Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Yazılar her zamanki gibi Tamer Korkmaz'dan

 

 

Siyasi Efsun

 

TMSF Başkanı Ahmet Ertürk geçmişte Süleyman Demirel’e sempati duyarmış. 1965’te Demirel’in “İnönü’ye karşı” iktidara gelişi bu sempatide önemli rol oynamış...

 

 

Ertürk, geçmişte Demirel’e olumlu bakmış birisi olarak, günümüzde Şevket Demirel’in şirketlerine el konulması münasebetiyle Süleyman Bey’in büyük sözlü saldırılarına muhatap birisi haline gelişini “İşte Türkiye’nin 40 senesinin özeti bu!” diye yorumluyor.

 

Ertürk’ün Demirel metaforu üzerinden Türkiye’nin 40 yılını özetleyişi ‘fevkalade’ isabetli...

 

Bununla birlikte Ertürk’ün “Aradan geçen 40 yılda Demirel çok savruldu” cümlesini de ‘hesaba dahil etmemiz’ gerekiyor.

 

1980 öncesi meydanlarda “Geliyor, Nurlu Süleyman!” anonsları ile karşılanmış ve muhafazakar kitlelerin oylarını almak için dinî terminolojiyi her fırsatta kullanmış bir Demirel’le 28 Şubat’taki Demirel arasındaki yüz seksen derecelik farkı kuşkusuz ‘muhteşem bir savrulma’ olarak görebiliriz.

 

Ancak buradaki açıklayıcı soru “Demirel’inki bir savrulma mıydı, yoksa Demirel ta en başından beri bugünkü gibi miydi?” sorusudur...

 

Elbette ikincisi: Süleyman Bey, dindar-muhafazakar sağ seçmenle ilişkisinde hayli başarılı bir aktördü. 28 Şubat’taki “organizatörlüğü” ve Çankaya’dan indikten sonra sürdürdüğü çizgisi ile bu gerçeği çok açık bir biçimde ortaya koydu.

 

Demirel, Türkiye’de ‘siyasi efsunlama’ sanatının en büyük üstadıdır. Hani uzun yıllar önce Uğur Dündar’ın ekrana çıkardığı akıl almaz yetenekleri olan Hataylı bir ‘efsuncu baba’ vardı, ya: Süleyman Bey ondan bile daha başarılıdır!

 

12 Eylül’den 11 yıl sonra tekrar başbakan olabilmesini de siyasi efsunculuğuna borçludur, Demirel. 1991 seçimlerinde sadece sağ seçmeni değil, sol yazarları bile nasıl da kendisine inandırmıştı, hatırlayın...

 

Süleyman Bey’in ‘dava arkadaşı’ olduğunu zanneden ve Demirel tarafından en az bir iki kere harcanmış kimi tecrübeli siyasetçiler dahi Süleyman Bey’in bir efsunkâr telefonu ile yeniden onun yanındaki yerlerini alıverirler, şaşar kalırsınız!

 

Demirel, yıllarca sağ seçmene duymak istediklerini söyledi; nabza göre şerbet verdi; onların oyları ile iktidara her geldiğinde de Demirel Ailesi’nin gemisini yürüten kaptan oldu.

 

Süleyman Bey’in Vatan’a üç hafta kadar önce -dindar seçmeni kastederek- söylediği şu cümle her şeyi açıklıyor, aslında: “Oy vermişlerse, ortaya çıkıp oy vermeyin mi diyecektim, onlara?”

 

Muhafazakar seçmen, altı yedi doktora falan yapmasına rağmen Demirel’i ta 28 Şubat’a kadar çözemedi.

 

Bazıları için 28 Şubat da yetmemişti: Süleyman Bey ‘Beş Artı Beş’ oylaması esnasında FP’nin yönetimindeki statükocu kanadı ‘efsunlamayı’ başarmış; ne var ki bu Çankaya’da kalmasına yetmemişti.

 

Sağ seçmen, uzun yıllar boyu Demirel’in siyasi koşusunu “demokrasi mücadelesi” sandı...

 

Elbette, hadise “Demirel Ailesi’nin Mücadelesi” idi...

 

1999’daki meşhur ‘Aile Fotoğrafı’ gerçeği görmekte gecikenler için sayısız siyasi olaydan çok daha öğretici oldu. Hemen ardından da Murat Demirel’in Egebank’ı geldi...

 

Filmin sonunda, TMSF’nin matkabı Şevket Demirel’in kasasını açıp orada Murat Demirel’e ait dosyalar bulduğunda Süleyman Bey apar topar soluğu Isparta’da almış ve bütün kareler tamamlanmıştı. Demirel’in nisan ayından beri çarpıcı demeçleri ile gündemde rezervasyon yaptırmasının hikmeti de böylelikle anlaşılmıştı.

 

Süleyman Bey’in son aylardaki çıkışları, duyarlı çevrelere “Üzerine gelinen laikliğin yılmaz savunucusu Demirel’in ailesidir” mesajı gönderen bir tür efsunlama girişimi idi!

 

 

Biz yaşarken oldu, bütün bunlar...

 

TMSF’nin Egebank’tan doğan alacakları nedeniyle Şevket Demirel’e ait dokuz şirketin yönetimine el koyması üzerine, eski Cumhurbaşkanı Demirel geçen hafta başında apar topar Isparta’ya gitmiş ve aile meclisini toplamıştı.

 

 

Hürriyet, hadiseyi “Aile Meclisinde Savaş Kararı” başlığı ile veriyordu. Bundan 35 yıl önce ise Demirel Ailesi’ne karşı “savaş kararı” olan bir gazete patronu vardı. Bu patron Türk basın tarihinin en etkili isimlerinin başında gelen Haldun Simavi’den başkası değildi. Simavi’nin komutanlığını yaptığı ‘Günaydın Hava Kuvvetleri’, 8 Şubat 1970 tarihinden itibaren ‘Başbakan Demirel’in başında bulunduğu Demirel Ailesi’ne ait ‘ticari ilişkiler’ antetli mevzileri bombalamaya başladı!

 

11 Şubat 1970 tarihli Günaydın’ın sürmanşetinde “Demirel’ler 4 yıl içinde Koç’tan sonra nasıl Türkiye’nin en zenginleri oldular?” diye soruluyordu. Gazete, “Dört yıl önce 262 lira vergi veren Demirel Ailesi’nin bugünkü serveti 87 milyon lira” başlığını kullanmıştı.

 

Günaydın, Demirel’lere 1967-70 arasında devlet bankalarından 26 milyon lira kredi verildiğini açıklıyor, ayrıca Türkiye’ye açılan 22 milyonluk dış kredinin yarısını tek başına Demirel Ailesi’nin aldığını ifşa ediyordu!

 

70’li yılların ortalarında elbette yeğen Murat’ın sahne alması mümkün değildi; o dönemin şöhretli yeğeni Yahya idi... 1974’te Yahya Demirel’in ‘birinci sınıf yemek ve yatak odası’ yerine sunta ihraç ederek devletten 82 milyon lira vergi iadesi aldığı tespit edildi. Örtbas girişimi sonuç vermedi ve Yahya yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Yahya’nın öyküsü; yurtdışıydı, vatandaşlıktan çıkarılmaydı, hapisti derken uzun yıllar sürdü... Demirel’in 12 Eylül’den sonra-siyasi yasaklı olduğu dönemde, “ailenin çanağı”nı dolu tutanlar arasında Cavit Çağlar da vardı. 80’lerin sonuna gelindiğinde, gazeteler Cavit Çağlar’ın devlet bankalarına olan 100 milyarlık borcu yüzünden büyük baskı altına girdiğini yazıyordu: Demirel, 1991’in sonunda yeniden başbakan olunca Çağlar’ı devlet bankalarından sorumlu Devlet Bakanı yapıverdi! 30 Kasım 1991 tarihli Milliyet’te aynen şunlar yazılıydı: “Ziraat Bankası’na borcunu ödeyemediği için bu banka ile mahkemelik olan Çağlar, dava sürerken devlet bakanlığına getirildi; ilk iş olarak da Ziraat’a yeni teklifler götürdü”.

 

Çağlar, kendisine bağlı Ziraat Bankası’na olan 399 milyar liralık borcunu yaptığı pazarlıklar sonucunda 176 milyar liraya indirmeyi başarmıştı!

 

90’lı yılların son demlerinde ise sahnede Şevket Demirel’in oğlu Murat vardı. 1999’un son ayında ‘yeni nesil yeğen’in Egebank’ına el konuldu. İşadamı Hüseyin Bayraktar, DGM’de “Egebank’ı Murat Demirel’e ‘Amcam Cumhurbaşkanı; bankayı alıp büyüteceğim.’ dediği için sattığını” açıkladı. Velhasıl, biz yaşarken oldu bütün bunlar! Filmin sonunda, “Oğul Murat’ın batırdığı Egebank’tan baba Şevket Demirel’in şirketine 5 milyon dolar aktarıldığını” saptayan TMSF, Şevket Bey’in 9 şirketine el koyuyordu. Süleyman Bey “Bu bir gasptır.” diyor; “Oğul batırmışsa babasının ne suçu var?” diye soruyordu. Demirel’lerin çarpıcı öyküsünü ‘Oyun Bitti’ adlı kitabında anlatan gazeteci Yaşar Gören, Süleyman Bey’in yıllar önce “Ailemizde ayrı gayrı yoktur. Üç kardeşiz. Hacı Ali, Şevket ve ben. Üçümüzün kazandığı ortaktır. Hepimizin kazancı bir çanakta toplanır. Herkes ihtiyacı kadar alır.” dediğine dikkat çekiyordu. Finali bir Demirel fıkrası ile yapalım. Başbakanken bir gün Demirel’e sormuşlar: “Beyefendi babanızın ismi nedir?” “Ümmühan!” diye cevap vermiş, Demirel; kendinden çok emin bir biçimde. Etrafındakiler “Aman efendim” demişler, “O annenizin ismi değil miydi?” Demirel yine çok rahat bir şekilde lafı yapıştırmış: “Ne yani, annem bizim ailenin üyesi değil mi?”

 

 

“Bak, Ahu tokadı nasıl da güzel alıyor!”

 

Dört askerî müdahaleden üçünde Demirel başaktörler arasındaydı. 12 Mart ve 12 Eylül’de darbecilerin devirdiği Başbakan’dı, Süleyman Bey; 28 Şubat’ta ise ‘iyi kalpli adam’ rolündeki organizatördü.

 

 

Hollywood, 28 Şubat’ı film yapsa Demirel rolünü banko Gene Hackman’a verir. Hackman, Demirel’lerin okumayıp ABD’ye giden, orada ismini değiştirip ünlü bir aktör olduktan sonra da Isparta’nın yolunu unutan kardeşleri gibidir.

 

Darbecilerin Süleyman Bey’i sevmedikleri sanılır. Bu sav siyasi tarihimizin meşhur yanlışları arasındadır.

 

Askerî yönetimler Süleyman Bey’den nefret ettikleri için değil; onun başbakanlığı döneminde daha konforlu darbe yapabildikleri için faturayı iki sezon üst üste Demirel’e çıkarmışlardır. Örneğin, Evren’in Demirel’e filmin en başından beri gizli bir sempati duyduğunu düşünüyorum.

 

Süleyman Bey darbeyi nasıl alacağını pek iyi bilir. Bu, Nuri Alço’nun Ahu Tuğba’ya Hürriyet muhabirinin önünde ‘kurmaca tokat’ atarken “Bak, Ahu tokadı nasıl da güzel alıyor, gördün mü?” demesine benzer bir durumdur!

 

Yani, darbe kapıyı çaldığında Demirel’in şapkayı alıp gideceği senaryoda yazılıdır...

 

Evren’in 2 Ocak 1980’de verdiği uyarı mektubu bile Demirel’in başbakanlığı dönemine rastlar. Darbenin habercisi bu muhtıra verildiğinde Demirel ara seçimleri kazanıp hükümet kuralı henüz bir ay olmuştu. Genelkurmay Başkanı Evren, mektubu çakmak için 22 ayda Türkiye’yi tümüyle tüketen Ecevit hükümetinin gitmesini beklemişti. Demirel hükümeti 24 Ocak Kararları’nı hayata geçirdi; sekiz ay sonra da küt darbe geldi!

 

1983 seçimleri için siyasi yasaklı Süleyman Bey’in el altından kurduğu BTP’nin amblemi “demirden bir el”di. Böyle bir numara Evren Paşa’nın gözünden kaçar mıydı, hiç!

 

BTP kapatılmış; “Mecburi İstikametiniz Zincirbozan, Marş Marş!” muhabbeti böylelikle doğmuştu. Evren, Zincirbozan kararını halka açıklarken “Uslu durun dedik, durmadılar!” diyordu...

 

Başlangıçta istikamet Zincirbozan değildi: Askerî yönetim Demirel ve arkadaşlarını Pakistan’ın Karaçi kentine sürecekti!

 

Pakistan lideri Ziya Ül Hak o vakitler Evren’in uluslararası alandaki tek dostuydu. Aralarından su sızmıyordu...

 

Evren’in ‘Karaçi’ önerisi, dört konsey üyesi arkadaşı tarafından önce olumlu karşılandı. Ancak, daha sonra Karaçi sürgününün devlete pahalıya mal olacağı anlaşıldı. “Dış dünyanın tepkisi” falan gibi sebepler de dile getirildi. Sonuçta, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer Çanakkale’nin Zincirbozan mevkiinde kullanılmayan bir radar üssünden bahsetti: Aranan sürgün formülü bulunmuştu...

 

Demirel’in başını çektiği 16 AP ve CHP’li 1983 yazını Zincirbozan’da zoraki tatil yaparak geçirdiler...

 

Güniz Sokak’ta yasaklı bir siyasetçi olarak sabırla bekleyen Süleyman Bey bir gün kalabalık bir heyetle sohbet ederken, ekranda Pakistan’ı ziyaret eden Evren’le Ziya Ül Hak’ın görüntüleri beliriverdi. Demirel fırsatı kaçırmadı; eliyle televizyonu işaret ederek, “Eh, karga karga ile şahin de şahinle arkadaşlık eder, kardişim!” deme ihtiyacını hissetti!

 

1987’de siyasi yasaklar referandumla kaldırıldıktan sonra Demirel perde arkasından yönettiği DYP’nin başına geçti ve daha önce hakkında “Çankaya’ya çıkacağıma dağa çıkarım.” dediği Cumhurbaşkanı Evren’i Köşk’te ziyaret etmek zorunda kaldı...

 

Final: Köprülerin altından yeterince su akmıştı. 28 Şubat Süreci, Refahyol’un nefesini keseli üç ay olmuştu. Cavit Çağlar, Evren’in onuruna verdiği bir yemekte “Çankaya”yı arayıp, telefonu Evren Paşa’ya uzattı. Evren de Demirel’e “Siz devlet için dengesiniz, çok önemlisiniz.” dedi...

 

Paşa, telefonu kapattıktan sonra masadakilere döndü ve şöyle seslendi: “- Allah, Demirel’i başımızdan eksik etmesin!”

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.