Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Korkuyla Parçalanmak


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

İlginç geldi paylaşmak istedim:

 

Ahmet Altan'ın "Korkuyla Parçalanmak" adlı yazısına, lise öğrencisinin verdiği cevap:

 

 

Korkuyla parçalanmak…/Ahmet Altan

 

Türkiye bitmez tükenmez korku krizleri geçiriyor.Biz, o kadar uzun zamandır bu krizlerle yaşıyoruz ki artık bunları "normal" sanmaya başladık, nasıl tuhaf bir haleti ruhiye içinde yaşadığımızı anlayabilmek için başka ülkelere gitmemiz, oradaki insanların doğal davranışlarını görmemiz ve insanlardan yayılan o özgürlük havasını solumamız gerekiyor. Bu ülke neden böyle bir hastalığa tutuldu? Neden bütün dünyanın ona düşman olduğuna ve onu "bölmek" istediğine inanıyor? Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri hiç bölünmediğine göre bu hastalığın başlangıç noktasını Osmanlı'da aramamız gerektiğini anlıyoruz. Osmanlı'nın işgal ettiği toprakların tümü "asıl sahipleri" tarafından geri alındı. Yunanlılar Yunanistan'ı, Bulgarlar Bulgaristan'ı, Sırplar Sırbistan'ı, Macarlar Macaristan'ı, Araplar Arabistan'ı Osmanlı'nın elinden kopardı. İmparatorluğun parçalanması dediğimiz şey aslında toprakların gerçek sahiplerine geri dönmesiydi. Silahla aldığımız yerleri silahla koruyamadık. Zaten bu mümkün değildi. Tarih boyunca bunu kimse yapamadı. Romalılar da, İspanyollar da, Portekizliler de, İngilizler de, Hollandalılar da, Fransızlar da silahla aldıkları toprakları sonunda sahiplerine iade ettiler. İngiltere ve İspanya dışında kimsenin pek sorunu kalmadı. İspanya'nın "Bask" bölgesi, İngiltere'nin de "İrlanda" ile yani "isimleri" yabancı olan

bölgeleriyle dertleri vardı, bunları önce silahla çözmeye çalıştılar, olmayınca barışçı bir yol buldular. Biz niye parçalanmaktan korkuyoruz peki? Bu korkunun kaynağı ne? Bizim, "Kuzey Irak" ya da "Güneydoğu" gibi coğrafi terimlerle andığımız bölgenin gerçek adının Osmanlı'da "Kürdistan" olması belki. Değil Güneydoğu'ya, bize ait olmayan Kuzey Irak'a bile "Kürdistan" denmesine tahammül edemiyoruz. Bir başka ülkenin dışişleri bakanı, bir başka ülkenin topraklarından "Kürdistan" diye söz etse

tepki gösteriyoruz. Tepki göstermek sonucu değiştirmiyor, o bölgenin adı Kürdistan. Çünkü orada Kürtler yaşıyor. Sanırım, toplum ve devlet, "bilinçaltında" oranın "başkalarına" ait olduğuna inandığı için o bölgenin de ayrılacağından endişe ediyor.

Bu endişe o boyutta ki, bütün hayatını Türkiye'nin yasaklarla yaşayan bir ülke olmasına adamış bir darbeci bile "eyalet" düzeninden söz etse onu "bölücülükle" suçlayabiliyoruz. Eyalet düzenine geçersek Kürtler ayrılacak bize göre. Devletler, binlerce yıllık alışkanlıklarıyla toprak kaybetmek istemezler, bunu biliyoruz. Ama hiçbir devletin kendisine ait olmayan toprağı silahla elinde tutamadığını da biliyoruz. Bunu bilmemize rağmen sürekli olarak silahla, baskıyla, yasakla Kürtleri Türkiye'nin parçası olarak tutmaya çalışıyoruz. Neredeyse bütün varlığımızı, bütün enerjimizi, dünyayla ilişkilerimizi "Kürtler Türkiye'den

ayrılacak" endişesi üzerine inşa ediyoruz. Bu endişe, Türkiye'ye para, zaman, enerji kaybettiriyor. Kürtler de Türkler de özgürlüklerinden oluyor. Sürekli bir gerginlik yaşıyoruz. Mutsuzluk hayatın her yanına nüfuz ediyor.. Bu "ayrılma" korkusu Türkiye'yle dünyayla arasına giriyor, içerde adil bir hayatı bu korku yüzünden yaratamıyoruz, bu korku yüzünden hukuku zedeliyoruz, bu korku yüzünden devlet kendi yasalarını çiğniyor. Bu korku bizi mahvediyor. Bana sorarsanız, "ayrılmanın" yaratacağı herhangi bir kayıp varsa, ondan çok daha fazlasını "ayrılma korkusu" nedeniyle kaybediyoruz. Bu konuyu da bir türlü açıkça, akıl ve mantık ölçüleri içinde konuşamıyoruz. Bir toplum, bu çağda böylesine büyük bir korkuyla yaşayamaz.

Bu korkunun bedelini de dünyanın en zengin toplumu bile ödeyemez. Gerçeğe gözlerimizi yummak yerine artık sorunumuzu açıkça konuşmak daha iyi olacak sanıyorum. Türkiye, Kürtlerin bu devletin ve toplumun parçası olarak kalmasını istiyorsa, bu ülkede Kürtlerle Türklerin aynı haklara sahip olmasını sağlaması, Kürtlerin kendini ikinci sınıf vatandaş gibi görmesini engellemesi gerekiyor. Baskıyı, yasağı ortadan kaldırmalıyız. Türkiye bütün vatandaşlarına aynı hakları verirse, bu ülkedeki Türkler bilinçaltlarında "biz ülkenin asıl sahibiyiz, bizden başka herkes bizim kölemizdir" inancını bilincine çıkarıp bu inancın tuhaflığını anlarsa bu sorun çözülür. Korku, korkulan şeyin gerçekleşmesinden daha büyük bedel ödetiyor Türkiye'ye.

En ucuzundan "hainlik" suçlamalarıyla, bunu görmeyi, bunu tartışmayı engellemek toplumun lehine olmuyor.

Herkesin susmasını istiyoruz. Susmak gerçeği değiştirmeye yetmiyor. İnsanlar ölüyor, yasaklarla bütün ülke hapishaneye dönüyor. Korku, karanlık bir kabus gibi üzerimize çöküyor. Bölünme korkusuyla, bölünmenin yaratacağını sandığımız zarardan daha büyük bir zarar yaratıyoruz. Artık yeter bence. Her şeyi açıkça konuşalım. Korkularımız yüzünden işler öyle sarpa sardı ki Evren bile "acaba federasyon mu yapsak" demek zorunda kalıp "hainlikle" damgalandı. Korku, korkulandan daha çok zarar verdi bize. Şimdi korkudan kurtulmanın zamanı. Bunun, en azından benim bilebildiğim, tek yolu da konuşmak. Ülkenin geleceğini konuşmanın "ihanet" sayılmayacağını anlamak. Susmak bizi karanlığa itiyor. Bölünmeyelim derken gerçeklerin atında ezilerek paramparça olacağız. Sokağa çıkılamayan şehirler, patlayan suçlar, devlet içinde üste itaatsizlikler, hukuksuzluklarla o korkunç parçalanma da zaten kendini göstermeye başladı. Bunu istememe hakkına sahibiz.

Ve istememeliyiz.

---------------------------------

 

CEVAP

Sayın Ahmet Altan,

 

"Korkuyla parçalanmak" adı altında bir makale yazmışsınız. Okudum, üzüldüm. Kendim için değil, ülkem için de değil, sizin için üzüldüm. Bu yaşa, bu şöhrete ulaşıp da dünyanın diline destan olmuş Kurtuluş Savaşımızın nedenlerini hala kavrayamamış olmanız, sizin için gerçekten üzücü bir durum. Diğer ülkelerdeki özgürlük havasını solumamız gerektiğini öneriyorsunuz. Oralara gidip özgürlük havası soluduğumda alacağım koku, kesinlikle sizinkinden farklı olacaktır. O havayı soluduğumda sizin aksinize ben, bu ülkelerde diğer ülkelerce sınırlanmamış ya da yasaklanmamış sanayi ve tarım üretimi sayesinde var olan ekonomik özgürlüğün kokusunu duyarım. Maliyesi IMF'ye teslim edilmemiş, boğazına kadar borca batmamış, üretmeden tüketmeye zorlanmayan, borç ödemek bahanesi ile kamu kuruluşlarını üç kuruşa satmayan, göz göre göre bankalarını yabancılara kaptırmayan ülkelerin mali özgürlüğünün mis kokusunu içime çekerim. Tahkim yasaları ile kirlenmemiş hukuk özgürlüğü, kim bilir ne güzel kokar. Askeri alanda özgürlük, silah ve donanım konusunda başka ülkelere, hatta tek bir ülkeye bağlı olmamanın kokusu da çok güzeldir eminim. Oysa sizin özlem duymakta olduğunuz ve güzel olduğunu sandığınız o koku, bu ülkelerde kimine tanınan kimine tanınmayan, o çifte standartlı ifade özgürlüğünün pis kokusudur. Sayın Altan, bu ülkede ifade özgürlüğü, hakaret sınırları dışında kalmak koşuluyla sonuna kadar mevcuttur. Alaylı bir şekilde gülümsediğinizi görür gibi oluyorum. Hiç gülümsemeyin çünkü bu gerçeği siz bile çarpıtamazsınız. Bakın; siz bu ülkede istediğiniz gibi yazıyor, konuşuyorsunuz, dokunan yok. Düşüncelerinize katılmayan bizler tarafından eleştiriliyorsunuz ama siz yine de özgürce

konuşabiliyorsunuz. Oysa o özgür dediğiniz, pek bir özendiğiniz bazı ülkelerde "Ermeni Soykırımı bir yalandır, Türkler soykırım yapmamıştır" diyeni içeri tıkıyorlar. Siz bu gerçeğin bal gibi de farkındasınız ama nedense dile getirmiyorsunuz. Onun yerine ülkemizin korku hastalığına tutulduğunu söylemeyi yeğliyorsunuz. Bu hastalığın tıptaki adı "paranoya"dır ve bu hastalığa yakalananlara da "paranoyak" derler. Bunun bir de tersi var ama. Bu kadar rahatlık ve ilgisizlikten kaynaklanan hastalığa da yine aynı tıpta "şizofreni" diyorlar. Bilgilerinize sunarım. Şu cümleniz, ne kadar umutsuz bir cümledir: "Osmanlının işgal ettiği toprakların tümü 'asıl sahipleri' tarafından geri alındı." Yunanlılar Yunanistan'ı, Bulgarlar Bulgaristan'ı, Sırplar Sırbistan'ı, Macarlar Macaristan'ı, Araplar Arabistan'ı Osmanlı'nın elinden koparmış. İmparatorluğun parçalanması dediğimiz şey aslında toprakların gerçek sahiplerine geri dönmesiymiş. Bu satırları yazan, ilkokul mezunu, hayatında tarih okumamış biri olsa anlayacağım ama bu satırlar sizin eğitim seviyenizdeki bir insana hiç yakışmıyor. Yunanlılar Yunanistan'ı, Bulgarlar Bulgaristan'ı, Sırplar Sırbistan'ı, Macarlar Macaristan'ı, Araplar Arabistan'ı Osmanlı'nın elinden kendi başına mı koparmışlar? Bir kere "Yunanlı" diye bir şey yoktur. Yunan halkı, Yunanistan'da yaşar. Türkçe dilbilgisi kurallarına göre, ya "Yunan" diyebilirsiniz ya da Yunanistanlı. Yunanlı diye bir şey yoktur. Dil bilgisi "sıfır". Tarih ise "eksi". Yunanların, tarihte Türklerle yapıp da, kazanmış oldukları tek savaş yoktur; her seferinde bozguna uğramışlardır. Ama her ne hikmetse, savaşı kazandığı halde, masada toprağı kaybeden hep Osmanlı olmuştur. Yunan'ın arkasında İngiliz gücü olmasa mümkün

müdür bu, sorarım? Bulgarlar Bulgaristan'ı, Sırplar Sırbistan'ı, Macarlar Macaristan'ı kendi başlarına mı koparmışlardır? Yoksa ikide bir ayaklanıp, doğal olarak da Osmanlı'dan müdahale gördüğünde, "Yetişiiiin! Müslümanlar, din kardeşlerinizi kesiyorlar!" diye yaygara koparıp, Rusya'nın desteğini mi sağlamışlardır? Peki Rusya, bu desteği babasının hayrına mı vermiştir? Araplar Arabistan'ı kendi çabaları ile mi yoksa İngiliz altınları ile mi Osmanlı'dan koparmışlardır? İngiliz, Fransız, Mezopotamya topraklarında ne arıyordu? Tabii ki, bugün ABD aynı topraklarda ne arıyorsa, onu! Romalılar da, İspanyollar da, Portekizliler de, İngilizler de, Hollandalılar da, Fransızlar da silahla aldıkları toprakları sonunda sahiplerine iade ettiler ama bir farkla. Onlar o toprakları alırlarken, kimi oraların halkını yok etti, kimi de sonuna kadar sömürdü. O topraklardan çıktığında geride açlık, hastalık, sefalet ve ölüm bırakarak çıktı. Osmanlı ise silahla aldığı topraklarda kimsenin diline, dinine, kültürüne dokunmadı; sadece vergi aldı, o yüzdendir ki Osmanlı topraklarında milliyetçilik kavgaları bu kadar güçlü olabildi. Osmanlı yönetiminde

Bulgar, Bulgar olarak; Sırp, Sırp olarak; Arap, Arap olarak kalabildi. Peki ya bir Raundalı'ya , Cezayirli'ye ne oldu?

"Biz niye parçalanmaktan korkuyoruz peki?" İngiltere ve İspanya neden korkuyorsa, ondan. Üstelik onları bölmeye, içlerindeki halkları kışkırtmaya çalışan da yok. Osmanlı'da bölgenin adının ne olduğunun hiçbir önemi yok. Önemli olan sömürgeci

toplumlara karşı ulu önder Atatürk'ün önderliğinde Türkü ile, Kürtü ile, Çerkezi, Lazı, Arnavutu ile omuz omuza bir kurtuluş savaşı vermiş olmamızdır. Türkiye Cumhuriyetini birlikte kurmamızdır. Aramızdaki farklılıklar değil, benzerliklerdir. Ama bugün olduğu gibi o gün de vatanını seven kadar, düşmanla işbirliği yapıp, ülkesine ihanet eden vardı. Bugün de benzerliklerimiz yok edilip, farklılıklarımız öne çıkarılmak isteniyor. "Değil Güneydoğu'ya, bize ait olmayan Kuzey Irak'a bile 'Kürdistan' denmesine tahammül edemiyoruz." Demek öyle, Sayın Altan. Peki lütfen söyler misiniz Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı gün, Musul ve Kerkük kimin elindeydi? Antlaşma kurallarına aykırı olarak, ateşkes sonrası hangi ülke tarafından pervasızca işgal edildi? Lozan Antlaşmasında çözüme bağlanamayan bu sorun, Birleşmiş Milletler Cemiyetine intikal ettirildiğinde, hangi ülke tarafından, kimlerle işbirliği yapılarak aleyhimize çözümlendi.? Efendim?.. İngiltere mi?.. Şeyh Sait mi?.. Sahi mi?.. Biz, döndürülen onca dolaptan sonra bu bölgeyi Irak'a bıraktık. Artık ortada bir Irak olmadığına göre?.... Gördüğünüz gibi, sandığınızın aksine bölgede söz sahibi olmamız için her türlü nedenimiz var. Yıllardır sayısız can alan terör organı burada besleniyor, korunuyor ve palazlanıyor. Hala can almaya devam ediyor. Üstelik adına "Kürdistan" değil, "Güney

Kürdistan" deniyor. Sayın Altan, bu ülkenin adı Güney Kürdistan ise, bunun kuzeyi neresi?!!!

"Tepki göstermek sonucu değiştirmiyor, o bölgenin adı Kürdistan. Çünkü orada Kürtler yaşıyor."

Orada Türkler de yaşıyor, Sayın Altan. Üstelik bölgedeki Kürt nüfusu arttırabilmek için oluk oluk para dökülecek kadar çok Türk yaşıyor. Cümlenizin devamında, sözüm ona alay ederek yaptığınız "bölücülük suçlaması" edebiyatı da içler acısı. Bizim elimizde içinde bulunduğumuz tehlikenin belgesi olarak, koca bir tarih var; sizin elinizde ne var Sayın Altan?

Ayrılıkçılık bir korku değil, yeni uydurulmuş haritalarla belgelenmiş bir gerçektir. Bu toplumun da sorunu iddia ettiğiniz gibi bölünme korkusu değil, planlı, programlı, yüksek ödenekli bölme çalışmalarıdır. Bu ülkede Kürtlerin Türklerle aynı haklara sahip olmadığını iddia etmek için insanın gözünü, kulağını kaybetmiş olması gerekir. Bir Kürt bugün bir Türk'ün sahip olduğu her hakka sahiptir. Meclise bakın, Kürt milletvekillerinin sayısını bir hesaplayın isterseniz. Danışmanları da saymayı unutmayın bu arada. Ancak parmak hesabı ile sayamazsınız, size hesap makinesi gerekir. Bu ülkede bir Kürt milletvekili mi olamıyor,

başbakan mı olamıyor, başbakan danışmanı mı, yoksa cumhurbaşkanı mı olamıyor? Giremediği şehirler mi var? Belli mahallelerde toplanıp, aşağılanıyor mu? Okullara, belli yerlere girme, belli iş kollarında çalışma yasağı mı var? Bu toplumun, bu devletin ona sağlamadığı ne var? Bu mu ikinci sınıf vatandaş? Ha, "yüksek makamlara gelen, zengin olan

Kürtler hep aşiret reisleri, ağalar, diğerleri yokluk içerisinde" derseniz anlarım. Ama onun da hesabını topluma ya da devlete değil aşiret reislerine sormanız gerekir. Gerek ulu önderimiz Atatürk, gerek İnönü, gerekse Ecevit, zamanında çok uğraştı bu sorun ile ama çözülemedi. Çözülmesi, bazı şarlatanların işine gelmedi çünkü. Atatürk'ün ölümünden sonra, onun çizgisinden sapılmamış olunsaydı belki çok şey farklı olabilirdi ama olmadı. Cahil bırakılan halk ağası için doğup, ağası için yaşayıp, ağası için çalışıp, ağası için ölmeye devam etti. Asıl bu sorunu konuşmaya ne dersiniz? Şimdi Kürt halkının biraz geçmişine biraz da özelliklerine bakalım dilerseniz. - Tarihte hiçbir zaman kendi başına bir devlet olmamış, hep başka ülkelerin egemenliği

altında yaşamış. - Dil özgürlüğünden bahsediliyor. Diline bakıyorsunuz biraz Arapça, biraz Farsça, biraz

Türkçe; oluyor sana Kürtçe

- Bir alfabesi yok; yazılamıyor. Bunu da mı Türkler engelliyor Sayın Altan?

- Kendilerine ait bir kültürleri yok. En büyük bayramları bile, Türklerin artık kutlamayı bırakmış oldukları bayram. Bunlar bir ulus olabilmenin gerekleri ama gelin görün ki, hiç biri tam değil, hiç biri sadece onlara ait değil. Neyse, bu bizim değil, yoktan bir ulus yaratmaya çalışanların sorunu. Ama olmayan şeyin, özgürlüğünü tanımamakla suçlanmak kabul edilir şey değil. "Biz ülkenin asıl sahibiyiz, bizden başka herkes bizim kölemizdir" gibi bir inanç da tamamen sizin ve o yoktan ulus yaratmaya çalışanların uydurmasıdır. Asıl sorun, bazı ülkelerin yöneticileri ile kendine aydın diyenlerde Sayın Altan. Biliyor musunuz ki, bugün birbirine diş bileyen iki ülkenin halkı; İran ve İsrailliler, Antalya otellerinde aynı çatı altında, hiç sorunsuz bir arada tatil yapıp, huzur içinde, kavgasız, dövüşsüz yaşayabiliyorlar? Bu ne demektir? Bu, gerçekte halkların birbiri ile bir derdi yok

demektir. Bazı ülke yöneticileri ile sözde aydınlar ortalığı karıştırmasalar, bu dünya üzerinde insanlar kardeşçe, huzur içinde yaşayıp gidecekler demektir. Asıl tuhaf olan, bu mümkünken, buna izin verilmemesidir. Kimsenin susmasını istemiyoruz. Herkes konuşsun ama yalan konuşmasın, gerçekleri saptırarak konuşmasın. Halkın eğitimsizliğinden yararlanmaya çalışarak konuşmasın. Evren "acaba federasyon mu yapsak?" demek zorunda mı kaldı yoksa zorunda mı bırakıldı? Malum "bizim oğlan" emekli oldu ama bazı görevlerin emekliliği yoktur. Korku insanı dinç tutar, düşmanla işbirliği yapanlara karşı uyanık kılar. Bizim kurtulmamız gereken "korku" değil "işbirlikçilik"tir. O işbirlikçiler ki; ülkelerini içeriden çürütüp, çökertirler.

O sokağa çıkılamayan şehirler, patlayan suçlar; sakın çökertilen tarım ve sanayimiz, her geçen gün artan işsizliğimiz, bir türlü engel olamadığımız yolsuzluklarımız, gazete ve televizyon programları ile yok edilen ahlak anlayışımızdan olmasın?

Bunu istememe hakkına sahibiz. Ve istememeliyiz.

Gönderi tarihi:

Ben nacizane görüsümü belirterek diyorumki iste NOBEL almaya aday bir yazi.Ahmet Altan bu yazilarin ne anlama geldigini cok iyi bilirde onun babasindan miras kalan ideolojisi onu o kadar piskin yapmistirki anlayana sivri sinek saz anlamayanada davul zurna az hesabina döner onun anlayisi.Simdi zaten yeni bir gazete cikariyor*TARAF*adinda,artik göreceksiniz neler neler döktürecek o gazetenin sütunlarina.

Ahmet Altan Türkiyenin sözde Ermeni soykirimini tanimasi gerektigini kardesi Mehmet Altanla savunan birisidir,dolayisiyle Türkiyenin gereksiz korkulari oldugunuda savunmasi onun icin olagandisi bir durum degildir.O tipler icin korkulacak hicbirsey yoktur,hersey paranoyadir.hem ne olurki kürdistan dense mantigina sahip olmak zaten amacida belirtmiyormu.Ahmet Altan'i ben asla ciddiye almadim sadece onumu onun gibi olan onlarca amacli aydin varki bu ülkede,hepsini toplasan bir aydin etmezler.Onlarin aydinligi Türkiyenin bölünmesine hizmet vermektir.

Ahmet Altan insanlara gidin baska ülkeleri görün ve insanlarin yasantilarina bakin diye ögüt veriyor,halbuki kendisinin baska ülkelerden bihaber oldugundan haberi bile yok.Nedir baska ülkelerin durumu?Onlardada bizdeki gibi terörmü var,onlarinda hergün askerlerimi sehit ediliyor,onlardanda özerklik isteyenlermi var,vallahi yok.Ispanyami örnek verilecek?Ispanyada aynen bizdeki PKK terör örgütü gibi bir örgüt var yillardir terör yapiyor,ama Ispanya halkinin yüzde 99 u bu örgüte ve teröre karsidir ve herdefasindada milyonlarca Ispanyol insani yollari doldurup bu örgüte karsi isyanlarini dile getirerek birlik ve bütünlüklerini dile getirirler.Baska hangi ülke var acaba,Fransami,Almanyami,(Alman devleti terörle basacikabilmek icin mümKün olan her careye basvurmaktadir bu insan haklarina aykiri olsa bile.)Düsününki Almanyada terör zaten yok,bir aralar vardi,onlarin elebasilarinida hapiste temizlediler de intihar süsü verdiler,yani bizimki gibi beslenmiyor hapiste veya mecliste degiller.Buna ragmen Almanya terör varmis gibi önlemler almaktan kacinmiyor.Dogrusunuda yapiyor.Terörle saka olmaz,terörle bizdeki gibi oyun yaparsan iste onlari getirir meclisinede sokarsin ondan sonrada ülkenin bölünmesini tartisirsin.Simdi Ahmet Altan bunlari bilmiyormu,biliyor bilmesinde yukarida dedim ya,babasindan kaptigi ideoloji onu öyle piskinlestirmiski Türkiyenin icinde bulundugu tehlikeyi bile inkar edebiliyor.

Ne diyelimki?böyle adamlari Allah islah etsin;ve Türkiyeyi böyle adamlardan kurtarsin.

 

 

saygilarla

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Ahmet Altan'ın mantığına göre, güneydoğuya kürdistan diyelim, kuzeydoğuya ermenistan, ege sahillerine de yunanistan diyelim. Bundan hiçbirşey çıkmaz. Biz kim bölünmek kim... Bu noktaya gelmiş bir yazar nasıl böyle şeyler düşünür, nasıl böyle zırvalar döktürür kaleminden anlamak mümkün ama insan kendini baya bir zorluyor, kondurmak istemiyor. Mesleği babadan kapmış bir yazar değil sanki bunları yazan, ücra bir köy okulunda kompozisyon ödevi hazırlamış, dünyadan bihaber ilkokul öğrencisi. Politika'nın dediği gibi pişkinlik almış başını gidiyor. Olaylara o kadar yüzeysel bakmış ve basite indirgemiş ki, senelerdir başımıza dert olan sorunları bir kalemde çözecek, hayatın formülünü vermiş bizlere nacizane yazısında.

 

Bu adam hiçmi tarih okumamış, balkan devletlerinin, girit'in nasıl elimizden çıktığını hiç mi bilmiyor? Hangi aşamalardan geçtikten sonra bizden koparıldığını, bu aşamaların, bugün güneydoğu daki gelişmelerle bezerlik gösterdiğini hiç mi anlamıyor. Çok çok eskilere gitmeye gerek yok. Balkan savaşlarında Osmanlının düştüğü durumdan, birinci dünya savaşı akabinde bu topraklar için yapılan gizli pazarlıklardan haberdar değil mi kendisi? Eğer bunları bilmiyorsa Sayın Altan yazmayı bir kenera bırakıp, ilk başta okuması lazım. Hem de hiç vakit kaybetmeden.

 

Dış ülkelerdeki hayvayı solumuş zatı muhterem ama bir ciğer problemi olsa gerek aldığı oksijen beynine gidip zihnini, görüşünü açamamış yeterince. Avrupa ülkeleri ile Türkiye'yi kıyaslamak, ilk okulda yapılan basit matematik hatalarına benziyor. Elma ile muzu toplamak, ikisinede aynı mumameleyi yapmak gibi. Bu topraklar medeniyetin başından beri kaynayan cadı kazanıdır. Üste kafkaslar, aşağıda ortadoğu ve batıda balkanlar. Dünyadaki büyük olayların ateşleyicileri hep bu merkezler olmuştur ve Türkiye'de bu üçgenin ortasındadır. Bunu bilmek, ondan sonra konuşmak ve kıyaslamak gerekir. Avrupa ülkeleri bu kadar riskli bir coğrafyada bulunmamalarına rağmen, yaşadıkları terör sorunlarına karşı Türkiye'den daha sert tedbirler almış ve uygulamışlardır. Şimdi bana kimse İspanya, İngiltere veya Avrupa'da başka bir ülke teröre karşı barışçı çözümler getirdi, insan haklarına saygılı bir biçimde, uzlaşma ile bu işi çözdü masalını anlatmasın. Sayın Altan müstesna, ondan masallar dinlemeye alıştık... Avrupa, Amerika, Rusya gözünün yaşına bakmaz. Terör nerde hortlamışsa gider yılanın başını ezer gibi bitirir, bunu yaparkende, özgürlüklere saygıymış, eşitlikmiş gibi kavramları göz önüne getirmez bile. Avrupa birliği ülkeleri, kendilerinde bulunan azınlıklara vermediği hakları bizden talep ediyor. Bazı aydın geçinen kimselerde bu söylemlere çanak tutuyor. Bizdeki kürt arkadaşların hiç biri, Fransa'da yaşayan azınlıklar gibi aşalanmamıştır ve aşağlanmıyor emin olun. Şimdi göz var nizam var; Almanya'da üç dört milyon kadar Türk yaşıyor. Avrupa ülkelerinin nüfüslarıyla kıyasladığımızda bu ciddi bir rakam. Şimdi bizde Almanya'da ikinci resmi dil olarak türkçenin olmasını arzu etsek ve bunuda Almanya hükümetinden talep etsek acaba bize cevapları ne olur? Terör eylemlerinin başlayacağından çekinen Almanya hükümeti, ülkedeki refah seviyesi düşmesin ve olurda bir gün Ahmet Altan gelirse o da bu özgürlük havasını solusun diye teklifi kabul eder mi?

 

Artık kimse bize masal anlatmasın, dağdan gelipte bağdakini kovmasın. Yaşadığımız paranoya değil, geçmişte aldığımız derslerden dolayı duyduğumuz kuşkudur. Bir şey bir kere olursa tesadüftür fakat ikinci kere tekrarlanırsa üçüncü kerede olacaktır. Bu oyunlar kaç kere oynandı üstümüzde biz biliyoruz. Bu yüzden Ahmet Altan kadar rahat değiliz. Kendisinin yaptığı, bügün ülkede cereyan eden olayları görmezden gelmek. Görmezseniz eğer korkmazsınız da. Bu yüzden atların gözleri örtülür, ürkmesinler diye. Sahibi nereye çekerse oraya gider. Ahmet Altan'ın yaptığıdı bir stratejidir. Deve kuşu gibi başınızı toprağa gömerseniz, ürkmezsiniz fakat poponuz yukarda, arkanızdan kimler gelir kimler geçer bilmezsiniz...

Gönderi tarihi:

Ahmet Altan kardesi Mehmet Altan ve onlara benzer kisiler Avrupa birligi fonlarindan beslenenlerdir.Baskalarinin kapilarinda fon tasmasi ile dolasanlar tabiiki Türkiye'yi Türk devletini kücük düsürmek,halki tehlike yok diye aldatmak görevini üstlenmislerdir.Bakin Kibris'da Avrupa Birligi fonlariyla hem Türkiye'ye karsi insanlar kiskirtildi hemde o fonlarin sayesinde insanlara Annan planina EVET dedirtildi,sonra ne oldu kim kaybetti yine Kuzey Kibris Türk'leri,bakin referandumdan buyana hepsi beklemededirler,neyi bekliyorlar?Ambargonun kaldirilmasini ve Küzey Kibrisa verilen sözlerin yerine getirilmesini.El oglu böyledir,bulur kendine hizmet ettirecek haysiyetten uzak insanlari ve kendi ülkesine ihanet ettirir.Bunun örneklerini Kibris davamizda yasadik,bunun örneklerini Ermeni davasinda yasadik,bunun örneklerini Hrant Dink davasinda yasadik,bunun örneklerini PKK konusunda yasadik ve yasayacagizda.Cünkü bir ülkede hep yurtseverler olmaz hainlerde olur.

Bütün bunlar ortada iken hala birileri davalarinda hakli cikabilmek icin böyle yazarlarin yazilarini referans olarak alir ve *Bakin filancada ayni seyi söylüyor*diye bizlere örnek verirler.Sayin Yersoy'u bu basligi actigi icin tebrik ediyorum.Cok güzel yakalamis.Rodina arkadasin tespitlerinede tamamen katiliyorum.

 

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Bende teşekkür ederim Yersoy böyle bir konu açtığın, bu yazıyı yakaladığın için. Politikay'a da fikirlerime verdiği destek için teşekkür.

 

Bildiğim kadarı ile Kıbrıs barış harekatından sonra adada düzeni sağlamak için herzaman ki gibi Amerika'da olaya katılır ve bir antlaşma imzalanır. Bu antlaşmanın şartlarına istinaden Türkiye ve Yunanistan adada yaşayan Rum ve Türklere garantör ülke olur. Burda yer alan bir maddeye göre, garantör ülkeler tek başlarına başka bir pakta veya birliğe dahil olamazlar. Bu madde, garantör ülkelerden birinin, bir birliği arkasına alıp adada korumasını üslendiği etnik topluluğu kayırmasını önlemek amacı ile antlaşmaya yerleştirilmiştir. Fakat şimdi bu antlaşmanın yerinde yeller esiyor. Yunanistanın AB'ye Türkiye'siz girmesi bir yana, dahil olan Rum kesimine limanlarımızın açılması dayatılıyor. Bu pişkinlikte bize sanırım biyerlerden tanıdık geliyor. Köpek yediği kaba pislemez sözü, bir kez daha ülkemiz komrador, maşa yazarlarının çabalarıyla doğrulanıyor. Kıbrıs üzerine dönen dolaplara ne benim yazdığım ilkti, ne de Politika'nın yazdığı son olacak. Bu millet gözünü açmazsa, Kıbrıs'ın ve Türkiye'nin başı daha çok yanacak...

 

Saygılarla,

Gönderi tarihi:

buna herhalde özgür düşünce demokrasi gibi kavramlar diye açıklıyolar hani şu ab ni bize dayattığı biz milliyetçilikten bahsettiğimizz zaman ırkçı oluyoruz onlar bölücülükten,özgür düşünceden bahsettiği zaman demokrat(!) oluyorlar.. bu bişey değil 301. maddeyi kaldırdıklarında asıl düşüncelerini yazacaklar gerçi biz onların düşünceleri,fikriyatlarına çok iyi biliyoruz....

Gönderi tarihi:
İlginç geldi paylaşmak istedim:

 

Ahmet Altan'ın "Korkuyla Parçalanmak" adlı yazısına, lise öğrencisinin verdiği cevap:

 

 

 

CEVAP

Sayın Ahmet Altan,

 

"Korkuyla parçalanmak" adı altında bir makale yazmışsınız. Okudum, üzüldüm. Kendim için değil, ülkem için de değil, sizin için üzüldüm. Bu yaşa, bu şöhrete ulaşıp da dünyanın diline destan olmuş Kurtuluş Savaşımızın nedenlerini hala kavrayamamış olmanız, sizin için gerçekten üzücü bir durum. Diğer ülkelerdeki özgürlük havasını solumamız gerektiğini öneriyorsunuz. Oralara gidip özgürlük havası soluduğumda alacağım koku, kesinlikle sizinkinden farklı olacaktır. O havayı soluduğumda sizin aksinize ben, bu ülkelerde diğer ülkelerce sınırlanmamış ya da yasaklanmamış sanayi ve tarım üretimi sayesinde var olan ekonomik özgürlüğün kokusunu duyarım. Maliyesi IMF'ye teslim edilmemiş, boğazına kadar borca batmamış, üretmeden tüketmeye zorlanmayan, borç ödemek bahanesi ile kamu kuruluşlarını üç kuruşa satmayan, göz göre göre bankalarını yabancılara kaptırmayan ülkelerin mali özgürlüğünün mis kokusunu içime çekerim. Tahkim yasaları ile kirlenmemiş hukuk özgürlüğü, kim bilir ne güzel kokar. Askeri alanda özgürlük, silah ve donanım konusunda başka ülkelere, hatta tek bir ülkeye bağlı olmamanın kokusu da çok güzeldir eminim. Oysa sizin özlem duymakta olduğunuz ve güzel olduğunu sandığınız o koku, bu ülkelerde kimine tanınan kimine tanınmayan, o çifte standartlı ifade özgürlüğünün pis kokusudur. Sayın Altan, bu ülkede ifade özgürlüğü, hakaret sınırları dışında kalmak koşuluyla sonuna kadar mevcuttur. Alaylı bir şekilde gülümsediğinizi görür gibi oluyorum. Hiç gülümsemeyin çünkü bu gerçeği siz bile çarpıtamazsınız. Bakın; siz bu ülkede istediğiniz gibi yazıyor, konuşuyorsunuz, dokunan yok. Düşüncelerinize katılmayan bizler tarafından eleştiriliyorsunuz ama siz yine de özgürce

konuşabiliyorsunuz. Oysa o özgür dediğiniz, pek bir özendiğiniz bazı ülkelerde "Ermeni Soykırımı bir yalandır, Türkler soykırım yapmamıştır" diyeni içeri tıkıyorlar. Siz bu gerçeğin bal gibi de farkındasınız ama nedense dile getirmiyorsunuz. Onun yerine ülkemizin korku hastalığına tutulduğunu söylemeyi yeğliyorsunuz. Bu hastalığın tıptaki adı "paranoya"dır ve bu hastalığa yakalananlara da "paranoyak" derler. Bunun bir de tersi var ama. Bu kadar rahatlık ve ilgisizlikten kaynaklanan hastalığa da yine aynı tıpta "şizofreni" diyorlar. Bilgilerinize sunarım.

............................

.................

O sokağa çıkılamayan şehirler, patlayan suçlar; sakın çökertilen tarım ve sanayimiz, her geçen gün artan işsizliğimiz, bir türlü engel olamadığımız yolsuzluklarımız, gazete ve televizyon programları ile yok edilen ahlak anlayışımızdan olmasın?

Bunu istememe hakkına sahibiz. Ve istememeliyiz.

çok güzel bir cevap..ben bu gençlere güveniyorum işte..üstüne bir şey yazmanın manasıda yok bence..gerekenler söylenmiş..

 

birde şunu belirtmek isterim ki bu eli kalem tutup köşe kapmaca oynayan karanlıklara aydın diyenlere şaşıyorum..

Gönderi tarihi:

çok güzel bir cevap..ben bu gençlere güveniyorum işte..üstüne bir şey yazmanın manasıda yok bence..gerekenler söylenmiş..

 

birde şunu belirtmek isterim ki bu eli kalem tutup köşe kapmaca oynayan karanlıklara aydın diyenlere şaşıyorum..

Evet, böyle bir konuyu açtığı için sayın yersoy'a teşekkür ederiz. Sayın frozen, sizin dediğiniz gibi; lise öğrencisinin yanıtında gerekenler söylenmiş. Ancak ben artık bu memlekette hiç kimseye saşmıyorum.

Gönderi tarihi:
Evet, böyle bir konuyu açtığı için sayın yersoy'a teşekkür ederiz. Sayın frozen, sizin dediğiniz gibi; lise öğrencisinin yanıtında gerekenler söylenmiş. Ancak ben artık bu memlekette hiç kimseye saşmıyorum.

 

şaşmamakta en tehlikeli kabulleniş ve alıştırılmışlık bir yerde sayın muki..ben artık böyle düşünüyorum..bu seçimlerden sonra bende dahil pek çok kimseden duydum bu halk hak ediyor sözünü..ama şimdi hiçte öyle düşünmüyorum..adaletli bir seçim olduğuna kesinlikle inanmıyorum.. ben karşımdaki için akp'ye oy vermiş hak etmiş diyorum karşımdakide benim için öyle düşünüyor..halk olarak ayrılıyor ve soğuyoruz

birbirimizden...

sonrası amannn banane herkes hak ettiği gibi yönetilir sözleri..

işte en tehlikelisi bu diyorum bende..

 

biz vazgeçersek haklarımızı elimizden görüldüğü ve yapıldığı gibi sırıta sırıta alırlar..

bizde her zaman en iyi yaptığımız şeyi yapar yakınıp dururuz..

ben ne yapabilirim dememeliyiz birey olarak tepkimizi her fırsatta dile getirmeliyiz..yasalarla susturulmadan önce..

 

bu halk.. bu yönetimi.. bu sürüklenişi.. bu pişkinliği HAK ETMİYOR..

Gönderi tarihi:

Bu halk hakettiği gibi yönetiliyor deme lüksümüz yok malesef. Bunu başka milletler için kullanabiliriz. Ne halleri varsa görsünler, kendi sınırları içinde birbirlerini yesinler diyebiliriz ama bunu kendi vatanımız için söylemeyi alışkanlık haline getirirsek, bu sözlerin muhattabı bir Türkiye Cumhuriyeti ve o sınırlar içinde yaşayan laik düşünceye sahip bir halk bulamayabiliriz yakın zamanda. Gerçekten süreç çok hızlı işliyor ve biz farkına varamıyoruz. Durum ciddi! Türkiyenin laik, Atatürkçü, çağdaş gençleri sistemli bir beyin yıkama ile karşı karşıya. Durumu abarttığımı düşünebilirsiniz, gelin bir kaç örnek ile nerelerden nerelere geldik hepbirlikte bir bakalım;

 

70 lerde 12 adanın Yunanistan'dan geri alınması halen yetkili mercilerde hararetli bir tartışma konusu idi, bugün ise bunu idda etseniz size gülerler...

 

80 sonrası ilk terör olayları başladığı zaman, yer yerinden oynamıştı, bugün ise şehit askerler televizyon bültenlerinde basit bir sayıdan ibaret...

 

90 sonrası dinci partiler ilk defa büyükşehir belediyeleri aldığı zaman sansasyon olmuştu, bugün türbanın Çankaya'ya çıktığını düşünürsek, belediyeler basit bir ayrıntı sadece...

 

90'larda apoyu yakalayıp, İmralı'da bakacağımızı ve ordan talimatla pkk yı yönetebileceğini söylek, güzel bir makara konusu olurduk...

 

ve gelecek...

 

Türban ve irtica yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Yakında devlet dairelerinde sarıklı memurlar görmekte bizi şaşırtmayacak.

 

Dtp artık ayrı dil ve özerk bölge bildirisi yayınlayabilecek düzeye geldi, 10 yıl sonra bu da gözümüze bir alternatif çözüm olarak girmeye başlayacak.

 

Ve yavaş yavaş Türkiye'nin altı oyulacak. Milli hısrlarından arındırılmış, koyun gibi yönetilmeye hazır bir nesil hazırlanacak.

 

Oyuna gelmeyin, çevrenizde kim varsa uyarın vakit geçmeden. Atatürk'ün ne kadar defa bir insan olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Bırakın yazdığı nutku, söylediği sözleri, yaptığı konuşmaları, gençliğe hitabesi bile tek başına bu ülkeyi kurtarmaya yeter her zaman....

 

Saygılarımla,

Gönderi tarihi:
birde şunu belirtmek isterim ki bu eli kalem tutup köşe kapmaca oynayan karanlıklara aydın diyenlere şaşıyorum..

 

Aynen öyle sayın frozen. İşte Türkiye'nin aydın geçinenleri. Hal böyleyse durumun ciddeyiti ortadadır... İçler acısı...

 

Bu halk hakettiği gibi yönetiliyor deme lüksümüz yok malesef.

 

İtiraf edeyim sayın Rodina,

"Bu halk herşeyi hak ediyor" cümlesini çok söylemişimdir kızgınlıkla ve hala da aklımdan geçiririm. Bilime inanmayan ve uzak duran, kolay para kazanmayı alışkanlık ve ideal haline getirmiş, eğitimden uzak ve eğitime gereken önemi vermeyen, sorgulamak ve düşünmekten çok uzak olan bir halkın başına neler geleceği aşikardır. Ama yine de bir umut, lisede böyle öğrencilerinin varlığı, forumlarda böylesine umut verici yazılar yazan insanların varlığı...

 

Hepinize teşekkürler...

 

Olay budur:

 

70 lerde 12 adanın Yunanistan'dan geri alınması halen yetkili mercilerde hararetli bir tartışma konusu idi, bugün ise bunu idda etseniz size gülerler...

 

80 sonrası ilk terör olayları başladığı zaman, yer yerinden oynamıştı, bugün ise şehit askerler televizyon bültenlerinde basit bir sayıdan ibaret...

 

90 sonrası dinci partiler ilk defa büyükşehir belediyeleri aldığı zaman sansasyon olmuştu, bugün türbanın Çankaya'ya çıktığını düşünürsek, belediyeler basit bir ayrıntı sadece...

 

90'larda apoyu yakalayıp, İmralı'da bakacağımızı ve ordan talimatla pkk yı yönetebileceğini söylek, güzel bir makara konusu olurduk...

 

ve gelecek...

 

Türban ve irtica yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Yakında devlet dairelerinde sarıklı memurlar görmekte bizi şaşırtmayacak.

 

Dtp artık ayrı dil ve özerk bölge bildirisi yayınlayabilecek düzeye geldi, 10 yıl sonra bu da gözümüze bir alternatif çözüm olarak girmeye başlayacak.

 

Ve yavaş yavaş Türkiye'nin altı oyulacak. Milli hısrlarından arındırılmış, koyun gibi yönetilmeye hazır bir nesil hazırlanacak.

 

Oyuna gelmeyin, çevrenizde kim varsa uyarın vakit geçmeden. Atatürk'ün ne kadar defa bir insan olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Bırakın yazdığı nutku, söylediği sözleri, yaptığı konuşmaları, gençliğe hitabesi bile tek başına bu ülkeyi kurtarmaya yeter her zaman....

 

Saygılarımla,

 

:clover:

Gönderi tarihi:

Ahmet Altan'ın sorunu gündemi yakalayamamak.

 

Bir yandan "muhalif yazar" olma misyonunu yakalamak isteyip bir yandan iktidar yanlısı olma paradoksu. Bu cenahta Altan tarzı yazanlar tavır değiştirdi. Seçim öncesi kampanyayı bıraktılar yani.

 

Şöyle örnek vereyim. Şimdi Türban yasağı ilk başladığı günden itibaren "özgürlük" temalı protesto gösterileri vardı. Türbanlı hanımefendiler işte yürüyüşler düzenlerlerdi, mitingler yaparlardı. Sonra AKP iktidara geldi o gösteriler durdu. 5 Yıl boyunca Türban Yasağının aynen devam etmesine, taraftarı oldukları parti tek başına anayasayı değiştirecek kadar gücü elinde tutmasına rağmen bu yasak kaldırılmadı. Peki gösteriler falan oldu mu? hayır. Tek tük yılda bir tane belki. Peki ne zaman başladı tekrar bu "protesto" gösterileri. Seçimlerden önce. Yine türbana özgürlük mitingleri başladı. Şimdi tabi dışarıdan bakan bir insan şöyle düşünür; ha türbanlı hanımefendiler iktidarı protesto ediyorlar yasağı uygulamaya devam ediyor diye. Böyle mi? hayır. Türbanlı hanımefendiler, 5 yıldır ara verdikleri türbana özgürlük mitinglerine seçimler öncesi tekrar başladılar. yasağın yanılmıyorsam 8 yıllık bir tarihi var. Bunun AKP'nin iktidarda olmadığı 3 yılı yoğun protesto gösterileri. AKP'nin iktidarda olduğu 5 yılı ise haşa ne protestosu. Peki beş yıl sonra aynı protesto gösterileri 5 yıldır yasağı uygulayan ve kaldırmayan hükümete karşı mı? hayır ne münasebet ona destek olur ve ona oy ister şekilde.

 

Seçimler bitti. Türbana özgürlük mitingleri, protestolarıda bitti. Yasak ? o hala duruyor bir değişme yok.

 

Yani hem muhalif olmak isteyip hemde hükümet yanlısı olursan hedef lazım. Sonra efendim yeni bir hedef buldular bürokratik oligarşi. 5 yılda bürokratından kapıcısına kadar AKP yaparken atamaları, o şikayet edilen bürokratik oligarşi mensuplarını atayanlar mı protesto edildi. Haşa ne münasebet. Onları atayanlara destek olur şekilde protesto.

 

Bu cenaha bir soru sorabilirsiniz. Yahu 5 yıldır tek başına bir iktidar var. Hem beş yılda ülkede olanlardan şikayet edip hemde tek başına iktidar olan bir hükümeti tenzih etmek için bu kadar saçmalamak niye?

Gönderi tarihi:
şaşmamakta en tehlikeli kabulleniş ve alıştırılmışlık bir yerde sayın muki..ben artık böyle düşünüyorum..bu seçimlerden sonra bende dahil pek çok kimseden duydum bu halk hak ediyor sözünü..ama şimdi hiçte öyle düşünmüyorum..adaletli bir seçim olduğuna kesinlikle inanmıyorum.. ben karşımdaki için akp'ye oy vermiş hak etmiş diyorum karşımdakide benim için öyle düşünüyor..halk olarak ayrılıyor ve soğuyoruz

birbirimizden...

sonrası amannn banane herkes hak ettiği gibi yönetilir sözleri..

işte en tehlikelisi bu diyorum bende..

 

biz vazgeçersek haklarımızı elimizden görüldüğü ve yapıldığı gibi sırıta sırıta alırlar..

bizde her zaman en iyi yaptığımız şeyi yapar yakınıp dururuz..

ben ne yapabilirim dememeliyiz birey olarak tepkimizi her fırsatta dile getirmeliyiz..yasalarla susturulmadan önce..

 

bu halk.. bu yönetimi.. bu sürüklenişi.. bu pişkinliği HAK ETMİYOR..

Sevgili frozen, benim şaşmamam kabullendiğimi ve alıştırıldığımı göstermez. Ancak, sizin dediğiniz gibi, ben bu 'eli kalem tutup köşe kapmaca oynayan karanlıklara aydın diyenlere' bunların dönekliklerine ve şahsiyetsizliklerine şaşmıyorum artık.

 

Ve diliyorum ki, insanlarımız bu yönetimin.. bu sürüklenişin.. bu pişkinliğin zamanında farkına varsın ve gözlerini gerçeklere açsın. Gerçekler nedir? Bir çok gerçek var, ama en önemlisi Türkiye elden gidiyor ve bizler kardeş bir toplumdan düşman bir topluma doğru yol alıyoruz. Bunu bu topraklar üzerinde yaşayan hiç kimse hak etmedi.

Gönderi tarihi:

Bir çok söylenene katılmakla birlikte ,yine bazı noktalarda muhalif olmak durumundayım.

öncelikle şu hakedildiği gibi yönetiliyor deme lüksümüz yok ya da bu halk bunları haketmiyor cümlelerine takıldım.

 

Arkadaşlar bu yönetimi ,yunan ya da alman halkı seçmedi.

 

Atatürk, kurtuluş mücadelesini başlatırken, önce bu zihniyetteki adamlarla mücadele etti.Bu ülkeye bilim irfanını yerleştirmek ,dil ,tarih bilincini aşılamak için uğraşırken,onun eserlerini yıkmak için uğraşanları, iktidara getiren ,yine bu halktı.Din türban safsataları uğruna,bu ülkenin geleceğini bir torba erzağa ve kömüre,verilen maddi değerler karşılığı satma basiretsizliğini gösteren yine bu halktı.

 

Ama yukarıdaki cevabı veren gencimi,z gibi nesillerin gelecek olması beni umutlandırıyor.Ancak bu da sanıldığı kadar çok değil.Çünkü bu halkın arzu ederek başımıza getirdiği iktidarlar ,fikri hür vicdanı hür nesiller değil,fikri olmayan vicdanları da kendi çıkarlarına endeksli gençler yetiştirmek için milli eğitimi de çoktan ele geçirdiler.

 

Bu halk bunları haketmiyor????

Gönderi tarihi:

Bu ülkeyi kimin hangi erzak yada kömür torbasına feda edipte bu yönetimi seçtiğinin artık bir önemi varmı ..

Şu an önümüzde bir gerçek var..napalım yani oh olsun seçerseniz böyle olur işte hadi bakalım görelim bundan sonrasını deme lüksümüz var mı sizce??..

Ve unutmayalım ki Atatürk kurtuluş mücadelesini yine bu halkla verdi..

Sırtını dönseydi Atatürtk dönerdi önce.

Geriye bakarken bunlarıda görmek lazım..

 

Tekrar ediyorum

Evet halk bu yönetimi HAK ETMİYOR..

Geldiğimiz bu noktadan çıkabileceksek eğer yine bu halk sayesinde çıkacağız..

yunan yada alman halkıyla değil..

 

uyumayanlar uyuyanları uyandıracak..bunu ağlayarak yakınarak yapamayız..HAK ETTİĞİMİZİ düşünerek hiç mi hiç yapamayız..

 

çünkü pençesinde olduğumuz emperyalizm denen canavardır.. o hiç durmuyor ve yeterince uyanık..

 

tamda burada bir kitap önermek isterim hala okumamış olanlarımız varsa okusunlar diye..

 

sivil örümceğin ağında-yazarı:mustafa yıldırım..

 

beyin temizleme,beyne yeni algılama düzeneği yerleştirme,kimlik oluşturma ve eyleme geçirme süreci 18 adımda gerçekleştiriliyor...........

 

Emperyalist egemenlik için artık en büyük tehlike olduğu ilan edilen ulusal devletlerin yok edilmesi, ulusal egemenliklerinden ödün vermeyen devletlerin “sınırlarının eleğe döndürülmesi” işi artık, “insan hakları” ve “din hürriyeti” bekçiliğine dönüşmüştür ve operasyonun temelini “Amerikan tipi demokrasinin ihracı” oluşturmaktadır. Devlet merkezlerinin egemenliklerinin ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıklarının zayıflatılması gerektiği; NGO denilen sivil toplum örgütleri ve vakıflar aracılığıyla kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmenin daha kalıcı olduğu düşüncesiyle gerçekleştirilen yeni projeyi “sivil örümcek ağı” olarak tanımlıyor Mustafa Yıldırım.

 

Acı duyarak okuyoruz; Çekoslovakya’da 1989’da başkanlık koltuğuna oturan “demokrasi kahramanı” yazar, aydın, sanatçı, tiyatrocu Vaclav Havel’in ABD’den “ülkesinin seçim sürecine derinden katılması” için uzmanlar, yasalar, projeler isteğini; bu isteğinin sevinçle yerine getirilmesinden sonra ülkesinin parçalanmasına yol açmasından şeref duyduğunu; ülkesini parçalayan ABD’nin “güdümlü demokrasiler”i inşa etmek için kurduğu sivil örgütünden Ulusal Demokrasi Fonu’ndan, “1989’da Orta Avrupa’yı değiştiren demokratik devrimin asıl entelektüel ve siyasi lideri” yazılı bir ödül aldığını...

Acı duyarak okuyoruz; Sovyetler Birliği’ndeki operasyonları, işbirlikçilerin yaptıklarını ve bir oldu bittiyle iktidara getirilen Boris Yeltsin’in 23 Ağustos 1991’de Ulusal Demokrasi Fonu’nun mimarı Prof. Allen Weinstein’e “Bu zafere yaptığınız katkıyı bilmekte ve takdir etmekteyiz.” diye faks çekmesini...

“Haiti’de seçimlerde gözlemcilik yaptık ve nerede gözlemcilik yaptıysak orada bizim adaylarımız kazandı.” Diyor ABD’li General Smadley Butler. Venezuela’da Hugo Chavez Farias’a karşı darbe girişiminin ardında Amerikan dolarları ve Ulusal Demokrasi Fonu vardı. Peru’da, Azerbaycan’da, Irak’ta yine dolarla ve yine demokrasi havariliği. Nikaragua’da projenin kanlı ve kansız uygulamasını okuyoruz. Kitabın 567. sayfasında ABD’nin operasyon yürüttüğü ülkelerin listesi;m 568. sayfada “Project Democracy” ağını besleyen örgüt, şirket ve vakıflar var. (Her ülkeden öğrenciler ABD’de, şimdilik 15.000 Türk öğrenci var.)

 

Alıntıladığım yazı aşağıdaki linktedir devamıyla ilgilenenler için…

 

alıntıladığım kaynak

Gönderi tarihi:

Herkes başına gelenden sorumludur birincisi bu... Sorumluluğumuzu bilmek zorundayız eğer hak ettiysek bu yaşadıklarımızı gereğini yapmakta yine bize düşer...

 

Bugün olanlar dünden kaynaklanıyor, yarın olacaklar bugünden yaratılıyor ve biz yaratıyoruz... Bugünü yarattığımız gibi yarını yaratacak olanda biziz aynı halk... evet birilerine kızıyoruz, bir şeylere kızıyoruz ama içine kendimizide katmak zorundayız...

 

Emperyalizm dediğimiz şey nedir biliyoruz bunu kontrol edenlerde insan bizlerde... Tek fark onlar yönetmek için çalışıyor biz yönetilmemek için, elbette bizimki zor... çünkü elimizde yeterli materyalimizde yok... üstelik yıllarca oyalandık, seyrettik, tepkisiz bir millet olduk...

 

biz tepkisizleşirken çok şey oldu tepki vermeyi öğrendiğimizde emperyalizmin adamları tepemizdeydi ve onlar binlerce devrimciyi kıydılar... sonra yeniden tepkisiz olduk... dinciler geldi Allah dedi götürdü, etnikçiler geldi hak dedi götürdü, birileri geldi milliyetçilik dedi götürdü, öteki benim memurum, benim işçim dedi götürdü... biri geldi diğeri gitti biz seyrettik...

 

zaten okur yazar bi millet değildik buna gayrette etmedik hala gazetelerin en çok okunan sayfaları belli... birilerimiz çıkıyor vatan elden gidiyor diyor gazetelerin spor ve magazin sayfalarını okuyan ya da dinci kesim gibi sade öteki dünya ile ilgilenenler hadi be ordan diyorlar... iyi tamam kime kızalım tabiki kendimize...

 

bütün bunlar olup biterken aklımız neredeydi? Mustafa Kemal gibi bir dehayı bile anlamadıysak kimi anlayacağız?

 

neden hala tartışılan konuları bunlar Türkiye'nin eğitime, kalkınmaya ve en önemlisi aydınlanmaya ihtiyacı var... top oyun sahasında ve bizde taca atmaya gerek yok... burası bizim vatanımızsa herşeye rağmen şapkayı önümüze koyup yaptığımız hatalardan ders almak zorundayız... eğitimse eğitim, aydınlanmaysa aydınlanma, ama elele omuz omuza, yoksa bireysel kavgalarında, bireysel şikayetlerinde, kabahati ona buna atmanında anlamı ve gereği yok...

 

ne yapılmadı ve ne yapılmalı ülkemiz tehlikedeyse konuşulacak şey bu... yapılacak şey zor ama imkansız değil bu millet emperyalizme bir kere dersini verdi yine verir ama istemek lazım... bu kez işimiz daha zor çünkü sistemleri gelişti... biz gelişmedik...

 

tartışmak güzel ama üretmek daha güzel... keşke tartıştığımız kadar üretebilseydik...

 

selamlar

Gönderi tarihi:
Bu ülkeyi kimin hangi erzak yada kömür torbasına feda edipte bu yönetimi seçtiğinin artık bir önemi varmı ..

Şu an önümüzde bir gerçek var..napalım yani oh olsun seçerseniz böyle olur işte hadi bakalım görelim bundan sonrasını deme lüksümüz var mı sizce??..

Ve unutmayalım ki Atatürk kurtuluş mücadelesini yine bu halkla verdi..

Sırtını dönseydi Atatürtk dönerdi önce.

Geriye bakarken bunlarıda görmek lazım..

 

Tekrar ediyorum

Evet halk bu yönetimi HAK ETMİYOR..

Geldiğimiz bu noktadan çıkabileceksek eğer yine bu halk sayesinde çıkacağız..

yunan yada alman halkıyla değil..

 

uyumayanlar uyuyanları uyandıracak..bunu ağlayarak yakınarak yapamayız..HAK ETTİĞİMİZİ düşünerek hiç mi hiç yapamayız..

 

çünkü pençesinde olduğumuz emperyalizm denen canavardır.. o hiç durmuyor ve yeterince uyanık..

 

 

Sayın frozen , senelerdir emperyalizmin oyununa gelmiş ve sürekli pasifize edilen ve mücadeleyi sadece kişisel çıkarlarına endeksleyen halkla mücadele ne kadar olur.Çevrenize baktığınızda kaç tane Atatürk gibi bir lider görebiliyorsunuz.Bütün sözde liderler ,emperyalizmin kendilerine biçtiği rolü oynuyor.Seçim zamanını görmediniz mi ? Ülke çıkarlarına ters düşen birçok olayı , zamanında açıklamayıp ,halkı uyutanlar sırf oy amacıyla bunları açıklamaya başladılar.Yani herşey kişisel çıkarlara endeksli.Bu durmda size sevgili Mukinin iletisi ile cevap vermek istiyorum.

 

Sevgili frozen, benim şaşmamam kabullendiğimi ve alıştırıldığımı göstermez

 

Bilmem anlatabildim mi ? Temeldeki sorunu anlamadan ,bunlara çözüm getirmek mümkün değildir.O SORUN DA NE YAZIK Kİ TARİHTEN DERS ÇIKARMASINI ÖĞRENEMEYEN VE KORKARIM Kİ;ÖĞRENEMEYECEK OLAN BU HALKTIR.

  • 4 yıl sonra...
Gönderi tarihi:

CIA ve Soros’un “Birleşik Türkiye Devleti” ne adım adım”

 

 

add_logo.jpg

 

(SOROS’UN TESEV’İNİN HAZIRLADIĞI “YEREL VE BÖLGESEL YÖNETİM” RAPORUNU AKP YASALAŞTIRIYOR)

B A S I N A Ç I K L A M A S I

“29’u Isparta da olmak üzere Bin 591 belde belediyesi ile 16 bin 82 köyün tüzel kişiliğini sona erdiren, 29 il özel idaresinin kapatılmasını, 13 İlde büyükşehir belediyesi kurulması ve il sınırlarının büyükşehir sınırı olarak belirlenmesini öngören “Yerel Yönetimler” yasa taslağı AKP hükümetince TBMM ye sunuldu.

TESEV İyi Yönetişim Programı, 9 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirdiği bir konferans ile “Yeni Anayasada Yerel ve Bölgesel Yönetim için Öneriler” raporunu kamuoyu ile paylaştı. Raporda, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin ve bölgesel yönetim birimlerinin oluşturulmasının önündeki anayasal engellerin kaldırılması ve yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayetin hafifletilmesi öneriliyor.

TESEV’in raporunda “illerden gelecek birleşme taleplerinin yanı sıra kalkınma ajanslarının kuruluşu ile ilgili 08.02.2006 tarih ve 5449 sayılı kanunda belirtilen NUTS bölgeleri de dikkate alınmalıdır. Bölge yönetimleri kurulduğunda, söz konusu kalkınma ajanslarının bu yönetimlere bağlanması yararlı olacaktır” deniliyor. Yine TESEV’in söz konusu raporunda “Bu değişikliklerin yapılabilmesi için Anayasa’nın ikinci ve üçüncü maddesinin değiştirilmesi, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ifadesi, “Türkiye Cumhuriyeti bir bütündür. Örgütlenmesi yerinden yönetim esasına dayanır” şeklinde değiştirilmesi isteniyor. İşte Bu önerileri de içeren yasa taslağı Bakanlar Kurulundan sonra TBMM gündeminde.

TESEV Başkanı Can Paker; “Soros her sene TESEV’e 2 milyon doları ‘Hobileri’ uğruna Türkiye’ye gönderiyor” diyor. Anlaşılan ABD’nin KÜRESEL İşgalini derinleştirmek ve güçlendirmek için sözde demokrasi operasyonlarında başrolü oynayan, Yahudi asıllı dünyaca ünlü finans spekülatörü(vurguncusu) Soros, bunu bir “hobi” olarak yapıyor.

Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan, Gürcistan, Afganistan, Irak, Tunus, Mısır ve Libya’da olduğu gibi ülkemizde de bu paralardan nemalanan Sivil Toplum Örgütleri ve Siyasal Partiler ne yazık ki iş başındadırlar. Bunlar; “Garip bir şekilde ABD’nin küresel emperyalist politikalarını destekleyici, Küresel ölçekte ekonomik işgale açılacak olan ülkelerdeki, direnç gösteren güçleri zayıflatıcı, bölücü bir görev üstlenmektedirler. Yani Kendi halkını ateşe atmakla görevlidirler.” Kaldı’ ki ünlü spekülatör Soros, bunu saklamaya bile gerek duymadan; ”Dünyanın her yanında böyle süreçleri destekliyorum. Şu anda Liberya’da yapıyoruz, Nepal’de de yapabiliriz. Türkiye’de de son 5 yılda 8 milyon dolar harcadık” diyerek Türkiye’deki “İleri Demokrasiye!” “hobi” olarak yaptığı katkıyı ortaya koymaktadır.

Bölge Kalkınma Ajansları, Kent Konseyleri ve Büyükşehir Belediye Yasası birlikte değerlendirildiğinde ABD’nin BOP projesi, ABD adına taşeronluğa soyunan AKP tarafından hayata geçirilmektedir. Büyükşehir belediye sınırlarının il sınırlarına çıkarılmasıyla kendiliğinden bölgesel yönetimler ihdas edilmiş olacaktır. Yerel yönetim düzeyinde ortaya çıkan bu yapılanma bölgesel otonomiyi gündeme getirecektir.” Yani Federe devletçiklerden oluşan “Birleşik Türkiye Devleti” gündeme alınmıştır.

CIA’nın Türkiye ve Ortadoğu sorumluluğunu yapmış Graham Fuller; “Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına çok önem veriyoruz; dünyada pek çok ülkenin yıkıcı etnik isyanlar ve ayrılıkçı eğilimlerle boğuştuğu bir çağda eğer mümkünse birleşik bir Türk devleti içerisinde çözüme kavuşmasından yanayız” diyor ve “mümkün olmadığında” ne yapılacağını da açıklıyor. “İnsan haklarını ihlal etmesi Türkiye’ye Avrupa ve Washington’da da siyasi bedeller ödetecektir”

ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği yapmış olan Morton Abromowitz “Merkezi yönetimin yetkilerinin bir kısmının yerel yönetimlere devredilmesi önerisi, Kürt meselesi üzerindeki etkisi ne olursa olsun son derece önemli bir ihtiyaçtır” tespitinde bulunuyor.

İl idaresi sisteminin aşındırılması taşrada devletin tarafsızlığını ve hukukun üstünlüğünü” uygulayacak makamların zayıflamasına ve zaman içerisinde ortadan kalkmasına yol açacaktır. İl idaresi sistemin aşınması kamu düzeninin sağlanmasında güçlüklere sebebiyet verecektir. Hâlbuki İl İdaresi sistemi yerel demokrasinin sağlıklı işlemesinin en büyük teminatıdır.

Tüm bunlara ek olarak BOP eş başkanı Tayyip Erdoğan’ın “Şu an Türkiye’de sistemi oynuyoruz” sözleri düşündürücüdür. Buna göre, Meclis’in yeni döneminde ilk iş büyükşehir yasası değiştirilecek ve böylece BOP Eş başkanı Erdoğan’ın Federe Devlet Başkanlığına giden yolu açılmış olacaktır.

AKP, Emperyalizme uşaklık ve taşeronluk politikasında artık gemi azıya almıştır. Soros’un Türkiye ayağı olan TESEV yasa tasarısını hazırlıyor. BOP Eş başkanı; TBMM deki sayısal çoğunluğuna dayanarak yasalaştırıyor. Böylece Türkiye tek kurşun bile atmadan Küresel çetenin istediği biçimde “Birleşik Türkiye Devleti” adı altında eyalet sistemine dönüştürülüyor.

Bu nedenle eğer Ulusal Bağımsızlığımızı, devletin tekliği ve ülkenin birliğini, egemenliğimiz, kısaca ulusal namus ve onurumuzu korumak istiyorsak İlk önce ve her şeyden önce AKP iktidardan uzaklaştırılmalıdır.

Yönetim Kurulu Adına

MAHMUT ÖZYÜREK

ADD ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.