Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AHLAK İÇİN DİN ŞART MI?... (New Scientist dergisi; 1 Eylül sayısında ahlak ve din arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor...)


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Ahlak için din şart mı?

Ahlaki değerler içgüdüsel midir, yoksa dini inançların yönlendirmesiyle mi oluşmuştur? Ahlaklı olmak için dine gerek var mıdır? Gerek yok ise, tüm kültürlerde niçin din var? Ve din ne işe yarıyor? New Scientist dergisi 1 Eylül sayısında ahlak ve din arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor.

 

Dawkins, dini, ahlaki değerlerin kaynağı olarak gören geleneksel görüşe karşı çıkan çok sayıdaki düşünürlerden yalnızca biri. Bu kişilere göre din, ahlaksız davranışları mazur göstermeye yarayan bir araç. Dinin ahlakın veya ahlaksızlığın kaynağı olarak değerlendirilmesi yerine, bazı bilim adamları ahlakın ve dinin insan doğasının bir özelliği olduğuna inanmayı tercih ediyor.

 

Tüm dünyada din çok çelişkili bir konumda. Dini inanışlar her zamanki gibi güçlü ancak Aydınlanma hareketi ve bilimsel gelişmeler, din kavramına ile hiç olmadığı kadar şiddetle karşı çıkıyor. Richard Dawkins gibi dini sorgulayan bilim adamları, bizleri dinin bir hayal olduğuna ve aynı zamanda tehlikeli de olduğuna inandırmak istiyor. Dawkins, dini, ahlaki değerlerin kaynağı olarak gören geleneksel görüşe karşı çıkan çok sayıdaki düşünürlerden yalnızca biri. Bu kişilere göre din, ahlaksız davranışları mazur göstermeye yarayan bir araç.

 

Bu görüş, son günlerde giderek daha fazla destek buluyor, zira son bilimsel çalışmalar ahlakın beynimizin derinliklerine kazındığını, başka bir deyişle içgüdüsel kaynaklı olduğunu gösteriyor. Bu da, hepimizin doğru ve yanlışı ayırt etme yeteneği ile doğduğumuz ve dini öğretilerin bu çok temel ahlaki içgüdüleri değiştiremeyeceği anlamına geliyor. Ne var ki bu radikal görüş pek çok biyoloğu ikna etmeye yetmiyor. Son yıllarda dinin insan davranışları üzerindeki etkileri konusunda çok sayıda araştırma yapılmış ve halen de yapılıyor. Bu, üzerinde bilimsel araştırmalar yapmak için çok kaypak bir konu. Bilim adamları bu konuyu şimdi dinin nasıl evrilmiş olabileceğine, hangi amaca hizmet ettiğine ve insanları daha ahlaklı -veya daha ahlaksız- yapıp yapmadığına bakarak irdeleme yolunu tercih ediyor.

 

Bu çalışmaların sonucunda, din ve ahlak arasındaki ilişki konusunda hâlihazırdaki basite indirgenmiş fikirlere meydan okuyan yeni bir görüş oluşmaya başladı. Dinin ahlakın veya ahlaksızlığın kaynağı olarak değerlendirilmesi yerine, bazı bilim adamları ahlakın ve dinin insan doğasının bir özelliği olduğuna inanmayı tercih ediyor. Bu bağlamda ahlaklı bir yaşam sürmek için aslında insanların dine ihtiyacı yoktur; ama din olmadan ahlakın evrimleşme şansı olamazdı. Böyle bir yaklaşım, dini inanışlar ve ahlaklı davranışlar arasındaki karmaşık ve çelişkili ilişkiyi açıklayabilir. Bu düşünce şekli ayrıca, dinin kalıcı gücünün altında yatan etmenleri ortaya çıkarttığı gibi, inanmışları akıl yolu ile inançlarından vazgeçirmeye çalışmalarının ne kadar faydasız olduğunu da gösteriyor.

 

DİN İYİLİĞE ÖZENDİRİYOR!

Dinin iyiliğe özendiren bir güç olduğunu gösteren çok sayıda kanıt var. 1970'li yılların sonlarında 1980'lerde Seattle'daki Washington Üniversitesi'nden sosyolog Rodney Stark ve William Sims Bainbridge , dini inançlar ile ahlaklı davranışlar arasında bir ilişki olduğu yolundaki görüşü tartışmaya açtılar. Bu ikilinin araştırmaları, ibadet etme alışkanlığının, ahlaki normların toplu olarak daha iyi anlaşılmasına ve insanların daha az suç işlemesine yol açtığını ortaya çıkarttı. Daha sonra yapılan çalışmalar ise aşırıya kaçmayan dindarların daha mutlu, daha şefkatli, daha adaletli ve daha eli açık olduklarını gösteriyor. Bir diğer çalışmaya göre ise sigara, uyuşturucu ve alkol gibi kötü alışkanlıklardan din yardımı ile daha kolay vazgeçiliyor. Din, bunların yanı sıra insanları cinsel yönden de daha ahlaklı olmaya özendiriyor. ABD'de RAND Health adında, kâr amacı gütmeyen araştırma grubunun yürüttüğü bir araştırmaya göre, dini inançlara sahip HIV'li hastalar, inançsız HIV'li hastalara göre daha az sayıda eş değiştirmiş (Journal of Sex Research, vol 44, p 49).

 

DİNİ İNANÇ YETERLİ DEĞİL

Ancak dini inanç tek başına doğruya ve iyiye yönlendirmekte yetersiz kalıyor. Bu inananlar için de geçerli. RAND çalışmasından elde edilen bir başka bulguya göre AIDS hastalığına yakalanmış Katolikler, kiliselerinin doğum kontrolünü yasaklamasına karşın, diğer gruplara göre daha fazla kondom kullanıyor. "Katolikler ahlakın kaynağının kendi vicdanları olduğuna inanma eğilimi içinde" diye konuşan RAND çalışanlarından David Kanouse , "Bu çalışma ahlaki değerlerin içgüdüsel olduğu görüşünü inkar etmiyor; yalnızca dinin doğru ve yanlış ile ilgili iç sesimizi yorumlamakta bize yol gösterdiğini ileri sürüyor" diyor.

 

Bu görüş, dinin kötü insanları ve kötü toplumları "hizaya sokmak" için varolduğu düşüncesi ile nasıl bağdaşıyor? Dawkins ve diğerleri, nefretin ve savaşların yol açtığı olumsuzluklara gerekçe oluşturmak için dinden yararlanıldığına ilişkin çok sayıda örneğin olduğunu söylüyorlar Bu kişiler ayrıca dini kitaplarda kınanması gereken davranışların nasıl değişikliğe uğratıldığına dikkat çekiyorlar. Bunlara örnek olarak zina yapanların, dinini reddedenlerin, eşcinsellerin taşlanması, söz dinlemeyen çocukların dövülmesi, köleliğin kabul görmesi, bir babanın kendi çocuklarını fuhşa zorlaması gösterilebilir. Dawkins, dinin yalnızca diğer bilişsel süreçlerin bir yan ürünü olduğunu, insanların doğuştan sahip olduğu ahlak anlayışı ile bir ilgisinin olmadığını savunuyor. Kaldı ki pek çok ateist, tanrı inancı olmadan da iyi bir insan olmayı beceriyor. Öte yandan inananların, kendi ahlaki kurallarını uyguladıkları zaman inanmayanlardan daha iyi bir insan haline geldikleri de görülmüş değil. Boston'daki Tufts Üniversitesi'nden filozof Dan Dennett, hapishanelerdeki mahkumların -en azından ABD'de- dindarlık açısından toplumun diğer kesimlerinden daha farklı bir yapıda olmadığına dikkat çekiyor. Ayrıca Hıristiyan nüfus içindeki boşanma oranının dindar olmayan Amerikalılardan farklı olmadığı belirtiliyor.

 

DİNİN OLUMSUZ ETKİLERİ

2005 yılında Maryland, Baltimore'dan bağımsız bir araştırmacı olan Greg Paul, dinin olumsuz etkilerine ilişkin bir rapor hazırladı (Journal of Religion and Society, vol 7 p1) Bu çalışmada Paul, 18 sanayileşmiş ülkede dindarlık düzeyi ile toplumsal bozukluk göstergelerini karşılaştırdı. Çalışmanın sonucunda, inanç düzeyinin yüksek, ibadetin yoğun olduğu ülkelerde cinayet, çocuklarda ve gençlerde görülen ölümler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ergenlerde hamilelik ve çocuk aldırmanın daha sık görüldüğü ortaya çıktı. Bugün ahlakın dinden değil, toplumda hissedilen güvensizlikten kaynakladığına inanan Paul, "Kitlesel olarak Tanrı inancını, korku ve yetersiz mali koşulların yarattığı endişenin oluşturur. Dolayısıyla Tanrı inancının altında derin bir biyolojik, genetik ve başka bir köken aramak gereksizdir" diyor.

 

Bu çalışmanın sert eleştirilere hedef olması kaçınılmazdı. Bazı araştırmacılar Paul'un ülke ve ahlaki gösterge seçiminde yanlı davrandığını ileri sürdüler. Daha kapsamlı bir test için Tennessee'deki Vanderbilt Üniversitesi'nden sosyolog Gary Jensen, Paul'un göstergelerinden biri olan cinayet verilerini alarak, farklı dini inançlar ile karşılaştırdı. Jensen'in çalışmasında da cinayet oranlarının inanç düzeyi ile ilişkili olduğu ortaya çıktı. Cinayetler, özellikle Tanrı ve Şeytan inancının geçerli olduğu dualist dinlerde daha fazlaydı. Cinayet oranı ABD'de -nüfusun %96'si Tanrı'ya, %76'sı Şeytan'a inandığını belirtiyor- Filipinler'de, Dominik Cumhuriyeti'nde ve Güney Afrika'da yüksek çıktı. Bu ilişki, yalnızca Tanrı inancının yaygın olduğu, ancak Şeytan inancının az olduğu İsveç gibi ülkelerde -nüfusun yalnızca %18'i bu ikisine inandığını belirtiyor- daha düşüktü. (Journal of Religion and Society, vol 8, p 1)

 

DİNDARLIĞIN KATEGORİLERİ

Dinin rolü, Tanrı'nın gücü olarak ele alındığında ortaya buna benzer, karmaşık bir tablo çıkıyor. Kansas Üniversitesi'nden sosyal psikolog Daniel Batson dinin rolünü iki kategoride ele alıyor. Biri, Tanrı'ya inanç ve ibadeti çıkar gözetmeden yapma güdüsünü içeren "İçselleşmiş Dindarlık" tır. İkincisi ibadetin bir sosyal etkinlik olarak yapıldığı ve kişisel çıkarların gözetildiği "Göstermelik Dindarlık" kategorisidir. Batson'a göre içselleşmiş dindarlık ile merhamet veya önyargıların azalması arasında yakın bir ilişki var. Oysa, bunun tam tersi, göstermelik dindarlıkta önyargılar derinleşmiş, merhamet hissi azalmış ve yardımlaşmada bile karşılık beklentisi öne çıkmıştır.

Batson üçüncü kategori olarak "Arayış Dindarlığı"nı öne sürüyor. Bu kategoriyi oluşturan insanlar dinselliği sorgulama alışkanlığına sahiptir. Bu grubu araştıran Batson, bunların diğer gruplara göre en hoşgörülü ve en yardımsever insanlardan oluştuğunu ileri sürüyor.

Bu çalışmalar dinin ahlaki davranışları etkilediği fikrini desteklemekle birlikte etkinin kapsamı konusunda yeterli bilgi vermiyor. Başka bir deyişle, bu etki inanan kişinin sosyal grubu ile sınırlı mı kalıyor, yoksa evrensel bir merhamet ve vericilik duygusuna mı yol açıyor? Davis'teki Kaliforniya Üniversitesi'nden kültürel evrim uzmanları Peter Richerson ve Brian Paciotti bu soruyu yanıtlamak için ekonomi oyunlarından yararlandılar. Bunlardan biri insanların vericilik ve adalet duygularını ölçen Diktatör Oyunu'ydu. Richerson ve Paciotti bu oyunu üniversite öğrencilerinden ve dindar kişilerden oluşan iki farklı gruba oynattılar. Richerson sonuçları şöyle değerlendiriyor: "Din ahlaklı bir insan olmak için gerekli olmadığı gibi her zaman olumsuz etki yaratmaz. Bu sonuçlar insanların doğuştan ahlaki değerlere sahip olduğu fikrini destekliyor. Bu arada din, ahlaki davranışların doğasını ve kapsama alanını belirliyor ve kimlerle işbirliği yapacağımız konusunda bize yol gösteriyor."

 

GÖZETLENME DUYGUSU

İngiltere, Belfast'taki Queen's Üniversity'deki Bilişim ve Kültür Enstitüsü'nden Jesse Bering , hem dinin hem de ahlakın evrimsel uyumun bir sonucu olduğunu şu sözleriyle açıklıyor: "Ahlak dinden kaynaklanmaz. Ancak sosyal ortamdaki benzer güçlere tepki olarak ortaya çıkmakla birlikte, din ve ahlak ayrı ayrı evrimleşmişlerdir. Atalarımız dil geliştirip, başkalarının ne düşündüğünü anlama yetisine sahip oldukları anda, bireysel haberler kendi gruplarının dışına taşmaya başladı. Topluluklarının onaylayacağı şekilde davranma eğiliminde olan insanlar bundan yarar sağladılar. Ahlaklı davranışlar bu aşamada başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğüne bağlı olarak şekillenmeye başladı. Böylece ahlak uyum sağlama özelliğine kavuştu."

 

Ahlakın evrilmesiyle aynı anda dini inanç kapasitesi doğdu. Başkalarının haklarında ne düşündüğü kaygısına kapılan atalarımız, gözetlendikleri ve yargılandıkları duygusuna kapılmış olabilirler. Bering, atalarımızın bu rahatsız edici duyguyu doğaüstü güçlere atfettiklerini ileri sürüyor, çünkü başkalarının düşüncelerini okuma becerisinin altında yatan bilişsel sistem her şeyde anlam ve niyet arama eğilimindedir. Böylece ahlakın evrimleşmesini sağlayan uyum yeteneği dinin de evrimleşmesini sağlamış olabilir.

 

GRUBA BAĞLILIK

State University of New York'tan evrim biyoloğu David Sloan Wilson , grup içi bağlılığı sağladığı için ibadetin önemine değiniyor ve ibadetin grup seçiminde önemli bir rol oynadığını söylüyor. İnsanlar son 100.000 yıl içinde giderek sosyalleştikçe ve son 10.000 yıl içinde tarımsal faaliyetler kapsamlı bir iş bölümüne yol açtıkça, din ve ahlak birlikte evrilerek sosyal birlik ve beraberliği pekiştirir bir nitelik kazandı.

 

Kültürel ve teknolojik gelişmelerin yaşam şeklimizi değiştirdiğine dikkat çeken Virginia Üniversitesi'nden psikolog Jonathan Haid t, buna bağlı olarak Batılı liberal toplumların ahlak ve din arasındaki ilişkiyi anlamamız için iyi bir model oluşturmadığını ve atalarımıza göre bizlerin daha bireysel olduğumuzu söylüyor. "Teknoloji yaşantımızı kökünden değiştirdi. Böylece din olmadan da ahlaklı olma şansımız doğdu, çünkü artık sosyal kontrol için başka araçlarımız var" diye konuşan Haidt, bunlara örnek olarak sivil yasaları, emniyet güçlerini ve kapalı devre televizyonları gösteriyor.

DİNİN BİREYSEL ETKİSİ

Dinin, tüm toplumlarda bireyleri harekete geçirici bir güce sahiptir. Pennsylvania Üniversitesi'nden Andrew Newberg 'in gerçekleştirdiği görüntüleme deneylerin,de ibadet eden veya meditasyon yapan kişilerin beyin görüntülerinde beyin faaliyetlerinde geçici bir azalma olduğu tespit edildi. Bu bölgeler insanın kendi farkındalığı ile ilgilidir. İnsan faaliyetlerinin pek çoğunda -müzik festivallerinden askerlik hizmetlerine dek- gruba dahil olma arzularımız tatmin edilir. Heidt'e göre insanlarda, bireysel çıkarlarının üzerine çıkma arzusu çok yüksektir. İbadet sırasında birey, kendi fiziksel varlığının dışına çıkarak benliksiz bir düzleme geçer.

 

Heidt bu yükselme duygusunda oksitosin adı verilen hormonun çok önemli bir rol oynadığını belirtiyor. Oksitosin kendimizden hoşnut olma, barışık olma duygusunun kaynağıdır. Benliğin üzerine yükselme duygusu çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Saygın bir amacın peşinde koşarken, birilerine iyilik ettiğimiz zaman, güzel bir şiir okuduğumuz zaman, yetenekli birinin performansını izlerken, kendini iyi hisseden biriyle empati kurduğumuz zaman bu yükselme duygusunu yaşarız. Yine de dindar insanların bütün bunlardan farklı, daha fazla bir yükselme, bireysellikten kopma duygusuna sahip oldukları ileri sürülüyor.

 

Pek çok insanın, sosyal ilişki sağlaması veya doğru yolu göstermesi açısından dine ihtiyacı yoktur. Bu kişiler için ateizm en akılcı yoldur. Ancak dinin evrim tarihimizde kilit bir rol oynadığını da unutmamak gerekiyor. Ahlaki değerleri güçlendirmek ve içsel ahlak duygumuzu şekillendirmekte de etkin bir rol oynayan din, bizim inançlarımızı kabullenmeyen kişilere yönelttiğimiz ahlaksız davranışları da mazur gösterir.

  • Bilim Teknik 28.09.2007 / Reyhan Oksay - DİPNOT
  • Cevaplar 62
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Kursun sesi kadar hizlidir yasamak ama zordur kursunu havada,

 

dostu yürekte tutmak,

 

alisik olsada yürek ayriliklara yoktur kitabimizda dostu unutmak

 

yazilarinla biz seni dost bildik Sayin DİPNOT

 

Aramiza tekrar hosgeldin ,

 

AHLAK İÇİN DİN ŞART MI?... sart degil, tabiki tartisilir,.! fakat Dini tartismak icin Ahlak gerekir.?

 

 

Saygilarimla

 

 

:shuriken: yamyam frankfurt

Gönderi tarihi:

Dinin de, ahlakın da, felsefenin de ve bilimin de gelişmesinin kaynağı, beynimizin artan işlem kapasitesidir. Psikoloji ve nörolojide son zamanların en popüler araştırmalarından birisi "ayna nöronlar" konusudur. Ayna nöronlar tüm gelişkin canlılarda, özellikle primatlarda varlar. Fakat en gelişmiş özellikleri tabiidir ki insanda gösteriyorlar.

 

Ayna nöronlar empati yapmamızı sağlıyorlar. Tüm sanat; edebiyat, sinema... etkinliklerimizi bu nöronların organize biçimde beynimizde gelişmiş olmalarına borçluyuz. Birinin eli kapıya kısıldığında içimizde duyduğumuzu sızıyı bu nöronlar hissettiriyor. Birisinin acısına tanık olduğumuzda gözlerimiz bu nöronların etkinleşmesiyle yaşarıyor.

 

Geçen yıllarda bir iş arkadaşım vardı. Kendisi biraz ayyaş, biraz küfürbaz, biraz olur olmaz densizlikler yapan bir arkadaştı. Açıkçası ben de kendisini pek fazla sevmezdim. Fakat bir gün bir kaza oldu ve bir arkadaş yaralandı. Kazadan en çok etkilenen bu pek sevmediğimiz arkadaş olmuştu. Bir kolunu göğsüne, bir kolunu sırtına bastırmaya çalışarak kazazedenin içinde duyduğu acısını bastırmaya çalışıyordu. O an onun kazazedenin acısını içinde en canlı biçimde hissettiğini anladım. Belki de tanıklar içinde kazazedeye içi en çok acıyan oydu.

 

Doğasında empati vardı fakat agresif davranışlarının başka nedenleri vardı demek ki. O an iyi olmanın doğal olarak getirilen bir özellik olduğunu anladım. Kanımca dini telkinlerin iyi ya da kötü olmamızda bir rolü yoktur. Din olmasa da iyi veya kötü olacaktık. İçinde devindiğimiz nedensellikler herbirimizi ayrı ayrı biçimlendirecekti. Üstelik her birimiz içinde devindiğimiz nedenselliklere göre değişen iyi-kötü yargılarına sahip olacaktık...

Gönderi tarihi:

Çookk hoş geldin.

 

Foruma ilk girdiğimden bu yana beğenerek okuduğum birini tekrar görmek ne hoş!

 

Katkıların için teşekkürler.

Gönderi tarihi:

Din insanların ben niye varım ve nasıl varoldum düşüncesinin başlaması sonucu sorularına cevap olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. Devrim yapmak isteniyorsa insanları ya ikna edeceksin, ya da korkutacaksın. İkna yeteneğin azsa, o zaman insanları görmediği, tutamadığı, duyamadığı, buna rağmen herşeyden haberi olan, herşeye hakim olan bir varlıkla korkutmak kolay yoldur. Ancak bu korku unsuru zamanla uyanıkların çıkarlarını karşılar hale gelmiştir. Yaşanılan haksızlıklar da kader olarak adlandırılmış ve mükafatı diğer dünyaya havale edilmiştir. Bu arada ama, uyanık olanlar dünyalıklarını dünyalara sığdıramayıp, kefenlerine cep diktirmekle meşgul oluyorlar.

 

 

 

 

 

.

Gönderi tarihi:

Ahlaklı olmak için bir dine ihtiyaç yok din ahlak getirmiyor eğer söylendiği gibi olsaydı bütün dindarların dürüst, açık sözlü, yalansız, istirmarsız olmaları gerekirdi. ama öyle değil. Ahlaklı olmak için dinsiz olmakta gerekmiyor bir insan ya ahlaklıdır ya ahlaksız din başka bir boyut. ve bence gelecekte dine yer yok. çünkü insanların sorularına ve acabalarına yeterli yanıt hiçbir inançta yok o yüzden aynı inanca sahip olsalarda herkes farklı yorumluyor. kafaların içindeki sorular farklı, yanıtları farklı.

 

savaşlar güçle ve çok savaşçı ile kazanılmaz strateji ve akılla kazanılır. ahlak savaşçısı olmamız gerekiyor din savaşçısı değil. din ona ihtiyaç duyana lazım ahlak ise herkese gerekli. dinsiz bir insandan toplum zarar görmez ama ahlaksız bir insandan büyük zarar görür.

 

inançlı olsun yada inançsız olsun ahlak sahibi olduğunu savunan doğruyu söylemekten korkmaz. birilerini kayırmak için yada cihatı kazanmak için takiye yapmaz.

Gönderi tarihi:
Ahlaklı olmak için bir dine ihtiyaç yok din ahlak getirmiyor eğer söylendiği gibi olsaydı bütün dindarların dürüst, açık sözlü, yalansız, istirmarsız olmaları gerekirdi. ama öyle değil. Ahlaklı olmak için dinsiz olmakta gerekmiyor bir insan ya ahlaklıdır ya ahlaksız din başka bir boyut. ve bence gelecekte dine yer yok. çünkü insanların sorularına ve acabalarına yeterli yanıt hiçbir inançta yok o yüzden aynı inanca sahip olsalarda herkes farklı yorumluyor. kafaların içindeki sorular farklı, yanıtları farklı.

 

savaşlar güçle ve çok savaşçı ile kazanılmaz strateji ve akılla kazanılır. ahlak savaşçısı olmamız gerekiyor din savaşçısı değil. din ona ihtiyaç duyana lazım ahlak ise herkese gerekli. dinsiz bir insandan toplum zarar görmez ama ahlaksız bir insandan büyük zarar görür.

 

inançlı olsun yada inançsız olsun ahlak sahibi olduğunu savunan doğruyu söylemekten korkmaz. birilerini kayırmak için yada cihatı kazanmak için takiye yapmaz.

 

toplumda yasalar konulduğunda bu sihirli değnek gibi insanları doğru yapmaz... kapkaçla ilgili bir yasa çıkardığımızda bu artık hiçbir insanın kapkaç yapmayacağı anlamına gelir mi....aslında görmezden gelinen dinin maksadının inananları bağlayıcı olmaktan öte cebredici bir yönünün olmamasıdır...din kuralı koyacak sonra da tüm insanlar buna uymuş olacak??? akıl niye var o zaman ....irade neden var o zaman....din üst değerler koyar....insanlar da iradeleriyle buna karşı bir tutum geliştirirler....aksi bir durum insanın da dinin de doğasına terstir...

 

islamda savaş kaçınılmaz olduğunda başvurulabilecek bir durumdur...aksini iddia edenler dine iftira edenlerdir...haksız yere bir canı öldürmek insanlığı öldürmek gibidir diyen bir din nasıl aksini emredebilir....

 

nefislerini ilah edinenler her durumda farklı maskelere bürünebilirler...sağduyulu hiçbir müslüman adaletsizliğin alkışçısı ve yandaşı olmaz...

Gönderi tarihi:
toplumda yasalar konulduğunda bu sihirli değnek gibi insanları doğru yapmaz... kapkaçla ilgili bir yasa çıkardığımızda bu artık hiçbir insanın kapkaç yapmayacağı anlamına gelir mi....aslında görmezden gelinen dinin maksadının inananları bağlayıcı olmaktan öte cebredici bir yönünün olmamasıdır...din kuralı koyacak sonra da tüm insanlar buna uymuş olacak??? akıl niye var o zaman ....irade neden var o zaman....din üst değerler koyar....insanlar da iradeleriyle buna karşı bir tutum geliştirirler....aksi bir durum insanın da dinin de doğasına terstir...

 

islamda savaş kaçınılmaz olduğunda başvurulabilecek bir durumdur...aksini iddia edenler dine iftira edenlerdir...haksız yere bir canı öldürmek insanlığı öldürmek gibidir diyen bir din nasıl aksini emredebilir....

 

nefislerini ilah edinenler her durumda farklı maskelere bürünebilirler...sağduyulu hiçbir müslüman adaletsizliğin alkışçısı ve yandaşı olmaz...

 

Evet haklısın yasalar var ama çiğnenebiliyor buda bir ahlak göstergesi aynı zamanda bunun için bilinç gerekli.

Dinlerin değilse bile onlara mensup olanların çoğu dinin ahlak ölçütü olduğuna inandıkları bir gerçek. Bence bu kendini tatmin etmekten başka birşey değil. dini hayat görüşünde öncelikli kriter edinenlerin daha ahlaklı olmasını beklemek en doğal beklentidir çünkü onlar öteki alemde onlara vadedilenleri kazanacaklarına inanıyorlar ve Allah heryerde hazır ve nazır onları görüyor diye inandıkları halde (ki buna inandıkları halde) gizliden gizliye çok kirli işler çevirebiliyorlar işte bu ahlaka uygun bir davranış olmaz. yani bir insan yalnızkende kalabalık içindede ahlaklıdır birinin onu görmesi gerekmez.

 

dinde savaş size farz kılındı diye ayetler var hatta derki savaş sizin için kötü görünebilir ama onda sizin için hayır vardır. yada inkarcıları bulduğunuz yerde onları öldürün de der. öyle ise bu ne demek oluyor?

 

nefislerini ilah edinenleri dinde kurtaramıyor desenize. yani bencilllik, ego, açgözlülük, hepsi benimcilik dindar geçinenlerin çoğunu esir almış. sağduyulu hiç bir İNSAN adaletsizliğin alkışçısı ve yandaşı olmaz. dinini göstermelik yaşayanlar hariç.

Gönderi tarihi:
Evet haklısın yasalar var ama çiğnenebiliyor buda bir ahlak göstergesi aynı zamanda bunun için bilinç gerekli.

Dinlerin değilse bile onlara mensup olanların çoğu dinin ahlak ölçütü olduğuna inandıkları bir gerçek. Bence bu kendini tatmin etmekten başka birşey değil. dini hayat görüşünde öncelikli kriter edinenlerin daha ahlaklı olmasını beklemek en doğal beklentidir çünkü onlar öteki alemde onlara vadedilenleri kazanacaklarına inanıyorlar ve Allah heryerde hazır ve nazır onları görüyor diye inandıkları halde (ki buna inandıkları halde) gizliden gizliye çok kirli işler çevirebiliyorlar işte bu ahlaka uygun bir davranış olmaz. yani bir insan yalnızkende kalabalık içindede ahlaklıdır birinin onu görmesi gerekmez.

 

dinde savaş size farz kılındı diye ayetler var hatta derki savaş sizin için kötü görünebilir ama onda sizin için hayır vardır. yada inkarcıları bulduğunuz yerde onları öldürün de der. öyle ise bu ne demek oluyor?

 

nefislerini ilah edinenleri dinde kurtaramıyor desenize. yani bencilllik, ego, açgözlülük, hepsi benimcilik dindar geçinenlerin çoğunu esir almış. sağduyulu hiç bir İNSAN adaletsizliğin alkışçısı ve yandaşı olmaz. dinini göstermelik yaşayanlar hariç.

 

sayın black cady

din insan merkezlidir..vahyin muhatabı insandır ..vahyin merkezinde insan vardır...genel bir ifadeyle söylemek gerekirse din; insan -allah, insan -kainat,insan- toplum ve insanın kendiyle olan ilişkilerini düzenleyen ilahi bir öğretidir...

ahlak insanın kendisiyle olan bir sorumluluğu olduğu gibi, bir diğer yönüyle de topluma karşı olan bir sorumluluğudur...bu bakımdan birini önemseyip diğerini önemsemediğimizde amaç gerçekleşmiş olmaz..

yani insanın iç dinamikleri de topluma karşı olan sorumlulukları da birbirine ne kadar paralel olursa o derece sağlıklı bireyler oluşur...

dinin bu noktada yaptığını ya da yapmayı hedeflediği şeyleri ahlak kuralları olarak tanımlarız..ancak burada dinin yaptığı vicdanın gelişimi noktasında oldukça önemlidir...dinin vaad ettiği sevabı ve cennet vaadini sanki dünyada dağıtılan bir payeymiş gibi algılamak ve inananları menfaatçilikle suçlamak çocukça bir karşı çıkıştan başka birşey değildir...

inananların elbete ahlaklı olmaları beklenir..haklısınız...ama göz ardı edilmemesi gereken şudur...kim ne kadar inandığı dini biliyor ve özümseyebiliyor....inançlı olmak çoğunluğun algısına göre(Allaha sığınırım haddimi aşmaktan ama) futbol takımı tutma psikolojisiyle benimsenir halde....

dolayısıyla kimsenin kalbini açıp bakamayız ...ancak samimi bir müslüman toplumda örnek olabilecek güzel ahlaka sahiptir hiç şüphesiz..

 

FURKAN 43-'' Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? '' kuranın hedef aldığı bir kitledir nefsini ilah edinenler...

selamlar

Gönderi tarihi:

Kuran’a göre savaşın sınırları

Kur’an’daki savaş ile ilgili ayetler inkarcılar tarafından kasıtlı olarak çarpıtılıp kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı yorumlanır. Oysa bu ayetler Kur’an’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha bir açıklık kazanacaktır. Tevbe suresinde ki ayet şöyledir:

 

Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (9 Tevbe Suresi, 29)

 

Ayetteki ifadeye dikkat edilirse burada savaşmanın emredildiği insanlar tüm kitap ehli değildir. Bunlar kitap verilenlerden bir gruptur. Bunlarla savaşmak istenmesinin nedeni yine onların Müslümanlarla savaşmalarından dolayıdır. Eğer Tevbe suresi başından itibaren okunursa konu daha iyi anlaşılacaktır.

Savaş ile ilgili ayetleri Kuran’ın bütünlüğü içinde değerlendirmek lazımdır. Tüm bu iddiaların aksine Kuran’a göre savaş savunma amaçlı yapılmalıdır. Başka insanların topraklarını fethetmek için yapılan savaş Kuran’a göre dini bir savaş olamaz. Tarih boyunca fetih amaçlı İslam devletleri bazı savaşlar yapmış olabilir. Fakat bunların hepsi dini savaşlar değil, siyasi savaşlardır. Allah bu tarz bir savaşı yasaklamaktadır. Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır:

 

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. (2 Bakara Suresi , 190-193)

 

Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler. Kuran’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük. Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki ayetler şöyledir:

 

Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9 Tevbe Suresi, 13-15)

 

Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır. Saldırganlara karşılık vermek ve onları bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru yol olacaktır.

Bunun dışında bir de Allah, Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir:

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (4 Nisa Suresi, 75)

 

Bu tür bir savaş da şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı İslam, mazlumu kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler. Barış durumunda ise Allah, iman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın korunup muhafaza edilmesidir:

 

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (60 Mümtehine Suresi, 8)

 

Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa, bunlara karşı inananların yaklaşımı Kur’an’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir. Dolayısıyla bu ayetler bir bütünlük içinde okunup değerlendirildiğinde ortada bir çelişki yoktur. (alıntıdır)

 

biz bu açıklamalaı yapmaktan usanmayız ... ama biliyorum ki bütün bu açıklığa rağmen yine birileri çıkacak ve kuranda asın kesin diyor diyecek...birazcık sağduyu...çok şey mi istiyoruz...

selamlar

Gönderi tarihi:

Tevbe 60- Sadakalar ancak şunlar içindir: Fakirler, yoksullar, o işte çalışan görevliler, müellefe-i kulûb (kalbleri İslâm’a ısındırılacaklar), köleler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar. Allah tarafından böyle farz kılındı. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Allahu teala bir taraftan kafirlere bile islama ısınmaları için zekattan onlara verilmesini emredecek, diğer bir taraftan savaş yoluyla onları cizye ve haraca boğun diyecek . Böyle bir şey mümkünmü?Allah çelişkili konuşurmu ?

 

ENFAL

30- Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar.

 

31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, “işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” diyorlardı.

 

32- Bir vakit de, “Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi.

 

33- Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek değildir.

 

34- Şimdi ise Allah’ın kendilerine azab etmemesi için neleri var ki? Oysa Mescid-i Haram’dan menediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehilkişiler de değiller. Çünkü onun hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lâkin çoğu bunu bilmezler.

 

35- Kâbe huzurunda onların duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka birşey değildir. O halde inkârınızdan (ve nankörlüğünüzden) dolayı bu azabı tadın bakalım.,

 

36- Mallarını, Allah yolundan engellemek için sarfeden o kâfirler, hiç şüphesiz yine onu sarfedecekler. Varsın sarfetsinler, sonra o yüreklerine inen bir acı olacak, sonra da mağlup olacaklar. Zaten kâfirler toplanıp cehenneme gönderilecekler.

 

37- Allah, murdarı temizden ayırdetmek için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmek ve topunu birden cehenneme koymak için böyle yapar. İşte bunlar o hüsran içinde kalanların ta kendileridir.

 

38- O kâfirlere de ki: Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak. Yok yine karşı koymaya başlar, isyana dönerlerse, önceki ümmetlere uygulanan kurallar kendilerine de uygulanacak. (Artık o ilâhî uygulamayı beklesinler.)

 

39- Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür.

 

40- Yok vazgeçmez de tekrar eskiye dönerlerse artık bilin ki, Allah sizin yardımcınızdır. O ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır.

 

Ayetlerin tamamını göz önünde aldığımızda görülen odurki, müşrikler sürekli olarak Hz peygambere karşı bir takım suikast planları peşindedirler.Onlar bu suikastlarından vazgeçmedikleri sürece elbetteki onlarla savaş yapılacaktır.bundan doğal ne olabilirki

 

Bakara190- Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.

 

Bu ayettede görüldüğü gibi ayet gayet açık ve net.Eğer müslümanlar düşmanlar tarafından saldırıya uğrarlarsa elbette savaşacaklar.Böyle bir durum olmadan hangı maksatla olursa olsun hiç bir kavme müslümanlar savaş açamaz.

 

Bakara..256-Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.

 

.Onlarda kendi dinlerini hak olarak görüyor.Dinde zorlama olmadığı halde, hangi gerekçe ile müslümanlar başka kavimlere savaş açabilirler.Ne diyecekler müslümanlar onlara ya islamı seçin yoksa cizye verın aksi takdirde sizi imha ederrizmi diyecekler

 

Böyle bir şeyin adı cihad filan değil olsa olsa çapulculuk olur.O takdirde haçlı seferlerini neye dayanarak haksız gösterebilecek, itiraz edebileceksin

 

Yok benim dinim hak seninki batılmı diyeceğizBen din dayatmak için savaşırsam haklıyım ama sen yaparsan haksızsınız mı diyeceğiz

 

İsra 33- Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine bir yetki verdik. O da öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü ona (dinin kendisine verdiği yetki ile) yardım olunmuştur.

 

Peki bu ayeti nereye koyacağız. Allah teala haksız yee insan öldürmeyin diyor.Haklı yere öldürmak ise ancak kısas ile olur

 

bakara 178- Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.

 

Zaten savaşta bir nevi kısas gibidir.yani müslümanlara saldırılırsa,kısas olarak onlara karşı savaşılır. Başka türlü mümkün değil

 

 

 

Tevbe 29 Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.

 

Şimdi bu ayet müslümanlara,diğer din mensuplarına cizye verinceye kadar onlarla savaş yapılmasını mı emrediyor.Ne alaka

 

Tevbe suresini baştan sona okuduğumuzda,Peygamberle anlaşma yapmış olan yahudiler bu anlaşmalarını bozarak, müşirklerle beraber müslümanlara karşı savaşmışlardır.

 

Yani ortada islam devleti ile yapılan anlaşmayı bozup savaşan hain bir taraf vardır, ve bunlar müslümanlara zarar vermişlerdir.İşte tevbe 29 da emredilen bu hainlerin verdiği zarara karşılık olarak hakir bir şekilde savaş tazminatı ödeyinceye onlarla savaşılmasıdır.

 

Yoksa durup duruken herhangi bir kavim ile,zoraki vergi verinceye kadar savaşmak değildir.

 

Mümtehine 7. Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

 

8. Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever

9. Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.

 

Peki bu ayetleri nereye koyacağız. Allah teala müslümanlarla savaşmayan kimselere iyilik yapmamızı ve onlara adil davranmamızı emrediyor.Yok hayır biz anlamayız ya islamı kabul ederler yoksa canlarına okur ve onları haraca boğarız mı diyeceğiz

 

Emevilerle başlayan islam dışı yönetimler kendi hazinelerini doldurmak,saraylarda keyfialem yapabilmnek için bazı ayetleri malzeme olarak kullanmış başka milletlere yaptıkları saldırı ve barbarlıklarıda cihad adı altında kılıfına uydurmaya çalışmışlardır.

 

Sonuç olarak müslümanlar hiç bir kavme,islamı kabul edin yada cizye verin gibi gerekçeleriyle savaş açamazlar.Ama maalesefki sırlardan beri yapılmış ve böylece tüm dünyaya islamdan ve müslümanlardan nefret ettirilmiştir.Ve bu barbarlığın adıda cihad veya fetih olmuştur.

 

Resulullahın yaptığı savaşlara bakıldığında da hep savunma amaçlı olduğu ortadadır.Mekkenin fethi ise, zorla çıkarıldığı ülkesine geri dönüştür ve bunada sonuna kadar hakkı vardır.Yoksa başka bir ülkeye savaş açmış falan değildir

 

Resulullahın kendi katılmayıp ta seriyyeler gönderek yapılan savaşlarda asıl amaç başka kavimlere savaş açmak değil,bizans ve fars imparatoluklarının islamı yok etme planlarını boşa çıkarmaktan başka bir şey değildir.eğer Resululah böyle bir tedbir almasa idi söz konusu kırallıkların müslümanları yeryüzünden silmesi bir an meselesi idi.

Kısaca taarruza geçen yine karşı taraftır.Resulullah ise müthiş ferasetinden dolayı onların planlarını başlarına geçirmiştir

 

Kendinizi bir an için gayrimüslüm yerine koyun ve düşününki. müslümanlar sizin ülkenize savaş açmış ve oranın halkını haraca bağlamış, siz bu durumda

bu müslümanlar ne kadar kibar ve nazik insanlar bize islamı kabul ettirmek için ilk önce ülkemize saldırdılar sonrada bizi vergiye boğdular. bu islam ne kadar güzel bir din böyle eh öyleyse bende müslüman olayım bari mi dersiniz yoksa islamdan ve müslümanlardan nefret mi edersiniz ???(alıntıdır)

Gönderi tarihi:

Ahlak için tek bir tanım yoktur. Ancak genel olarak ahlakın bir davranış kodu ve toplum fertleri için bir rehber olduğunu söylemek mümkündür. Bu davranış kodlarının ya da ahlakî ilkelerin kendisi kadar kaynakları da önemlidir.

 

Filozofların bir kısmı ahlakın temelinin insan tabiatı, kimileri akıl, bazıları da din olduğunu söylemişlerdir. Günümüz toplumlarında bu üç kaynağa dayalı ahlakî rehberlikler görüyoruz. Ahlakın toplum ile birlikte bir anlam taşıdığı tartışılmaz bir gerçektir. Her toplumun adetleri, gelenekleri, düşünceleri farklı olduğundan farklı ahlak kodları ya da ilkeleri ortaya çıkmaktadır. Bir toplum için ahlaki görülen bir davranış, bir başka toplum tarafından ahlak dışı olarak görülebilmektedir. Bu yüzden ahlak filozofları tarih boyunca birbirlerine zıt ahlak doktrinleri geliştirmişlerdir.

 

İlk çağdan günümüze kadar gelen ahlak filozları, ahlakın özünün bilgi, haz, toplum, birey, sevgi, bencillik gibi hususlar olduğunu ifade etmişlerdir. Bütün ahlak filozofları ahlakın amacının insanı mutlu etmek olduğunu söylemektedirler. Ancak her filozof farklı şeyler dile getirdiğinden ve ahlakı teoriden pratiğe geçirmede etkili bir vasıta bulunamadığından insanların çoğunluğunu mutlu edecek ahlakî prensipler ortaya çıkmamıştır.

 

1. Evrensel Ahlak

 

Günümüzde üç önemli ahlak doktrini ön plana çıkıyor. Bunlardan birincisi amoralizm denilen, ahlak kurallarına karşı çıkan doktrindir. Bu doktrin ahlakî gerçek diye bir şey olmadığı düşüncesindedir.

 

İkincisi ahlakî rölativizmdir. Bu da ahlak kurallarının toplumdan topluma, bölgeden bölgeye değişeceğini savunmaktadır. Buna göre herkes için geçerli olan ahlak kuralları yoktur. Bu iki ahlak doktrini antik çağdaki hedonist, egoist ahlak anlayışlarına tekrar dönüşü yansıtmaktadır. Günümüzde hakim olan ahlak anlayışı da bu iki unsuru ön plana çıkarmaktadır. Bunlara dayalı ahlak ilkeleri dünyayı bir kaosa sürüklemiştir.

 

O halde üçüncü bir ahlak doktrinine ihtiyaç gözükmektedir. Bu da insanların hepsi için geçerli olacak, herkesi gerçek mutluğa eriştirecek evrensel ahlak kodları olmalıdır. Bugün insanlık yaşadığı tecrübelerden de yola çıkarak bu ahlak ilkelerini belirlemektedir. Genel olarak saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli olmak gibi hususlar, evrensel ahlakın genel ilkeleri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu beş esasta toplanan evrensel ahlak kodlarının açılımlarının da bilinmesi gerekmektedir. Bunların da yalan söylememek, kendine davranılmasını istediğin gibi başkasına davranmak, hırsızlık yapmamak, aldatmamak, başkalarını haksız yere itham etmemek, fuhşiyattan kaçınmak, tecavüz etmemek, adam öldürmemek, çevreyi tahrip etmemek gibi pozitif yönleri olduğu gibi; dürüst, iyilik sever, aile ve arkadaşlara sadakatli olmak, güçsüz ve zayıflara yardım etmek, çevreyi korumak gibi negatif yönleri de vardır. ‘Sana yapılmasını istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma’ ‘bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o davranışın ahlakidir. Eğer iyi hissetmiyorsan gayr-i ahlakîdir’ gibi ifadeler, çeşitli dinlerden alınan, bütün evrensel ilkelerin de ortak noktasını teşkil ediyor. İslam dininde de bu görüşler vicdanın tefessüh etmemesi şartıyla geçerlidir.

İnsanlar fıtraten benzer özellikler sergilemektedir. Allah’ın kainatta koyduğu nizam, intizam kanunu insanlar için de geçerlidir. İnsan bedenindeki azaların benzerliğinden hastalıklar tespit edilmektedir. Eğer insanların bedenleri, azaları arasındaki birlik, benzerlik, olmasaydı tıp ilminin, farmakolojinin gelişmesi mümkün olmayacaktı. Bu da teşhis ve tedaviyi olumsuz olarak etkileyecekti. Aynı şekilde insan fıtratının manevi boyutu da benzer özellikler taşıyor. Yaratılıştan Allah insanların hepsine benzer özellikler veriyor. Bu yüzden insanın ortak özelliklerine uygun, birlikte barış ve mutluluk içinde yaşayacakları herkes için geçerli ahlak kodları gerekmektedir. İşte bu ahlak ilkeleri evrensel ahlak ilkeleridir. Akıl, ruh, kalp, ana duygular ve kuvveler herkeste vardır. Herkes de mutlu olmak istiyor. Mutlu olmak da bu duygu ve kuvveler arasındaki dengeye, uyuma bağlıdır. Bu da bu evrensel ahlak kodlarının uygulanmasıyla mümkündür.

 

1. İnsanların akılları ve tecrübeleriyle tespit ettikleri evrensel ahlak ilkelerinin sınırlarını en ayrıntılı bir şekilde Kur’an çizmektedir.

 

2. Saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli, özgeci, yardımsever olmak gibi evrensel olarak kabul edilen ahlak kodları en ayrıntılı şekilde Kur’an’da mevcuttur.

 

3. Kur’an’ın tespit ettiği evrensel ahlak ilkeleri insan fıtratına, vicdanına ve kainattaki umumi işleyişe de uygundur.

 

4. Evrensel ahlak ilkelerinin tespit edilmesi kadar hayata geçirilmesi de önemlidir.

 

5. Kur’an bu ahlak kodlarının, insanın bireysel, ailevi ve toplumsal hayatında uygulanmasını sağlamak için Allah ve ahiret inancı ile Allah sevgisini aracı olarak kullanmaktadır.

 

6. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir insan, Allah’ın sevgisini ve sevginin tezahürü olan ebedi mutluluğu kazanmak için kulluk bilinci içinde yaşar.

 

7. İnsanın kulluk bilinci içinde yaşaması, iyi ahlaklı bir insan olmasını doğurur. Bu da bireyi, aileyi ve toplumu mutluluğun zirvesine çıkarır.

 

8. Aksi takdirde bugün birçok toplumda görüldüğü gibi güzel ahlak ilkelerinin pratiğe geçirilmesinde büyük sorunlar yaşanır.(alıntı)

Gönderi tarihi:
Kuran’a göre savaşın sınırları

Kur’an’daki savaş ile ilgili ayetler inkarcılar tarafından kasıtlı olarak çarpıtılıp kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı yorumlanır. Oysa bu ayetler Kur’an’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha bir açıklık kazanacaktır. Tevbe suresinde ki ayet şöyledir:

 

Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (9 Tevbe Suresi, 29)

 

......................

 

biz bu açıklamalaı yapmaktan usanmayız ... ama biliyorum ki bütün bu açıklığa rağmen yine birileri çıkacak ve kuranda asın kesin diyor diyecek...birazcık sağduyu...çok şey mi istiyoruz...

selamlar

 

Sayın 4mevsim, Satırların sonu önemli benim için. Yukarda yazılanı ayetlerin ne olduğunu zaten biliyoruz. Asın, kesin, savaşın sözüne sağduyu istiyorsun bu mümkünmü ? Olumsuzluklar topluma kazandırılmak için belki 1-2 kez affedilir ya sonrası. Kuran savaşın tavsiyesini süreklilik için yapmış. Neresi hoş görülebilir ?

 

Baş tarafa yazdığın Tevbe 29'u alalım, öz olarak şöyle; Bana inanmazsanız sizle savaşırım, haraç vermezseniz sizi küçük düşürür, savaşır öldürürüm. BANA MUTLAKA İNANMALISINIZ. YOKSA AKİBETİNİZ BUDUR. Kendi gurubu dışındaki gurupları tehdit ediyor. Senin deyiminle bu dostane bir yaklaşım (!). Birbirimizi kandırmayalım Burada hoşgörülecek kısmı bana söylermisin ? Diğer ayetlerde buna benziyor. Hiç bir farkı yok.

 

Kuran ahlakı, ortaçağdan kalma, o zamanın toplumunun üretim ve tüketim ilişkileri kurallarınınn toplamının topluma ahlak olarak sunulmasıdır. İslam bu ortaçağ hükümlerini cehennem korkusu ile halka dayatmıştır. Günümüzün modern ve barış sever insanlarının bu cezai ve dayatmacı hükümleri kabullenmeleri mümkün değildir.

 

Özü kısas'a dayanan islam ahlakı "kötülüğe karşı kötülük yapın"ı emreder. Uygulanması gereken ahlak, evrensel olan ve reddi yapılamayan insani değerlerdir. Güzel ahlaklı olmak isteyen insan, Kur'an ahlakını değil etik ahlakı kaynak almalıdır.

 

Sayın 4mevsimin "evrensel ahlak"ı eleştiren yazısı, küçük düşüren, öldüren, haraç alan islam ahlakını savunan bir dergiden alıntıdır. Dünya toplumlarına işkenceci ahlaka geri dönün çağrısını yapmaktadır. Arap ahlakını evrensel ahlak olarak yutturmaya çalışmaktadır. Halbuki evrensel ahlakın anlamı, tüm toplumlarca reddi yapılamayan ahlak demektir.

 

Bu yazı için sevgili Dipnot'a teşekkür ediyor hoş geldin diyorum.

Gönderi tarihi:
Sayın 4mevsim, Satırların sonu önemli benim için. Yukarda yazılanı ayetlerin ne olduğunu zaten biliyoruz. Asın, kesin, savaşın sözüne sağduyu istiyorsun bu mümkünmü ? Olumsuzluklar topluma kazandırılmak için belki 1-2 kez affedilir ya sonrası. Kuran savaşın tavsiyesini süreklilik için yapmış. Neresi hoş görülebilir ?

 

.

sayın maraba

sadece son cümleyi okumuş yazıyı okumamışsın

olsun sözüm söz...tekrar anlatalım...

tevbe suresinin konu bağlamında ayete bir daha bakalım...

 

 

TEVBE SURESİ

 

1- (Bu,) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza Allah'tan ve Resûlü’nden kesin bir uyarıdır.

 

2- Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkar edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.

 

3- Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü’nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de… Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkar edenleri acı bir azapla müjdele.

 

4- Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.

 

5- Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

6- Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.

 

7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

 

8- Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir.

9- Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O'nun yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.

 

10- Onlar (hiç) bir mü'mine karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.

11- Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

 

12- Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar.

13- Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, Kendisi'nden korkmanıza Allah daha layıktır.

 

14- Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın, hor ve ******* kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun.

 

15- Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

16- Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü’nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

 

17- Şirk koşanların, kendi inkarlarına bizzat kendileri şahidler iken, Allah'ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.

 

18- Allah'ın mescidlerini, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

 

19- Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.

 

20- İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.

 

21- Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler.

 

22- Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafat Katında olandır.

 

23- Ey iman edenler, eğer imana karşı inkarı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.

 

24- De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü’nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.

 

25- Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz.

 

26- (Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü'minlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkar edenleri azaplandırdı. Bu, inkarcıların cezasıdır.

 

27- Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

28- Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pistirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi Kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

29- Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.

 

 

görüldüğü gibi durum gayet açık...anlaşmayı bozana..arkadan vurana..inananları yok etmek için saldıranlara...söyleniyor ayetler...

yine de vazgeçerlerse bırakın diyor...islama girip eman dilerlerse bırakın diyor...kardeşlerinizdir , intikam almayın diyor...cizye amaç değil...aksini söylemek iftiradır...eman dileyeni affetmek.. intikam duygusuyla yok etmemektir...

 

ama bunlara rağmen siz yine ortaçağ deyin..ortaçağda savaşa hukuk getiren bir dini kana susamış gibi gösterin...biz de doğru olmadığını söyleyelim...

işitmek mesele...iman için de red için de işitmek şarttır zira...

 

''Kuran savaşın tavsiyesini süreklilik için yapmış. Neresi hoş görülebilir ?'' diyorsunuz ..hayır...hayatta kalma mücadelesidir...süreklilik olsaydı neden af yolunu tercih etmemiz istensin...

Özü kısas'a dayanan islam ahlakı "kötülüğe karşı kötülük yapın"ı emreder. Uygulanması gereken ahlak, evrensel olan ve reddi yapılamayan insani değerlerdir. Güzel ahlaklı olmak isteyen insan, Kur'an ahlakını değil etik ahlakı kaynak almalıdır. bu sizin iddianız..bakın ayet ne diyor..

Bakara Suresi

(178) Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.

 

Maide Suresi

(45) Onda (Tevrat'ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.

 

 

 

 

Sayın 4mevsimin "evrensel ahlak"ı eleştiren yazısı, küçük düşüren, öldüren, haraç alan islam ahlakını savunan bir dergiden alıntıdır. Dünya toplumlarına işkenceci ahlaka geri dönün çağrısını yapmaktadır. Arap ahlakını evrensel ahlak olarak yutturmaya çalışmaktadır. Halbuki evrensel ahlakın anlamı, tüm toplumlarca reddi yapılamayan ahlak demektir.

 

sayın maraba

öyle bir havada söylemişsiniz ki suçüstü vaziyeti...bilseniz ne çok utandım...ben aksini iddia etmedim..internette gördüğüm bir yazıydı...beğendim ve alıntıladım işkenceci ahlaktan kuranı katediyorsanız,,iftira olur..

sayın maraba..seviyeli yazılarınızı taktir ediyorum ..aslına bakarsanız burada öğreneceğim çok şey olduğunu bildiğim için buradayım...müzmin bir talebeyim...ancak sizi kastederek değil genel olarak söylüyorum ki özellikle alay ve aşağılama içeren tavırlar beni gerçekten çok üzüyor..((.yazıda neyi beğenmediniz..evrensel ahlaka nerde eleştiri getirmişim...))

siz şöylesiniz siz böylesiniz tavrı kimden gelirse gelsin üzücü...kimin ne olduğunu kimse bilemez..kendinizi kendi seçtiğiniz kelimelerle tanımladığınızda ahlaki erdemliliğinizden bahsettiğinizde farklı olduğunuzu nasıl iddia edebilirim ki....aynı şeyi karşıdan da bekliyorum ümitle...amacım sadece ahlakın dine bağlı olmadığı kadar dindar insanların da ahlaklı olmayı hayatın amacı gördükleri iddiasını dile getirmekten ibarettir..umarım doğru anlatmayı başarabilmişimdir...

selamlar...

Gönderi tarihi:

Bu konu çok tartışıldı. Yine mi açılmış... 4mevsim, madem siz üşenmemişsiniz ben de üşenmeyeyim.

 

Tevbe suresi şirkin sona erdirildiğinin, artık bir daha kimsenin kesinlikle puta tapamayacağının ve Hristiyan ya da Musevi olduğunu beyan edip zımmi statüsü kabul etmenin dışında herkesin müslüman olmaya mecbur olduklarının ültimatomudur.

 

Verilen mühlet hepsine savaşın haram olduğu aylar çıkıncaya kadar, uzatılan mühlet ise anlaşma süresi bundan uzun olanlaradır. Bu mühletler dolunca hiç kimse öldürülmek ya da müslüman olmaktan istisna olmayacaktır. İkisini de istemiyorsa İslam topraklarının dışına çıkarılacaktır.

 

Böylece Arabistan yarımadası zorla müslüman yapılmış, öldürülme veya sürülme korkusuyla hepsi müslümanlığı kabul etmişlerdir. Çünkü bir Arap zaten Musevi olamaz, kabul edilmez. Hristiyan da niye olsun, olsa önceden olurdu. Yaşadığı yeri bırakıp ise nereye gitsin? Mecburen müslüman olmuşlardır.

 

Zaten veda hutbesi de bunu teyid eder: "Insanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarini ve mallarini korumus olurlar."

 

Yani müslüman olmayı kabul etmeyen öldürülüp malı ganimet olur. Bu sureyi kaldıran bir hüküm de gelmediği için şu an müslümanlar dünyaya savaş açmakla mükelleftirler. Hristiyan ve yahudilerden cizye almak, diğerlerini zorla müslüman yapmak farzdır...

Gönderi tarihi:

Şeriat hukuku, modern hukuk tarafından kabul edilemez hükümler içerir. Günümüzde kabul edilme ve uygulanma şansı, geri kalmış çağdışı toplumlar haricinde yoktur. Çünkü:

 

Ölenin varisi tarafından diyet alınarak katil cezasının ödenmesi modern hukukça kabul edilemez. Kamu davası devam eder ve katil diyet ödeyip cezadan kurtulamaz. Varisse malına varistir, canına değil. Affetme yetkisi yoktur.

 

Kısas kabul edilemez. Ola ki suçlu psikopattır, işkence etmiştir. Kısas diye işkence yapılırsa devlet de psikopat olur.

 

Hür, köle, kadın ayrımı yapmak hepten fecaat, ağıza alınır yanı yoktur.

 

Laiklik sırf tanrıya inat, onun dediği olmasın diye şeytanlığına değil, akıl ve mantık kullanılarak ortaya konmuş bir prensiptir.

Gönderi tarihi:
Bakara Suresi

(178) Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.

 

Maide Suresi

(45) Onda (Tevrat'ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.

 

Konu Ahlak...

Cevap yukararıdakiler...

Evet anladık bilime sırt çevrilmiş bir düşünce yapı var...

Var da bilimin mayası olmuş ve uygarlığı bu güne kadar kedirmir Üniversiteleri dışlayarak bu tür yaklaşımlarla anlatmak niye...

Ona hiç hiç ama akıl sır erdiremiyorum....

Ama bizde tespih çekmek diye bir deyim vardır...

Bu da ona benziyor sanki...

Tespih çekmek, mahallelinin en önemli işidir; yani, esas olarak erkek olan herkesin, eski deyimle "meşgalesidir" . Kadınlar, ibadet dışında tespih çekmez. Mahallede tespih sabır ve teslimiyet anlamına gelir. Bunların ömürleri beklemekle geçer; bu bekleme, "öbür dünyaya kadar" uzanır.

Galiba bu ezbere yazılanlar da buna hizmet ediyor...

Kalın sağlıcakla...

Gönderi tarihi:
sayın maraba

.....................

 

sayın maraba

öyle bir havada söylemişsiniz ki suçüstü vaziyeti...bilseniz ne çok utandım...ben aksini iddia etmedim..internette gördüğüm bir yazıydı...beğendim ve alıntıladım işkenceci ahlaktan kuranı katediyorsanız,,iftira olur..

sayın maraba..seviyeli yazılarınızı taktir ediyorum ..aslına bakarsanız burada öğreneceğim çok şey olduğunu bildiğim için buradayım...müzmin bir talebeyim...ancak sizi kastederek değil genel olarak söylüyorum ki özellikle alay ve aşağılama içeren tavırlar beni gerçekten çok üzüyor..((.yazıda neyi beğenmediniz..evrensel ahlaka nerde eleştiri getirmişim...))

siz şöylesiniz siz böylesiniz tavrı kimden gelirse gelsin üzücü...kimin ne olduğunu kimse bilemez..kendinizi kendi seçtiğiniz kelimelerle tanımladığınızda ahlaki erdemliliğinizden bahsettiğinizde farklı olduğunuzu nasıl iddia edebilirim ki....aynı şeyi karşıdan da bekliyorum ümitle...amacım sadece ahlakın dine bağlı olmadığı kadar dindar insanların da ahlaklı olmayı hayatın amacı gördükleri iddiasını dile getirmekten ibarettir..umarım doğru anlatmayı başarabilmişimdir...

selamlar...

 

Sayın 4mevsim, yazılarımı "sevyeli" olarak tanıttığınız için teşekkür ederim. İnancına göre senin yazılarında sevyeli. Küçük düşürücü deyimlerine rastlamadım. Böyle gittiği sürece sizinle seviyeli tartışmalar çıkartabiliriz.

 

Yaptığın alıntıyı asla seni utandırmak amaçlı söylememiştim bunu nereden çıkarttın. Alıntı yaptığın derginin arap ahlakını savunan bir dergi olduğunu söylemiştim. Karşı çıktığım nokta ise; siz yapıyorsunuz diye söylemiyorum, teistler genelde sahife sahife alıntılar yapıyorlar. Hem sıkıcı oluyor hem okumak için vaktimiz yetmiyor. Özetine bakmak zorunda kalıyoruz. "Alıntı yapılmasın" görüşüm asla yoktur. Hatta zaman zaman satırlar halinde de olsa bende örnek cümleler olarak alıntı yapıyorum. Falan kaynakta da şu var diye.

 

Yine karşı çıktığım nokta o derginin bizim savunduğumuz "evrensel ahlak"ın karşısına kur'an ahlakını evrensel ahlak olarak çıkartması. Kuran ahlakı 1400 yıl evvelki işkenceci zihniyetli Arap ahlakıdır. Bunu bizler söylerken hakaret amaçlı söylemiyoruz. Doğruya doğru. Bunlar bizim dürüstçe tespitlerimiz. Bizler faşist hitler ahlakınada işkenceci gestapo ahlakı diyoruz.

 

Evrensel ahlak ilkeleri olarak gösteripte kurana atfedilen evrensel ahlak ilkelerinin, kuranla hiç bir ilgisi yok. Üstelik kurandaki ahlak anlayışı ile tamamen ters. Karşı çıktığım nokta burası.

"Genel olarak saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli olmak gibi hususlar, evrensel ahlakın genel ilkeleri olarak kabul edilmektedir." Buna karşılık kendi inancı dışındaki tüm insanları yakan, öldüren, el ayak kesen, organlara kaynar su dolduran, bayanları *********, çocuklar kötü olacak diye öldüren, çocukları cinsel araç gören, esir kadınların tümünü cinsel kullanıma bırakan işkenceci arap ahlakı evrensel ahlak olabilirmi ? Kabulcü değil eleştiri gözle bak lutfen.

Gönderi tarihi:
Konu Ahlak...

Cevap yukararıdakiler...

Evet anladık bilime sırt çevrilmiş bir düşünce yapı var...

Var da bilimin mayası olmuş ve uygarlığı bu güne kadar kedirmir Üniversiteleri dışlayarak bu tür yaklaşımlarla anlatmak niye...

Ona hiç hiç ama akıl sır erdiremiyorum....

Ama bizde tespih çekmek diye bir deyim vardır...

Bu da ona benziyor sanki...

Tespih çekmek, mahallelinin en önemli işidir; yani, esas olarak erkek olan herkesin, eski deyimle "meşgalesidir" . Kadınlar, ibadet dışında tespih çekmez. Mahallede tespih sabır ve teslimiyet anlamına gelir. Bunların ömürleri beklemekle geçer; bu bekleme, "öbür dünyaya kadar" uzanır.

Galiba bu ezbere yazılanlar da buna hizmet ediyor...

Kalın sağlıcakla...

 

konu ahlak...''özü kısasa dayanan bir din ''iddiası...ve cevap...

onca yazılan içinden sadece bu bölümü görmek...sanırım buna ''algıda seçicilik'' diyorlar...yani herkes bakış açısı içine giren kadarını görebilir...

evet bazen ben de tesbih kullanmadan tesbih çekiyorum....ya sabır demek beni rahatlatıyor...

Gönderi tarihi:
Şeriat hukuku, modern hukuk tarafından kabul edilemez hükümler içerir. Günümüzde kabul edilme ve uygulanma şansı, geri kalmış çağdışı toplumlar haricinde yoktur. Çünkü:

 

Ölenin varisi tarafından diyet alınarak katil cezasının ödenmesi modern hukukça kabul edilemez. Kamu davası devam eder ve katil diyet ödeyip cezadan kurtulamaz. Varisse malına varistir, canına değil. Affetme yetkisi yoktur.

 

Kısas kabul edilemez. Ola ki suçlu psikopattır, işkence etmiştir. Kısas diye işkence yapılırsa devlet de psikopat olur.

 

Hür, köle, kadın ayrımı yapmak hepten fecaat, ağıza alınır yanı yoktur.

 

Laiklik sırf tanrıya inat, onun dediği olmasın diye şeytanlığına değil, akıl ve mantık kullanılarak ortaya konmuş bir prensiptir.

 

sorun burada zaten...modern hukuk ta elbette insanların ve toplumun mutluluğu için var...

bir öğretmen bayanın annesiyle birlikte akşam evine dönerken kaçırıldıklarını ve tecavüze uğrayıp annesinin gözleri önünde öldürüldüğünü biliyorsunuzdur ....hala hafızalarda....peki soruyorum...katiller nerede....devlet benim adıma affedemez....evladımın katilini ben affederim ancak...

islamda işkenceyle öldürene işkence yapmak diye birşey yoktur...bu psikopatça bir talep olur...

laiklik değil konumuz belki burada da suçların caydırıcılığı olabilir ancak...gerçi konumuz ahlak ama... ;)

Gönderi tarihi:
Evrensel ahlak ilkeleri olarak gösteripte kurana atfedilen evrensel ahlak ilkelerinin, kuranla hiç bir ilgisi yok. Üstelik kurandaki ahlak anlayışı ile tamamen ters. Karşı çıktığım nokta burası.

"Genel olarak saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli olmak gibi hususlar, evrensel ahlakın genel ilkeleri olarak kabul edilmektedir." Buna karşılık kendi inancı dışındaki tüm insanları yakan, öldüren, el ayak kesen, organlara kaynar su dolduran, bayanları *********, çocuklar kötü olacak diye öldüren, çocukları cinsel araç gören, esir kadınların tümünü cinsel kullanıma bırakan işkenceci arap ahlakı evrensel ahlak olabilirmi ? Kabulcü değil eleştiri gözle bak lutfen.

 

sayın maraba

o zaman şöyle yapalım...ben kurandan evrensel ahlak olarak tanımladığımız konuları emreden tavsiye eden ayetleri yazayım...

kuranın ahlak anlayışı ile evrensel ahlak zıt mı örtüşüyor mu görelim...

arap ahlakı olarak saydığınız hususları da dilerseniz tek tek konuşabiliriz...

selamlar...

Gönderi tarihi:
sayın maraba

o zaman şöyle yapalım...ben kurandan evrensel ahlak olarak tanımladığımız konuları emreden tavsiye eden ayetleri yazayım...

kuranın ahlak anlayışı ile evrensel ahlak zıt mı örtüşüyor mu görelim...

arap ahlakı olarak saydığınız hususları da dilerseniz tek tek konuşabiliriz...

selamlar...

 

Buyurun sayın 4mevsim, söz sizde. Gerçi bunlara önceden ben ve arkadaşlarca değinilmişti ama tekrarlamakta yarar var.

Yalnız raica ederim tüm ayetleri ve hadisleri yazmayın. Konu konu gidelim, Yoksa sıkıcı oluyor. Mesela ilk konu başlıktaki gibi ahlak konusunda olabilir. 2-3 ayet üzerinde durabiliriz. Sonra bir 2-3 daha olabilir. Bende çelişkileri koyayım. Kolay gelsin...

Gönderi tarihi:

Nisa Suresi

(58) Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 

Nisa Suresi

(135) Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 

Maide Suresi

(8) Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 

Hud Suresi

(85) "Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."

 

Hud Suresi

(112) Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür.

Rahman Suresi

(9) Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.

 

 

bu ayetlerde yanlış gelen bir husus var mı?

Gönderi tarihi:
tecavüze uğrayıp annesinin gözleri önünde öldürüldüğü...

 

islamda işkenceyle öldürene işkence yapmak diye birşey yoktur...

 

Hukukun ülkemizde uygulanışını ele alırsak teoriden pratiğe geçmiş oluruz ki bu ayrı bir tartışma konusu.

 

Bunda sizinle beraberim. Mahkemelerimiz açıkçası ipe sapa gelmez kararlar verebiliyorlar. Verdiğiniz örnek gibi suçlarda bu insanların bir daha insan yüzü görmemesi gerekiyor. Bunun hafifletici nedeni filan olmaz. Bu suçun hiç bir istisnası olmadan cezası müebbettir. ABD de bu tür suçluları 300 - 400 yıl gibi cezalara çarptırırlar ya da bazı eyaletlerde kestirmeden gaz veya enjeksiyon odasına gönderirler. Hiç bir indirimden yararlanamaz. Af zaten söz konusu değildir, bu uygulama hukukun olmadığı geri kalmış ülkelerde vardır. Bizi zırt pırt aflarla bu kategoriye sokanlardan nefret ediyorum desem yeridir. Ömrü bir hücrede noktalanıncaya kadar dört duvar hücre, beşinci duvar gardiyanın suratı... Başka insan yüzü göremez. Bu güzel ülkemizde bu niye olmaz ben bilmiyorum. Mahkemedeki iyi halinden dolayı indirim. Yahu adam suçlu, süklüm püklüm duracak tabii, sülalene mi küfretseydi, ne iyi hali? Böyle bir abukluk uygar ülkelerde yoktur. Bu ülkede bazen hukuk, adalet duygusunu yerle bir ediyor. Cezaevi infazları da bu yüzden oluyor.

 

Devletin vermediği cezayı mahkumlar veriyor ki bu devletin utancı, ayıbıdır bu. Bu gibi suçluların hakkı, ölünceye kadar yaptığını düşünerek dört duvar arasında suçu ile birlikte yaşamaktır. Besleyemiyorsan asarsın. Ya uygar bir ülkesindir, ya değil...

 

Kısasa gelirsek işkenceye karşı işkenceyi içerir. Göze göz, dişe diş... Modern hukuk kesinlikle kısasa yer veremez. Böyle bir suçlunun da hakkı yukarıda belirttiğim gibidir...

Gönderi tarihi:

4mevsim, Kur'an herhalde çalın çırpın, yetimin hakkını yeyin, anne babanıza hıyanet edin, komşunuzun dedikodusunu yapın, emaneti ve rüşveti afiyetle yeyin, üstüne bir de genirin, yalan söyleyin, sahtecilik yapın, insanları kandırın, iftira edin, gıybet edin, olanca ******* işleyin demeyecekti. Herkes belli normlara dayalı bir toplum yapısı kurmak ister. Bu normların olmadığı bir toplum zaten dağılır.

 

Fakat maraba'nın ne diyeceğini ben de merak ettim şimdi...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.