Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara. Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim. Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi. Ota düşen çiy gibi, düşmekle şiir cana Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa. Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana Hepsi bu. uzaklarda şarkı söylüyor biri. Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona Ellere yar olur. öpmemden önceki gibi. O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla Artık sevmiyorum ya severim belki yine Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca Belki bana verdiği son acıdır bu acı Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona Çeviren: Sait Maden Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 MARURİ SOKAĞINDAKİ PANSİYON Maruri bir sokak. Karşı karşıya değildi evler, sevmezlerdi birbirlerini, yine de yan yanaydılar. duvar duvara, fakat pencereleri bakmazdı sokağa, konuşmazdı, öyle sessizdiler. Bir kâğıt uçuruyor havalanır gibi ağaçtan kışın kirli bir yaprak. Akşam ortalığı tutuşturuyor, kaygı içinde yok oluveren bir ateş boşaltıyor gök. Kara sis balkonları örtüyor. Açıyorum kitabımı. Yazıyorum bir maden ocağının çukurunda sanıp kendimi, bir ıslak, bırakılmış dehlizde. Biliyorum kimse yok şimdi evde, sokakta, acı kentte. Bir mahkûmum açık kapısının önünde, açık dünyanın önünde, akşam alacasında şaşkın, gamlı bir öğrenciyim, çıkıyorum işte o zaman şehriye çorbasına, iniyorum ardından yatağa ve yarına. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 MACCHU-PİCCHU'NUN DORUKLARI (XI) (Seçme) Karman çorman tantananın, Taş gecenin ortasına,bırak; Bırak daldırayım, ellerimi. Bırak. Unutulmuşun koca yüreği: Bir kuş gibi çırpınsın bende, Bir kuş gibi, Bin yıldır tutsak! Ko, bugün unutayım, Bu bahtiyarlığı; Bu, denizden daha engin olan, Çünkü: Denizden ve adalardan da Engindir insan. Çünkü: Bir kuyuya düşer gibi, Düşmek gerek ona, İnsana; Batık gerçeklere, Sırlı bir su dalına tutunarak, Çıkmak için: Uçurumdan. (XII) Çık kardeş, Benimle doğmaya gel. Ver elini, Yayılmış ağrının, En derin yerinden. Kaya diplerinden, Dönecek değilsin, Ve yeraltı çağlarından; Geri dönmeyecek, Taş kesilmiş sesin; Ve gözlerin, oyuk gözlerin. Yerin dibinden bak bana: Sen çiftçi, dokumacı, Garip çoban sen; Sen, eğitmen Guanako'lar (*) eğitmeni Sen duvarcı, İskelesine güvenemeyen; Sen, And dağlarından, Gözyaşı getiren; Sen, Ezik parmaklı mücevherci; Sen köylü, Ekininin üstüne titreyen; Sen, Taşının hamuruyla yoğrulmuş Çömlekçi; Boşaltın, Bu yeni hayatın kadehine, Eski gömülmüş acılarınızı; Kanınızı gösterin bana, Saban izinizi bana. Burasıydı, İşkenceye tutulduğum yer, Işık vermiyor diye mücevher; Deyin bana. Deyin bana, Taşın ve tanenin, Vaktinde verdiğini. Taşı gösterin bana, Gömüldüğünüz. Ağacı gösterin, Çarmıha gerildiğiniz. Çakın, Eski çakmak taşlarını; Yakın, Eski lambaları bana; Kırbaçları gösterin, Kırbaçları; Yüzyıllarca, Yaralara işlemiş; Ve pırıl pırıl, Kanlı baltaları bana. Ölü ağzınızla, Konuşmaya geldim. Derleyip toparlayın, Tümcek; Dil vermez dudaklarınızı, Toprağın kıyıcığında. Anlatın, Bu bitmez geceyi bir bir. Nasıl, Sizlerle bağlanmıştım ben: Zincir zincir, Halka halka, adım adım, Anlatın ne varsa anlatın. Bileyin, Saklı bıçaklarınızı; Saplayın ellerime, Göğsüme saplayın; Sarı ışıklı bir nehir gibi, Kaplanların gömüldüğü, Bir nehir gibi. Koyun ki ağlayayım, koyun, Koyun ki saatlerce, Günlerce, yıllar yılı; Koyun ki kör çağlarca, Yıldız yüzyıllarınca. Sükun verin bana, Su verin, ümit verin. Kavga verin bana, Demir verin, volkanları verin. Sarmaş dolaş olun benimle, Sevdalılar gibi. Damarlarıma seğirtin, Koşun ağzıma. Dilimle konuşun, kanımla. (*) Guanako: Güney Amerika laması. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 FEDERICO GARCIA LORCA'YA YANIK ŞİİR Issız bir evde, Korkudan ağlayabilseydim; Gözlerimi çıkarabilsem de, Yiyebilseydim; Senin sesin için yapardım Bunları, Yaşlı portakal ağacı sesin; Senin şiirin için yapardım Bunları, Çığlık çığlığa fışkıran şiirin. Baksana, Maviye boyuyorlar hastaneleri, Senin için; Kıyıdaki kenar mahalleleri Ve okullar, Senin için büyüyorlar; Tüy salıyorlar, Yaralı melekler; Pullar örtünüyor, Düğün balıkları; Deniz kestaneleri, Göğe uçuyorlar; Siyah tülleriyle terzi dükkanları: Kanla doluyorlar, kaşıklarla, Senin için; Ve, Yutuyorlar, Yırtılmış kurdeleleri; Öz canlarına kıyıyorlar, Öpüşe öpüşe; Ve ak sadeler giyiniyorlar. Bir şeftali ağacı Giyinip de, Kuş gibi seğirtirken sen; Kasırga gibi fırıl fırıl, Bir pirinç gülüşüyle gülerken; Türküler çağırdığında; Allak bullak ederken, Atardamarlarını, Dişlerini, gırtlağını, Parmaklarını; Vay ne şirindin, Kahrolurdum ben Kahrolurdum ben Kızıl göller için: Güz ortasında bir şahbaz at Ve kana belenmiş bir tanrıyla, Beraber yaşadığın. Kahrolurdum ben, Mezarlıklar için: Gece, sesi kısılmış Çanlar arasından, Suyla, mezarlarla küllenmiş Nehirler gibi geçen; Nehirler: Hasta asker koğuşları sanki, Tıklım tıklım dolu; Ve matem yağlı ölüme, Çürük taçlı mermer şifreli ölüme, Nehir nehir gelen ölüme doğru; Birdenbire taşıveren nehirler. Gece, ayakta, ağlaya ağlaya, Boğulmuş çarmıhların geçişini Seyrederken sen; Kahrolurdum seni görmek için: Bak, Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun Perperişan; Garip kalmış köşelerde başın, Durmaz ha, durmaz gözlerin Ağlar yaşın yaşın. Gece ve çıldırasıya yalnız, Külleri ısıra ısıra; Dumanı, gölgeyi, unutmayı: Siyah bir huniyle yığabilseydim, Trenlerin, gemilerin üstüne; Filizlendiğin ağaç için, Yapardım bunları, Topladığın, Yaldızlı su yuvaları için; Sarmaşık için, Yapardım bunları; Gecenin sırrını sana ileterek, Kemiklerini saran Sarmaşık için. Islak soğan kokusu gelen Şehirlerden, Seni bekliyorlar; Boğuk bir sesle, Şarkı söyleyerek Geçesin diye. Yeşil kırlangıçlar, Saçlarının arasına yapıyorlar, Yuvalarını; Dilsiz sperma sandalları, Peşin sıra geliyorlar; Sümüklü böcekler, haftalar, Yelkenleri düşürülmüş serenler, Kirazlar da, Dönüveriyorlar o saat: Gözükünce solgun başın, On beş gözlü başın, Al kan içindeki ağzın. Şehrin otellerini, İsle doldurabilseydim; Hıçkıra hıçkıra, Yok edebilseydim Çalar saatları; Ezik dudaklarıyla yaz ayı, Evine nasıl gelecek, Göreyim diye Yapardım bunları; Yığın yığın insanların, Melûl mahzun tantanalarıyla Ülkelerin, İşlemez sabanların, Gelincik çiçeklerinin; Mezar kazıcıların, süvarilerin, Kanlı haritaların, gezegenlerin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. Küllerle örtülü dalgıçların, Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş Meryem Ana tasvirlerini Sürüte sürüte gelen maskelerin; Damarların, köklerin, hastanelerin, Karıncaların, su gözelerinin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. İçine kapanmış atlının Örümcekler arasında öldüğü Bir yatakla, Gecenin; Kinden, dikenlerden bir gülün, Sarıya çalan bir geminin, Rüzgârlı bir günle, bir bebeğin; Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye: Yapardım bunları. Ben, Oliverio, Norah, Vicente Aleixandre, Delia, Maruca, Malva, Marina, Maria Luisa, Larco, La Rubia, Rafael Ugarte, Cotapos, Rafael Alberti, Carlos, Manolo Altolaguirre, Bebé, Molinari, Rosales, Concha Méndez, Ve daha da unuttuklarım; Evine nasıl gelecektik, Göreyim diye Yapardım bunları. Gel de taçlar takayım, Gel, sağlık esenlik delikanlısı, Gel, kelebek kravatlı civan; Sen ey, Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi: Pırıl pırıl insan; Madem, geç vakitlere dek, Kalınamıyor daha kayalıklarda; Bari aramızda konuşalım, Gel, Şöylece bir, olduğumuz gibi; Çiğ için olmadıktan sonra, Şiirlerde n'olacak yani? Bir ağu hançerin, İçimize işlediği bu gece için Olmadıktan sonra; Şiirlerde n'olacak yani? Bu tan kızıllığı için, Olmadıktan sonra; İnsanın vurulmuş yüreğinin, Ölüme hazırlandığı, Şu viran köşe için olmadıktan sonra Şiirlerde n'olacak yani? En çok gece, geceleyin: Kıyamet gibi yıldızlardır, Dolmuşlar hepten ırmağa; Bir kurdele gibiler, Fakir fukara dolu evlerin Pencerelerindeki.. Bir ölen var, Onların evlerinde; Bürolarda, hastanelerde belki, Belki asansör ve madenlerde, İşlerinden oldular. Onulur şey değil yaraları, Yaratıklar, Acı çekiyorlar. Her yanda dert yanış, Her yanda, Vay şuymuş vay bu; Pencereler, Göz yaşıyla dolu, Aşınmış eşikler, Göz yaşından; Yüklükler ıslak, Bir dalga gibi Halıları dişlemeye gelen Göz yaşından, Oysa ki yıldızlardır akar Uçsuz bucaksız bir nehirde. Federico, Dünyayı görüyorsun. Yolları görüyorsun, Sirkeyi görüyorsun; Birkaç ayrılıştan, Taşlardan, raylardan gayrı, Kimseciklerin kalmadığı, Köşeden: Duman ha deyince, Zalim tekerleklerine; Hoşça kalları görüyorsun, İstasyonlardaki.. Her yanda, sorunlar koyuyorlar, Çeşit çeşit insan var: Kanlı bıçaklı kör var, Öfkelisi, ümitsizi var, Yoksul var, tırnak ağaçları var; Şunun bunun sırtından, Geçinmek sevdasıyla; Harami var. Hayat böyle, Federico, Ey babayiğit, Ey kara sevdalı adam. Sana, Dostluğumun sunabileceği şey İşte bunlar.. Sen de epeyce şey biliyorsun Şimdiden. Yavaş yavaş, daha da, Öğreneceklerin var. Çeviren: Enver Gökçe Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 5 Şubat , 2008 UNUTMAK YOK Bunca zamandır nerede olduğumu soracak olursan "Oldu birşeyler" demeliyim oturmalıyım bir taşa kararan dünyada, kendini yemiş bitirmiş bir nehirde. Korumasını bilmiyorum yitirdiklerini kuşların Geride bıraktığım denizi ya da çığlığını kızkardeşimin. Nedir bu toprağın zenginliği? Gün neden günle kapanıyor? Neden karanlık gece çalkalanıyor ağzımda? Ve ölüm neden? Nereden geldiğimi sormayacak mısın? Anlatayım sana; Kırık şeyleri Acılı kapları Sık sık tozlanan koca sığırları ve tutulu kalbimi. Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler, ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan. Ağlayan yüzlerdir bunlar, Parmaklardır gırtlağımızdaki, ve toprağa düşen yapraklardır. Yiten günün karanlığıdır. Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki. İşte menekşeler ve işte kırlangıçlar, Sevdiğim her şey Tatlı mesajlar veren günbegün açıkta zaman tatlılığı artan. Kaçamayız biz; Dişlerimizin arasından: Neden kemiriyor boşa giden zaman sessizlik kabuğunu? Ne yanıt vereceğimi bilmiyorum. O kadar çok ki ölümüz Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar Ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler Ve o kadar çok ki unutmak istediklerim. Çeviren:Kenan Gülbağ Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2008 neruda kaldı böyle şairlerrrrr nerudaaaaa Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2008 BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara. . . . . Bu şiire bayılırımmmm. Pablo Neruda'ya gelince, o benim en sevdiğim şairlerden birisidir. Öyle ki en büyük hayallerimden birisi de onun Şili'deki evini ziyaret etmektir. Şilili bir arkadaşım var, Viviana, o bu hayalimi bildiğinden bir gece rüyasında beni Neruda'nın evine götürmüş fakat dönerken beni yolda kaybetmiş gerçi rüya iyi başlamış ama bu kaybolma mevzusundan dolayı sonuna doğru maalesef biraz kabusa dönmüş ama ben yine de en azından rüyada bile olsa bu çok istediğim evi görebilmişim Bu arada Nazım Hikmet ile Pablo Neruda'nın çok iyi iki arkadaş olduğunu biliyor muydunuz? Öyle ki 20. yüzyılın ilk yarısı için dünyanın en iyi şairleri arasında adı anılan Nazım'dan fazlasıyla etkilenen Neruda, Isla Negra'daki evinin tavanına Nazım'ın adını kazıyarak ona yaşamında ne kadar önem verdiğini de göstermiştir. Neruda, Nazım ile yaptığı sohbetlerine eserlerinde de yer vermiş, ondan bahsederken ise her zaman "Büyük Şair", "Efsaneleşmiş Edebiyatçı" gibi hitaplar kullanmıştır. Bunun yanısıra Neruda genellikle "Şili'nin Nazım'ı" olarak da anılmıştır. Bu iki dostun adı günümüzde, Datça'daki Nazım Hikmet Cad. Pablo Neruda Sok. adresinde ayrılmayacak şekilde son bir kez yeniden bir araya getirilmiştir. Nazım öldükten sonra Neruda onun için bir şiir yazmış ve bu durumdan duyduğu acıyı şu sözlerle dile getirmiştir. GÜZ ÇİÇEKLERİNDEN NÂZIM'A ÇELENK Niçin öldün Nâzım? Ne yaparız şimdi biz şarkılarından yoksun? Nerde buluruz başka bir pınar ki onda bizi karşıladığın gülümseme olsun? Seninki gibi ateşle su karışık acıyla sevinç dolu, gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım? Kardeşim, öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende, denizden esen acı rüzgâr kapacak olsa bunları bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir, yaşarken Seçtiğin ve ölümden sonra sana barınak olan oraya, uzak toprağa düşerler. Al sana bir demet Şili kasımpatlarından, Al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını, halkların savaşını, kendi dövüşümü ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü Kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz, Çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret, Benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma güç Veren dostluğundan yoksun. Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle, Zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten, Zulmün izlerini görmüştüm ellerinde, Kinin oklarını aramıştım gözlerinde, Ama parlak bir yüreğin vardı, Yara ve ışık dolu bir yürek. Ne yapayım ben şimdi? Tasarlanabilir mi dünya Her yana ektiğin çiçekler olmadan? Nasıl yaşamalı seni örnek almadan, Senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan? Böyle olduğun için teşekkürler, Teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için. Çeviren: Ataol Behramoğlu LATİN AMERİKA'NIN BÜYÜK YÜREĞİ, ŞİİR TANRIM SENİ SEVİYORUM... Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Evet ozaman bildiginiz şeyleri biraz daha göz önüne getirelim Gloria...ben nekadar okusam bıkmam ne şiir den nede yeri doldurulmıyacak üstadlaydan!!! Oyuncaklarla oynamayan, onların büyülü dünyasından uzaklaşan bir insan asla şair olamaz; 'Şiir' adını verdiği dizeleri alt alta kurabilir ama onların arasından bir şair asla göz kırpmaz okura. Şair yüreği ancak oyuncakların koruduğu bir ortamda büyüyebilir. Oyuncaklar, muhafızlarıdır şairin. Temuco'da okuma, yazma bilen insan sayısı çok azdır. Bu yüzden, her dükkânın tabelasında satılan malla ilgili bir resim vardır. Düğme resmi o mağazanın bir manifaturacı olduğunu, ayakkabı resmi de içerde ayakkabı satıldığını anlatır. Ne gariptir ki, yazının yerini resimlerin aldığı bu kent dünya edebiyatının en büyük isimlerinden birinin çocukluğuna tanıklık etmiştir!.. Ricardo Neftali Reyes Basoalto 'dur çocuğun adı. Babası, tren yollarına çakıl taşıyan bir yük treninde şeflik yapmaktadır. Annesi... 12 Temmuz 1904'te dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ölür annesi. Ondan geriye yalnızca siyah elbise giymiş bir kadın resmi kalır; bir de annesini anlatmasını istediği yakınlarından duymaya alıştığı şu söz: ''Annen şiiri çok severdi'' Neruda'nın sakallı heykeli... Evlerinin arkasındaki arsayı çevreleyen tahta perdedeki deliği keşfeder bir gün. Delikten baktığında, yabani otların boy verdiği başka bir arsa görür... Ama delikte birden beliren bir çocuk eliyle geri çekilir. Tahta perdenin dibinde oyuncak bir koyun durmaktadır! Solmuş yünden yapılan bu koyun, altında bir zamanlar tekerlekleri olan bir oyuncaktı. Tekerlekler yoktu ama takıldıkları yerlerin izleri kalmıştı. Tahta perdenin arkasındaki gizemli arkadaşının armağanı karşılıksız kalamazdı elbette; O da eve koşarak kendisine ayırdığı yeni açmış, çok güzel kokan bir çam kozalağını delikten tahta perdenin öbür tarafına atar. Bu güzel günü şöyle anımsayacaktır yıllar sonra: ''Küçük çocuğun elini bir daha hiç görmedim. Böylesine güzel bir oyuncak koyuna da hiç rastlamadım. Bana verilen bu armağanı bir yangında kaybettim. Bugün bile ne zaman bir oyuncakçı dükkânının önünden geçsem, gözüm vitrinde böyle bir oyuncağı arar boşuna. Böylesine güzel bir koyunu bir daha yapmamışlardı.'' Şilili bu çocuğun adına, Prag'ın Mala Strana semtine dikilen bir heykelde rastlarız. Bunun nedeni, Çeklerin onun yazdığı ilk şiirlerden haberdar olmaları ve çok sevmeleri değildir. On dört yaşına geldiğinde, edebiyatla ilgilenmesini istemeyen babasından dergilerde yayımlanan ilk şiirlerini gizlemek için kendine bir takma ad aramaya koyulur. Bulur da! Bir dergide Çek edebiyatının ünlü ismi 'Neruda' nın adına rastlar. Aradan yıllar yıllar geçer ve yolu bir gün Prag'a düşen Şilili şair Pablo Neruda bir demet çiçek bırakır, Çek yazar Neruda'nın sakallı heykelinin ayakları dibine!.. Oyuncaklarla oynamayan, onların büyülü dünyasından uzaklaşan bir insan asla şair olamaz; 'Şiir' adını verdiği dizeleri alt alta kurabilir ama onların arasından bir şair asla göz kırpmaz okura. Şair yüreği ancak oyuncakların koruduğu bir ortamda büyüyebilir. Oyuncaklar, muhafızlarıdır şairin. Bana inanmayanlar, Pablo Neruda'ya kulak versinler: ''Evimde irili ufaklı bir sürü oyuncak bulundururum, oyuncaksız yaşayamadım. Oyuncakla oynamayan bir çocuk, çocuk sayılmaz. Fakat oynamayan bir insan çocuk yanını ömrü boyunca yitirmiş olur ve bunun yoksulluğunu çeker. Ben evimi bir oyuncak gibi yaptım ve bu evle sabahtan gece yarılarına kadar oynadım.'' İlk kitabını on dokuz yaşında, babasının armağan ettiği saati satarak çıkaran Pablo Neruda'nın şiirleri de payına düşeni alır bu oyuncaklı dünyadan. İşte, Neruda'nın '20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı' adlı kitabından birkaç dize: Oyuncaklardır günler dünya aydınlığında. İnce konuğum benim çiçeklerle, sularla gelen. Sen daha beyazsın bu sıktığım küçük yüzden Ellerimin arasında her gün bir salkım gibi. Sayısız dostlarından biri, Pablo Neruda'yı ziyaret etmeye karar verir. Ne de olsa Neruda onun evine gelmiş, yanında da armağan olarak kırmızı renkte bir kadeh getirmiştir... Avrupa'daki bir arkadaşına telefon açar ve ondan Neruda'nın adresini ister. Bu istek, bir gün bile yaşamaz yorgun yüreğinde; çok değil, ertesi gün sırtı duvara dayalı bir şekilde yere oturur ve kalakalır öylece!.. Silahlarla korunan Barış Ödülü Son nefesinde, yıllardır uzak kaldığı memleketini görme arzusuyla, Neruda'ya gitme isteği el ele tutuşur böylelikle. Daktilosunun iç cebindeki küçük bir kâğıt parçasında, elyazısıyla yazdığı Neruda'nın adresi durmaktadır hâlâ... O daktilonun tuşlarına dokunan parmaklar, Nâzım Hikmet 'in parmaklarıdır!.. Pablo Neruda 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü almış... Kimin umurunda!?. Nâzım Hikmet 'in daktilosunun iç cebinde adresinin çıkmasından daha büyük bir ödül olabilir mi?.. Bir de, öldürülen bir devrimcinin sırt çantasında şiir kitaplarından birinin bulunmasından. Hele de o devrimci 'Ernesto Che Guevara' adını taşıyorsa!.. Nâzım Hikmet ve Pablo Neruda'nın dostlukları İstanbul'a taşınır yıllar sonra. Nasıl mı?.. Dünya Barış Kongresi'nin 22 Kasım 1950'de Varşova'da yapılan ikinci toplantısına Nâzım Hikmet de davet edilir. Şaire, Pablo Neruda, Pablo Picasso, Paul Robeson ve Wanda Jekuboswka ile birlikte Barış Ödülü verilecektir. Nâzım, cezaevinde olduğu için törene katılamaz ve ödülü ona iletmek üzere Neruda alır. İki şair 1951'de Moskova'da bir araya gelirler ve Neruda bir yıl sakladığı ödülü Nâzım Hikmet'e verir. O Barış Ödülü, İstanbul'da, 2004 yılının yaz aylarında yapılacak zirveden dolayı 'NATO Vadisi' ilan edilen, girişin, çıkışın yasaklandığı, eli silahlı binlerce insanın Irak halkına ölüm yağdıranları koruduğu bölgenin hemen yanındaki Sıraselviler Caddesi'nde bulunan Nâzım Hikmet Vakfı'nda sergilenmektedir! Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 "Büyüyünce ne olmak istersin?"... Çocukken hepimiz karşılaşmışızdır bu soruyla. Nazım Hikmet sorunun yanıtını 52 yaşında iken yazdığı şiirinde verir. "Çocukken postacı olmak isterdim. Şairlik filan yoluyla deği| ama basbaya, sahici postacı" Genç posta dağıtıcısı kapısını çaldığı Pablo Neruda'ya hayranlıkla bakarak "Ah ben de postacı olmak isterdim" der... Ünlü şair mizah dolu bir yanıt verir: "Yavrucuğum Şili"de herkes ozandır zaten. Postacılığı sürdürmen daha ilginç. Hiç değilse, Çok yol yürür ve Sişmanlamazsın. Şili'deki tüm ozanlar davul gibi." Postacı ve şair arasındaki konuşma Şöyle gelişir: -Demek istiyorum ki, ozan olsaydım söylemek istediğim her şeyi söyleyebilirdim. -Ne söylemek istiyorsun peki? -İste asıl sorun bu ya. Ozan olmadığım için söyleyemiyorum. Neruda, genç postacıya sahili izleyerek körfeze gitmesini ve yol boyunca denizi gözlemleyerek metaforlar üretmesini önerir. Metaforun ne olduğu nu öğrenmek isteyen postacıya örnek olsun diye de, bir şiirini okur: "Burada, adada ne çok deniz / Her an kendinde doğuyor. Diyor ki evet, diyor ki hayır, hayır / Evet diyor maviler içinde, köpükler içinde, hızlı hızlı / Diyor ki hayır, hayır / Sakin duramıyor hiçbir zaman / Sürekli çarparak bir kayaya, ama başaramayarak onu inandırmayı / Benim adım deniz diyor / Böylece yedi yeşil diliyle, yedi denizden ona doğru koşuyor / Onu öpücüklere boğuyor, ıslatıyor / Adını yineleyerek göğsünü dövüyor." Dizelerden etkilenen postacının, "Sizin sözcüklerinizle sallanan bir gemi gibi duydum kendimi" sözü üzerine gülümser Neruda, "İşte bir metafor yaptın." Ve böylelikle güzel bir dostluk başlar, Şili'li sair Pablo Neruda ile postacı Mario Jimenez arasında!... Bir gün Mario aşık olduğunu açıklar. Neruda, "Ağır bir hastalık sayılmaz, çaresi var" diyerek kızın adını sorar. Postacı aşık olduğu kızın adını söyleyince İtalyan Şair Dante'yi anımsar Neruda:."Beatrice". Dante, ilk kez dokuz yaşındayken karşılaştığı Beatrice Portineri'yi on sekiz yaşına geldiğinde yeniden görür ve kendisine gülümsemesi üzerine aşık olur... Beatrice'in ölümünden dört yıl sonra da ona yazdığı siirleri, hatıraları topladığı ünlü yapıtı Yeni Hayat'ı yayınlar. Dünya edebiyatına ölümsüz bir yapıt bırakan bu aşk şiirimiz de, Cemal Süreyya'nın dizeleriyle çıkar karşımıza: "Kökü dışarda bir aşk. Dante ile Beatrice'inkine Fena öykünüyor." Postacı Mario, sevgilisini anlatırken Neruda'ya, partisi tarafından Şili Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterildiği haberi gelir. Cumhur Başkanlığı'na Allende seçilince, kazanmaya umutlu olmayan şair yeniden köyüne döner. 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Neruda, daha sonra Paris'e büyükelçi olarak gönderilir. Şair ile postacı arasındaki dostluk asla kopmaz. Sürekli olarak mektup yazan Neruda, postacı dostuna ses alma aracı göndererek şunları ister: "Denizi özlüyorum. Kuşları özlüyorum. Bana evimin seslerini gönder. Bahçeye gir ve çanları çal. İlk önce rüzgarın hareketiyle sallanan kücük çanların ince seslerini kaydet, sonra büyük çanın ipini beş, altı kez çek. Kayalıklara yürü Mario, dalgaların patlayışını kaydet." Mario Jimenez, şair dostunun "metafor"a ihtiyacı duyduğunu çok iyi anlayarak isteğini yerine getirir. Pablo Neruda evine döndüğünde oldukça hastadır. Ama, kısa bir süre sonra çok sevdiği ülkesinde büyük bir düş kırıklığı yaşar: Şili'de faşistler yönetimi ele geçirirler... Dikta rejiminin askerleri şairin evini abluka altına alırlar. İstedikleri, zaten hasta olan devrimci şairin bir an önce ölmesidir. Ama Mario, şairin kapısını çalmayı başarır. Neruda, yıllar önce kendisine şair olmak istediğni söyleyen postacı dostunu görünce tutamaz gözyaşlarını... Beatrice ile evlenmiş bir de oğlan babası olmuştur Mario... Neruda, hasta yatağından kalkıp pencereden denizi görmek ister ama Mario, "Serin bir rüzgar esiyor" diyerek karşı çıkar. Neruda'nın yanıtı muhteşemdir: "Ne gizlemek istiyorsun benden. Belki de pencereyi açtığımda deniz artık orada, aşağıda olmayacak?!.. Onu da mı götürdüler?!" Faşistlerin şaire ulaşmasını yasakladıkları telgrafları ezberleyen Mario, hepsini birer birer okur!.. Son anlarında hastaneye kaldırılan Neruda'nın Şili'deki tüm ozanlarınkine benzeyen "davul gibi" bedenini çürümeye yolculayanlar arasında sadık dostu Mario Jimenez de vardı... Böylelikle şairin iki dizesi gerçek olur; "ve çekip gidecekse bu can tenden neden böyle sadık bana iskeletim?" İstanbul'da en zor bulunan şeylerin su katılmamış süt, temiz sokak, dolu olmayan tramvay, muz ya da, hastanede boş yatak değil, posta pulu olduğunu 1935 yılında yazan Nazım Hikmet'in ölümünün ardından anısına bir posta pulu bastırılır... Neruda ile deniz arasına giren "haramiler" Nazım Hikmet ile oğlunun arasına da girerler. Ve Nazım, çocukken postacı olmak istediğini açıklayan şiirini şöyle bitirir: "Moskova'da mekupları birer birer kendim dağıtırım adreslerine. Yalnız Memed'in mektubunu götüremem yerine, hatta yollayamam. Nazım'ın oğlu; Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Nazım'a Bir Göz Çelengi Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi? Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta. Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa. Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan Halkların kavgasını ve kavgamı benim Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan... Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz. Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun dostluğumuzdan, bana ekmek olan, rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları Ellerinde izi vardı eziyetlerin Hınç oklarını aradım gözlerinde Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ışıklar içinde. Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 FEDERICO GARCIA LORCA’YA YANIK ŞİİR Issız bir evde, Korkudan ağlayabilseydim; Gözlerimi çıkarabilsem de, Yiyebilseydim; Senin sesin için yapardım Bunları, Yaşlı portakal ağacı sesin; Senin şiirin için yapardım Bunları, Çığlık çığlığa fışkıran şiirin. Baksana, Maviye boyuyorlar hastaneleri, Senin için; Kıyıdaki kenar mahalleleri Ve okullar, Senin için büyüyorlar; Tüy salıyorlar, Yaralı melekler; Pullar örtünüyor, Düğün balıkları; Deniz kestaneleri, Göğe uçuyorlar; Siyah tülleriyle terzi dükkanları: Kanla doluyorlar, kaşıklarla, Senin için; Ve Yutuyorlar, Yırtılmış kurdeleleri; Öz canlarına kıyıyorlar, Öpüşe öpüşe; Ve ak sadeler giyiniyorlar. Bir şeftali ağacı Giyinip de, Kuş gibi seğirtirken sen; Kasırga gibi fırıl fırıl, Bir pirinç gülüşüyle gülerken; Türküler çağırdığında; Allak bullak ederken, Atardamarlarını, Dişlerini, gırtlağını, Parmaklarını; Vay ne şirindin, Kahrolurdum ben Kahrolurdum ben Kızıl göller için: Güz ortasında bir şahbaz at Ve kana belenmiş bir tanrıyla, Beraber yaşadığın. Kahrolurdum ben, Mezarlıklar için: Gece, sesi kısılmış Çanlar arasından, Suyla, mezarlarla küllenmiş Nehirler gibi geçen; Nehirler: Hasta asker koğuşları sanki, Tıklım tıklım dolu; Ve matem yağlı ölüme, Çürük taçlı mermer şifreli ölüme, Nehir nehir gelen ölüme doğru; Birdenbire taşıveren nehirler. Gece, ayakta, ağlaya ağlaya, Boğulmuş çarmıhların geçişini Seyrederken sen; Kahrolurdum seni görmek için: Bak, Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun Perperişan; Garip kalmış köşelerde başın, Durmaz ha, durmaz gözlerin Ağlar yaşın yaşın. Gece ve çıldırasıya yalnız, Külleri ısıra ısıra; Dumanı, gölgeyi, unutmayı: Siyah bir huniyle yığabilseydim, Trenlerin, gemilerin üstüne; Filizlendiğin ağaç için, Yapardım bunları, Topladığın, Yaldızlı su yuvaları için; Sarmaşık için, Yapardım bunları; Gecenin sırrını sana ileterek, Kemiklerini saran Sarmaşık için. Islak soğan kokusu gelen Şehirlerden, Seni bekliyorlar; Boğuk bir sesle, Şarkı söyleyerek Geçesin diye. Yeşil kırlangıçlar, Saçlarının arasına yapıyorlar, Yuvalarını; Dilsiz sperma sandalları, Peşin sıra geliyorlar; Sümüklü böcekler, haftalar, Yelkenleri düşürülmüş serenler, Kirazlar da, Dönüveriyorlar ossaat: Gözükünce solgun başın, On beş gözlü başın, Al kan içindeki ağzın. Şehrin otellerini, İsle doldurabilseydim; Hıçkıra hıçkıra, Yok edebilseydim Çalar saatları; Ezik dudaklarıyla yaz ayı, Evine nasıl gelecek, Göreyim diye Yapardım bunları; Yığın yığın insanların, Melil mahzun tantanalarıyla Ülkelerin, İşlemez sabanların, Gelincik çiçeklerinin; Mezar kazıcıların, süvarilerin, Kanlı haritaların, gezegenlerin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. Küllerle örtülü dalgıçların, Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş Meryem Ana tasvirlerini Sürüte sürüte gelen maskelerin; Damarların, köklerin, hastanelerin, Karıncaların, su gözelerinin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. İçine kapanmış atlının Örümcekler arasında öldüğü Bir yatakla, Gecenin; Kinden, dikenlerden bir gülün, Sarıya çalan bir geminin, Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin; Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye: Yapardım bunları. Ben, Oliverio, Norah, Vicente Aleixandre, Delia, Maruca, Malva, Marina, Maria Luisa, Larco, La Rubia, Rafael Ugarte, Cotapos, Rafael Alberti, Carlos, Manolo Altolaguirre, Bebé, Molinari, Rosales, Concha Méndez, Ve daha da unuttuklarım; Evine nasıl gelecektik, Göreyim diye Yapardım bunları. Gel de taçlar takayım, Gel, sağlık esenlik delikanlısı, Gel, kelebek kıravatlı civan; Sen ey, Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi: Pırıl pırıl insan; Madem, geç vakitlere dek, Kalınamıyor daha kayalıklarda; Bari aramızda konuşalım, Gel, Şöylece bir, olduğumuz gibi; Çiğ için olmadıktan sonra, Şiirlerde n'olacak yani? Bir ağu hançerin, İçimize işlediği bu gece için Olmadıktan sonra; Şiirlerde n’olacak yani? Bu tan kızıllığı için, Olmadıktan sonra; İnsanın vurulmuş yüreğinin, Ölüme hazırlandığı, Şu viran köşe için olmadıktan sonra Şiirlerde n’olacak yani? En çok gece, geceleyin: Kıyamet gibi yıldızlardır, Dolmuşlar hepten ırmağa; Bir kurdele gibiler, Fakir fukara dolu evlerin Pencerelerindeki.. Bir ölen var, Onların evlerinde; Bürolarda, hastanelerde belki, Belki asansör ve madenlerde, İşlerinden oldular. Onulur şey değil yaraları, Yaratıklar, Acı çekiyorlar. Her yanda dert yanış, Her yanda, Vay şuymuş vay bu; Pencereler, Göz yaşıyla dolu, Aşınmış eşikler, Göz yaşından; Yüklükler ıslak, Bir dalga gibi Halıları dişlemeye gelen Göz yaşından, Oysa ki yıldızlardır akar Uçsuz bucaksız bir nehirde. Federico, Dünyayı görüyorsun. Yolları görüyorsun, Sirkeyi görüyorsun; Birkaç ayrılıştan, Taşlardan, raylardan gayrı, Kimseciklerin kalmadığı, Köşeden: Duman ha deyince, Zalim tekerleklerine; Hoşça kalları görüyorsun, İstasyonlardaki.. Her yanda, sorunlar koyuyorlar, Çeşit çeşit insan var: Kanlı bıçaklı kör var, Öfkelisi, ümitsizi var, Yoksul var, tırnak ağaçları var; Şunun bunun sırtından, Geçinmek sevdasıyla; Harami var. Hayat böyle, Federico, Ey babayiğit, Ey kara sevdalı adam. Sana, Dostluğumun sunabileceği şey İşte bunlar.. Sen de epeyce şey biliyorsun Şimdiden. Yavaş yavaş, daha da, Öğreneceklerin var. (Türkçeye çeviren: Enver Gökce) Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2008 Paylaşımın için teşekkür ederim arkadaşım. Yazdıklarının içinden Che ile ilgili kısmı bilmiyordum bunu da sayende öğrenmiş oldum Neruda örnek alınacak bir insan, dostluklarını bile düşünce yapısını gözardı etmeden seçmiştir. Kafasının çok net olduğunun bir göstergesidir bu Hayranlığımın bir başka açıdan değerlendirilişi de bu olsa gerek herhalde Ruhlar Evi isimli filmi bilirsin, bu film Şili-Pinochet Darbesinden bahseder. Film, Isabel Allende'nin aynı isimli kitabından sinemaya uyarlanmıştır. Isabel Allende, Şili'de ilk defa demokratik bir seçimle başa gelen Salvador Allende'nin kızıdır ve Pinoche Darbesi, Allende hükümetine karşı gerçekleştirilmiştir. Allende aynı zamanda Güney Amerika'nın ilk sosyalist lideridir de... Che, Allende için "Aynı hayali farklı yollardan gerçekleştirmek isteyen dostum" diye bahseder. Allende gerçekten de Che ile aynı hayali farklı yollarda gerçekleştirmiş de ama bu onun maalesef sonuna zemin hazırlamıştır. "Bu vatanı vatan yapan ilkeleri savunmanın bedelini, hayatımla ödüyorum. halkım sakin olmalı, provokasyon ve katliama yol açacak intikam duygularına kapılmadan, daha iyi bir yaşam kurma hakkını savunmalı." (Salvador Allende) Bu arada hazır Allende'den bu kadar bahsetmişken şunu da eklemeden geçmeyelim. 1979 yılında Ecevit hükümeti için Süleyman Demirel'in söylemiş olduğu trajikomik bir söz vardır. Ben bu sözleri ilk duyduğumdan bu yana gülsem mi ağlasam mı bir türlü karar verememişimdir. Belki sen bana karar verme konusunda yardımcı olabilirsin "Bunların gidişi Allende gidişi. sonları aynı mı olur, ayrı mu olur bilmem" (Süleyman Demirel) Evet neden Allende'den bu kadar bahsettim şimdi ona gelelim... Tabii ki ondan bahsetme sebebim, Sevgili Neruda'mın dostlarından biri olmuş olmasıdır. Neruda, 1970'de Şili başkanlığına aday gösterilmiş ancak O başkanlık yerine Salvador Allende'yi desteklemeyi tercih etmiştir. Allende de başkan olunca Neruda'yı Şili'nin Fransa elçisi olarak görevlendirmiştir Böylece sağlık sorunları ortaya çıkana kadar, yaklaşık 2.5 yıl boyunca Neruda Şili'nin Fransa elçiliği görevini üstlenmiştir. Neruda, 1973'te kansere yakalanmış ve Allende'ye karşı düzenlenen askeri darbeden 10 gün sonra yani 23 Eylül 1973'de, 69 yaşında Santiago'da hayata gözlerini kapamıştır. Kimbilir belki de artık o güzel yüreği ve gözleri ülkesinde yaşanacak olan bu çirkin şeyleri görmek istememiştir. Bilinçli bir ölüm gibi değil mi? Neruda, düşünceli ve duygusal bir insandır öyle ki başka bir ad altında Los versos del Capitan (Kaptanın Dizeleri) adlı bir şiir kitabı yayınlamış ve bu kitabın şairi olduğunu da 10 yıl boyunca herkesten saklamıştır. Bunu yapma nedeni ise 1955 yılında üçüncü evliliğini yaptığı Matilde Urrutia'ya aşkını şiirlerle ilan ederken, bir önceki karısını incitmek istememesidir. Matilde'ye Sone Seni sevdiğimi göreceksin Sevmediğim zaman, Çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat. Bir sözcük Sessizliğin kanadı olur bakarsın, Ateş de pay alır kendine soğuktan. Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni, Sana olan sevgimi Sonsuzlaştıracak Bir yolculuğa yeniden başlamak için: Bu yüzden şimdilik Sevmiyorum seni. Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun Ve hüzün dolu Belirsiz bir yarının anahtarları Hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni. Sevgimin iki canı var seni sevmeye. Bu yüzden sevmezken seviyorum Seni Ve bu yüzden severken seviyorum seni. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 7 Kasım – Zafer Günü İçin Kaside Bu çifte yıldönümünde, bu günde, bu gecede, bulacaklar mı ıssız bir dünyayı, karşılaşacaklar mı umutsuz yüreklerdeki derin boşlukla? Hayır, saatleriyle bir günden daha fazlası, aynaların ve kılıçların bir geçit töreni bu, gecesel köklerinden şafağı burkana dek geceye çarpan çifte bir çiçektir bu. İspanya’nın Güney’den gelen günü, cesur gün demirden tüyüyle, oradan geliyorsun sen, çatlamış alnıyla düşen son kişiden ve ağzında senin yanan sayılarınla! Ve oraya gidiyorsun bizim hâlâ yaşayan anımızla: gündün sen, kavgaydın sen, destekliyorsun görünmeyen sütunu ve kaçışı barındıran rakamındaki kanın doğacağı yeri! Yedi, Kasım, nerede yaşarsın? Nerede alazlanır yapraklar, biradere nerede söyler doğrul diye vızıltın ve düşene: ayağa kalk! Nerede büyür kanının defnesi ve sızar insanın zayıf etine ve yükselir havaya biçimlemek için kahramanı? Sende, yeniden, Birlik, sende, yeniden, ey dünya halklarının bacısı, ey temiz memleketi Sovyetler’in. Bütün dünyaya yayılmış yapraklar gibi büyük tohumun döner sana. Kavganda, hiçbir ağlayış kalmadı artık ey halk! Her şey demirden olacak, her şey dolanıp yaralayacak, her şey kavranılmaz sessizlik bile, kuşku bile, evet, kış elleriyle kuşku bile arayacak yüreklerimizi dondurmak ve batırmak için, her şey, sevinç bile, her şey demirden olacak, zaferde yardımcı olmak için sana, ey bacı ve anne. Seni inkar edene tükürülsün! Saatlerin saatinde alsın cezasını o sefil, kan revan içinde, dönsün korkak karanlık evine, bulsun defne yürekli olanı, o cesur yolu, dünyayı savunan o kardan ve kandan cesur gemiyi! Selâmlıyorum seni, Sovyetler Birliği, bu günde, tevazu ile: yazar ve şairim ben. Babam demiryolu işçisiydi: yoksulduk her zaman. Seninleydim dün, uzaklarda, o büyük yağmurlu küçük ülkemde. Orada büyüdü alazlı adın, ve halkın bağrında yandı, cumhuriyetimin yüce göğüne dokunana dek! Bugün seni düşünüyorum, herkes seninle! İşlikten işliğe, evden eve, kırmızı bir kuş gibi uçuyor adın. Kahramanlarınındır onur ve kanının her damlasınındır, saf ve mağrur meskenini savunan yüreklerden o muazzam birikimindir onur! Seni doğuran o acı ve kahraman ekmeğindir onur, açılırken zamanın kapıları halktan ve demirden ordun şarkı söyleyip yürürken kül ve ıssız toprak arasında, katillerin üzerine doğru, zaferin temiz ve kutsal toprağında bir ay gibi büyük bir gül ekmek için. Pablo Neruda (“Üçüncü Konaklama” kitabının 5. bölümünden) Çeviren: İsmail Aksoy Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 8 Eylül Bugün olan gün ağzına dek dolu bir kadehti, bugün olan gün muazzam bir dalgaydı, bugün bütün bir dünyaydı. Bugün yükseltti dalgalı deniz bizi bir öpüşün doruğuna, ki titremiştik bir yıldırımın çakışında, ürkmüştük ve dibe batmıştık birbirimizin kucaklayışında. Bugün yaymıştık bedenlerimizi sonsuzca, büyümüştük dünyanın sonuna doğru ve kaynaşmıştık birbirimize sarmalanmış olarak tek bir damlasında balmumunun ya da meteorun. Yeni bir kapı açıldı aramızda ve henüz yüzü olmayan biri, oturdu ve bekledi bizi orada. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Aksoy (“Kaptanın Dizeleri”nden) Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Acı Çekmedim Fakat acı çektim mi? Acı çekmedim. Sadece halkımın acı çekmesinden ötürü acı çekiyorum. Yaşıyorum içinde, yaşıyorum anayurdumda, bir hücre gibi o sonsuz ve alazlı kanda. Zamanım yok kendi acılarıma. Kimse acı çekmemi sağlayamaz bana temiz güvenlerini veren bu hayatlar olmadan, ve bir hain gibi bıraktı ölü mağaranın dibine vursun diye, ne ki geri döneceğiz oradan ve yükselteceğiz gülü. Cellat benim yüreğimi yargılasın diye baskı yaptığında yargıçlara, açtı o kararlı kitle, halkım, o muazzam labirentini, aşklarının uyuduğu o bodrumu, ve orada tuttular beni, gözetleyerek ışık ve hava gelinceye dek. Söylemişlerdi: “Borçlusun bize, sensin koyacak o soğuk işareti o kötücül kirli isme”. Acı çektim, sadece acı çekememekten ötürü. Biraderlerimin karanlık hapishanelerinden geçememekten ötürü, bütün acılarımla bir yara gibi, ve her bir topallayan adım yetişti bana, senin sırtına inen her bir darbe paraladı beni, senin şehadetinden her bir damla kan kanayan şarkıma sızdı gitti. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Aksoy (“Evrensel Şarkı”nın “Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi” adlı bölümünden) Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Açlık Ve Öfke Elveda, elveda çiftliğine, fethettiğin gölgeye, o berrak dala, kutsanmış toprağa, öküze, elveda esirgenen suya, elveda bayırlara, yağmurla gelmeyen müziğe, o kupkuru ve taşlı sabah kızıllığının solgun kemerine. Juan Ovalle, sana elimi verdim, susuz eli, taştan eli, duvardan ve kuraklıktan bir eli. Ve dedim ki sana: beddua et o koyu kahverengi kuzuya, o en merhametsiz yıldızlara, kurşun renkli bir diken gibi aya, gelinsi dudakların kırılmış dallarına, fakat dokunma insana, dökme henüz kanını insanın dokunarak damarlarına, boyama henüz kumu kanla, vadiyi yangınlar içinde bırakma düşmüş atardamar dallarının ağaçlarıyla. Juan Ovalle, öldürme. Fakat elin yanıtladı beni: “Bu toprak öldürecek, intikam almak isteyecek geceleri, acılığında zehirden bir rüzgârdır o yaşlı kehribar hava, ve gitar benziyor bir suçlunun sopasına, ve bir bıçaktır rüzgâr”. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Aksoy “Evrensel Şarkı”dan Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Adada Gece Bütün gece seninle yattım denizin yakınında, adada. Yabanıl ve uysaldın sevinçle uyku arasında, ateşle su arasında. Belki çok geç birleşti düşlerimiz dorukta ya da dipte, aynı rüzgârla kımıldayan dallar gibi yukarıda, birbirine dokunan kızıl kökler gibi aşağıda. Belki ayrıldı düşün benimkinden ve aradı beni önce olduğu gibi karanlık denizde, sen henüz kendin değilken, ben farkında değilken senin yelken açmış geçiyordum yanından, ve gözlerin aradı şimdi sana cömertçe verdiğimi - ekmeği, şarabı, aşkı ve yabansılığı - çünkü hayatımın armağanlarını beklemiş kadehsin sen. Seninle yattım bütün gece, karanlık toprak dönerken yaşayanlarla ve ölülerle, ve ansızın uyandığımda, henüz tam karanlık değilken, kaydı elim belinde. Ne gece ne de uyku ayırabilirdi bizi. Seninle yattım, ve uyandığımda, ve ağzın kurtulduğunda düşünden, verdi bana toprağın lezzetini, deniz suyundan, yosundan, hayatının derinliğinden, ve aldım öpüşünü, sabah kızıllığıyla ıslanmış, bizi çevreleyen denizden bana gelmiş. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Aksoy “Kaptanın Dizeleri” nden Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Adada Rüzgâr Bir attır rüzgâr: denizde, gökte devineni dinle. Götürmek ister beni: dinle nasıl devinir dünyada taşımak için beni uzaklara. Sakla beni kollarında sadece bu gece, çarparken yağmur denize ve toprağa sayısız ağzıyla. Dinle, nasıl da çağırır beni dörtnalında taşımak için uzaklara. Alınlar bitişik, ağızlar bitişik, bizi yakan sevdaya bağlı bedenlerimizle, bırak essin rüzgâr, ki götürmesin beni ötelere. Köpükle taçlanmış rüzgâr essin bırak, bırak çağırsın ve arasın beni karanlığının dörtnalında, büyük gözlerinin altında batmışken ben, değil mi ki sadece bu gece huzur bulacak, sevgilim. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Aksoy “Kaptanın Dizeleri” nden Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Adalara gelirler (1493) Kasaplar adaları ıssız koydu. şehitliği anlatan bu öyküde Guanahani birinciydi. Gülüşlerinin yokedildiğini gördü balçığın oğulları, fırlatıldığını gördü narin bedenlerinin toprağa, ve öldükten sonra bile bir şey anlamadı onlar. Bağlayıp yaraladılar onları, yaktılar ve küllere dönüştürdüler, derilerini yüzüp gömdüler toprağa. Ve o zaman palmiyelerde süpürücü bir valsi dans ettiğinde boştu bu yeşil şölen yeri. Yalnızca kemikler kaldı, amansızca yığmışlar bir haç gibi, Tanrı'nın ve insanların büyük onuru için. Narvez'in bıçağı yardı ta mercan kayalıklarına dek çobanların balçıklı toprağını ve Sotavento'nun ormanını. Haç burada, tespih, burada Garotten'in kutsal Bakire'si. Kolombus'un definesi, fosfor-aydınlığıyla Küba, aldı sancağı ve dizleri ıslak kumunda. ('Los conquistadores'den - 'Canto General' Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy ) Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Adonis Gibi Angela Bugün yattım masum genç bir kızın yanında beyaz bir okyanusun kıyısında gibi, korlu bir yıldızın yavaş yörüngesinin ortasında gibi. Sonsuz yeşil bakışından aktı ışık kuru su gibi berrak derin çemberlerinde taze gücün. İki alazlı ateş gibi göğüsleri parladı dikelmiş olarak iki bölgede, ve çifte bir akıntıda ulaştı ateş büyük ışıklı ayaklarına. Altın bir iklim olgunlaştı erkenden bedeninin gündelik uzantılarına ve doldurdu onu akın akın meyvelerle ve gizli korla. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Ağaca Giriş Biraz akıl yürütmeyle, parmaklarımla, yavaşça taşkın altında kalan yavaş sularla, düşüyorum unutmabenilerin krallığı içine, üzüncün inatçı yarıküresi içine, unutulmuş harap bir oda içine, acı yoncaların bir demeti içine. Düşüyorum gölge içine, ortasında tam da mahvolmuş şeylerin, bakıyorum örümceklere, ve otlatıyorum ormanları gizli bitmemişliklerle, ve dolanıyorum arasında bileği bükülmüş ıslak liflerin, özden ve sessizlikten yaşayan hayatın. Uysal madde, ey kuru kanatların gülü, çöküşümde tırmanıyorum yapraklarına kırmızı bitkinlikten ağır ayaklarla, ve katı katedralinde eğiliyorum yere ve dövüyorum dudaklarımı bir melekle. Benim duran orada, dünya renginin önünde, önünde solgun ölü kılıcının, önünde birleşmiş yüreklerinin, önünde sessiz yığınının. Benim duran orada, ölen kokulardan dalganın önünde, sarmalanmış sonbaharla ve dirençle: benim bir gömü yolculuğuna çıkan senin sarı yara izlerinin arasında. Başlangıcı olmayan ağlayışımla gelen benim, besinsiz, uykusuz, yalnız, karartılmış dehlizlere giren ve senin gizemli özüne ulaşan. Görürüm senin kuru akıntının devindiğini, görürüm engellenmiş ellerinin büyüdüğünü, işitirim deniz bitkilerinin gıcırdadığını, denizle ve öfkeyle sarsıldığını, ve duyumsarım içe doğru ölen yaprakları ve senin korunmasız kımıltısızlığınla yeşil maddelerini birleştiren. Gözenekler, damarlar, şirinliğin dolaşımı, ağırlık ve sessiz sıcaklık, düşmüş ruhunu delmiş oklar, uyuyan varlıklar kalın ağzında, tatlı tüketilmiş ilikten toz, sönmüş ruhlarla dolu kül, gel bana, benzersiz düşüme benim, gecenin düştüğü ve ezilmiş su gibi sonsuzca düştüğü yatak odama düş benim, ve bağla beni onların hayatına, onların ölümüne, ve onların uysal maddelerine, onların ölü nötr güvercinlerine, ve tutuşturalım ateşi, ve sessizliği, ve sesi, ve yakalım, ve susalım, ve çanlar. Pablo Neruda Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 12 Nisan , 2008 Ağacın Çizgisi Elleri olmayan kör bir marangozum ben. Suyun altında yaşadım, yiyerek soğuğu kokan bir kılıf dahi oluşturmadan, o meskenler o sedir ağacından diğerine, bize gurur verdi hep, ve gene de ormanın dokusunda aradım ben şarkımı, o gizli liflerde, dermansız peteklerde, ve budanmış dallarda, doldurdu rayihayla yalnızlığı, ağacın dudaklarıyla. Her bir maddeyi sevdim, her bir damlasını eflatunun ya da metalin, suyun ve başağın, ve daldım içine o sıkı katmanın, sonsuz ateşle ve titreyen kumla çevrilmiş, dünyanın üzümleri arasında bir ölü adam gibi donuklaşmış ağızla şarkımı söyleyene dek. Balçık, çamur ve şarap sarmalamış beni, gırtlağımın altında bir yangın gibi çiçekleri açan o toprakla kaplı kalçalara dokundum çılgınca, ve taşların arasında kayıp gitti duyularım kapanmış yaranın içine. Nasıl dönüşebilirdim olmadan, bilmeden zanaatım oluşmadan, demirhane benim gücümle kararlı, ya da hızarlar, kışları yük hayvanlarının havası. Her şey şefkat ve kaynak oldu ve ben sadece gecesel amaca hizmet ediyordum. Pablo Neruda Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Yürekte İspanya'dan (seçme) Kardeşler ileri İleri sürülmüş topraklardan Bağlar arasından ileri Çiğneyin soğuk taşları Kuru gecede ileri Düşşüz ve sayıklayan ve yivli gecede Selam selam izleyin kışın sesinden daha keskin Gözkapağından daha duyarlı Şimşekten daha duyarlı Hızlı elmas gibi tam Merkez topraklarının acılı suyu gibi savaşçı Şaraba ve çiçeğe göre Bütün yaprakların köklerine göre Selam askerler, kızıl nadaslar, sert yoncalar Selam şimşeğin alevine yakalanmış halklar Selam selam selam İleri ileri ileri Madenlerde mezarlarda ölümün korkunç iştahası Hainlerin dinelen teröründen önce Etkili halk yürek ve tüfek Tüfek ve yürek ileri Fotoğrafçılar, madenciler, memurlar, demiryolcular Kömürün kardeşleri ve taşın Çekicin ataları Orman sevinci yitmiş bayramlar, ileri Savaşçılar, binbaşılar, çavuşlar, siyasal komiserler Halkın pilotları ve gece savaşanlar Denizde savaşanlar ileri Önümüzde ölü bir zincirden başka bir şey yok Çürümüş bir balık çukurundan başka bir şey yok daha Burda can veren ölülerden başka bir şey yok daha Müthiş kanlı irinli bir batak var Düşman yok, ileri İspanya İleri halkın çanları Meyveler ülkesi İleri buğdaylar sancağı İleri ateşin harfleri Dağda ve acı biber yüklenmiş şafakta Dalga üstündeki savaşta ve çayırda Parçalanmaz bir zincir taşıyorsunuz Ve sürekli bir doğumu Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Bu sırada Madensel bir zaferi beklesin diye Derin kök ve çelenk sessizce yükseliyor Her alet her kırmızı tekerlek Her bıçkı kolu her saban demiri Her topraktan çekip çıkarılan Her kanın titremesi Senin adımlarını izliyor Ey halkın ordusu. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2008 Hepsi buradalar Yanıbaşımdaymış gibi Toplanın bir bir Kavgamız sürüp gidecektir Fabrikada, tarlada yani Sokakta ve güherçile madeninde Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında, Korkunç dehlizinde kömürün Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler! Ve ölülerimize adadığımız, Kanımızla ıslanmış bu bayraklar Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi Serpilip gelişecektir! Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.