Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Perinçek' ten Öcalan'a Mektup İstanbul, 23 .05.2000


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

"Perinçek'in Öcalana yazdığı Mektuplardan biri.Okurlarımız anımsar bu mektubu.Gündemde olduğu ve aktüelliğini koruduğu için mektubu yeniden yayınlıyoruz.Nasname

 

İstanbul, 23 Mayıs 2000,

 

Sayın Abdullah Öcalan,

 

Avukatlarınız selamlarınızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklarımı, Türkiye’nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği, ayrıca size yazmayı yararlı gördüm.

 

Yaşanan süreçte geleceği belirleyecek kritik noktaya, öncelikle dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye’nin demokratik devrimi ile Avrupa Birliği’yle bütünleşme projesi, birbiriyle bağdaşmaz. Bu iki program ve iki programı temsil eden kuvvetler, nesnel olarak cephe cepheyedir. Ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi’ni savunan demokrasi kuvvetler ile Batı kuvvetleri arasındaki çelişmenin önümüzdeki kısa ve orta sürede çok daha derin çatışmalara yol açması kaçınılmazdır.

 

Türkiye’de demokrasi, Kemalist Devrim’i tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batı’nın büyük devletleri ise, bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engellerdir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği, Türkiye demokratik devrimin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir. Onlar, Türkiye’yi demokrasiye zorlamıyor; tam tersine demokrasinin biricik çerçevesi olan ulus devleti yıkıma uğratarak, demokrasiyi imkânsız hale getirmek istiyorlar. Dayattıkları bölge polisi misyonu ve neoliberal ekonomi, demokrasi benzeri bir rejimde bile uygulanamaz. Bayar-Menderes’lerden Özal ve Çiller gibilere kadar işbirliği yaptıkları kuvvetlere bakarsak bunu çok daha iyi görebiliriz. Öte yandan onların “Kemalist Devrimin kazanımlarını yıkma” pratiklerini göz önünde tuttuğumuz zaman da, hedeflerini çok iyi anlarız.

 

“Demokrasi ve insan hakları” veya “Kopenhag kriterleri” dedikleri program, bir demokrasi programı değil, fakat tıpkı Irak ve Yugoslavya’ya karşı yaptıkları gibi parçalama ve denetim altına alma siyasetinin araçlarıdır. Sürece ülkemiz açısından bakarsak, ABD ve Avrupa, Türkiye’den tek bir şey istiyor: “Kriz bölgelerinde müdahale gücü” rolünü üstlenmesi. Bu misyonu kibar bir ifadeyle “Batı için güvenlik üretmek” diye özetleyenler de vardır.

 

Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: “Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlarının canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir.” (Die Welt, 22 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD’nin politikasıdır.

 

Economist dergisi ise, Türkiye’nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı “Kemalizmin sonu” başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir.

Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı’nın güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi?

 

İkinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalarını kaldırarak Türkiye tarımını çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK’ları tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir?

 

İç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccarı tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi?

 

“Kopenhag kriterleri” içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkara, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur.

Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır.

 

Bu programın, “azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük” vaat etmesine kanmak, en büyük yanılgı olur; uygulandığı her yere, kanlı boğazlaşmalar getirdiği apaçık artadadır. Kuzey Irak Kürtlerinin durumuna, Boşnakların şeriatçı bir rejim altına düşmesine, Çeçenlerin perişan haline ve Kosova’lı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı’nın “insan hakları” programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmaları, her yerde emperyalizmin yayılma politikasının aletidir.

 

Batı’nın küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, nasıl olsa başarılı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanların yanında olalım diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir.

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı’dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir.

 

Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye’nin Kemalist Devrim rotasındaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği’yle bütünleşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği’ne aday üyelik protokolüne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya varılmazsa, Kıbrıs ve Ege sorunlarının La Haye Adalet Divanı’nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralarında ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbrıs sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı da içine alan Avrupa, Protokol’a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı’nı yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbrıs ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırı belirleyecek anlaşmazlık konularıdır.

 

ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz’e hükmetmek için Kıbrıs’ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve ayrıca Türkiye’nin bütün çıkış yollarını denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye’yi Kıbrıs ve Ege üzerinden sıkıştırıp Kuzey Irak’ta teslim alma politikası izlemektedir.

 

Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol’a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı’yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir.

 

Ancak bu sorunların La Haye Adalet Divanı’na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce iran’a düşmanlık kampanyyası, arkasından Ege Ordusu’nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye’nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri “savaş sebebi” saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür.

 

Türkiye, ABD ve Avrupa ile üç cephede karşı karşıya gelmiştir: Kuzey Irak, Ege ve Kıbrıs. işbirlikçi medyanın ortada dolaştırdığı lafların kıymeti harbisi yoktur. Türkiye’nin her üç cephede de direneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu direnmenin ulusal birikimi olduğu gibi, dünya koşulları da elverişlidir.

 

Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, iran ve bütün Asya bir blok oluşturmaktadır. ABD, Avrasya kayasına çarpmıştır. Batı uygarlığı çürümekte ve dağılmaktadır. Asya ise dinamiktir ve önüne geçilemeyen bir yükselişin içine girmiştir. Türkiye Avrasya bloku ile batı arasındaki dengeleri çok iyi değerlendirebilir ve kendisi için çok geniş bir manevra ve bağımsızlık alanı açabilir. Bütün sorun, bağımsız iradeye sahip bir Cumhuriyet Devrimi iktidarının kurulmasındadır.

 

Batı ile potansiyel çatışma unsurları, yalnız Kıbrıs, Ege ve Kuzey Irak’ta değil, iç cephede de ciddidir. Batı Türkiye’ye, Aydınlık’ta defalarca haber konusu olduğu üzere şunları dayatıyor:

 

1.Ulusal Ordu tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri pentagonlaştırılarak, bölge polisi haline getirilecek.

2. 28 Şubat bitirilecek, cemaat ve tarikatlar özgürleştirilecek.

3. Ilımlı islam yeniden iktidar ortağı yapılacak.

4. Yukardan denetim altına alınan PKK yasallaştırılacak.

5. Bütün bunlara muhalefet eden radikaller temizlenecek.

 

Özeti, Avrupa’ya girebilmek için, Türkiye’den öncelikle kapıdaki vestiyere ulusal ordusunu ve Kemalist Devrim’i bırakması isteniyor. PKK’nin yasallaştırılması talebi ise, ellerinde Türkiye’ye karşı bir bölünme etkeni bulundurmak amacıyladır.

Bu dayatmaların kabul edilmesi mümkün değildir.

 

Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir; direnecektir; kesindir bu. işbirlikçi hakim sınıfların devleti ve NATO’ya bağlı bir ordu nasıl direnir diye soranlar oluyor. şunu görmüyorlar: 28 şubat’tan beri Türkiye’de, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, iki iktidar odağı oluşmuştur. Küçük Amerika rejiminin karşısında Kemalist Devrim rotasında yeni bir iktidar belirmektedir. O nedenle sakız çiğner gibi tek bir “derin devlet”ten söz eden tahliller geçersizdir.

 

Direnecek olan kuvvetler, Kemalist Devrim rotasında toplanmaktadır. Küçük Amerika rejimi sönerken, devrimci birikim canlanmaktadır. Osmanlı devletinin içinden Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren bir Kuvvayı Milliye nasıl çıktıysa, bugün de öyle olmaktadır.

 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 28 Şubat’tan bu yana Cumhuriyet devrimi mevzisinde kararlı bir tavır göstermesi, yaşanan sürecin önemli bir işaretidir. 28 Şubat aslında 1995 Martı’nda Kuzey Irak’a yapılan Çelik Harekâtıyla başlamıştır. Türk Ordusu, bu harekâtla ABD’nin egemenlik alanına girmiştir. Arkasından gelen 1996 sonbaharındaki Türk Ordusu-Irak-Barzani işbirliği, ABD’nin Kuzey Irak’taki hâkimiyetine ağır bir darbe indirdi. Olayı ABD Genelkurmayına yakın Joint Forces Quarterly dergisi, “ABD Ordusu’nun Vietnnam’dan sonra aldığı en büyük yenilgi” olarak niteledi.

 

Bu süreç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi kazanımlarını korumakta kararlı olduğunu göstermiştir. Dıştan gelen baskılar, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi, Türk-Kürt birliğini pekiştirme gereğini de ortaya çıkarmış ve Acil Kardeşlik Çözümü’nü gündeme getirmiştir. Dışa karşı bağımsızlığı ve içte laikliği savunmak, demokratik süreci kaçınılmaz olarak ateşlemiştir. Süreç kuşkusuz iniş çıkışlıdır, zaman zaman geri dönüşleri içerir. Ancak ben bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal devlet ve Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır alacağına, emperyalist baskılara teslim olmayacağına güveniyorum. Bu güvenimi de her yerde olduğu gibi burada da ifade ediyorum.

 

Türkiye’nin ulus devletinin direneceğini söylemek, dayanaksız bir umudun ifadesi değildir; toplumsal-ekonomik gerçeğe dayanır. Ulus devlet, ulusal piyasa temeli üzerinde varolur. Hiçbir ulus devlet, ulusal piyasanın dağıtılmasını ve kendi temellerinin yok edilmesini, kısacası sömürgeleşmeyi kabul etmez. Ulus devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla yıkılabilirler. Türkiye’nin barışçı yoldan yıkıma uğratılması pratiği, aslında en sonunda dıştan ve içten silahlı müdahalenin koşullarını hazırlamak ve uygun mevziler yaratmak içindir. Türkiye bu sürece kurbanlık koyun gibi başını uzatmayacaktır.

 

Irak ve Yugoslavya direnenebilmiştir; Türkiye haydi haydi direnir. Türkiye ulusal devleti ve ordusunun direnme potansiyeli, Irak ve Yugoslavya’nın on katıdır. İnsan malzemesi, bağımsız devlet ve ordu geleneği, ekonomisi ve diğer olanakları yanında, hızla güçlenen Avrasya blokunun sağladığı uluslararası olanaklar hesaba katılırsa, Türkiye’nin Batı’ya boyun eğmeyeceği ve kendi ulusal devletini Batı’ya bir kez daha kabul ettireceği açıktır. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, egemenliğe saygı ve karşılıklı yarar temeline oturması, bu direnişle gerçekleşecektir.

Burada herkesin önündeki soru şudur: Kimin yanında olacağım? Ulusal devlet ve ulusal ordunun mu, yoksa Batı’yla bütünleşme projesinin mi? Bu iki karşıt program ve kuvveti bağdaştırmak mümkün olamayacağına göre, herkes bu seçeneklerle yüz yüze gelecektir. Bir an önce safa girmek, Türkiye’nin demokratik devrimi ve Kürt sorununa çözüm açısından da önemlidir.

 

Kürt sorununun demokratik çözümü, Batı ile işbirliği yapıldığı için değil, Batı’ya karşı kesin tavır alındığı için hızlanacaktır. Kürt sorunu, Batı ile işbirliği yapıldığı ölçüde sürüncemede kalır; Batı’yı Kürt sorununun içine davet eden uygulamalara ne kadar kararlı bir tutumla son verilirse, çözüm o kadar demokratik ve çabuk olacaktır. Çünkü Kürt sorunundaki esas engel, artık Kürt realitesini kabul etmeyen iç kuvvetler değil, Kürt sorununu Türkiye’ye karşı kullanmak isteyen dış kuvvetlerdir. O dış kuvvetlere karşı, ne kadar güçlü bir Türk-Kürt birliği kurulursa, güven ortamı o kadar sağlıklı olur ve demokratik çözümler de güncelleşir. Eğer, Kürt sorununu çözmede, Türkiye’ye karşı Batı’nın baskısından yararlanmayı düşünenler olursa, bu, Türkiye üzerindeki tehditle birleşerek sorunu çözmeye kalkışmak anlamına gelir.

Matematik formüllerle ifade edecek olursak:

 

Türk+Kürt= demokratik çözüm.

Batı+Kürt= çözümsüzlük.

Türk+Kürt birliği, Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi Batı’dan gelen tehdide karşıdır.

Batı+Kürt formülü ise, Türkiye’ye karşıdır.

 

Bugünkü koşularda Batı’nın yanında olmak, aslında Türkiye’ye karşı olmak anlamını taşımaktadır. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Türkiye’nin bütünlüğü içinde yer almak, Batı’nın hoşuna gitmiyor.

 

Denecektir ki, Türkiye devletini yönetenler elli yıldır Batı işbirlikçisidir. Doğru! Zaten Türkiye’yi bu hale getirenler de onlardır. Biz devrimciler, elli yıldır onlara muhalefet ediyoruz ve Kemalist Devrim’in kazanımlarını savunuyoruz.

Küçük Amerika rejimi açısından deniz bitmiştir. Batı ile işbirliği yoluyla Türkiye’ye yapılan kötülüklerin sonuna gelinmiştir. Yaratılan mafya-tarikat-gladyo rejimi derin bir krize girerken; Kemalist Devrim kendisini yenileyerek canlanmaktadır.

 

Türkiye’nin ulusal devletini ve diğer devrimci kazanımlarını savunmak, statükoyu korumak değil, devrimci bir sürece omuz vermektir. Türkiye, kendini savunmak için elli yıllık küçük Amerika sürecinin oluşturduğu mafya-tarikat-gladyo rejiminden kurtulmak durumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ulusal devletin savunulması, Türkiye’de köklü bir iktidar değişikliğine ve yenilenmeye yol açacaktır.

 

Bu olay, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan devrime benzer. Türkiye, sömürgeleşme tehdidinden kurtulayım derken, Osmanlı Ortaçağından da kurtulmuş ve demokratik devrim sürecinin en önemli atağını yapmıştır. Benzer bir durumda bulunduğumuz tahlilini yapan işçi Partisi, Aralık 1999’da yaptığı 5. Genel Kongresi’nde bu sürecin ihtiyacına cevap veren bir iktidar projesi kararlaştırdı ve önüne üç birlik görevini koydu:

 

- Siyasal düzlemde: Kemalist-Sosyalist ittifakı.

- Kitlesel düzlemde: Türk-Kürt birliği.

- Yaptırım düzleminde: Halk-Ordu birliği.

 

Program ise, Altı Ok’tur.

 

Altı Ok, hâlâ geçerlidir; önümüzdeki devrimci adımın temel yönelişlerini içerir.

 

Altı Ok, halk açısından doğru olmanın ötesinde, Türkiye’nin büyük güçlerini birleştirecek tek formüldür.

 

“Demokratik Cumhuriyet” gibi formülleri, demokrasi düşmanı neoliberal çevreler de paylaşıyor. Altı Ok ise, eskilerin deyişiyle “Efradını cami, ağyarına mâni” bir programdır; yani fertlerini toplar, düşmanına da engel oluşturur. Altı Ok benimsendiği zaman, emperyalistlerle ve halk düşmanlarıyla birleşme tehlikesi yoktur.

 

Altı Ok’u farklı kavramlarla ifade etmek mümkündür; ancak o zaman programın sihiri bozulur; büyük kuvvetler birleştirilemez ve tarihten kuvvet alınamaz; kısacası hedefe ulaşılamaz. Altı Ok, Kemalist ile Sosyalisti, Türk ile Kürdü, Halk ile Orduyu birleştirebilecek tek formüldür. Bu nedenle Altı Ok’un alternatifi yoktur.

 

Türk-Kürt birliğinin örgütsel biçimi, birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ve Kürdü, Anadolu’da bir hükümet kurmak için, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri’nde birlikte örgütlemesi, bugün de örnek alınacak çözümdür. Birlikte örgütlenme, birliği sağlamlaştırır. Ayrı örgütlenme, ayrılma etkenlerini güçlendirir. Batı’nın “PKK’yi yasallaştırmakta” diretmesinin nedeni, Türkiye’yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir. Buna olanak verilmemesi, binlerce sayfa birlik yanlısı sözden ve birlik yemininden çok daha etkilidir ve belirleyicidir.

 

Birlikte örgütlenme, vitrinde değil, gerçekte olmalıdır. Batı güdümlü programlar, Türk ve Kürdü birleştirmez. Kıblesi Washington ve Brüksel olan bütün programlar, bölücüdür. O merkezler, birleşik bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü birleşik ve güçlü bir Türkiye’nin “Kriz bölgelerine müdahale misyonu”nu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Onlara mecbur ve muhtaç olması için, Türkiye’nin sorunlu, zayıf ve parçalı olmasını istiyorlar. Birlikte örgütlenme, bu dayatmaya örgütsel cevaptır.

 

Birlikte örgütlenme, aynı zamanda Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü’nü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında, Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkuların dağılması da kolaylaşacaktır.

Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, “Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü”, genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu’ndan geçmiştir. Sorunu çözecek merkez, Washington veya Brüksel değil, Ankara’dır.

 

Hal böyleyken, çözümün Türkiye’den değil, Batı’dan beklenmesi, Kürt yurttaşlarımızın bilincinde bölünme etkenini güçlendirir. Bugün en temel mesele, Kürt yurttaşlarımızı, çözümün Batı’dan değil, Türkiye’den geleceğine ikna etmektir. ABD ve Avrupa çözemez, Türkiye çözer. Oralardan ne barış gelir, ne de özgürlük.

 

Dış müdahaleye ne kadar kararlı tavır alınırsa, çözümün uygulamaya konması da o kadar hızlanacaktır.

Aslında bu mektubu önümüzdeki süreçte nelerin olamayacağı ve nelerin de kesinlikle gerçekleşeceği konusundaki görüşlerimi bildirmek için yazdım…….

 

Size duyurmak istediğim görüşler bunlardır.

 

iyi dileklerimi ve selamlarımı yollarım.

 

Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı

 

Not: Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisine sunulmuştur.”

 

Kaynak: Ergenekon İddianamesi."

Gönderi tarihi:

Aşağıdaki sözler İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e aittir:

 

"Kürt sorununa çözüm demokratik, federal, emekçi cumhuriyetidir. Türk milliyetçisi ve piyasacı düzen partileri Kürt illerinde iflas etti... Kürt milleti kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterlerse ayrı bir devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönül birliği gerçekleştirmektedir. Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılığı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir..."

 

(Doğu Perinçek, 2000'e Doğru Dergisi, 15 Eylül 1991)

 

Sözde vatansever ve Atatürkcüleri iyi taniyalim ve gercekten terörün son bilmesini istiyorsak gözlerimizi acalim.

 

 

 

 

 

Abdullah Öcalan'ın DGM savcıları tarafından İmralı Cezaevi'nde alınan ifadelerindeki şu sözleri, Perinçek'in kimliğini en iyi şekilde gözler önüne seriyor:

 

"Doğu Perinçek'in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler yaptığı doğrudur. Doğu Perinçek bana 'siz bu şekilde muvaffak olamazsınız, benim siyasi yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur' şeklinde telkinlerde bulunuyordu."

 

Hani Dogu Perincek PKK nin yanina sadece repörtaj yapmak icin gitmisti?????

Demekki ates olmayan yerden duman cikmaz misali PKK'da Ergenekon denilen cetenin icinde.

Gönderi tarihi:

Doğu Perinçek ilginç bir kişilik. Kendisini hiç bir zaman savunma ve aklama gayretim olmamıştır. Doğrusu ne savunduğunu ve görüşlerinin belkemiği, ana ekseninin ne olduğundan emin olamıyorum.

 

Zaten Ergenekon davasına hiç bir zaman "fasa fiso" deme eğilimi de göstermedim. Dünyanın her yerinde bir evde bombalar, uzun namlulu silahlar bulunursa, bu olay yargıya intikal eder. Bu silahların orada ne aradığını dünyada sormayacak devlet yoktur.

 

Karşı çıktığım, bunu bahane ederek Roma'yı da Ergenekon'un yaktığını, küresel ısınmadan da Ergenekon'un sorumlu olduğunu, zaten Kennedy'ye Ergenekon'un suikast yaptığının ortaya çıktı çıkacak olduğunun :D iddia edilmesidir... Bu davanın ulusalcıları, AKP karşıtlarını, ılımlı (veya hararetli, farketmez) İslam projesi karşıtlarını sindirmenin aracı olarak kullanılmasıdır...

Gönderi tarihi:
Doğu Perinçek hakkında yazdıklarımızı karalama olarak ifade edenler;bu söylem değişikliğini bu mektupla nasıl açıklayacaklar?Bu da vatanseverlere yönelik bir iftira mı?

Sn mavi, inaninki bu sahte vatanseverlerin gercekleri arastirip aydinlatmak islerine gelmiyor. Onlar genelde sadece sorunlardan medet umarak siyaset yaptiklari icin, ne Perincek'i, ne Yalcin Kücük hocayi, ne PKK devlet iliskisini ve nede Ergenekon PKK iliskilerini gercekten görmek isterler.

Zaten Perincek'in Berlin'deki talat pasa yürüyüsü ve sonrasinda Isvicre'ye giderek bilerek yargilanacak laflarda bulunmasi o sahsin belirli bir plan icerisinde calistigi ve yalniz olmadigi cok acik. Adam daha düne kadar Atatürk icin dikdatör diyordu ve Kürt sorununun cözümünü bagimsiz Kürdüstan'a bagliyordu ama bugün en keskin Türkcü, Atatürkcü, MHP den daha fazla milliyetci. Ermeni konusunda bile kitaplari var ve bu kitaplarda "Ermeni soy kirimindan" bahsediyor ve suclu olarak Türkiye'yi gösteriyordu, ama bakiyorsun Berlin'de Talat pasa yürüyüsü düzenliyor ve isvicre'ye gidip Ermeni soy kirimi yalandir deyip mahkemeye cikiyor. Bu damla oturup kalkanlarin sonu her zaman ayniydi ve simdi de ayni, tümü zindanda ve göreceksiniz sonunda bir cogunu onun ihbar ettigi ortaya cikacak. Adam resmen ajan ve provakatör olarak zaten kendi arkadaslari tarafindan suclaniyor.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.