Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bu ülkeyi sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Başbakan geçen günlerde Tüsiad'la atışırken "Bu ülkeyi sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz." dedi. Müsiad ve Tuskon sermaye değil mi? diye bir soru sormayacağım. Onlar anayasa paketini destekliyorlar. Aslında Tüsiad'ın da karşı çıktığı yok. Zira bu anayasa paketi tam da sermayenin isteklerine cevap veriyor.

Sadece 125. maddeye bakalım :

125.maddedeki yeni düzenlemeyle “yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” şeklinde değiştirilmektedir. Anayasa değişikliğinin en önemli maddelerinden birisi budur; çünkü AKP’nin işlemleri; kamu yararı, sosyal adalet ve çevre gibi gerekçelerle zaman zaman iptal edilmektedir. AKP’nin bakanlarından Hüseyin Çelik’in “yargı, yerindelik denetimi yaparak elimimizi kolumuz bağlıyor” ve “kamu yararı gibi sübjektif bir kavramla birçok özelleştirme kararı iptal edilmiştir” diye hayıflanması; düzenlemeye neden olan arka planı çok net gözler önüne sermektedir. Örnekleyelim: 

 

* Ankara’da kentsel dönüşüm projesi durduruldu. 

* Halkevleri’nin metrobüs zammına açtığı dava sonucunda idare mahkemesi zammı iptal etti. 

* Danıştay, Tekel işçilerinin 4-C statüsünde çalışması için 30 gün süre verilmesi düzenlemesinin yürütmesini durdurdu. 

* Danıştay 10. Dairesi, aile hekimliği muayenesinde hastalardan 2 TL'lik katılım payı alınmasını durdurdu. 

* Rize'nin İkizdere Vadisi'nde yapımı planlanan HES projesinin alt sahası için İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurdu. 

* “Kamuda sözleşmeli çalışan personele fazla çalışma karşılığında herhangi bir ek ücret ödenmez” maddesini Danıştay iptal etti. 

* Danıştay 6. Dairesi, Beşiktaş Ortaköy’deki "Karayolları arazisi"nin nazım imar planı değişikliğini oy birliğiyle iptal etti. 

* Danıştay 13. Dairesi, ihalede pazarlık usulü koşullarının gerçekleşmediği gerekçesiyle Aras Elektrik ihalesini durdurdu. 

* Anayasa Mahkemesi, doktorların tamgün çalışma zorunluluğunu iptal etti. 

* Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 2007 yılında “üretim kapasitesi artan ve kâr eden PETKİM”in özelleştirilmesini “üstün kamu yararı bulunmadığı sonucuna” vararak yürütmeyi durdurdu. 

* Danıştay, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi kararını iptal etti. 

 

Amaç açıktır; halkın haklarına saldırıya karşı mücadele araçlarından birisini yok etmek, kamusal zenginliklerin piyasalaştırılması sürecinin önündeki engelleri kaldırmak, demokratik bir uygulama olan “yürütmenin denetlenmesi”nden kurtulmak ve kendine hukuk yaratmak. AKP’nin yargı bağımsızlığı dediği, liberallerin de elinde bir avuç tuzla koştuğu yargı bağımsızlığı anlayışı bundan ibarettir; fazlası yoktur. 

Peki emekçiler için ne var anayasa değişikliğinde?

Gönderi tarihi:
Peki emekçiler için ne var anayasa değişikliğinde?

 

Güzel bir soru..

 

Sadece emekciler icin mi bütün gelismeler..Büyük sermayedarlar da isin icinde degiller mi yabancilara kimlerin mallari peskes cekiliyor.

 

Kimlerin birikimi peskes cekiliyor...

 

Emekcilerimizi köle gözüyle bakan sermayedarlarimiz daha dogrusu seyhlerimiz agalarimiz aga babalarimiz onlarin irgatlari artik ülkemizi sadece köle olmaktan köle yapmaktan haz duyan bu gurup bu sinif..

 

Nereye dogru kosturuyor! daha dogrusu kostuklari kucak akp ile sonlandi muratlarina erdiler bu kucak ne diyordu simdiye kadar !!!

 

Öyle ya bunlar demiyormuydu biz yönetemiyoruz sermayemizi birakin onlar yönetsin.. kim bunlar hatirlayan var mi ? bu vatansiz köle heveslilerini bu vatansiz köleleri hatirlayan var mi..

 

Orta Cag´a topyökün kosturulmuyormuyuz hep beraber, yoksa baska siniflarda baska yerlere mi kosturuyorlar yoksa farkli kaldirimlarda mi yürüyecegiz

 

Aklima dersime dönüs geldi..

 

Irgatliga dönme heveslileri geldi..

 

Irgat´tan kurtarmanin bedelini bugün tekrar irgatliga dönmek icin dersimi kasiyanlar aklima geldi..

 

Sermayeder sahiplerine sermayemi kaldi, büyük sermayedarlarimizi sermaye köleleri diyebiliriz. Kimlerin kölesi onlari arastirmakta bizlere düser.. Hakikatten müslüman ülkelerin de sermaye denen sey ne ola ki ? Anayasa ne olsun.

Başbakan geçen günlerde Tüsiad'la atışırken "Bu ülkeyi sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz." dedi. Müsiad ve Tuskon sermaye değil mi? diye bir soru sormayacağım. Onlar anayasa paketini destekliyorlar. Aslında Tüsiad'ın da karşı çıktığı yok. Zira bu anayasa paketi tam da sermayenin isteklerine cevap veriyor.

Sadece 125. maddeye bakalım :

Bir fire verelim..

Sabanci öldügünde rahmetine kavustugunda yerine Tayyip Erdogani atasalardi sasirirmiydik onun gibi birsey.. Sermayemiz.

Gönderi tarihi:
AKP İktidarında tarım ve ücretliler yoksullaştı

 

Üst üste büyüme gösteren Türkiye ekonomisinde , büyümenin kar-faiz-rant geliri sahiplerinin lehine geliştiği, tarım ve ücretli kesimin ise bu büyümeden nasiplenemediği görülüyor.

akp-gd.gif

 

TÜİK’in, 2007 ilk çeyreğindeki yüzde 6,7’lik büyümeyi açıkladığı gün ek olarak açıklanan “gelire göre GSMH” verileri, 2006 yılında işgücü ve “işletme artığı” olarak paylaşılan gelirin cari fiyatlarla 440 milyar YTL’ye yakın gerçekleştiğini, bunun da yüzde 56’dan fazlasını nüfustaki payı yüzde 18’in altında olan kar-faiz-rant geliri sahibi işverenlerin, girişimcilerin aldığını ortaya koyuyor.

Bu kesimin, AKP iktidarı boyunca gelirlerini sürekli yükselttiği ve AKP’nin ilk iktidar yılı sonunda yüzde 53,1 olan paylarını 2006 sonunda yüzde 56,1’e çıkardıkları görülüyor.

Buna karşılık nüfustaki payları üçte birin üstünde olan küçük üreticiliğe dayalı tarımın AKP döneminde gelir pastasından daha az pay aldığı görülüyor. Tarım kesiminin 2003’te tarımda yüzde 13’e yakın olan payı 2006 sonunda yüzde 9,5’a kadar düşmüş görünüyor. Paylaşılan gelirin cari fiyatlarla ortalama yüzde 17 büyüdüğü, 2003’te 275 milyar YTL’den 2006’da 440 milyar YTL’ye çıktığı bu dönemde tarım kesiminin en çok gelir kaybına uğrayan kesim olduğu görülüyor.

TÜİK’in gelire göre GSMH verileri, büyümenin nimetlerinden ücretlilerin de yararlanamadığını ortaya koyuyor. Türkiye nüfusu içinde yüzde 49’a yakın payı olan ücretliler, AKP iktidarının ilk yılında yüzde 34 dolayında olan gelir pastasındaki paylarını, yüksek büyümeye rağmen artıramadılar. Dönem boyunca, kırdan kente göçle ücretlilik artmasına karşın bu kesimin gelir pastasından aldığı pay artmadı, yerinde saydı.

Böylece, gelire göre GSMH verileri, AKP iktidarında gelir bölüşümünün köylüler ve ücretliler aleyhine geliştiğini, buna karşılık kentteki girişimciler, kar-faiz-rant geliri sahibi kesimler lehine gelişerek bölüşüm ilişkilerinin daha da adaletsizleştiğini ortaya koymuş bulunuyor.

 

Akpnin 8 yıllık icraatları ülkeyi sermayenin hegemonyasına terk etme üzerinedir. Yani söylenenin tam tersi yapılmıştır.

Gönderi tarihi:
Erdoğan’ın TÜSİAD’a yönelik “bitaraf olan bertaraf olur” yollu tehdidi, büyük sermaye ile AKP’nin ilişkileri hakkında oldukça öğretici ipuçları barındırıyor. Sözler, haklı gerekçelerle, hep Tayyip Erdoğan’ın TÜSİAD’a yaklaşımı açısından değerlendirildi. Oysa bir de bu sözlerin TÜSİAD’ın AKP’ye yaklaşımı açısından önemi bulunuyor.

 

Tehdit söylevinin ilgisiz bir yerine “Anadolu sermayesini daha gerçekçi bulduğunu” belirten Erdoğan’ın nereyi kaşımak istediği açık; AKP’yi “laik” İstanbul sermayesine karşı “muhafazakar” Anadolu sermayesinin temsilcisi olarak gösteren bayağı sosyolojinin etkisinde olanlar, bu sahte popülizmi alkışlamakta gecikmemiştir. Görünümle yetinenler, Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine ve azarlamalarına bakıyor; özü arayanlar ise, en sondaki, basının pek öne çıkarmadığı “karşımıza gelip farklı, kapıdan çıktıktan sonra farklı diyor. Biz bu tür şeylere pek alışık değiliz" sözlerine odaklanıyor.

 

Kamu kanaatinde yaygın bir görüş var: TOBB ile İTO gibi sermaye kuruluşlarının “evet” açıklamalarında AKP’nin zorlamalarının etkili olduğu, TÜSİAD’ın da Tayyip Erdoğan’ın tepkisini çekecek ölçüde muhalif konum benimsediği düşünülüyor. Ben aynı kanıda değilim. Türkiye’de büyük sermayenin, AKP’ye Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini aşan bir yakınlığı bulunuyor.

 

Bugün Türkiye’de büyük mülk sahibi olmak demek, yalnızca Zorlu gibi İstanbul’un göbeğinde tiksindirici bir alışveriş merkezi dikebilmek için hükümetle iyi geçinebilmek ya da Şahenk gibi Erdoğan’ın “bir telefon uzağında” olabilmek demek değildir. Bütün bunları daha sistematik yapabilmek için, sermayenin daha rahat yayılabilmesi için, hükümetle sermayenin daha rahat iç içe geçmesi için, ayrı bir toplum düzeni istemektir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın son sözlerinde de ima edildiği üzere, TÜSİAD’ın “kapalı kapılar ardında” AKP’ye istikrarlı destek vermiş olması hiç de şaşırtıcı sayılmamalıdır. Bu desteğin yer yer, örneğin Obama iktidarının ilk dönemlerinde ABD’nin desteğini bile aştığını, büyük işadamlarının ABD nezdinde AKP lehine “deliğe süpürmeyin” diplomasisi yaptığını da söylemekle yetinelim.

 

Nitekim, Tayyip Erdoğan’ın TÜSİAD’a yönelik sözlerine herkes TÜSİAD’dan “sert yanıt” bekliyordu. TÜSİAD ise tersine, son derece tutuk bir dille, TÜSİAD’ın bitaraf olmadığını, irade beyan etmesinin beklenmemesi gerektiğini vurgulamakla yetindi. Ama anlaşılan, Ferit Şahenk’in, TOBB ile İTO’nun haris şeflerinin ortaya atılarak yaptıkları “evet” açıklamaları, Erdoğan’ı daha da cesaretlendirmişti. Erdoğan söylemsel şiddetini artırdı: TÜSİAD’ın “2000-2001’deki” irade beyanını anımsattı. Ardından TÜSİAD’ın diğer hükümetlerle köpeğin kediyle oynar gibi oynadığını, Türkiye’yi “sermaye hegemonyasına bırakmayacaklarını” ekledi. Büyük işadamlarının, gelişini “o artık değişti” temalı basın kampanyalarıyla, “AB yolu açılıyor” “koalisyonlar devri bitiyor” şenliğiyle kutladıkları bir İslamcı, şimdi kalabalıkların önünde hegemonyalarına meydan okuyordu.

 

BÜYÜK PATRONLARIN ILIMLI İSLAM’LA FLÖRTÜ

 

Aslında büyük patronlarımız, İslamcıların üslubuna uzun süredir alışıklar. 28 Şubat sürecinin sıcaklığı sürerken, Fethullah Gülen’in Sakıp Sabancı ve Rahmi Koç’la yemeklerde istişarelerde bulundukları sır değil. Ilımlı İslam’ın iktidara oturmasından, cumhuriyete nefretlerini gizlemeyen profesörlerin, bu arada Güler Sabancı eliyle bazı liberal zengin çocuklarının Sabancı Üniversitesi’ne doldurulmasından az öncedir.

 

Bu ilişkiler, İslam AKP adıyla iktidara geldiğinde de boyut kazanmış, büyük sermayenin AKP’ye desteği hep kapılar ardında kalmamıştır. TÜSİAD, bu arada TOBB gibi sermaye kuruluşları, sekiz yıllık hükümeti boyunca en büyük kriz dönemlerinde, dönüm noktalarında AKP’yi “kapılar dışında” bile yalnız bırakmayıp destek açıklamalarını eksik etmemiştir.

 

Odatv’deki başka birçok yazıyla birlikte, ayrıntılarını daha önce verdiğimi anımsıyorum (1). Büyük sermaye, özelde de TÜSİAD, 27 Nisan bunalımında AKP’ye yalnızca destek değil, yol gösterici olmuştur. Çankaya’ya İslamcı ve eşi türbanlı birinin çıkmasına karşı düzenlenen, Cumhuriyet tarihinin en büyük kitle gösterileri olarak kaydedilen Cumhuriyet Mitingleri ile 27 Nisan Bildirisi’nin AKP’de paniğe yol açtığı, Erdoğan’ın yine kefen boyunu ilan etmeye başladığı dönemdir; Bildiri’ye karşı açıklamalarına 29 Nisan günü erken genel seçim çağrısını ekleyen, TÜSİAD olmuştur. Erken seçim hemen gündeme alınmış; milyonların etkin sokak gösterileriyle krize giren AKP, 12 Eylül’ün seçmen edilgenliğine dayalı, anti-demokratik seçim sistemiyle kuvvet ve moral tazelemiştir. Aynı desteğin, Abdullah Gül’ü binbir oyunla Cumhurbaşkanlığı’na oturtan meclis süreci boyunca da sürdüğü belirtilmelidir; bu dönemde TÜSİAD, demokrasiyi meclis kararlarından ibaret sayan demagojinin bayrağını taşıyordu. Doruk noktası ise, AKP’nin ucube bir mahkeme kararıyla deyim yerindeyse “ipten döndüğü” Kapatma Davası’dır; TÜSİAD “kapatma davası sorunlara çözüm olmaz” açıklamasında bitaraf kalmadığını gösteriyordu. Mahkeme’nin eli titriyor ve laiklik karşıtı olduğunu tescillemesine karşın AKP’yi kapatmıyordu.

 

Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı bir noktada haklı, ama eksik saymak durumundayız. Doğru, TÜSİAD, tarihte çeşitli kereler irade beyan etmişti. Ama 12 Eylül öncesinde ve 2001’de Ecevit hükümeti döneminde o beyanlar hükümetlere karşıydı. Bununla birlikte, TÜSİAD’ın belki de tarihinde hiç AKP iktidarında olduğu kadar hükümet lehine kritik irade beyanı yoktur. Dolayısıyla, “sermaye hegemonyasının” bu dönemde Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül lehine işlemiş olması, Anayasa Mahkemesi’nin ve Yüksek Komutanlık’ın Cumhuriyet’e yönelik açık saldırılara yanıt vermedeki yetersizliğinde pay sahibi olabilir mi, sorusu da akla geliyor. Kısacası, gerçekten de Erdoğan, konuşmasında TÜSİAD’dan daha önce yapmadığı bir şeyi istemiş değildir.

 

TÜSİAD ANAYASA PAKETİNİN TETİKLEYİCİSİ

 

Peki büyük sermaye ile AKP arasındaki bu kritik uyum, Anayasa gündemine gelince mi değişmiştir? İlk önce Mustafa Koç’un, Yüksek İstişare Kurulu’nda referandumu eleştirdiği basına yansıdı; ardından Ümit Boyner’in, “referandum meşru yol, ama tek başına yeterli değil” sözlerini, siyasal gerilimin artmasından duyduğu kaygıları okuduk. Bu ilk görüşleri, TÜSİAD’ın pakette yargıyla ilgili düzenlemeleri eleştiren açıklamaları izledi.

 

Bununla birlikte, AKP’nin Anayasa sürecini eleştiren TÜSİAD, AKP iktidarına en yakın olduğu dönemi yaşıyordu. Ümit Boyner başkanlığa oturtulduğundan itibaren, tarihteki ilk TÜSİAD-MÜSİAD buluşmasını, Barzani’nin TÜSİAD ziyareti izledi. Aynı biçimde, yaşadığımız bu Anayasa ve referandum gündemini açıkça tetikleyenler arasında TÜSİAD’ın bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şubat 2010’da Cumhurbaşkanlığı koltuğundaki Gül, Hindistan’a giderken “yeni bir anayasa fırsatının kaçtığını” parça parça değişikliklerin ise anlamlı olmayacağını açıklıyordu; kastettiği, AKP’nin yeni bir anayasa hamlesine girişecek toplumsal uzlaşmayı sağlayamayacağıydı ki, anayasa paketine etkin muhalefet edeceğini ilan eden ve kısa süre sonra kaset komplosuyla CHP başından düşürülecek olan Deniz Baykal ve her gerçekçi siyasetçi de aynı noktadaydı.

 

TÜSİAD’ın sahneye çıkışı yine bu kritik andadır: Yeni başkanı Ümit Boyner, bir hafta sonra, TÜSİAD’ın 2010-2011 programını açıkladığı toplantıya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “bildiklerimizi anlatırız” sözünü eleştirerek başlıyor, “ayağımıza takılan Anayasa’dan” şikayetle devam ediyordu; daha önemlisi Anayasa değişikliği fırsatının kaçmadığını, yargı reformunun gerektiğini, toplumsal uzlaşmanın zamanla gelişeceğini, bunun için “siyasi niyeti ve iradeyi ortaya koymak gerektiğini” ilan ediyordu. İradeyi, o dönem Gül’ün bile toplumsal uzlaşma yaratma ihtimali vermediği AKP hükümetinden beklemektedir. TÜSİAD’ın ilanını izleyen kısa süre içinde AKP’nin, bugünkü hiçbir toplum kesimine, Özbudun sınıfından hukukçulara bile sormaksızın anayasa paketini hazırladığını anımsıyoruz. Şimdi paketteki “yargıyla” ilgili maddelerden kaygı duyduğunu söyleyen TÜSİAD, acaba AKP gibi uzlaşma sağlayamayacağı açık bir partiden “yargı reformu” isterken bundan farklı bir şey mi düşünüyordu? Ünlü atasözü aklıma geliyor: En büyük ahmak, başkalarını ahmak sanandır.

 

Son olarak, TÜSİAD Genel Sekreterliği’nde bulunmuş olan, dolayısıyla TÜSİAD’daki gelişmeleri içeriden izleyebilen değerli iktisatçı Güngör Uras, Tayyip Erdoğan’ın şantajı üzerine kaleme aldığı yazıda “TÜSİAD üyelerinin sayısı belli. Bu üyelerin çoğunun evet oyu kullanacağı belli” sözleriyle, İstanbul tekellerinin AKP Anayasa paketi konusundaki düşünceleri konusunda kuşku bırakmıyor: TÜSİAD, bu Anayasa paketinin başlıca failleri arasındadır.

 

TÜSİAD’ın bütün diğer eleştirileri ise cumhurbaşkanlığını destekledikleri Abdullah Gül’ün o makamda yapamadığını yapmak, toplumdaki bazı kaygıların da gözetildiği izlenimini vermekten, yatıştırıcı olmaktan ibaret görünüyor. Bunun dışında, sürdürdüğü destek siyaseti, daha bir hafta önce, Görüş dergisinde, hükümetin “eksen kaymasıyla” suçlandığı, herkesin diline düşmüş dış politikasını hayret verici bir ölçüsüzlükle övmesine kadar varmış bulunuyor.

 

YA BİR MUSSOLİNİ ÇIKARSA?

 

Bütün bu tablo, TÜSİAD’ın padişahına itaat göstermekte ağır kalan vezir gibi “konuşsana!” yollu azar yemesini, üstelik “bilinçli, kentli, kültürlü kadın” imajı veren başkan hanımefendinin bu ağır azar karşısında sus pus olmasını kuşkusuz daha utanç verici kılmaktadır. Tayyip Erdoğan “siz istediniz de yaptık” vurgularıyla bağırırken, aslında TÜSİAD’ı, kendi tetiklediği referandum sürecinde etkin rol almaya çağırıyor. Bir kez daha panik halindedir ve TÜSİAD’dan daha önceki paniklerinde yaptığını yapmasını bekliyor. Bugüne dek kapalı kapılar ardında kendisini bu yola itelemiş olan TÜSİAD’ı, referandum sürecinin ezici ağırlığını yüklenmeye, seferberliğinin bir parçası olmaya çağırıyor.

 

Bir yöntemsel soruyla bitirelim: TÜSİAD’ın AKP’ye bu kritik desteği neden? Büyük patronların hepsi AKP’li ya da siyasal islamcı mı? Kuşkusuz değil. Olmaları da gerekmiyor.

 

İlginçtir, tarih kitapları, Mussolini’nin ve Hitler’in yükselişinde de destekçi büyük tekellerin, mutlaka faşist olmadıklarını, hatta başlangıçta en sağcısının bile muhafazakar bir iktidarı tercih edeceğini kaydediyor. Ama faşist akımın fütursuzluğuna, kural tanımazlığına muhtaçlar; içinde bulundukları krizi ve gerekli toplumsal düzenlemeleri, deli bozuk ama yönlendirilmeye hazır faşist liderlerden başkasının yapamayacağını görüyorlar. Faşist liderin attığı her ileri adım, sermayedarları tedirgin etse de, bir sınıf olarak sermayenin önünü açıyor. 1929 Büyük Bunalımı’nın gölgesinde, gerekirse tek tek sermayedarlar feda ediliyor, ama bir sınıf olarak kapitalistler kurtuluyor; despota itaat ile riyakarlığın ödülü, faşist ekonominin nimetlerinden sonuna dek yararlanmak oluyor. İngilizce’de “self-enslavement” deniyor, “kendini köleleştirme” ya da “gönüllü kölelik” diyoruz.

 

Büyük sermayenin AKP’yle flörtü daha ne kadar sürer, göreceğiz. Ama TÜSİAD’ın Tayyip Erdoğan karşısındaki performansı beni düşündürdü. Tanrı korusun, Mussolini gibi deli bozuk biri çıksa; 1929 Bunalımı’yla kıyaslanan bu küresel bunalımda sermayenin pazar iştahını kabartacak bölgesel açılımlar vaat etse; kuralları “takmayıp” özelleştirmeleri dizginleyen yargı ve bürokrasi sistemini ilga etse; yeni düzene muhalifleri ve sendikal hareketi “ideolojik” yetmezse “terörist” olmakla damgalasa; işçilerin en naif hak eylemlerini “ajitasyon” ve “yasadışı” ilan edip kolluk güçlerini yollasa; bu ağır kriz ortamında ücretleri alabildiğine düşürse; laikliği umursamayıp dinsellikle emek itaati sağlasa, büyük sermayedarlar ne yaparlardı? Başlarına böyle bir despotun geçmesine razı olurlar mıydı? Merakımın çok sürmeyeceğini tahmin ediyorum.

 

Barış Zeren

Odatv.com

Gönderi tarihi:

BİRDEN ÇOK SENDİKA ÜYELİĞİ NE GETİRECEK?

 

Bakın çalışma hayatının usta yazarlarından Ali Tezel ne diyor:

TRT'den gelip Anayasa paketi tanıtımı kapsamında 'Artık tüm işçiler birden çok sendikaya üye olabilecekler' cümlesini okumamı ama yorum yapmamamı istediler. Doğru olmadığını söyleyince çekimden vazgeçtiler. 

 

Doğrusu o cümledeki gibi değil. İşçilerin birden çok sendikaya üye olması kaos yaratabilir Anayasa değişse bile 2821 'deki hükümde bir değişiklik yapılmadı

 

Cuma günü TRT1'den geldiler ve spiker gibi yorum yapmadan yeni Anayasa Paketi'ndeki "Artık tüm işçiler birden çok sendikaya üye olabilecekler" dememi istediler. Ben de bu değişikliğin, işçilerin aleyhine olacağını, kaos yaratacağını söyleyince, çekimden vazgeçip gittiler  Üyelik engelleniyor Part-time çalışanların birden çok sendika üyeliği engellenmiş oluyor. 12 Eylül 2010 günü referanduma sunulacak olan "Anayasa Değişiklik Paketi" içinde yer alan metinle "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nm 51'inci maddesinin 4. fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır." Anayasa'nm kaldırılan 51. maddesinin 4. fıkrasında yer alan bu hüküm şöyledir: "Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz." Referandumda kabul çıkarsa, artık çalışanlar birden çok sendikaya üye olabilecek ama bu durum işçilerin lehine mi yoksa işverenlerin ve devletin lehine mi bunu ifade eden yok. 

 

YENİ UYGULAMAYLA İŞÇİLER TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİZ KALIR 

 

Bir sendikanın örgütlendiği işyerinde TÎS (Toplu tş Sözleşmesi) yetkisi alabilmesi için işkolunda en az yüzde 10 oranında üyeye sahip olmasının yanı sıra aynı zamanda o işyerinde yüzde 50'yi aşan sayıda işçiyi de üye yapması gerekmektedir. Mesela 100 işçisi olan bir işyerinde örgütlenmeye başlayan bir sendika, 51 işçiyi kendi üyesi yaptığı anda Çalışma Bakanlığı'na müracaat edip TlS yetkisi talep eder. 

 

Üye sayılarını kontrol eden bakanlık da sendikaya TÎS yetkisi verir. Sendika bu yetki belgesiyle de işvereni TÎS'e davet eder. işverenler de genelde iki konuda mahkemeye gidip itiraz ederler. Birincisi işkoluna, ikincisi de TİS yetkisine ve bu davalar da genelde 1-2 yıl sürer. Şimdi düşünün, ülkemizde aynı işkolunda hem Hak-İş'e, hem Türk-îş'e, hem de DÎSK'e bağlı fabrika çalışanları var. Bu fabrikanın sendikalı 51 işçisi, bu üç konfederasyona ait üç sendikaya da üye olabilecek. 

 

Yani, aynı fabrikada hem TürkIş'in, hem Hak-Iş'in, hem de DlSK'in 51 üye işçisi var ve hepsi de aynı kişiler, o halde hepsi de Çalışma Bakanlığı'na başvurup TÎS yetkisi alabilecekler. Peki, aynı işyerinde 3 farklı sendika da TÎS yetkisi almışsa, işveren hangi sendika ile TÎS yapacak? Gelin cevap verin bakalım.

 

DAVALAR YILLARCA SÜRÜNCEMEDE KALIR 

 

Aynı işkolu ve aynı işyerinde birden fazla TÎS yetkisi alan sendika varsa, hepsi de işverene TÎS için başvurmuşsa, artık bunu mahkeme çözer ama nasıl? îşte bunun cevabı yok. Velhasıl işçilerin aynı işkolunda birden çok sendikaya üye olabilmesi işçilere değil, TÎS'i sürüncemede bırakmak isteyen işverenlere fayda sağlar. 

 

Bu hükmü getirenler, "İşçilerin, aynı zamanda birden çok işyerinde parttime çalışıyorlarsa birden çok sendikaya üye olması yasağını kaldırıyoruz" diyorlar ama Anayasa değişiklik paketi kabul edilse bile aynı hüküm 2821 Sayılı Sendikalar Kanununun 22/1. maddesinin birinci cümlesinde de aynen tekrar edilmiş, hatta Yargıtay kararları ile genişletilmiştir.

 

Mevcut Anayasa'ya göre yasak, "aynı işkolunda" kurulu bulunan bir başka sendikanın üyesi olmamaktır. Fevzi Demir Hocama göre, Yargıtay; Anayasa ve kanunda bulunan "aynı işkolunda" deyimini göz ardı ederek, işçinin "farklı işkolunda" bile olsa ikinci bir sendika üyeliğini "geçersiz" saymıştır. Böyle olunca, farklı işkollarında özellikle kısmi (part-time) çalışanların birden çok sendika üyeliği engellenmiş olmaktadır, örneğin, "gıda" işkolunda yarım gün çalışan bir işçinin yarım gün de "büro işkolunda" veya iki gün başka bir işkolunda, üç gün de diğer . işkolunda çalıştığı düşünülecek olursa, bu işçi bu işkollarında örgütlü bulunan sendikalardan sadece birine üye olabilmektedir.

 

Halbuki, işverenleri ayrı işkollarında faaliyet gösteren iki ayrı işyerinde örgütlü farklı sendikalardan birinin koruması altında olduğu için diğer işyerinde örgütlü bulunan sendikanın korumasından işçiyi mahrum etmenin hiçbir mantığı olmadığı açıktır. Bu sebeple, Anayasa paketindeki değişiklik işçilerin lehine değildir. Amaç part-time çalışanların her işyerinde sendikalı olabilmesini temin ise, sadece Sendikalar Kanununun 22/1. maddesi hükmü kaldırıldığı takdirde, iş hukukunun "işçiyi koruyucu amacına" uygun olarak birden çok sendikaya üyelik olabilecek.

 

Ancak, 

 

Sendikalar  Kanununa mutlaka "Aynı işyerinde birden çok sendikaya üye olunması halinde sonraki üyelikler geçersizdir" hükmü getirilmesi şarttır. Aksi halde, özellikle toplu iş sözleşmesini yapmaya "yetkili sendikanın" tespitiyle ilgili uyuşmazlıklar sırasında, bir işyerinde faaliyette bulunan farklı iki veya üç sendikaya da üye olan ve özellikle sendikaların baskısı ile birinden diğerine sık sık geçişler yapan işçilerin, sendikaları bitmez tükenmez davalarla meşgul ettikleri, işyerlerini belirsizlikler içine sürükledikleri ve bu suretle çözümü fevkalade zor sorunlar yarattıkları iyi bilinmektedir.

 

 

Türkiye'deki uygulamalara baktığımızda ise işçilerin bir sendikaya üye olduklarında işten atıldıklarını görüyoruz. Değil birden fazla sendikaya üyelik... İşte birkaç haber:

"UPS yönetimi sendikalaşmayı engellemek için sendikalı ve çoğu taşeron 32 işçiyi işten çıkardı. 3 Mayısta işten atılan UPS işçileri Mahmutbey Aktarma Merkezinde direnişe geçtiler. İşçiler işten atma saldırısına ve sendika düşmanlığına karşı işyeri önünde başlattıkları direnişi 6 Mayısta yaptıkları basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurdular."

 

"Sendikalaşma çalışmasının patron tarafından duyulması üzerine Cihan Deri’de 5 işçi işten atıldı. 12 saati aşan ağır çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı sendikalaşan işçiler, baskı ve tehditle karşılaştılar. Fabrikaya kameralar yerleştirildi. İşçiler sendikadan istifa etmemeleri durumunda işten atılmakla tehdit edildiler. Patron işçileri zorla ve tehditle notere götürerek istifa ettirdi. "

 

"Tuzla Organize Deri Sanayiinde bulunan Rimaks Tekstil fabrikasında çalışan işçilerin Teksif sendikasına üyeliklerini haber alan patron, 11 Ağustosta 12’si sendikalı olmak üzere toplam 20 işçiyi işten atmıştı. Ertesi gün 12 işçi fabrika önünde direnişe başlamıştı. Patronun saldırıları ilerleyen günlerde devam etti. 16 Ağustos Pazartesi sabahı işbaşı yapan işçilerden 41’i topluca işten atıldı. Bu işçilerden 17’si sendikadan istifayı kabul etmeyen işçilerdi. Elbette patron işçileri işten atarken yasal bir bahane de uydurdu: Kriz gerekçesiyle daralma!"

 

Sendikalaştıkları için işten atılan ve işten atma saldırısına direnişle yanıt veren BMİS üyesi ÇEL-MER işçileri,  ÇEL-MER patronunun sendika düşmanı tutumuna karşı direnişlerini işgal eylemiyle birleştirmişlerdi.2 Ağustos günü öğle arasında fabrika önünde direnişlerini sürdüren işçiler, üretimde çalışan işçilerle birlikte fabrikayı işgal etmiş ve üretimi durdurmuşlardı. "

 

Bu dört olay bu yıl içinde gerçekleşenlerden. Hala devam eden eylemler de var. Şimdi hal böyle iken işçiler birden fazla sendikaya üye olabilecekler demenin inandırıcılığı nerededir? Sendikalaşma anayasal bir haktır. Bu hakkı kullandırtmayan patronlara/uygulamalara karşı Akp iktidarı ne yapmıştır? Hiç. Şimdi söylenen "bu ülkeyi sermayenin hegemonyasına terk etmeyeceğiz" lafının sadece laf olduğu bir gerçektir.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.