SÜNGÜ tarafından postalanan herşey
-
YAK GiTSiN!..
SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM Sana Büyük Bir Sır söyleyeceğim . Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru aksam üzeri El kol oynatışından Söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan Korkuyorum senden Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır, sevmekten Bundandır iste benim yasamaya katlanmam sevgilim... . Louis Aragon
-
*dejavu*
Birisi Bir şey var aramızda Senin bakışından belli Benim yanan yüzümden. Dalıveriyoruz arada bir. İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki, Gülüşerek başlıyoruz söze. Bir şey var aramızda Onu buldukça kaybediyoruz istiyerek. Fakat ne kadar saklasak nafile Birşey var aramızda. Senin gözlerinde ışıldıyor, Benim dilimin ucunda. NAHİT ULVİ AKGÜN
-
*dejavu*
YALNIZLIKLAR İÇİNDE İşte gemiler gidiyor, Bırakıp beni kumsalda. Kırık gönlüm ; Koskoca bir ıssız ada Her yanda yalnızlık Her yanda hüzün var. Ne sevenim Ne gülenim yüzüme Yalnızım,yalnızlıklar içinde Ahmet Ünal Çam
-
YAK GiTSiN!..
SUS PAYI ne çok günah işledim ben mendilime herşeye hakim oldum olamadım kalbime ördü durdu içimi ateşin bir sarmaşık oh olsun dedim, oturup biraz sitem ve bir şeyler mırıldandım bazısı mahrem: kendi özsuyumda boğulmak ne güzel ey tufan bunu saymam yine gel ölümdür cana nazarlık. oh olsun dedim ve üşenmeden getirdim dalgaları tutup elinden dedim yakışıyor mu bu beden dedi sus artık. ibrahim tenekeci
-
SEVMEYİ BİLMEK
Aşk size kılavuzluk edince peşinden gidiniz, aşkın yolları dik ve sarp olsa da! aşkın kanatları sizi kucaklayınca, ona köle olunuz, kanatlarının arasına gizlenen kılıç sizi yaralasa da! aşk size söz söyleyince ona inanınız, sesi, şimal rüzgarlarının bahçeleri perişan etmesi gibi rüyalrınızı alt üstetse de! çünkü aşk başınızı taçlandırdığı gibi kellenizi de uçurur. aşk sizi geliştirir, fakat budaya budaya ıstırap verir. aşk tepenize kadar yükselir ve güneşin aydınlığında ürperen en ince dallarınızı okşar. fakat köklerinize kadar da iner ve onları toprak altında sarsar. aşk buğdayları seçmek ve ayırmak için harmandan geçirir ve sizi çırılçıplak eder. kabuklarınızı atak için kalburdan geçirir ve sizi beyazlaştırmak için değirmende öğütür. sizi yumuşatmak için yoğurur. sonra sizi kendi mukaddes ateşine atar ve Tanrı'nın sofrasına yakışan bir "aziz ekmek" yapar. aşk, bütün bunları başarır, t aki kalbinizin sırlarını öğrenesiniz. ve bu bilgi sayesinde hayatın kalbinden bir parça olasınız. fakat siz, ürkeklik yüzünden yalnız aşkın verdiği huzur ile zevki ararsanız, çıplaklığınızı örtmek ve aşkın değirmeninden uzaklaşmak gerek: güleceğiniz, fakat ruhunuzla şakıyamayacağınız, ağlayacağınız, fakat göz yaşlarınızın bütün kaynaklarını kullanamayacağınız, mevsim tanımayan bir aleme uzaklaşma. aşk, kendinden başka bir şey vermez ve kendinden başka bir şey almaz. aşkın malı mülkü yoktur. fakat kimsenin de malı mülkü olamaz; çünkü aşk, aşk için yeter. aşka giriftâr olduğunuz zaman Tanrı kalbimin içindedir demeyin, ben Tanrı'nın kalbi içindeyim, demek daha yaraşır. siz, aşka yol göstereceğinizi sanmayın. çünkü aşk sizde değer görürse, her yolu gösterir. aşkın kendini bütünlemekten başka bir gayesi yoktur. fakat aşka giriftâr olur da bir takım arzular: peşinde koşmak isterseniz şunlar olsun o arzular: erimek, geceye nağmeler terennüm eden bri ırmak gibi eriyip akmak; derin şefkatin ıstırabını duymak, ıstırab derinleştikçe, şefkatin de o nisbette ve daha fazla derinşleştiğini hissetmek... aşkın anlayışınızla yaralanmak, anlayışınız yükseldikçe, daha geri anlayış ve duyuşun acısını hissetmek; ve isteye isteye, seve seve cefa çekmek... sabahleyin kanatylanmış bir kalple uyanmak ve yeni bir aşk günü yaşamanın şükranını ödemek; öğleyin dinlenmek ve aşkın içine dalmak; akşamleyin evine hoşnutluk içinde dönemk, sonra sevilene karşı kalbinizle yönelerek dua etmek ve bir şükran neşidesi terennüm ederek uyanmak." halil cibran
- Çağrışım
-
*dejavu*
Kaderde senden ayrı düşmek te varmış Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.. Seni tanımadan Hele seni böyle deli divane sevmeden Yalnızlık güzeldir diyordum Al başını, kaç bu şehirden Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git Git gidebildiğin yere git diyordum Oysa ki, senden kaçılmazmış Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış. Bilmiyordum. Yine de dayanmağa çalışıyorum işte Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye Rüzgar güzel bir koku getirmişse Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum Yaşamak seninle bir başka zamanı Bir başka zamanda seni yaşamak Her şeyden önce sen Elbette sen Mutlaka sen İster uzaklarda ol İster yanı başımda dur Sen ol yeter ki bu zaman içinde Ben olmasam da olur Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır Bitmiyorsun Çaresizliğim gün gibi aşikar Su olup çeşmelerden akan güzelliğin İnceliğin ışık yüzüme vuran Sen güneş kadar sıcak Tabiat kadar gerçek Sen bahçelerde çiçekler açtıran Sudan, havadan, güneşten yüce varlık Sen, o tek sevgi içimde Sen görebildiğim tek aydınlık Bir nefeste benim için al Havasızlıktan öldürme beni Bulutlara, yıldızlara benim için de bak Susadım diyorsam Bir yudum su içmelisin Ben yorulduysam sen uyumalısın Ellerim sevilmek istiyor Saçlarım okşanmak istiyor Dudaklarım öpülmek istiyor Anlamalısın. Ağaçların yeşili kalmadı Gökyüzünün mavisi yok Bu dağlar o dağlar değil Rüzgarında kekik kokusu yok Kim bu çaresiz adam Bu kan çanağı gözler kimin Kaç gecedir uykusu yok Gündüzü yok Gecesi yok Yok Yok Anladım Sensiz yaşanmaz bu dünyada İmkanı yok. ümit yaşar OĞUZCAN
-
Çağrışım
gullüoğlu baklavanın mc gıbı ... en azından ıstanbulun....
-
EĞER
EĞER... O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar her şiirde anlatılan O’ysa her filmin kahramanı O her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa. iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken keşke O anlatsa diye iç geçiriyorsanız kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa dışarıda yer yerinden oynuyor ve içeride bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim geceyarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa Her gidişte ayaklarınız Geri dön diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... o halde bugün sizin gününüz! Çok yaşayın ve de siz de görünüz. Can Dündar
- Çağrışım
-
*dejavu*
BULUŞMAK ÜZERE Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım Can YÜCEL
-
EĞER
EĞER O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!! CAN YÜCEL
-
LAO TZU dan
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. - Bu at bir at değil benim için bir dost,insan dostunu satar mı'' dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. - Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın, şimdi ne paran var ne de atın. demişler. İhtiyar - Karar vermek için acele etmeyin. Sadece "At kayıp"deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceği bilinmez. Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden ,at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. - Babalık, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil şans oldu adeta başına devlet kuşu kondu. Şimdi bir sürü atın var artık - Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okurken kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz? Köylüler bu defa ihtiyarla açıktan açığa dalga geçmemişler ama, içlerinden "Bu herif sahiden akılsız ya da çok saf" diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler ihtiyara yine gelmişler. - Bir kez daha haklı çıktın ''demişler'' Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir ve daha zavallı olacaksın, demişler. İhtiyar; - Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz galiba diye cevap vermiş. O kadar acele etmeyin.Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar.Ama acaba ne kadar doğru. Hayat küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Bir kaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceği ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler ; - Yine haklı olduğun kanıtlandı, demişler. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil şansmış meğer. Siz erken karar vermeye devam edin demiş ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şansızlık olduğunu sadece Allah biliyor. LAO TZU, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış. Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi akıl düşünmeyi durdurur, dolayısıyla gelişme durur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaştığınızda daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.
- Çağrışım
-
DÜŞÜNCE GÜCÜNÜ GELİŞTİRME TEKNİKLERİ
[Alman Focus dergisinden] * Sabahları gözleriniz kapalı duş alın. Lifinizi, sabununuzu , şampuanınızı el yordamıyla bulun. Böylece dokunma duyunuz gelişir. * Sağ elini kullananlar sol, sol elini kullananlar sağ elle diş fırçalamayı, saç taramayı denesin. Beynin farklı bölgeleri uyarılmış olur. * İşe giderken farklı yollardan gitmeye çalısın. (Burası belki Almanlar için) Böylece beyninizi otomatik pilot sisteminden çıkarırsınız. * Aracınıza bindiğinizde gözlerinizi kapatın. Kontağın, sileceklerin, radyonun, el freninin yerlerini düşüncelerinizi yoğunlaştırarak bulun. * İslerinizi farklı bir sırayla yapın. Hergün gördüğünüz ancak üzerinde düşünmediğiniz eşyaların yerlerini değiştirin. * Çalışma masanızda aromalı nesneler bulundurun. Taze ve hoş kokular yeni düşünce çağrışımlarını beraberinde getirir. * Öğle yemeğine her zaman aynı saatte çıkmayın. Bir saat önce ya da sonra çıkarak rutinden kurtulun. Hatta saatinizi farklı kolunuza takın. * Arasıra daha önce hiç yapmadığınız yemekleri yapın. Sadece tad alma duyunuzu değil, beyninizi de besleyin. * Yemek yerken her zaman aynı sandalyeye oturmayın. Ara sıra ailenizin masadaki oturma düzenini değiştirin.
-
REPUBLIC OF TÜRKİYE!
REPUBLIC OF TÜRKİYE olmalı Turkey kelimesi Osmanlı imparatorluğunun son zamanlarında ilk defa İngiliz kaynaklarında, biraz da alay ifade ederek kullanılmıştır. Bazı ülkeler kendilerini GREAT=BÜYÜK, ÖNEMLİ - olarak nitelerken Ülkemizin bir kümes hayvanının ismi ile anılması kabul edilemez. Kelimenin iticiliği ve ülkemizi ne şekilde ifade edeceği düşünülmeden adete ülkemizin isminin İngilizce ifadesi imiş gibi Türkler tarafından da kullanılmış ve kullanılmaktadır. Özel isimler bir başka dilde de aynı şekildedir. Bir zamanlar Habeşistan olarak bilinen ülke tüm Dünyaya adının Etiyopya olduğunu ve bundan böyle Habeşistan olarak gönderilen hiç bir postanın alınmayacağını açıklamış ve tüm dünya Etiyopya adını kullanmaya başlamıştır. Ya Türkiye !, Bir kümes hayvanının adı ile anılıyor. Uluslararası toplantılarda ülkemizi temsil eden başta sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm görevlilerin önünde "HİNDİ" anlamında "TURKEY" yazıyor. Bundan rahatsız olmamak mümkün mü ? Bir başka örnek ise Hindistan. Siz hiç uluslararası bir toplantıda Hindistan diye bir kelime gördünüz mü? Aynı hata. Hindistan bu ülkeye sadece Türklerin verdiği bir isimdir.Uluslararası isim değildir. Malezya mal mı oluyor diyenler de aynı şekilde.Bizim ismimiz Türkiye kelimesi bir ülkenin dilinde başka anlama gelebilir.Bu önemli değil. Bütün dillerde tek tek ülkemizin adının iyi anlama gelmesi gerekmez. Ancak bir de uluslararası ülke isimleri vardır. Uluslararası toplantılarda bu isim kullanılır. Türkiye’nin uluslar arası toplantılarda adı İngilizlerin söylediği Turkey olarak geçiyor. Varsın İngilizler Turkey demeye devam etsin. Ancak bize Turcia, Turkia gibi değişik şekillerde söyleyenler de var. Onlar da devam etsinler. Ancak uluslararası bir toplantıda ülkemizin adı bizim söylediğimiz şekilde Türkiye olarak geçmelidir. Diyorlar ki Türkiye kelimesinde bulunan ü harfi Avrupa dillerinde yokmuş. Bu nedenle sorun oluyormuş. Avrupa Birliği toplantısında Türkiye delegesinin önünde Turkey=Hindi yazarken Yunanistan delegesinin önünde bırakın Latin harflerini Yunan alfabesi ile ELLAS yazıyor. Yunanlıların hiç bir harfi batı alfabesinde yok. Ülkesini ve dilini seven Yunan delegesini kutluyorum. Türk delegesine söyleyecek söz bulamıyorum. ASLINDA YAPILACAK TEK ŞEY HÜKÜMETİN BİR AÇIKLAMA YAPARAK 1 YILLIK GEÇİŞ SÜRESİ SONUNDA TURKEY YAZILI HİÇ BİR POSTA'NIN KABUL EDİLMEYECEĞİNİ DÜNYAYA AÇIKLAMASIDIR. HABEŞİŞTAN BÖYLE YAPTI. ETİYOPYA OLDU. BİZ BÜTÜN LOGOLARIMIZI TÜRKİYE DİYE YAZSAK DA TURKEY DİYENE ENGEL OLMAYACAKTIR. BU NEDENLE RESMEN BELİRTTİĞİMİZ YOL İZLENMELİ. Medya ve Hükümeti göreve davet edelim. "Republic of Turkey = Hindi Cumhuriyeti" Bu ismi istemiyoruz. "Republic of Türkiye" olmalı. Bu kampanya sonuç alınıncaya kadar sürecektir. Elbet bir gün bu ülkenin adının Türkiye olduğu ve Turkey olarak gönderilen postaların alınmayacağı dünyaya ilan edilecektir. Uluslararası toplantılarda Cumhurbaşkanımızın önünde Turkey (Hindi) değil Türkiye yazdığı günler gelecektir. Sadece eski Fotoğraflara bakarken Turkey yazısını görüp "Ne kadar duyarsız" olduğumuza şaşıracağımız günler gelecektir...
-
AKIN ABİDEN 1
BİRGÜN ANSIZIN BU DÜNYAYA GÖZLERİMİZİ AÇIVERDİK…. O ANI HATIRLAYAMIYOSUNUZ DEĞİL Mİ ?... AMA HAFIZANIZIN BİR KÖŞESİNDE, DERİNDE… ÇOK GİZLİ BİR YERDE O ANIN GÖRÜNTÜLERİ MEVCUTTUR. İNSANLAR GENELDE BELLİ BİR YAŞTAN ÖNCESİNİ HATIRLAYAMAZLAR.HALBUKİ O ANILAR HAFIZAMIZIN BİR KÖŞESİNDE KAYITLIDIR…. MESELA SİZ !... BU DÜNYAYA GELDİĞİNİZ ANDAN İTİBAREN İLK HATIRLADIĞINIZ NEDİR ?.... ANNENİZİN SESİ Mİ ?... YOKSA BABANIZIN ŞEVKATLİ BAKIŞLARI MI ? İLK HATIRLADIĞINIZ ANINIZ KAÇ YAŞINIZA AİT ?...BİR DÜŞÜNÜN… Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bilmiyordunuz; şükredebilesiniz diye size işitme gücü, gözler ve gönüller verdi. NAHL SURESİ 78. İNSANLARIN ÇOĞU ÜÇ YAŞINDAN ÖNCESİNİ PEK HATIRLAYAMAZLAR. ÇÜNKÜ BELLEK VE HAFIZA KAYITLARI O YAŞTAN İTİBAREN GELİŞMEYE BAŞLAR.AMA O ANA KADAR OLAN KAYITLARI BEYNİMİZİN BİR KÖŞESİNDE SAKLI BULUNMAKTADIR.FAKAT ERİŞEMEYİZ ONLARA… Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O'nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O'ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?! ZÜMER SURESİ 6. PEKİ YA, DOĞUMUNUZDAN ÖNCESİNİ HATIRLIYORMUSUNUZ ?... GÜLECEKSENİZ TABİ Kİ… ÜÇ YAŞINDAN ÖNCESİNİ HATIRLAYAMAYAN İNSAN NASIL OLURDA DOĞUMUNDAN ÖNCESİNİ HATIRLAYABİLİR ? AMA BİZ BEDENEN DOĞMADAN ÖNCE, RUH OLARAK BİR YERLERDEYDİK…. DEĞİL Mİ ? ACABA NEREDEYDİK ?...NE YAPIYORDUK ?... HİÇ KENDİNİZE BU SORUYU SORDUNUZ MU ?... Allah'a nasıl nankörlük ediyorsunuz?! Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz. BAKARA SURESİ 28. İŞTE GÜNLÜK YAŞAMIMIZIN KOŞUŞTURMA VE TELAŞI İÇİNDE KENDİMİZE SORMADIĞIMIZ İLK SORU BUDUR;… NEREDEN GELDİK ?... PARA KAZANMA HIRSI İÇİNDEKİ İNSAN NEDENSE BU SORUYU HİÇ AKLINA GETİRMEZ…. HAYATA GELMEMİZİN TEK AMACI; DOĞMAK, BÜYÜMEK, ÜREMEK VE ÖLMEK DEĞİLDİR…. BU TEORİ ANCAK HAYVANLAR İÇİN GEÇERLİDİR…. AMA İNSAN, DÜŞÜNEN BİR VARLIKTIR…. VE O DÜŞÜNEN VARLIK, NEDENSE BU SORUYU KENDİSİNE HİÇ SORMAZ…. PARA KAZANMA, RAHAT YAŞABİLME TELAŞI İÇİNDEKİ İNSANIN KENDİSİNE SORMAYI İHMAL ETTİĞİ BİR SORU DAHA VARDIR; NEREYE GİDECEĞİZ ?... ÖYLE YA, İNSAN DOĞAR, BÜYÜR, ÇOĞALIR VE ÖLÜR… PEKİ ÖLÜNCE NEREYE GİDECEĞİZ ? NE OLACAĞIZ ?... BİZİ NELER BEKLİYOR ?....SORUSUNU HİÇ AKLIMIZA GETİRMEYİZ. Her benlik ölümü tadacaktır. Hak ettiğiniz karşılıklar size, kıyamet günü, eksiksiz bir biçimde mutlaka verilecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kesinlikle kurtulmuş olacaktır. İğreti-sefil hayat aldatıcı bir yararlanmadan başka şey değildir. ALİ İMRAN SURESİ 185. DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLAYAN İNSAN, BİRGÜN ÖLÜM GÜNÜ DE OLACAĞINI NEDENSE HİÇ DÜŞÜNMEK İSTEMEZ. ÖLÜMÜ KENDİSİNE YAKIŞTIRMAZ. UZAK GÖRÜR KENDİNE ÖLÜMÜ… YADA HAYATIN KAZANMA HIRSI DOLU MÜCADELESİ İÇİNDE ÖYLESİNE MEŞGULDÜR Kİ, ÖLÜMÜ DÜŞÜNECEK VAKTİ YOKTUR… OYSA Kİ ÖLÜM, BİZE BİR NEFES KADAR YAKINDIR…. BİR SİSTOL, DİYASTOL KADAR YAKINDIR….DÜŞÜNMEK İSTEMEYİZ ÖLÜMÜ… ÇÜNKÜ BU MORALİMİZİ BOZAR…GELECEK İLE İLGİLİ YAPTIĞIMIZ PLANLARI BOZAR…YAZ TATİLİ İÇİN YAPMIŞ OLDUĞUMUZ HAYALLERİMİZİ YIKAR. EV SAHİBİ OLAMADAN BİR MEZAR SAHİBİ OLABİLECEĞİMİZ DÜŞÜNCESİ NE KORKUNÇTUR DEĞİL Mİ ? İŞTE BU YÜZDEN DÜŞÜNMEYİZ ÖLÜMÜ….ÇÜNKÜ BİZİ HAYATA BAĞLAYAN BU GÜZEL HAYALLERDİR…BİZ BU HAYALLER İLE YAŞAR, BU HAYALLER İLE YAŞLANIRIZ…. YARIN ÖLECEĞİNİ BİLEN BİR İNSAN İÇİN YAŞAM NE İFADE EDER Kİ ? AMA YİNE DE SİZ SİZ OLUN…. BİRAN DURUP DÜŞÜNÜN VE KENDİNİZE ŞU SORUYU SORUN; NEREDEN GELDİK ?.... NEREYE GİDECEĞİZ ?.... İŞTE O VAKİT, BU DÜNYADAKİ VARLIĞIMIZ BİZE ÇOK FARKLI BİR ANLAM İFADE EDECEKTİR….BELKİ YAŞAMIN ACIMASIZ, HIRS DOLU KOŞUŞTURMASI İÇİNDE NE İÇİN YARATILMIŞ OLDUĞUMUZUN CEVABINI BULABİLİR,… KENDİMİZİ, BU DÜNYADA BİRŞEYLER ELDE EDEBİLME YARIŞINDAN BİRAN OLSUN KOPARTABİLİRİZ…. Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım. ZARİYAT SURESİ 56. KİMBİLİR BELKİ DE, BU DÜNYADA KAZANAMADIKLARIMIZI, ÖBÜR DÜNYA İÇİN, BU DÜNYADA KAZANABİLİRİZ…. Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Ve her benlik, yarın için önden ne gönderdiğine bir baksın. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. HAŞR SURESİ 18. ALLAH YAR VE YOLDAŞINIZ OLSUN.
-
YENİ BİR HAYAT
önemli olanda buyudu sevgıili forumdaşım. saygılar.
-
BAKIŞ AÇISI
Fransa'nın Carmaux kentinde, sol fikir adamı Jean Jaures'in anısına kurulan 'Pays de Jaures' adlı sivil toplum örgütünün hazırladığı hayali bir testi, Türkiye'den küçük eklentiler yaparak takdirinize sunuyorum. OLAY : Bir piliç bir yolda karşıdan karşıya geçer. SORU : Piliç niçin karşıdan karşıya geçer? Bu sorunun yanıtlarını aşağıdaki düşünürler verseydi: Yolun öbür tarafına geçmek için. Rene DESCARTES İyiliği için. Gerçek, öteki taraftadır. EFLATUN Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır. ARİSTOTELES Tarihsel olarak kaçınılmazdı. Karl MARX Pankreasının aşırı salgısı yüzünden. HİPOKRATES Tüm piliçlerin nedenini açıklamak zorunda kalmadan özgürce karşıdan karşıya geçtikleri bir dünya düşlüyorum. Martin Luther KİNG JR. Ve Tanrı cennetten inip pilice dedi ki: "Karşıdan karşıya geçeceksin!" Ve piliç karşıdan karşıya geçti ve Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Hz. MUSA Piliç karşıdan karşıya geçmedi, tekrar ediyorum, piliç asla yolun karşısına geçmedi. Richard M. NİXON Pilicin karşıdan karşıya geçmesiyle ilgilenmeniz, sizde güçlü ve latant bir cinsel güvensizlik duygusunu ele vermektedir. Sigmund FREUD Bu soruyu sormak, sizin kendi piliç doğanızı inkâr etmektir. BUDA Oysa piliç karşıdan karşıya geçiyor... GALILEI Piliç belki yolun karşısına geçti, ama otoyolun karşısına henüz geçmedi. Charles DE GAULLE Pilicin yolun karşısına geçmesi ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, tümüyle sizin gösterdiğiniz referansa bağlıdır. EINSTEIN Anayasa üzerine yemin ederim ki bu piliçle aramda hiç bir şey geçmemiştir. Bill CLINTON Piliç geçmişse geçmiş, geçmemişse geçmemiştir. Süleyman DEMİREL Bu memleket için karşıdan karşıya geçen piliç de bizimdir, üstünden geçen traktör de bizimdir. Tansu ÇİLLER Ben tavuklu sandviç de satmıştım. R.Tayyip ERDOĞAN Hayır, bana böyle bir bilgi verilmedi ama karşıdan karşıya geçtiyse hükümet gereğini yapar. Abdullah GÜL Pilicin bu yolda BM kararlarına rağmen cezalandırılmadan karşıdan karşıya geçmesi, demokrasiye, özgürlüğe ve adalete kafa tutmaktır. Bu durum, o yolu bizim çoktan bombalamış olmamız gerektiğini göstermektedir. Bölgede barışı sağlamak amacıyla ve savunduğumuz değerlerin tavuk türü teröristler tarafından bir kez daha ayaklar altına alınmaması için Amerika Birleşik Devletleri oraya karadan 243 bin GI, havadan 846 bombardıman uçağıyla desteklenen 17 uçak gemisi, 46 firkateyn ve 154 kruvazör göndermeye karar ve bu güçlerine özgürlük ve demokrasi adına 5 bin kilometre çapındaki bir alanda bulunan tüm kümesleri yerle bir etmek görevi vermiştir. Bu kutsal görev, ülkede uzaktan yakından kümese benzeyen her şeyi bir avuç kül haline getirinceye kadar sürecek ve küstah kümes efradının milletimize kafa tutması önlenecektir. Hükümetimiz, ondan sonra ülkedeki kümeslerin standartlara uygun biçimde yeniden inşasına ve başlarına ABD Büyükelçisi tarafından demokratik olarak seçilecek bir horoz geçirmeye karar vermiştir. Kümeslerin yeniden inşası finansmana karşılık olarak, bölgedeki tüm yem üretimine 30 yıl süreyle el koymakla yetineceğiz. Yerel canlıların, bizimle işbirliği yaptıkları takdirde yem üretiminin bir miktarından özel fiyatlarla istifade ettirilmesi öngörülmüştür. Bu yeni adalet, özgürlük ve barış kümesleri ülkesinde, size temin ederiz ki bir daha asla bir piliç bir yoldan karşı karşıya geçmeye kalkmayacak, çünkü yol kalmayacak ve piliçlerin de yürüyecekleri bacakları olmayacaktır. Tanrı Amerika'yı takdis etsin! George W. BUSH
-
merhabalar
SÜNGÜ şurada cevap verdi: mizyal başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHOŞ GELDİNİZ
-
Kadinlari tanimak
KADIN DENİLEN KAYIP KITA Kadın denilen kayıp kıtayı keşfe çıkan milyonlarca erkek, çoğu zaman eli boş döner açık denizlerdeki bu nafile seferlerinden ... Keşfettiğini sananlarsa bir süre sonra (belki birkaç sene, belki birkaç saat) ayak bastıkları kıtayı bambaşka bir iklime bürünmüş bulunca, Kolomb sendromuyla "Acaba yanlış kıtada mıyım " telaşına kapılırlar. Oysa genellikle kıta değildir yanlış olan; kaşifin kıtayı algılayış biçimidir ... Asgari topografya bilgisinden yoksun oluşudur ... Kıta'nın bazen kaşife göre mevsim değiştirebilen, aynı anda birkaç iklimi bir arada yaşayabilen potansiyelini algılayamayışıdır ... Güverteden karanın görünüşüyle, kıtadan kaşifin görünüşü arasındaki farkı kavrayamayışıdır. Bu pusula hatasından ötürü, kaç erkek olağanüstü bir keşfin kenarından dönmüştür, kaç kaşif, henüz keşfetmediği kıtaları yok sayarak gerçek yüzölçümünü bilmeden yaşadığı bir kıtanın kıyısında tüketmiştir nihayetini kim bilir ? ... Ve kim bilir kaç kıta uzaktan gülümseyerek izlemiştir çevrede kendisini arayan şaşkın kaşiflerin nafile turlarını ... Can Yücel
-
yorumsuz
Kadın Erkek Üzerine Çeşitlemeler Kadın peşinde koşmanın zararı yoktur. Zararı veren onları yakalamaktır. Jack Davies Erkek hissettiği, kadın göründüğü yaştadır. Moltimer Collins Bir kadın kısık sesle konuşuyorsa bir şey istiyor demektir. Sesini yükseltiyorsa bilin ki istediğini elde edememiştir... Anonim Kesinlikle evlen! Karın iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun. Sokrates Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Bir çok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir, ya da evli olmadığı için acı çekiyordur. Simone De Beauvoir Bir erkek karınızı elinizden aldığı zaman karınızı ona bırakmaktan daha büyük bir intikam yoktur. Sacha Guitry Bekar erkekler kadınlar hakkında evli erkeklerden daha çok şey bilirler. Eğer bilmeselerdi onlar da evlenmiş olurdu. H.L.Mencken Erkek evlenene kadar eksik bir erkektir. Ve evlendiğinde artık bitmiştir. Zsa Zsa Gabor Erkekler şaraba benzer. Geçen yıllar kötülerini ekşitir, iyilerini olgunlaştırır. Cicero Erkeklerin aklı, ev kadınını arar, ama kalbi ve hayal gücü başka özellikler peşindedir. Goethe
-
yorumsuz
KEDİ 1. Kedi canı ne isterse yapar. 2. Kedi sizin sözünüzü pek dinlemez. 3. Kedinin ne yapacağı önceden kestirilemez 4. Sizin yalnız olmak istediğiniz anlarda kedi oynamak ister 5. Sizin oynamak istediğiniz anlarda kedi yalnız olmak ister. 6. Kedi her miyavladığında ilgilenmenizi ister 7. Kedinin ruh hali çok değişkendir. SONUÇ: Kediler yumuşacık tüylerin altına saklanmış kadınlardır… KÖPEK 1. Köpek evde gözüne bir yer kestirir oradan onu kaldırmanın imkanı yoktur. 2. Köpek içerki odada bir cips paketi açsanız sesi duyar, ama aynı odada siz ona bir şey söylediğinizde duymaz. 3. Köpek aynı anda hem aptal hem sevimli görünebilir 4. Köpek siz mutsuzsanız ulumaya başlar 5. Siz oynamak istediğinizde köpek de oynamak ister 6. Siz yalnız kalmak istediğinizde köpek yine de oynamak ister 7. Köpek eşyalarını her tarafa bırakır. 8. Köpek ağzıyla ********* şeyler yaptıktan sonra sizi öpmeye çalışır 9. Köpek sizinle tanışır tanışmaz hemen ilgi bekler. SONUÇ: Köpekler yumuşacık tüylerin altına saklanmış erkeklerdir... Bir köpeğin düşünce tarzı: Birlikte yaşadığım bu insanlar beni besliyor, seviyor, sıcak tutuyor, ve bana çok iyi bakıyor.... bunlar Tanrı mı ne..!!! Bir kedinin düşünce tarzı: Birlikte yaşadığım bu insanlar beni besliyor, seviyor, sıcak tutuyor, ve bana çok iyi bakıyor.... ben Tanrı mıyım ne...!!!
-
SEVMEYİ BİLMEK
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için." W. Shakespeare Bir ninniyi kıskandıracak kadar güzel sesiyle çakıl taşları arasından sızıp gelen su, çimenler, dağ çiçekleri, ceylanlar, kuşlar, denizler, yeni doğmuş süt kokan bebekler, güller, toprak, rüzgarda nazlı nazlı devinen yapraklar, ağaçlar, kısacası her şey. Ne yana baksam her şey bana insanları anlatır. İnsanların inceliğini, duyarlılığını, insancıllığını, sevecenliğini ululuğunu, yaratıcılığını, sanatçılığını. Dünyada bunca yıkım, kıyım, zulüm, ihanet ve kötülükler olmasına rağmen, yine de insanlar hakkında kötü düşünemiyorum. İnsanları öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, zarif incelikli düşünüyorum ki, onları güneş gibi sıcak, toprak kadar vefalı, su kadar temiz, çimenler gibi zarif, ceylanlar kadar güzel, kuşlar gibi özgür ve verimli bir toprak kadar ağır ve olgun düşlüyorum. Ya güller, gülleri anlatacak kelime bulamıyorum, o üstün gururlu, minnet nedir bilmeyen, kendinden güzelliğinden emin, güller bana daima genç kızları hatırlatır. İnce, hassas, kızararak bakan, soluveren, hemencecik küsen, kırılan, tatlı bir söze gülümseyişe hemen açıveren yüreğini. Güller ki her yaprağı binbir mana binbir renk, ahenk ve ifade dolu. Savaşlar, silahlar, ölümler, iftiralar, intikamlar, açlık, sefalet, ilkel ırkçılık, dini bağnazlıklar, kan, kin, nefret, bütün bunlar beni hayal kırıklığına uğratsa da; her şeye rağmen insanları güzel düşlemekten kendimi alamıyorum. Çünkü insanları yeryüzünün en değerli varlığı olarak görüyorum. Vicdan, adalet, merhamet ve sevginin, insanı insan eden ögelerin en başında geldiğini unutmayarak yaşıyorum. İnsanı insan eden bir diğer öğe ise bilinç ve düşüncedir, duyguysa olaylar karşısında ve yaşamda insanın yaşadığı acı ve sevinçtir. İyilik, dostluk, güzellik, adaletli ve vicdanlı olmak salt insana özgü bir olgudur. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Aydınlık ve karanlık nasıl biribirinin zıddıysa, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik de biribirinin zıddıdır. Ama evrende her şey iç içedir ve beraber yaşar. Karanlık, kötülük, çirkinlik nasıl ki körlüğü, cehaleti, zulmü, haksızlığı, adeletsizliği, vicdansızlığı, sevgisizliği, hoşgörüsüzlüğü temsil ediyorsa. Aydınlık, iyilik, güzellik de, bilgiyi, doğruyu, dostluğu, merhameti, dürüstlüğü, adaleti ve vicdanı temsil eder. Unutmayalım ki, tabiatı güneş aydınlatır, insanı da bilgi. Bilgi eğer iyinin ve vicdanın hızmetinde ise hakça paylaşım ve adalet olur. Yoksa, haksızlık, vicdansızlık, zulüm ortaya çıkar. Yirmibirinci yüzyılda hala insanın inancına, diline, kültürüne, bilincine, düşüncelerine, görüşüne ket vurarak, baskı uygulayarak hakaret ederek bir yere varmaya çalışan sırtlanları anlamakta güçlük çekiyorum. Tertemiz bir suyu bulandırmak ne kadar kolaysa, bir insanı dininden, inancından, görüşünden, renginden, dilinden, tipinden dolayı, hor görmek, küçük düşürmek, aşağılamak, iftira atmak da belki o kadar kolaydır. Önemli olan yaşamayı bilmek ve yaşarken de paylaşmayı, dünyada her insanın yaşam hakkına saygı duymayı, insanları anlamayı ve en önemlisi de hoşgörüyle bakmayı savunmak ve sevmesini bilmek. Her şey son derece hassas ve basit. Zor görünse de. insanları diğer canlılardan ayıran özellikler de bunlar olsa gerek… Ama sırtlanlar gün aydınlığını sevmez. Güzellikler onların meselesi değildir. Onların gülistanı çirkinliklerdir. Nefrettir, kindir, düşmanlıklardır. Onların hiç kimseye merhameti sevgisi saygısı olmaz, hatta kendilerine bile. Yürekleri, beyinleri, kan kin nefretle doludur. Erdemleri namusları bacakları arasındadır, namusları kadar beyinleri ve yürekleri de kirlidirler. Bence bu dünyada ihtiyacını duyduğumuz ve muhtaç olduğumuz en önemli şey sevgi, dostluk ve hoşgörüdür. Küçücük bir tebesüm ve tatlı dil, karşımızdakine verebileceğimiz en güzel hediyedir, unutmayalım. İnsanlar sevmeli, şartlar ne olursa olsun insanlar sevmesini bilmeli. Hayata hoşgörü ile bakılınca olaylara pek çok şey yumuşuyor. Bunu hepimiz de biliyoruz mutlaka, ama yine de söylemeliyiz biribirimize, hatırlatmalıyız. Çünkü yaşamın tadı ayrıntılarda gizlidir, yaşamak sevmektir, hissetmektir, anlamaktır. Sevgi, insanlara bağışladığımız bir duygu, bir armağan. Bu yüzden bazen tek taraflı da olabiliyor ve bu yüzden bunu hiç tanımadığımız insanlara da bahşedebiliyoruz. Severek yaşamak güzeldir, severek yaşamanın güzelliğini ve önemini farkedenler de güzeldir… Dünyada bir şey olabilmenin ötesinde çok daha önemli bir şey var aslında; insan olabilmek. İnsan olabilmenin koşulu ise tek; yüreğinde sevgi taşıyabilmek. Yoksa kim olduğumuz, nereden geldiğimiz, hangi ülkenin pasaportunda adımızın yazılı olduğunun ne önemi var. Bu dünyada sadece insan değil miyiz? Herman Hesse diyor ki, "Ben vatanseverim ama, önce insanım. Her ikisinin bir arada yürümediği yerde daima insana hak veririm". Başkalarının hep ayrılan yanlarını değil, biraz da ortak yanları ortaya çıkarılmaya çalışılmalı, sonradan yaratılan ve dayatılan din, dil, mezhep, ırk, tarikat, kültür, bölgecilik şeyhlik aşiretcilik gibi kavramlar yüzünden ve o kavramların kutsanmasından çıkan savaşlara, katliamlara, haksızlıklara karşı durulması gerekmiyor mu? İnsanlığın ortak değerleri olan hoşgörü, sevgi, saygı, barış, özgürlük, bireysel hak, adalet gibi evrensel değerlere inanmakta kimin ne zararı olabilir, insani duygulardan yoksun ve insanlıktan nasibini alamamış sırtlanlardan başka. Yılgınlıkların yorgunlukların damarlarımızda dolaşıyor olması bizi bıktırmamalı ve de ilgilendirmemeli. Bize yüreğimiz gerekli, sevgiyi görmek ve duvarını örmek için. Korkmadan, yılmadan bozgunlardan ve sevgiyi kirleten yozluklardan. Düşüncelerimiz, yargılarımız, önyargılarımız; ne kadar barajlar, dalkıranlar inşa etse de o yakıcı yıldırımların beynimize ulaşmaması için, ne kadar tarihsel, kültürel ideolojik gündelik paratonerimiz olsa da, bir yerden sonra, en azından şöyle kendi yüreğimizle başbaşa kaldığımızda, eminim anlarız. Eminim anlarız, bir kez olsun, biz de yürekten o soruları sorarsak kendimize, sormak durumunda kaldığımızı tahayyül edersek hiç olmazsa. Yaşama Dair "Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır… Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur… Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur… Etrafınıza bakmaya zaman ayırın,günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır… Terbiyeli olmaya zaman ayırın, insan olabilmenin sembolü budur"… Goethe
-
HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?
BU ÖYKÜDEKİ ÇOÇUGUN CAN DÜNDAR OLDUĞUNU DUYMUŞTUM..ACABA?