Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

KÜRESELLEŞMECİ MİSİNİZ ? YOKSA ÜÇÜNCÜ DÜNYACI MI?


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

alien: Çağdaş, modern ve uygar mısın, yoksa “üçüncü dünya”dan mısın?

 

Bir süredir Holding medyasının etkili köşe yazarları tarafından, “üçüncü dünyacılık” tartışmasıyla, küreselleşme karşıtı olmak, Batı karşıtı olmak, uygarlık ve çağdaşlık karşıtı olmaktır; üçüncü dünyacı olmaktır biçiminde özetlenebilecek yoğun bir kampanya başlatıldı. Gazete köşelerinden, TV’lerden ve özenle çarpıtılmış, işlenilmiş ya da imal edilmiş haberlerle sürdürülen kampanyanın hedefinin, ulusal çıkarları savunan ya da en azından ulusal çıkarlar ve küreselleşme konusunda tereddütler yaşayan, küreselleşmeye karşı çıkmasa da, en azından biraz daha dengeli olunması gerektiğini mırıldananlar olduğu görüldü.

Bir başka dikkat çekici önemli yan ise, bu kampanyayı ısrarla sürdürenlerin tamamının ABD’nin Irak işgalini bir Amerikan generali kadar istek ve azimle savunmaları, Türkiye’nin bu işgalde yer alması için kendilerini paralayan kişiler olmasıydı.

 

KÜRESELLEŞMEY KARŞI OLMAK ÜÇÜNCÜ DÜNYACI OLMAK"MIŞ" !

Eğer günümüzde küreselleşmeye karşı çıkıyorsan, dünyadaki gelişmelerden zerre kadar bir şey anlamamış, çağın gereklerine gözlerini kapamış, yıllar öncesinde kalmış bir zavallısın demektir! Çünkü küreselleşme kapitalizmin insanlığa sunduğu büyük bir hediye olduğu kadar, kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Ve fırsatlar sık sık çıkmaz. Arada bir doğan bu fırsatlardan faydalanan, çağdaş dünyadaki yerini alır. Faydalanamayan ise, tarihin karanlıklarında kalmaya mahkumdur!

Küreselleşme trenine binenler Batının gelişmiş ve çağdaş ülkeleri ile aynı yoldan yürüyüp aynı imkanlardan faydalanırken, trene binmekte geç kalanlar üçüncü dünyanın geri ve zavallı ülkeleriyle aynı kaderi paylaşmak zorundadırlar!

 

Burada teknolojinin kimlerin elinde kime karşı, uygarlık denen şeyin ne, çağdaşlığın ölçütünün ne olduğunun önemi yoktur. Hal böyle olunca, aya insan göndermek de, ABD’nin Irak’a on binlerce ton bomba yağdırıp yakıp yıkması, işgal etmesi de modernizim ve çağdaşlıktır. Buna karşın, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkmak ise, çağ dışılık, üçüncü dünyacılıktır.

Küreselleşmenin gereği ve büyük bir erdemi olarak memleketin yabancı tekellerin yağmasına sınırsızca açılmasını savunmak, gümrük duvarlarını, yabancı sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmak, kendi öz kaynaklarını yabancı tekellere teslim etmek, çağdaş dünyanın gerekleri, gelişmenin şartıdır. Memleketi savunmak, kaynakların tekeller tarafından yağmalanmasına karşı çıkmak ise uygarlık dışıdır!

Hal böyle olunca da, ABD’nin ve emperyalizmin dünya üzerinde sınırsız yağması ve buna karşı çıkmanın adının uygarlıklar çatışması olarak konulmasında şaşırtıcı bir yan yoktur.

 

Burjuva ideologlarına göre Batıcılık, ya da Batılılaşma, Batının ortaya sunduğu, dayattığı kavram ve uygulamaları bir bütün olarak kabullenmekle, gelişmenin ve çağdaşlığın ancak ve ancak ona tümüyle biat ederek olabileceğini peşin olarak kabul etmekle olur. Bu, ekonomik kararlardan, siyasi köleliğe kadar sınırsız bir alanı kapsamaktadır. Eğer gelişmek ve çağdaşlaşmak istiyor, modern dünyadaki yerini almak istiyorsan, Batının bütün yaptırımlarına koşulsuz şartsız ‘evet’ demen, önüne konan her şeye gözü kapalı imzanı atman gerekmektedir. Yok, bazı şeylere karşı tereddüt gösteriyorsan, sen o zaman hâlâ Doğunun geri yapılanmasını aşamamışındır demektir ki, senin yerin uygarlık dışıdır! Üçüncü dünyadır. -Ki önceleri yine bir burjuva kavram olarak piyasaya sunulan geri ülkelerin birleşerek iki büyük emperyaliste kafa tutabileceği tezi, şimdi geri, uygarlık ve çağdışı ülkeler anlamında kullanılmaktadır.-

 

Peki Batı nedir? Dün Fransa, İngiltere, Almanya, bugün bunlarla birlikte ABD’dir.

Sözünü ettikleri modernizmin, uygarlığın, çağdaşlığın, gelişmişliğin karşılığı nedir? Dün kapitülasyonlar, bugün küreselleşmedir!

 

 

KÜRESELLEŞME UYGARLIK MIDIR ?

 

Burjuva ideologlarınca kapitalizmin insanlığa büyük bir lütfu olarak reklam edilen küreselleşme, kısaca ifade etmek gerekirse, uluslararası tekelci sermayenin serbest dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması ya da başka bir ifadeyle, büyük balığın küçük balığı yutması için aynı havuza konmasıdır. Büyük tekelci sermayenin önündeki engellerin kalkmasıyla, büyük ve gelişmiş ülkelerdeki teknolojik ve uygar olan her şeyin dünyanın en ücra köşelerine kadar gideceği, dünya nimetlerinden herkesin faydalanacağı, gelişmemiş, uygarlıktan nasibini almamış hiçbir bölgenin kalmayacağı yaygarasıyla ortaya atılan küreselleşme, burjuva ideolog ve propagandislerine göre ekonomik ve sosyal düzeyin yükseltilmesinin yanı sıra savaş tehditlerinin de ortadan kalkması demekti! Çünkü paylaşımda adalet sağlanacak, uygarlık, teknoloji, dünyanın her tarafına dağılacak, bütün toplumlar bundan pay alacağı için artık savaşlara gerek kalmayacaktı. Çünkü küreselleşme, aynı zamanda bilgi toplumları yaratacak, cehalet ortadan kalkacağı için de, insanlar savaşmak yerine birbirlerini seveceklerdi! Böylelikle savaşların nedeni de ortadan kalmış olacaktı. Sanki savaşların nedeni, bu sistemin kendisi, paylaşım ve hegemonya mücadelesi değil de, insanların içindeki kaba, hayvani duygulardı. Sanki savaşların nedeni emperyalizm değildi.

 

Küreselleşme yaygarasının ortaya atılmasından bu yana geçen süre zarfında, bırakın paylaşımda adaletin sağlanmasını, dünyanın en ücra yerlerinde ekonomik ve sosyal anlamda gelişme kaydedilmesini, işler daha da kötüye gitti. Dünya nüfusunun büyük bir bölümü yoksulluk, bir bölümü de açlık sınırının altına sürüklendi. Bugün dünyada on milyonlarca kişi açlık ve yetersiz beslenme ve onun doğurduğu hastalıklar sonucu yaşamını yitirirken, dünyadaki yeraltı kaynaklarının yüzde sekseni ABD, Almanya, Fransa gibi beş altı emperyalist büyük devlet tarafından emiliyor.

 

Küreselleşme refah seviyesini artırmadı, dünyanın büyük çoğunluğunun yaşam seviyelerinde iyileşmeler yapmadı. Yapamazdı da, varlık nedeni dünyanın yerüstü ve yeraltı kaynaklarına el koyma, kendisine yeni pazarlar yaratma olan emperyalist kapitalizmin, işi gücü bırakıp, kitlelerin refah düzeyini düzeltmeye çalışmasını beklemek, “ben çok kazandım, biraz da yoksullarla paylaşayım” diyeceğini düşünmek, kapitalizmi kapitalizm yapan nedenlerden vazgeçmesini beklemekti!

 

Yine aynı şekilde, küreselleşme, savaşları yok edip barış ortamını sağlamadı, ama tersine emperyalist yağma ve tahakkümün dozajı arttı. Emperyalistler arasındaki dalaş kızıştı ve kızışmaya devam ediyor.

Emperyalizm, sermaye dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması, kapıların sonuna kadar açılması, kaynakların kendi denetimine sunulması vb. isteklerini yerine getirmeyen ya da tereddüt edenleri hedef listesine, moda deyimiyle “terörist devletler” listesine koyuyor.

 

Dünya Ticaret örgütü, GATT, vb. örgütlenmeler ve yapılanmalar aracılığıyla aldığı kararları tüm dünyaya dayatıyor. Gümrük duvarlarının sıfırlanması, vergi indirimi yada muafiyeti, yatırım kolaylık ve ayrıcalıkları sağlayarak, gelişmekte olan ülkelerin mali denetimlerini eline alıyor, merkez bankasını ve diğer bütün yürütücü fonksiyona sahip bulunan kurumları özerkleştirip çeşitli adlar altında komisyonlar, “üst kurullar” kurarak yetkiyi bunların üzerine devrediyor. Diğer yandan, önündeki tüm engeller kaldırılan ve ağırlıklı olarak spekülatif amaçlarla kullanılan mali sermaye aracılığıyla geri ülkelerde büyük vurgunlar yapıyor. En küreselleşmeci ABD’li iktisatçıların bile itiraf ettiği gibi, spekülatif sermaye, “serseri mayın” gibi oradan oraya dolaşıyor, ülkelerin, halkların iliğini kemiğini emiyor.

 

Sadece ülkemizde gelinen duruma göz atmak bile, küreselleşme, dev bir ahtapot gibi kollarını oradan oraya uzatan mali sermayenin yarattığı dev çark hakkında bilgi vermeye yetiyor. Sadece son yirmi yıllık dönemde ülke borçlarının 5-10 kat artması, daha 1985 yılında 39 milyar dolar olan toplam borcun 2002 yılında 212 milyar dolara fırlaması, ülke gelirlerinin tamamının borç ödemelerine yönelmesi, toplanan vergilerin tamamının dahi artık dış borçların sadece faizlerini bile karşılamaya yetmemesi, işçilerin, emekçilerin, köylünün ve genel olarak halkın yaşam düzeyi sürekli gerilerken, bir avuç vurguncunun, borsa simsarının, faizcinin, spekülatörün bütün değerleri ceplerine aktarıyor olması, durum hakkında kaba bir bilgi veriyor.

İşte Osmanlı’dan bu yana, gelişme ve uygarlığın ancak Batılı büyük devletlerden gelebileceğine yemin eden, bir başka deyişle, Batılı baronların lütfetmesiyle uygarlık ve çağdaşlık seviyesine ulaşabileceğimizi iddia eden burjuvazinin sözcülüğüne ve avukatlığına soyunmuş burjuva, küçük burjuva yazar çizer takımın ve TÜSİAD, TİSK, TOBB gibi örgütlerin savunduğu modernizm budur. Ve onlar, vahşi sömürüye, bir avuç büyük sermayenin tüm dünyayı yağmalamasına karşı çıkanları ise, gelişmeye, uygarlığa karşı çıkmakla suçlayabilmektedirler.

 

Onlar, bu düşünceden hareketle, ABD’nin dünya çapında yaptığı her hareketi ve eylemi uygarlığın doğal ve gerekli bir sonucu olarak değerlendirmektedirler. ABD, Irak’ı işgal ile tehdit mi ediyor? Onlar, hemen ayağa kalkıp, Irak’ın derhal teslim olmasını, ABD’nin isteklerini yerine getirip üstelik bir de özür dilemesini istiyor. Çünkü ABD; Irak’a uygarlık götürecektir. ABD’ye karşı çıkmak ise, uygarlığa karşı çıkmaktır ki, uygar ve medeniyet isteyen herkes bu işgalin yanında yer almak mecburiyetindedir. Irak, ABD’nin isteklerine boyun eğmedi, enerji kaynaklarını ABD’li petrol tekellerini hesabına devretmedi mi, işte o zaman, Irak, işgali hak etmiştir. Kaldı ki, medeni ve çağdaş olmadığı, üçüncü dünyanın bir parçası olduğu için, zaten o zengin petrol yataklarını işletmek, Irak ve Irak halkının taşıyamayacağı bir lükstür!

 

 

Şimdi emperyalizm, işgalci ABD ve şaklabanları bir kez daha dayatıyor: Eğer çağdaş, modern ve uygarlıktan yana isen, ABD’nin yanında İran’ı, Suriye’yi işgale hazır ol ve koşulsuz şartsız ABD’nin hizmetinde olduğunu açıkla. Irak için ABD’den diz çöküp af dile. Çünkü Irak işgalinde ayak sürçmekle, gelişme, modernizm, çağdaşlık ve uygarlık yerine “üçüncü dünya”yı seçtin. Şimdi önünde kendini kanıtlamak, modern dünyadaki yerini almak için bir fırsat var ve bu fırsatı kaçırma.

 

Osmanlı’dan bu yana, Türk aydının geleneksel ifadesi olan uygarlığın, gelişmişliğin ancak Batı ülkeleri tarafından bize getirilebileceği tezi, bugün değişik biçim ve adlar altında sürüyor. Ama o kafa, o tarihten bu yana, ülkenin emperyalizmin elinde oyuncak olduğunu, beladan belaya sürüklendiğini, onurunu, itibarını yerlere düşürdüğü ve ülkenin kaynaklarının elden gittiğini, ekonomiden politikaya, kültürden sanata kadar emperyalizmin egemenliği altına girildiğini göremiyor, görmüyor. Bir de, maaş aldıkları patronlarının düşüncelerini savunmak göreviyle işe asılanlar var ki, onlara denecek söz zaten yok.

 

ABD’nin hedefinde İran, Suriye, Hazar ve Kafkaslar var. Türkiye bu bölgenin tam ortasında ve hem ABD, hem AB, hem de Rusya, Çin, Japonya açısından önem taşıyor. Ayrıca şu gerçek de hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, emperyalistler arası egemenlik mücadelesinin yaşandığı, hammadde ve pazar alanları için tekellerin birbirlerinin gözlerini oyduğu dünyada, her ülke emperyalizm için önem arzediyor. Kendisine özel bir avantaj sağlamıyor olsa bile, rakiplerine bırakmamak önem taşıyor.

 

ABD, Irak’ta tekleyen Türkiye’yi tam olarak köşeye sıkıştırarak, her şeyi ile teslim alma faaliyetini dört bir taraftan sürdürüyor. Hükümet devirmekten adam satın almaya, tehdit ve şantajdan psikolojik savaşın unsuru olarak propaganda kampanyalarına kadar pek çok şeyi örgütlüyor.

Bugün yeniden bir kampanya biçiminde başlatılan üçüncü dünyacılık tartışmasının ardındaki nedenler bunlardır. ABD’ye koşulsuz şartsız biat etmek. Avrupa Birliği önünde secdeye varmak. İşgal ve savaşlarda hazır kıta yer almak. Ülkenin kaynaklarını sınırsızca yağmaya açmak. Ulusallığı çağrıştırabilecek en küçük bir şeyin sözünü etmemek. Soyulmak soğana çevrilmek, kendi ülkende kaderini ve bütün imtiyazları emperyalizmin eline vermek; küreselleşme bu. Burjuva ideologlar, Amerikancı, küreselleşmeci yazar çizer takımı tarafından kastedilen aydınlanma, modernizm, çağdaşlık, uygarlık denilen şeyin kendisi de budur.

 

SONUÇ OLARAK:

 

Dünya halkaları üzerinde dizginsiz at koşturan emperyalizm kartlarını açık oynuyor:

Ya benden yanasın, benim hizmetimdesin, ya da karşısın diyor. Bu yüzden de, ya küreselleşmeye, emperyalist yağmaya, işgalci savaşlara karşı mücadele ya da uşaklık etmek gerekiyor.

 

Ve artık çok açık biçimde bilinmelidir ki, halkların ve Dünya ezilenlerinin tek alternatifi, EVRENSEL ADALETİN,EŞİTLİĞİN,,DEMOKRASİNİN,EMEĞİN,BARIŞIN,KARDEŞLİĞİN,SEVGİNİN,PAYLAŞIMIN yeniden sahiplenilmesi tüm bu İNSANİ DEĞERLER için mücadele edilmesidir.

İNSANCA VE ONURLU BİR YAŞAM ın yolu, işimize, ekmeğimize, haklarımıza, geleceğimiz dahası ülkemize sahip çıkmak, ulusal bağımsızlığımız için Kuvai Milliye sancağıyla, emperyalizme karşı dişe diş mücadele etmekten geçiyor.

Gönderi tarihi:

yeryüzünde bilgiyi-teknolojiyi elinde bulunduran büyük devletler yanında,orta ve küçük çaplı milletler-milli ve üniter devletler vardır.A.B.D ve A.B kendilerini,21.yy dünyasının patricileri,ortaçağın feodal beyleri,yeniçağın aristokratları,baronlarıgibi görürken; Asya , Afrika ve G.amerikadaki milletlere,toplumlara ve devletlere ise yönetilmye muhtaç ve sömürülmeye mahkum,köleler,plepler,esirler,köylüler ve işçiler nazarıyla bakmaktadır.

 

özellikle A.B.D dünyanın patronluğuna soyunmuştur ve dünyaya kendi patronluğunu sürdürebilecek bir düzan verme çabasındadır. bunun için de milli kimliğe sahip millet ve devletleri çeşitli yollarla çocuklaştırmak,parçalamak,şahsiyetlerini bozmak,düşünce merkezlerini dumura uğratmak suretiyle ufalamak,asimile etmek peşindedir.

 

bu işi IMF ,dünya bankası,dünya ticaret örgütü BM yi arkasına alarak yapabileceğine inanmaktadır.

 

bu oyunu bozmak şuurlu politikalarla mümkündür.

 

alternatifsiz bir küreselleşme devletleri kaosa sürükler...

 

 

Özel sektörü ekonomik büyümenin temel motoru haline getirmek,

 

Enflasyon oranını düşük tutmak ve fiyat istikrarını sağlamak,

 

Devlet bürokrasini azaltmak,

 

Bütçe fazla sağlamasa bile olabildiğince dengeli bir bütçe yürütmek,

 

İthal ürünler üzerindeki gümrük tarifelerini kaldırmak veya düşürmek,

 

Kotalardan ve yerel tekellerden kurtulmak,

 

İhracatı artırmak,

 

Devlete ait sanayi kuruluşlarını ve kamu iktisadi teşebbüslerini özelleştirmek,

 

Sermaye piyasalarını serbestleştirmek,

 

Para birimini konvertibil hale getirmek,

 

Ülkedeki sektörleri, hisse senedi ve tahvil piyasalarını doğrudan yabancı mülkiyete açmak,

 

Rekabeti artırmak üzere ekonomideki kamusal düzenlemeleri azaltmak,

 

Bankacılık ve telekomünikasyon sistemlerini özel mülkiyete ve rekabete açmak.

 

Yukarıda sayılan küreselleşmenin olmazsa olmaz kuralları milli-devlet yapısını tehdit eden unsurları da içinde barındırmaktadır. Meseleye eleştirel olarak yaklaşıldığında örneğin, "ithal ürünler üzerindeki gümrük tarifelerini kaldırmak veya düşürmek", "ihracatı artırmak" gibi unsurlara gelişmekte olan bir milli-devlet açısından bakıldığında, bir tezat ortaya çıkmaktadır. Zaten, üretim yapmakta zorlanan ve hatta üretebildiğini de zorla ihraç etmeye çalışan gelişmekte olan ülkelerin, gümrükler kaldırıldığında gelişmiş ülkelerin ürettikleriyle rekabet etmesi mümkün gözükmemektedir. Durum tersinden okunursa, bu düzenlemeler gelişmiş ülkelerin ürettikleri malların satılması için, gelişmekte olan ülkeler iyi pazardır sonucu çıkmaktadır. Bu sebeple, yapısal reformların istilanın başlaması ve bir direnişle karşılaşılmaması için acilen hayata geçirilmesi, gelişmiş ülkelerin "stoklarının" tüketilmesi açısından önem taşımaktadır. Araya sıkıştırılmış olan ve milli-devletlerin lehine gibi görünen bazı maddelerin aslında, bir kerede "tersinden" okunmasında fayda vardır.

 

 

 

 

Küreselleşmenin ilerleyen olumsuz etkilerinin daha da ağırlaşacağı yönünde önemli göstergeler vardır.

Özellikle, sermaye çekme arzusundaki ülkeler (Güney'in yoksul ülkeleri) için piyasaların diktatörlüğünün daha baskın bir hale gelmesi;

ikili kutuplaşma sürecinin sonucu olarak ülkeler içinde ve ülkeler arasında daha büyük bir sosyal eşitsizlik, çalışma koşulları ve sosyal güvenlik düzeyinin düşmeye devam etmesi;

ekolojik tahribat ve kötüye gidiş; kontrol edilemeyen uluslararası örgütlerin ve blokların artan rolü ve demokrasinin altının oyulmaya devam edilmesi.

Küreselleşme sürecinin sona ermesi belki başladığı gibi bir ekonomik krizle (sermaye birikimi sürecindeki darboğazla başlamıştı),

belki yine bir kaosla, belki de kapitalizmin tezatları yüzünden sona erecektir.

Gönderi tarihi:

bu konuya bir alıntı ile yaklaşmak istiyorum zannımca küreselleşmeyi en iyi açıklayan makale....

 

Küresel Yoksullar, Küresel Elitler:

Fransa Ekim’inden Cumhuriyet Okurlarına

Erinç Yeldan, 16 Kasım 2005

 

Dünya medyası 28 Ekim gecesi Paris’in yoksul varoşlarında yaşayan iki genç insanın polislerden kaçarken hayatını kaybetmesinin ardından patlak veren olayları izliyor. Fransa’nın sınırlarını da aşarak diğer Avrupa şehirlerine sıçrayan yoksulların ve dışlanmışların öfkesini her kesim kendince bir pay –ve deyim yerindeyse bir siyasi rant– çıkartarak değerlendirmeye çalışmakta. Fransa olayları, kimilerine göre “İslami değerlere yapılan saygısızlığa karşı bir direniş”, kimilerine göre ise “küreselleşmenin fırsatlarını değerlendiremeyen ve küreselleşmeyi iyi yönetemeyen ulusların çıkmazı” olarak görülmekte. Gene kimilerince, “lümpen serseriler ve ayak takımı” olarak adlandırılan bu grup, küresel elitlerin bir yapay fanus içindeki steril dünyalarını kirleten unsurlar olarak nitelendirilmekte.

Oysa Fransa’da bir ekim gecesi patlak veren olaylar ne tek başına Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin kişisel despotluğunun veya Fransız sivil faşizminin, ne de göçmen nüfusun kendi ana vatanlarında “küreselleşmenin nimetlerinden yararlanabilecek yeterli reformların yapılmamasının” bir sonucudur. 2005 Fransa Ekim’i her şeyden öte doğrudan doğruya küreselleşme olgusunun ta kendisidir!

İçinde bulunduğumuz (neoliberal) küreselleşme dalgası, spekülatif rantlarla büyüyen uluslararası finans sermayesi ile ulus-ötesi şirketlerin tekelci karlarını ve yatırımlarını güvenceye alan bir dünya görüşünü sergilemektedir. Söz konusu neoliberal küreselleşme, gezegenimizi alınıp satılacak bir ticari meta olarak değerlendirmekte ve bir yanda teknolojik atılımlar ve refah, diğer yandan da yoksulluk ve eşitsizlik üretmektedir.

Zira küreselleşmenin “nimetlerinden” faydalanan Avrupa’nın elit azınlıklarının tükettikleri “markaların” üretilmesi, ancak Avrupa’nın kayıt-dışı nakit ekonomisi içinde asgari geçimlik düzeyde ücretlerle ayakta kalmaya çalışan dışlanmış bir rezerv emek ordusunun varlığı ile mümkün olabilmektedir. Ulus-ötesi şirketlerin tekelci karları ile reel üretimden kopartılmış spekülatif finansal rantlar başka türlü nasıl yaratılabilecektir?

***

Dünyamız son 20 yıldır neoliberal küreselleşme altında hızla bir kutuplaşma içindedir. Örneğin Dünya Bankası ekonomistlerinden Branko Milanovic tarafından yapılan bir araştırmaya* göre, 1980-2002 arasında dünya ekonomilerinin nüfusla ağırlıklandırılmamış büyüme hızı ortalaması sadece yüzde 0.7 olmuştur. Bu ise bir önceki 20 senelik döneme (1960-80) görece yüzde 2’lik bir yavaşlamayı göstermektedir. Öte yandan Çin ve Hindistan gibi “kalabalık” ekonomilerin 1980-sonrasında çok hızlı büyümekte olduğu düşünülürse, yüzde 0.7’lik ortalamayı sağlamak için söz konusu dönemde bir çok ülkenin negatif büyüdüğü, yani daha da yoksullaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Milanovic’in hesaplarına göre

 

son yirmi yılda toplam 1 milyar insan gerileyen (negatif büyüyen) ekonomilerde yaşamaktadır. Bu rakamın 400 milyonu Afrika ülkelerinde (Afrika nüfusunun yarısı); 140 milyonu Latin Amerika’da (kıtanın üçte biri); 100 milyonu da Asya ülkelerindendir. Dünyanın en yoksul coğrafyasını veren söz konusu gerileyen ekonomilerde fert başına gelir 272$ düzeyine anca ulaşmaktadır. Bu rakam ise ortalama bir Amerikan vatandaşının yıllık gelirinin sadece 120’de biridir.

Milanovic söz konusu çalışmasında bu olgunun temellerini açıklayabilmek için bir dizi kantitatif analiz yapmakta ve yoksul ülkelerin daha da küçülmesinin nedenlerinin “küreselleşmenin gecikmesine” bağlanamayacağı sonucuna ulaşmaktadır. Milanovic’in bulgularına göre, yoksul ülkeler, bugünün göreceli olarak gelişmiş orta-dereceli gelir düzeyine sahip ülkelerin yaptıkları reformları 10 sene evvel yapmış olsalar idi, büyüme hızları yılda sadece yüzde 0.01 daha fazla olabilirdi. Dolayısıyla, Milanovic’e göre yoksulluk ve dışlanmışlık küreselleşmenin “geciktirilmesinden” değil, bizzat kendisinden kaynaklanan bir olgu olarak görülmelidir.

***

Tekrar tekrar hatırlayalım: Paris’in (ve diğer metropollerin) ileri teknoloji ve teknik eğitim ile donatılmış olan küresel elitlerinin tüketmekte olduğu küresel markalar, kapitalizmin kendisine uygun bulduğu yörelerde, kendi dayattığı ücret ve çalışma koşullarında üretilmektedir. Dünyanın bir çok bölgesinde marjinalleşme, dışlanmışlık ve yoksulluk anlamına gelen bu süreç, neoliberal küreselleşmenin zıtlık ve çelişkilerini de gözler önüne seriyor. Söz konusu çelişkiler yumağı ile o kadar iç içeyiz ki bunun çoğu zaman farkında olmadığımızı düşünüyorum.

Yoksa örneğin gazetemiz Cumhuriyet’in 13 Kasım Pazar Eki’nin ön sayfasındaki “Hayalet Çocukların Ateşi” ve ikinci sayfasındaki “Şimdi Öteki Fransa Konuşuyor” başlıkları altında dünyanın yoksullarının sorunlarını bize aktaran incelemeler ile, 14. ve 15. sayfalardaki “Erkekler Bu Kış Da Şık” ya da “Yüzyılın Şıklığı Dolabınızda” başlıklı gizli reklamlarla dolu “şirket haberlerinin” sunulduğu küresel markaların bir arada olması başka nasıl açıklanabilir?

Cumhuriyet okurları söz konusu çelişki dünyasının gazeteleri aracılığıyla evlerine kadar girmekte olduğunun farkında mı?

*

 

 

saygılarımla...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.