Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 . Dev-gençten 'iddia'lı gençliğe... Ülkemizde 1980 öncesine kadar mevcut sisteme muhalif olma noktasında gelişen kitlesel gençlik hareketlerine rastlamak mümkün olmakla birlikte, bu gün gelinen noktada maalesef böylesi bir kitlesellik henüz oluş(a)mamıştır. Oysa toplumun dinamik unsurunu oluşturan gençliğin, sorunlara çözüm üretme, onları çeşitli platformlarda dile getirme ve bütün bunları devrimci gençlik ruhuyla yerine getirme pratiği veya geleneği, 68 kuşağı olarak hafızalara ve Türk siyaset tarihine kazınmıştır. Hareketlerinin adı her ne kadar Dev-genç olarak kısaltılmış olsa da düşünce ufukları oldukça uzun olan 68’liler, işte böylesi tarihsel bir mirası geride bırakarak tarihteki yerlerini aldılar. Bazıları sayısız işkencelerden geçti, bazıları kişiliksizliği tercih edip arkadaşlarını sattı, bazılarıysa sisteme inat onurlu bir biçimde yaşamlarını hapishanelerde sonlandırdı. Ama akıbetleri ne olursa olsun 68 gençliği, özünde devrimci bir karakter taşıyordu dolayısıyla statükocu sisteme ve bu sistemdeki her türlü oligarşik örgütlenmeye/yapıya temelden karşıydı. Zamanında “Yaşasın tam bağımsız Türkiye”, “Kahrolsun Amerika” ve “6.Filo defol” gibi sloganvari ama bir o kadarda dirençli söylemlerle meydanlara inmişlerdi. Ama 80 darbesi, bütün şiddetini ve o korkunç sindirme psikolojisini topluma yerleştirince, gençlik de temelden bir dönüşüm geçirdi ve tankların gölgesinde yetişen yeni bir nesil yetişti. Aynı zamanda küreselleşme denilen neoliberal hegemonyanın da dünya sahnesindeki yerini, hızla almaya başladığı 1980 ve sonrasındaki süreç, gençliği tamda bu yönde bir değişime zorlamıştır. Nitekim 1980 sonrasında, temel kurgusunu sermayenin uluslar arsılaşmasından alan küreselleşme süreci, her alanda yapısal dönüşümleri/değişimleri zorunlu kılmıştır. Söz konusu değişimlerin toplumsal yansımsından elbette ki gençlik de fazlasıyla etkilenmiştir. Bununla birlikte pratikleri bağlamında ele alındığında değişimin sonuç yansımaları olarak iki farklı gençlik paradigması ortaya çıkmış oldu: Bir taraftan korkak, sindirilmiş, devrimci ruhu işkencelerle tasfiye edilmiş ve itirafçı sandalyesine oturtularak bizzat kişilikleriyle ve eylemleriyle alay edilmiş bir gençlik dururken, -ki bütün bunlara rağmen onurlu yarınlar adına mücadeleden asla vazgeçmeyen ve bize bu anlamda hayli değerli bir miras bırakan gençlik- öte tarafta ise yeni sürecin mantığına uygun, popüler kültürden/değerlerden fazlasıyla beslenen (“metroseksüellik” kavramı bu beslenmenin popüler ürünüdür) , günübirlik yaşayan, bırakın ülke sorunlarını kendi gündelik sorunlarına bile duyarsız kalan gençler/elemanlar yetiş(tiril)miştir. Öyle ki, 4 Ocak 2004’teki Radikal 2’de “Kampüsistan gençliği bir Türkiye gerçeği mi?” adlı yazıda da belirttiğim gibi "Kim Gitsin" mantığındaki yarışmalarla arkadaşını satmaktansa işkenceyi göze alan eski gençliğin ahlâk anlayışından, en iyi ben satarım övünmesini dillendiren yeni bir gençliğe geçtik. Öte yandan mevcut süreçte, gençliğe yönelik bir çerçeve çizilirken, sınırlar kapitalist kar mantığına göre çizilmekte/belirlenmekte ve gençler, söz konusu sınırlar dahilinde kaldıkları sürece zararlı veya yararlı olabilmektedirler. Zira 1980 darbesiyle susturulan gençlik, şimdilerde “cep öğrenci” kampanyalarıyla adeta konuşturulmak istenmektedir. Nede olsa egemen ideolojiye ters düşecek konuşmalar, modern çağın gençlerinden(!) beklenmemektedir. Gençlik böylece bir yandan belli bir kalıba sokulmakta diğer yandan da sermaye için yeni bir yatırım/kar alanı olmaktadır. Son günlerde adı gibi iddialı bir çıkış yapan “iddia” adlı oyun, bu yönüyle elbette ki oldukça önemlidir. Söz konusu oyuna olan ilgi bir yana, oyunun bizzat kazanmaya ve kaybetmeye dayanan niteliği ve gençliğin böylesi bir kumarda temel rol oynaması gençlik üzerinden nasıl rant alanlarının oluşturulduğunu görmek açısından önemlidir. Nitekim kapitalizm tarafından birer homo economicus’a dönüştürülen günümüz gençleri, dev-gençlerin bir zamanlar yıkmak için uğraştıkları kapitalist sistemle, şimdilerde “iddiaya” girmektedirler. Tabi ki, bu iddiada kazanan taraf son kertede kapitalizmin ta kendisi olacaktır. İşte bu temelde, kısa yoldan köşeyi dönen, kapitalizmin Makyavelci mantığıyla hareket eden ve reel kazanımlar yerine nominal kazançlara itibar eden bir kuşak yetişmektedir. Bununla birlikte yukarıdaki tablodan farklı olarak, mutlak bir determinizmle kaderciliğe prim veren, bilimsellikten uzak, eleştirel düşün(e)meyen ve kelimenin tam anlamıyla “gaza gelen” bir gençliğe de geçmiş bulunmaktayız. Geçtiğimiz yıl bayrak krizinin tırmandığı günlerde ATO başkanı Sinan Aygün’ün bir üniversite kampusünde bayrak dağıtarak gaza getirdiği gençler bu yönüyle önemli bir örnektir. Aynı şekilde askerlerin başına geçirilen çuvalın intikamını sinema filmiyle alıp, hikâyeden de olsa milli gururları okşayan çatlı-ağca konsantresi Polat Alemdar, gençliğin yeni idolü olmuştur. Dolayısıyla, Deniz Gezmişlerin bağımsızlık şiarını, kendilerince günümüzün popüler argümanlarıyla dillendiren ve Fuat Keyman’ın deyimiyle piyasada “daha çok satmaya başlayan” bir kitle ortaya çıkmış oluyor. Sonuç olarak vurgulamak gerekir ki, 80 sonrasında gençlik özünde iki farklı paradigma ekseninde biçimlendi/biçimsizleştirildi. Kapitalist eksende sermayeye hizmet eden ve onun belirlediği sınırlarda hareket eden gençler/iddiacılar yetişirken, diğer yandan da milliyetçi-muhafazakâr değerlere -gaza geldiği ölçüde- sahip çıkmaya çalışan ve kurtlar vadisi gibi mafya-derin devlet mecralarında dolaşan gençler veya bozkurtlar yetişmektedir. Aslında kapitalist hegemonyanın egemenlik alanına giren gençliğin yeni dünyasını “Komünist Manifestosunda” (1847) Marks şu cümle ile çok doğru bir şekilde dile getirmişti: “Burjuvazi kendi imgesinden bir dünya yarattı.” Şuan yaşadıklarımız Marks’ı haklı çıkarmaya yetmez mi? ____________________________________________ * Arş.Gör. D. ÖZYAKIŞIR* - Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 sevgili arkadaşım çok güzel bir yazı paylaşmışsın.emeğine sağlık.....büyük bi zevke okudum...... Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 ""Sonuç olarak vurgulamak gerekir ki, 80 sonrasında gençlik özünde iki farklı paradigma ekseninde biçimlendi/biçimsizleştirildi. Kapitalist eksende sermayeye hizmet eden ve onun belirlediği sınırlarda hareket eden gençler/iddiacılar yetişirken, diğer yandan da milliyetçi-muhafazakâr değerlere -gaza geldiği ölçüde- sahip çıkmaya çalışan ve kurtlar vadisi gibi mafya-derin devlet mecralarında dolaşan gençler veya bozkurtlar yetişmektedir. Aslında kapitalist hegemonyanın egemenlik alanına giren gençliğin yeni dünyasını “Komünist Manifestosunda” (1847) Marks şu cümle ile çok doğru bir şekilde dile getirmişti: “Burjuvazi kendi imgesinden bir dünya yarattı.” Şuan yaşadıklarımız Marks’ı haklı çıkarmaya yetmez mi? "" ne diyimki dip not enfes bir yazı olmuş...yüreğine sağlık.... Alıntı
Φ nicomedias Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 ya aynen bence de dipnot çok iyi özetlemişş ama bide bir nesil var onu da yazsaymışsın "apolitik nesil....oha falan olan nesil.kal gelen nesil" onları es geçme boş kafalar yiyelim içelim gezelim akşam haberlerden haberleri yok güzel çocukların..amannn bende ne yazıyosamm... Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 12 Eylül rejimi bu alanda da neo-liberalizme büyük hizmetler sundu. 12 Eylül rejiminin baskısı, getirdiği yeni eğitim sistemi, okul düzeni, özgürlük arzusu ve kimlik arayışı eğilimlerinin içeriği piyasa mekanizmasına uymayan 70'ler gençliğini, onların ''liderlerini'' (rol modellerini) imha ederek yıldırdı; yeni yetişmeye başlayan gençliğin, geçmişle bağını koparttı, onları neo-liberalizmin ''gençlik kültürü'' , ''gençlik kültü'' yaratma sürecine teslim etti. Boşuna mı, tam da o dönemde, medyada da bir yeniden yapılanma başlamıştı. Bu yeni medya, yaşanan süreci, yeni, devrimci bir atılım, bireyciliği geçmişe karşı tepki olarak sunar; metaları, markaları, tüketimi, ''köşe dönmeyi'' yüceltirken aynı anda geçmişin özverili muhalefetini, ''gençlik kültürünü'' , gerici, muhafazakâr olarak karaladı. Dün özgünlüğün kaynağı sanat ve siyasi eylemdi; 12 Eylül sonrasında, belli markalı malları edinme olmaya başladı. Kişilerin örnek alarak kimliklerini kurdukları, ''özdeşleşme nesneleri'' toplumsal amaçlardan, mallara, markalara, ''şöhretlere'' dönüştü, ''toplumsal ilerleme'' arzusunun yerini ''dekadan'' yaşam özlemi aldı. Böylece bir başka ülkede üretilen, oranın duyarlılığını taşıyan mallar (markalar), bu duyarlılıkları, kültürel normları, hatta dili benimseye uygun yeni bir pazar oluşturmaya başladılar: Türkiye'de ''gençlik kültürü'' pazarı doğdu. Bu cep telefonu olduğu için kendini özgür, belli bir spor ayakkabısını giydiğinde çekici, belli bir marka ''jean'' giydiğinde kendini toplumla uyumsuz addeden bir gençlikti. Şimdi devrimcilik, eski tarza (metalarda) karşı çıkmaya, ''yeniyi'' (metalarda) benimsemek, bireysel özgünlük, belli markaları izlemek, belli ''şöhretlere'' benzemek olmuştu. Dahası, bir taraftan yeniden yapılanmanın baş döndürücü hızı, diğer taraftan, medyanın, sayıları hızla artan dergilerin, markaların sponsor ettiği müzik festivallerinin, TV müzik programlarındaki estetiğin, reklam endüstrisinin etkisi, gençliğin dikkat yoğunlaştırma süresini, hafızasını kısaltıyordu. Bu altüst oluş onu, kısa döneme kilitliyor, hazlarını anında tatmin etme arzusuna programlıyor , dolayısıyla, cinselliğe, alışverişe, uyuşturucuya yönlendiriyordu, düzene yönelik eleştiri reflekslerini felç ediyordu. Geçen 25 yılda ülke giderek her alanda ''sömürgeleştirildi'' , insanı, artık kendisinde başka bir şey, bir ''başkasının'' kötü kopyası olmaya başladı. İşte 12 Eylül mirasının en ağır yanı da bu: Bağışıklık sistemleri hızla zayıflayan, kendini tedavi yetisini kaybetmekte olan bir toplum yaratmak? Alıntı
Φ nicomedias Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2006 apolitik nesilden maliye bakanının ismi:"kemal tayyip babacan" evet şaka değil abartı hiç değil şimdi internet kafede arkadaşlarla soru sorduumuz bir lise 2 liden gelen cevap...şaka yapmıyo espri hiç yapmıyoo..biz gülüncede yanlış olduğunu anladı ama kızdı banane ya dedii napimm ben maliye bakanını..ya olur mu biz bir sorduk sen 3 bildin dedik hem maliye bakanın isimi hem başbakanın ismi hemde ekonomi bakanının ismi afferin bakk biliyosun bişeyler.. şimdi siz diyeblirsiniz bakan ismi bilmeklemi oluyo herşeyy ..tabiki hayırr bakan ismi bilmek veya bilmemek çok sorun değil ama...ilgisizlik nedir bu kadar ilgsizlik .ama bu nesilin hepsi ilgisizz.. bilmiyoki annesi babası çocuğum sıkıntı çekmesin diye ne sıkıntılar çekiyoo..onlar internet kafelerde knight online omuşlar.. onlar diyoki başımı ne belaya sokucam bu işleri bela olarak görüyolar.suç kimde o zaman ?hiçbir fikirleri yok sağ sol hepsi yalan en iyisi atsın fener goooolllll.... Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 25 Mart , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 25 Mart , 2006 sevgili arkadaşım çok güzel bir yazı paylaşmışsın.emeğine sağlık.....büyük bi zevke okudum...... Şuan yaşadıklarımız Marks’ı haklı çıkarmaya yetmez mi? "" ne diyimki dip not enfes bir yazı olmuş...yüreğine sağlık.... ya aynen bence de dipnot çok iyi özetlemişş Geçen 25 yılda ülke giderek her alanda ''sömürgeleştirildi'' , insanı, artık kendisinde başka bir şey, bir ''başkasının'' kötü kopyası olmaya başladı. İşte 12 Eylül mirasının en ağır yanı da bu: Bağışıklık sistemleri hızla zayıflayan, kendini tedavi yetisini kaybetmekte olan bir toplum yaratmak? Katkı, paylaşım ve duyarlılığınıza teşekkürler arkadaşlar... (OBJEKTİVİST=DİPNOT) Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.