Gönderi tarihi: 20 Ocak , 2008 17 yıl UZLAŞ UZLAŞ… NEREYE KADAR?... Türkiye'ye bir kaftan biçiliyor: Ilımlı İslam. Bu bir "mahalle baskısı" değil, Türkiye'ye Ortadoğu'da kendi çıkarlarına uygun bir rol vermek isteyen güçler ile politikalarını bu güçlere ve bu role bağlayan ülke içi kesimlerin tasarrufu. Kısacası, "emperyalizm baskısı". Güvenilen dağlara da karlar yağdıktan sonra, özellikle aydın kesimler içinde yoğun bir karamsarlık havası hakim. Karamsarlık iki tür sonuca yol açıyor: Birincisi içe kapanma ve kaçış; ikincisi ise uzlaşma. Birincisi daha çok kendine zarar verirken, ikincisi hem kendine hem de topluma zarar veriyor. Geçtiğimiz sayının kapak dosyası "Bilim ile din uzlaşır mı?" sorusunu tartışıyordu. Oldukça ilgi çekti. Elinizdeki sayının kapak dosyası ise bir kez daha Evrim. Her birinde farklı boyutlarıyla da olsa, Bilim ve Gelecek'te döne döne bu konuları işliyoruz. Biliyoruz, bazı dostlarımız, benzer konuların bu kadar sık ele alınmasını eleştiriyorlar, gereksiz ve faydasız buluyorlar. Biz bu görüşü benimsemiyoruz. Hele ülkemizin içine girdiği dönem göz önüne alındığında, bilim dışı gerici akımlara karşı bilimsel düşünceyi savunmanın daha da yakıcı bir görev olduğunu düşünüyoruz. Kaldı ki, dergimizin gerek sürekli gerekse zaman zaman okuru olan kesimler de bu dosyaları daha büyük bir ilgiyle izliyorlar. Bunu, bize ulaşan iletilerden, çeşitli ortamlarda yaptığımız tartışmalardan ve satış rakamlarından biliyoruz. Bu olgunun çok basit bir nedeni var: Yakıcı ve öne çıkan sorun budur. Toplum, her düzeyde ve düzlemde bu sorunu tartışıyor, yaşıyor. Bilim kurumları, bilim insanları ve bilim okurları da yaşamın dışında değiller; üstüne üstlük bu sürecin dolaysız tarafı konumundalar. Çünkü tartışma -bizim düzlemimizde- dinsel düşüncenin mi yoksa bilimsel düşüncenin mi yaşamı düzenleyeceği üzerinedir. Bilim, ister istemez bu sürecin muhatabı olmak zorunda. Eğer varlığını korumak istiyorsa… Türkiye'ye bir kaftan biçiliyor: Ilımlı İslam. Bu bir "mahalle baskısı" değil. "Mahalle"nin bu süreçte hiçbir suçu yok. Hiçbirimizin, bir parçası olduğumuz halkımızın dini inançlarıyla, gelenekleriyle bir alıp veremediği yok. Bunlar, dönüşümü yüzyıllar alacak kültürel ve sosyal olgular. Ülkemize sözünü ettiğimiz kaftanı biçenler halkımız veya "mahallemiz" değil. Türkiye'ye özellikle Ortadoğu'da kendi çıkarlarına uygun bir rol vermek isteyen güçler ile politikalarını bu güçlere ve bu role bağlayan ülke içi kesimlerin tasarrufudur söz konusu süreç. Kısacası, bir "mahalle baskısı" ile değil, "emperyalizm baskısı" ile karşı karşıyayız. Türkiye'nin demokratik ve aydınlık birikimi tehdit altındadır ve bu tehdidin kaynağı da emperyalizm ve işbirlikçileridir. Bunu tespit etmek ve tavrımızı belirlemek zorundayız. Güvenilen dağlara da karlar yağdıktan sonra, özellikle aydın kesimler içinde yoğun bir karamsarlık havası hakim. Karamsarlık iki tür sonuca yol açıyor: Birincisi içe kapanma ve kaçış; ikincisi ise uzlaşma. Birincisi daha çok kendine zarar verirken, ikincisi hem kendine hem de topluma zarar veriyor. Ünlü müzisyenimiz Fazıl Say'ın "Azınlıkta kaldık, ülkeyi terk edebilirim" biçimindeki "çığlığı" ilk tavra bir örnektir. "Mahalle baskısı" söylemi de benzer tavra örnek gösterilebilir. Emekçi halka, alt sınıflara, yani mahalleye öteden beri uzak kalmış aydınlarımızın ve çareyi yukarılardaki bazı odaklardan bekleyen ama hayal kırıklığına uğrayan geleneksel orta sınıf mensuplarının, iyi niyetli ama hedefi şaşırmış tepkileridir bunlar. Baskıyı yapan esas güce karşı birleşmesi gereken iki kesimin (eski konumlarını kaybeden orta sınıflar ile giderek yoksullaşan emekçi kesimler) birbirinden daha da uzaklaşmasına yol açan bilinçsiz tepkiler. Bu tavır, nispeten daha kolayca düzeltilebilir. Ciddi bir muhalefet odağı yaratılabilirse, bu kesimlerdeki karamsarlık, mücadele azmine dönüştürülebilir. Kaldı ki Fazıl Say da, birkaç günlük bocalamadan sonra, "memleketin terk edilemeyeceği ve mücadele etmek gerektiği" noktasına ulaşabilmiştir. Nasıl ve ne tür bir politik stratejiyle mücadele edileceği sorunu bu derginin çerçevesini aşıyor. Bu konuyu Müdahale dergisinin Ocak sayısında geniş olarak tartıştık; ilgili okurlar tartışmaya o düzlemden katılabilirler. Fakat uzlaşma tavrı daha tehlikeli; dolayısıyla daha sert bir tepkiyi hak ediyor. Çünkü, mücadelede öncülük yapacak olan kesimlerin zihnini bulandırıyor. Çok yakınımızdan bir örnek vermek istiyoruz. Mevlâna; Mevlâna'ya sınıfsal, sosyolojik ve politik konumu göz ardı edilerek övgüler düzülüyor, ama bu o kadar önemli değil; bir tarih ve sosyoloji tartışması, yeri geldiğinde yaparız. (bkz. Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler'in "Mevlâna ve bilim" başlıklı yazısı.) Şimşekler makalesinde "müthiş" iddialarda bulunuyor. Örneğin, Mevlâna dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü Kopernik ve Galilei'den 400 yıl önce ortaya çıkarmış. Ayrıca, Newton'dan 500 yıl önce yerçekimi kanununu da bulmuş. Yine Mevlâna, bilimin ancak Görelilik ve Kuantum kuramlarıyla 20. yüzyılda ulaşabildiği "atom, hareketi, yapısı ve patlaması"na ilişkin gerçeklere vakıfmış. Mevlâna, bunlarla da kalmayıp, canlıların hücrelerden oluştuğunu ve hatta bu hücrelerin yapısının nasıl olduğunu (bal peteği biçiminde altıgen!) da biliyormuş. Şimşekler'in iddiasına göre "gizemli bilim adamı" Mevlâna, bilim dünyasının en taze keşiflerine yüzyıllar öncesinden malikmiş! Şimdi burada Şimşekler'in makalesini ciddiye alıp da tartışmanın bir anlamı yok. Bilimden biraz nasibini almış her okur, Mevlâna'nın Mesnevi'sindeki beyitlerin Kuran'a da girmiş olan Batlamyus'un evren modelini yansıttığını, Mevlâna'dan neredeyse 2000 sene önce yaşamış Anadolulu materyalist filozofların çok daha gelişmiş düşünce ve gözlemlerinin bulunduğunu, bu beyitlerin Bilimsel Devrim'in bulgularıyla ilişkilendirilmesinin Harun Yahyavari bir şarlatanlık örneği olduğunu hemen fark edebilir. Şimşekler'in bilimsel düzeyi de makalesinde yaptığı atıflardan anlaşılıyor (örneğin Zafer ve Çağrı dergileri). Sorun şurada: Böyle bir makale nasıl olup da sol görüşlü ve materyalist olduğunu iddia eden bir "bilim" dergisinde yayınlanabilir? Hem de kapak dosyası içinde, hem de hiçbir açıklama yapılmadan, eleştiri getirilmeden, yani benimsenerek. İşte tartıştığımız ve tehlikeli bulduğumuz tutum budur. Bilim dışı düşüncelerin, hurafelerin, safsataların ve şarlatanlıkların -belki politik kaygılar gereği- nerelere kadar girdiğinin ve yayıldığının çarpıcı bir örneğidir bu. Bilim ve Ütopya'nın, çoğunu yakından tanıdığım ve bilimsel tutumlarından şüphe edemeyeceğim Yazı Kurulu üyeleri, bu makaleyi nasıl onaylamış ve nasıl içlerine sindirebilmişlerdir? Bu isimler "mahalle sakini" değildirler; her biri önemli üniversitelerimizin değerli bilim insanları! Dinsel düşünce ve hurafe, işte bu yollarla toplumun hücrelerine nüfuz etmektedir. Mücadele etmesi gereken kesimlerin, çeşitli kaygılar sonucu uzlaşması, görmemesi, yok farzetmesi ile… Ilımlı İslam böyle böyle gelmektedir Türkiye'ye. Tabii eski dostluğumuz ve görgümüz gereği, sadece "Ayıp!" diyebiliyoruz. Bilim ile Din, Evrim ile Yaratılış uzlaşabilir mi? Uzlaşmaz, ancak uzlaşmaya zorlanabilir! Gerici ve emperyalist politika bu "zor"u gündeme getirmektedir. Çok çeşitli gerekçeler ileri sürerek bu uzlaşmanın yolunu döşeyen değerli dostlarımıza, bilim insanlarımıza bir noktayı anımsatmak istiyoruz: Bu sizin özgür düşünceniz değil, "zor" ile uzlaşıyorsunuz! Bunun sonu bilimden vazgeçmektir. Bilim ve Gelecek, "Dünya dönüyor" demeye devam edecek. Çünkü gerçekten Dünya dönüyor. Bilimci her şeyden vazgeçebilir, gerçeğe olan aşkından vazgeçemez. Bu tutumu ısrarla almamızın nedeni çok kahraman olmamız falan değil. Don Kişot da değiliz. Tek bir güvencemiz var: Mahallemiz! Mayası sağlamdır bizim mahallemizin. Çok görmüş, çok geçirmiştir. Bilgedir, çok badire atlatmıştır. En az 10 bin yıllıktır… Mahallemiz henüz baskısını göstermedi. Öyle adım başı değil, yüz yılda bir gösterir. Yakındır… ______________________________________________________________ Sevgili E. Helvacıoğlu'na sevgi ve saygılarımızla..
Gönderi tarihi: 20 Ocak , 2008 17 yıl Ender Helvacıoğlu yazdı: Uzlaş, uzlaş… Nereye kadar? “Türkiye’ye biçilen kaftan: Ilımlı İslam. Bu bir ‘mahalle baskısı’ değil, ‘emperyalizm baskısı’. Özellikle aydın kesimler içinde yoğun bir karamsarlık havası hâkim. Bu iki sonuca yol açıyor: Birincisi içe kapanma ve kaçış; ikincisi ise uzlaşma. Birincisi daha çok kendine zarar verirken, ikincisi hem kendine hem de topluma zarar veriyor…” Yüzleri ve yüz ifadelerini tanıma yetimizin evrimi Tanıyabilen tek tür biz değiliz. Hatta… Diğer bireyleri yüzlerinden tanıyıp ayırt edebilen ve yüz ifadeleri ile iletişim kurabilen tek canlı türü biz değiliz. En azından evrimsel olarak bizlere en yakın primat türleri -ve hatta diğer sosyal memeliler- de bu yetilere sahip. Oldukça karmaşık bir sosyal iletişim içinde başarı ile yaşayabilmek için evrilmiş olan nöroanatomik donanımızın evrimsel arka planını ve bizden daha eskilere uzanan gelişim tarihçesini Doç. Dr. Tuğrul Atasoy yazdı. Ünlü matematikçilerin çocukluğu veya çocuk matematikçiler Kolmogorov’a göre, matematik yeteneği öyle bir şey ki, kişiyi bir defa ele geçirdi mi, öteki yeteneklerin aşağı yukarı hepsini bastırır. Bu açıdan bakıldığında Kolmogorov’a göre kendisi 13, 92 yaşında ölene kadar sayılar teorisinde dünyaca ünlü keşiflere imza atmış Vinogradov ise sadece 9 (?!) yaşında... “ Çocuk matematikçileri ve matematikçilerin çocukluğunu” Doç. Dr. İsmihan Yusubov anlattı… Son Endülüslü: İbn Rüşd Endülüs’te yetişen filozoflar kuşağının sonuncusu olan İbn Rüşd’ü Prof. Dr. Mehmet Dağ yazdı. İbn Rüşd’ün yaşamı boyunca çalışmalarına yalnızca iki gece, babasının öldüğü gece ile evlendiği gece ara verdiği söylenir. Aristoteles’e bağlı olan İbn Rüşd, din bilginleriyle sürekli çatışmıştır. Eserlerinde, felsefe etkinliğinin ve filozofların savunusu öne çıkar. Felsefi etkinliğin din ve Kuran ile çelişmediğini göstermeye çalışmıştır. Uçak kazasıyla gelen büyük kayıp: Prof. Dr. Engin Arık Uçak kazasında yitirdiğimiz 6 değerli fizikçimizden Prof. Dr. Engin Arık’ı çalışma arkadaşları Prof. Dr. Baki Akkuş ve Osman Azmi Barut anlattılar. Engin Arık, deneysel yüksek enerji fiziği alanında Türkiye’nin dünya çapında tanınan bilimcisiydi. Her saniyesi bilimi solumakla geçen Arık, ülkemizin enerji sorunu üzerine de kafa yoruyordu. Özellikle, toryum konusunda çok zengin olan ülkemizin bu sayede enerji darboğazından çıkıp dışa bağımlılıktan kurtulabileceğini belirtiyordu… Kâşiflik zor zanaat-2: Okyanuslar ve kutuplar çok can almış! Sonu trajik biçimde biten keşif hikâyelerinden oluşan derlemenin ikinci bölümünde, 18. yüzyılın ikinci yarısında, 19. ve 20. yüzyılda yapılan yolculuklarda canını yitirmiş kâşifler ele alınıyor. Güner Or ve Ilgın Deniz Akseloğlu, James Cook’tan Amundsen’e keşif yolunda ölenleri yazdılar.
Gönderi tarihi: 20 Ocak , 2008 17 yıl UZLAŞ UZLAŞ… NEREYE KADAR?...Türkiye'ye bir kaftan biçiliyor: Ilımlı İslam. Bu bir "mahalle baskısı" değil, Türkiye'ye Ortadoğu'da kendi çıkarlarına uygun bir rol vermek isteyen güçler ile politikalarını bu güçlere ve bu role bağlayan ülke içi kesimlerin tasarrufu. Kısacası, "emperyalizm baskısı". Güvenilen dağlara da karlar yağdıktan sonra, özellikle aydın kesimler içinde yoğun bir karamsarlık havası hakim. Karamsarlık iki tür sonuca yol açıyor: Birincisi içe kapanma ve kaçış; ikincisi ise uzlaşma. Birincisi daha çok kendine zarar verirken, ikincisi hem kendine hem de topluma zarar veriyor. Uzlaş, uzlaş… Nereye kadar? tabiki iran rejimi bunun A B C si yok, Sayin DİPNOT benimde ufak bir senoryam olacak son gelismelerden dolayi ülkemizde.. emperyalizm baskısı tüm siddetiyle sürüyor her alanda görebilirsin kimisi önümüze konan tatli sözlerle kimisi zehir zemberek konusmalarla kimiside leblebi gibi tatli kursunlarla bir bakalim üst düzeyde öldürülen yargi organlari ..halki Mahalle baskısını alistirmak icin uygulanan senoryalar örnegin Son zamanlarda misyonerlik serbest bırakıldı.. vede bunlara karsi cinayetler gercek faillerin bir türlü bulunamayisi sonra bakiyoruz birtakim renkli din adamlarimiz televizyonlarda boy gösteriyorlar herkesi etilebileycek sekilde bi bakiyosun Türbana bez parcasi diyebiliyor ... dikkatime ceken bizler etkileniyoruz fakat karsi tarafdan tik yok? bu olaylara karsi normal bir vatandasin söylediklerini bile hazmedemeyenler yeri gökü yakmaya calisanlar !!! evet neden bir nedeni olmasi gerekir? al gülüm ver gülümmü oluyor.. ve bakiyorsun ertesi gün o sirin din adamlarimiz Bu gün Türkiye de kanunsuz ama kanun himayesi altında kiliseler açılıyor. Bütün gençlerimiz Hıristiyan olmuştur Hıristiyan olma yolundalar. Gençlerimizi gavurlaştırmaya, Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar....diyebiliyor? bu icraatlar nelere canak tutar? yarinlara nelere hazirlar ..Uzlaş, uzlaş… Nereye kadar? Türbandada uzlastik sonuc iste bu hazirliklar sonuca götürecektir... bir düsünelim Türban seltbest kaldi arkasindan hic bir baski yok herkes isini yapiyor inaniyormusunuz bu böyle kalacak halki sag duyusunu nasil asacaklar..bosunami bunlar bu hazirliklar Gençlerimizi gavurlaştırmaya, Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar progandalari evet yarinlarda bizleri neleri bekledigini bugünden görmemek biraz saflik olur..Türban takanlarla takmayan müslümanlar diye bir yere kadar yol alabileceklerini bilenler.. isi Türban seltbest kaldiktan sonra ...takmayanlar icin misyonerlerin kurbani diye dinden cikanlar diye Hıristiyanlastilar diye gercek manada ülke gercek anlamda ...bölünmeyle bölünmenin esigine getirelecektir.. bu saldiriya ugrayanlar bu saldiridan kurtulabilmek icin o gün birseylere biryerlere siginacaktir evet böyle bir senoryayi düsünmekbile kimse istemez ama inaniyorum düne kadar yugoslavyanin Irak in basina gelenleri kimse hayal edemezdi...bakin kaca bölündüler IKTIDARA GELMEK AMACIMA ULASMAK ICIN PAPAZ ELBISESI BILE GIYERIM... diyebilenllerle beraber yatip kalkiyorsak bu ülkede herseyi ellikere düsünmek zorundayiz..bez parcasi Eğer bir şeyi örtüyorsa en kutsal şey dondur diyen zekariye beyaz hocamizi bile tatli hocamizin tatli olmayan yanini bile düsünmek zorundayiz..hepimizin tatli olmayan yani vardir muhakak! sunuda söylemeden gecimiyecegim düne kadar ufak pürüzlerde olsa bizim birligimiz hep tatliydi issallah tekrar o günlere dönmek dilegiyle... Efendi Türkler
Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2008 17 yıl Mübeccel Kıray ve mahalle baskısı Buyur ola Profesör Mübeccel Kıray'ın anlattıklarından oluşturduğum değişen mahallemiz testusuna bu hafta Ramazanda Şerif Mardin'in "mahalle baskısı"nı hissettiniz mi? Ama tüm medyada bu baskının mükerrer baskıları sürüyor. Türkiye'nin nasıl değiştiğini göre göre "mahalle baskısı"nın toplum yapısını açıklamaya yeterli bir kavram olduğu söylenebilir mi? Üniversite sayısı 120'yi geçmiş. Doğum oranı düşmüş. Üretim ve finans sektörleri karmaşık "network"ler durumuna gelmiş. Dünyaya uyum çabasının inanılmaz örgütleşme düzeylerine yaklaştırdığı ülkemizde "mahalle baskısı"nın kıymeti harbiyesi nedir? Bunu konuşmak için, kır ve kent sosyolojisini ondan okuma şansını 40 yıl önce yakalamış bir ebedi öğrenci olarak hocam Profesör Mübeccel Kıray'ı ziyarete gittim. Yaratmış olduğu dünyaca ünlü toplumsal değişim modelini burada kısaca yansıtmaya çalışacağım. "Değişme halindeki toplumlar bölük-pörçük, düzensiz toplumlar değildir. Bunların değişmemiş, değişmekte olan ve değişmiş bulunan yönleri gene bir tutarlılık, bir ilişkiler düzeni halinde kendini gösterir. Hem her an değişmeye hazır hem de denge halindedirler. Aşama aşama değişir; değişmiş yönlerle değişmemiş yönlerini birbiri ile eklemleştiren ve etkileştiren tampon mekanizmalar, yeni 'araformlar' oluşur. Siyasal İslamın da değişmesi, birtakım mekanizmalar oluşturması kaçınılmazdı. Bunun en somut örneği 'ılımlı' İslam kavramında görülür. Eğer İslam, toplumda yalnız kendi hayatiyetine bırakılmış olsaydı, çok eski bir yapının parçası olan radikal İslam hiçbir zaman söz konusu olmayacak, 'ılımlı' İslam bir terim olarak bile ortaya çıkmayacaktı. İleri sanayi toplumlarının küreselleşmenin bir parçası haline gelmiş yapısında, siyasi İslamın onlardan kopuk otoriter bir düzeni yaşatma olanağı yoktur. Bugün Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra siyasal İslam hâlâ devam ediyorsa, bu biraz da bu dış güçlerin kendi aralarındaki hiyeraşinin oluşması geciktiğinden, dolayısıyla hangisi, 'hangi' İslamı istiyorsa açıkça söyleyememesinden..." Buyur ola sevgili hocam Mübeccel Kıray'ın anlattıklarından oluşturduğum değişen mahallemiz testusuna bu kez de... 1- Mübeccel Kıray'ın ortaya koyduğu tampon mekanizmalara örnek aşağıdakilerden hangisi? a. Çarpık kentleşme: Gecekondu b. Kültür boşluğu: Arabesk c. İç ve dış dinamikler: Siyasal İslam d. Hepsi 2- Şerif Mardin'e "Mahalle baskısı nedir?" diye sorduklarında, "Bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir .....dır. Bu .....nın AKP'den bağımsız olarak Türkiye'de yaşadığına inanıyorum. Dolayısıyla AKP değil de, bu .....nın gelişmesine müsait şartlar oluşursa o zaman AKP de bu .....ya boyun eğmek zorunda kalacaktır" demiş. Boş bıraktığım sözcüğü kestirebilecek misiniz? a. Baskı b. Umacı c. Kafa d. Hava 3- Şerif Mardin'in tarikatları modern cemaatler olarak görmesine karşın Mübeccel Kıray'a göre tarikatlar kapalı tarım toplumunun çözülmemiş yaşam tarzıdır. Hangi çağa aittirler? a. Neolitik b. Neoliberal c. Taş Devri d. Ortaçağ 4- Tarikatların toplumu bir arada tutmaya yarayan harç olduğu görüşüne karşı toplumun tabanındaki esas tutkal nedir? a. Anadolu kaplanları b. Kooperatif ve birlikler c. Cumhuriyet yürüyüşlerinde ortaya çıkan "rafine" yeni yaşam tarzı isteyen grup d. Hepsi 5- Kıray'a göre Türkiye'deki bütün değişmeler nereye doğrudur? a. Zikzaklar halindedir b. Modern örgütleşme biçimlerine c. Evrenselliğe d. Açık topluma 6- Aşağıdaki tampon mekanizmalardan hangisi "mahalle baskısı" diye üretilmiş olgunun tersine göstergedir? a. Hemşeri dernekleri b. Kadın emeğini değerlendirme örgütleri c. Enformel sektörün mahallelerde konumlanan kaportacı gibi birimleri d. Hepsi 7- Şerif Mardin'in "Mahalle baskısından kadınlar korkmalıdır" görüşüne karşı Mübeccel Kıray aile ve kadın konusunda dinselliğin yönlendiriciliğinin önemli ölçüde devre dışı kaldığını ileri sürüyor. Araştırma sonuçlarına göre artık Türkiye'de bu dünyada rahat etmenin önemli olduğuna inananların oranı neymiş? a. Belli mi olur? b. Fifti fifti c. Yarıdan fazla d. Yüzde 90'dan fazla 8- Mübeccel hoca, siyasal İslamın, ülke içi dinamikler açısından durumunu nasıl tanımlıyor? a. Bir tampon kurum b. Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde bir dönem c. Toplumu bütünleştirici ve dengede tutucu "ama geçici" bir işlevi yerine getiren bir mekanizma d. Hepsi 9- Kıray'a göre siyasal İslamın tampon mekanizma niteliği, 1970'li yılların ortalarında doruk noktasına erişen bir "dış dinamik" tarafından da desteklenmiştir. Nedir bu dış dinamik? a. Misyonerler b. Rabıta c. NATO d. ABD'nin bugün gelip dayandığı "Ilımlı İslam"dan önce, Sovyetler Birliği'ni "yeşil" bir kuşakla çevreleme taktiği
Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2008 17 yıl Yazar Bu güzel paylaşımlar için yürekten teşekkürler sevgili Efendi Türkler ve Sevgili yayamaz kanımca... Cesur kaleminizi, aydınlık düşüncelerinizi ve bizlere ışık olan paylaşımlarınızı eksik etmeyin... Sevgi ve saygılar...
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için şimdi oturum açın.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.