Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve adalet en temel insani haktır. Devredilemez, satılamaz, piyasanın kar hırsına terk edilemez ve hiç kimsenin insafına-merhametine bırakılamaz.

 

Demokrasi ile idare edildiği iddiasındaki bir ülkede, devletin asli görevi ve varlık amacı, bu en temel insani hakların korunmasını sağlamaktır.

 

Demokratik ve Sosyal bir Hukuk Devleti, bu temel insani hizmetleri, yurttaşlarının ödediği vergilerin karşılığı olarak, eşit, parasız, kaliteli ve ulaşılabilir olarak ulaştırmakla yükümlüdür.

 

En önemli ve en kıymetli yatırım, insana yapılandır.

İnsanın insanca yetişmesi ve insan onuruna yakışır şekilde yaşaması için yapılan yatırımdır.

 

Bugünlerde eğitimin ve sağlık gibi temel hizmetlerin, aşama- aşama piyasaya düşürülmesine-özelleşmesine yol açmak ve gerekçe yaratmak için, siyasi iktidarlarca, kamu tarafından verilen bu hizmetlerin kasten ücretleri yükseltilerek kaliteleri-nitelikleri düşürülmektedir. Böylece kamu kurumlarına ve kamu hizmetlerine holding medyasının da etkisi ve kışkırtması ile halktan tepki oluşturarak, özelleştirmeye zemin hazırlamak, özelleştirmeyi tek çıkar yol ve çözüm olarak göstermek amaçlanmaktadır.

 

Özelleştirme sonucunda, piyasaya düşecek ve pahalılaşacak olan eğitim ve sağlığın, zaten kıt geliri ile ancak gıda ve barınma ihtiyaçlarını karşılayabilen asgari bir yaşam süren alt gelir gruplarına yeterince ve nitelikli olarak ulaşamayacak olması, yani onların alım gücünün üstünde bir fiyat ile satılacak olması, bu insanların, eğitimsiz ve sağlıksız kalmasına neden olacaktır.

 

Özelleştirmelerin bir başka boyutu ise, KİT’lerin boşaltacağı sektörler, hatırlı sermaye grupları için, çok büyük karların elde edileceği, çok devasa bir rant alanı haline dönüşecek olmasıdır.

Bütün bunlar bir ön görünün ötesinde, canlı örnekleri, diğer az gelişmiş ülkelerde, özellikle de 3. Dünya Ülkelerinde yaşanmış olan, birer acı İMF reçeteleridir.

 

Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte bu sürece dahil olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinin de katkılarıyla uygulamaya konulan bu tasfiyeci ve peşkeşçi zihniyet doğrultusunda, geçmiş yıllarda ülke ekonomisinin lokomotifi ve baş tacı olan birçok güzide kamu işletmelerine yenileme yatırımları yapılmamış, özellikle verimsiz hale getirilmiş, kısacası bu işletmeler kasıtlı olarak çürümeye terkedilmiştir.

 

Şimdi bu işletmeler, 25 yıldır uygulanan bu politikanın ardından, yine aynı politikaların temsilcileri tarafından, verimsizlikleri gerekçe gösterilerek tasfiye edilmek-kapatılmak ya da yok pahasına verkurtul peşkeşçi zihniyetle özelleştirilmek istenmektedir. Bunun ardındaki temel düşünce, kuşkusuz bu alanların uluslararası ve ulusal sermayeye yok pahasına sunulmasıdır.

 

 

 

Özelleştirmenin temel amacı ve mantalitesi ; HİZMET MARJINDAN, KAR MARJINA geçiştir..

HİZMET MARJINDA amaç; Ülke halkına, devlete ödedikleri çeşitli vergilerinin karşılığı olarak, verilemesi gereken mal ve hizmetlerin, ucuz, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını sağlamaktır.

Hizmet marjında, İnsana hizmet amaçlandığı için, özne insandır. Bu hizmetlerin en başında SAĞLIK, EĞİTİM VE SOSYAL GÜVENLİK gelmektedir.

 

KAR MARJINDA ise; mühim olan işverenlerin-sermayedarların MARJİNAL KAR beklentileri ve en yüksek karı edinmeleridir. Burada insan özne olarak alınmadığı için, insana hizmet değil, sermaye sahibinin kar beklentisi ve en yüksek karı elde etmesi önemlidir.

 

En temel mantalitelerden birisi de, AZ MALİYETLE ÇOK KAR ve AZ ÇALIŞAN İLE ÇOK İŞ tir. Her şey bir fiyata tabidir. Her mal ve hizmet daha çok para verene satılmalı ve sadece daha çok talep edilen mal üretilmelidir. Herkes ancak parası oranında, tüm bu nimetlerden faydalanabilir.

 

ÖZELLEŞTİRME KISACA;

 

paran kadar sağlık,

paran kadar eğitim,

paran kadar sosyal güvenlik,

paran kadar adalet,

paran kadar demokrasi,

paran kadar özgürlük,

paran kadar saygınlık,

paran kadar itibar,

paran kadar huzur,

paran kadar aşk-mutluluk,

paran kadar hayat.

 

Ya paran yoksa?

 

Eski bir Sağlık Bakanının “Parası olmayan hastaneye gelmesin kardeşim, burası Arnavutluk değil oraya gitsin, bana ne nerede ölürse ölsün” şeklindeki ibretlik sözü, Serbest Piyasacı Ekonominin ve KAR MARJI ilkesinin, insana verdiği (doğrusu vermediği) değerin en bariz ve ibretlik göstergesidir.

Gönderi tarihi:

Sevgili Sedatsan,

 

Yaptiginiz elestirilere sonuna kadar katiliyorum. Ülkede milyonlarca insan açlik sinirinin altinda yasiyor, maddi durumu yetersiz oldugu için okula gidemeyen, çalisan el kadar çocuklar var. Ameliyat parasi denklestiremeyen sosyal güvenligi olmayan insanlar ölüyor!

 

•1999 yılı SSK istatistiklerine göre, 19 yaşından küçük toplam 5,473 çalışan çocuk iş kazası geçirmiş ve/veya meslek hastalıklarına yakalanmıştır. 1105 çocuk sürekli iş göremezliğe neden olan hastalığa yakalanmış, 6'sı kız olmak üzere toplam 134 çocuk ise sürekli iş göremez duruma gelmiştir. İş kazası veya meslek hastalıkları sonucunda ise bu yıl içinde toplam 18 çocuk hayatını kaybetmiştir. Bu rakamlar 14–19 yaş grubuna ait sosyal güvenlik kapsamındaki çocuklara aittir. 14 yaşından küçük çocukları da çalıştıran kayıt dışı sektörde ise bu rakamların çok daha üzerinde iş kazası, meslek hastalığı ve ölüm olayı yaşanmaktadır.

 

Fakat kötü olan, biz var olan hükümeti ülkeyi satiyor, öncelikliklerini bilmiyor diye elestirdigimizde "seriat korkusu ile çirpinanlar" oluyoruz.

 

Hükümetin öncelikleri tamamen çarpik durumda. Asgari ücretin düsüklügü, kesilen vergiler, açlik siniri, issizlik sorunu, özellestirme, hak, hukuk tamamen geri planda kalmis.

 

Maalesef benim bir beklentim kalmadi.

 

:clover:

Gönderi tarihi:

Konuya ilgin ve düşünsel katkın için teşekkür ederim sevgili arkadaşım mare bulge.

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

ülkemizin acı gerçeği:

'' paran yoksa sende yoksun''

bu ülkede asgari ücretle 4-5 kişilik aile geçindirip, çocuk okutan, evine ekmek götürmeye çalışan insanlar varken bazıları hala milyarlarca liralık maaşlarının azlığından şikayet ederse olacağı budur :( çok yazık...

Gönderi tarihi:

İyi de kimse niye demiyor o zaman sanayileşme, sanayileşme de nereye kadar sanayileşme?????? sanayileşem geldiği sürece bu ülkede insan gücüne ihtiyaç azaldı azalmaktadır ve azalacaktırda, sanayileşmede belli noktalarda belli özellikleri olan insanlar gerekmektedir ve haliyle bu insanların nadiraneliğinden olsa gerek ki arkadaşların "kimileri milyarlarca maaşlarına rağmen yakınıyorlar" demesi ortaya çıkıyor. Yalnız bilinmesi gereken bi husus vardır ki -bu bana göre tabi- sanayileşmenin olduğu yerde insan gücü faktörü yok olmaya mahkumdur. Ama sanayileşme ilerlemenin bir göstergesidir öyle değil mi? belkide yanlıştır kim bilir?

Gönderi tarihi:

Özelleştirme, emekçilere paran kadar sağlık, paran kadar eğitimin formülü, PARAN KADAR HAYATIN dayatılmasıdır.

Gönderi tarihi:

GÜÇLÜDEN VE ZALİMDEN YANA OLMAK İŞİN KOLAYIDIR.

ASIL VE ZOR OLANI, YANİ YÜREK İSTEYENİ İSE,

ZAYIFIN, EZİLENİN, MAZLUMUN VE HAKLININ YANINDA OLMAK,

BİLİNÇ VE YÜREK İLE MÜCADELE ETMEKTİR.

 

 

imzanda da belirttiğin gibi bunu anlayabilecek hayata geçirebilecek yöneticilerin vekillerin başımıza geçmesini temmenni ediyorum dostum

Gönderi tarihi:

Arkadaşlar lütfen konuyu yanlış saptamayın bugün kamu sektörü işleyemez halde devleti batıran sistemlerden biriside kamu sektörüdür 1 kişinin yapacağı işi 10 kişi yapıyor ve kişinin meziyetleri değil kayırmacılık ön plana çıkıyor telekom 90 larda özelleşseydi 20 milyar $ gidecekti o kadar çok gereksiz insan aldılar hatta telokoma torpille girip bütün gün oturan insanlar var devletin işi ekonomi değildir bugün polonya çek ler yabancı sermaye diye bağırıyor niye yeni iş sahaları açılsın diye kamu sektörünün hantal yapısı ortadan kalkmalı ben bankmatik memur bütün masada oturup maaş alan insan istemiyorum bu ülkenin içini boşaltan ayaklardan biriside kamu sektörü ve çalışanlardır 1000 kişilk iş yerine 10000 kişi alınıyor şimdide zorlarına gidiyor iplikleri pazara çıkıcak gerçek ortaya çıkacak babalarının çiftlikleri sandıkları yerlerden pozisonları kayıcak diye

Gönderi tarihi:

Arkadaşlar lütfen konuyu yanlış saptamayın bugün kamu sektörü işleyemez halde devleti batıran sistemlerden biriside kamu sektörüdür 1 kişinin yapacağı işi 10 kişi yapıyor ve kişinin meziyetleri değil kayırmacılık ön plana çıkıyor telekom 90 larda özelleşseydi 20 milyar $ gidecekti o kadar çok gereksiz insan aldılar hatta telokoma torpille girip bütün gün oturan insanlar var devletin işi ekonomi değildir bugün polonya çek ler yabancı sermaye diye bağırıyor niye yeni iş sahaları açılsın diye kamu sektörünün hantal yapısı ortadan kalkmalı ben bankmatik memur bütün masada oturup maaş alan insan istemiyorum bu ülkenin içini boşaltan ayaklardan biriside kamu sektörü ve çalışanlardır 1000 kişilk iş yerine 10000 kişi alınıyor şimdide zorlarına gidiyor iplikleri pazara çıkıcak gerçek ortaya çıkacak babalarının çiftlikleri sandıkları yerlerden pozisonları kayıcak diye

 

KONUYU YANLIŞ SAPTIRMAYAN ÇOK DÜŞÜNCELİ DOWCONES

 

Lütfen söyler misin DEVLET nedir?

Asıl amacı görevi işlevi ve niteliği ne olmalıdır?

Devlet ekonomi ile ilgilenmeyecekse, neyle ilgilenecek?

Halkına insanca yaşayacak bir koşulları sağlamayan, bölüşümde adaleti, iş ve aş imkanı yaratmayan DEVLETİN niteliği ne olur?

Anayasanın devletin niteliği, amacı ve görevi ilgili kısımlarıa bir göz at istersen.

 

Sizin savunduğunuz devlet, halkını zapturalp altında tutan, kafasını kaldırıp hakkını arayanı joplayan, işkence tezgahlarından geçiren, kendine muhalif olanları faili mechul olarak katledip-yok eden, yada yargılayıp F tiplerinde canlı canlı ölüme mahküm eden, haraç toplar gibi vergi toplayan, oligarjik polis devleti mi?

Diyorsun ki kamu sektöründe çalışan insanlar fazla! Acaba gerçekten fazla mı? İyi araştır bakalım gerçekten de bu böyle mi?

Bu ülkenin kaynakları kimin hizmetinde, kimlerin çıkarına dönüyor bu çark, kimlerin kasasına gidiyor GSMH

da yaratılan değerler ve zenginlikler?

Peki kamu da çalışan insanları işten atmak mı gerkiyor?

Nerede iş bulacak bu insanlar?

Milyonlarca işsizin aç ve yoksul yaşadığı bu ülkede yeniden İşsizler ordusunun büyütmek kimin çıkarına?

 

İşte böyle bir devlet modelini oluşturmaya çalışıyor burjuvazi. Kapitalist sınıf, kendi sınıfsal karşıtının(emekçi sınıf mücadelesinin) varlığına bile tahammül edemiyor.

 

Böyle bir devlet yönetimine hayır.

 

Biz kula kulluğun olmadığı, kimsenin açlıktan, çocukların parasızlık yüzünden hastalıklardan ölmediği,

SAVAŞSIZ, SÖMÜRÜSÜZ, SINIFSIZ BİR DÜNYA

ve TAM BAĞIMSIZ, GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE İSTİYORUZ.

Gönderi tarihi:

Rakamsal Gerçekler

Kamu yönetimi, 1980’li yıllarda başlayan dünya kapitalizmine açılma ve uyum sürecinde hep “sırttaki kambur” olarak nitelenmiştir. “Serbest piyasa” yeniden keşfedilmiş, insanların neredeyse tüm yaşamları “piyasalar”ın etrafında şekillendirilmeye çalışılmıştır. Dünya çapında yaşanan krizler ve bu krizlerle birlikte derinleşen kapitalizmin krizi, kısmen piyasa ilişkileri dışında yer alan ve büyük ölçüde sosyalizmin etkisiyle oluşturulmuş olan “sosyal devlet” anlayışının yeniden sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Neo-liberal ideoloji etrafında yürütülen tartışmalar sonucunda sosyal devlet uygulamalarının “piyasaların” işleyişini aksattığı, dolayısıyla kapitalizmin temel yasası olan “rekabeti” olumsuz etkilediği sonucuna varılmıştır. Yine bu tartışmaların bir sonucu olarak gelişmiş kapitalist ülkelerden başlayarak tüm dünya çapında eş zamanlı olarak kamunun ve kamu hizmetlerinin yeniden tanımlanmasını gündeme getirilmiştir.

OECD’nin 2000 yılında yaptığı bir araştırma ülkelerin merkezi idare, eyaletler ve yerel yönetimlerde bulunan memur sayılarına ilişkin istatistikleri, Türkiye’deki memur sayısının diğer ülkelerden fazla olmadığını göstermektedir.

 

OECD verilerine göre, Finlandiya’da her 10, Kanada’da her 12, ABD ve İrlanda’da her 14, Almanya ve Hollanda’da her 19, İspanya ve İtalya’da her 25 kişiden biri memur statüsündedir. Türkiye’de ise her 30 kişiden ancak 1’i memur olarak çalışmaktadır.

 

2000 yılı itibariyle nüfusu 275 milyon 562 bin 673 olan ABD’de merkezi idarede 2 milyon 777 bin, eyaletlerde 4 milyon 746 bin, belediyeler ve diğer yerel kuruluşlarda da 13 milyon 49 bin olmak üzere toplam 20 milyon 572 bin memur istihdam edilmektedir.

 

84 milyon nüfusu olan Almanya’da da memur sayısı 4 milyon 364 bini aşıyor. Her iki ülkede de memurların nüfusa oranı, Türkiye’nin oldukça üzerinde seyrediyor.

 

OECD’nin 2000 rakamlarına göre ABD’de yüzde 14, Fransa’da yüzde 24.8 olan memurların toplam nüfus içindeki oranı 2000 yılında Türkiye’de yüzde 3.34 iken,

84 milyon nüfuslu Almanya’da 4.4, 60 milyon nüfuslu Fransa’da 4.8 milyon civarında memur çalışmaktadır.

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Sosyal güvenlik” kavramını “sosyal koruma” haline dönüştürmeyi dahi tartışan AKP Hükümeti’nin, “sosyal güvenlik sisteminin bütçe üzerindeki yükü azaltılacak” ve “GSS, sağlık sistemine sürekli ve belirsiz bir kaynak aktarımı gereğini ortadan kaldıracak” gibi söylemleri, son 20 yılın hükümetlerinin de hayali olup; sosyal güvenliği hak olarak düşünmeyen ve sağlıksızlığı ise kişinin sorunu olarak algılayan politikaların da özünü yansıtıyor. Bütçeden kaynak aktarımı olmadan sürdürülebilir sağlık finansman modelinin oluşturulabilmesi için, herkesten sağlık sigorta priminin (ek vergilerin) toplanması hedefleniyor.

Devleti devreden çıkarmayı kurgulayan yeni sigorta sisteminde; ‘piyasa’, para bulabildiği ölçüde, “işlerin iyi gitmesini” (belki de hasta sayısının artmasını) isteyecek. ‘Hizmetin’ (sistemin) sürekliliği, mali kaynağın sürekliliğinin sağlandığı koşullarda, yani paranın bireyden sisteme aktarıldığı ölçüde sağlanacak; tıkandığı noktada ise, birey (hasta) elini cebine atarak ek ödemelerle sistemi canlandıracak, sistemin içi boşaldığında, İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, tekrar kamusal (vergiye dayalı) sistemlere dönme eğilimi gelişecek.

 

GSS SİSTEMİ’NİN GEREKÇESİ NE KADAR GERÇEKÇİ?

 

lMevcut sosyal güvenlik kurumlarının; prime esas kazancın düşük gösterilmesi, prim tahsilat oranı düşüklüğü, af ile ödeme kolaylığı nedeniyle prim ödememe eğilimi, gecikme cezalarına uygulanan aflar vb. gibi finansmanla ilgili sorunları nedeniyle, “sosyal güvenlik kurumlarının giderek artan açıkları”.

lKayıt dışı istihdam.

 

lGSS “Reformu” ile ileri sürülen; “bütün vatandaşlarımıza, eşit koşullarda, hak ettikleri kapsam ve kalitede sosyal koruma sağlama olanağı yaratılacaktır” öngörüsü (!).

lErken emeklilik ve uzayan ortalama ömür: “65 yaş ve üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının artması sonucu sosyal güvenlik giderlerinin artması” tespiti. Çalışabilir nüfusun artışına paralel olarak istihdam artışının da gerekli olduğunu belirten Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB); emekli/aktif sigortalı oranının giderek artışına dikkat çekiyor. Ancak aşağıda verdiği tablodaki örneklerle gerçekleri de sergiliyor. Fransa’nın 140 yıl önce elde ettiği yaşam düzeyinin 7 yıl sonra Türkiye’de de gerçekleşeceğini öngören hükümet, “doğmamış çocuğa don biçiyor”. Türkiye’nin onlarca yıllık kayıplarını önlemek yerine, ileriye yönelik yansıtımlarla, daha gelişmiş sosyal güvenlik sistemleri ile yarışacağını iddia ediyor.

 

--------------------------------------------------------------------------------

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.