Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Savaş en çok çocukları ‘vuruyor’


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Çocuklara zorla silah veriliyor

 

BM'nin çocuk fonu UNICEF, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin (DKC) doğusundaki kamplarda bulunan

 

çocukların, DKC ordu saflarında savaşan yerel Mai-Mai milis grupları tarafından zorla askere alındığını

 

açıkladı.

 

UNICEF açıklamasında, son gelen raporlarda, en az 37 çocuğun Kuzey Kivu eyaletinin başkenti Goma'nın kuzeyindeki

 

Rutshuru yakınlarında bulunan kamplardan Mai-Mai milisleri tarafından zorla askere alındığının saptandığı belirtildi.

 

İsyancı lideri Laurent Nkunda'nın Tutsi direnişçileri ile ordu arasında geçen hafta 100 bin kişinin yerlerinden olmasına yol

 

açan çatışmaların çıktığı Kuzey Kivu'da çocuklar zorla askere alınmak için kolay hedef durumunda bulunuyor. Çünkü bu

 

100 bin kişinin yüzde 60 kadarını çocuklar oluşturuyor.

 

04.11.2008

 

 

~~~~~

 

Savaş en çok çocukları ‘vuruyor’

 

Savaşta cephane taşıyan, cinsel ve fiziksel saldırıya uğrayan çocuklar, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme

 

davranışları sergiliyor

 

ANKARA - Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Dr. Şeref Özer, UNICEF’in verilerine göre,

 

2002-2006 yılları arasında 42 ülkede 1.5 milyondan fazla çocuğun savaşı gördüğünü belirterek,

 

savaşın yeni kuşakların kişiliği üzerinde kalıcı olumsuz değişikliklere neden olabileceğini bildirdi.

 

 

Özer, savaşın hem tanıklarını hem de sonraki kuşağı derinden etkilediğini söyledi.

 

 

Savaşın yarattığı terör ve şiddetin bir süre sonra kanıksanabildiğini ifade eden Özer, bunun kişilerde "İnsani değerleri

 

yitirme ve güce boyun eğme riskini artıracağına" dikkati çekti.

 

 

Şeref Özer, şunları kaydetti: Çeşitli araştırmalarda, savaşı gören toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme

 

davranışında ciddi bir artış görüldüğü ortaya çıktı. Örneğin ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olayları iki

 

kat artmıştır. Savaşa giren toplumlarda şiddet ve saldırı olayları savaştan sonra en az yüzde 10 artarken, girmeyenlerde

 

en az yüzde 10 azalmıştır.

 

Savaş, çeşitli ruhsal bozuklukların oluşmasına, bireyde şiddet ve

 

saldırganlık davranışlarında ciddi artışa, insani değerlerin kaybedilmesine, bireyin kendine ve topluma yabancılaşmasına,

 

gelişmekteki yeni kuşakların kişilik gelişimi üzerinde olumsuz ve kalıcı değişikliklere neden olmaktadır."

 

 

"SAVAŞ, TELEVİZYONDAN İZLEYENLERİ DE ÖRSELER"

 

Özer, savaşın yalnızca yaşayanları ve onların sonraki kuşaklarını değil, televizyonlarda savaşı "Aksiyon filmi gibi"

 

izleyenleri de örselediğini belirtti.

 

Özer, şöyle devam etti: Yaklaşık 6 bin yılı bulan yazılı insanlık tarihinde 15 binden fazla savaş yaşandı.

 

Bu her yıla yaklaşık üç savaş düştüğü anlamına geliyor. Her 30 yılı bir kuşak sayarsak bu güne dek dünya üzerinde

 

yaşamış 185 kuşağın içinde sadece 10 kuşağın savaşsız bir ömür sürdüğünü söylemek yanlış olmaz.

 

Neredeyse yaşamı boyunca savaş görmemiş ya da tanık olmamış insan yok gibidir.

 

1945-1992 yılları arasında 150’nin üstünde savaş gerçekleşti ve 60 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirdi.

 

Bu sayı, 19. yüzyıl savaşlarındaki toplam kayıpların iki katından fazla, 1992’den bu güne yaşanan savaş ve çatışmalar da

 

bu sayıyı neredeyse iki katına çıkardı.

 

Artık her insan savaşı bir şekilde görüyor, ya yaşayarak ya izleyerek.

 

Bu durum yaşayanlarda doğrudan, izleyenlerde dolaylı savaş travması yaşatabiliyor.

 

Savaş travmasında birey öncelikle durumu inkara yöneltip, yaşanan deneyimleri tahrip edici olmayan bir olay gibi

 

algılamaya çalışıyor.

 

Bireyde, olup biteni yanlış yorumlamak ve çarpıtmak, saldırganla özdeşleşmek, doğa üstü güçlere yönelmek ve sığınmak,

çaresizlik ve güçsüzlükle örülü bir biçimde zayıf güçsüz kişilere yönelik eylemler üretmek biçiminde yeni ifadeler ortaya

 

çıkabiliyor."

 

"EN ÇOK ÇOCUKLAR YIPRANIYOR"

 

Savaşlardan en çok yıpranan kesimin çocuklar olduğunu vurgulayan Özer, bu konudaki çeşitli verilere dikkati çekti.

 

UNICEF’in araştırmasına göre, 2002-2006 yılları arasında 42 ülkede 1.5 milyondan fazla çocuk savaşa bire bir tanıklık etti.

 

Tüm dünyada 250 bin çocuk, asker ya da askeri birlikler içinde, aşçılık, cephane taşıma gibi çeşitli görevlerde çalıştırıldı.

 

Hatta birçok çocuk, sıklıkla cinsel ve fiziksel istismara uğradı.

 

Ayrıca, 1986-1996 yılları arasındaki savaşlarda 2 milyon çocuk öldü, 5 milyon çocuk sakatlandı. Bunun yanında, 12

 

milyon çocuk evsiz, 1 milyondan fazla çocuk ana-babasız kaldı ve 10 milyon aşkın çocuk ruhsal sarsıntı geçirdi.

 

Yine UNICEF’in verileri, Filistin Gazze’de 2000 yılında 7-12 yaşlarındaki ilkokul öğrencilerinin yüzde 42’sinde savaş bağlı

 

travma sonrası stres bozukluğu olduğunu, çatışmalar bittikten yaklaşık bir yıl sonra ise bu oranın yüzde 19 olarak

 

belirlendiğini ortaya koydu.

 

Saraybosna’da yapılan araştırma da çocukların hemen hemen tamamının bombardımanlara tanık olduğunu, Angola’da

 

çocukların yüzde 66-95’inin işkenceye uğradığını, insanların öldürülüşlerini gördüklerini ortaya çıkardı

 

 

"IRAK’TA ÖLENLERİN ÇOĞUNLUĞU 15-44 YAŞLARINDA"

 

Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Şeref Özer, ABD ve Iraklı epidemiyologlardan oluşan grup tarafından yapılan

 

araştırmaya göre, Irak’taki ölüm hızının koalisyon güçlerinin Irak’ı işgalinden önce binde 5.5 iken, işgal sonrasında bu

 

oranın binde 13.3’e yükseldiğini belirterek, "Irak’ta bildirilen

 

ölümlerin yüzde 87’si işgal sonrasındadır ve ölenlerin büyük çoğunluğunu

 

15-44 yaş arasındaki genç nüfus oluşturmaktadır" dedi.

 

Irak’ta ve Ortadoğu’da 4.8 milyondan fazla çocuğun savaşın doğrudan etkilerinden dolayı ağır beslenme sorunları

 

yaşadığına dikkati çeken Özer, ishalli hastalıklar nedeniyle çocukların yüzde 30’dan fazlasının okula gidemediğini söyledi.

 

(aa)

 

 

Bilmediğimiz olaylar mı bunlar... ?

Elbete ki hayır...

Tek belki rakam olarak bilmiyorduk..

Ögrenmiş olduk

 

Peki bunlar şimdi biliniyor da

 

Gereken Yapılacak mı ?

 

Nasıl yapılacak ?

 

Nereden başlanacak ?

 

Kim ilk adımı atacak ?

 

Atan olacak mı ?

 

Yoksa herzaman ki gibi günlük Gazetelerin herhangi bir sayfasın da bir iki günlüğüne yer alan, bir yazımı kalacak..?

 

Bir müdet sonra üzerin de bile durulmayan...

 

Fakat Şavaşlar Olduğu Vakit Tekrarlanan

 

Kime Ne Fayda O Zaman

Gönderi tarihi:

Savaşı savaşanlar değil; ölenler, ölü çocuklar bitirecek

 

Günah, insanın kendi özüne muhalefet etmesidir.' Kendi adıma söyleyebilirim; bu, günaha getirilen en iyi tanımlardan biridir. Öz üzerine yapılan felsefî tartışmalara girmeye gerek yok, öz denince ne anlaşılıyorsa, o odur.

 

Tolstoy'un dirilişin gerçekleştiği yer bildiği 'vicdan'ın işaretlediği 'iyi'ye (yani 'öz'e) muhalif olan her muamele ve durumu 'günah' olarak görebiliriz. Diyebiliriz ki; bugün dünyada yaşanan şey, 'öz'e muhalefettir. 'Öz'ünün üzerini çizip ona karşıt yaşayan bir insan tipinin zorbalaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu zorba insan, 'başkası' üzerinde iktidar oyunlarına girişiyor, sadece bir 'egemen' olarak davranıyor. Hiçbir şeyin 'kendisi' olarak kalmasına müsaade etmiyor.

 

Şimdi hepimiz böylesi bir 'öz'e muhalefet durumuna, bir savaşa tanıklık ediyoruz. Çocukların, babaların, annelerin, ihtiyarların bombalarla parçalandığı bugünlerde olan şey aslında savaş değil, vahşi bir saldırıdır. Saldırıdır; çünkü savaşta vuruşup öl(dür)en taraflar olur. Ama vurulup parçalanan, içi boşaltılan sadece şu veya bu olmuyor, insanî değerler de anlamsızlaştırılıyorlarsa, o zaman yapılan insanlıkla bir savaştır. O esaslı kitabın, Minima Moralia'nın yazarı Yahudi Adorno, haklı olarak, "Auschwitz'ten sonra şiir olabilir mi?" diyordu. Çünkü Auschwitz'te yaşananlar şiire, yani insanın özüne muhalefetti; orada insan ölüyor, şiir sesini yitiriyordu.

 

Şimdi dünyanın başka yerlerinde savaşlar oluyor, masum insanlar öldürülüyor. Adorno'nun sorusunu tekrarlayalım: 'Savaş zamanlarında şiir olabilir mi?' Ama şiir olmalı, şiir ebediyen kalmalı! Bunun için savaş bitmeli; kan durmalı, çocuk ölümleri son bulmalı! Savaş bitmeli; çatlayacak hale gelmiş anne kalpleri sükûna kavuşmalı! Savaş bitmeli; sadece birkaç yıl yaşamış, az oynamış, az gülmüş, az haylazlık etmiş, çok az 'babacığım!' demiş ölü çocukları kucaklarına alan babaların çaresizliğine bir çare bulunmalı! İnsanın özüne arsızca muhalefet eden savaşçılara karşı, 'İnsanların çektikleri acılardır asıl paylaşılması gereken.' diyen ve insanın yanı başında yerini alan Adorno'lar kazanmalı; savaş bitmeli, şiir kalmalı! Evet, savaş bitmeli! Koşar adım ölüme giden bu hayatın içinden savaş düşmeli, savaş hayattan kovulmalı! Bütün bir dünya savaşa elverişsiz bir yer haline gelmeli artık! Kim savaşıyorsa, kim savaşa oynuyorsa, kim savaşa gidiyorsa, kim savaşa çağırıyorsa yalnız bırakılmalı; bir yudum bile olsa ona su verilmemeli; kendini savaşa kaptırmış bu talihsiz, kulak bulmamalı, içine girip oturacağı bir kalp bulmadan öylece kalmalı, öldürse de ona dönüp bakılmamalı! Hayır, savaşçının çok iyi bildiği/anladığı dilden konuşmak, yani savaşmak, savaşçının öldürdüğü gibi öldürmek, onun vurduğu gibi vurmak, yağdırdığı gibi bomba yağdırmak savaşı bitirmeyecektir! Savaş, savaşarak bitmez! Öldürerek ölümlere son verilmez! Öldürülmenin karşılığı olarak öldürmek, savaşçıyı ve ölümü büyütür sadece! Bombaya karşı bomba, yeni bombaları getirir. Düzeneği tetiklenmiş her silah, silah fabrikalarında vardiyaları artırır; gidip bir çocuk bedenini parçalayan her mermi, daha fazla mermi paketinin ambalajını açtırır.

 

Savaşı savaşanlar değil, savaşmayanlar bitirir! Öldürenler değil, ölenler! Savaşa karşı savaşa koşanlar, savaşı ve savaşçıyı daha da diriltirler, savaşı ve savaşçıyı bitiren toprağa akmış su olurlar, savaşı ve savaşçıyı gürbüzleştirirler. 'Savaşa karşı savaş!' diyenler, savaşın ve savaşçının dilini kullanarak bu dili hayatın içine daha da fazla sokarlar. Böylelikle hayat dilinden olur; dil ölüm kesilir, ölüm hayat olur. Hayır, savaşı savaşanlar değil, savaşmayanlar bitirir! Öldürenler değil, ölenler! Savaşta vurulmuş her çocuk, her delikanlı, her anne, her baba, yıkılmış her bir ev, parçalanmış her bir ağaç, ortalığa saçılmış her bir canlı parçası, havaya sinmiş her bir barut ve et kokusu, savaşı ve savaşçıyı ölümün içine çeker. Savaş ve savaşçı, öldürerek ölür! Öldürerek vicdanına, kalbine, içine, diline, üzerine kan bulaştırır; kocaman bir nefrete, kine, bedduaya açık kalır; 'iyi'den, 'güzel'den, 'değer'den düşer. Bir atalar sözünde belirtildiği gibi, kötülüğün beterini kötülük eden görür. Montaigne de bunu söyler: 'Nasıl ki arı başkasını sokunca kendisine daha fazla zarar verir; çünkü iğnesi ve gücü elden gider.' Savaşçı, açtığı yarada canını bırakır; ruhunu, kalbini, vicdanını, onu insan kılan her bir iyi şeyi... Savaşçı, gücünden düşer, kendisini haklı gördüren bir gücü bulamaz hale gelir.

 

Çocuk bedenlerini parçalayıp kırk derecelik sıcaklarda kokutturan, anne ve babaları sözsüz bırakan, uzaklardaki insanların hayatını anlamsızlaştıran; savaşı ve savaştaki büyük kayıpları yazmakla yetinmenin (ne yazık ki yetinmenin) ayıbı içinde her tür yazının içini boşaltan savaş bitmeli! En derinlerimizde öylece duran öfkeyi ve kini ayağa kaldıran, bizi öfke ve kinle konuşturan, öfke ve kin kesilip bizi de karşı olduğumuz/lanetlediğimiz savaşa sokan savaş bitmeli! Bizi savaşçı kılan, bize kendinden üniformalar diktiren, kanlı oyuğundan ellerimize bombalar uzatan savaş bitmeli! Savaşa gitmeyelim! Bırakın, ölelim! Öldürenin karanlık yüzüne değil, ölenin mağdur ve mağrur yüzüne ilişelim! Ellerimiz/yüzümüz/içimiz bombaların, silahların, mermilerin metal ışıltısıyla değil, insanın yüce bir anıtı gibi duran masum çocuk yüzlerinin ışığıyla aydınlansın. Öldürerek ölen o yüzsüz yüzlerin karanlığı üzerimize düşmesin, içimize sinmesin; ölerek, diri kalmış insan kalplerinde yaşamaya devam eden yeryüzü çocuklarının gözlerine düşelim.

 

İnsan ki, yeryüzünde 'şairane' oturmalı. İçine bırakıldığı yeryüzünde kendine eğilmek, kendini tanımak ve bilmek içinde(n) dışarıya, börtü-böceğe, insan kardeşlerine gitmeli. Var olarak gitmeli, giderken var kılmalı. Öldürmeye değil, diriltmeye gitmeli! İnsanız! Dünyaya doğarız ve dünyada doğarız! İçimize konan insan olabilme kapasitesini geliştirerek dünyada kendimizi doğurturuz, içimizden kendimizi çıkartırız. Ne kadar iyi şey varsa içimizde onlara yollar açarak, ne kadar kötü şey varsa derinlerimizde yollarını kapatarak biz var olabiliriz, var olabilmişler olarak etrafımızı var kılarız. Evet, insanız! İşimiz 'var kılmak', 'yok etmek' değil! Oysa savaş ve savaşçı sadece yok ediyor. O halde kim savaşa koşuyorsa, kim bir savaşçı kesiliyorsa, kim öldürüyorsa kendine, yani insana uzak düşüyor. Kim insana yabancılaşmışsa ve yabancılaşıyorsa, hayata değil, ölüme çalışıyor demektir. Savaş bitmeli! Koşar adım ölüme giden bu hayatın içinden savaş düşmeli, savaş hayattan kovulmalı! Çünkü savaş günahtır, günah ise 'öz'e muhalefettir. Ve savaşı savaşanlar değil; ölenler, ölü çocuklar bitirecektir!

NİHAT DAĞLI

Gönderi tarihi:
Savaşı savaşanlar değil; ölenler, ölü çocuklar bitirecek

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

 

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler

 

NAZIM HİKMET

Gönderi tarihi:
DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

 

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler

 

NAZIM HİKMET

 

 

Verelim değil mi?

 

O küçük bedenler,kefeni bile utandırıyor...çok erken acılar,çok erken ölümler...lütfen,çocuklar için,masumiyetimiz için...dünyayı verelim çocuklarımıza.

Gönderi tarihi:

SAVAŞ VE ÇOCUK

Yan yana gelemeyecek iki kelime olarak gözükmesine rağmen bugün tam tersi bir durum söz konusudur. Dünya üzerinde yaşanan savaşlardan etkilenmeleri, hastalık açlık gibi yaşanan sorunların yanı sıra ölümlerin artışı dikkat çekicidir. Ayrıca çocukların iç savaşlarda asker olarak kullanılmaları da önemli bir başka problemdir. Çocukların eline silah verilmesi ve savaştırılması silahlı çatışmalarda artık rutin rastlanan bir olay haline dönmüştür.

 

Çocuk haklarının en önemli maddelerinden birisi çocukların savaşta taraf olmamasıdır. Yani her türlü çatışmada çocuklar olayın dışında bırakılacaklardır. Savaşta hedef olmayacakları gibi aynı zamanda ellerine silah verilip cepheye ve savaşa da sokulmayacaklardır. Bu problem tüm dünyada gözlenen global bir problemdir. Türkiye’de özellikle güneydoğuda bu problem yaşamaktadır.

 

Son yıllarda dünyada savaşların arttığı ve çok sayıda insanın bundan etkilendiği gözlenmektedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre, çoğunluğu üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımlanan ülkelerde olmak üzere, yaklaşık 1.8 milyar insan savaştan etkilenmektedir. Gerçekten de II. Dünya Savaşından sonra yaşanan 181 savaşın 170’i (% 94’ü) üçüncü dünya ülkelerinde olmuştur. Bir başka boyut: Son 50 yılda yaşanan savaşlarda sivil ölümlerin oranı %90’a çıkmıştır. Günümüzdeki savaşların çoğunun iç savaş olarak patlak vermesi savaşlardaki sivil kayıpların artmasına yol açan önemli bir nedendir. Burada askeri kesimle silahlanmış sivillerin kendi aralarındaki çatışmaları ön plana çıkmaktadır. Siviller, silahlı şiddetin dolaylı hedefleri olmaktan çıkıp şiddetin kasıtlı hedefleri haline gelmişlerdir.

 

Siviller içerisinde de en çok etkilenen grubu çocuklar, özellikle de 5 yaşından küçük çocuklar oluşturmaktadır. 1996 yılında, çatışma yaşanan 31 ülkenin 24'ünde beş yaş altı mortalite (ölüm) hızının %5 ve daha fazla olduğu görülmektedir. Çatışmalar sırasında, çocuk ölümlerinin %5’i doğrudan travma nedeniyle, %95'i ise açlık ve hastalık nedeniyle olmuştur. Son 10 yılda iki milyondan fazla çocuk savaş bölgelerinde ölmüştür.

 

Rakamlar dikkat çekici oranda yüksektir. Savaşlar sadece ölümlerle sonuçlanmamakta, aynı zamanda çocuklarda kalıcı sakatlıklara da neden olmaktadır. Son on yılda, dört milyondan fazla çocuk kalıcı olarak sakatlanmıştır. Savaş sırasında ve sonrasında görülen yaralanmaların ve sakatlıkların en önemli nedeni mayınlardır. Dünyada 70'ten fazla ülkede 60 milyondan fazla mayın vardır. Afganistan'da her iki saatte bir kişi, mayın nedeniyle yaralanmakta ya da ölmektedir.

 

Savaşlarda en sık karşımıza çıkan problemlerden biri de çocukların ailelerini, kendilerine bakmakla yükümlü olan kişileri kaybetmeleri ve yalnız kalmalarıdır. Savaş nedeniyle çocukların çoğu tıbbi bakım olmadan ve çoğu zaman da yalnız yaşamaktadır. Savaşlar nedeniyle bir milyon çocuk yetim kalmıştır. 12 milyon çocuk güvenlik nedeniyle evlerinden ayrılmış; bunların üçte biri ise mülteci kamplarında yaşamaktadır.

 

Ayrıca çocuklara yönelik şiddetin savaşta özellikle cinsel şiddet olarak gözüktüğü izlenmektedir. Çocuklara yönelik işkence ve tecavüz yaygındır. Özellikle bu durum etnik kökenli çatışmalarda görülmektedir. Kosova yakın zamanda yaşanan bir örnektir. Ayrıca Ruanda'daki soykırımda sekiz yaşından büyük her kıza tecavüz edildiği Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulmuştur. Kuzey Uganda'da, silahlı birlikler köylere baskınlar düzenlemiş ve her seferinde 50-100 çocuğun kaçırıldığı görülmüştür. Kızlara tecavüz edilip, çocuklar seks kölesi haline getirilmekte, erkek çocuklar işkenceye uğramakta ya da savaşta kullanılmaktadır.

 

Çocuklara yönelik bu şiddet olayları sonrasında; ölüm, HIV Enfeksiyonu ve diğer Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yaşadığı şiddet sonrası çocuk intiharları da yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. İstenmeyen gebelik ve doğumlar, çocuk anneler, düşükler, kısırlığa varan genital yaralanmalar ve çocukların toplum tarafından dışlanması gibi sorunlar da karşımıza çıkan problemlerdir.

 

Savaşa bağlı açlık problemi ve göçler, çocuk gelişimini olumsuz anlamda etkileyen olaylardandır. Çocuklarda yapılan çalışmalar travma sonrası stres bozukluğunun yaygın olarak gözlendiğini göstermektedir. Ayrıca anksiyete (kaygı) ve depresyon da çocuklar arasında yaygın olarak görülmektedir.

 

Göç ve mülteci kamplarında yaşam da çocukları olumsuz olarak etkilemektedir. Çocukların kamu binaları, toplama kampları ya da diğer yerleşim alanlarında barınması, alt solunum yolu enfeksiyonları, ishal, kızamık ve diğer salgınlara neden olmaktadır.

 

Beslenme bozuklukları ve bulaşıcı hastalıklar çocukları daha fazla etkilemektedir. Etkili ulusal aşılama programının olmaması, epidemi riski altında duyarlı bir grubun oluşmasına yol açar. Bunun son örneği, Kosova'da görülen çocuk felci salgınıdır. Mülteci kamplarında yaşayan çocuklar gastroenterit, alt solunum yolu enfeksiyonları, kızamık ve malarya (sıtma) gibi nedenlerle ölmüşlerdir.

 

Olayın diğer boyutunda da savaşan çocuklar yer almaktadır. Dünyada bugün en azından 250 bin çocuk asker olduğu belirtilmektedir. Bunların binlercesi 15 yaşın altındadır. Çocukların savaştırılma nedenleri olarak; küçük olmaları, göze çarpmamaları, feda edilebilir olmaları ve kolaylıkla ikna edilebilir olmaları gelmektedir. Bazı çocuklar aileleri tarafından silahlı gruplara satılırken bazıları da kaçırılmaktadır.

 

Afganistan'da 17 yıl süren savaşta yer alan askerlerin %45'i 18 yaşın altındadır; ilaç ve alkol bağımlılığı, fiziksel ve psikolojik şiddet, asker çocuklar arasında sık görülmekte, çocuklar diğer çocukları hatta aile bireylerini öldürmeye zorlanmaktadırlar.

 

Savaşlarda on iki yaşın altındaki çocuklara işkence uygulandığı bildirilmekte, soyma, soğuk duş, elektrik şoku, köreltme gibi yöntemler uygulanmaktadır.

 

Tüm bu veriler göstermektedir ki savaştan en çok etkilenen grupların başında çocuklar gelmektedir. Güneydoğuda yıllardır yaşanan düşük yoğunluklu çatışma olarak nitelendirilen silahlı çatışmadan da çocuklarımız olumsuz olarak etkilenmektedir. Çocukların terör örgütleri tarafından kaçırılması, zorla çatışmaya sokulmasının yanı sıra yöredeki çocukların olumsuz etkilenmeleri de önemli bir problemdir.

 

Oradaki çocuklarımızın da hakları olduğunu ve bunların başında da yaşama, geliştirme ve korunma haklarının geldiğini unutmayalım.

 

Tüm bu veriler ve saptamalar da göstermektedir ki kadına yönelik şiddet sadece kadına yönelik değildir. Yaşanan şiddetin çocuğu da aynı oranda etkilediği gözlenmektedir. Kadınlara yönelik şiddet sadece kadınlara değil çocuklara da yöneliktir. Bunun unutulmaması gerekir.

 

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Gönderi tarihi:

Hiç alakası yok gibi görünecek ama, ben aykırı şeyler söylemeyi severim. Özellikle aykırı gerçekler benim için çok çarpıcıdır. Sakın söyleyeceklerimin altından "çocuklar masum değildir, ölmelerinde sakınca yok" anlamı çıkarmayın. Bu anlamı çıkarmayın da, ne anlamı çıkarırsanız çıkarın, size kalmış.

 

Yakın zamanda yolda aceleyle giderken, bir yeşil alanın yanından geçiyordum. Birden sendeleyen bir zavallı köpek dikkatimi çekti. Ağır derecede hastaydı, açıkçası ölmek üzereydi. Zaten de yere yıkılıp can çekişmeye başladı. Ona ne olduğunu bilmiyordum ama durumu içler acısıydı. Çok ama çok acı çektiği her halinden belliydi. Belki zehirlenmişti, bilemiyorum. Birden bir grup çocuk belirdi. Hepsi ellerine taşlar almışlardı. Yerde son nefesini vermeye çalışan hayvana taşları fırlatmaya başladılar. Bir anda donup kaldım. Parka girip "Yapmayın çocuklar, yazıktır" demek istedim, yapamadım. Hani vahşi doğa belgeselcileri vardır. Olaya hiç müdahale etmeden çekim yaparlar. Ben de donmuş halde sadece izleyebildim. Sonra kendimden, bir bacak kadar veletlere müdahale edemediğim için kendimden utandım. Hayvan için zaten yapacak pek şey kalmamıştı. Doğrusu acelem de vardı. Beş dakikaya kadar orada olmam zorunlu olan yere ulaşıncaya kadar dikkatimi trafikten ayırmamaya çalışarak düşündüm.

 

Çocuklar altı yedi yaşlarındalardı. Artık son nefesini vermekte olan bir canlıya acımamak, tam tersine canını daha da acıtmak eğer türümüzün doğasında varsa... Gerisini düşünmek istemedim... Hala daha düşünmek istemiyorum...

Gönderi tarihi:
Hiç alakası yok gibi görünecek ama, ben aykırı şeyler söylemeyi severim. Özellikle aykırı gerçekler benim için çok çarpıcıdır. Sakın söyleyeceklerimin altından "çocuklar masum değildir, ölmelerinde sakınca yok" anlamı çıkarmayın. Bu anlamı çıkarmayın da, ne anlamı çıkarırsanız çıkarın, size kalmış.

 

Yakın zamanda yolda aceleyle giderken, bir yeşil alanın yanından geçiyordum. Birden sendeleyen bir zavallı köpek dikkatimi çekti. Ağır derecede hastaydı, açıkçası ölmek üzereydi. Zaten de yere yıkılıp can çekişmeye başladı. Ona ne olduğunu bilmiyordum ama durumu içler acısıydı. Çok ama çok acı çektiği her halinden belliydi. Belki zehirlenmişti, bilemiyorum. Birden bir grup çocuk belirdi. Hepsi ellerine taşlar almışlardı. Yerde son nefesini vermeye çalışan hayvana taşları fırlatmaya başladılar. Bir anda donup kaldım. Parka girip "Yapmayın çocuklar, yazıktır" demek istedim, yapamadım. Hani vahşi doğa belgeselcileri vardır. Olaya hiç müdahale etmeden çekim yaparlar. Ben de donmuş halde sadece izleyebildim. Sonra kendimden, bir bacak kadar veletlere müdahale edemediğim için kendimden utandım. Hayvan için zaten yapacak pek şey kalmamıştı. Doğrusu acelem de vardı. Beş dakikaya kadar orada olmam zorunlu olan yere ulaşıncaya kadar dikkatimi trafikten ayırmamaya çalışarak düşündüm.

 

Çocuklar altı yedi yaşlarındalardı. Artık son nefesini vermekte olan bir canlıya acımamak, tam tersine canını daha da acıtmak eğer türümüzün doğasında varsa... Gerisini düşünmek istemedim... Hala daha düşünmek istemiyorum...

Sayın demirefe

 

Güzel bir konuyu yakalamışsınız. Aslında bu durumun sebebi belli. Tıpkı bu savaşları yaşayan çocukların ileride yapacakları şeyleri onlar da uyguluyor o kadar. Aradaki fark ise bu çocukların oluşturdukları gruptaki muhtemelen lider konumdaki çocuğun, şiddeti normal gören bir aile yapısından gelmesi, bu olayları kanıksamış olup normalize etmesi. Bu psikolojik hastalıklarını da grubundaki diğer çocuklara, liderlik vasfıyla inandırıcılığını kullanarak önemsiz, hatta övünülecek bir şey gibi göstermesi, bu tavrı bir tür sosyal bulaşıcı hastalık gibi yayması. Savaşları çocuklar üzerindeki etkisi de böyle olacak, onlar da edimsel psikolojik bozukluklarını arkadaşlarına, çocuklarına, çevreye yaymaya devam edeceklerdir. Bu yönde yapılacak her çalışma, yarına ait yüzlerce sağlıklı psikososyal gelişime sahip insan demektir.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Sayın Domuzbağı, güzel açıklama... Tabii ki işin nedenselliği açıkladığınız gibi. Beni düşündüren bu olayın neden meydana geldiği değildi. İnsanın doğasındaki, kökenindeki eğilimleri nasıl aşabileceği idi. Bu zinciri hiç kıramayacağız gibime geliyor. Ayrıca sorun sadece şiddet değil. Bir çocuk ne görmüş olursa olsun acıma duygusunu bu kadar çabuk nasıl yitirebilir? Kendisini dövmüş olan bir başka arkadaşını grup oluşturup acımadan dövebilir, uğradığı şiddetin intikamını alabilir. Burada başka bir şey var. Bu kazanılmış bir davranışa benzemiyor. Bu doğal bir içgüdüye daha çok benziyor...

Gönderi tarihi:
Sayın Domuzbağı, güzel açıklama... Tabii ki işin nedenselliği açıkladığınız gibi. Beni düşündüren bu olayın neden meydana geldiği değildi. İnsanın doğasındaki, kökenindeki eğilimleri nasıl aşabileceği idi. Bu zinciri hiç kıramayacağız gibime geliyor. Ayrıca sorun sadece şiddet değil. Bir çocuk ne görmüş olursa olsun acıma duygusunu bu kadar çabuk nasıl yitirebilir? Kendisini dövmüş olan bir başka arkadaşını grup oluşturup acımadan dövebilir, uğradığı şiddetin intikamını alabilir. Burada başka bir şey var. Bu kazanılmış bir davranışa benzemiyor. Bu doğal bir içgüdüye daha çok benziyor...

Değerli demirefe

 

Acıma duygusu, şefkat sonradan öğrenilen bir durum. Şiddet zaten doğuştan geliyor. Bu yüzden çocuklarımıza, onu kırma, vurma, atma diye yıllarca eğitim verip bu içsel dürtüyü sınırlıyor veya spora, aktiviteye yöneltiyoruz. Yoksa oyuncağını kırmamış çocuk yoktur. Bu da onun hayatı, maddeyi, canlılığın sınırlarını, kendi yeteneklerini öğrenmesi ile ilgili. Hayvanlar dünyasında da tanımadığına acıma çok nadir görülür, hemen dişler çıkar, hırlamaya başlanır ve tehlike uzaklaştırılır ve her hayvan kendi statüsünü belirler. İnsanda temelde bir hayvan ve denetim mekanizmalarını üstbenliğini geliştirebildiği ölçüde insan.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Acıma duygusunun da sonradan kazanılmış bir edinim olduğunu sanmıyorum. Bu beyinde bulunan "ayna nöronlar" ile ilgili bir durum. Beyinsel, yani genetik, yani kuşaklar boyu aktarılan bir beyin yapılanması.

 

"İnsan bir hayvan olarak dünyaya gelir, onu çevresi, aldığı eğitim insan yapar" görüşü oldukça tartışmalı. İnsan fetüsü çok kısa bir süre içinde hızla geliştireceği bir dil yeteneği ile birlikte doğar. Genetiği, beyin yapılanmasını bu yönde şekillendirmiştir. Dünya üzerindeki tüm dilleri öğrenebilecek yeteneği hazır getirmiştir. Bu, onun var oluşundan düşünemeyeceğimiz kadar zaman önce oluşmuş bir statükodur ve genetiğiyle aktarılmaktadır.

 

Aynı şekilde, çocukken ölmek üzere olan hayvanları taşlayan çocuk, eğitim alsa da, örneğin asker olduğunda yaralı esirleri öldürecektir. En iyi üniversiteyi de, Massachusset okuyup bilimci de olsa, üzerlerinde deney yaptığı kobayların acılarına duyarsız olacaktır. Bunu yapmamış olan, acıyı tanıyan ve empati yapan çocuk yaralıları hastaneye ulaştıracak ve acının farkında olacaktır. Bu genetiğine bağlı bir şey.

 

Fakat insan davranışlarının ne derece genetik, ne derece çevreden kazanımlı olduğu tartışması hiç bitmeyecek bir tartışmadır. Bu konuda kesin bir yargıya varmak son derece zor. Ben genetiğe çok inanırım. Determinist bir görüşe sahibim. Fakat çevresel etkenlerin tümüyle dışlanabileceğine inansak, zaten eğitim diye bir kurum olmazdı.

 

Yavaş ve zor da olsa doğa dönüşecek. Buna inanıyorum...

Gönderi tarihi:
DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

 

 

Bence cocuklari dünyayi vermekden vaz gecin hep cocuk kalmayi deneyin, hep cocuksu kalin. Gerci Ana rahminde yazilir insanlarin gelecegi sekli semasi bütün yetenegi.. yazilmayan sadece hep onun cocuksu mu kalacak yoksa hayvansal yönlerini gelistiremeyip hayvansal agirlikli mi kalacak.. iste bicilen bu kilifa zamaninda sekil sema olarak ceki düzen vermekten gecer? yoksa o surati degistiremezsin..

Gönderi tarihi:
Hiç alakası yok gibi görünecek ama, ben aykırı şeyler söylemeyi severim. Özellikle aykırı gerçekler benim için çok çarpıcıdır. Sakın söyleyeceklerimin altından "çocuklar masum değildir, ölmelerinde sakınca yok" anlamı çıkarmayın. Bu anlamı çıkarmayın da, ne anlamı çıkarırsanız çıkarın, size kalmış.

 

Yakın zamanda yolda aceleyle giderken, bir yeşil alanın yanından geçiyordum. Birden sendeleyen bir zavallı köpek dikkatimi çekti. Ağır derecede hastaydı, açıkçası ölmek üzereydi. Zaten de yere yıkılıp can çekişmeye başladı. Ona ne olduğunu bilmiyordum ama durumu içler acısıydı. Çok ama çok acı çektiği her halinden belliydi. Belki zehirlenmişti, bilemiyorum. Birden bir grup çocuk belirdi. Hepsi ellerine taşlar almışlardı. Yerde son nefesini vermeye çalışan hayvana taşları fırlatmaya başladılar. Bir anda donup kaldım. Parka girip "Yapmayın çocuklar, yazıktır" demek istedim, yapamadım. Hani vahşi doğa belgeselcileri vardır. Olaya hiç müdahale etmeden çekim yaparlar. Ben de donmuş halde sadece izleyebildim. Sonra kendimden, bir bacak kadar veletlere müdahale edemediğim için kendimden utandım. Hayvan için zaten yapacak pek şey kalmamıştı. Doğrusu acelem de vardı. Beş dakikaya kadar orada olmam zorunlu olan yere ulaşıncaya kadar dikkatimi trafikten ayırmamaya çalışarak düşündüm.

 

Çocuklar altı yedi yaşlarındalardı. Artık son nefesini vermekte olan bir canlıya acımamak, tam tersine canını daha da acıtmak eğer türümüzün doğasında varsa... Gerisini düşünmek istemedim... Hala daha düşünmek istemiyorum...

 

gecen sene australia da bir cocuk sanirim 10 yasindan kucuk tu geceleyin hayvanat bahcesine dirip bir suru hayvani oldurmustu. Hayvanat bahcenin kameralarinda cocugu gorduklerinde inanamamislar o yasta nasil acimasiz olabilir diye... Yasi kucuk oldugu icin cezalandiramadiklari icin ailesi cezalanicakti..

"çocuklar masum değildir, ölmelerinde sakınca yok" anlamina cikarmicam :) ama malesef bazen gercekten dogmadan kotu ruhlu cocuklar oluyor.

Ama genelde tabiki hangi ortamda yasadiklarina bahali ne dogru ne yanlis oldugunu ogrenmiyorlar..

 

Mesela bir cok Afrika Ulkesinde genelde erkek cocuklarini kucuk yasta koylerinden kaciriyorlar koyleri yakiyorlar ve o cocuklara ailelerini oldurtuyorlar boylece cocuklarin geri donecek bir yeri olmadigi icin o kisilerle kalicaklari biliyorlar o kucuk masum cocuklari silah olarak kulaniyorlar ...

 

 

Bence cocuklari dünyayi vermekden vaz gecin hep cocuk kalmayi deneyin, hep cocuksu kalin.

:clover: Bence'de uzun zaman icinindeki cocuklugu kaybetmemeye calisin. Cocuklar icin din, irk vs onemli degil onlar aralarinda ayni terde dutup anlasa biliyorlar. Buyukler dusuncelerini zehirliyor genelde..

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.