Misafir demirefe Gönderi tarihi: 24 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 24 Şubat , 2010 Şimdi mandacı kim anlasak da, ona göre Atatürk'ü bu fikre alet edip etmediğini tartışsak. Nato üyesi olunduğu anda tak! Direk ve otomatik olarak manda gerçekleşiyor şeklinde bir siyah-beyaz dünya algısının ben nesini ciddiye alayım? Nato'dan çıkmak tabii ki bir seçenektir, değerlendirilir, karar verilir ve çıkılabilir. O ayrı bir tartışma konusudur, çıkalım çıkmayalım. Çıkarımızadır, değildir. Bunlar tartışılır. Ama dünyayı siyah satranç taşları ile beyaz satranç taşları biçiminde meleklerle şeytanların dünyası olarak algılamayı ben tartışamam. Böyle bir dünya yok çünkü! Benim yazılandan anladığım şu: Sovyetler son derece ciciydi, biciydi, aman aman öyle şeker bir şeydi ki, gözün kapalı güven, gerisini merak etme sen! Ama ah şu ABD yok mu, tüm kötülükler onun başının altından çıkıyor, yılanın başı, şeytanın ta kendisi o! Ben böyle bir siyah-beyaz dünya algısını tartışamam, kusura kalınmasın... Merak eden gider bir Ankara'daki eski meclis binasını ziyaret eder, orada sergilenen silahların hep Sovyet malı olduğunu görür. Sadece toplar ve eskimeden kalabilmiş bazı mavzerler Alman malıdır. Makinalı tüfeklerin hepsi ve mavzerlerin çoğu Rus malıdır. Atatürk Kurtuluş savaşında yardımın büyük kısmını, hatta tamamını Sovyetlerden almıştır.Peki Atatürk Sovyet mandasına mı girdi? Ondan önce de tüm tüfeklerimiz Alman malı idi. Bu böyledir, yoksa elinde, birinden alırsın. Yaratacak değilsin, ya kendin yapabiliyorsan yaparsın, yapamıyorsan yapandan alırsın. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 24 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 24 Şubat , 2010 İnsanların kendi söylemlerini başkasına yansıtmasını da anlamıyorum. Önümüzde bir örnek var; Gerçek sosuyla tatlandırılmış yalan çorbası diyebileceğimiz Ergenekon Operasyonu ve TSK'ya karşı yürütülen kampanya. Bu geniş çaplı operasyon amacına ulaşırsa Türkiye, federatif/yarı federatif devlet yapısı, etnik temsiliyete dayalı parlamento oluşumu ve "ılımlı islam" diye tabir edilen rejime dönüşecek. Peki şimdi, aynı kimselerin bu konuda yazdıklarına bakın; bunun ABD merkezli bir harekat olduğunu söylüyorlar. Operasyonu yürütenlerin ABD'den emir aldığını söylüyorlar. Yani yılanın başı ABD... Peki niye Rusya'da var arkasında, Rusya yönetiyor operasyonu demiyorlar ? Çünkü, operasyonu yürütenlerin izini sürünce karşılarına hep aynı adres çıkıyor, ABD ve NATO. Katılıyorum. Peki şimdi buna karşı; Niye Rusya'yı da saymıyorsunuz. Rusya emperyalist değil mi? Rusya çok mu cici ? Dünya böyle siyah beyaz mı? Tarzı argümanların durumu neyse, yukarıda dineldiğimiz argümanların da durumu odur. Bugün yürürlükte olan bir operasyonun arkasında Rusya'nın da olduğunu iddia etmek için elimizde ne varsa, 12 Eylül ve 12 Eylül' giden sürecin arkasında Rusya'nın da olduğunu iddia etmek için de anca o kadar bir dayanak vardır. Mesela, operasyonun siyasi kanadını oluşturan partinin, Rusya'dan icazet aldığı, operasyonda yer alan tarikatın Rusya'nın güdümünde olduğu, operasyona kalemleriyle hizmet edenlerin, Rusya tarafından finanse edildiği, operasyona teknik destek sağlayan teknolojinin Rusya'ya ait olduğunu, operasyonun amacına ulaşması halinde Türkiye'nin alacağı yeni çehrenin Rusya'nın ortadoğu politikasında öngörülen bir çehre olduğunu ne kadar söyleyebiliyorsak, diğerini de o kadar söyleyebiliriz. Bizim kriterimiz ABD'nin, Rusya'nın emperyalist, cici, kaka olup olmaması değildir. Bunlarla ilgilenmiyoruz. Biz ABD'nin ve Rusya'nın niteliklerine bakıp tümden gelim yöntemini izlemiyoruz. Ben basit bir şey söyledim. 12 Eylül öncesi Türkiye'de iç savaş ortamını hazılarayan, suikastlerin, katliamların, provakasyonların hangisinin arkasında Sovyetler var ? Üzerinden 30-40 yıl geçen bir tarih diliminden söz ediyoruz. Üzerine binlerce dava, yüzbinlerce sayfa delil, binlerce araştırma, binlerce rapor, binlerce çalışma hazırlanmış bir süreçten bahsediyoruz. 12 Eylül öncesi hangi silahlı örgütün arkasından Sovyetler çıkmıştır diyoruz. Biz, 12 Eylül öncesi ortama getiren, katliamların, suikastlerin, provakasyonların arkasında ABD ve NATO'nun olduğunu, fantezi dünyamızda oluşturduğumuz karakterler ve onların maceralarıyla açıklamıyoruz. Yapılan binlerce araştırma, çalışma, rapor, istihbarat raporları, devlet raporlar, operasyonun icrasında görev alanların anılarına dayanarak ortaya koyuyoruz. Argüman sahibi de getirir bize iddia ettiğine bir dayanak gösterir o zaman anlamı olur. Onun yerine "ne yani, Sovyetler çok mu cici, bütün kötülük ABD'de mi" tarzı argümanların tabiki ciddiye alınacak yanı yoktur. Dediğim gibi aynı şey bugün de geçerli. Türkiye'nin üniter devlet yapısını, laik demokratik rejimini yeniden yapılandıracak bir operasyonun arkasında ABD'nin olduğunu söylemek, Rusya'nın emperyalist olmadığını, söylemek anlamına mı geliyor? Rusya'nın cici olduğunu söylemek anlamına mı geliyor ? Bu çarpıtmanın mantığı ne ? Tek mantığı birşeyler yazmış olmak. Ki artık söylemler iyice ciddiyetten uzak bir hal almakta. Atatürk, Sovyetler'den silah yardımı almış. Sanki biz burada Türkiye'nin ABD'den silah almasını eleştiriyoruz. Konumuz bu sanki. Türkiye'nin emperyalist devletlerin çıkarlarını korumak için oluşturulmuş bir askeri ittifakta rol alması, o ittifaka hizmet etmesi. Bu ittifaka katılma karşılığında, topraklarını, karasularını, üslerini emperyalist devletlerin ordularına açması. Dış politikasını, emperyalist devletlerin çıkarlarına yürütmesi. Atatürk hanginisini yaptı bunların ? Sovyetler'den silah yardımı aldı diye, İngiltere ve müttefiklerine karşı topraklarını Sovyet istihbaratına mı açtı ? Dış politikasında Sovyetler'in dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman bir politika mı izledi ? Ülkede Sovyet askeri üslerinin kurulmasına mı izin verdi ? Sovyetler'in çıkarlarını korumak için biryere asker mi gönderdi ? Atatürk hem Sovyetler, hem İngiltere, hem de Almanya ile iyi ilişkiler kurdu, ticaret yaptı. Ve Cumhuriyetin kuruluşundan, ikinci dünya savaşına kadar, savaş sırasında Türkiye , Atatürk'ün bu politikasından taviz vermedi. "ben Türkiye'nin geçmişte olduğu gibi bugün de NATO politikaları izlemesini destekliyorum" diyenler, alsın bu Nato politikasını öpüp başına koysun. Biz dün de olduğu gibi bugün de, Türkiye'ye zarardan başka birşey getirmeyen NATO politikalarını karşıyız. Duruşumuz bellidir. Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 "ben Türkiye'nin geçmişte olduğu gibi bugün de NATO politikaları izlemesini destekliyorum" diyenler, alsın bu Nato politikasını öpüp başına koysun. Biz dün de olduğu gibi bugün de, Türkiye'ye zarardan başka birşey getirmeyen NATO politikalarını karşıyız. Duruşumuz bellidir. Sayin CYRANO Ben birseyi anlamaya calismak istiyorum sonucda ABD´ye degil NATO´ya bagladiniz o zaman 12 Eylül müdahalesinin arkasinda Almanya´da varmiydi italya da varmiydi tabii öbür müttefikleride sayabiliriz benim duymak istedigim Almanya. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Sayin CYRANO Ben birseyi anlamaya calismak istiyorum sonucda ABD´ye degil NATO´ya bagladiniz o zaman 12 Eylül müdahalesinin arkasinda Almanya´da varmiydi italya da varmiydi tabii öbür müttefikleride sayabiliriz benim duymak istedigim Almanya. "ABD'ye değil NATO'ya bağladınız" bundan benim anladığım dostum, senin yazıyı anlayamamış olduğun. NATO'nun lider ülkeleri ABD ve İngiltere'dir. Kağıt üstünde daha fazla devlet "galip" görünse de, gerçek anlamda yani fiili olarak 2. dünya savaşının 3 galip devleti vardır. ABD, İngiltere ve Sovyetler. Bu üç galip devletten ABD ve İngiltere hem Sovyetler Birliği'ne karşı ortak bir güç oluşturmak, hem de Avrupa'da ABD ve İngiltere'nin çıkarlarını tehdit edebilecek bir gücün tekrar ortaya çıkmasını engellemek için NATO'yu oluşturmuştur. Almanya Amerika Birleşik Devletleri Belçika Birleşik Krallık Danimarka Fransa Hollanda İzlanda İtalya Kanada Luksemburg Norveç Portekiz Türkiye Yunanistan 1980 öncesi itibariyle NATO'ya üye olan devlet bunlar. NATO'da ülkeler, ittifaka katkıda bulundukları askeri güç kadar söz sahibidirler. Listeye şöyle bir göz gezdirmek dahi, hangi ülkenin ne kadar askeri gücü olduğu, dolayısıyla NATO içerisinde ne kadar söz sahibi olduğunu anlamaya yeter. NATO'nun kuruluşundan, 1980 yılına kadar olan süreye bakarsak, Avrupa'da büyük askeri gücü olan iki ülke vardır, İngiltere ve Fransa. İtalya ve Almanya ikinci dünya savaşının mağlup devletleridir. Toprakları galip devletler tarafından işgal edilmiş. Ekonomisi ve sanayii çökmüş, askeri güç oluşturmalarına sınırlandırmalar getirilmiştir. Zaten daha önce bahsettiğim gibi, NATO'nun kuruluş amaçlarından birisi budur. Almanya ve İtalya'nın, ağırlıklı olarak Almanya'nın tekrar ileri derecede silahlanıp, İngiltere'nin ve Fransa'nın, dolaylı olarak da ABD'nin çıkarlarını tehdit etmemesi. Zira iki dünya savaşı da, Almanya'nın bir emperyal devlet olarak dünya sahnesine çıkmak, o dönem itibariyle emperyalist devletlerin paylaştığı dünyadan bir pay almak için zorlamasından kaynaklanmıştır. NATO'ya üye olan ülkeler ikiye ayrılır. Askeri gücü yüksek olan üyeler, İttifakın askeri gücünü oluşturur ağırlıkla. Güçlü bir ordusu olmayan ülkeler ise, topraklarını, üslerini, karasularını, istihbaratlarını NATO'ya açmak karşılığında, NATO tarafından korunurlar. İtalya ve Almanya'nın 1980 öncesi yıllarda, emperyal bir güç olma vasıfları yoktur. İtalya halen böyle bir güç değildir. Almanya ise ancak Doğu Almanya ile birleştikten sonra tekrar bir emperyal güç haline gelmiştir. 70'lerde ise, bu vasıftan çok çok uzaktadır. İki devletin de 70'lerde NATO içerisinde Türkiye ya da İzlanda'dan daha fazla söz hakkı yoktur. Fransa ise 1966 yılında NATO'nun askeri kanadından çekilmiştir. Yani NATO kuvvetleri içinde Fransız birim kalmamıştır. Tabi askeri gücünü NATO'dan çekmesiyle NATO içerisinde bir söz hakkı da kalmamıştır. Sarkozy'nin iktidara gelmesiyle NATO ve Fransa arasındaki askeri işbirliği tekrar başlamıştır. Diğer üye ülkeler ise, Türkiye ve Yunanistan gibi, NATO içerisinde karar mekanizmalarında sözü geçmeyen, topraklarını, karasularını, üslerini, istihbaratını NATO'ya açan, bunun karşılığında NATO tarafından saldırıya uğradıklarında korunma vaadi alan ülkelerdir. Ama tabi gördüğümüz gibi, Türkiye 30 yıldır önce ASALA, sonra PKK terörüyle uğraşırken, bırakalım NATO'nun mücadele etmesini, bizzat NATO üyesi ülkeler tarafından her anlamda desteklenmiştir iki örgüt. El Kaide adlı örgüt Amerika'ya saldırınca, NATO , ABD'ye el kaide adlı örgüt tarafından saldırıldığı için, Afhganistan'a müdahele etmiştir. Türkiye'de, Afganistan'a asker göndermiştir. Diğer bir NATO üyesi olan Türkiye ise, 25 yıldır PKK terörüne, saldırılarına maruz kalmaktadır. Ama bırakalım NATO'nun PKK terörüne karşı mücadele etmesini, en büyük destek, NATO'nun söz sahibi üyelerinden gelmektedir PKK'ya. Günümüz itibariyle Almanya'da söz sahibi olsa da, halen NATO'nun lideri İngiltere ve ABD'dir. Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 "ABD'ye değil NATO'ya bağladınız" bundan benim anladığım dostum, senin yazıyı anlayamamış olduğun. NATO'nun lider ülkeleri ABD ve İngiltere'dir. Kağıt üstünde daha fazla devlet "galip" görünse de, gerçek anlamda yani fiili olarak 2. dünya savaşının 3 galip devleti vardır. ABD, İngiltere ve Sovyetler. Bu üç galip devletten ABD ve İngiltere hem Sovyetler Birliği'ne karşı ortak bir güç oluşturmak, hem de Avrupa'da ABD ve İngiltere'nin çıkarlarını tehdit edebilecek bir gücün tekrar ortaya çıkmasını engellemek için NATO'yu oluşturmuştur. 1980 öncesi itibariyle NATO'ya üye olan devlet bunlar. NATO'da ülkeler, ittifaka katkıda bulundukları askeri güç kadar söz sahibidirler. Listeye şöyle bir göz gezdirmek dahi, hangi ülkenin ne kadar askeri gücü olduğu, dolayısıyla NATO içerisinde ne kadar söz sahibi olduğunu anlamaya yeter. İtalya ve Almanya'nın 1980 öncesi yıllarda, emperyal bir güç olma vasıfları yoktur. İtalya halen böyle bir güç değildir. Almanya ise ancak Doğu Almanya ile birleştikten sonra tekrar bir emperyal güç haline gelmiştir. 70'lerde ise, bu vasıftan çok çok uzaktadır. İki devletin de 70'lerde NATO içerisinde Türkiye ya da İzlanda'dan daha fazla söz hakkı yoktur. Fransa ise 1966 yılında NATO'nun askeri kanadından çekilmiştir. Yani NATO kuvvetleri içinde Fransız birim kalmamıştır. Tabi askeri gücünü NATO'dan çekmesiyle NATO içerisinde bir söz hakkı da kalmamıştır. Sarkozy'nin iktidara gelmesiyle NATO ve Fransa arasındaki askeri işbirliği tekrar başlamıştır. Diğer üye ülkeler ise, Türkiye ve Yunanistan gibi, NATO içerisinde karar mekanizmalarında sözü geçmeyen, topraklarını, karasularını, üslerini, istihbaratını NATO'ya açan, bunun karşılığında NATO tarafından saldırıya uğradıklarında korunma vaadi alan ülkelerdir. Ama tabi gördüğümüz gibi, Türkiye 30 yıldır önce ASALA, sonra PKK terörüyle uğraşırken, bırakalım NATO'nun mücadele etmesini, bizzat NATO üyesi ülkeler tarafından her anlamda desteklenmiştir iki örgüt. El Kaide adlı örgüt Amerika'ya saldırınca, NATO , ABD'ye el kaide adlı örgüt tarafından saldırıldığı için, Afhganistan'a müdahele etmiştir. Türkiye'de, Afganistan'a asker göndermiştir. Diğer bir NATO üyesi olan Türkiye ise, 25 yıldır PKK terörüne, saldırılarına maruz kalmaktadır. Ama bırakalım NATO'nun PKK terörüne karşı mücadele etmesini, en büyük destek, NATO'nun söz sahibi üyelerinden gelmektedir PKK'ya. Günümüz itibariyle Almanya'da söz sahibi olsa da, halen NATO'nun lideri İngiltere ve ABD'dir. Dostum genelde senle tartismalarimiz bu argümanlar la basliyor anliyamamis yazamamis anlasabilmek icin illahin Devrimci ayaklarinla mi yazismamiz lazim bunu bir türlü cözemedim.. O argümanlar 80.lerde kaldi.. Bir önce ki iletini sonuna kadar katiliyorum.. Gönül isterdi ki ! Avrupa Birligi bize bugün ekonomi vaat ederken. Daha yüksek yasam standartlari vaat ederken, keske bu vaatleri kendimiz verebilseydik, keske kendimiz basara bilseydik keske böyle siyasi bir gücümüz olsaydi.. Askeri gücümüzün yaninda? Keske her daim var olan bu cografyanin temel gercegi olan AKP zihniyeti kesimin bu ülke egemenligini kazandiktan sonra tekrar ülkemize emperyalizme cagirma argümanlarinin icine girmeseydi Dindar vatandaslarimiz gibi bizim gibi sadece ibadetinle yetinebilseydi bu gerici zihniyet.. Bugün bu durumlari yasiyor olmayacaktik.. Onlar cagirdilar:Nihai hedefe ulasincaya kadar, her yöntem ve yol mübahtir..Yeter ki, hizmet kesintiye ugramasin diyen fettullah gercegi? bu gercekle ne zaman yüz yüze geldik düne kadar Türkiye bu gercegi taniyormuydu !!! Bu ülke demokrasi kurallari icinde sözüm ona politika yapanlarin, yaptiklarini sananlar bu gercegin hic bir zaman farkina varamadilar.. Türkiye yi yikan zayiflatan bu gercektir. Ne NATO Nede ABD bizi yikan bizim gercegimiz...Unuttugumuz gercek sinsice geldi..ve catti.. Bizler kalkip daha NATO ile bu gerceklerin üzerine kapaya devam edersek kaybimiz daha büyük olacak! Ayibimiz NATO olsun önemli olan bugün var olan temel olan bugün ki rejimimizi koruyabilmek ilk asamada üzerine gidilmesi gereken gercek budur...NATO dan cikmak sorun degil yeter ki sürekli ters düs cikarsin..Tabiiki 12 Eylül den sonra ABD ye bakis acisini siyasi ve askeri bakis acisini degistiren ordumuz güvenlik yapilanmalarina tekrar gözden gecirmesi ABD yi cileden cikardi ve cikartildi.. bundan sonra ne olur kimse kestiremez !!! Evet Ordumuz ABD NATO karsiti oldu olmasina ama hazirlliksiz yakalandi.. birseyleri hesaplayamadi? Onca seneryolari ABD cizilen yazilan senoryalari hesaba almadi bugün gelinen nokta. Irakla hic bir farki yok sadece üzerimize bombalar atilmiyor !!! Bugün artik bu dis siyaset degil ic meselesi olan konular ABD ile ortak yönetiliyor gerici zihniyet tarafindan BOP Es baskanligi K Irak tan sonra icimize dönmüstür saldiri Irak tan sonra Türkiye ye dönmüstür bu savasta Askerimiz yanlizdir.. Bu savasta bizlerin varligi argüman yürütmek, Diğer üye ülkeler ise, Türkiye ve Yunanistan gibi, NATO içerisinde karar mekanizmalarında sözü geçmeyen, topraklarını, karasularını, üslerini, istihbaratını NATO'ya açan, bunun karşılığında NATO tarafından saldırıya uğradıklarında korunma vaadi alan ülkelerdir. Alman´ya nasil kazanc sagladi NATO icinde oybirligi mekanizmasi ile hareket edilmesinden dolayi her ülkenin karar alma konusunda esit söz hakki bulunmasindan dolayi Etkili ve kararli diplomasi yapmasindan dolayi.. hükümetler kararli bir tavir izlerse birtakim menfeatlarini karsi tarafin menfatina zara vermeden kabul ettirir.. Türkiye bunu eski yugoslavya da yasamistir.. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Yani yanılmamışım. Açık bir biçimde Sovyet savunmacılığı görülüyor. Sovyetleri her türlü suçlamadan aklama, tüm suçu ABD ye yıkma çabası açıkça kendini göstermiş, daha ekleyecek bir şey yok. Yalnız uluslararası ilişkilerin duygularla götürülemediğini, hele aşk gibi nefrete de yer olmadığını tekrarlamalıyım. Sadece soğuk savaş döneminde Sovyetler değil, Çarlık Rusyası da sıcak denizlere çıkmak için Anadolu engelini aşmak istemiştir. Bunun nefretle filan ilgisi yok, reelpolitik böyle, coğrafyanın gereği. Yani ben yılanın başı Rusya filan demiyor, Rusya’dan nefret filan etmiyorum. Sovyet döneminde ise enternasyonal bir ideolojiye sahip olan Sovyetlerin, önündeki en önemli engeli aşmak istemiş olmaması, bu amaçla çeşitli girişimlerde bulunmaması düşünülemez. Sovyetler kesinlikle Türkiye’yi Varşova Paktına katmak istemiş, bu uğurda bir çok girişimde bulunmuştur. Türkiye ise Sovyet emperyalizmine kurban olmamak için mecburen NATO’ya girmek zorunda kalmıştır. Elbette Sovyetler Türkiye’deki yasa dışı örgütlenmeleri ideolojik, silah ve para olarak desteklemiş, cinayetler işletmiş, kargaşa ve terör yaratmış, bir iç savaş çıkmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu iç savaş çıksaydı müdahale etmek amacıyla Kızılordu Türkiye’ye girecekti. Gerekçesi, komünist devrimi gerçekleştirmek için kalkışmış olan yandaşlarının bu iç savaşta kıyımını önlemek olacaktı. Afganistan’da böyle oldu. Dincilerle komünistler savaşa tutuştu ve Kızılordu “kardeş kavgasını önlemek, barışı sağlamak” için işgal etti. Türkiye’de ise 12 Eylül müdahalesi ile Sovyetler bu emeline ulaşamadı. Yani, tabii ki Türkçesi: NATO kazandı. Sovyetler kaybetti. Türkiye Varşova paktına, yani Sovyet egeenliğine, yani Rus boyunduruğuna girmedi. Tabii ki bu durum Türkiye’de NATO’nun önemini artırdı. Bir koruma şemsiyesini elinize kimse bedava vermez. Üs verirsiniz, katkı yaparsınız, bir askeri ittifak bu. Atatürk ne yaptı, Sovyet silahlarını aldı, ama bu silahlar Türkiye’de aynen Çarlığın yıkılıp bolşevizmin gelmesi gibi, padişahlığın yıkılıp Sovyet uydusu bir Bolşevik düzen kurulması için gönderilmişti. Atatürk güçlüydü, hiçbir bedel ödemeden dirsek çıktı. Sovyetlerin gönderdiği adamları Türkiye’ye sokmadı bile. Sokmamak bir yana, talihsiz bir sona uğradılar. Bu bedeli Atatürk’ten sonra Stalin ödetmek istedi Türkiye’ye. NATO’ya girmek o yüzden bir zorunluluk oldu ve daha önce bahsettiğim ikili cendereye ister istemez sıkıştık. Rusya yine aynı emellere sahiptir, olmaması düşünülemez, çünkü coğrafyanın getirdiği reelpolitik tabii ki devam ediyor. Gücünü topladığında ilk işi yine boğazları ele geçirmeyi düşünmek olacaktır. Bu yüzden alelacele bir NATO’dan çıkma kararı vermek kolay değildir. Ama çıkmanın düşünülebileceği bir konjonktür de olabilir, kesin bir şey belirtemem. Bu kararı almak için giderek güçlenen Çin ve köktendincilik faktörlerini de düşünmek gerek. Ben ne Rusya’ya ne ABD’ye düşman değilim. Kin beslemiyor ve nefret etmiyorum. Uluslar arasında böyle duygusallıklar olmaz. Her ulus çıkarlarını kovalar. Benim şiddetle eleştirdiğim, bu emellere çanak tutan yerli işbirlikçilerdir. ABD kendi mihverinde bir Türkiye tabii ki planlayacak. Rusya veya başka bir güç keza… Burada yapılması gereken, olabildiğince dengeli, bağımsız bir politika izlemek. Kimsenin boyunduruğuna girmeden gücünü artırmaya çalışmak. Bağımsızlık için güç şarttır. Gücün olmadığında etrafına bakınırsın. Yardım alırsın, aldıktan sonra belki kazık atar sırtını dönebilir, belki bunu başaramazsın… Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2010 Daha önce çizgiroman senaryolarıyla ilgilenmediğimizi, bizim bir tarihsel kesidi değerlendirdiğimizi söylemiştim. Masalla tarih arasındaki fark nedir ? Masalda geçen hikayeler ve onların kahramanları, masalın yazarının hayal dünyasından çıkmıştır. Tarih ise masalcılıktan farkı bir alandır, belli bir zaman diliminde gerçekleşen olayları, nedenleri ve sonuçlarıyla inceler. Dolayısıyla ısrarla sorduğumuz halde, 12 Eylül öncesi faaliyet gösteren hangi silahlı örgütün arkasından Sovyetler çıkmıştır? Hangi örgüt Sovyetler tarafından silahlandırılmıştır? Hangi katliamın, suikastin, provakasyonun arkasında Sovyetler çıkmıştır? Demek ki bu ülkenin istihbarat örgütü, emniyet teşkilatı, sivil ve askeri mahkemeleri tüm kurumları el ele vermiş Sovyetleri aklamak için yalan söylemişler. Üzerinden 30-40 yıl zaman geçen bu süreçle ilgili hazırlanan yerli yabancı raporlar, çalışmalar vs hepsinin tek amacı varmış Sovyetleri aklamak. Biz dediğim gibi Sovyetler'in, ABD'nin emperyalist olmalarını ön kabul olarak alıp, mantık yürütmüyoruz. Masal yazmıyoruz. Üzerinden 30-40 yıl geçen bu süreçle ilgili bugüne kadar ortaya çıkan gerçekleri referans alıyoruz. 12 Eylül darbecileri ve o günlerde onlara kalemleriyle hizmet eden gericilerin, 12 Eylül'e mazeret olarak ortaya koydukları, onlardan başka kimsenin ağzını açamadığı yıllarda insanları kandırabilen, fakat başta bu uğurda can veren aydınlarımız olmak üzere sorgulanan, sorgulandıkça içi boşalan, sonunda ortaya atanların bile inkar ettiği masalları tekrar tekrar yazmaktan farklı bir iş yapıyoruz. Basittir. 12 Eylül öncesi hangi silahlı örgütün arkasından Sovyetler çıkmıştır ? Hangi porvakasyonun, suikastin, katliamın arkasından Sovyetler çıkmıştır ? Varsa bildiği birşey olan, koyar ortaya. Biz 70'lerin başından 12 Eylül darbesine kadar süren bir NATO operasyonunun yalanlarla gerekçelendirilmesini sorgluluyoruz. Müneccimlik iddiasında olmadığımız için iddia ettiklerimizi, dayanaklarıyla ortaya koyuyoruz. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Hepsi... Neredeyse bütün terör örgütlerinin arkasında Sovyetler ve onun KGB si vardır... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Biz kaynağı müneccimlik olan savları ciddiye almıyoruz. 12 Eylül öncesi süreç, faaliyet gösteren silahlı örgütler, kutuplaşmayı körükleyen, katliamlar, suikastler, provakasyonlar hepsi gerek devletin emniyeti, istihbaratı, savcıları, mahkemeleri, uzmanları, raportörleri, gerekse yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından en ince ayrıntısına kadar incelenen unsurlardır. Dolayısıyla 12 eylül öncesi faaliyet gösteren silahlı örgütlerle KGB arasındaki ilişkiyi gösteren bir bilgi, bir bulgu, bir dayanak varsa herkes ortaya koyabilir. Biz senaryo yazmıyoruz ki aktörlere rol dağıtalım. Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 'Balyoz darbe planı' gerçek değil Birinci Ordu Askeri Savcılığı, “Bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda 'Balyoz darbe planı'nın ve bu plana dayanak teşkil eden çeşitli eylem planlarının gerçek olduğuna dair Askeri Savcılıkça herhangi bir tespite varılamadığını” bildirdi. Birinci Ordu Askeri Savcılığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, “Bugün bir gazetede ve bu gazete haberine dayalı olarak bazı televizyon kanallarında Askeri Savcılık tarafından görevlendirilen bilirkişinin de 'Balyoz darbe planını doğruladığı' şeklinde haber ve yorumlara yer verildiği” belirtildi. Askeri Savcılıkça başlatılmış olan soruşturmanın halen devam ettiği vurgulanan açıklamada, “Ancak, bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda adı geçen darbe planının ve bu plana dayanak teşkil eden çeşitli eylem planlarının gerçek olduğuna dair Askeri Savcılığımızca herhangi bir tespite varılamamıştır. Dolayısıyla söz konusu seminer faaliyetlerinin darbe planı teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir” görüşüne yer verildi. Açıklamada şunlar kaydedildi: “Yapılmakta olan soruşturma kapsamında seminer faaliyetlerine yönelik teknik bilgiye ihtiyaç duyulmuş ve bu maksatla bilirkişi görevlendirmesi yapılmıştır. Bilirkişi; bu konudaki raporunu hazırlarken temin edilen söz konusu üç adet DVD, bir adet CD'de herhangi bir sahtecilik yapılmadığı düşüncesi altında, içeriğindeki bilgilerin gerçek olduğu, söz konusu plan seminerinin icrası kapsamında kullanıldığı faraziyesine dayanarak hareket etmiş, bu durum bilirkişi raporunun üçüncü maddesinde de açıkça belirtilmiştir. Ancak, bilirkişi raporu kamuoyunu yanıltacak tarzda haber konusu yapılarak söz konusu dokümanların gerçek olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır. Haber konusu edilen bilirkişi raporu, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, kendilerinin görevlendirdiği memurlara yürütülen soruşturmanın gizliliği esas alınarak 24 Şubat 2010 tarihinde teslim edilip gönderilmiştir.” Hürriyet. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Balyoz ve digerleri,bunlarin birer senaryo ve cemaat yandaslarinin elde ettigi savci ve hakimlerin gayretiyle birer darbe planina döndürülmesinden ibaret oldugunu hep yazdik.Bu komplonun icinde hükümet yetkilileri ve Cumhurbaskanida vardir.Demokratiklesme kilifina sokularak,AB-ABD dayatmalari ile Türk Silahli Kuvvetlerine karsi girisilmis olan bu sabotaj hareketinin farkindaysaniz hergün yeni bir gözalti dalgasi ile icerigi ve kapsama alani genisletilmektedir.Erzincan Cumhuriyet Bassavcisinin Yargitayca yargilanmasi sarti Adalet Bakanliginca engellenmistir.HSYK kendisine yapilan hükümet baskisi karsisinda susturulmustur.Aceleye getirilerek yapilmak istenen YARGI REFORMU AKP fonksiyonerlerinin kurtulusunu öngörmektedir.Farkindaysak,simdi AKP-BDP iSBIRLIGI ile CHP'yi sarmala alma operasyonu baslatilmistir. Baykal'in,Balyoz Plani operasyonunda yapilan gözaltilari MALTA SÜRGÜNLERINE benzetmesine Basbakan Erdogan'in verdigi karsilik Tayyip Erdogan'in gercek yüzünü ve de amacini ortaya koymustur."TUNCELI SÜRGÜNLERI"tehdidi Kürt isyanlari sirasinda sürgün edilenleri ima etmektedir.Bunun anlami cok aciktir ve bugüne kadar yapilmis olan Ergenekon-Balyoz Operasyonlarinin hangi amaca yönelik oldugu bir kez daha ortaya cikmistir. Serafettin Elci ne demisti:"Eger ERGENEKON olsaydi simdi Kürt acilimi yapilamazdi"demek ki Ergenekon senaryolarinin amaci Kürt aciliminin yapilabilmesiydi. Bununda bas aktörü Recep Tayyip Erdogan'dir.2 yildir Kürt acilimi adi altinda teröristlerle görüsmeler yapilmaktadir.Dogu Perincek'i PKK ile görüstü diye ajanlikla suclayanlar,Hasan Cemal'in PKK ile görüsmesini ise alkisladilar.Cünkü HASAN CEMAL hükümet tarafindan görevlendirilmis bir gazeteciydi.Zaten öyle oldugu icinde Cumhurbaskani Gül tarafindan hemen kabul edildi ve Hasan Cemal'in verdigi icazet dogrultusunda Cumhurbaskani Gül "Bu firsat kacmamali"diyerek Kürt acilimini yani teröristleri muhatap almanin öncülügünü yapti.Zaten o günlerden sonra Habur kapisi rezaleti yasandi. Basbakanin,Malta sürgünlerine karsi Kürtcü isyancilari savunmasi gercekten Türkiye'nin kimler tarafindan yönetildigini bir kez daha gözler önüne sermistir. Ermeni soykirim tasarisi Amerikan meclisinin gündemine tasinmaya hazirlaniyor.Amerika gayet rahat,bizimkiler haril haril calisiyorlar,Amerika'dan gelecek icazetlere göre tavir belirleyecekler.Gayet basit:YA TASARI MECLISTEN GECECEK,YA DA ERMENI SOYKIRIMI VE KÜRTLERLE ILGILI BIRTAKIM SIYASI DAYATMALAR KABUL EDILECEKTIR. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2010 KGB nin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki faaliyetleri de hiçbir şekilde su götürmez kesinliktedir. PKK da dahil olmak üzere tüm terör örgütleri KGB eliyle kurulmuş, çoğu Suriye’de gerilla eğitimi alarak Türkiye’de terör eylemlerine girişmişlerdir. SSCB nin terör işlerini üzerinden organize ettiği bir diğer ülke de Bulgaristan idi. Keza Bekaa vadisi de Türkiye’de terör eylemleri yapan kişilerin eğitildiği kamplarla doluydu. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Valla herkesin yazdığı senaryo "su götürmez gerçeklik" olsaydı, tarihçiler herhalde 50-60 tane farklı Türkiye yakın tarihi yazardı. Israrla, 12 Eylül öncesi faaliyet gösteren silahlı örgütlerle KGB arasında ilişki , hangi istihbarat raporuyla, hangi dava sonucuyla, hangi emniyet soruşturmasıyla, hangi araştırma dosyasıyla ortaya çıkmış diyoruz. Üzerinden 30-40 yıl geçen bir süreçten bahsediyoruz. Çizgi roman senaryosu dışında bir bilgi varsa alalım diyoruz. Ancak bunun yerine aslı astarı olmayan argümanlardan başka birşey göremiyoruz. 12 Eylül öncesi faaliyet gösteren silahlı örgütlerden hangisi Suriye'de gerilla eğitimi almış ? Valla şöyle söyliyeyim, hibir laf oyunu, 80'leri ve 90'ları "12 Eylül Öncesi" yapmaya yetmez. Matematiksel olarak mümkün değil Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Eski MİT'çi Yılmaz Tekin özellikle KGB faaliyetleri konusunda çalışmış ve emekli olduktan sonra "Simitçi" kitabını yazmıştır. KGB nin çok yoğun faaliyetlerinden dolayı izlemeye 24 saatin yetmediğini belirtiyor. Seydişehir Alüminyum fabrikasını kuran Rus mühendislerin bir kısmının KGB ajanı olduğunu, bunların verdiği bilgilerle Moskova'ya 15 km. uzaklıktaki Odintsovo kentinde Seydişehir'in bir kopyasının ajanların eğitimi maksadıyla kurulduğunu, bölücübaşı Aponun da burada bir süre eğitim gördüğünü anlatıyor. PKK yı ABD daha sonra kullanmaya başlamıştır. Kurucusu Sovyetlerdir. Soğuk savaşın bitip Sovyetlerin yıkılışı ile konjonktür çok değişmiş, aktörlerin rolleri de oldukça değişmiştir. Suriye ve Bekaa'daki kamplar ise o kadar bilinir ki, inkarı gündüz "hani güneş nerde" demeye benzer... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Komünist unsurları gerilla olarak eğitmekle sorumlu KGB birimi 1.Genel Müdürlük'tür. Siyasi cinayetler işleyerek, Türkiye'yi kaosa sürüklemiş. SSCB karşıtı aydınları öldürerek veya korkutarak susturmuştur. Birinci genel müdürlük üniversitelere sızarak, sosyalist düşünceyle başlayan hareketleri organize etmiştir. Masumane siyasi görüşler olarak organize olan gurupları, etki ajanları kullanarak silahlı mücadele alanına çekmiştir. Karşıt organizasyonlara yönelik operasyonlar yapıp, siyasi cinayetler işlemiştir. Böylece taraflar arasında silahlı mücadele başlatmıştır. Silahlı eylemler kanun tarafından aranmaya başlanan, genç kitlelerin doğmasına neden olmuştur. Kanundan kaçan gençler, Suriye’de kamplara alınmıştır. Burada eğitilerek şehir gerillaları yapılmıştır. Ve bunlar tekrar ülkeye sokularak, şehirlerde yeni eylemlere imza atılmıştır. Şehirlerde mücadele veren bu guruplara silahlar, Bulgaristan-İstanbul hattından deniz yoluyla ulaştırılmıştır. Suriye’de sol terör örgütlerine kamp açarak, maddi ve manevi destekleyen KGB bu kamplardaki eğitimleri Şam’daki SSCB diplomatı Vadim ŞATROV ve onun şoförü kisvesindeki KGB ajanı Nikolay CERNENKOV vasıtasıyla organize etmiştir. Şehirlerde eylemlere başlayan örgütler, devletimizi zayıf düşürmüştür. Tüm bu tarihi süreç yaşanırken işin bir ayağı eksik kalmıştır. Gerillanın askeri kanadı... KGB bir türlü işin bu kanadını oturtmayı başaramamıştır. Oysa işin neticeye varması için şehirlerden ve kırsaldan başarıyla ilerleyen komünist gerillaların, Ankara’da birleşmesi gerekmektedir. Şehirde üniversite tabanına oturtularak kurulan örgütler. Suriye’de eğitilmelerine rağmen, şehirde eylem yapmayı seçmiştir. Deniz Gezmiş’in tüm romantik ısrarlarına rağmen, kimse dağa gitmeye razı olmadı. KGB o nedenle askeri kanadı oluşturmada sıkıntıya düştü. Bu noktada Marksist-Leninist Kürtçü bir örgüt olarak PKK kurulmuştur. PKK militanları da Suriye'de Rus subaylarca eğitilmiştir. 12 Eylül darbesiyle güçlerini neredeyse tümden yitiren sol örgütlerden, KGB nin elinde geriye yeni kurdurduğu PKK kalmıştır. Sonra zaten Sovyetler yıkıldı ve PKK ABD kontrolüne geçti... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2010 İşte geriye dönük tarihi senaryo yazma teşebbüslerinin akıbeti budur. Nasıl ki, Kral Arthur efsanesini yazan adam, 3. yüzyılda yaşayan kralı, 12. yüzyılda kullanılmaya başlayan plaka zırhla giydirip, bir metreden uzun kılıçla kuşatıp, uzun surları kuleleri olan kalede yaşattıysa, bu senaryonun mahiyeti de budur. Suriye'de Türkiye'den gelen militanların da eğitim gördüğü kamplar, 1982 yılından, yani Bekaa Vadisi'nin kontrolü Suriye'nin eline geçtiği tarihten sonra kurulmuştur. 1982 yılından önce Suriye'de herhangi bir kamp yoktur.Bu bir. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, anlık google aramasıyla tartışma yapmaya çalışanların sandığı gibi, Suriye'de değil, Filistin'de FKÖ kamplarında eğitim almışlardır. Bu da iki. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 Sovyetler Birliginin Gizli Haber Alma Örgütü (KGB)ve Askeri Haber Alma Örgütü (GRU) ajanlari kanaliyla Ortadog'da ve ülkemizde yürüttügü faaliyetler,Ortadogu ülkelerine yönelik operasyon ve harekatlar hakkinda JOHN BARRON tarafindan yazilmis olan "KBG,SOVYET GIZLI AJANLARININ GIZLI CALISMALARI"isimli kitap yol gösterici olabilir bu konuda. 1960 sonrasi Fikir klüpleri adi altinda kurulan Marksist-Leninist fikir klüplerinin sonradan tek cati altinda birleserek FKF (Fikir klüpleri Federasyonu)olmustur.FKF ve Devrimci Genclik Dernekleri Federasyonu DEV-GENC adli genclik kuruluslarinin üye ve yöneticileri arasinda meydana gelen ideolojik görüs ayriliklari sonucu birtakim farkli örgütler kurulmustur.Bunlardan THKP/C,THKO,TIIKP sayilabilir.Bu örgütlerin organize edlmelerinde KGB ve GRU'nun özel katkilari olmustur.Sabotaj,Silahli soygun,gasp,adam kacirma,Fidye isteme ve siyasi cinayetler John Barron'un kitabinda belirttigi"TÜRKIYE'DE ÖGRENCI TERÖR GRUPLARI ORGANIZE EDILMISTIR.Bularin görevleri boykotlar düzenlemek,baskinlar yapmak ve insan kacirmak ve onlari öldürerek terör yaratmaktir"KGB'nin amac ve gayesi gerceklesmistir. PKK 1978'de Marksist-Leninist bir örgüt olarak sahneye cikmis olduguna göre muhtemelen KGB ve GRU ile temaslari olmustur. Türkiye'de mevcut sol örgütlerden Türkiye disina kacmis olanlarin,o dönemlerde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birligine bagli ülkelerle ilsikileri örnegin DOGU ALMAN STASI gizli servisiyle temas etmis olmalarida muhtemeldir.Bu arada,Türkiye'ye kacak silah sokulmasi anlaminda Civkov yönetimindeki Bulgaristan yetkililerinin sag ve sol örgütlere kolayliklar saglandigida söylenmektedir. KAYNAKLAR TDKP Kongre Belgeleri,Parti yayinevi,Nisan 1980 Prof.Dr.Yilmaz Altug,Terörizmi,dünü,bugünü,yarini.Icisleri Bakanligi Yayini 1989 John Barron,KGB,Sovyet Gizli Ajanlarinin Gizli Calismalari.Nebioglu Yayinevi. Bu arada,ülkemizdeki terör olaylarinin arkasinda CIA ve MIT'in olduguda kanitlanmis gerceklerdendir. Alman haber dergis STERN vermis oldugu bir haberde Almanyada'da yapilmak istenen Islami terörün arkasinda CIA ve MIT yani Türkiye'nin oldugunu kanitlariyla bildirmistir. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 Suriye'deki Baas rejimi oldu olası Sovyet güdümünde, Sovyet desteğinde ve Sovyet şemsiyesindedir. Suriye ordusu tamamen Rus subaylarca eğitilmiş, Rus silahları kullanmış, Rus teknolojisi ile donanmıştır. 1982 den öncesi ve sonrası diye bir milat yoktur bu bakımdan. Ancak Baas öncesi diye bir milat olabilir, Baas hareketi ise 1940 yılında kurulmuştur. Baas rejimi ise gizli açık, her zaman Sovyet güdümlü, Türkiye aleyhtarı faaliyet içinde olmuştur. Her zaman. Bekaa vadisi Suriye kontrolünde yine Suriye ve Sovyetler sayesinde tam bir terör ve terörist cenneti olmuştur, o ayrı tabii, bu öncesinin olmadığı anlamına gelmez. Kral Arthur fıkra denemesi tutmuyor dolayısıyla... Tutsa gülebilirdik ama, olmadı... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 1 Mart , 2010 PKK 1978'de Marksist-Leninist bir örgüt olarak sahneye cikmis olduguna göre muhtemelen KGB ve GRU ile temaslari olmustur. Elbette, çok kesin. Doğrudan ve direk eğitim, silah ve para yoluyla. PKK sürekli değişiyor zaten. Marksist olarak kuruldu, enternasyonal ideolojisinin tam tersine etnikçi oldu, şimdi Fettullahçı olmaya doğru gidiyor. İmralı beğeni ile Gülen okuduğunu ve Kürt İslam üniversitesi kurulmasını istediğini belirtti. Maşalık böyle bir şeydir... Dengeli ve gerçekçi yaklaşım için ayrıca teşekkür ederim. Dikkat edilirse ben ABD yi aklayıp Sovyetlere yüklenmeye çalışmıyorum. Emperyalizmin her iki tarafına da karşı duruyorum. Sovyetleri sorumlu tuttuğum kadar ABD yi de sorumlu tutuyorum. Sovyetler ne kadar oyunlar oynadı Türkiye üzerinde diyorsam, ABD de oynadı ve oynuyor diyorum. Dış güçlerin hiç biri savunulamaz, aklanamaz, paklanamaz. Hele hele güçlü imparatorluklar ve dolayısıyla emperyalist olanlar... Hatta müttefik olduklarına karşı çok daha dikkatli olmalısın, kılçığın büyüğü asıl onlardan gelebilir. Hep söylediğim de budur... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Öncelikle tekrar belirteyim, 1982 yılından önce Suriye'de, Türkiye'den giden militanların eğitildiği kamplar olduğu , Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, Suriye'de kamplarda eğitim gördüğü iddiası külliyen yalandır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Suriye'de değil Filistin'de, FKÖ kamplarında eğitim görmüştür. Bazı belgelerde "Ürdün" diye geçer, çünkü bugün "Filistin" dediğimiz bölge, o tarihlerde Ürdün toprağı olarak görünmekte idi. Tabi denilebilir ki, bu kadar açık ve net bir konuda bile yalan ortaya atılabilir mi? Olur. Nasıl olur onu bir sonraki iletimde açıklayacağım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Açıklamaya geçmeden... Benim iletimin hangi cümlesinde "Deniz Gezmiş" ve "Suriye" isimleri yan yana geliyor? Hangi cümlede özne Gezmiş ve zarf edatı Suriye? Açıkçası Deniz Gezmiş Suriye'de hiç bulundu mu, bulunmadı mı, bu benim zerre kadar umrumda bile değil... Bu hiç bir şeyi değiştirmiyor çünkü... Ha, şimdi yazılacak olan yanıt kesin: "Kurtarma yazılısı!" Fakat benim iletimde Gezmiş ile ilgili cümle, KGB tarafından başlıca Suriye'de olmak üzere eğitilen (hoş Türkiye içinde bile eğitmişlerdir) örgüt kadrolarını şehirden çıkarıp dağa yönlendiremediği, bu yüzden bu işin de PKK ya havale edildiği. Yine görülüyor kurtarma yazılısı olmak isteyenin kim olduğu! İstek şu: Gezmiş'in Suriye'de mi eğitim gördüğü sorusu içeren yeni bir yazılı. Bizim soru bankasında ise böyle bir soru yok! Çünkü bunun zerre kadar önemi yok, nerde eğitilirse eğitilsin, eğitenler temelde Sovyet KGB sidir ve güdümündekilerdir. Aldığı eğitim ise ideolojik propaganda, terör, bombalama, sabotaj, suikast gibi Türkiye'de bir iç savaş çıkarmaya yönelik eğitimlerdir... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Soğuk savaşın sona ermesiyle dünya yeni bir terimle tanışmıştır "Cold War Tales" yani "Soğuk Savaş Hikayeleri" Soğuk savaş sırasında, tarafların birbiri hakkında hazırladığı düzmece hikayelerin tümü için kullanılan terimdir. ABD'de CIA tarafından oluşturulan hikayeler, CIA'nın finanse ettiği yayın kuruluşları aracılığıyla piyasaya sürülmüştür. Bu yayın kuruluşları arasında en ünlüsü hangisidir biliyor musunuz ? Reader's Digest. ABD'nin koyu muhafazakar basın kanadının öncüsü olan bu dergi soğuk savaş boyunca, CIA'nın hazırladığı hikayeleri yazarları aracılığıyla basmıştır. Soğuk savaş boyunca CIA tarafından dezenformason amacıyla kullanılan bu dergi, en rezil propaganda yayıncılığının örneklerini sergilemiştir. ["Reader's Digest" CIA] Google'da, bu kodu girerek Reader's Digest'in soğuk savaşta üstlendiği misyonla ilgili binlerce kaynak bulabilir herkes. Ülkemizle ilgili örnek olarak şunu gösterebilirim. Papa Jean Paul, Ağca tarafından vurulduktan hemen sonra bu dergi "Türkiye'de faaliyet gösteren silahlı bir SOL ÖRGÜTE mensup Mehmet Ali Ağca'nın papayı KGB emriyle vurduğunu" yazdı. Tabi bir Türk için, ünlü ülkücü Mehmet Ali Ağca'nın sol örgüt üyesi olduğu iddiası komikten öte bir bilgidir. Ama bir ABD'li, bir İtalyan, bir Alman için inandırıcı olabilir. Ne bilsin adamlar ülkücü nedir? Ağca kimdir? Bu deginin günlerce pompaladığı habere cevap Uğur Mumcu'dan geldi. Gladio üzerine araştırmalar yapan Uğur Mumcu, Ağca'nın Gladio mensubu olduğunu, Gladio'nun merkezinin ise İtalya'da olduğunu yazdı. Suikastten sonra İtalya'da Gladio'nun Vatikan içerisindeki faaliyetlerinden sorumlu P-2 locası skandalı patladı. Vatikan içerisinde locaya bağlı kardinaller, psikoposlar aracılığıyla kontrol sağlamaya çalışan P-2 locası deşifre edildi. 2. Jean Paul'den önce sadece 33 gün papalık yapabilen 1. Jean Paul'un, Vatikan'da binanın bir köşesinde ölü bulunduğu ortaya çıktı. İki papanın da, P-2'nin Vatikan içerisindeki faaliyetlerinden rahatsız olduğu, P-2'ye bağlı kardinalleri Vatikan'dan uzaklaştırmaya çalıştığı ortaya çıktı. Ve bu skandalla başlayan süreç temiz eller operasyonuyla son buldu. Reader's Digest'in Gladio'yu korumak için, adresi değiştirme girişimi işe yaramadı ve İtalya'da Gladio'nun tasfiyesine başlandı. Peki bu derginin genel yayın yönetmeni kim idi ? John Barron. Maaşı direkt olarak CIA tarafından ödenen adam. Türkiye'nin en ünlü ülkücülerinden Mehmet Ali Ağca'yı, Türkiye'deki bir sol örgütün militanı yapan adamlar, Filistin'de FKÖ kampında kalan Deniz Gezmiş'i de, Suriye'de bir kampa gönderir. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Ben de belli başlı bir yanıt gelecek diye bekledim. Çıka çıka Ağca sağcı mıymış solcu muymuş tartışması çıktı. Ne kurtarma yazılısı için, ne kurtarma sözlüsü için yeni soru hazırlayamam, kusura kalınmasın. Ben de tam bu nedenle Gezmiş ile ilgili iddiama açıklık getirmiştim... Ama bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur... Eee, şöyle bir de mi hiç uğramamış Suriye'ye, hani yol üzeriyken, çip takıp adım adım mı izlemiştiniz de bu kadar kesin biliyorsunuz? Hoş, adımını atmadıysa bile zerre kadar umrumda bile değil... Ha, ben bir CİA görevlisi daha biliyorum, o da "TSK çuvalladı" propagandası için Türkiye'de kendine "taraf" bulmak için Türkiye medyasından evlenmiş! Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Suriye’de sol terör örgütlerine kamp açarak, maddi ve manevi destekleyen KGB bu kamplardaki eğitimleri Şam’daki SSCB diplomatı Vadim ŞATROV ve onun şoförü kisvesindeki KGB ajanı Nikolay CERNENKOV vasıtasıyla organize etmiştir. Şehirlerde eylemlere başlayan örgütler, devletimizi zayıf düşürmüştür. Tüm bu tarihi süreç yaşanırken işin bir ayağı eksik kalmıştır. Gerillanın askeri kanadı... KGB bir türlü işin bu kanadını oturtmayı başaramamıştır. Oysa işin neticeye varması için şehirlerden ve kırsaldan başarıyla ilerleyen komünist gerillaların, Ankara’da birleşmesi gerekmektedir. Şehirde üniversite tabanına oturtularak kurulan örgütler. Suriye’de eğitilmelerine rağmen, şehirde eylem yapmayı seçmiştir. Deniz Gezmiş’in tüm romantik ısrarlarına rağmen, kimse dağa gitmeye razı olmadı. Şimdi başka bir sitede , yine başka bir kullanıcının yazısını altına kaynağını falan belirtmeden kendi yazısıymış gibi yayınlayan insanlar, sonra başkalarının iddialarını savunmak zorunda kaldıklarında sıkıntıya düşerler Şimdi arkadaşımızın kaynak belirtmeden kendi yazısıymış gibi gönderdiği iletide iddia edilen ne ? Suriye'de şu şu KGB ajanları tarafından Suriye'de eğitildiler. Suriye’de eğitilmelerine rağmen, şehirde eylem yapmayı seçmiştir. Deniz Gezmiş’in tüm romantik ısrarlarına rağmen, kimse dağa gitmeye razı olmadı. Filistin'de FKÖ kamplarında eğitim gören gençler arasında Türkiye'ye döndükten sonra çıkan fikir ayrılığından bahsediyor bu yazıyı yazan şahıs. Bu gençler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıdır. Ama gençlerin Suriye'de, KGB ajanları denetiminde eğitim gördüğünü iddia ederek. Neyse arkadaşlar biz 68 kuşağına ilişkin, tüm detaylarıyla bilinen gerçekleri tekrar hatırlatalım. Bu yazıda bahsedilen, yurt dışında silahlı eğitim gören 68 kuşağından gençler, Filistin'de FKÖ kamplarında eğitim görmüştür. O tarihlerde ne Suriye'de Türkiye'den giden militanların eğitildiği kamplar vardır. Ne de, Suriye'de kampta eğitim gören Türk gençler. Külliyen yalandır. 68 kuşağı üzerine, nice araştırma yapılmış, nice belgesel hazırlanmış ve nice mahkemede dava sonuçlanmıştır. Hiçbirinde Suriye'ye gittikleri yönünde bir bilgi yoktur. KGB tarafından eğitildilere dayanak olarak, "Şam şehrinde görev yapan şu ajanlar tarafından şöyle eğitildiler" deyip ondan sonra, "nerede eğitildiklerinin ne önemi var" demenin ciddiyetini okuyanların yorumuna bırakıyorum. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2010 Sovyetlerin güdümünde olan Suriye'ye, Sovyetlerin ideolojisine sahip militanların, Filistin'e gidip gelirken hiç uğramadıklarının çip takarak mı belirlendiği sorusu hala geçerli... Neyse asıl konuya dönersek: Silahlı Kuvvetlerdeki olayların bir süredir düşündüğümden daha derin ve karmaşık olduğunu, ordu içinde taraflaşmaların ve birbirinin aleyhinde tavır almaların olduğu şüphesi bende derinleşmiş bulunuyor. Bu tavırlaşmaların bir NATO yandaşları ve NATO karşıtları mücadelesi biçiminde olduğundan da kuşkularım zaten vardı ama şimdiye kadar yüksek sesle düşünmekten geri durmuştum. Soğuk savaş sonrası NATO gereğinden fazla güç kazandı, dünya güçler dengesi bozuldu. Yeni dengeler oluşması için bazı sarsıntılar oluyor. Sanırım biz de bundan payımıza düşeni alıyoruz. Pek öyle sıradan şeyler olmuyor orduda. Bu işler öyle bir kaç cemaatçi sızıntıcının yapacağı işler gibi görünmemeye,çatlaklar göze batmaya başladı. Burası gerçek. Arka planda daha etkin ve derin aktörler var. Bundan sonra gidişatı daha endişeyle izleyeceğimden emin olabilirsiniz... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.