Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Ortaçağ Avrupa'sında Kilise, rasyonel düşünce ile çelişkisi ve hayatın her alanı üzerinde kaba ve sert baskısı sebebiyle, özellikle bilim alanındaki gelişmelerin sürekli karşısına dikilen, aklın buluş gücünü engelleyen bir Hıristiyanlık anlayışını temsil ediyordu.

 

Bu sebeple, Avrupa'da bilimsel ilerleme, bilim adamları ile Kilise temsilcileri arasında bir zihniyet savaşı ortamında gelişmiştir. "Bilimin faydacı ve pratik özelliği ve bilhassa mekanik icatları ile insanın en büyük özlemi olan bedeni refahı artırması" (René Guénon, Doğu ve Batı, Çev. Fahrettin Arslan, Yeryüzü Yayınları, İstanbul, 1980, s. 55.) ve bunun Batı toplumunda gözle görülür bir gerçeklik kazanmasıyla modern bilim ve bizzat bilim adamları toplumsal seviyede bir saygınlık kazanmıştır. Böylece, Batı'daki Rönesans hareketleri dine tepki hüviyeti kazanmış, dine düşman temeller üzerine yükselmiştir. Bu tepkinin yol açtığı dinden soyutlanma "Din terakkiye manidir" anlayışına kadar varmıştır. Bu anlayış, varlık ve doğa algısı bakımından kilise öğretilerinden bir kopuşu temsil etmektedir. Avrupa toplumlarındaki "epistemolojik kopuş" denilen olgu bu şartlarda ve bu doğrultuda gerçekleşmiştir.

 

Bize gelince, Cumhuriyet 1920'li yılların iki temel algısına göre şekillendi: Avrupa'nın bilim ve teknolojide nasıl ilerlediği ve İslam algısı... Özetle, Batı Rönesansı, bilim ile kilise arasında yaşanan çatışma sürecinde gerçekleştiğine göre, bilim ile İslam arasında da benzer bir süreç gerçekleşmedikçe aynı gelişmeler sağlanamaz şeklinde bir algı... Kısaca, Avrupa'daki epistemolojik kopuş, bilimsel ilerleme açısından haklı gerekçelere dayalı olarak, Avrupa toplumunun kendi şartlarında ve doğal bir süreç içinde gelişerek bizatihi topluma mal olmuş, kilise ile bilim arasındaki kavgayı sonuçlandırmış ve toplumda müspet bir bilimsel zihniyete yol açmıştır. Bizde ise, benzer bir epistemolojik kopuşun gerekliliği tartışmalıdır. Batı Rönesansı algımız yanlış olduğu gibi, İslam algımız da yanlıştır.

 

Temel sorun: İç güvenlik kültürü

 

Zorlamalı değişim süreçleri, entegrasyon değil asimilasyon politikaları ile yönetilir. Bu da, toplum bünyesindeki reaksiyonlara odaklanmaya ve asimile olmayan her şeyi tehdit olarak algılamaya yol açacaktır. İşte, 1940'lı yılların sonlarına kadar, bu gerekçe ile milli irade tam anlamı ile saf dışı kalmış, uzun bir süreç içinde, rejim güvenliğini sağlayıcı tedbirler hayata geçirilmiştir. Bu süreç içinde birtakım tartışılmaz ideolojik paradigmalar oluşmuştur. Özellikle bürokrasiyi temsil edenler bu paradigmaların şekillendirdiği bir zihni yapı kazanmıştır. İşte resmi güvenlik mantığının oluşumu böyle bir zihniyet ortamında gerçekleşmiştir. Normal şartlar altında, "güvenliği sağlayan" devlet; "güvenliği sağlanan" obje ise bireyler ve toplumdur. Devlet ve güvenlik kavramları arasındaki ilişkinin bu doğrultuda gerçekleşmesi ancak demokratik toplum yapısına uygun, kendi halkı ve değerleri ile bütünleşmiş, milli iradeye dayalı siyasal yapılanmalarda mümkündür. Bu açıdan sorunlu olan siyasal bir zeminde, güvenlik kültürünün oluşumu da sorunlu olacaktır ve olmuştur da... Çünkü, sorunlar Cumhuriyet öncesi üst yapı kurumlarında teşhis edilmişti. Çözüm de, modern, Batılı kurumların ve bu kurumların altyapısını oluşturan Batı kültürünün aktarılmasında bulunmuştu. Bu çözüm algısının devam ettiği ve uygulamaya konulduğu uzun bir dönem içinde, güvenlik algısının da üst yapı kurumlarının ve onu besleyecek zihniyetin kültürel dayanaklarının korunmasına yönelik olarak oluşması kaçınılmaz olmuştur. Tehdit algısı da aynı doğrultuda şekillenmiştir. Böyle olunca da, güvenliği sağlanan bireyler ve toplum değil, rejimin bizatihi kendisi oluyor. Kendi halkını potansiyel iç tehdit olarak algılayan bir güvenlik anlayışında, askerî müdahaleyi meşru gören ve gerektiğinde kullanmak üzere yedekte tutan bir zihniyet de şekillenmiş oluyor. Nitekim, tek partili dönemde kastlaşmış bir bürokratik zihniyet, çok partili dönemde millet iradesinin yansımalarını yadırgamıştır. Bu yadırgama, derhal "Cumhuriyet'i koruma ve kollama" refleksine dönüşmüş ve yedekte bekletilen müdahale seçeneğini belli periyotlarla devreye sokmuştur. Hazin olan da, artık toplumun büyük kitleleri tehdit olarak algılanır hale gelmiş bulunuyor.

 

Özellikle olağanüstü durumlarda insanların düzen ve güvenlik kaygıları, özgürlükleri koruma düşüncesinin önüne geçmektedir. Çünkü, hem güvenliği hem de özgürlüğü talep eden objenin aynı olması, yani bireyler olması, onları her zaman güvenliği özgürlüğüne tercih edebilir hale getirmeye elverişli kılmaktadır. Eğer belli bir ideolojiye göre oluşan iç tehdit ve güvenlik algısı, bazı kimselere, kamu gücünü milletin hizmetinden çıkarıp, kendi çıkarlarına kullanmasını sağlıyor ise, bu kimseler abartılı farazi tehditler bahane edebilecekleri gibi, fiilen provokatif olaylar tezgahlayarak yapay güvenlik sorunları da oluşturmaktadırlar. Bu yöntemle, toplum "güvenlik mi, özgürlük mü?" gibi iki seçenekle karşı karşıya getirilmektedir. Elbette, gidişatın iyi olmadığı bir toplum, güvenlik öncelikli olacaktır. İşte, darbelerin psiko-sosyal altyapısı böyle oluşturulmaktadır.

 

Ancak geçmişte yoğun darbe deneyimleri yaşayan toplumumuzda, sosyo-kültürel yapı, geçmişte yaşanan darbe ortamı oluşturma faaliyetlerine elverişli bulunmamaktadır. Çünkü, öncelikle, toplumun iç tehdit ve güvenlik algısı ile darbecilerin güvenlik algısı örtüşmüyor. Bu da darbelerin toplum nezdinde meşrulaştırılmasında büyük sıkıntılara yol açıyor. Artık toplum yapay güvenlik sorunları oluşturmaya yönelik provokasyonlara prim vermiyor.

 

Toplum artık iç entegrasyonu tahrip eden, toplumu Türk-Kürt, laik-antilaik gibi farklı dayanışma gruplarına bölüp karşı karşıya getiren ideolojik anlayışlara ve bunu temsil edenlere karşı çıkıyor. Kendi öz değerlerine yaslanmış ve kendi manevi dayanışmasını, uzlaşma kültürünü inşa etmiştir. Toplum, demokrasiye ve temel insan haklarına sahip çıkan bir anlayışa sahiptir. Toplumsal barışı ve toplumsal kalkınmayı sağlayacak gerçek kültürel ve bilimsel değerleri kavramıştır. Bu değerlere yönelik ciddi eğitim yatırımları gerçekleştirmektedir. İdeolojik koşullanmışlık ile aynı kavrayıştan çok uzak düşen, modernleşmek ve çağdaşlaşmak için Avrupa'nın ortaçağ sonrasında gerçekleştirdiği kilise öğretilerinden epistemolojik kopuşu, bizim de İslam'dan kopuş olarak yaşamamız gerektiğine dair bir saplantı içinde olan darbeci çevrelerin hatalarını net olarak görmekte, iyi niyetli olup olmadıkları noktasında ciddi teşhislerde bulunabilmektedirler.

 

Sonuç olarak bugünkü güvenlik algımızın temelini 1900'lü yılların "İslam" algısı, aynı yıllardaki Avrupa modernleşmesi algısı ve bu algı çerçevesinde yapılan problem tanımlaması oluşturmaktadır. Bu noktadaki temel algı hatalarının oluşturduğu sapma açısı, öncelikle güvenlik kültürümüzün yanlış oluşmasına yol açmıştır. Bu yüzden, milli birlik ve bütünlüğün, milli dayanışmanın, iç entegrasyonun temel harcı; devletin jeopolitik gücünün, milli savunma kültürümüzün kaynağı; bizi birliğe, bütünlüğe, toplumsal barış ve toplumsal kalkınmaya disipline edecek tüm ortak manevi ve kültürel değerlerimizin temel dayanağı olan İslam'a bağlılık tezahürleri, tehlike ve iç tehdit unsuru olarak algılanmaktadır. Bu algı, bazı devlet kurumlarını temsil edenleri kolayca provoke etmeyi sağlamaktadır. Ülkeyi adeta, temel değerleri ve temel kurumları üzerinde uzlaşmasını yitirmiş politik bir iç savaş ortamına dönüştürebilmektedir. Bu sebeple, bu yanlış güvenlik algısı düzeltilmeden, temelinde yatan temel algı hataları sorgulanmadan, yol açtığı tahribatlar tamir edilmeden, içinde bulunduğumuz gerilimleri, kurumlar arası çatışmaları aşmamız mümkün olmayacaktır. İşte, AÇG, BÇG, CÇG gibi yasadışı oluşumlar, sözünü ettiğimiz ve tartışamadığımız temel algı hatalarından beslenen yanlış güvenlik kültürünün ürünleridir.

 

YUSUF ÇAĞLAYAN - (E) ASKERÎ HAKİM BİNBAŞI

Gönderi tarihi:

Sevgili alio_1

 

bak bizim tartıştığımız sorunun cevabı burda saklı....ben buldum -_- şimdi bunu demokrasiye taşırdım ama neyse :D aman allahım godzillaya benzemeye başladım :sweatingbullets:

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Sevgili alio_1

 

bak bizim tartıştığımız sorunun cevabı burda saklı....ben buldum -_- şimdi bunu demokrasiye taşırdım ama neyse :D aman allahım godzillaya benzemeye başladım :sweatingbullets:

 

 

(: zeki kız seni :)

Gönderi tarihi:
Ortaçağ Avrupa'sında Kilise, rasyonel düşünce ile çelişkisi ve hayatın her alanı üzerinde kaba ve sert baskısı sebebiyle, özellikle bilim alanındaki gelişmelerin sürekli karşısına dikilen, aklın buluş gücünü engelleyen bir Hıristiyanlık anlayışını temsil ediyordu.

.

.

.

YUSUF ÇAĞLAYAN - (E) ASKERÎ HAKİM BİNBAŞI

Hayret TARAF simdi asker yanlisi oldu.

Gönderi tarihi:

Sevgili alio_1

 

bak bizim tartıştığımız sorunun cevabı burda saklı....ben buldum -_- şimdi bunu demokrasiye taşırdım ama neyse :D aman allahım godzillaya benzemeye başladım :sweatingbullets:

 

Evet, konumuzla ilgili önemli bir metin bence de...

 

Mesela daha başta rönesansların farklılığına değinmiş; aslında anlatmaya çalıştığım şeyler içerisinde bu da vardı...

 

Onlar rönesansta bizim kaynaklarımızdan da yararlandılar çünkü bizde daha farklı bir yapı içerisinde ilim vardı ve "kendi altınçağları" olarak gördüklerinden esinlendiler halbuki biz doğrudan "onların kendi altınçağları" :D olandan esinlenmek istemişiz(biz derken resmi ideoloji,devlet); peki gerçek altınçağımız nerede ve ne zaman???Bu can alıcı soruya verilen cevaplar ülkemizde farklı kültürden insanlara göre şekil değiştirebiliyor ama yazarın da belirttiği gibi artık daha İslami bir eğilim var hiç şüphesiz...

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Sevgili alio_1

 

bak bizim tartıştığımız sorunun cevabı burda saklı....ben buldum -_- şimdi bunu demokrasiye taşırdım ama neyse :D aman allahım godzillaya benzemeye başladım :sweatingbullets:

ismimi büyülteyim kocuuuman şöyleee

 

ne yani ben çok mu sulu bir adamım :D

 

siz ne tartışıyorsunuz demokrasi falan mı ?

 

kapınıza gelirler. kafanıza vururlar. ne demiştiniz?? " haaa...." "yok canım doğru olan benim senin kafana vyurduktan sonraki duydukların olacaktı." derler. Buna demokrasi ye geçiş denir.

 

efemmm birazda şuradan tadın-- skolastik düşüncenin yok olmasıyla, başlayan elastikileşmenin demokrasiye olan faydaları daha sonra inancın aşırı elastikileşme altında ezilmesiyle tekrar eskiye geri dönmeye yönelmesiyle demokrasiyi köreltmiştir.

:wacko::blink:

 

ben kötü birimiyim yanii :D

Gönderi tarihi:
ismimi büyülteyim kocuuuman şöyleee

 

ne yani ben çok mu sulu bir adamım :D

 

siz ne tartışıyorsunuz demokrasi falan mı ?

 

kapınıza gelirler. kafanıza vururlar. ne demiştiniz?? " haaa...." "yok canım doğru olan benim senin kafana vyurduktan sonraki duydukların olacaktı." derler. Buna demokrasi ye geçiş denir.

 

efemmm birazda şuradan tadın-- skolastik düşüncenin yok olmasıyla, başlayan elastikileşmenin demokrasiye olan faydaları daha sonra inancın aşırı elastikileşme altında ezilmesiyle tekrar eskiye geri dönmeye yönelmesiyle demokrasiyi köreltmiştir.

:wacko::blink:

 

ben kötü birimiyim yanii :D

 

Yok be çok sulu bir adam olduğundan değil :D valla ben de sana özendim,az lafla çok şey anlatma -_- uzun uzun anlatınca da kimse anlamıyo zaten.Mizah diyelim biz ona ;)

 

dur ya,kapımıza gelip kafamıza vurmadan biz anlatalım derdimizi B)

 

vallaha ben suçsuzum :D

Gönderi tarihi:
Evet, konumuzla ilgili önemli bir metin bence de...

 

Mesela daha başta rönesansların farklılığına değinmiş; aslında anlatmaya çalıştığım şeyler içerisinde bu da vardı...

 

Onlar rönesansta bizim kaynaklarımızdan da yararlandılar çünkü bizde daha farklı bir yapı içerisinde ilim vardı ve "kendi altınçağları" olarak gördüklerinden esinlendiler halbuki biz doğrudan "onların kendi altınçağları" :D olandan esinlenmek istemişiz(biz derken resmi ideoloji,devlet); peki gerçek altınçağımız nerede ve ne zaman???Bu can alıcı soruya verilen cevaplar ülkemizde farklı kültürden insanlara göre şekil değiştirebiliyor ama yazarın da belirttiği gibi artık daha İslami bir eğilim var hiç şüphesiz...

 

Saygılar...

Evet değerli arkadaşım.Bakın bu da çok ilginç.Osmanlı Devleti'ni kurulma,gelişme,yükselme,gerileme,yıkılış gibi dönemlerlle açıklamaya çalışırken bile çok büyük çelişkileri barındırıyoruz kendimizde...Düşünsenize kuruluşta iyi en azından olumlu olan DİN kavramı yıkılışta olumsuzlaşır.

 

Ya da ilerleme,çağdaşlık gibi batıdan gelen kavramlarla Osmanlı Devletinin yıkılışını açıklarken biz aslında o dönemde bu kavramların Osmanlı coğrafyasında değil Avrupaya ait olan kendini bulma ile açıklamaya çalışıyoruz.Bakın bu yukardaki yazıyı okuyunca gerçekten de sorunun,eksikliğin kaynağını daha iyi anlayabiliyorum(neyse demokrasi sayfamıza döneyim :D )

Gönderi tarihi:
Sağol ;) utandım yaw :D neyse biraz ciddileşeyim -_-

 

Ciddiyet ve sen.Ah mavi tanımasam öyle diyecem ama :D

Gönderi tarihi:
Ciddiyet ve sen.Ah mavi tanımasam öyle diyecem ama :D

 

Bende tanımasam Emre tam bir ciddiyet örneği diyecem :D ama gel gör ki tam bir acemi avkat ;)

Gönderi tarihi:
Bize gelince, Cumhuriyet 1920'li yılların iki temel algısına göre şekillendi: Avrupa'nın bilim ve teknolojide nasıl ilerlediği ve İslam algısı... Özetle, Batı Rönesansı, bilim ile kilise arasında yaşanan çatışma sürecinde gerçekleştiğine göre, bilim ile İslam arasında da benzer bir süreç gerçekleşmedikçe aynı gelişmeler sağlanamaz şeklinde bir algı... Kısaca, Avrupa'daki epistemolojik kopuş, bilimsel ilerleme açısından haklı gerekçelere dayalı olarak, Avrupa toplumunun kendi şartlarında ve doğal bir süreç içinde gelişerek bizatihi topluma mal olmuş, kilise ile bilim arasındaki kavgayı sonuçlandırmış ve toplumda müspet bir bilimsel zihniyete yol açmıştır. Bizde ise, benzer bir epistemolojik kopuşun gerekliliği tartışmalıdır. Batı Rönesansı algımız yanlış olduğu gibi, İslam algımız da yanlıştır.

 

ve

 

Zorlamalı değişim süreçleri, entegrasyon değil asimilasyon politikaları ile yönetilir. Bu da, toplum bünyesindeki reaksiyonlara odaklanmaya ve asimile olmayan her şeyi tehdit olarak algılamaya yol açacaktır. İşte, 1940'lı yılların sonlarına kadar, bu gerekçe ile milli irade tam anlamı ile saf dışı kalmış, uzun bir süreç içinde, rejim güvenliğini sağlayıcı tedbirler hayata geçirilmiştir. Bu süreç içinde birtakım tartışılmaz ideolojik paradigmalar oluşmuştur. Özellikle bürokrasiyi temsil edenler bu paradigmaların şekillendirdiği bir zihni yapı kazanmıştır. İşte resmi güvenlik mantığının oluşumu böyle bir zihniyet ortamında gerçekleşmiştir. Normal şartlar altında, "güvenliği sağlayan" devlet; "güvenliği sağlanan" obje ise bireyler ve toplumdur. Devlet ve güvenlik kavramları arasındaki ilişkinin bu doğrultuda gerçekleşmesi ancak demokratik toplum yapısına uygun, kendi halkı ve değerleri ile bütünleşmiş, milli iradeye dayalı siyasal yapılanmalarda mümkündür. Bu açıdan sorunlu olan siyasal bir zeminde, güvenlik kültürünün oluşumu da sorunlu olacaktır ve olmuştur da... Çünkü, sorunlar Cumhuriyet öncesi üst yapı kurumlarında teşhis edilmişti. Çözüm de, modern, Batılı kurumların ve bu kurumların altyapısını oluşturan Batı kültürünün aktarılmasında bulunmuştu. Bu çözüm algısının devam ettiği ve uygulamaya konulduğu uzun bir dönem içinde, güvenlik algısının da üst yapı kurumlarının ve onu besleyecek zihniyetin kültürel dayanaklarının korunmasına yönelik olarak oluşması kaçınılmaz olmuştur. Tehdit algısı da aynı doğrultuda şekillenmiştir. Böyle olunca da, güvenliği sağlanan bireyler ve toplum değil, rejimin bizatihi kendisi oluyor. Kendi halkını potansiyel iç tehdit olarak algılayan bir güvenlik anlayışında, askerî müdahaleyi meşru gören ve gerektiğinde kullanmak üzere yedekte tutan bir zihniyet de şekillenmiş oluyor. Nitekim, tek partili dönemde kastlaşmış bir bürokratik zihniyet, çok partili dönemde millet iradesinin yansımalarını yadırgamıştır. Bu yadırgama, derhal "Cumhuriyet'i koruma ve kollama" refleksine dönüşmüş ve yedekte bekletilen müdahale seçeneğini belli periyotlarla devreye sokmuştur. Hazin olan da, artık toplumun büyük kitleleri tehdit olarak algılanır hale gelmiş bulunuyor.

 

kendi toplumumuzu,yaşadığımız çıkmazları anlamada oldukça faydalı analizler...

 

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.