-
İçerik Sayısı
31 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf Kritikleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm Kritikleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
İletiler gönderen: Kemahlı
-
-
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı TARANCI
-
BENİM KÖYÜM
Baharda şenlenir bağı, bahçesi
Kokusu başkadır benim köyümün
Unutturur adama gamı, kederi
Havası başkadır benim köyümün
XXX
Akşam olur herkes döner evine
Can kurban inan ki benim köyüme
Gülabi'nin torunları derler bizlere
Özü başkadır benim köyümün
XXX
Yeşil yeşil meşeleri var dağında
Meyve ağaçları çiçek açar bağında
Her çeşit otlar yeşerir toprağında
Yeşili başkadır benim köyümün
XXX
Köyümün kenarından akar çayı
Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı
Unuttum sanma orda olmayı
Dostluğu başkadır benim köyümün
XXX
Yaz gelince çıkarlar yaylaya
Gurbetçiler hasretle döner sılaya
Benden selam olsun Aziz Ağa'ya
Sevgisi başkadır benim köyümün
İbrahim SEVİNDİK -
ANNE YÜREĞİ
Dokuz ay karında
Kim gezdirdi
Ak sütünü esirgemeden
Helaliyle kim verdi
Ben uyurdum derin derin
O sıcaklığımı hissederdi
Anne yüreği taş değil
Annem bana muhtaç değil
Dün gece yine
Gördüm rüyamda
Titredim uyandım
Terledim bir anda
Gözlerim dolu dolu oldu
Şişti ağlamaktan
Anne yüreği taş değil
Annem bana muhtaç değil
Ben yalnızlığımı düşündüm
Onu aradım hep yanımda
Hayali geldi gözlerime
Aradım bulamadım yok idi
Göçüp gitmişti fani alemden
Anne yüreği taş değil
Annem bana muhtaç değil
Bir parçam canım kanım
Topraklarla kuçaklaştı
Ben varlığını arar durur iken
Annem benden uzaklaştı
Okuyorum kabrinde
Vardığımda her zaman Fatiha
Akıyor her damla göz yaşlarım
Karışıyor kara toprağa
Anne yüreği taç değil
Annem bana muhtaç değil
Nafiz YILMAZ -
BENZETMEYE BAK ÇAY DEMLE
Çay'ı Çok Sevdiğimi Söyleyince , Yaşlı Bir Teyze Anlattı Geçenlerde
Bak Evladım Diye Başladı Söze:
Çayın Alt Demliği Evdeki Kaynanadır ; Devamlı Kaynar Durur.
Üst Demlik Evdeki Gelindir; Alt Demlik Kaynadıkça O Olgunlaşır, Demlenir.
Gelinin Kocası İse Bardaktır ; Biraz Kaynana Doldurur Onu Biraz Da Gelin.
Çocuklar Çayın Şekeridir ; Tat Verir.
Görümce İse Çay Kaşığıdır ; Arada Bir Gelir Ve Karıştırır Gider.
Kaynataya Gelince; O Da Bardak Altıdır; Dökülenleri Bir Araya Toplar.
Çay Deyip De Geçmemek Lazım Demek Ki... -
GEÇ AZİZ'İM GEÇ
Biz de yaşarız azizim,
Yaşamaya gelince, biz de yaşarız ama,
Olmuyor cebimizden kattığımızla eğlenmek,
Gönlümüzden katalım,
Varlıklı kişileriz neşeden yana.
Pazarımız hoş mu geçecek,
Şart değil Büyükada, Heybeli;
Çok bile gelir kayığı Hristo’nun:
Sekiz arşın iki karış,
Kız gibi Cibali yapısı.
Bir işaretimize bakar
Çıkmazsa balığı alesta,
Aylardan temmuz, günlerden pazar;
Yenikapi açıklarındayız…
Bırakın Hasan geçsin küreğe,
Utandırmaz bu kollar sahibini.
Kabarmaz bu avuçlar
On ikisinden beri nasırlıdır.
Fazla külfet istemez,
Bol sigaramız olsun,
Köfte, ekmek, domates yeter.
Karımız, sevgılımız yanımızda
Başaltında şarap testisi…
Dedik ya bugün pazar
Belki genç arkadaşı
“İlk defa güneşe çıkardılar”,
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya’dan gelir selamı,
Kiminin Konya’dan
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.
Ne yapalım bol şarabımız var ya,
Onların sağlığına içecek;
Gün ola harman ola!..
Anlarız biz de bu işlerden,
Elimiz değdi de okşamadık mı,
Şu “pür hayal” saçları ?
Kim istemez “yâr”i uyutmasını “sine” de
Batan güne karşı,
“Bâde” içmesini “Yâr eli”nden?
Gözü kör olsun feleğin,
Gelecekten umudumuzu kesmedik,
İçimiz öylesine ferah…
Son kadehlere doğru sorsun,
Sesi en güzelimiz bizden:
“Gam, keder ne imiş?”
Yontulmamış sesimizle cevabı hazır:
“Geç azizim, geç!”
Rıfat ILGAZ -
AZİZ'İM
Yıkandın, dinlendin, içtin suyunu
Terk eyle vadiyi kaç Aziz'im
Bak güneş batıyor topla yükünü
Karanlıkta kaçmak güç Aziz'im
XXX
Maya mı katılır eldeki göle
Arada husumet var ise hele
Namusu kurtardın töreye göre
Yasalara göre suç Aziz'im
XXX
Tükettin karları teptin ayazı
Direndin ecele getirdin yazı
Sonrası ölüm yok Kemah Boğazı
Brastik'ten öteye geç Aziz'im
XXX
Gecelerin uzun, düşlerin yarım
Saç sakal karışmış perişan durum
Arkada jandarma, önde uçurum
Yol burda tükendi seç Aziz'im
XXX
Bulutlar çekildi, yıldızlar küstü
Ay, güneş devrildi vadiye düştü
Sinekler, böcekler kana üşüştü
Susmak yakışmıyor ses Aziz'im
İbrahim SEVİNDİK -
MEMLEKET İSTERİMMemleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.Cahit Sıtkı TARANCI -
PERİ KIZI VE MUNZUR'UN GÖZYAŞLARI
Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken pireler berber develer tellal iken, Munzur efsanesi herkesin dilinde, terzilerin pirinden de önce ondan da öte kadim bir sözmüş. Bir olanı, tek olanı anlatanmış Munzur dağı. Aşk munzur’muş, munzur aşkmış. Aşk kuşatmış munzur dağını. Gözyaşları kırkpınar olup akan ol aşkın sahibiymiş Munzur.
Efsunlanmış gibi zamana karşı durmuş yıllar yılı. Gözyaşları Munzur suyu olmuş yürürmüş kılcal damarlardan dallara, dallardan çiçeklere, çiçeklerden çimenlere. Dağ olmuş, börtü - böcek tüm canlıları barındırmış koynunda. Açıp kollarını aşkın diyarlarına, hem arşa hem arza doğru arşın arşın yürümüş Munzur.
Çok çok eski zamanın birinde kentlerden uzak ulu bir dağın yamacında, mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı yüksek kayaların, ormanların, eteklerinde buz gibi suların çağıldadığı çağlayanların arasında, şiri mi şirin, mini minnacık bir köy varmış. Bu köyün vahşi vadileri arasında nerden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen güzel bir peri kızı yaşarmış.
Yapayalnız bu genç kız geçimini geyik sütü, keklik yumurtaları,kenger, yabani bitkiler, kökler, meyvalar toplayarak sağlarmış. Arada bir de köylere inererek topladığı bitkileri, meyvaları köylülere dağıtıp karşılığında da ihtiyacı olan eşyaları ve gıdaları alıp ortadan kaybolurmuş. Kimseyle uzun uzadıya konuşmaz, kimsede ona pek soru sormazmış.
Kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmez ve de gizli olağan üstü bir güce sahip olduğuna inanıldığı için herkes çekinirmiş. İn mi cin mi, ne olduğu pek belirli değilmiş köylülerin gözünde. O yörede herkes onun efsunlu olduğuna inanıp kimilerine göre büyücü, kimilerine göre lanetli, kimilerine göre ermiş, kimilerine göre iyilik ve hayır meleği, kimilerine göre de allahın zararsız zavallı bir kuluymuş ama en çok peri kızı olduğuna dair söylenceler ortada dolaşırmış. Hatta hayvanlarla, kuşlarla konuştuğuna dair tanık olanlar da yok değilmiş.
Bu gün hala o yöre de Peri kızla Munzur’un aşkı üzerine beyitler söylenir, türküler derlenir, Peri kızın güzelliği konuşulur.
Topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, kıpkızıl dudakları, inci dişleri, pembe yanaklarıyla çevredeki bütün kızları kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış.
Peri kız köye her indiğinde herkes ona hayranlıkla bakar , ağzından çıkacak bir kelimeyi beklermiş. Her gelip gitiğinde Munzur isminde civan gibi gencin yüreği heyecandan göksünün kafesine sığmaz, gümbür gümbür atarmış, yanına yaklaşmaz uzaktan uzağa seyredip Peri kızını, içi titrermiş. Peri kızı ile her gözgöze geldiğinde yüreğine kor düşer gizli gizli yanarmış…
Günlerden bir gün vadideki mağarasının önündeki gölün başında oturmuş, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak türküler mırıldanırken, bir süre sonra derin gölün mavi suyunda bir kıpırtı farketmiş Peri kız, mavi gölün içinde güneşle yıkanmış gibi yakamozlar saçan munzur Peri kızın mırıldandığı türküyle birlikte yavaşça göl suyunun mavi kanatlarında süzülüp çıkmış, Peri kızın dudağına bir öpücük kondurarak, peri kız daha ne olup bittiğini anlamadan, tekrar suya dalarak ortadan kaybolmuş.
Peri kız her gece suyun kenarına oturup Munzuru beklemiş, Munzur her gece vakti ayışığıyla beraber çıkıp gelirmiş. Geldiğinde de hemen gözden kaybolup gitmezmiş gün ışıyıncaya kadar, bir kelime bile etmeden biribirine sarılır öylece sabahın olmasını beklermişler.
Artık her gece dolunay ağaçların arasında ışıldarken onlar buluşmuş, sarılmışlar ve birbirilerine tek söz söylemeden ayrılmışlar. Biribirlerini öyle temiz duygularla ve derin bir aşkla sevmişlerki ve öyle alışmışlarki bir tek gece biribirini göremeden duramazlarmış.
Bir gece Munzur yine çıkıp gelmiş kaldığı yere bir de bakmışki in cin yok ortalarda, bir mektup bırakarak ortadan kaybolmuş canından çok sevdiği Peri kız. Dünyası başına yıkılmış Munzur’un yüreği yanmışta yanmış…
Sonra mektubu açıp yüreği parçalanarak okumaya başlamış munzur.
“Ben adımı, nerden geldiğimi, kim olduğunu bilmeyen zavallı bir kızım. Kim olduğumu ve nerden geldiğimi de hiç bir zaman bilmeyeceğim. Niye böyle davrandığımı sorma, sorsanda cevabını veremem...
Şunu bilki seni ölümüne seviyorum ama ben yalnızlıkla lanetlenmişim bir kere, yalnızlıkla lanetlenmemle son bulmuyor, hafızamı, gözlerimi bağlamışlar, geçmişimi ve kim olduğumu bilmemi, hatırlamamı engellemişler… Seni daha fazla mutsuz etmemek için, benimde bilmediğim bir yere gidiyorum…
Ama sana aşkımın karşılığı olarak bu güne değin hiç bir kimsenin sahip olamadığı bir hediye bırakıyorum…
Şimdiden sonra aşkımızı düşünüp acı çektiğinde ama yine de seni ölümüne sevdiğimi bilerek mutlu olduğunda, gözlerinde dökülen her damlada bir pınar fışkıracak düştüğü yerden ve ben gözyaşlarında mayalanıp akan her pınarın damlalarında saklı kalacağım...
Ve o gece ilk defa munzurun gözlerinde munzur suyu kırk göze olup akmış kırpınar yaylasında ve Munzur buruk bir mutlulukla dünya dündükçe ağlamış.
İşte o gün bu gündür o pınarların gözelerinden içen herkesin yüreğine buruk bir mutluluk bir ferahlık dolmuş, yüreği sevgiyle yanmış; her dilek kabul olmuş, sevenler sevdiğine, hasret çeken analar, babalar çocuklarına kavuşurmuş…
Ve o dağların adı da Munzur olarak kalmış, gözyaşları da munzur suyu olmuş. O günden sonra ne görmüş, ne de haber almış sevdiği Peri kızından. İşte o gün bu gündür o kırk gözeden Munzur’un gözyaşları kırkpınar olup akar ve dünya döndükçe de akacak… Bu yüzdendir ki o pınarların suyundan içen herkesin yüreğine aşk, sevgi, merhamet mutluluk, iyilik dollar. Derler.
İşte o gün bu gündür Munzur da akan her pınar kutsaldır. Munzur`a ait bu üçüncü mitostan kaynağını almaktadır Munzur dağı ve Munzur suyu. Munzur Suyu Peri kızının gözlerinden akan gözyaşlarıdır inanışa göre. Yani tarihi derinliği çok çok eski dönemlere kadar gitmektedir.
Nuri CAN -
MUNZUR DAĞLARINDA GÜLABİOĞULLARI
Biz Gülabioğulları olarak yüzlerce yıldır var olmuşuz ve var olduğumuz sürece Munzur Dağları'na
yaslanmış, yüksek yaylalarında çadır kurmuş, buz gibi ayranlı çorbasıyla da karnımızı doyurmuşuz.
Munzur Dağları'nı yalçın kayalıklarıyla gözümüzde hep dost görmüş, o isyancı ruhumuzla bu haşin
dağları her zaman kendimize yoldaş edinmiş ve sırdaş bilmişiz. Munzur Dağı öyle yüce bir dağdır ki,
o heybetiyle taa ezelden beri yiğitlerin doğal kalesi olup, bu zamana kadar kendisine sığınan hiçbir
isyancıya ihanet etmemiştir. İşte onun için Munzur Dağı bizim gözümüzde dağların en delikanlısıdır.
Belki Munzur Dağları'nın yüksek yaylaları, yaban keçileri ve mis gibi kokan taze sütü, bizim bu güzel
yöreyi ebedi yurt edinmemizi gerektirmiş; yoksa niye daha doğuya gitmemiş ya da batıda durmamışız.
1938-1947 yılları arasında Malkara'da dokuz sene sürgünde kaldığımızda, gurbet acısına daha fazla
dayanamayıp, tekrar hasretle doğduğumuz topraklara, Kemah'taki Brastik köyümüze geri dönmüşüz.
Munzur Dağları sert coğrafyası, yüksek yaylaları ve nefis kekik kokusuyla bize her zaman güven vermiş
ve biz yıllarca burada çadır kurup huzur içinde yaşamışız. Güneşin kutsal, rüzgarın asi olduğu, ateşin suyla
söndürülemediği, insanların zorla isyanlara, savaşlara ve sürgünlere mahkum edildiği, kartalların sarp
doruklarına yuva yaptığı, yazın zirvelerinde karların erimediği, kayaların geçit vermediği, yeşil vadisinde
Munzur Çayı'nın aktığı, Fırat Nehri'nin geçtiği, yamaçlarında meşe ağaçlarının yeşerdiği, yaban keçilerinin
otladığı, ur kekliklerinin ötüştüğü, Gülabi Ağa'nın Dersim'den kıl çadırıyla gelip Kemah'ta Brastik köyünü
kurduğu ve burayı torunlarına ebedi yurt olarak bıraktığı, Halil Ağa'nın değirmencilik yaptığı, Aziz Ağa'nın
kıratını şahlandırıp etrafa hükmederek yiğitliğiyle destan yazdığı, yıllarca hep çakalları titreterek yaşadığımız
bu başı dumanlı Munzur Dağları'nda her zaman ağıtlar yakmış, hüzünler beslemiş ve türküler söylemişiz.
Munzur Dağları yemyeşil doğası, tertemiz havası ve buz gibi soğuk sularıyla her zaman Brastikli baba
Halil için oğlu Aziz, oğlu Aziz için baba Halil gibi, anne Sırma için kızı Hatice, kızı Hatice için anne Sırma
gibi görünmüş ve gözümüz yıllarca hep o başı dumanlı Munzur Dağları'nda dolaşmış. Tabii ki gözümüzün
yükseklerde olduğundan değil elbette, yıllarca hep gurbet acısıyla kavrulduğumuz için, belki o burkulan
yüreğimiz birazcık sükûn bulur diye, her zaman hasretle bakmışız bu başı dumanlı Munzur Dağları'na.
Munzur Dağları'nın eteklerindeki Brastik köyünde, o çiçeklerin tertemiz kokusunda, kartalların yalçın
kayalıklardan havalanıp, Gülabi'nin asaletindeki ve Aziz'in cesaretindeki yiğit insanların, yüksek yaylalara
çıkıp, güne tandır ekmeği, tulum peyniri ve filiz çayı ile merhaba dediği sabahı hangi yürek unutabilir.
Munzur Vadisi'ne gidip, o tertemiz havada, buz gibi bir kaynaktan gürül gürül akan Munzur Çayı'nda
suya girmenin, tereyağında alabalık yemenin ve isli demlikten çay içmenin keyfini ancak biz biliriz.
Biz Gülabioğulları'nın özgürlüğüne düşkün yiğit evlatları olarak, asırlarca yaşadığımız bu topraklarda,
haksızlığa baş eğmeyen karakterimizle, Munzur Dağları'na ne kadar da çok benziyoruz değil mi?
Zaten bizi bilenler bilir, bilmeyenler ise artık her yerde bilecek! "Munzur Dağları ses verdiği zaman!."
İbrahim SEVİNDİK -
MUNZUR DAĞLARINDA YÜREĞİM ASILDI
Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz, taşı toprağı da.
Ağaçlarımızı yakıyorsunuz ya… Hani meşelerimizi sadece onları yakmıyorsunuz, umutlarımızı yakıyorsunuz mu, diyeceğimi sandınız? Asla! Umutlarımız hiç yok olmadı..! Ağaçlarımızı yakarken, onların üzerinde yaşayan börtü böceği, gölgesinde boy veren çiçeği, mantarı, sincapları, tavşanları, tilkileri, kelebekleri, sakız yaptığımız kengerleri, kuşları ve de sayısız mikro organizmayı da yakıyorsunuz.
Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz, taşı toprağı da. İnanmayacaksınız belki; ama teyzem hasta olan teyzemin oğlunun iyileşmesi için bir kayaya gözlerimin önünde yalvardı. Bir duvarın içindeki tahta kirişe adaklar sundu. Kurban kestik, kanını alnımıza sürdü. "yer gök şahidim olsun ki" diye dualar etti. Teyzemin oğlu öldü gerçi; ama inanın ki böyle yaptık.
Küçükken bir ağacın dalını kırmıştım, teyzem günah! dedi. Hemen öptüm ağacın gövdesini özürler diledim. Ağacın benim gibi doğadaki bir canlı olduğunu ona göre ayrıcalığımın olmadığını o günden beri bilirim. Siz yakıyorsunuz, biz söndürmek için su dökemiyoruz.
Teyzemin dizinin dibinde yattığım bahçede bir ceviz ağacı vardı. Gövdesine bakarak bir sürü figür bulur, onlara masallar uydururdum. Ceviz kabuklarında avucumun içine kına yakardım, yok yok! Ceviz kabuğundan dudağıma boya yapardım, taştan kına yapardım avcuma.
Sincaplar ceviz çalınca onlara kızmazdık, onlar da paylarını alıyor derdi teyzem. Ağaç bizim değildi, toprak bizim değil, su da bizim değildi. Suyu ateşe dökemeyiz biz, suya eziyet olur bu. Biz eziyet etmeyi hiç sevmeyiz. Ne eziyet ettiririz ne de eziyet ederiz.
Bir yerde yaşayan insanların kişiliğinin oranın doğasına göre şekillendiğini düşünürüm hep. Yükseltiler bile kesindir, yalçındır dağlarımız, kılıç kadar keskindir suyumuz. Altın varmış topraklarımızda, biliriz; ama yine de dağlarımızın karnını yardırmayız kimseye… Bizim için Toprağın üzerindeki börtü böcek, ağaç çiçek en az altın kadar değerlidir. Bu bizim erdemimizdir.
Barış diyoruz ya… Diyelim ki silahlar sustu yerlerine konuldu. Çelişkiler çatışmaya dönüşmedi, Biz ki; bir dostumuza gül verirken dikeni eline batmasın diye, kırk kez düşünürken, bu dağlara, taşlara, suya ağaçlara, sincaplara nasıl anlatacağız bu barışı? Ne diyeceğiz? Biz barıştık, affedin siz de size yapılan kötülüğü dersek, dinlerler mi sizce, nasıl affettireceğiz kendimizi? Ateşe su dökülmeyen yerlerde, ateş yakmamak gerek… Ben korkarım ateşin, suyun, doğanın gazabından.
Aysel KILIÇ -
KEMAL`İM
Ülkemdeki insanları hayretle izledim
Şöyle etrafıma baktım, şaştım, tanıyamadım
Kara sakal, yeşil cübbe, başta sarık, alışamadım
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Bana öğretilen din; gönüldedir, haldedir
İnsan ayırmamalı, her yaratılan kardeştir
Şimdi bu benlik neden, acep bilmem ne iştir
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Dört kitabı bir tutmayan İslam olamaz
Kul hakkıyla yola çıkan menzile varamaz
Cahil hoca emri ile hedef vurulmaz
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Yüce Tanrım akıl vermiş, fikir vermiş, yön vermiş
Al yüce kitabını oku diye göz vermiş
Kara cahil bu günlerde diken gibi boy vermiş
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Yeşil bayrak açmışlar kurtardığın vatanda
Küfrettiler adına toplanıp meydanlarda
Ölmeye hazırız biz bu vatan toprağında
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Övmek yerine bir gün anlasaydık biz seni
Bin Kemal doğardı, aratmazdık hiç seni
Yarın haykıracak elbet şu gençliğin gür sesi
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
İbrahim SEVİNDİK -
BENİM KÖYÜM
Baharda şenlenir bağı, bahçesi
Kokusu başkadır benim köyümün
Unutturur adama gamı, kederi
Havası başkadır benim köyümün
XXX
Akşam olur herkes döner evine
Can kurban inan ki benim köyüme
Gülabi'nin torunları derler bizlere
Özü başkadır benim köyümün
XXX
Yeşil yeşil meşeleri var dağında
Meyve ağaçları çiçek açar bağında
Her çeşit otlar yeşerir toprağında
Yeşili başkadır benim köyümün
XXX
Köyümün kenarından akar çayı
Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı
Unuttum sanma orda olmayı
Dostluğu başkadır benim köyümün
XXX
Yaz gelince çıkarlar yaylaya
Gurbetçiler hasretle döner sılaya
Benden selam olsun Aziz Ağa'ya
Sevgisi başkadır benim köyümün
İbrahim SEVİNDİK -
Mustafa Kemal Gibi Düşünmek
Tarih, 18 Mayıs 2002... Yer, İtalya'nın Perugia kenti...
Genç Türk işadamı Utku Oğuz, bilgisayarında kayıtlı son Atatürk fotoğrafını projeksiyon makinesinin aydınlattığı duvara yansıtıp sözlerini tamamladı:
- İşte, Anadolu aydınlanmasının temeli olan Türk Devrimi budur...
Perugia'nin önde gelen kişilerinin oluşturduğu Felsefe ve Tarih Kulübü'nün üyeleri ve konuklar büyük bir coşkuyla alkışladılar genç adamı. Genç adam da bir saatlik ''1918 - 1939 arası Türkiye ve Atatürk Reformları'' konferansının gördüğü ilgiden mutlu, biraz da şaşkındı!..
Kulübün başkan yardımcısı İtalyan dostu bir süre önce, "Şu hayranı olduğun ve her karşılaşmamızda bana anlatıp durduğun Atatürk'ü bizim kulüp üyelerine de anlatır mısın?'' dediğinde hiç tereddütsüz kabul etmiş, ama böylesine yoğun bir ilgi ve heyecanla karşılanacağını düşünmemişti...
Ama Utku Oğuz için o 18 Mayıs gecesini asla unutulmayacak kılan yorum, orada konuk olarak bulunan yaşlı bir Norveçliden geldi:
- Norveç dilinde ''Mustafa Kemal gibi düşünmek'' diye bir deyim vardır... Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkansız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz... Bu tip insanlara derhal, ''Hayır, yanılıyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı, biraz da Mustafa Kemal gibi düşün'' deriz... Ancak sizin bu geceki sunuşunuzdan sonra bu sözün arkasındaki anlamı çok daha derin bir şekilde kavramış durumdayım; bu güzel fotoğraflar eşliğinde yaptığınız sunuşunuz bana bu yaşımda bir şey daha öğretti; yani benim anadilim olan Norveçceye yerleşmiş olan eski bir deyimin arkasındaki gerçek ve derin anlamı!.. Size bunun için minnettarım...
Genç Türk'ün gözleri yaşardı... Dünyanın bir başka ucundaki ülkenin anadiline bir deyim olarak yerleşmiş büyük devrimciyi bir kez daha minnet ve özlemle andı... Yalnızca bir saatlik bir konferans olarak planlanan gece ancak 19 Mayıs'ın ilk saatlerinde sona erebildi. Saatlerce süren tartışma ve yorumlar ise şu ortak yargıyla sonuçlandı:
- Atatürk Devrimleri bütün ulkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir... Zira din ve etnik ayrım temellerine dayanmayan çağdaş devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanırsa, dünya o kadar daha huzur ve barış içinde bir yer olacaktır...
Genç adam gecenin sessizliğinde yürürken büyük bir iç sızısıyla ''Türk Devrimi'ni yıkmak için yola çıkan karşı devrimciliğin ülkeyi sürüklediği bataklığı, 'başka çare yok' diyerek IMF'nin önünde boyun büken siyasetcileri'' düşündü. Sonra büyük bir heyecan ve coşkuyla yaşlı Norveçlinin bu kölelik zincirini kırmak için müthiş bir formül sunduğunu anımsadı:
- Mustafa Kemal gibi düşünmek!...
-
BETON KEMAL
Kurtuluşun kahramanı
Şimdi olmuş Beton Kemal
Geçince kıtlık zamanı
Unutulmuş Beton Kemal
XXX
(Nakarat)
Hafızası şaşkın halkım
Alın size üzüm salkım
Kim diyorsa Beton Kemal
Eder sizi iki büklüm
XXX
Bir avuç insandı hepsi
Ne tüfek var ne mermisi
Yoktan varoldu yenisi
Bak ne yapmış Beton Kemal
XXX
Sayın bakim kaç Kemal var
Kaç Kemal var kaç hamal var
Simdi söven çok çakal var
Hain çıkmış Beton Kemal
XXX
Kosani şaştı gidişe
Yok ki Kemal baksın işe
Herkesi sarmış bir neşe
Boşa ölmüş Beton Kemal
Çeşme 10.11.2007
Nurali ZENGİNGÜL
(Ali Kosani)
-
ATAMIZ VE CUMHURİYET
Baş eğmişken önünde altı asır her zorluk,
Göçtü bir çınar gibi koca imparatorluk!..
Çatırdattı bu göçüş göklerini vatanın,
Duyunca silkindi Türk narasını "Ata"nın!...
XXX
Haykırdı kadın, erkek: "İhtilâl var, ihtilâl"!
Çiğnenemez yerlerde mübarek, şanlı hilâl...
Alev alev bayrağım kızıllıklarda yandı,
Bütün millet "Kemal"in etrafında toplandı!..
XXX
Dönünce yurt ****** gözleri bir pınara
Can verdi ulu tanrım bu devrilen çınara!..
Saldı o yeniden kök, filiz, gövde, dal budak:
Irkının şahlanışı ısırttı "Garb"a dudak!..
XXX
Çekince Mehmetçik'ler kılıçları kınından,
Göl göl oldu her taraf korkak düşman kanından!
Birleşti siperlerde gazilerle, şehitler,
Yeni bir düzen verdi dünyaya koç yiğitler!..
XXX
Dile gelince otuz asırlık şanlı mazi,
Türk'ün kara bahtını ağarttı "Büyük Gazi"!..
Son verip bu cenkte biz binbir kötü niyete,
Kavuştuk sevgilimiz: İstiklâl, hürriyetle!..
XXX
Değildir zindan artık bize Anadolu'muz,
Cumhuriyet nuruyla aydınlandı yolumuz!..
Onun kutsal sevgisi taşıyor içimizden,
Gökler dolusu selâm, ölmez "Ata"ya bizden!..
Cemal Oğuz ÖCAL
-
BE HEY DÜRZÜ
Ne ararsin TANRI ile aramda!...
Sen kimsin ki orucumu sorarsin?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Basi açiga niye türban sorarsin?
XXX
Raki, sarap içiyorsam sana ne.
Yoksa sana bir zararim, içerim.
Ikimiz de gelsek kildan köprüye,
Ben dürüstsem sarhosken de geçerim
XXX
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatip kalkip ATATÜRK'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soguyacak bu millet
XXX
Isgaldeki hali sakin unutma.
ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çikardin amma
Baban kimdi bilemezdin **********.
Neyzen TEVFİK
-
ATATÜRK’LE VARIZ
Kolay kazanılmadı bin bir zorlukla bu ülke
Kanla yoklukla gözyaşları ile kuruldu
Kahramanlar Koçyiğitler pehlivanlar vuruldu
Ceddimizi sayar anarız ATATÜRK’LE varız
XXX
Şehit oldular düştüler korkusuzca toprağın bağrına
Kefensiz duasız yatıyorlar vatanlarının uğruna
Bir ülke bıraktılar bağımsız yaşamak için yarına
Bizler yaşıyoruz beraberlikle ATATÜRK'LE varız
XXX
Şanlı bitmez destanlar ölümsüzce yazıldı
Yedi düvele karşı konuldu kökü bile kazındı
Bütün dünya hayretle baktı bundan ders aldı
Yarınlar için kararlıyız ATATÜRK'LE varız
XXX
Genç nesil bilsin inansın korusun bu değeri
Anlasın geleceğini unutmasın asla geçmişini
Sahipsiz çıksın bırakmasın toprağını milletini
Birleştik can siper hane ATATÜRK'LE varız
XXX
Cumhuriyettir bize bırakılan tek büyük miras
Melunlara kahpelerin sonu bilinsin ki infaz
Ey ulus çiğnetme geleceğini tutma kara yas
Ölüm yazılsa da arlımıza ATATÜRK'LE varız
XXX
Bağlıyız yürekle canla yüce komutanın emrinde
Baş eğmeyiz hiç bir namerde ne de hain devlete
Düşürürlerse bizi acımadan gaflet'e ve de ihanete
Bileği bükülmez halkız ATATÜRK'LE varız
XXX
Yılmayız korkmayız üstümüze çökse de karabasanlar
Unutulur mu Çanakkale de tarihini şerefle yazanlar
Nahoş bir gecenin karanlığında yıldız gibi parlayanlar
İlham saçtılar yüreğimize ATATÜRK’LE varız
XXX
Yılmaz’ım bedenimizde kalmasa da bir damla kan
Ölelim bu uğurda yeter ki dönmeyelim yaşasın vatan
İçerimizden eksilmez görürüz kudretle şahlanan iman
TÜRK MİLLETİYİZ EZİLMEYİZ ATATÜRK’LE VARIZ
Nafiz YILMAZ
-
ATATÜRK'Ü SEVMEK
Konuşma softa
Söyleme yobaz
Sen ATATÜRK'Ü sevmek
Ne demektir bilirmisin
Bir dirhem aklın beynin yoksa
Sen ATATÜRK'Ü görmek
Ne demektir bilirmisin
Olmasaydı yaşarmıydın
Söyle dini ni imanı nı
Kim bilir hangi milletin
Olacaktın şimdi evladı
Dil uzatmaklamı buldun
Söyle ahı isyanı feryadı
Sen ATATÜRK'Ü yaşamak
Ne demektir bilirmisin
***** esir alırlardı
Acımadan bacını teslim
Kalırmıydı senin söyle
Dünyada izin neslin
O zaman bakalım
Çıkarmıydı sesin
Sen ATATÜRK'Ü yüceltmek
Ne demektir bilirmisin
Yılmaz'ım ATATÜRK'E
Bağlı bir BEKTAŞ-İ
O HÜNKÂRDAN aldı
İlmi ilhamı ateşi
Bu uğurda kenetlendi
Herkez oldu vatan kardeşi
Sen ATATÜRK'Ü duymak
Ne demektir bilirmisin
Nafiz YILMAZ
-
ALİ MUNZUR
Açıldı ömrümün haritası
Bir omzu düşük ağır delikanlı
Ey Ali Munzur ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası
Ey Ali Munzur ey dağların kartalı
Benim ömrümde bir kırlangıç ağıdı vardır bildiğim
Benim ömrümde tel örgüler kuşluk ayazında
Kör karanlık yağlı kurşun
Birde yanık türküsü anamın
Her biri bir başka seherinde güz dönümümün
Vurup gitmiştir sessizce oğulları
Şu gurbet denen şu belalı buğ yılanı şu bilinmez sefere
Benim ömrümde bir ırmak vardır
Durup önünde taş yüzdürdüğümüz ak köpüklerinde
Sesine sesimizi kattığımız
Ve anamızın patiskadan biçtiği uzun donlarımızla
Bir turna balığına gençliğimizi sattığımız
Aylandığımız
adamdan sayılıp delikanlı halaylarına karıştığımız
Yıldızların altında dam bacalarında aşık attığımız
Benim ömrümde yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın
yağmurların sevdalısı ve parlayan yusuftutan kuşları
Benim ömrümde mor menekşe
Yediveren gülleri ve böğürtlen
Birde sen!
İçime işleyen ah sen!
Ondokuz yaşımın
Ve ırmağımın
Ve toprağımın hakkına birde sen! ..
Bulutlarıma kına yaktığım sebebin
Namerd olayım sevmedim hiç kimseyi böyle bu kadar! ..
Ya da sevemedim
Ey Ali Munzur ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası
Bu da bir gurbettir yıkar adamı içine
Bu da bir rivayettir on iki yıl bilmem kaç bin gece
Bir türkü sesinde..
Dumanlı dağları duman kaplamış
Yine mi gurbetten kara haber var?
Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış?
Çimenler üstünde gözyaşları var..
Benim ömrümde..
Şimdi vur vur içine onca talanı
Onca sevdayı vur vur Ali Munzur
Bu sol yandaki hicran yarası öyle çok ki..
Benim ömrümde çiçeğin bozamadığı
Karanlığın düşemediği yüzüm
Bana mahsus kor ayazda üşüdüğüm
Hercanın yeşili Cemilin üzüm gözlü güzeli
Ve hüzün yaprağını dökende dut ağacın
Kalbime bir gül dikeni fikrime sevda batanda.
Kemahın istasyonuna doğu expresi demir atanda
Murat suyu Fırata karışır üç gün üç gece kan akanda
Ben belki bin gece sayanda gurbet akşamlarında yıldızları
Emanetime iyi bakasın köylü kızı
O elinde tuttuğun kanayan şey Ali Munzurun kalbinin yarası
Benim ömrümde yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın
Yağmurların sevdalısı
Ve parlayan yusuftutan kuşları
Benim ömrümde mor menekşe
Yediveren gülleri ve böğürtlen
Birde sen!
İçime işleyen ah sen!
Ondokuz yaşımın ve ırmağımın ve toprağımın hakkına
Birde sen!
Bulutlarıma kına yaktığım sebebin
Namerd olayım sevmedim hiç kimseyi böyle bu kadar
Ya da sevemedim.
Ey Ali Munzur ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası
Açıldı ömrümün haritası...
İbrahim SADRİ
-
KARTAL YUVASI
Kartal yuvasındaydı
Gecenin karanlığında.
Sert bakışlarını saklamadı
Sabahın ayazında.
XXX
Ateş düştü yuvasına birden
Uçtu göğe doğru aniden
Avladı çakalları tepelerinden
Yuvasına döndü yeniden.
XXX
Teker teker kardeşlerini saydı
Birkaçından ses alamadı
Bütün şanıyla haykırdı
Sesi bütün dünyada yankılandı.
XXX
Yummadı gözlerini hilali için
Terketmedi yuvasını yıldızı için
Verdi kanını kırmızısı için
Türk ordusu yılmaz vatanı için.
İsmail ŞENER
-
KEMAH DESTANI
Yüzyıllar devirmiş aslı kimliğin,
Medeniyetlerin kalbi atar Kemah’ta
Tarihlerde geçer namı benliğin
Uygarlıkların güneşi doğar Kemah’ta
XXX
Eski beyliklerin sensin ortağı
Fermanlarda yazar Kemah sancağı
Alperenler ocağı,mertler ocağı
Perçemli yiğitler çıkar Kemah’ta
XXX
Taş konaklar efsaneler sendedir,
Sırra kadem basan ala beldedir.
Kitaplara sığmaz öykün dildedir,
Kültür şaha kalkmış bakar Kemah’ta
XXX
Uzanır başında Munzur dağları,
Mazisinde gizler geçmiş çağları.
Baran baran olur bahçe bağları,
Meşhur soğuk sular akar Kemah’ta
XXX
Yetişir dağında sümbül lalesi,
Yıkılmaz abidedir Kemah kalesi,
Kümbetlerden gelir erenler sesi,
Şahı Sultan Melik yatar Kemah’ta
Murtaza YILDIRIM
-
MUNZUR DAĞLARINDA YÜREĞİM ASILDI
Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz taşı toprağı da.
Ağaçlarımızı yakıyorsunuz ya… Hani meşelerimizi sadece onları yakmıyorsunuz umutlarımızı yakıyorsunuz mu diyeceğimi sandınız? Asla! Umutlarımız hiç yok olmadı..! Ağaçlarımızı yakarken onların üzerinde yaşayan börtü böceği gölgesinde boy veren çiçeği mantarı sincapları tavşanları tilkileri kelebekleri sakız yaptığımız kengerleri kuşları ve de sayısız mikro organizmayı da yakıyorsunuz.
Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz taşı toprağı da. İnanmayacaksınız belki; ama teyzem hasta olan teyzemin oğlunun iyileşmesi için bir kayaya gözlerimin önünde yalvardı. Bir duvarın içindeki tahta kirişe adaklar sundu. Kurban kestik kanını alnımıza sürdü. "yer gök şahidim olsun ki" diye dualar etti. Teyzemin oğlu öldü gerçi; ama inanın ki böyle yaptık.
Küçükken bir ağacın dalını kırmıştım teyzem günah! dedi. Hemen öptüm ağacın gövdesini özürler diledim. Ağacın benim gibi doğadaki bir canlı olduğunu ona göre ayrıcalığımın olmadığını o günden beri bilirim. Siz yakıyorsunuz biz söndürmek için su dökemiyoruz.
Teyzemin dizinin dibinde yattığım bahçede bir ceviz ağacı vardı. Gövdesine bakarak bir sürü figür bulur onlara masallar uydururdum. Ceviz kabuklarında avucumun içine kına yakardım yok yok! Ceviz kabuğundan dudağıma boya yapardım taştan kına yapardım avcuma.
Sincaplar ceviz çalınca onlara kızmazdık onlar da paylarını alıyor derdi teyzem. Ağaç bizim değildi toprak bizim değil su da bizim değildi. Suyu ateşe dökemeyiz biz suya eziyet olur bu. Biz eziyet etmeyi hiç sevmeyiz. Ne eziyet ettiririz ne de eziyet ederiz.
Bir yerde yaşayan insanların kişiliğinin oranın doğasına göre şekillendiğini düşünürüm hep. Yükseltiler bile kesindir yalçındır dağlarımız kılıç kadar keskindir suyumuz. Altın varmış topraklarımızda biliriz; ama yine de dağlarımızın karnını yardırmayız kimseye… Bizim için Toprağın üzerindeki börtü böcek ağaç çiçek en az altın kadar değerlidir. Bu bizim erdemimizdir.
Barış diyoruz ya… Diyelim ki silahlar sustu yerlerine konuldu. Çelişkiler çatışmaya dönüşmedi Biz ki; bir dostumuza gül verirken dikeni eline batmasın diye kırk kez düşünürken bu dağlara taşlara suya ağaçlara sincaplara nasıl anlatacağız bu barışı? Ne diyeceğiz? Biz barıştık affedin siz de size yapılan kötülüğü dersek dinlerler mi sizce nasıl affettireceğiz kendimizi? Ateşe su dökülmeyen yerlerde ateş yakmamak gerek… Ben korkarım ateşin suyun doğanın gazabından.
Aysel KILIÇ
-
KEMAL'İM
Marmara da dize gelen kafirler
Bize çalım satar oldu Kemalim
Dinci misyonerler casus sefirler
Ankara’da yatar oldu Kemalim
XXX
Belki geri göçeceğiz buradan
Eserlerin yok oluyor sıradan
Hele o hitler kılıklı adam
Devrimine çatar oldu Kemalim
XXX
İstanbul’un işgali unutuldu
Amerika ne dediyse tutuldu
Sömürünün temeli tam atıldı
Herkes bir şey satar oldu Kemalim
XXX
Garptan giremeyen şarktan geliyor
Dolar halkı bölük bölük bölüyor
Hain artık yokluğunu biliyor
Yurdum Kufe Katar oldu Kemalim
XXX
Bağımsızlık kimliğini yitirdik
Şalvarı çarşafı geri getirdik
Kemalizm’i hastaneye yatırdık
Molla kafa tutar oldu Kemalim
XXX
Hoca efendiden halife hazır
Vekiller vükela bakanlar vezir
Amerikan uşağından başvezir
İşgalden de beter oldu Kemalim
XXX
Sarıklı türbanlı doldu Çankaya
Şimdiden diyen vara hep ezankaya
Paralar yatıyor ofshore bankaya
Kuşlar ezan öter oldu Kemalim
XXX
Geri geldi Vahdettin’in Meclisi
Meclisin başına koyduk iblisi
İstanbul’a başkent diyor kimisi
Kurtar bizi yeter oldu Kemalim
Bekir YAŞAR
-
ATATÜRK SEVDALISIYIZ
Sen kim oluyorsun yüzsüz utanmaz yobaz
Giriyorsun söyle ALLAH'LA benim arama
Sivri dilini uzatıyorsun yalanla birde harama
Bu ülkeyi başıboş sahipsiz mi kaldı sanma
Bizler ATATÜRK’ÜN neslindeyiz sevdalısıyız
XXX
Sulandı bu topraklar Atalarımızın oluk oluk kanlarıyla
Ceddimizle övünürüz çıkarız uzaylara fezalara
Bilimle ilimle aydınlanırız düşeriz ışıklı yollara
Senin beyninde kalmış bir kez karanlık ortaçağ
Bizler ATATÜR’ÜN emrindeyiz izindeyiz
XXX
Sarıldınız kara çarşaflara türbanlara görünmez peçelere
Kirli sakal uzattınız sarıkla şalvarlarla girdiniz cübbeye
Dini alet ettiniz soktunuz çıkarla bulaştırdınız siyasete
Bunu pahalı ödeyeceksiniz canınızla hem de bedeninizle
Bizler ATATÜRK’ÜN özündeyiz sözündeyiz
XXX
Hangi hakla diyorsun cehalete esarete var özgürlük
Sürüp gidecek mi sandın saltanatın kısa bir ömürlük
Milletin sırtında kambur oldunuz taşınmaz bir yük
Anlayacaksınız bu ülkenin vazgeçilmezidir lâiklik
Bizler ATATÜRK’ÜN dilindeyiz bekçileriyiz
XXX
Yılmaz’ım utanır oldum bu çirkefleşmiş düzenden
Halkını kandırarak arsızca edepsizce gelip gezenden
Tanık oldum tahammülü kalmayıp canından bezenden
Ödün vermeyiz asla bir an bile vazgeçmeyiz cumhuriyetten
Bizler ATATÜRK’ÜN gözündeyiz askerleriyiz
Nafiz YILMAZ
Tüm Dünya Sizin Olsun Bizler Gidiyoruz - Mehmet Aluç
- Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
Gönderi tarihi:
TÜM DÜNYA SİZİN OLSUN BİZLER GİDİYORUZ
Tüm lokmalar size kalsın
Tüm dünya sizin olsun işte bizler gidiyoruz
Sizler de geleceksiniz
Gittiğiniz yerde bizi bulamayacaksınız
Kazandığınız ateş oldu
Şimdi güzel güzel ısınacaksınız
Anlayacaksınız kaybettiğinizi
Lakin bizleri bulamayacaksınız
Bizler sizleri incitmedik
Sizler lokmamızı çaldınız kızmadık
Ama sizi yüce Allah'a havale ettik
İşte biz gittik
Tüm dünya sizin olsun
Mehmet ALUÇ