geçirildikten sonra da ikametini Medine'den taşımamış, Mekke'ye geri yerleşmemiş, ömrünü Medine'de tamamlamıştır. Hicretten sonra yazılan Kuran pasajları Medenidir. Tevbe ise Muhammed'in ölümüne yakındır! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Niye aynı şeyler tekrarlanıyor ve ben de tekrarlamak zorunda kalıyorum? Dünyada hiç bir uygar hukuk savaş esiri öldürmeyi meşru göstermez! Bitti! İlkel, çağdışı sözde hukuk müsvettelerinden herhalde söz edecek değiliz! Hukuk ihlalleri ise vardır, hukuk değil, ihlaldir! Burada sözünü ettiğimiz ise ne savaş esiri, ne yanlışlıkla öldürülüyor. Söylenenlerin konu ile hiç alakası yok! Sadece bu değil, başka "rivayet"ler de var. İstenirse rivayet denip, yalan sayılsın. Ama bir kültürün aktara geldiği rivayet. Aktarıla aktarıla gelmiş ve bir kültür oluşturmuş. Bu kültüre göre Halife Ali bir düşmanı öldürecekken yüzüne tükürdüğü için, onu Allah için öldürecekken nefsi için öldürme durumunda kalmama gerekçesiyle bırakmış. Kaş yapayım derken göz çıkarma! Düşmanla savaşın haklı gerekçeleri varsa, ne yapsa savaşırsın. İnanç uğruna insanların öldürüldüğünün kanıtı, itirafı bu rivayet! Savaşma gerekçesinin farklı inanç olduğunu apaçık kanıtlıyor. Türkiye uluslarası hukuku kabul etmiş bir ülkedir. TCK da yok gerekçesiyle bir savaş olsa kimse esirleri öldürmek suç değildir diyemez! Bir iddiada bulunurken "ben ne iddia ediyorum" diye bir an düşünmek gerek! Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Fransa devrim mahkemelerine uyduruk demedim, "uyduruk da olsa" dedim. Arada çok fark var. O kanlı ortamda mahkemelerin pek de kılı kırk yardığı elbette iddia edilemez. Ama sonuçta bir mahkeme var, halka karşı suç işleme iddiası var ve idam verilen suç halka karşı katliam! Uyduruk da olsa diyen kişi uyduruk olduğunu kabul etmiştir. Silivri de de sonuçta bir mahkeme var ve buradaki sanıklar da bazı iddialarla suçlanıyor. Evet bence de "ben ne iddia ediyorum" diye düşünmek gerekir. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 2 Mayıs , 2011 E tabii, Lavoisier gibi bir bilimciyi "devrimin bilimcilere ihtiyacı yoktur" diye giyotine gönderen yargıcın mahkemesine "uyduruk da olsa mahkeme" diyebiliriz. Konu bu değil. Konu, Fransa'da asiller ünvanlarını kaybetmemek için halka katliam yapıyorlar, devrimi bastırma güçleri de var ama çok kan dökülmesine karşın başaramıyorlar. Mekke ele geçtiğinde ise güç tamamen ele geçmiş, herhangi bir direnişin kıpırdanması bile söz konusu değil. Bu şartlarda zorla inanca baskıya boyun eğmezse öldürme veya sürgün etme ültimatomu yayınlanması. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.