Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

TANİA HAYDE

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

TANİA HAYDE tarafından postalanan herşey

  1. zeyno başınız sağolsun gerçekten güzel şiirmiş bu arada
  2. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    akşam olur karanlığa kalırsın - aynur sabahtan beri dilime dolandı yaa ne güzel bi türküdür bu bööle
  3. tamam da yağız bende diyorum provakasyon diye 1978 yılında maraş olaylarından önce ülkede neler olup bitti bu yapılanları kim yaptı her şey devletin askerinin ve güvenkil güçlerinin gözüönünde yapılmadımı bu olayları yapanlar cezalandırıldımı peki bu olaylarda sindirilmek istenen asıl ; yükselen işçi, emekçi hareketi ve devrimci güçlerdir. Mart 1978’den itibaren faşist hareketin önceki yıllara göre daha bütünlüklü bir eylem programı benimsedi. Yine bu dönemde kitleleri yıldırmak ve faşist hareketin kudretini ve pervasızlığını hem kendi tabanına, hem de mevcut potansiyel “düşman”larına bildirme amacını taşıyan, antikomünist/komünist kamplaşmayı daha da keskinleştirerek toplumsal-siyasal gerilimi daha da artırmaya yönelik saldırılara girişen faşist hareketin bu amaçla işlediği ilk sansasyanel cinayet, Ankara Cumhuriyet Savcısı Yardımcısı Doğan Öz’ün öldürülmesiydi. Faşistlerin egemen olduğu site yurtlarında arama yaparak pek çok silah ele geçiren Doğan Öz, önce MHP yöneticilerinden İhsah Kabadayı’nın parlamentoda yaptığı konuşmada açıkça hedef gösterildi ve bundan bir kaç gün sonra 24 Mart 1978 sabahında öldürüldü zaten. 19 Mart’ta İzmir’de, Mussolini’nin Roma Yürüyüşü nden esinlenerek, CHP hükümetinin fiili iktidarsızlığını sergilemek ve asıl gücün kendinde olduğunu göstermek için Büyük Yürüyüşü başlattığını ilan eden Türkeş, mart sonunda Kırıkkale’de Türkiye’nin her yerinden gelen ülkücülerin katıldığı bir gösterinin düzenleneceğini açıkladı. Bu yürüyüşün, tarihi ve yeri daha sonra değiştirilerek, 15 Nisan’da Ankara’da yapılacağı ilan edildi. Faşistler Büyük Yürüyüşün bir kaç gün öncesinde, Malatya, Adıyaman ve Pazarcık’ta bombalı provakasyonlar örgtülediler. Faşist hareketin iç savaş stratejisinin ana dinamiğinin yerleşik olduğu yerlerde düzenlenmek istenen bu provakasyonlar Malatya dışında başarısızlıkla sonuçlandı. 15 Nisan’da Maraş’ın Pazarcık ilçesinde CHP il başkanı, büyük bir Alevi aşiretinin önderi Memiş Özdal’a gönderilen bombalı paket postanede patladı. 15 Nisan’da sünni kesimden MSP’li bilinen Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Aksu’ya gönderilen bombalı paket etkisiz hale getirildi. Bombalı paketlerin gönderildiği yerler Alevi-sünni nüfusunun iç içe yaşandığı bölgeler, hedefler ise sünni veya Alevi kesimden önde gelen saygın kişilerdi.17 Nisan akşamı Malatya Belediyesi başkanı Hamit Fendoğlu, Ankara’dan gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu. “Hamido” lakabıyla anılan, 1952’de Ahmet Emin Yalman’a karşı ünlü suikastin düzenlenmesinde yer alan, 1975 başında TÖB-DER toplantısının basılmasıyla başlayan antikomünist saldırılarda kışkırtıcı rol oynayan Hamit Fendoğlu, sunni-muhafazakar kesimde büyük saygınlığı olan bir kişiydi.. Bir kaç gün önce üç öğrencinin faşistler tarafından katledildiği, sık sık “Alevi ve Kürt halkını diktatörlüğe karşı ayakalanmaya” çağıran imzasız bildirilerin ve buna karşılık ÜGD-MHP imzalı din, iman elden gidiyor” bildirilerinin dağıtıldığı Malatya’da faşist hareketin gerginleştirdiği bu ortamı ateşleycek kıvılcım olan “Hamido”nun öldürülmesi sonrasında başlayan faşist saldırılarda, üç lise öğrencisi katledildi ve şehirdeki devrimci-demokrat işyerleri ve tüm demokratik kitle örgütlerinin lokalleri yağmalandı. Eylül başında Sivas’da yaşanan faşistlerin provakasyon girişimi ve yaşanan çatışmalar daha sonra ki aylarda Elazığ ve tekrar Malatya’ya kaydı. Malatya’da eylülde 7 kişi öldürüldü. Elazığ’da faşist hareket, diğer yerlerde olduğu gibi sünni-Alevi ayrımını çatışmayaa dönüştürmeye çalışırken, Kürtler arasında da çatışma yaratmaya çalışıyordu. Tahriklerin giderek yoğunlaştığı eylül ayında 15 kişi, kasım ayında 9 kişi faşistler tarafından katledildi. 1978’in ortalarında ölenlerin sayısı ülke genelinde 153’e ulaşmıştı. 1978’in yaz sonunda “anarşiyi önleyememe ithamıyla daha fazla karşı karşıya kalan CHP’nin uygulamaya koyduğu fiili sıkıyönetim döneminde de katliamlar artarak sürdü. Eylülde 120, ekimde 106, kasımda 106.... Bu süreçte, faşist terör stratejisinin 1977’den sonra uç veren iki boyutu daha da belirginleşti. Çoğu kez radikal, devrimci-siyasal kimlikleri bile bulunmayan aydınların, bilim adamlarının hedef alınması ve diğer yönü ise, tiyatro, sinema, kahvahane, durak, otobüs gibi kalabalık yerlerin rastgele taranması...... Faşist hareketin sansasyonal cinayetler dizisi bilim adamlarına yönelerek sürdü daha sonra. Bilim adamlarına karşı ilk saldırıyı 15 Haziran 1977’de Erzurum Üniversitesi Öğretim Elemanı Doç. Dr. Orhan Yavuz’u öldürerek başlatmıştı. Faşistlerin açtığı ateş sonucu 7 Nisan 1978’de Server Tanilli ağır yaralandı. 11 Temmuz’da estetikçi-sanat tarihcisi Doç. Dr. Bedrettin Cömert Ankara’da öldürüldü. Kasım’da bu cinayetin Abidin Paşa ÜGD üyesi Üzeyir Bayraklı ve Rıfat Yıldırım tarafından işlendiği ortaya çıktı. 20 Ekim’de yine İstanbul’da İTÜ rektörü Porf. Dr. Bedri Karafakioğlu öldürüldü. 26 Kasım’da İstanbul’da Politika gazetesi yazı işleri müdürü Ali İhsan Özgür işkence edilerek öldürüldü. Aynı ay Milliyet gazetesinin, olayların arkasında MHP ve Türkeş’in gölgesini gösteren karikatürleriyle tanına ünlü çizeri Bedri Koraman silahlı saldırıya uğradı. Ağustos 1978’de Ankara’da gecekondu halkına üst üste saldırılar düzenlendi. 8 Ağustos’da Ankara Mamak-Tepecik’e giden bir belediye otobüsüne ateş açan üç maskeli faşist, 3 kişiyi katledip 16 kişiyi de yaraladıktan sonra, olay yerine gelen polisin yarattığı kargaşadan dolayı kaçmayı başardı. 10 Ağustos’ta bir otomobil dört ayrı kahveyi tarayarak Balgat’tan geçti; 5 kiş öldü, 14’ü de yaralandı. Eylül’de Ulubey mahallesindeki kahvehaneye ateş açan faşistler 2 kişiyi katlettiler. Yine eylül ayında Pol-Bir’li polisler üç devrimciyi sokak ortasında katlettiler. 8 Kasım 1978’de faşistler Ankara Bahçeliveler semtinde 7 TİP’li öğrenciyi katlettiler. Yine ekim ayında İstanbul Bahçelievler’de yaşanan katliamın bir benzeri yaşandı. 4 devrimci öğrenci otobüsten indirilip kaçırılarak kurşuna dizildi. ve sonuçta katliamlar dizisi bi şekilde maraşa çevrildi Maraş’ta 19 Aralık 1978 akşamı önce “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterileceği Çiçek Sineması bombalanır, ardından bombalamanın “Alevi komünistler tarafından” gerçekleştirildiği söylentisi şehre yayılır. Bombalama sonrası camilerde, “kaç Alevi öldürülünce cennete gidilebileceği”ni anlatan hutbeler verilir. “Maraşlı Müslümanlar”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganları arasında “cihada” çağrılır. Toplu öldürümlerin yolu açılır. sonuçta o cinnet döneminde kaç kişi hayatını kaybetti.... kaç kişi cezalandırıldı.... ülkenin hapishanaleri kimlerle dolduruldu...... bu olayların gerçekleşmesi için zemin hazırlayanlarla değil heralde... bu olaylar yapanlarla da...... yine diyorum Yani ölen öldüğüyle, öldüren de öldürdüğüyle kaldı. Yapılanlar yapanların yanına kar kaldı. Faşist katillerin destekçileri hep iktidarda kaldı.
  4. şemdinliyi unutuyoruz galiba konuştuk konuştuk ama sonrasında ne oldu Jandarma İstihbarat Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Mehmet Çörten TBMM Şemdinli Komisyonuna gizlice gidiyor. Komisyon Başkanı AKP Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ile y bir saatlik görüşme yapıyor.Tuğgeneral Çörten, Şemdinli olayları ve 1 Haziran-9 Kasım 2005 tarihleri arasında Hakkari Merkez, Şemdinli ve Yüksekova’da meydana gelen 47 patlama ile ilgili bir dosya sunuyor. Dosyada, bombalamaların faili olarak PKK tarif ediliyor ve bombalanan kitabevinin sahibinin de PKK’ye destek verdiği öne sürülüyor. Çörten, Şemdinli’deki bu bombalama olayları ile ilgili olarak cezaevinde bulunan Astsubay Özcan İldeniz ve Ali Kaya’nın da acemice hareket ettiğini söylüyor. Çörten’in, cezaevinde bulunan astsubayların acemice hareket ettiklerini söylemesi, bölgede yürütülen terörle mücadele mantığının hangi boyutlarda olduğunu da gösteriyor. Bu acemice hareketin profesyonelcesi nasıl oluyor, Çörten onu nasıl açıklar acaba? İki astsubayın cezaevinde olduğu bir suç konusunda, topu PKK’ye atma tutumu nasıl kabul edilebilir? Konu PKK ile ilgili olmayan, jandarma istihbarat subaylarının katıldığı bir eylemdir ve Çörten bu astsubayların amiri olarak bunun açıklamasını yapmalı. bir devlet görevlisinin faaliyeti onun amirinden bağımsız mı değerlendirilmektedir ki, Çörten burada kendine bağlı astsubaylar için acemilik yapmışlar deyip geçebilmektedir? Eğer bunlar, başka bir ülkenin askeri istihbarat elemanları değil de, Türk jandarmasına bağlı kişilerse o zaman tabii ki Çörten de sorumludur, bu eylemleri bir terörle mücadele yöntemi olarak kullandıran diğer yetkililer de sorumludur.Eğer yeni Şemdinli olaylarının yaşanması istenmiyorsa terörle mücadele adına bu tür yöntemleri savunan ve yöneten kim varsa yargılanmalı, görevine son verilmelidir. Türkiye’de bir dönemin başbakanları ve bakanları Yüce Divan’da yargılanabilirken, yetki olarak onlardan alt kademelerde bulunan bir Tuğgeneral’in yargılanamaması nasıl kabul edilebilir? Eğer Şemdinli olayı, sadece sokakta halk tarafından yakalanan astsubayların, yakayı ele verdikleri için yargılanmaları ile sonuçlanır ve kapanırsa yeni Şemdinli olaylarının yaşanmaması için hiçbir neden kalmaz. Elbette halka karşı suç işlemiş olan asker, sivil kim varsa yargılanacaktır ve demokratikleşmenin önü de böyle açılacaktır. Ve Şemdinli Komisyonu, eğer Şemdinli olayını örtbas etme komisyonu değilse, hem Çörten’in sunduğu dosyayı kamuoyuna açıklamalı hem de astsubayların amirleri (yani Tuğgeneral Mehmet Çörten ve diğerleri) hakkındaki ulaştığı bulduları, sonuçları kamuoyu ile paylaşmalıdır. Herkes şu gerçeği bilmeli. Eğer asker, sivil, polis, istihbaratçı bütün unsunlarıyla birlikte Susurluk aydınlansa ve sorumluları yargılansaydı Şemdinli’yi yaşamazdık. Ama Şemdinli de, tıpkı Susurluk da olduğu gibi ucu askere dayandığı için kapatılırsa, Meclis’ten binlerce uyum yasası bile geçse bir arpa boyu yol alamayız. Türkiye güvenlik görevlilerini yargılamaktan korkan, ama güvenlik politikalarını eleştirdikleri için aydınlarını yargılamak konusunda can atan bir ülke olmaktan kurtulmak zorundadır.
  5. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    cemilemin gezdigi daglar meseli imanim haydi üç gün oldu cemilem ben bu derde düseli gaydiri gubbak cemilem nasil nasil edelim biz bu ise nikahimizi kiysin ünnen gelin hoca memise cemile giz ne gezersin hayatta basma da fistan, parlak da potin ayakta gaydiri gubbak cemilem, nasil nasil edelim biz bu ise nikahimizi kiysin ünnen gelin hoca memise cemile'nin fistani saman sarisi imanim, haydi gören sancak cemilem kizi memur garisi gaydiri gubbak cemilem nasil nasil edelim biz bu ise nikahimizi kiysin ünnen gelin hoca memise
  6. SEVDA BU BİRTANEM Sevda bu birtanem Benzemez ki oyuna Sevda bu birtanem Bakmaz ki huyuna Bende öyle kapılmışım Böyle sevmişim seni Dinmek bilmeyen fırtına Sönmek bilmeyen ateş gibi Ne akıl kaldı başımda Ne yaş gözlerimde Hep sen varsın sözlerimde Seni sayıklarım uykumda Sevda bu birtanem Kavuşmak şart değil Hayalin yeter bana Kırk yıl geçsede Yine yanarım sana Sevda bu birtanem Anlatması zor Yakar içini bir kor Ne rüzgar söndürür Ne su Sevda bu birtanem Sevda bu
  7. HER ŞEY SENDE GİZLİ Yerin seni çektiği kadar ağırsın.. Kanatların çırpındığı kadar hafif... Kalbinin attığı kadar canlısın. Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin. Nefret ettiklerin kadar kötü... Ne renk olursa olsun kaşın gözün... Karşıdakinin gördüğüdür rengin. Yaşadıklarını kar sayma... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna... Ne kadar yaşarsan yaşa... Sevdiğin kadardır ömrün. Gülebildiğin kadar mutlusun... Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin. Güneşin doğuşundadır sana verdiğin değer... Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın... Bir gün yalan söyleyeceksen eğer... Bırak karşındakine sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiye duyulan hasret... Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın. Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak... Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın. Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü... Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin. İşte budur hayat. İşte budur yaşamak. Bunu hatırladığın kadar yaşarsın. Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün. Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutursun. Çiçek sulandığı kadar güzeldir. Kuşlar ötebildiği kadar sevimli.. Bebek ağladığı kadar bebektir. Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin... Ve bunu da öğren sevdiğin kadar sevilirsin... CAN YÜCEL
  8. GEL... Biliyorum, konuşacak birşeyimiz yok Ama yine de gözlerini al gel Elindeki yarayı, suskunluğunu, acemiliğini Beni biri severse inanmam Seni biri severse utanırsın Bilmediğin bir hastalığa acımak gibi bile olsa gel Biliyorum konuşucak bir şeyimiz yok Ama ızdırabım sende, mutlaka al da gel... CEZMİ ERSÖZ
  9. *Yapılan uygulamalar hak ihlali* Parmak izi, avuç izi, göz retinası, iris veya yüz yapısı gibi kişinin kim olduğunun belirlenmesinde kullanılabilecek bilgiler, biyometrik bilgiler olarak adlandırılıyor. Bireyin kim olduğunun ortaya çıkartılmasını sağlayan bu tür araçlar, kişisel veri olarak kabul edilir.. Biyometrik fişleme her yerde ............... Ankara'da Özel Yüce Okulları, öğrencilerin parmak izlerini alarak kimlik doğrulaması yapan sistemi kullanmaya başladığını duyurdu. Okul, sistemin "okullarda devamsızlık kaydı ve personel takibini kolaylaştırdığını, velinin öğrencisini rahatlıkla takip edebilmesine olanak verdiğini, okul kantinlerinde satışı yapılan ürünlerin listesini görerek çocuklarının tüketmesini istemedikleri ürünlere kısıtlamalar getirebildiğini" söylüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Bahçelievler Belediyesi'yse, bir süredir parmak izi üzerinde kimlik doğrulama sistemini uyguluyor. Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (TÜM BEL-SEN), bu uygulamada yürütmenin durdurulması için dava açtı. Sendikanın avukatı Sevgi Karaduman, Ankara 12. İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma taleplerini reddettiğini, Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz edeceklerini açıkladı. Batman Doğuş gazetesinin haberine göre, Batman İl Sağlık Müdürlüğü, "personelin işe düzenli bir şekilde gelip gitmelerini sağlamak amacıyla" iris ve yüz tanıma sistemine geçti. Kişinin kendi bedeni, kimliği, kişiliği, özel yaşamı aile yaşamı konusundaki mahremiyetin korunması istemeye hakkı var. ancak gerekli ve zorunlu olduğu durumlarda, mahkeme kararıyla sınırlanabilir. Oysa bu vakalarda, hukuk devleti açısından bir gereklilik, zorunluluk yok. Ayrıca bunu bir kamu otoritesi de talep etmiyor. bu tür verileri toplayanlar, kim olursa olsun, yeni Ceza Yasası'nın 'kişisel verilerin hukuka aykırı elde edilmesine ilişkin hükümlerini ihlal ediyorlar. TCK'da 134-140 arası maddeler kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve ifşa edilmesine dair ceza hükümlerini içerir.Kişisel verilerin korunması hakkında kanun tasarısı da buna izin vermiyor. Ayrıca, kişinin işe gelip gelmediği başka yollarla da, kişilik hakkı ihlaline yol açmadan, çok kolay tespit edilebilir. Türkiye'de kişisel verilerin korunmasıyla ilgili spesifik bir kanun yok. TCK'nin 135 ve136. maddeleri: Bu maddeler kişisel bilgilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesini ve başkasına verilmesini yasaklıyor. Ama kanunda hukuka aykırı kişisel veri elde etmenin anlamı net değil. Kişisel verinin tanımı da yapılmış değil. İşverenin parmak izi toplaması hukuka aykırı..... İş Kanunu'nun 75. maddesi işverenlerin çalışanlarla ilgili özlük dosyası hazırlamasını öngörür, ancak bunun parmak izi almak için gerekçe değildir. Buradaki kimlik bilgilerinden kasıt, hüviyetteki bilgiler. Üstelik din ve medeni durum gibi bilgiler de dahil değil. Parmak izi gerekmiyor. "Kurum parmak izine zorlayamaz" Bu işlemleri yapanlar hakkında kişisel verilerin hukuka aykırı toplandığı gerekçesiyle suç duyurusu yapılabilir. Böylece hem kayıtlar imha edilir hem de işlem yapanlar hakkında ceza davası açılır. kurumların kişileri bu bilgileri vermeye zorlaması halinde ikinci bir dava açılabilir. Hukuka aykırı bir iş yapıp buna bir de yaptırım uygularlarsa, kişinin tazminat hakkı da doğar. Sonuç olarak Okulda, çocuklar adına veliler karar verebilir. Veliler izin vermediği sürece okulların çocukların parmak izi alma hakkı yok. "Bir de yaptırım uygulanırsa, kişinin mağduriyeti doğar." Veriler paylaşılırsa suç daha da ağırlaşır. Söz konusu sistemlerin hepsi, bir başka kurum tarafından kurulup yapılandırılıyor. Kısacası, sistemi kuran teknoloji şirketleri, isterlerse, bu verilere erişebilir ve derleyebilir durumda. Bu verileri üçüncü şahısların kullanımına açma, yani alenileştirme halinde, TCK'ye göre, suçun nitelikli hali oluşuyor. Bu durumda ceza ağırlaşır. İnsanlar bu tür bilgilerini vermek zorunda değil. Bu, işe ya da okula devam için bir zorunluluk değil. kimse kişisel bilgilerini vermesin ve hukuki girişimde bulunsunlar. Savcılıklar suç duyurusunda resen işlem yapmak durumunda. Yani kişilerin takip etmeleri gerekmiyor. Bulundukları barolara başvururlarsa kendilerine ücretsiz avukat da sağlanacaktır. öğrencilerin ve çalışanların, parmak izi gibi kişisel bilgilerin işyerlerinde veya okullarda kullanılmasını sizce ne kadar doğru?
  10. KONUŞSAM SESSİZLİK SUSSAM AYRILIK resmin rehindir gurbetimde gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... ve akşam, bir kez daha saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara “bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır” çekmiyorsun! akarsuları imrendiren yüzün de sabahçı kahveler de biliyor görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle görüşmeyeli ya sen nasılsın adım, adresim durur mu defterinde? şimdi siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara gurbetini rehnetme özlemimde… YILMAZ ODABAŞI
  11. kuzey ; hayal gücünüzden dolayı sizi kutlamak lazım ama yazdıklarınızadan en çok hoşuma giden ''elinde asasıyla uzun beyaz sakallı, çekik gözlü, sanki bin yıllık bir halıya bin yıldan beri bağdaş kurmuş bir çınar edasıyla "Filozoflar Filozofu" unvanlı Bitbozanius '' evet bazı insanlar gerçekten kendini böyle zannediyor ama asılolan varki GERÇEKLER!!! ''Bitbozanius boynunu büktü ve uzun ak sakallarını okşadıktan sonra çekingen bir sesle: "Baş üstüne. Zaten ben konuşmuyordum ki!" dedi
  12. sayın yağız öncelikle hoşgeldin aramıza ama ben yazıyı baştan sona okumadığını düşünüyorum ben orda olayların nasıl başladığı açık açık yazdım zaten en başta sermaye grupları tarafından olayların başlatıldığı biliniyor farklı birşey demedim ben ayrıca dikkatlice okursan sadece aydınlık dergisinden alıntı yapılmadığını görürsün.her paragrafın yanında nerden yararlanıldığı yazılıdır.(gerekçeli kararları ile birlikte) ha çok uzun okuyamam diyorsan başta yazdığım paragrafı bir kere daha yazayım buraya Kahramanmaraş katliamı, örgütlü, planlı, ekonomik çıkar nedeniyle bazı işadamlarının destek verdikleri bir katliamdır. "Kahramanmaraş'ta olan bir savaş değildir. İç savaşın silahlı iki tarafı olur. Kahramanmaraş'ta olan bir katliamdır. 1572 yılı 24 Ağustos'unda binlerce Protestan'ın boğazlandığı gibi, Saint Barthelemy katliamı gibi, Endonezya'da solcuların bir gece de vuruldukları faşist ayaklanma gibi bir katliamdır. Bunun adına anarşi denmez. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş'a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir planla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir. Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip 'Milli direnme hakkı doğmuştur' diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliamı "Müslüman Türkiye - Milliyetçi Türkiye - Allah İçin Cihad Başına" sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında 'Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz' diyenlerden destek görenlerin eseridir..." saygılar.....
  13. TANİA HAYDE şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    canavar
  14. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    bu türküyü akşam ıhlamur altında adlı dizide dinledim. türküyü seslendiren kim bilmiyom ama çok güzel söyledi. AKŞAM OLUR KARANLIĞA KALIRSIN Akşam Olur Karanlığa Kalırsın Derin Derin Sevdalara Dalarsın Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni Beni Koyup Yad Ellere Varırsın Sana Zulüm Bana Ölüm Değil Mi Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni Bülbül Ne Ötersin Yuvan Mı Yoktur Yoksa Benim Gibi Sevdan Mı Çoktur Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni Sar’altın Yaptırsam Yarin Boynuna Vallah Güzellerin Düşmanı Çoktur Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni Odası Toz Olmuş Dolabı Duman Uyan Kömür Gözlüm Uykudan Uyan Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni Ellerin Elime Değdiği Zaman İster Ölüm Olsun İster Ayrılık Oy Gelin Gelin Sevdalı Gelin Öldürdün Beni
  15. Dünya küreselleşmenin yıkıcı etkisi ile şekilleniyor. Sermayenin sınırsız hareketliliğini ifade eden küreselleşme çağında, sermaye fiili ve ideolojik olarak yaşamın bütün gözeneklerinde tahakküm kuruyor. Küreselleşme ile dünya kaos ortamına sürükleniyor; ülkeler, bölgeler, şehirler, mahalleler arasındaki eşitsizlikler gün geçtikçe artıyor. Yoksulluk, açlık ve işsizlik yaygınlaşıyor. Şiddet günlük yaşamın her noktasında boy gösteriyor. ABD Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi, işgal derinleşerek devam ediyor. Uygulanan neo-liberal politikalar dünyayı bir karabasana sürüklüyor. İdeolojilerin sonu, kapitalizmin sonsuzluğunun ilan edildiği dönemde, egemenlerin tüm dünyaya sunduğu refah, demokrasi ve özgürlük vaadini; yoksulluk, savaş, işsizlik ve açlık yalanlıyor. Türkiye'de dünyada yaşanan bu sürece uyum yasaları ile eklemleniyor. Türkiye'nin politik yönelimlerinden, çalışanların ücretlerine kadar her şey IMF, Dünya Bankası ve AB ile kurulan ilişkiler çerçevesinde belirleniyor. Ekonomik istikrar, büyüme, enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi gibi sürekli gündemde olan gelişmeler halkın yaşamına yansımıyor. Hükümet kamu çalışanları ile yaptığı toplu görüşmelerde sefalet ücretinde ısrar ediyor. IMF'ye verilen sözlerin dışına çıkılamayacağı ifade ediliyor. 2005-2006 yılı özelleştirmeler yılı olacak diyen siyasal iktidar, Türkiye'nin en önemli kamusal varlıklarını 'parayı veren düdüğü çalar' aymazlığı ile satıyor. Bütün bu politikalar Türkiye'de yaşanan dönüşümün yönünü gösteriyor. böyle bir ortamda nasıl sosyalizmden bahsedilemez nasıl sosyalizm yok denir böyle bir ortamda biz ne diyoruz; Sermayenin çıkarları için yürütülmeye çalışılan bu değişim projesine karşı emek güçleriyle, emekten yana bir seçeneği hayata geçirmek için mücadele ediyoruz. Asıl olan işte budur. biz neler istiyoruz; Kamu hizmetlerinin paralı hale getirilmesi uygulamaları terk edilmelidir. Eğitim, sağlık gibi en temel insan hakkı olan hizmetler herkes için ulaşılabilir, nitelikli ve parasız olmalıdır. Ülkemizin kaynaklarını, kamusal ve toplumsal hizmetleri ticarileştirerek küresel sermayeye birer kar alanı olarak açan bütün uluslararası anlaşmalar iptal edilmelidir. Ranta, faize, borç ödemelerine odaklanan değil, halkın ihtiyaçlarını gözeten bir bütçe düzenlenmelidir. Özelleştirmeler durdurulmalıdır. Özelleştirilen kurumların satışı iptal edilmelidir. Finans kapitalin hareketliliğine bırakılmış ekonomik gelişme yerine, üretime ve yatırıma dayalı ekonomik model hayata geçirilmelidir. Asgari ücret yoksulluk sınırının üzerine çekilmelidir. İşsizleri güvence altına alacak sosyal uygulamalar hayata geçirilmelidir. Kamu çalışanlarının sözleşmeli personel uygulaması ile güvencesizleştirilmesi, sefalet ücretine mahkum edilmesi uygulamaları terk edilmelidir. Çalışma yaşamında cinsiyet ayrımcılığı önlenmelidir Emeklilerin açlık sınırında olan maaşları insanca yaşanacak düzeye çıkarılmalıdır. Biz Eşit, Parasız, Demokratik, Bilimsel Eğitim İstiyoruz! Biz üretimden ve sanayileşmeden hızla uzaklaştırılan ülkemizin, yeniden üretim, yatırım, istihdam ve hakça bölüşüm temelinde politikalara döndürülmesini istiyoruz. Biz toplumsal eşitsizliğin her düzeyde yaygınlaşmış olmasına karşı, adalet ve eşitlik istiyoruz. Biz kültürel kimliklerin baskı altında tutularak yok sayılmasına, her düzeyde milliyetçiliğin kışkırtılmasına, şiddetin çözüm yolu olarak sunulmasına karşı, Kürt sorunun kardeşlik temelinde çözümünden yana taraf olduğumuzu ifade ediyor, barış içinde bir arada yaşama istiyoruz. Biz, Türkiye'nin IMF ve diğer uluslararası kurumlar eliyle yönetilmesine karşı, halkın her düzeyde yönetimi katılmasını, ülke yönetiminde halkın söz, yetki ve karar sahibi olmasını savunuyoruz. AB ile pazarlıklar arasına sıkışmış bir demokratik açılımı istemiyoruz. Biz dün olduğu gibi bugün de, dünyada ve ülkemizde yaşananlara seyirci kalmamalıyız. Savaşa karşı barışı, eşitsizliğe karşı adaleti, şiddete karşı kardeşliği, sömürüye karşı emeği savunmaya, başka bir Türkiye ve başka bir dünya mücadelesinde onurlu ve dik yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. Emek ve demokrasi güçlerine düşen, sermayenin yarattığı işsizliğin, yoksulluğun, savaşın, sömürünün dünyasına karşı, emekten, barıştan, adaletten, özgürlükten yana başka bir Türkiye'yi ve başka bir dünyayı kurmaktır. Gelecek ona sahip çıkan ellerle şekillenecektir. Başka bir dünya yaratma umudu ve inancı; bizim ellerimizde başka bir dünyanın kurucu iradesine dönüşebilir. Sermayenin yaşama tüm gücüyle saldırdığı, emperyalistlerin dünyayı savaşla sınadığı bu dönemde bize düşen bir olmaktır, umudu diri tutmaktır, kavgada birlikte olmaktır. Sen yoksan bir eksiğiz. "Kurtuluş yok tek başına, Ya hep beraber, ya hiçbirimiz"
  16. TANİA HAYDE şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Belge Yayınları'nın yayımladığı "Yitik Köyler- Bin Yılların Mirası Nasıl Yakıldı?" kitabının yazarı Zülküf Kışanak, "Devleti alenen aşağıladığı" gerekçesiyle 6 ay hapse mahkum edildi. Yazarın cezası 3 bin YTL'ye çevrildi. Ceza Yasası' nın 301. maddesinden suçlu bulunan yazar Kışanak'ın avukatı Özcan Kılıç, Mahkeme Başkanı Sevim Efendiler'in açıkladığı kararı temyiz edeceğini açıkladı. Mahkeme, ceza isteyen savcıya uydu İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bugün (Perşembe) görülen karar duruşmasına sadece Av. Kılıç katıldı. Av. Kılıç, Savcı Kadir Nazmi Yelkenci'nin 18 Ekim'de sunduğu ve yazar için üç yıl hapis istediğini esas hakkında mütalaasına karşılık, kitapta yer verilen yakılan köylerle ilgili olayların kanıtlanmış örnekler olduğunu savunarak, yayıncının beraatini istedi. Kılıç, aynı maddeden yazar Pamuk'a açılan davanın ileri bir tarihe ertelendiğini hatırlatarak, söz konusu davanın da ileride görülmesini talep etti. Ancak mahkeme, yazara ceza verilmesini yönünde karar verdi. Mahkeme, önce yazara Cumhuriyeti aşağıladığı iddiasıyla 6 ay hapis cezası verdi; ardından bu cezayı iyi halinden 5 aya indirdi. Karaca, **** ve Taş'tan sonra Kışanak Yazara destek için Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) Başkan Yardımcısı Eugene Schoulgin de duruşmayı izledi. Daha önce de gazeteci-yazar Emin Karaca, gazeteci Hrant **** ve yayıncı Fatih Taş, 301. maddeden mahkum olmuşlardı. Mütalaasında savcı, Ağustos 2004'te yayımlanan kitapta, "Güneydoğu'da yaşayan insanların sürgüne gönderildiği, evlerinin yakılıp yıkıldığı, daha sonra aynı topraklarda yaşayan insanların Cumhuriyet döneminde de bu baskılara maruz kaldığı, topraklarının yakılıp yıkıldığı, insanların sürgüne gönderildiği, devletin Bingöl'ün Genç İlçesi'ne bağlı Risg köyüne saldırı gerçekleştirdiği ve kitabın diğer bölümlerinde de devletin alenen tahkir ve tezyif edildiği, kitabın tamamında buna benzer yazıların bulunduğunu" savunmuştu.
  17. TANİA HAYDE şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Kahramanmaraş'ta 21/25-Aralık-1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. 21 Aralık günü iki öğretmeni öldüren faşistler, öğretmenlerin cenaze törenine de "Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz" çığlıkları ile saldırdılar. Cenaze törenine katılanlara taş ve sopalarla saldıran faşistler daha sonra çarşıya doğru yürüyüşe geçerek CHP'li ve Alevi yurttaşlara ait işyerlerini tahrip ettiler. 22 Aralık sabahı erken saatlerde kentin çeşitli yerlerinde toplanan faşistler "Müslüman Türkiye" sloganlarıyla yürüyüşe geçtiler. Av tüfeği ve malzemeleri satan dükkanların kapılarını kırarak silahlanan güruh, ellerindeki dinamit ve uzun menzilli silahlarla Alevilerin işyerlerini yakmaya başladılar. Öğle saatlerinde olaylar tüm kente yayıldı. Olaylar tam bir isyan durumuna gelmiş, kentin her yanından ateşler yükseliyordu. Evlerini terk eden bazı yurttaşlar Valilik Binası'na sığınmıştı. Vali de eşi ve çocuğu ile Vilayet Binasına sığınmıştı. Alevilerin yoğun olarak oturduğu mahallelere uzun menzilli silahlarla saldıran faşistler "Maraş Alevilere mezar olacak" çığlıkları ile evleri ateşe verip, katliama giriştiler. **************************** Olayların üzerinden 24 yıl geçti. Şimdi bu olayların altında yatan nedenler nelerdi? Maraş'ın ekonomisine egemen olan Sünni işadamları, Alevi işadamlarını kendilerine tehdit olarak görüyorlardı. Katliam sırasında bu işadamlarının bir bölümü faşist saldırganlarla işbirliği yaptılar. Aydınlık Gazetesi'nin 12.01.1979 tarihli sayısında şu bilgiler verilmektedir: "Kahramanmaraş katliamı, EDEM YAĞ FABRİKASI toplantısında kararlaştırıldı. Katliamdan 15 gün öncesine rastlıyor bu toplantı''(Toplantıya katılanların da isimleri tek tek veriliyor) Toplantının açılış konuşmasını yapan kişi, "Bugüne kadar bizleri koruyabilmeleri için ülküdaşlarımıza her ay 250 bin lira para veriyorum. Sizler ise bugüne kadar bir kuruş yardım yapmadınız. Hükümete haddini bildirmek ve Alevi Komünistleri yok etmek istiyorsak mutlaka birleşip bütün gücümüzü ortaya koymalıyız. Elbirliği yapalım, Maraş'ı POL-DER'cilerden, TÖB-DER'cilerden temizleyelim." demiştir. Gazetenin bu haberi yalanlanmamıştır. Kahramanmaraş katliamı, örgütlü, planlı, ekonomik çıkar nedeniyle bazı işadamlarının destek verdikleri bir katliamdır. "Kahramanmaraş'ta olan bir savaş değildir. İç savaşın silahlı iki tarafı olur. Kahramanmaraş'ta olan bir katliamdır. 1572 yılı 24 Ağustos'unda binlerce Protestan'ın boğazlandığı gibi, Saint Barthelemy katliamı gibi, Endonezya'da solcuların bir gece de vuruldukları faşist ayaklanma gibi bir katliamdır. Bunun adına anarşi denmez. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş'a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir planla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir. Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip 'Milli direnme hakkı doğmuştur' diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliamı "Müslüman Türkiye - Milliyetçi Türkiye - Allah İçin Cihad Başına" sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında 'Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz' diyenlerden destek görenlerin eseridir..." (Kahramanmaraş Milletvekili Hüseyin DOĞAN'ın CHP grup toplantısında yaptığı konuşmadan... 03.01.1979... Aydınlık Gazetesi) ************************************** Şimdi de faşistlerin çalışma/provokasyon sistemleri neler. "Güvenlik güçleri, saat 22.30 sıralarında Maraş'ın Serintepe Mahallesinde dolaşan iki kişiden şüphelenir ve gözaltına alırlar. Bu kişilerin, bir süre önce İmam Hatip Lisesi'nde hırsızlık yaptıkları iddiasıyla aranan kişiler üzerlerinde patlamaya hazır üç dinamit lokumu bulunduğu ortaya çıkar. Soruşturma sonucu, kentte sabaha kadar arama yapılır. 34 kişi gözaltına alınır. Ayrıca üç otomatik silah, çok sayıda mermi ve patlayıcı madde ele geçirilir. Gözaltına alınanlar, ifadelerinde birçok yeri bombaladıklarını, iki gizli örgüt TYK (Türk Yıldırım Komandoları) ve ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) ile ilişkili olduklarını söylemişlerdir. Yine ifadeleri sonucu, İstasyon Caddesi üzerinde bulunan caminin avlusunda gömülmüş, etrafı sıvanarak fitilleri dışarıda bırakılmış, patlamaya hazır beş adet dinamit de ortaya çıkarılmıştır." (Milliyet...22.04.1978) Emniyetin bir yetkilisi, "Yapılan soruşturma kentte meydana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır. Komandolar özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyorlar, sonrada suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar" diyordu. (Cumhuriyet...22.04.1978) Gözaltına alınan 34 kişi, mahkemeye sevk edilir ve 24 tanesi tutuklanır. Tutuklananlar arasında MHP Milletvekili bulunmaktadır. Tutuklama haberini alan MHP Milletvekili bazı yandaşlarıyla birlikte Adliye binasına gider; 1. ve 2. Asliye Ceza Yargıçlarıyla karşılaşır. Yargıçlara, "Tutuklamaları siz mi yapıyorsunuz? Sizi mahvedeceğim" diyerek küfreder ve fiili saldırıda bulunur. 1. Asliye Ceza Yargıcı'na yumrukla saldırır. Bu sırada içeri giren Savcı'ya da küfreder. Saldırıya uğrayan 1. Asliye Ceza Yargıcı, Hükümet Tabipliğinden 5 günlük rapor alır. (Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet...22.04.1978) ****************************************** O tarihten Aralık ayına kadar geçen sekiz aylık süre içinde katliamın altyapısı hazırlanır. Katliamdan bir hafta önce, görevli olduklarını söyleyen bir takım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, evde kaç kişinin oturduğunu sormuşlar ve yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdir. Başka bir bölgede başka bir grup, bu kez PTT görevlisi olduklarını ve mektupların kaybolmaması için bir çalışma yaptıklarını söyleyerek kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Faşist örgütlerin her zaman başvurdukları yöntemlerden biri "Dini ve camileri" kullanmaktır. Belirli yerlere ve özellikle ibadethanelere patlayıcı maddeler atıyorlar, "Dinsiz solcular" attılar diye propaganda yapıyorlardı. Kendi binalarına ve camilere etkisi az patlayıcılar atıyor, sonra suçu solculara yükleyerek "meşru tepkilerini" göstermek için miting ve yürüyüş yapıyor, ardından da saldırıya geçiyorlardı. Maraş'ta da aynı yönteme başvurulmuştur. ******************************************** ÜGD (Ülkücü Gençlik Derneği) tarafından getirilen "Güneş Ne Zaman Doğacak" isimli film 16.12.1978 günü "Çiçek Sineması"nda gösterime girer. 19.12.1978 günü seyirciler "Müslüman Türkiye", "Milliyetçi Türkiye", "Başbuğ Türkeş", "Komünistler Moskova'ya", "Katil İktidar" diye slogan atmaya başladılar. Filmin bitimine az bir süre kalmışken salonda etkisi az olan bir patlama olur. Önceden hazırlanmış 30-40 kişilik Ülkü Ocaklı bir grup, "Bunu solcular attı" diye diğer seyircileri tahrik edip, PTT ve CHP binalarına saldırdılar. Polis, olaya el koyup, patlayıcının ülkücüler tarafından atıldığını ortaya çıkardı. Kahramanmaraş Valiliği, telsizle durumu İçişleri Bakanlığı'na iletir. Yapılan araştırmada sanık olarak yargılanan kişinin Ankara'da konuştuğu telefonun Ülkücü Gençlik Derneği'ne ait 29 43 51 numaralı telefon olduğu; ve konuşmanın, patlayıcı maddenin atıldığı gün 20.40 ile 22.27 saatleri arasında yapıldığı tespit edilir. (Gerekçeli Karar, Sayfa:360) ******************************************* Peki bu sanık kimdir? Daha sonra ne yapmıştır? Kahramanmaraş Davası'nın 1 numaralı sanığıdır. Soy ismini değiştirmiştir. MHP ve BBP'den milletvekili olup Meclise girmiştir. ANAP'ın yaptığı seçim ittifakı da unutulmamalıdır. ********************************************* Faşistler toplu katliama başlamadan önce, gelişmelerin iyiye gitmediğini gören Aleviler, CHP'liler ve diğer Sol Partilerle Demokratik Kitle Örgütleri'nin temsilcileri aynı gün Vali'ye, Emniyet Müdürü'ne, Jandarma Alay Komutanı'na giderek endişelerini belirtip, önlem alınmasını istediler. Vali ve diğer yetkililer kaygısızca güvence verdiler: "Devlet güçlüdür. Her olayın üstesinden gelecek güçtedir. Önlemler alınmıştır. Vatandaşlar emin olsunlar." Oysa, somut belirtiler ortadaydı. Her nedense (!!!) , çevre illerden güvenlik yardımı istenmediği gibi, yeterince önlem alma yoluna da gidilmedi. *********************************************** Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden sol görüşlü iki öğretmen 21 Aralık 1978 günü okuldan evlerine giderlerken yolda faşist katillerce şehit edildi. Faşistler, cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylere adam göndererek; "Komünistler, Aleviler cuma namazında camileri bombalayacaklar. Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım." diye çağrı yaptılar. Bu sırada MARAŞ MÜFTÜSÜ'nün de Resmi araçla kentte dolaştığı, halkı kışkırttığı görüldü. (Hürriyet Gazetesi 26.12.1978) Şehit öğretmenlerin cenazesine beş bine yakın insan katıldı. Meslek Lisesi'nde tören yapıldı. Cenazeleri Ulu Cami'ye kortej halinde halinde götürmek üzere yola çıkıldı. Yolda polis ve askeri birlikler, kortejdekileri tek tek aradı. Ellerindeki pankartlara varıncaya kadar her şeyi topladılar. Yani, taşları bağladılar, köpekleri serbest bıraktılar. Cenaze korteji Ulu Cami'ye yaklaştığında, toplanan saldırganlar: "Komünistlerin, Alevilerin namazı kılınmaz", "Komünistler Moskova'ya", "Katil İktidar" sloganlarıyla saldırıya geçtiler. Ellerindeki taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırılması üzerine, kortejle faşistlerin arasında bulunan POLİSLER kaçarak hükümet binasına sığındılar.(!!!) Orada bulunan az sayıdaki JANDARMA birliği ise havaya ateş ederek saldırıyı durdurmaya çalıştı. Kortejdekiler canlarını kurtarmak için kaçmaya başladı. Şehit öğretmenlerin cenazesi sokak ortasında sahipsiz kaldı. Cenazeleri askeri birlik aldı. Devlet Hastanesi'nin morguna götürdü. Olaylar sırasında devrimci güçlerle çarpışmaya giren faşistlerden üçü devrimcilerce cezalandırıldı. 23 Aralık günü saldırılara halkı da katmak üzere camilerden ve belediye hoparlöründen yapılacak çağrının metnini hazırlayan faşistler, sabah saatlerinden itibaren aralıksız olarak: "Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit (!!!) edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar. Son görevlerini yapsınlar" şeklinde anonslar yaptılar. Yatsı ve sabah namazlarında da cami imamları aynı çağrıyı yaptılar. Artık katliamın tüm hazırlıkları tamamlanmış, saldırı emri bekleniyordu. "Belediye hoparlöründen yapılan anons saldırının başladığının işaretini verdi" ( Gerekçeli Karar, Sayfa:173) ***************************************** "Saldırganlar tekbir getirerek hükümet konağına saldırdı, ele geçirmeye çalıştı.(Emniyet Müdür Yardımcısı, Hürriyet Gazetesi, 25.12.1978) Sağlık Müdürlüğü'nü, YSE Binasını, Sağlık Ocağını, Çarşı Karakolu'nu işgal ederek yaktılar. Gazipaşa Semtinde iki kişiyi askerlerin elinden alarak kurşuna dizdiler. Sağlık Ocağı'nda iki yaralıyı dışarı çıkararak kurşuna dizdiler. Devlet Hastanesi'nin yolunu ve etrafını çevirdiler. Hastaneye getirilen yaralıları öldürdüler. Yaralıları taşıdığı için cankurtaranın şöförünü öldürdüler. Yusuflar Mahallesinde oturanların çoğunluğu Sünni iken, öldürülenlerin tamamı Alevi idi. Öldürdükleri kadın ve çocukların cesetlerini de gaz dökerek yaktılar. Evleri söndürmeye giden itfaiyecilere engel oldular. İtfaiye arabasının lastiklerinin havasını boşalttılar. Valinin eşi, polislerin, memurların aileleri hükümet binasına sığındı. "Kahrolsun komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini istiyoruz" diye bağırıyorlardı. ( Gerekçeli Karar, Sayfa:274) "Ordu, millet el ele, Vali, İçişleri Bakanına ölüm" diye bağırarak vilayete doğru yürüyorlardı.( Gerekçeli Karar, Sayfa:273-274) ***** Peki, bu sırada İçişleri Bakanı ne yapıyordu? Katliamın SOLCULARIN tahriki sonucunda çıktığını söylüyordu. BAY BAKAN, Alparslan TÜRKEŞ'i ziyaret ediyor ve alınacak ÖNLEMLERİ konuşuyordu. Ne de olsa, olayları YAKINDAN izliyordu. Faşist katiller kendisinin "KELLESİNİ" isterken O faşistlerin BAŞBUĞU ile görüşüyor, suçu da SOLCULARA yıkmaya çalışıyordu. YA ANLAMA KAPASİTESİNİ YİTİRMİŞTİ, YA DA .......? ***************************************** Yıllarca yürütülen bir başka yalan da Maraş'ta yüzünü gösteriyordu. "Ülkücüler, güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır" YALANI Maraş'ta çöküyordu. Faşistler bu yalanın arkasına sığınarak saldırıyorlar, cinayet işliyorlardı. Sağcı hükümetler de ülkücüleri böyle gösteriyor ve koruyorlardı. Zaten onlara "Sağcılar cinayet işliyor" dedirtilemezdi. Onlar bu siyasetçilerin adamlarıydı. Onlar "besleyip, büyüttükleri faşist katilleri" ile gurur duyuyorlardı. Onlar "varlıklarının" teminatıydı. Katliamda askerleri yanlarında görmeyen, hatta kendilerine engel olarak gören FAŞİSTLER tepkilerini askerlere de yönelttiler. "KOMÜNİST ASKER" sloganıyla ASKERİ BİNALARA SALDIRIYA GEÇTİLER. "23 Aralık günü, İl Merkez Jandarma Bölüğü'nde olduğum sırada Alay binasının etrafında bulunan eli sopalı, baltalı, silahlı şahısları yakalamaya başladık. Bunun üzerine Alay Binası'na otomatik silahlarla hedef gözetmeksizin ateş edildi." (Jandarma Astsubay ) "23 Aralık günü, Alay Komutanlığı binasına geldiğim sırada Alay binasından bana "Siper al" talimatı verildi. Bunun üzerine gizlendim. O sırada beni gören ve elinde fotoğraf makinesi olan bir kişi kaçarak yakındaki bir eve girdi. Bu şahsı elinde fotoğraf makinesi, tabanca ve dinamit lokumu ile yakaladım. Kendisine gazeteci süsü verdiğini ve amacının Alay Komutanlığı binasına dinamit koyarak olay çıkarmak olduğunu söyledi." (Jandarma Astsubay ) Ankara'dan uçakla Adana'ya gelen Sağlık Bakanı karayoluyla Maraş'a hareket eder. Silahlı saldırganlar tarafından yolu kesilir. Taş ve silahla saldırıya uğrar. Güvenlik güçleri ile saldırganlar arasında PAZARLIK yapılır. Saldırganlar kararlıdır. Görüşmeler çatışmaya dönüşür. Uzun süre bekletilen bakan, yoluna baskı ve saldırılar altında devam eder. Ve şunları söyler: " Üç yaşındaki bir çocuğu kurşunla öldürmüşler. Boğularak öldürülenler de varmış. 52 cesedi inceledim. Bunların üçü sopayla öldürülmüş, diğerleri 9 mm'lik mermilerle ya başından, ya yüzünden ya da kalbinden vurulmuşlar. Kurşun yağmuru altında gidip, geldim. Etrafımızda, üstümüzde kurşunlar vızır vızır gidip geliyordu. 70'lik yaşlıları, 3 yaşındaki bebekleri vurmuşlar. Cesetler kokuyordu. Kışkırtma var. Kışkırtma Alevilik-Sünnilik üzerine işlenmiş." (Milliyet, 25.12.1978 - Cumhuriyet, 26.12.1978) Adana'dan karayoluyla Maraş'a giden Devlet Bakanı , Adalet Bakanı Milli Eğitim Bakanı yolu kesilmiş, bakanlar silah ve taşla saldırıya uğramışlardır. Güvenlik güçlerinin müdahalesi ile saldırıdan kurtulan bakanlar yollarına KORKU İÇİNDE devam edebilmişlerdir. Cesetler sokaklarda kokuşmaya terkedilmişti. Faşistler "Yaşasın Başbuğ Türkeş" sloganlarıyla sokaklarda zafer naraları atıyorlardı. BAKANLAR VE MİLLETVEKİLLERİ de KORKULARINDAN Hükümet Binası'ndan çıkamıyorlardı. Ortak BİLDİRİLER hazırlayıp, Hoparlörlerden BARIŞ ÇAĞRISI yapıyorlardı. Milletvekilleri, halkı sükunete çağırmak için MARAŞ MÜFTÜSÜ'nün konuşmasını gerekli görüyor, ama her nedense (!!!) tüm aramalara karşın Müftü'ye ulaşılamıyordu. Pek Sayın (!!!) Milletvekilleri, "BİZE İNANINIZ; GÜVENİNİZ. SÜKUNETİNİZİ MUHAFAZA EDEREK; EVLERİNİZDE İSTİRAHAT EDİNİZ." diye saçmalıyorlardı. Kendilerine güvenmek hatasına düşenlerin cesetleri sokaklarda kokuşuyordu. İnsanlar yaralı, aç ve sefil durumda kalmışlardı. Vali olaylardan önce "Bize güvenin, devlet güçlüdür. Emin olun" demişti. İNSANLAR ESİR DURUMUNA DÜŞMÜŞTÜ. "Uzun süreden beri tezgahlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu. Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine gaz dökülerek yakıldı. İnsanlık dışı olaylar işlendi. Daha önceden ihbar olarak değerlendirdiğimiz toplu katliam olayları, toplu olarak ceset bulunması ile doğrulandı. Olayların başında 20 kişiye otopsi yapabildik. Bunlar uzun menzilli silahlarla öldürülmüştü. Daha sonra gelen ceset fazlalığından DEĞİL OTOPSİ, KİMLİK TESPİTİ BİLE YAPILAMAMIŞTIR. (Savcı Dündar SANER, Tercüman, 25.12.1978) ********************************************** Katliamın bilançosu ise RESMİ AÇIKLAMALARA göre 111 ölü, yüzlerce yaralı, yakılan 210 ev ile 70 işyeri olarak açıklandı. Alevilerin %80'i kenti terk etti. Ecevit Hükümeti 13 il'de sıkıyönetim ilan etti. "DEMİREL keyifli. Yeniden başbakan olma umudu DEMİREL'i sevindirdi" (Günaydın Gazetesi, 28.12.1978) Sıkıyönetim isteyenler başarmıştı. DEMİREL'den TÜRKEŞ'e kadar herkes sevinç içindeydiler. Sıkıyönetimin 13 ille sınırlı tutulmasını yetersiz bulan Alparslan TÜRKEŞ, katliam "Komünist ve Maocu yasa dışı silahlı gerillaların katliamı" diye zırvalıyordu. ************************************************ Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi (Esas No:1980/82, Karar No:1980/520) 804 kişi hakkında dava açtı. Bunlardan 379 tanesini beraat ettirdi. Karar, Yargıtay'da bozuldu. Yeniden yargılama yapıldı. Yargıtay süreci tekrar başladı. Sonunda hafif cezalarla DOSYA KAPATILDI. Yani ölen öldüğüyle, öldüren de öldürdüğüyle kaldı. Yapılanlar yapanların yanına kar kaldı. Faşist katillerin destekçileri hep iktidarda kaldılar. 17 YAŞINDAKİ ERDAL EREN ASILDI. Maraş katliamının elebeşılarından başta bahsettiğim sanık olarak yargılanan kişi MİLLETVEKİLİ OLDU. MHP %18 oy alarak, iktidara geldi. Bazıları "MHP değişti" dediler. Onlar "Biz değişmedik" dediler. Yok "ille de değiştiniz" dediler. "Dün ne isek, bugün de oyuz" dediler. "Biz değişmedik, bize bakanların bakış tarzı değişti" dediler. *********************************** BİZ DE DEĞİŞMEDİK. ÖLÜLERİMİZE AĞIT YAKIYORUZ. BİR SÜRE SONRA DA UNUTUYORUZ. TA Kİ, HATIRLATILANA KADAR. YİNE KATLEDİYORLAR. BAŞLIYORUZ YENİDEN AĞITLAR YAKMAYA. SONRA BİR DAHA KATLEDİYORLAR. BİR DAHA...BİR DAHA...BİR DAHA... PEKİ BU NE ZAMANA KADAR DEVAM EDECEK? ******************************** KAYNAKLAR: 1-) Cumhuriyet-1979, 2-) Yakın Tarihimizden Kitlesel Katliamlar - Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu. Maraş Katliamını unutma!!!! Yoksa yeniden hatırlatırlar
  18. aklıma ilk önece Turgut Özal'ın ''KÖŞE DÖNME'' ''İŞİNİ BİLME'' lafları geliyor liberalizmi duyunca Liberalizm ve onun kaynağı ya da eşdeğeri olarak sunulan serbest piyasanın üstünlüğü edebiyatı, tam bir sahtekârlıktır. Tekel, piyasa dahil, hiçbir alanda serbesti tanımamaktır.Zaten onalara göre üstün olan piyasa değil, tekellerdir. tekellerin yaydığı ise, rantiye niteliğinden fışkıran ağır bir çürüme kokusu ile birlikte, demokrasi karşıtlığıdır, polis devleti ve baskının ağırlaşmasıdır. sorunların üstesinden gelemediği gibi sömürücü tarzda yaklaşmaktadır.Kapitalizmin ulaşmış olduğu günümüz aşamasında liberalizm adı altında tam bir gangsterlik sürüp gitmektedirve liberalizm emperyalizme hizmet etmektedir.
  19. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    Altin hızma mülayim Seni Hak'tan dileyim Yaz günü temmuzda Sen terle ben sileyim Gün gördüm, günler gördüm Seni gördüm sad'oldum Altın hızma incidir Gömlegi nar incidir Benim lal olmus dilim Ne dedim yar incinir Gün gördüm, günler gördüm Seni gördüm sad'oldum Altın hızma tumağa Yanaşıp al yanağa Güzel gel görüselim Men gidirem ıraga Gün gördüm, günler gördüm Seni gördüm sad'oldum ama RUHİ SU dan ondan başka kimse güzel okuyamıyo bu türküyü
  20. AB Anayasa’sının temel'i kapitalizmi yeniden tahkim etmektir, bunun için de kapitalizmin restorasyonunu ön planda tutar, sosyal politikanın konusu olan şeyler ise vitrinin süsleri olup, halkı “ikna” edecek ama hayata geçirilmede en son göz önünde tutulacak düzenlemelerdir. Nitekim, Bolkestein Yönergesi olarak bilinen hukuksal düzenleme de bunun açık kanıtından başka bir şey değildir. bu yönerge iç pazarda hizmetleri düzenler .Böyle olduğu için de AB sevdalısı aymazlar için iyi bir uyarı. Zira, bu yönerge, AB içinde hizmet sunumunu tamamen serbestleştirmeyi hedeflemekte. Bu yönerge, Avrupa Birliği’nde hizmet sunacak şirketlerin kuruldukları ülkenin yasalarına tabi olmayı öngörmektedir. Yani Anayasa’nın özüne uygun olarak kapitalizmin gereklerinin yerine getirilmesi için düzenlemeler yapmaktadır. Bizim aymaz AB yandaşlarımız da bunu fark etmiş olmalılar ki,bu girişimle sosyal standartların ve vergilerin düşük olduğu ülkelerde özellikle yeni üye olan 10 ülkede kurulacak ya da diğer ülkelerden bu ülkelere kaydırılacak şirketler, AB’nin neresinde faaliyet gösterirlerse göstersinler kuruldukları ülkenin yasalarına tabi olacaklar demekte. ki bize de bu AB yandaşlarına Günaydın demek düşer. Peki, AB’ye üye olan bu 10 ülke niçin üye oldu? Yatırımları çekmek için mi? AB’ye üyeliğe destek veren bu 10 ülkenin halkının temel nedenlerinden biri neydi? Bir iş ve daha yüksek ücret ve haklar mı (HaniAB’ye girersek bizim geri ülkemiz daha da ileri gider savınıza uygun olarak)? Türkiye AB’ye niye üye olmak istemektedir? Yatırımları kendine çekmek için mi? İş ve daha yüksek ücret ve sosyal haklar mı? O zaman söyleyin, yoksulun mu, zenginlerin mi yandaşısınız? Emeğin Avrupası projesinde bu yoksul ülkelerin de zenginleşerek diğerlerini yakalaması, geri sosyal hakların daha da yükseltilmesi gibi eşitlikçi bir düşünceniz yok mu? Ha, siz, diğer 10 ülkeye ve bizde de zengin AB üyesi ülkelerdeki hakların aynen verilmesini istiyorsunuz, öyle mi? Yani ne diyim. AB’nin ideologları AB karşıtlarından daha akıllı ve zekimi.Kapitalizm kendisini restore edip, AB Anayasası’nda belirtildiği gibi rekabet gücü yüksek bir AB oluşturmaya çalışırken yapılacak olanlar tam da bu yönergedeki düzenlemeler gibi olacaktır. Yoksa gariban 10 ülkenin emekçilerinin ve Türkiye’li AB yandaşlarının düşündükleri ve diledikleri gibi diğer zengin AB üyesi ülkelerin düzeyindeki gibi olmayacaktır. Bu diyalektiğe de aykırıdır.buna uyanmış olan AB’nin zengin ülkelerinin işçileri ve temsilciliğini yapan emperyalist sendikaları, bu yönergenin yasalaşması halinde “AB sosyal standartlarında ‘dibe doğru yarış’ başlayacağını ve Avrupa’nın Amerikalılaşacağını vurguladılar hep. Daha uyanık olanlar ise AB Anayasası’nı anlamadıklarını görmekle birlikte, bu düzenlemeyi Anayasa ile birlikte tartıştılar. yönerge neden AB Anayasası ile uyumluydu. Bu Yönerge, Avrupa Konseyi’nin Lizbon’da alınan kararlar çerçevesinde ekonomik reformları hayata geçirerek AB’yi 2010 yılında dünyanın en dinamik ve en rekabet edilebilir ekonomisini oluşturmayı hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için liberalizmin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ve bunun hukukunun oluşturulmasını öngörüyor. Kuşkusuz, bu hedef ve öngörülerde ne Emeğin Avrupası, ne Sosyal Avrupa var. ki herzaman da öyle olacak. AB tarafından yapılmaya çalışılan, bütün bunlara düşman “dünyanın rekabet gücü yüksek, dinamik ekonomisi”dir. Bu nedenle, AB ye hayır da hayır.....
  21. arkadaşlar bu arada bozanı örgütledik galiba baksanıza ayrılamıyo bu başlıktan olayları sorgulamalar filan yakında başlarmış bide TEK YOL DEVRİM!!! demeye
  22. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    yok ya eski dost olumu hiç CIA hep dost baki kalacak dostluğumuz onları üzmek istermiyiz ha bizim topraklarımız ha onların ne olucakki gelsinler paşa paşa kullansınlar toprakları dostluk adına ne varsa paylaşsınlar vatan adına bölünmezlik adına yapılıyo nasılsa herşey VATAN SAĞOLSUN!!! NE YAPIYORSAK VALLAH BİLLAH ÜLKE İÇİN SELAMET İÇİN
  23. TANİA HAYDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    Bir Derd Ehli Bulsam Derdim Söylesem Bir derd ehli bulsam derdim soylesem Iyi olmaz derdlerim halim n'olacak Hekimler derdime derman bulamaz Bir degil bes degil derd kucak kucak El vurma yarama yaklasma kardas Derdimi soylesem tukenmez bas bas Icimde yaniyor tutunsuz ates Ceset soba gibi kalbim bir ocak Asiklar alemde gulmez dediler Akar goz, yaslarim silmez dediler El elin derdini bilmez dediler Kimler gelip hatirimi soracak. Katlan bu cefaya sabreyle gonul Bu dunyanin isi hep boyle gonul Basindan geceni sen soyle gonul Neler geldi gec oldu olacak Veysel'in derdine bulunmaz care Etseler vucudun hem pare pare Bir arzuhal sundum hakiki yare O yar gelip yaralarim saracak Aşık Veysel
  24. 1980 lerde kamuya karşı karalama kampanyaları ile başladı, 2000 lerde fabrika, liman, rafineri, banka, tütün, rakı, et, süt denmedi, geride ne kaldıysa yok pahasına elden çıkarılmaya başlandı.ve halkın öz malları birer birer yandaş dost akraba kim varsa satılmaya başlandı.bu satışlarda öyle bir anlatıldı ki halka .... artık satış olmaktan çıkıp hediye etmeye de dönüştü ya olay... kamusal hizmet alanlarının birçoğunun taşeronlaştırılması, işçilerin sendikasızlaştırılmasına dönüşen özelleştirmeler, kamusal alanda hizmet üreten işçi sayısında büyük düşüşe neden oluyor. İzlenen son derece bilinçli politikalar, özelleştirmeye direnen bazı kurumları da giderek özelleştirmeye zorluyor ve bunda başarılı da oluyor. Örnek olarak yerel yönetimler için getirilen personel giderlerine yönelik sınırlama, bütçenin belirli bir oranının (% 30) üstünde personel giderinin olamayacağına ilişkin düzenlemeler ile geçici işçi alımlarının bile İçişleri Bakanlığı adına vali onayına bağlı hale getirilmesi, vize uygulamasına geçilmesi, hizmetlerde özelleştirmeyi zorlayan başlıca düzenlemeler. personel alımı için getirilen sınırlamaların yapılan hizmet ihalelerinde uygulanmaması, ülkedeki kurumsal yapıların danışıklı olarak birbirini kandırmasına, diğer yandan özelleştirmenin yaygınlaşmasına yol açıyor. Kurumların verdikleri hizmetler içinde yer alan ve büyük kamusal sorumluluk taşımayı gerektiren pek çok hizmet de yıllık ihalelerle işleri üstlenen taşeron firmaların elemanlarına gördürülür hale geldi. Yaratılan sözde hizmet kalitesini artırmaya yönelik bu ortam, hizmeti üreten emekçilerin sömürüsünü de hızlandırdı. Taşeron firmalara devredilen hizmet işlerinin ihalelerinde oluşan kıran kırana rekabet ortamı nedeniyle, hizmeti üreten işçiler giderek daha kötü koşullarda çalıştırılmaya başlandı. Çalışma sürelerinin uzaması, ücretlerin asgari ücretin altına indirilmesi, özelleştirmenin ilk etkileri olarak gözlenen olumsuzluklar... Hizmet ihalelerin her yıl sonunda yenilenmesi, kamu kurumlarının pek çoğunun yıl sonunda bu ihalelerini tekrarlaması, kağıt üzerinde asgari ücret alıyormuş gibi görünen ancak giderek asgari ücretin daha altında rakamlarla çalıştırılan emekçileri, razı oldukları bu kötü koşulları bile koruyamama telaşına sürüklemeye başladı en sonun da.Havaalanlarında çalışan emekçilerin yaşadıklarında olduğu gibi, yıl sonunda gerçekleştirilen ihaleyi farklı bir taşeron firmanın alması, mevcut firmada çalışan ve kurumda bir yıldır hizmet üretmekte olan emekçilerin toptan işsiz kalmasına neden oldu. Bu durum diğer yandan hizmetlerin sürekliliğinin kesilmesine, aksamasına neden oluyor. Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi sonucunda, yıllardır yutturulmaya çalışıldığı gibi hizmet kalitesinde artışın oluşması bir yana, yaratılan ortam bir yandan hizmette sürekliliğin kesilmesine ve hizmet kalitesinin düşmesine yol açarken, diğer yandan emekçilerin işsiz kalmasıyla yeni ihaleyi alan taşeron firmada daha düşük ücretle çalışma arasında tercihe zorlanmasına neden oluyor. Yaşananlar, özelleştirme kararlarının giderek her anlamda tükeniş kararlarına dönüştüğünü açık açık gösteriyor. TAŞERONLAŞTIRMAYA VE ÖZELLEŞTİRMEYE HAYIR!!!!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.