Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 14 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 14 Ekim , 2008 SN demirefe, tabi ki darbe çözüm değil çözümsüzlüktür de....ben ''darbe ile öngörülen çözüm darbesizde yapılacakken,darbeler sil baştan aynı noktaya getiriyorken...neden darbe?'' sorusuna daha yanıt alamadım.Saygılar! Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Ortada gol mol yok. Ofsayta düşenler var. Donanımı kanıtlayan bir cümle. "Hegelyen devlet anlayışında hikmetinden sual olunmayacak irade vardır." diyenler sadece Etyen Mahçupyan gibi eski marksist şimdiki 2.Cumhuriyetçilerdir. Bunlar sadece Marksın bakış açısıyla her şeyi algılayan kıymeti kendinden menkul şahıslardır. Son zamanlarda Modernite eleştirileri yapan Daniel Bell, Francis Fukuyamları okuyup okuyup daha Moderniteye ulaşamamış Türkiye için modeller öneren aklı bir karış havada insanlardır. Sn. Bekir kardeşim uymayın bunlara. Hegelyen devlet anlayışı diye birşey yoktur, Hegelyen paradigma vardır.Hegel, tarihi birbirine rakip düşüncelerin mücadele alanı ve bu şekilde devam ettirilen diyalektik bir süreç olarak ele alır. Hegel, “Tüze Felsefesi”nde incelemesine konu edindiği Devlet için şu belirlemeleri yapar: “Devlet kendinde ve kendi için törel bütündür, özgürlüğün edimselleşmesidir ve özgürlüğün edimsel olması usun saltık ereğidir(hedefidir). “Devlet, Tinin (Ruhun) kendi için yapmış olduğu dünyadır.” der. Hegel’e yöneltilen eleştirilerin en yaygın olanlarından birisi de “Ussal olan edimseldir, Edimsel olan ussaldır” önermesidir. Eleştiriler zaman zaman, Hegel’in görüşlerinin Hitler’e esin kaynağı olduğunu ileri sürecek düzeye vardırılmıştır. Bu konuda söylenecek çok şey var da neyse yeri değil. Ne bu tehdit mi Sn.Bekir, siz değilmiydiniz,Sn.Cyrano ile uçakların çatışmaya neden müdahale edemediğini tartışan. Bu tartışmalardan cesaret alan çoluk çocuk ta başlıyor laser sıkalım demeye okumadınız mı? Burası mahkeme değil, burda doğruları bulmaya çalışıyoruz. Müvekkil savunma moduyla tartışıyorsanız zaten bir sonuç alamayız.Anlama oluşmadan önce yargıda bulunmak boş inancı doğurur, ideolojik bir tutumla düşünceyi donuklaştırır. Önce taraf olup sonra anlamaya çalışmak yerine anlayarak taraf olmak özneyi etkin kılar. Her anlama edimi insanı zevkli bir düşünsel yolculuğa çıkarır. Bu yolculuğun sonu yoktur, ama aşamaları vardır. Bir aşamadan bir sondakine geçmek insanın kendi emeğiyle olabilir. Suçlamak, beğenip-beğenmemek, taraf olup-olmamak gibi şeyler anlamak değil; ancak anlamanın sonuçları olabilirler. Eleştirmek anlamakla mümkündür, bir düşünce olumsuzlanmakla aşılmış olur. Ayrıca bir düşünce eğer gerçekliğe dair bir şeyler ortaya koymuşsa onu yok etmek olanaksızdır, ancak sınırı gösterilebilir; onu aşmak demek bu sınırın ötesine geçmek demektir. İnsan kimyası hakkındaki çıkarımlarınızı gerçekten merak ettim. Dini bilgiyi sizden alacaksam işim yaş. Hz.Peygamber önce dinlemeye ve anlamaya çalışır ondan sonra konuşurdu. Bu da benden olsun. Sn.Politika güzel söylemiş 80 darbesi öncesi nerdeydi o siyasi aktörler! Kimse Asker eleştirilmesin demiyor zaten, Hıncal Uluç gibi akıl dışı, samimiyetten uzak eleştirilere tepkimiz. Ortada gol olup olmadığı belli. Gaza gelip de yerine oturanlarda belli. Sadece diyerek bayağı bir hata etmişiniz. İslamcılar da aynı şeyi söylüyorlar. Ayferi Göze işinize yarar mı? Her ne ise Hegel'in Devlet anlayışını sorgularken hiç alakasız bir metin postalamışsınız. Eleştirilere değinip ussal olan edimsel, edimsel olan ussaldır deyince; ne alaka dedim... Bir de baktım ki -http://www.evetbenim.com/detay.asp?pageid=483- bu adreste Mustafa Alagöz şunları söylemiş Hegel’e yöneltilen eleştirilerin en yaygın olanlarından birisi de “Ussal olan edimseldir, Edimsel olan ussaldır” önermesidir. Eleştiriler zaman zaman, Hegel’in görüşlerinin Hitler’e esin kaynağı olduğunu ileri sürecek düzeye vardırıldı. “Tüze Felsefesi”nde incelemesine konu edindiği Devlet için şu belirlemeleri yapar: “Devlet kendinde ve kendi için törel bütündür, özgürlüğün edimselleşmesidir ve özgürlüğün edimsel olması usun saltık ereğidir. (S.283)… “Devlet, Tinin kendi için yapmış olduğu dünyadır.” (S.315) Ondan sonra da kalkıp bana Etyen Mahçupyan okumayı bırakmam salık verilir ya...Kendi düşünceleri ile yazamayanlar hatta ve hatta kendi cümleleri olmayanlar bunu nasıl başarıyorlar anlamıyorum. CYRANO ile tartışmamız diğer başlıktaydı bunu belirttim sanıyordum. İki başlığı karıştırıyorsunuz hala galiba... Burasının mahkeme olmadığını bilebilecek durumdayım. Siz de orada kast edilenin mahkeme ile alakasının olmadığını bilebilseydiniz keşke. Zaten o hikayenin mahkemede geçtiğini de söylemedik. Ne demiştik; cevabını bildiğimiz sorularla ilgili bir söz söyleyince; biz de kulağımızdaki küpelerden bir tanesini herkese küpe olsun diye ortaya koyduk; "Cevabını bilmediğiniz sorular sormayın". Her durum için mi geçerlidir. Yok daha neler... Hz. Peygamber; tartışmaya fazla yanaşmazdı. Bizim gibi boş sözlerle de işi olmazdı. Dini bilgiyi tabiki başkasından da alabilirsiniz ancak benden aldığınızda da umuyorum ki kurtuluşa erersiniz. Ben en azından ; Takva fetva denkleminde size takvayı adres gösterebilecek biriyim. Eh, dini bilgiyi de kimlerden alabileceğinizi belirttik. Anlaşılmadı ise yukardaki gibi bir denklemi takva noktasında vermiş olanlardan dini bilgi almanızda sizin için şiddetli bir ihtiyaç görüyorum. Haa, konu buraya nasıl geldi benzeri bir soru sorulmuş. Sanırım Demirefe sormuş. Yukarda politikanın metninden hemen sonra gelmek üzere cevap vermeye çalışmıştım araya başka metinler mi girmiş nedir? Ya da Politika'nın cevabına verilmiş bir cevaptır. *** Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Zaten o hikayenin mahkemede geçtiğini de söylemedik Hadi oradan, pekiyi nerede geçtiğini söyledin. Baroda. Hangisi hikaye...Benim söylediğim şey hikaye, Baroda bana anlatılan şey gerçek. Baroda sana anlatılan nerede geçiyor. Mahkemede. Hani mahkemede geçtiğini söylemedik diyordun. Yine öyle diyorum. Soru; hangisi hikaye... Bunlar değil...Veya, burası mahkeme değil denirken kastedileni yanlış anlamışım. Özür dilerim. İnsan kimyasına mı girsek ne yapsak...Hani kendinini olmayanı niye kendinin gibi göstermeye çalışır...Psikolojiyi mi ilgilendiriyor. Eh biz de insanı oluşturan elementlerin kimyasal analizini yapacak değiliz. Veya şöyle söyleyim; size göre insanı insan yapan hasletler nelerdir? Eşref-i mahlukat/Esfel-i Safilin arasında bir gidiş gelişten bahsetmiyorum. En önemlisi doğruluk değil mi? Davudi bir ses inşallah doğruluğu da anlatır bize... Hülasa... Yorucu oluyor... Soru: SSK'nın bir ilçede açılacak teşkilatına naklen atanmaya çalışıyorum torpil yaptıracak tanıdığı olan var mı? Mecliste milletvekillerinin ellerindeki listeleri görünce dumura uğradım da... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Sn.Bekir, Tartışılan mevzuyu açık açık tartışmak yerine kaçıp, belden aşağı vurarak sonuç almaya çalışmak ne kadar ahlaki ? Hegeli anlamak ve devlet hakkında söylediklerini, akıl hocalarınızın söyledikleri ile karşılaştırıp doğru yanlış yanlarını ortaya koymak yerine laf cambazlığı yaparak üste çıkma kurnazlığı sizce "Takva" ile bağdaşıyor mu ? Ben, Hegel şunu şunu demiş diyorum. Başka yerden alıntı yapmış olmam, Hegelin ne dediğini değiştirir mi ? Siz Kuranda Allah söyle demiş dediğinizde yada Hz.Peygamber bir hadis-i şerifinde şunu söylemiş dediğinizde kendi cümlelerinizle konuşmadığınız için suçlanıyormusunuz hiç ? O alıntıladığınız yerler Hegelin düşünceleri, internette bir çok yerde var, ayrıca kitaplarda da bulabilirsiniz. Siz Etyen Mahçupyan ve diğer -ondan akıl alan- İslamcı yazarların düşüncelerini tam anlamadan kendi fikirleriniz gibi buraya taşırken, buna ancak kendi yutar salkımı başkalarına verir talkımı denir. Ha öyle ya siz gol atmaya şartlanmışsınız. Buyrun Hegelin devlet hakkındaki görüşlerini tartışalım yada sizinkilerin dediği gibi Hegelyen devlet anlayışını(!) Türkiye Cumhuriyeti için Jakoben derseniz eyvallah diyeceğim ama bu Hegelle açıklamak Hitlere benzetmek ne derece doğru, tartışalım buyrun hodri meydan! Sn.Demir Efenin dediği gibi her şeyi futbol maçı gibi görüp gol atma yada benim dediğim gibi mahkemedeki avukatvari velinimetlerinizi hararetle savunma modunda olursanız, ne karşı tarafı anlama yolunda bir çabanız olur ne de tartışmamız sağlıklı ilerleyebilir. ************ Saygılar. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Sn.Bekir, Tartışılan mevzuyu açık açık tartışmak yerine kaçıp, belden aşağı vurarak sonuç almaya çalışmak ne kadar ahlaki ? Hegeli anlamak ve devlet hakkında söylediklerini, akıl hocalarınızın söyledikleri ile karşılaştırıp doğru yanlış yanlarını ortaya koymak yerine laf cambazlığı yaparak üste çıkma kurnazlığı sizce "Takva" ile bağdaşıyor mu ? Ben, Hegel şunu şunu demiş diyorum. Başka yerden alıntı yapmış olmam, Hegelin ne dediğini değiştirir mi ? Siz Kuranda Allah söyle demiş dediğinizde yada Hz.Peygamber bir hadis-i şerifinde şunu söylemiş dediğinizde kendi cümlelerinizle konuşmadığınız için suçlanıyormusunuz hiç ? O alıntıladığınız yerler Hegelin düşünceleri, internette bir çok yerde var, ayrıca kitaplarda da bulabilirsiniz. Siz Etyen Mahçupyan ve diğer -ondan akıl alan- İslamcı yazarların düşüncelerini tam anlamadan kendi fikirleriniz gibi buraya taşırken, buna ancak kendi yutar salkımı başkalarına verir talkımı denir. Ha öyle ya siz gol atmaya şartlanmışsınız. Buyrun Hegelin devlet hakkındaki görüşlerini tartışalım yada sizinkilerin dediği gibi Hegelyen devlet anlayışını(!) Türkiye Cumhuriyeti için Jakoben derseniz eyvallah diyeceğim ama bu Hegelle açıklamak Hitlere benzetmek ne derece doğru, tartışalım buyrun hodri meydan! Sn.Demir Efenin dediği gibi her şeyi futbol maçı gibi görüp gol atma yada benim dediğim gibi mahkemedeki avukatvari velinimetlerinizi hararetle savunma modunda olursanız, ne karşı tarafı anlama yolunda bir çabanız olur ne de tartışmamız sağlıklı ilerleyebilir. ************ Saygılar. Birincisi Hegel'i hitlere benzeten bir cümle kurmadım. Mahcupyan demiş olabilir mi, hiçbir fikrim yok. Ondan okuyup bana cevap vermiş olabilir misiniz onu da bilmiyorum. Yine Hegel'in sözlerini aktardığınızı belirtiyorsunuz ama noktası virgülüne Hegel'in sözlerini de kendi cümleleri içine almış ve ayrıca ilgili sayfalarını da belirtmiş birinin sözlerini buraya taşımışsınız. Yani ki; Hegel'in kitaplarında geçen bir metni değil metnin bazı yerlerine yapılan yorumlarla ilgili metni almışsınız. Kur'an örneği verdiğiniz için aynı örnek üzerinden gidelim. Örneğin Elmalılı Tefsirinde bismillahirrahmanirrahim'in tefsir edilmesini ben aha Kur'andan aldım diyemem. Veya o tefsirde ki açıklamayı kendiminmiş gibi gösteremem. Bu arada dönüp baktım, bir ton yerde aradım. Hegelyen devlet anlayışındaki hikmetinden sual olunmayacak otoriteye doğrudan bir temas yok. Hegel'in devlet anlayışını Ayferi Göze'nin kitabı ve Kamu Hukuku ders kitaplarından bir de Mustafa Erdoğan'dan bilmekteyim. Ha, Etyen Mahçupyan meselesine gelince. Onunla alakası yok. Doğu Batı dergisinde Hukuk ve Adalet Üstüne adlı sayısında bir makalesini okumuş olabilirim. Sami Selçuk ve Mustafa Erdoğan'ın ilgili makalelerinede baksanız olur. Etyen Mahçupyan'ın yazıları hakkında teferruatla bilgilere sahip olduğunuza göre okuyorsunuz demektir. Neyse; Birgün Mustafa Erdoğan ve Sami Selçuk okursunuz umarım. İslamcı yazarların düşüncelerini anlamadan buraya yazmak derken...insan yakalanınca, saldırmak istiyor galiba. E, böyle olunca da durum komik olmaktan çıkıp başka birşeyin dibini bulmak oluyor. Haa, bu arada laf cambazlığı ve takva paralelinde bir cümle kurmuşunuz. Akıl hocalarımdan da bahsetmişsiniz. Eee, siz sayın bari akıl hocalırımı da ben de öğrenmiş olayım ha...Takva ile bağdaşıyor mu? Evet bağdaşıyor ne olacak. Hayır bağdaşmıyor ne olacak. Sahi kuzum, böyle abuk bir cümleyi takvaya dayamayı nasıl başardınız. Benim yarım kadar farklı kaynaklardan okumaya da sizin ihtiyacınız var...Yarım kadar olsun yeter... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Benim yarım kadar farklı kaynaklardan okumaya da sizin ihtiyacınız var...Yarım kadar olsun yeter... Sn. Bekir, O tefsir değil, Hegelin sözleri karıştırmayalım. Benim "Türkiye Cumhuriyeti için Jakoben derseniz eyvallah diyeceğim ama bu Hegelle açıklamak Hitlere benzetmek ne derece doğru, tartışalım buyrun hodri meydan!' çağrım yine havada kalmış anlaşılan. Sami Selçuk ya da Mustafa Erdoğanı aynı grup içine almayan var mı ? Peki kardeşim öyle olsun sen benden daha bilgilisin ve daha iyi biliyorsun. Öyle olsun, tamam. Saygılar. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Tefsir de insan sözüdür Hegelinki de... Türkiye Cumhuriyeti için jakoben denilebilir mi? Denilemez. Tarz jakoben olabilir. Daha önce zaten devrimler Jakoben bir tarzda yerleştirilmeye çalışıldı aksini yapmak da mümkün değildi demiştim. Zira şartlar normal değildi demiştim. Şartlar normalleştiğinde halkın yerine düşünmeyi, halka rağmen veya halka karşı halk için bir anlayışı benimsemeyi doğru bulmadığımı beyan etmiştim. Eh, bundan sonra eyvallah derseniz memnun olacağım... Yine tekrar ediyorum. Hitler'e benzeten ben değilim konunun içerisinde de böyle bir metin yok. Hegelyen devlet anlayışında hikmetinden sual olunmaz otorite vardır dedim. Hikmetinden sual olunmaz demek hikmet-i hükümet etmekle eş anlamlıdır. Bu ise; gerek devletin bekası gerekse yaptıklarının doğruluğu noktasında sorgulanmamak manalarını barındırır. Ben zaten; halkın yerine düşünmeyin derken bu tartışmayı ateşlemişim. Siz daha hala neyi tartışalım diyorsunuz. Biz düşünürüz, biz yaparız, biz biliriz; siz bilmezsiniz. 22 Temmuzdan sonra bidon kafalılar demişti birisi. O zaman da aynı tartışmayı sürdürmüştüm. Şimdi dönüp de; yok Hegel'in Hitlere yol açıp açmayacağını mı tartışacağız. Kendinize herhalde bir tartışma noktası yaratmaya çabalıyorsunuz kendi varsayımınız üzerinden. Eh, Sami Selçuk ve Mustafa Erdoğan o grup içerisine dahilse ne mutlu o gruba...Hangi gruba...Sahi aynı grubun içerisine kimler alıyor merak ettim... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Sn.Bekir, Hadis ne sözüdür peki. Şimdi bana onlar Kutsi Hadistir demeyin lütfen, kutsi olmayanları kasdediyorum. Buna takılmayalım. Başka örnek te verebilirim kolaylıkla; mesela: İmam-ı Azam şöyle demiştir demek gibi... Bir kere Hegel idealist bir filozoftur. Hegel, devleti, insanın içinde varolan, ruhundan, fıtratından kaynaklanan iyi ve doğru melekelerinin somutlaşmış, eyleme geçirilmiş bir yapısı olarak görmüştür. Bu bir idealist yaklaşımdır. Ama bunun sabit fikir olarak değiştirilemez hükümleri ve kurumları olan, hikmetinden sual olunamayan bir güç olarak algılanması aşırı bir yorumdur ve faşist iktidarlara yol açmıştır. Cumhuriyet ise her ne kadar, sizin de haklı bulduğunuz gibi jakoben bir tavırla rejimi yerleştirmek zorunda kalmış olmasına rağmen, çok partili hayata geçme deneyimleri ile bu faşizan tavırdan ayrılır, çok rica ederim, lütfen, karıştırmayalım. O halkın yerine düşünenlere her kim olursa olsun, ne cenahtan gelirse gelsin ben de sonuna kadar karşıyım tabii ki, kim söylüyorsa bu onların kendi bidon kafalılıkları. Ancak, halkı tek yanlı bilgilenmeye mahkum edip belli bir yöne çekmeye çalışanlara da o derece karşıyım, lütfen bunu da görün. Saygılar. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2008 Arkadaşlar hepimiz gerginiz bu hain saldırı yüzünden. En küçük aykırılığa yüklenme dürtüsü içindeyiz. İsterseniz Hegel ve hadis gibi felsefe ve din konularına dağılmayalım derim ben. Başta Sayın bekire ben de ortamın gerginliği yüzünden tepki duydum ama, kendisinin PKK yanlısı olmadığından kesin eminim. Ben hep yapay din ve etnik sorunların birleştirilip ülkenin başına çoraplar örülmek istenmesi tuzaklarına prim vermemeyi savunmaya çalışıyorum. Bilmeden bu tuzaklara prim verilebiliyor. Yoksa tartıştığımız muhataplarımızı bu oyunların bilinçli kasıtlı savunucusu olarak lanse etmeyi aklımdan geçirmem ve zaten direk böyle bir suçlamaya girersem yanlış yapmış olurum kanısındayım. Tezimi tekrar edeyim: Laik cumhuriyet yıkılmak isteniyor ve bu amaç etrafında dolanırlarken dini ve etnik ayrımcıların yolu kesişiyor. Karşılarına ise her dönemeçte ordu çıkıyor, elele vermeseler de üstü kapalı bir şekilde ikisi de orduyu hedef alıyor, bu hedefe yüklenme konusunda bir tür açık olmayan ittifak içine giriyorlar. Bu ise bir tuzak, iki tarafa da yarar sağlamayacak, aksine hepimizin içinde bulunduğu gemiyi delmeye çalışmak hesabı, bu oyuna bilerek bilmeyerek prim veren herkese zarar verecek bir girişim. Planlayıcılar amaçlarına ulaştıklarında uçak biletleri çoktan hazır olur. Satranç tahtasında piyonlar başbaşa, daha doğrusu karşı karşıya kalır. Ortam istedikleri gibi olunca, karşıtlar birbirini yeyip güçlerini tüketince gelir, hazıra konarlar. Bu böylece biline... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Sayın Demirefe, Aktütün meselesi yüzünden iki farklı başlık açtım. Birinde olayın işlenişi ve garabetler diğerinde ise hem geçmiş hem de bundan sonra asker/ve karşısındakileri dikkate alarak çözümler getirmeye çalıştım. Şimdi kalkılmış PKK sempazitanı olup olmadığımı mı sorguluyorsunuz. Diğer konuyu açmamdaki mesele; tarihimizde bizzat PKK ile ilişkileri olmuş askerler var. Yine askerimizin içerisinde bazı çürükler var. Bunlar ayıtlansın ve şu PKK denilen meret ile gerçek bir mücadele yapılsın demeye çalıştım. Bir tarihte Alparslan Türkeş; bana yetki verin 2 saatte (veya 2 gündü) PKK'yı temizleyim demişti. PKK'nın bitmesini istemeyenler mi var acaba diyorum. Şimdi sayı ile söyleyim. Onlarca uzman çavuş arkadaşım var. Kardeşim polis. Ben Yörüğüm ve PKK'dan hepinizden daha fazla nefret ediyorum. PKK ile iş tutanlardan da nefret ediyorum. Yine 6 yıl Diyarbakır da kaldım. Onlarca kürt arkadaşım oldu. İçlerinden Kürt kimliğine vurgu yapanlar olduğu gibi ben Türk'üm diye yüksek sesle bağıranlarda oldu. Bunları niye mi konuşuyorum. Bir tarihte adı ve soyadı benimle aynı olan tesadüfen internetten tanıştığım bir kardeşimle yanlış anlamaya düşmüştük. Tartışmamızda ben Ali Şeriatiden bahsettim. Ebu Zerr'in Muaviyeye yönelttiği eleştirilerden bahsettim. Hal, böyle olunca o genç kardeşim beni bir şii olarak telakki etmiş ve ümmetin 73 fırkaya bölüneceğini Ehli sünnete tabi olmayanın cennete giremeyeceğini yine Muaviye'nin sahabelerden biri olduğunu ve sahabeye laf söylemeye kalktığımı düşünerek 7 ceddime sövmeye kadar vardırmıştı işi. Hasılı tek neden neydi biliyor musunuz? Ben şii değilim dememiştim veya Ben, Ehl-i sünnet vel cemaattenim dememiştim. Şimdi tartışıyoruz ve dönüp mesele yine aynı noktaya geliyor. Her yazdığımı herkesin okuması beklenemez ama daha birkaç gün önceki yazılarımdan birinde Aktütün'de veya Bayraktepe'de öldürdüğünüz PKK'ların leşlerini üstüste koyup resimlerini çekin veya görüntüleyin de içimize su serpin gibi bir söz etmiştim. Bunu söyleyen bir adamın nasıl olup da PKK sempazitanı olabileceğine aklım bir türlü basmıyor. İsteyenler "Kara ve Beyaz Ayrımı Ortadan Kalktı" diye bir yazım vardı. Saygılar... Üniversitede 1. yılımdı. İlk günlerim. Üniversiteye başlamadan önce daha önce oraya bir şekilde yolu düşmüş olanlara sorulduğu üzre biz de nasıl bir üniversite olduğunu sorduk. Solcuların ve PeKeKelilerin yoğun olduğu bir üniversiteyi kazanmıştık. Tüh Allah kahretmesindi... Dostlar, Kozan gibi Milliyetçilerin vatanı sayılacak bir yerden çıkıyorduk. Kolay değildi, Mustafa Yıldızdoğan konserlerinde ellerimizden kurt yaparak ulumalardan sonra, Daha sonraları MHP'den milletvekili olan bir akrabayla kapı komşusu olup da bahsi geçen örgüt ve solcuların yoğun olduğu bir üniversiteye gitmek. Ben ters adamdım vesselam, kavga etmektende imtina etmezdim. (Birinci sınıfta bir halı saha maçı sırasında ölmüş anama küfreden bir denyoya aşk ettiğim yumruk yüzünde 20 kadar kişi üstüme hücum etmişti nasıl da hatırladım.(bir araba dolusu dayaktan zar zor biraz sonra bahsedeceğim abi sayesinde kurtulmuştum)) Vara vara vardık ama sivereğin hanına uğramadan geçtik. Diyarbakırdayız. Evde kalıyoruz, ilk günler ben ve benim gibi bir kaç arkadaş. Hukuk fakültesi üçüncü sınıfta okuyan abimiz daha gelmemişti. Yazın bekçilik yapıp okul açıldığında oradan kazandığı parayla eğitimini sürdürüyordu. Hasılı okul açıldıktan 15 gün kadar sonnra geldi. Zeki ve bilgili bir adamdı. Bir gün aynı odada yalnız kaldığımız bir esnada ... abi dedim, bu üniversitede solcu mu çok sağcı mı...En iyi o bilirdi...Zira ben üniversitede hangisi çok ayırt edemiyordum. Dönüp "Bekir, solcu ne, sağcı ne" diye sordu. ııııııııııı, kem küm, falan filan dahi diyemedim...İşte benim merak serüvenim böyle başladı. Solcuyu ve sağcıyı bıyıklarından ve sakallarından ayırt etmenin kafi gelmediğini o zaman anladım. Benim yapmaya çalıştığım kategorizasyondu o zamanlar. Zira ne dediklerinin önemi yoktu ne olduklarının önemi vardı. Bilmiyordum. Solcuysa uzak dur, sağcıysa yaklaş. Solcuysa dövebileceğin adam, sağcıysa can yoldaşın... Araştırdıkça birşeylerin yanlış olduğunu öğrendik vesselam...Kara ve beyaz ayrımı kalkmaya yüz tutmuş biz kozan dağlarında av yapmaktan farkedememiştik.(Kozan da av yapacak bir dağ yoktur, kozan ovadır) Her şey grileşmeye başlamış...Solcunun da iyi sözleri, milliyetçinin de elle tutulur tarafları varmış, islamcısının da şeriatçısının da çöpçünün de Kahtalı Mıçının da... Hasılı bir söz, kişinin komünist, anarşıst, şeriatçi, sefil, zengin olmasıyla değil bizzat sözün kendisiyle tartılıyormuş... Kişileri kategorize etmekten vazgeçmiştim. Zira kategorize edenlerin bu eylemi saldırı amacıyla yaptığını düşünmeye başlamıştım. Sen kimsin, savunduğun ne gibi söylemler bu yüzden bana itici geliyor. Benim kim olduğundan sana ne...Sen benim ne söylediğime bak. Yanlışsa, yanlışımı ortaya koy ki ben doğruyu bulayım. Doğruysa ben şeriatçi bir man.yak olsam da sözüme itibar et. Geleyim kendimi tanıtmaya...Neye mensup olduğum belli. Ben elhamdülillah müslümanım deyip geçmeyenlendenim. Niye hamd etmem gerektiğinin bilgisine vukuf olan bir adamım. Bu sebeple müslümanlığım üzerinde duran bir adamım. Bu demek değildir ki müslümanlar yanlış yaptığında eleştirmem. Eleştiririm hem de belki en can alıcı eleştirileri ben yaparım. Yanlış bir yanlış olduktan sonra kimin yaptığının önemi yoktur. AKP'yi de eleştiririm, Faziletide, Dehap'ı da, Atatürkçüyü de, Milliyetçiyi de, Kemalisti de, Anarşisti de, Komünisti de,,, yeter ki bir yanlış göreyim. Kimsenin yanlışına alkış tutma derdinde değilim. Burada yanlışı tespit etmek önemli bir sorun olarak karşınıza çıkar ve çoğu, kendinden olanlar yaptığında yanlışın bir yanlış olduğunun farkına varmazlar. Ben de bazan böyle oluyor olabilirim. Ama azami gayreti sarfediyorum... Kalan kısımlar ise, halkı dikkate alan, devletin halk için olduğunu düşünen ve bu yüzden hegelden nefret eden, romantik, ideolojiler dışı, araziye ayak uydurmaktan imtina eden, bölge müdürüne veryansın ettiği için 2 yıldır kadrosu değiştirilmeyen, 27 yaşında, dini olarak evli, medeni olarak boş, inne lillahi ve inna ileyhi raciun ayetinin anlamına ermiş, ve hayatını pusuya düşmekten korkan kurt gibi geçiren bir adamım. Şüpheciliğim ve etraftaki her şeye bütünlüklü olarak bakmaya çalışmam da belki buradan geliyordur. Pusu korkusundan...(Bu kısmı da sandurya ya ithaf edelim bari). Milliyetçi miyim. Hayır. Vatanımı kimse için sevmedim. Burası darul islam olduğu için sevdim. Ve daha önce dedim. Kurtuluş savaşında ecdadım ne için canını verdiyse ben de onun için canımı seve seve veririm.. Canımızın kıymeti de bilinsin bari... Mesele budur ve devamı vardır...Neyi ciddiye alıp almadığımıza da değineceğiz nasip olursa.. Kendilerini bu ülkenin maliki görenlerle kendilerini bu ülkenin selfleri olarak görmekten bıkanlar arasındaki filizlenen tartışmaya da değinecek miyiz acep.... Bozan hocam açtığınız başlığı bana ithaf etmenizden dolayı onur duydum. Ayrı bir başlık açıp cevap vermem yakışık almıyor ama formun birçok yerinde sen kimsin, nesin, neyi savunuyorsun, gibi sorular soruluyor. Ben bu yaklaşımın uygun olmadığını belirtmeliydim. Zira herkes böyle yaparsa birbirimizin sözlerini değil ideolojilerini tartışırız ki o zaman teati değil savaş olur...Bunu belirtmeliydim. Siz de birkaç kez açtığınız başlıklarla bu tipten göndermelerde bulundunuz yanılmıyorsam... Kimliğim bu kadar açık. Hatta o kadar ki; az birşey dikkatle 5 dakika içerisinde beni arayanlar rahatlıkla bulabileceklerdir. Bırakın kimyamı eşgalimi çalıştığım işyerine kadar herşeyi daha önce belirttim. Forumda en açık kimlikli olan benim. Korkacağım birşey de yok. PKK'lılar benden nefret ediyor ben onlardan; Milliyetçiler (faşist milliyetçiler) benden nefret ediyor ben onlardan diyemiyorum bir ton akrabam var ama sevmiyorum da kafatasçılığı. Ama bu ülkeyi çok seviyorum. Bu ülke için hiç düşünmeden canımı veririm. Sıkıldım yanlış anlaşılmaktan da...Kime birşey desem yanlış anlıyor... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Sayın bekir, "kesin eminim" ile biten bir cümleden daha net bir cümle varsa, siz kurun, biz de öğrenelim... Benim sizin hakkınızda kurduğum cümle bu. Biraz fazla alınganlık yapmışsınız. Ayrıca ben yörük değilim ama, yörüklerle çok içli dışlıyım. Bu münasebetle tüm yörük kardeşlere selamlar... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Selamlar... "kendisinin PKK yanlısı olmadığından kesin eminim" diye bir söz edildiğinde şüphe uyandıracak birşeylerin olması gerekir. Veya birilerinin kafasında kesin emin misiniz sorusu vardır ve o soruya evet kesin eminim cevabı verilmiştir. Bu cümle yazıldığında ortada bir mesele var demektir. Tabii bence...Açıklamam da bu anlamadan kaynaklanmıştır. Her zaman yanlış anlamalar mümkündür yanlış anlamış olsam dahi bahsini ettiğim açıklamayı yapmak şart olmuştur zira: Ben, sadece size yazmadım o cevabı. Kafasında şüphe olabilecek olan herkese yazdım. Sizinle ilgli olan tırnak içerisindeki sözün bunları yazmama neden olmasıdır. Zira dil ile açık-seçik dile getirilmediğinde insanlar yanlış anlayabiliyorlar. Bu yanlış anlamaya delil olarak da başka bir örneği bu yüzden verdim. Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Sayın ''bekir'' kim olduğunuzu,yukardaki iletilerinize bakarak anlamış oldum.Bu kendi adıma söylediğimdir.Okuduğunuz üniversitede bende okudum;dediğiniz şehirde de hala yaşayan biriyim.Kimbilir belki de başladığınız sorgulamaların diğer tarafındayım. sağ-sol gençliğini,farklı lanse edilen,belki de denildiği gibi farklı olan bir kent...ben Diyarbakırlı değilim;yaklaşık bir yıldır buradayım;5 yıldırda Ddiyarbakıra gelip gidiyorum;insanlarını,düşündüklerini az çok biliyorum.Kaybettiklerini,kazandıklarını,mücadalelerini...masum olduklarını,masum oldukları kadar suçlu olduklarını da biliyorum...ve tüm bunları kendi adıma,bildiğim kadarıyla anlatmak isterken,anlamaya çalışırken;sarf edilen birkaç cümle beni de ''etiketlendirdi''. bazı şeyleri yazmak için birşeyler olmaya hiç gerek yok.Askeri sorgulamak,olanları anlamaya çalışmak sizi PKK'lı mı yapar?Ben de yazıyorum,ben de soruyorum? ''PKK neden hala var;bu askeri güce rağmen,yıllara rağmen,yapılanlara rağmen....'' bunu sormam PKK'yı meşrulaştırmam mı demek?Hayır,bu bunu böyle görmek isteyenlerin basiretsizliğidir. yıllardır başımızı ağırtan,binlerle ifade edilen ölümler kendisini hatırlatan,göç ve işsizlik gibi toplumsal yaralarımıza kaynak olan bu PKK neden hala var? MHP diyor ki;gelin şunu yapalım,bunu yapalım...ve tek önerdiği yine askeri önlemler...Sormak gerek;çözüm oldu mu bu? CHP diyor ki;bizim dediklerimiz yapılmadı;yıllardır kimler vardı bu arena da... AKP'nin ne dediği belli değil... DTP,taraf konusunda hala çelişkili... bakın eleştirdiğimiz bir siyasi arena parçaçığı... tüm bunları yazarken,askeri es geçmenin bir haklılığı kalır mı? İster istemez aklınıza geliyor işte...''PKK nın varlığından hoşnut olanlar mı var,bu saydıklarım içinde...'' Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Bekir COŞKUN[email protected] Bize ağlamak düşer... TASALANMAYIN birazdan geçecek. Gazetelerdeki "Yüreklere ateş düştü" manşetleri unutulacak, televizyondakiler "gazoz kapaklarını" konuşmaya dönecekler, siyasetçiler içlerinden "işte unutuldu gitti" diyerek ve sırıtarak dolanacaklar, Genelkurmay yine Kuzey Irak’a kaç sorti yaptıklarını açıklayacak. Sizler unutacaksınız... Ben unutacağım... Sadece orada bir yığma evde, bir gelin gizli gizli ağlayacak, bir anne sabahlara kadar acı çekecek ve bir çocuk okulda "Bu şehit çocuğudur" diye başının okşanmasını boşu boşuna bekleyecek. * Niçin?.. Çünkü kimliğini yitirmiş toplumlar böyle yaparlar. O şanlı-şerefli savaşları bile inkár eden, bir ulusun şahlanışını dahi küçümseyen... Kutsal savaşının yiğit komutanı Mustafa’sına küfredenleri başına taç yapan... İslam áleminin son asırlarda kazandığı tek şanlı zaferin kurduğu cumhuriyetini tekmeleyen halklar... İşte böyle olurlar... Silik... Ezik... Çaresiz... * PKK Kuzey Irak’ta, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamaya göre asıl saldırı oradan yapıldı. Kuzey Irak ABD’nin, Kuzey Irak ordusu ABD’nin, cumhurbaşkanları ABD’nin, başbakanları ABD’nin, hükümetleri ABD’nin, bize verilen istihbarat ABD’nin, kurşun atacaksak o yana izin ABD’nin... ABD; bu utanmadan şehit cenazelerine gidenlerin strateji ortağı. Yapıştıkları kuyruk... Sıkıysa Türkiye’yi yönetenler, ağızlarını açıp birkaç laf dahi etseler ya ABD’ye... Ne gezer?.. Çünkü; koşup koşup yaladıkları yer ABD’nin... * O zaman bize ağlamak düşer. Ve unutmak... Yolunu kaybetmiş milletlerin yazgısıdır bu... Kaybettiği değerlerden, unuttuğu tarihinden, büyük kahramanlarına ihanetlerinden, varlık nedenlerine vefasızlıklarından sonra, geriye bu kalır: Ağlamak ve unutmak... Fazla söze gerek yok! Bulduğu her fırsatta ordumuza sataşanlara cevaptır bu yazı, kasıt mı var diye sorup, o kasıtı açıklamayıp, ortada bırakanlara, her ne cenahtan olursa olsun, her ne veche ile olursa olsun! Acı ama ne yazık ki gerçek! Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 16 Ekim , 2008 Erdoğan Başbuğ'a destek çıktı Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un dün yaptığı sert çıkışa destek verdi. Erdoğan da medyayı eleştirdi ve kimsenin TSK'nın moralini bozmaya hakkı olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanı Gül'ün dün yaptığı açıklamanın ardından Başbakan Erdoğan da bugün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'u destekleyen bir açıklama yaptı. Erdoğan'ın kısa açıklaması şöyle: TSK’ya karşı kampanya yürütülmesinin hiç hesabı yapılmıyor mu? Defalarca bunu yapmayın dedim. Adeta onlara destek veriyorsunuz, propagandasını yapıyorsunuz. Kampanyalara hedef olacak birileri varsa o da terördür teröristtir. Terörle mücadele eden asker değildir. Teröre karşı hepimiz aynı safta olmalıyız. Bu bir seçim değil, insani ve hukuki bir zorunluluktur. Kimse terörü cesaretlendirme hakkına sahip değildir, olamaz. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2008 Neyse ki vakit okumuyorum, nerdeyse üzerime alınacağım esprileri... Kanun derken; forumda anlaşılan Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun olduğu için bu kanunlar katılımı artırma/eksiltmede önem arzetmez diyorum. Zaten açıklamamda özellikle şu kadar hapis yatarsın bu kadar gözaltında kalırsın demişim. Biraz daha düşün dostum. Şu an terör örgütünün propagandasını yapanları cezalandırmaya yönelik kanunlar yeterli mi ? PKK ve Öcalan bayrakları açılan, pkk ve öcalan lehine slogan atılan gösteriler hergün düzenleniyor? Peki kaç kişi bu yüzden ceza alıyor? Çoğu gözaltına alınsa bile savcılık sorgusunun ardından serbest bırakılıyor. Örgüt propagandası yapanları cezalandırılmasında kanunlar yetersizse, nasıl örgüte katılımı artırma/eksiltme de önem arzetmez? Gözaltı önemli bir meseledir. Türkiye'de gözaltı kadar tehlikeli çok az süreç olduğu şüpheli açısından gözaltı önemlidir. İşkence; bazen hükümetler karşı dursada yapılır. Ama senin de belirttiğin gibi çoğu zaman hükümetin bilgisi dahilindedir. Ancak; ben orada hukuk dışı eylemi nasıl hukuk içi gibi göstermeye çalıştıklarını beyan ettim. Yakalama evrakından bahsettim. Olağanüstü hal yönetiminde; yetki o kadar genişliyor ki; verdiğiniz yetkiyi denetleyemiyorsunuz bile. Hasılı; gözaltı süresinin uzaması suçsuzlar için manevi işkence olurken; bazı işgüzarlar tarafından da işkenceye meşru bir zemin olarak telakki edilmektedir. Bahsini ettiğim polis, yargılanacağından korkmasa bir kişiyi yakaladığında; karşı koydu, şuraya çarptı, buraya çarptı gibi bir evrak düzenlemek zorunda dahi hissetmez kendini. Önümüzde vahim bir örnek var. Bir genç gözaltında ve cezaevinde gördüğü işkence ile öldürüldü. Gözaltı süresi pek birşey farkettirmedi yani. Kaldıki cezaevindede devam etmiş işkence. Ben bu vahşi olaydan önce bu tartışmadaki bir yazımda birşeyden bahsetmiştim. İşkencecileri , sıradan bir vatandaşın diğerini işkence ederek öldürmesi gibi yargılamaktan. Yani görevi kötüye kullanmak vs gibi kıytırık suçlarla değil. Şahin'in de dediği gibi, normal bir vatandaş işleyeceği zaman eski kanunla idam, yeni kanunla ağırlaştırılmış müebbet cezasına yol açan bir suç olarak. Ve Bakan çıkıp özür dilmiş vs ama. Ortada işkence ile öldürüldüğü tespit edilen bir genç var. Ama tutuklu hiçkimse yok. Peki bir bakkal, ne bileyim bir işçi sıradan bir vatandaş bir insanı işkence ile öldürseydi, derhal tutuklanmaz mıydı? Demekki devlet görevlisi olmak suç işleyince ayrıcalık görmeyi sağlıyor hala. İşkence ile mücadele bununla ilgilidir. Gözaltı süresi ile değil. Gözaltı süresinin terörle mücadelede yetersiz kalmasına karşı "işkence olur" argümanı ise daha vahim. Sen işkenceye karşı gerçekten sıfır toleranslı ol, o zaman gözaltı süresi yüz gün olsada işkence olmaz. Buyur örneği. Bir genç işkencede ölüyor. Ülkenin bakanı çıkıp işkenceden öldüğünü kabul ediyor. Özür diliyor. Fakat kimse tutuklanmıyor hala? CYRANO; 2006 yılı içerisinde birçok değişiklik oldu iyi yönde. Zaten, ben yukarda bazı değişik maddeleri gösterdim. Şüphesiz her zaman kanunlarda bir takım eksiklikler olur. Yoktur dersem bizzat kanunlara karşı kendi yönelttiğim eleştiri hükümsüz kalır. Ancak; ben şu anki yetki yeterlidir diyorum. Fazlasının bir hükmü olacağını da düşünmüyorum. Terörde kolluk son kertede devreye girmelidir. Ha, önleyici kolluk da vardır değil mi? O da suçun işlenmesinden önce devreye giren kolluk kuvveti olmakla beraber; PKK'ya yurt içerisinden katılımı engelleyecek olanın siyasi irade olduğunu söylüyorum. Yurt dışından katılımlar konusunda söylenebilecek şeyler ayrı. Avrupa Birliği uyum sürecinin yasal düzenlemesinde özellikle terörle mücadele ile ilgili kanunlarda, dengesiz, salt dış talepleri karşılamaya yönelik. Ülke gerçeklerini gözardı eden düzenlemeler yapıldığı. Hükümetten, muhalefete kadar herkesin yıllardır dile getirdiği bir gerçektir. İngiltere örneğim bunu anlatmak içindi. Sıfır terörün olduğu ülkelerdeki terörle mücadele kanunları ile, terörün birincil sorun olduğu ülkelerdeki terörle mücadele kanunları elbette aynı olmaz. olmamalıdırda. Emniyet uyuşturucuya kampanya düzenlemiyor mu? Asker PKK'ya karşı kampanya düzenler mi? Düzenlerse kim itibar eder. Hasılı emniyetin uyuşturucu ile savaşıyla askerin PKK ile mücadelesi pek birbirine benzemez. Konumuz olan yetki bazında hiçbir farkı yoktur. Benzer. Nesi benzemiyormuş yetki bazında? İkiside ülkenin kolluk kuvveti, askerin terörle mücadeleside, polisin uyuşturucuyla mücadeleside , kolluğun suçla mücadelesidir. İkiside suçun önlenmesi için kampanya düzenlemek, önleyici tedbirlere başvurmak yetkilerine sahiptir. Ve hatta bunlar salt yetki değil, yükümlülüktür. Yine emniyet ile askerin yapısı siyasi alan dolayımında farklıdır. Polis genel olarak halkla içiçe olmasına karşılık asker böyle değildir. Bu sebeple ikisi arasında tam bir teşbih yapmak mümkün de değildir. Sanırım sen emniyetin yetkisinde olan bir bölgede yaşadığın için böyle sanıyorsun. Git , taşraya, Asker halkla, şehirlerde polisin içiçe olduğundan, daha fazla içiçedir. En basitinden tvlerde taşra hayatını anlatan dizilerde bile görebilirsin. kaldı ki ne teşbihi. Biz yasal yetkiden bahsediyoruz. siyasi alan dolayımı ne ? halkla içiçe olmanın ne alakası var ? Suçu önleyici tedbirler almak. Bu tedbirler üzerinde çalışmak hem emniyetin, hem ordunun yetkisi ve görevidir. Bu kadar basit. Dolayısıyla askerin suçu önleyici tedbirler üzerinde çalışması siyasi alana müdahele falan değildir. Terörde suçtur, cinayette suçtur, uyuşturucu satıcılığıda suçtur. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2008 Biraz daha düşün dostum. Şu an terör örgütünün propagandasını yapanları cezalandırmaya yönelik kanunlar yeterli mi ? PKK ve Öcalan bayrakları açılan, pkk ve öcalan lehine slogan atılan gösteriler hergün düzenleniyor? Peki kaç kişi bu yüzden ceza alıyor? Çoğu gözaltına alınsa bile savcılık sorgusunun ardından serbest bırakılıyor. Örgüt propagandası yapanları cezalandırılmasında kanunlar yetersizse, nasıl örgüte katılımı artırma/eksiltme de önem arzetmez? Konumuz olan yetki bazında hiçbir farkı yoktur. Benzer. Nesi benzemiyormuş yetki bazında? İkiside ülkenin kolluk kuvveti, askerin terörle mücadeleside, polisin uyuşturucuyla mücadeleside , kolluğun suçla mücadelesidir. İkiside suçun önlenmesi için kampanya düzenlemek, önleyici tedbirlere başvurmak yetkilerine sahiptir. Ve hatta bunlar salt yetki değil, yükümlülüktür. Sanırım sen emniyetin yetkisinde olan bir bölgede yaşadığın için böyle sanıyorsun. Git , taşraya, Asker halkla, şehirlerde polisin içiçe olduğundan, daha fazla içiçedir. En basitinden tvlerde taşra hayatını anlatan dizilerde bile görebilirsin. kaldı ki ne teşbihi. Biz yasal yetkiden bahsediyoruz. siyasi alan dolayımı ne ? halkla içiçe olmanın ne alakası var ? Suçu önleyici tedbirler almak. Bu tedbirler üzerinde çalışmak hem emniyetin, hem ordunun yetkisi ve görevidir. Bu kadar basit. Dolayısıyla askerin suçu önleyici tedbirler üzerinde çalışması siyasi alana müdahele falan değildir. Terörde suçtur, cinayette suçtur, uyuşturucu satıcılığıda suçtur. İlgili gösterilerde terör başının posterlerini taşıyanlar ve PKK lehine slogan atanlara verilecek ceza 1-5 yıl arasında hapistir. Bu az bir süre değildir. Bu işe karışmış olanları savcılık bırakıyorsa o savcılığın hatasıdır. 1-5 yıl arası hapis azımsanmayacak bir süredir. Savcılık istese o eylemlere katılanları birçok suçtan içeri alabilir. Örgüte bağlaması da işten sayılmaz. Ancak; eyleme katılanların birçoğunun 12 yaşından küçük çocuklar olması veyahut 15 yaşını dahi doldurmamış olmaları savcılığa fazla hareket alanı bırakmamaktadır ancak biraz dikkat edildiğinde bunların yaptıkları eylemi dahi anlayamacak kadar küçük oldukları unutulmamalıdır. Bir gösteride bir pankart taşımanın cezasının 1-5 yıl gibi hapisle cezalandırılması az bir ceza değildir. Dahası aradaki bu kadar fark hakimin takdir yetkisini inanılmaz ortaya koymakta olup yine hakim böylesi terör eylemlerinde genel olarak üst sınırı kendisine baz alacaktır. Emniyetin yetkisinde olan bölgede de Jandarmanın yetkisinde olan bölgede de yaşadım. Size basit bir örnek söyleyim. Jandarma'ya emir verildiğinde jandarma sorgusüz sualsiz o emri yerine getirir ama polise derdinizi anlatabilirsiniz. Bir tarihte bir gölde olta ile balık avlıyorum. Jandarmalar geldi ve oltalarınızı toplayın yasak dedi. Nesi yasak dedim. Yasak kardeşim topla oltanı dedi. Yahu arkadaş 2 olta kullanıyorum sirkülerde burası yasak olarak belirtilmiyor kimsenin mülkiyetinde değil, haddinden fazla balık yakalamamışım niye yasak. Bitti...Adamlar neredeyse gecenin bir yarısı hepimizin hakkından gelecekler. Otomotik silahlarla etrafımız çevrildi ve mecburen toparlanıp evin yolunu tuttuk. Nerdemi oluyor bu...Adana da bir gölette. Polis böyle değildir. Asker ile polis arasındaki farkları siz de bilirsiniz. Polis toplumla daha içiçedir. Tamam, onların da büyük yanlışları vardır ancak toplumla içiçelik bakımından, daha toplumsaldır. Jandarmanın yüzü soğuktur. Polisinki sıcak mı? Jandarmanın yüzü soğuktur derken suçlu psikozuyla hareket ettiğim anlaşılmasın. Asker emirle polis ise kanuna biraz daha uygun hareket etmek zorundadır. Siyasi alan dolayımı biraz farklı bir mesele idi. Suçu önlemek için askerin yapacakları ile polisin yapacakları aynı etkiyi yaratmaz. Özellikle konumuz PKK olduğunda doğu halkının gözünde asker ve polis arasında bir ayrım yapılmadığını mı sanıyorsunuz. Suçu önlemek de yapılacak etkinlikler açısından askerin dahil olması bırakın etkinliğin başarıya ulaşmasını belki de başarıya ulaşmamasında etken bile olabilir. Etkinlik herşeyden evvel katılımla sağlanacak birşeydir. Yine etkinliklerde öncelikli hedef kitlesi iki tanedir. Bir-Henüz PKK'ya nötr durumda olanları muhtemel sempazitanlıktan kurtarmak. 2-Sempati duyanları bu duygularından vazgeçirmek. Siz söyler misiniz? Askerin terörü önlemeye yönelik bir etkinlik/sempozyum/toplantı/yemek/oyun ne olacaksa düzenlemesi durumunda bu kitlelerden hangisini oraya getirebilir. 2. kitleden kimler bunlara katılır. Niye katılmasın. Polis yaparsa katılırlar mı? Bu sorunun kati bir cevabını vermem mümkün değil ama asker yaparsa buna verebileceğim cevap hakkında bir fikrim var. Polis daha toplumsaldır. Daha fazla toplumun içinde barınır yine çok ayrı (ayrı polis lojmanları olup da tecrit edilmiş mekanlar olmakla birlikte) lojman anlayışı yoktur. Buna mukabil askerler genel olarak tam güvenlikli lojmanlarda kalmaktadırlar. Genel olarak diyorum. Polisin toplum içerisindeki varlığına alışılmıştır askerin ise bu varlığı pek alışıldık değildir. Buradaki mesele yetki meselesi değildir. Yetkiden bahseden de yoktur. Uygunluktan bahsedilmektedir. Bana kalırsa uygun olan doğrudan siyasi irade harekete geçip yerel yönetimlerle berabar terör belasının üstesinden gelmelidir. Askerden veya polisten fevri hareketler beklenmemelidir. Fevri derken belki TSK topyekün böyle bir anlayışla hareket edebilir ama yine de ne olursa olsun o alanın toplumsal/siyasal aktörlerle doldurularak terör belasına sed çekilmelidir. Hoş, bazı yerel yönetimler bizzat terörü destekler nitelikte bu durumda ne olacak. Bunun cevabı başka bir zaman verilmek üzere not edilsin. Ancak, artık siyasiler üzerine düşen görevleri başkalarına tevdi etmekten vazgeçsinler. Dokunmaya korktukları bela, böyle hareket ederlerse daha çok fazla cana mal olacaktır. Artık herkes o taşın altına elini sokmalıdır. Bunlar sloganlar değil. Yapılması gereken o yörede genç kuşağı ilk önce kurtarmaktır. Ve yine tekrarlıyorum. Eldeki yetkiler kullanılsın istihbarat ve adli teşkilat için eldeki yetkiler bu haliyle de yeterlidir. Yeter ki kullanılmak istensin. Herkese iyi tatiller, öğleden sonra ve hafta sonu yokum. Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Türkiye Cumhuriyeti,bir hukuk devletidir. Hukuk devleti olmanın gereği çizilecek tüm sınırların anayasal ölçütlerle belirlenmesidir; Peki o zaman Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti midir? Maalesef hayır! Önce Dağlıca,daha sonra Aktütün,sorulan sorular,cevap bekleyen sorular... Genelkurmay Başkanı tarafından verilen;herkesin yerini bilmesi mesajları ve son olarak Sayın Başbakanımızın tehditkar tavrı. Sayın Başbakanımız,ekliyor hemen ertesi gün Taraf olanlara... ''Biz milletin iradesiyiz,biz milletin temsilcisiyiz,peki siz kimin medyasısınız?'' Onlar kimin medyası bilmem,bildiğim parlemantoda kimsenin beni temsil etmediği. Şehitler kimin evladı, İşsizler kimin evladı, Sokakta yaşayanlar kimin evladı, Sizlerin ekonomi süper söylemlerinize rağmen,hergün evine götürecek ekmeğin hesabını yapacaklar kimin evladı...? Sizin evladınız değil,onlar bizim evladımız. Onlar biziz,ölen de öldürülen bizleriz. Sizler daha ne kadar iktidar oluruz diye kara kara düşünürken, Bu ülkenin başındaki tüm sorunları ertelerken, İşte sizler bunu yaparken, Bizler hergün hukuk devleti olabilmenin hayallerini kurduk. Hukuk devleti olmak,sormaktı,denetimdi ve söz sahipliğiydi. Soruyorum o zaman; Kürt Sorunu neden hala çözülemedi, PKK ise tek sorun, neden hala PKK ana gündemimiz, Asker sorunun çözümünde neredeydi; Tek çözüm asker miydi? İş dünyası ayakta,Sayın Koç;çözüm için sağduyu diyor;Yalçındağ...askerin yanında ekonomi,sosyal ve siyasi çözümler geliştirilmeli diye devam ediyor. İlginç olan ise,tüm yaşananlara rağmen hala biz askere verilecek yetkilerin artırılması konusunda hemfikir olabiliyoruz;verilen yetkileri bir hukuk devletinde sorgulamayacakken! Asker-iktidar-medya=şiddet! Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Askeriye çok disiplinlidir, eğer varsa bir görevi ihmal yada içerde casusluk durumu soruşturmanın ardından mahkeme edilir ve askeri cezaevine yollanır sorumlular. Kimsenin gözünün yaşına bakılmaz. Gerekli açıklama da yakında yapılır. Bu olaya Taraf gibi düşünenler, 'Bir kaç iyi adam' filmi gibi içerde bir kaç iyi adamın bazı gizli bilgileri sızdırdığı, yani, olayı askeri sistemdeki bozuklukları dışa yansıtan idealist bir kaç kişinin kahramanlığı diye yansıtıyor. Ben ise, bunun askeriyeye karşı bir komplo ve halkın gözünde değerini düşürme operasyonu olduğunu düşünüyorum.Neden böyle düşünüyorum, anlatmaya çalışayım: İktidarın TSK'ya bakışı belli, İktidarın ABD'ye bakışı belli, ABD'nin iktidara bakışı belli, ABD'nin PKK'ya bakışı belli, TSK içerisindeki irticai faaliyette bulunduğu için 30 Ağustosta çıkarılamayanlar belli, Tarafın iktidar yanlısı olduğu belli. Bilmem anlatabildim mi? Saygılar. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2008 Terör konusunda çözüm olabilmesi için hepimizin bilinçli davranıp, bağımsızlıkçı, dış güçlerin esiri olmayacak, terörle mücadele yaparken yani bu konuda kararlılığını sürdürürken, hukuk devleti özelliğini de hayata geçirecek, kurunun yanında yaşın yanmasını da engelleyecek, işkenceye taviz vermeyecek, sosyal devetin gereklerini yapacak dirayetli ve demokrat bir partiyi/partileri iktidara getirmemizle olur. Yani, iş, bizde, hepimizde, halkımızda bitiyor, kimseyi suçlayarak bir yere varılamaz. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2008 Amerika ve TSK'nin Görüş Ayrılıkları ABD'nin Türkiye ve Ortadoğu'ya yönelik politikaları, 2000'li yıllarda daha da netleşmeye başladı. Açık ve örtülü politikaları gerçekleşen uygulamaları göz önüne aldığımızda bunu, kuşkuya meydan vermeyecek bir biçimde görebiliyoruz. Öte yandan TSK'nin BOP, Kürdistan, mikro milliyetçilik, laiklik, sosyal devlet, dinci oluşumlar, AB süreci, Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik politikalar, Atatürkçülük ve Kıbrıs konularındaki görüşleri de biliniyor. TSK; bazen 'resmi açıklamalarıyla, bazen yarı resmi beyanlarıyla', kimi zaman da fiili tutumu ile görüşlerini kamuoyuna ve ilgili kurumlara yansıtmaktadır. ABD'nin politika, uygulama ve tutumu ile TSK'ninkileri karşılaştırdığımız zaman çok önemli ayrılıkların ortaya çıktığını görüyoruz. Bunların başlıcalarını aşağıda sıralayalım; 1) Ilımlı İslam (siyasal İslam) ve dinci yapılanmalar konusundaki farklar çok büyük.. ABD Türkiye'de,'Ilımlı İslam devletini' resmi politikası haline getirmiştir. Köktendinci siyasal partiler aracılığı ile Cumhuriyetin çağdaş değerleri yerine,'İslamcı değerleri ve yapılanmayı' tercih ettiğini açık olarak göstermiştir. Bu seçenek, 'ABD, İngiltere ve İsrail'in' ortak tutumunu yansıtır. ABD ve İngiltere'nin 'telkinleri ile', Avrupa Birliği de 2004'ten beri bu çizgiye iyice yakınlaştı. ABD'nin siyasallaşmış İslam (Ilımlı İslam) modeline,TSK şiddetle karşı çıkmaktadır. NATO içinde, 'nesnel ve teknik anlamda Batılılaşmak isteyen TSK', ABD'nin 'öznel olarak İslamcı tercihi karşısında' zorlanmaktadır. (*) 2) TSK, ABD'nin BOP'sine karşıdır. Özellikle 2003-2008 döneminde Bağdat'ta ve Irak'ın kuzeyinde izlenen Amerikan politikalarının,'Türkiye'yi hedef almaya başlaması karşısında', TSK'de rahatsızlık artmıştır. BOP'nin esasında, Lozan'ı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni hedef almakta oluşu, bu rahatsızlığı derinleştirmektedir. Washington; Ankara'yı Irak'ın kuzeyindeki ayrılıkçı oluşumu tanımaya ve onu desteklemeye zorluyor. TSK, buna karşı tavır alıyor. 3) ABD PKK'nin siyasallaşmasını ve DTP'nin 'kabullenilmesini' istiyor.TSK aynı görüşte değildir. Çekiç Güç'te değişim 4) Pentagon Çekiç Güç'ün daha kapsamlı hale getirilmesini istiyor. Buna karşılık TSK, Çekiç Güç'ün kabulünün büyük hata olduğunu açık açık söylemeye başladı (Büyükanıt'ın 2003 ve 2007'deki konuşmaları). 5) ABD Ankara'dan NATO çerçevesinde asker istiyor. Afganistan, Lübnan, Baltık ve Afrika'da kullanmak amacıyla yapılan bu taleplere TSK karşı çıkıyor. Lübnan kararı TSK'ye rağmen AKP tarafından Meclis'ten geçirildi. 6) 'AB sürecine' karşı TSK'nin duruşu AKP, Brüksel ve Washington'dan farklı. - Büyükanıt Nisan 2007'de yaptığı konuşmalarda,'AB'nin Türkiye'ye karşı bölücü ve ayrıştırıcı politikalar izlediğini' ifade etti. İlker Başbuğ ise, 'AB Türkiye için bir amaç değil sadece bir araçtır' dedi (Eylül, 2008). 7 Mart 2002'de, 'AKP'nin iktidar hazırlıkları, ABD tarafından yapılırken' MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç tarihi açıklamasını yaptı: 'AB bizi bölecek, dış politikada denge gerekiyor' dedi. 7) ABD İran'a saldırı konusunda, 'Ankara'nın kendi yanında olmasını' istiyor. TSK ise buna karşı çıkıyor. 8) Kıbrıs konusunda, TSK'nin ABD planlarına sıcak bakmadığını iyi biliyoruz. AKP ile dengeleme TSK üzerinde önemli bir oyun oynanmaktadır. - Bir yanda ABD, TSK'yi 'içerde AKP ile sıkıştırmak istiyor'. - Dışardan da Talabani, Barzani ve PKK'yi kullanıyor. - Ayrıca, 'AB süreci' ile TSK'yi etkisiz duruma getirmeye çalışıyor. Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında halkın büyük çoğunluğunun TSK'ye destek verdiği görülür. 'Güvenilirlik açısından' TSK en ön sırada bulunuyor. Buna karşılık halkın yüzde 90'ı, ABD'nin Ortadoğu ve Türkiye operasyonlarına karşı. ABD (ve AB) açısından çözüm 'TSK'nin güvenirliğinin ortadan kaldırılmasından geçiyor'. Bölgede, 'haritaların değiştirilmesinin ve Amerikancı sivil darbelerin yapılmasının önündeki en büyük engel olarak', TSK'yi görüyorlar. İşte bu nedenlerle; - Siyasal İslam TSK'yi hedef almış durumda - 'AB süreci' ile TSK köşeye sıkıştırılıyor - Talabani, Barzani ve PKK kullanılarak TSK yıpratılıyor. ABD'nin Türkiye planları ile TSK'nin tutumu arasındaki farklar ülkemizdeki kutuplaşmaları derinleştiriyor. Çünkü bir kesim, Amerikan planlarının savunucusu durumuna gelmiş bulunuyor. (*) Erol Manisalı, 'Batı'nın Yeni Türkiye Politikası', Cumhuriyet Kitap, 2008 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.