Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

MEHMETÇİK


arman

Önerilen İletiler

Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla sohbet ediyor, "Nerelisin?" gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı.. Yanına çağırdı ve merakla sordu: "Adın ne senin evladım?"

 

"Ali, komutanım." "Nerelisin?" "Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..." "Peki evladım, bu kafanın hali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?" "Cepheye gelmeden önce, anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum."

 

"Peki" dedi üsteğmen. "Gidebilirisin Kınalı Ali." O günden sonra Ali'nin adı, Kınalı Ali oldu. Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı. Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi. "Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?"

 

Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi. "Sen söyle biz yazalım" dediler. Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.

 

"Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, "Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir" cümlesi ile bitiriyordu.

 

Tam zarf kapatılırken, Ali, "İki üç satır daha ekleteceğini" söyleyerek, mektubun sonuna şunları yazdırdı: "Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, burada komutanlarım da, arkadaşlarım da benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım."

 

Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler, kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları beşer, beşer, onar, onar şehit oluyorlardı. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı, bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah'a dua ediyordu.

 

Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye, bile bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu.

 

Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu.

 

"Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme." Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra "şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu.

 

Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından yazılmıştı, şöyle diyordu anası:

 

"Oğlum Ali, yazmışsın ki, kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar;

 

1- Gelinlik kıza. Gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye.

 

2- Kurbanlık koça. Allah'a kurban olsun diye.

 

3- Askere giden yiğitlerimize. Vatana kurban olsun diye. Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun."

 

 

Bu mektup şu anda Çanakkale şehitler müzesinde sergilenmektedir.. Allah tüm şehitlerimize gani gani rahmet eylesin. Bu vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna emeğini, yüreğini ve canını veren herkesten razı olsun.( Bu mektubun bir sesli dosyasını dinleyin .. Çanakkale türküsü eşliğinde okuduğunuzda o dosyayı duygulanmamanız imkansız..)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bize insanlığımızı hatırlattığın için teşekkür ederim Arman. Mücadeleni, sevgini ve dürüstlüğünü saygıyla selamlıyorum........

 

BİT

 

Bende aynı saygıyla karşılık veriyorum.. Bu yaşanmış gurur dolu anıyı sizlerle paylaşmak istedim ki .. Şehitlerimizi bir kez daha analım.. Din dil ırk ne olursa olsun bir dönem bu topraklar için döküldü onca kan.. Ve şimdi bu kanların üzerinde yaşamaktayız böyle rahat.. Türkiye Cumhuriyeti kuruldu kurulalı değişmeyen tek bir gerçek var.. O da Vatanın bölünmezliği ve bağımsızlı için gözünü kırpmadan kanını dökecek Mehmetçiklerimizdir.. Bu mehmetçiklerimiz sayesinde hem dış mihraklara hemde içimizdeki bölücü vatan hainlerine karşı rahat uykulara yatabiliyoruz.. Allah onlardan razı olsun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YÜREĞİNE SAĞLIK BE GÜZEL DOSTUM..TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLDU BUNU OKURKEN.BENDE KÜÇÜK BİR YAZIYI PAYLAŞAYIM SİZLERLE...

 

 

İki Maraşlı Türk, Avustralya’ya yerleşiyor. El arabaları ile Sidney

caddelerinde bağırıyorlar “Maraş dondurma” diye...

Oraya nasıl gittikleri , neden böyle bir tercihte bulundukları bilinmiyor.

Maraş’ın o meşhur dondurmasını dünyanın bir ucuna taşıyorlar yıllar önce.

Derken I.Dünya Savaşı patlak veriyor. Avustralya hükümeti, ülkenin dört

bir yanından Anzakları toplayıp, ellerine silah veriyor. Trenlerle

limanlara taşıyor, oradan gemilerle Çanakkale’ye gönderiyor.

İşte o dönemde Avustralya’da bulunan bizim iki Maraşlı dondurmacı önce

valiye çıkıp yalvarıyorlar:

-Biz Osmanlı Türküyüz. Ülkemize savaş ilan ettiniz. Asker gönderiyorsunuz.

Biz de kendi ordumuza katılmak istiyoruz ama imkanımız yok. Şu Anzakları

taşıdığınız gemilere bizi de koyun, Çanakkale’ye vardığımızda gemiden

atlarız, yüzerek Osmanlı siperlerine çıkarız. Ne olur bu iyiliği bize

yapın...

Vali iki Maraşlı dondurmacının bu istekleri karşısında duygulanıyor:

-Çok kutsal bir düşünce bu. Ancak düşmanımıza buradan bir tek kum tanesi

bile taşımayız, diyerek reddedip gönderiyor ikisini de...

Maraşlı kahraman dondurmacılarımız çalmadık kapı bırakmıyorlar

Avustralya’da. Hepsinde geri çevriliyorlar. En sonunda:

-Madem ki bizi ülkemize, ordumuza göndermiyorsunuz, o halde biz de burada

savaş ilan ediyoruz Avustralya’ya, diyorlar.

Herkes gülüyor onlara...

Anzakları Çanakkale’ye gitmek üzere limana taşıyan trenlerden biri hareket

halindeyken, bir dondurma arabası rayları kapatmış bir şekilde karşısına

çıkıyor. Bombalar patlıyor ve tren devriliyor. Orada sipere yatan iki

KAHRAMAN MARAŞLI dondurmacı silahları ile tarıyor devrilen treni.Şehit

düşene kadar savaşıyorlar...

Yüzlerce Anzak askerini Çanakkale’ye sevk edilmeden kendi topraklarında

öldürüyorlar.

Avustralya hükümeti de bu iki kahraman için bir şehitlik yaptırıyor kendi

topraklarına...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çanakkale Şehitleri Anısına.........

 

Tüm Çanakkale şehitleri anısına

Ruhunuz Şad olsun

 

Çanakkale açıklarında Düşman gemileri,

Bekliyorlar Boğazları geçmeyi,

Varacaklar İstanbul'a,

İşgal edecekler Güzel Ülkemi.

 

Her gemi sanki birer yüzer kale,

Mart'ın On sekiz i Günlerden Perşembe,

Hepsine yetti Nusret Mayın Gemisi,

Ne Queen Elizabeth kaldı ne İnflexible.

 

Denizden geçemediler hedefleri oldu Alçıtepe,

Çıkmak istediler bu defa Seddül Bahir e,

82 bin kişiyle geldiler Çanakkale ye,

Mustafa Kemal vardı on binlerce Mehmet’le.

 

Seyit onbaşı kaldırdı 276 kiloluk top mermisini,

Şaşırttı bu mermi onlarca Düşman gemisini,

Çhurchill, Fisher,General Hamilton ve Loyd George,

Hepsi Şapka çıkardı böyle kahraman Millete.

 

Geçit yok Çanakkale den öteye gidilemez,

On binlerce Mehmetçik kanıyla boğar sizi,

Mustafa Kemal Taarruz değil Ölmeyi Emretmişti,

Buradan değil gemiler, bir kuş bile geçemez.

 

Bu günler bize o Kahramanların hediyesidir,

Hepimiz yazılan bu destanı çok iyi bilelim,

Bir Ulusun yoktan var oluş hikayesidir,

O Şehitlere tüm ülke hürmet edelim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerir azmini tevkîf edemez sun-u beşer;

Bu gögüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;

"O benim sun-u bedîim, onu çiğnetme!" dedi.

 

Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!

Nerde -gösterdiği vahşetle "bu, bir Avrupalı"

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

ÂSIM'ın nesli.. diyordum ya... Nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek,

Şühedâ gövdesi, baksan a, dağlar, taşlar

O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,

 

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer,

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında;

Ostralya'yla beraber bakıyorsun Kanada!

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

BİR HİLÂL uğruna, yâ Rab, ne GÜNEŞLER batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

 

Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.

Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ...

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHÎDİ...

BEDR'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.

 

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,

Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

"Bu, taşındır" diyerek KÂBE'yi diksem başına;

Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

 

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyet denilen *****, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harab.

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,

Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

 

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;

Atılan her lâğımın yaktığı yüzlerce adam.

Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...

Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...

Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;

Şarkın en sevgili sultânı SELÂHADDÎN'i,

 

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;

Boşanır sırtlara, vadîlere sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

KILIÇ ARSLAN gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;

 

Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..

Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor PEYGAMBER.

 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?

Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.

Mehmed AKİF ERSOY

 

 

 

 

 

...................................

 

 

 

 

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver bu sessiz yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda

İstiklal uğruna, namus yolunda,

Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele

Son vatan parçası geçerken ele

Mehmet’in düşmanı boğduğu sele

Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek amansız çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ister demogog desinler isterlerse ne derlerse desinler dayanamıyorum tüylerim diken diken oluyor bu cumhuriyet bu şartlarda kuruldu hiç kimse hazıra konacağını zannetmesin bizler varız var olacağız yaşatacağız aynen atatürkün dediği gibi bu bizim damarlarımızdaki asil kanda mevcut ve dönüşü yok

 

 

 

 

(karçcegi alttaki resmine hayranım birbirine bukadar yakışan üç insanı ne güzel bir araya getirmişsin)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.