-
İçerik Sayısı
96 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Dvorak tarafından postalanan herşey
-
E EBERL, Anton – (1766-1807) Viyanalı piyanist ve besteci. Mozart’ın öğrencisidir. Hocası yolunda klasizmin devamcısı ve erken romantizmin habercilerinden olmuştur. Eberl, özellikle çalgı müziğine ait eserleri ile tanınmıştır. Senfoniler, piyano konçertoları, sonatlar ve birçok oda müziği eserleri bırakmıştır. ELGAR, Edward (1857 – 1934). İngiliz besteci, kendi kendini eğitmiştir. Roman katoliktir, ancak (Anglikan katedralleri temelli ) “Üç Koro Festivali”ne daha çok katılmıştır. 1899-1900 arasında “Enigma Varyasyonları” ve “Gerontius’un Rüyası” eserleri ile adını duyurmuştur. “Deniz Resimleri” şarkı döngüsünü de yazmıştır. Daha sonra, “Apostles” ve “Krallık” (tamamlanmamış trilogy’nin ilk iki bölümü olarak tanınır) oratoryoları; “Müzik yapımcıları” kantatı; 2 senfoni; senfonik bir çalışma olan “Falstaff”; “Kokain” ve “Güneyde” üvertürleri; orkestrayla “Carillion” resitatifi; yaylılar için “Giriş” ve “Allegro”; keman konçertosu; viyolonsel konçertosu; oda müziği, vb. bestelemiştir. Az miktarda olan 1919 sonrası çalışmalarına brass band için “Severn Suite” dahildir. 1904’te şövalye ünvanı, 1911’de Yararlılık Rütbesi almıştır; 1924’te Kraliyet müziğinin ustası, 1931’de baronet olmuştur. Halk müziği yapmasa da “ulusal” olarak tanımlanan içten bir tarz geliştirmiştir; 5 tane “Debdebe ve Tantana” marşları gibi “popüler” çalışmaları da vardır. EROICA, (– (İtal.) Kahramanca. ETUDE (Etüt) – (Fran.) Çalışma, eksersiz parçası. Tekniği yüksek etüt parçaları başlıbaşına birer müzik parçası sayılırlar.
-
D D – Harflerle işaretlendirilen gamın ikinci yani “re” sesini ifade eden işaret. DA CAPO (Da kapo) – (İtal.) Eserin tekrar, baştan çalınmasını gösteren işaret ismi. DELIUS, Friedrich – (1863-1934) İngiliz bestecisi. Baba tarafından Alman’dır. İlk müzik bilgisini babasından almış, sonra Leipzig Konservatuvarında Eduard Grieg yanında bestecilik öğrenimi görmüştür. Mezun olduktan sonra Nitzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eseri üzerine “Hayatın Duası” adlı oratoryosunu yazmıştır. Delius özellikle bu eseriyle ünlenmiştir. Bundan sonra birçok operalar yazmıştır. Bunların başlıcaları; “Romeo ve Juliette Köyde”, “Fennimore ve Gerda” adlarını taşır. Çalgı müziğine ait pek çok eseri vardır. Bunlardan bazıları Norveç süiti, “Appalachia” ve “Song Before Sunrise” adını taşıyan varyasyonlar, bir keman, bir piyano konçertosudur. DESPREZ, Josquin – (1450-1521) Hollandalı besteci. 1450’de Hannegau’da doğmuştur. Ockeghem’in öğrencisidir. Milano, Roma, Cambrai, Paris’e gitmiştir. Kilise müziği ve “Chanson” bestelemiştir. Yazış tekniğini açıklayan bir eser öğrencisi tarafından yayınlanmıştır. DİALOG – (Yun.) İki kişinin karşılıklı konuşması. Ortaçağ kilise müziğinde oratoryo şeklinde şarkılarda ve sonraları kantatlarda kullanılan şekildir. DIAPASON (Diyapazon) – (Yun.) Gamın genellikle “La” sesini veren mıknatıs şeklinde ses ölçüsü aleti. DIATONIQUE (Diyatonik) – İçinde yabancı, “kromatik” sesler bulunmayan gam. DIMINUENDO – (İtal.) Ağırlaşarak, zayıflayarak. DIVERTIMENTO – (Fran. Divertissement) Divertimento Onsekizinci yüzyılda orkestra süitlerinden doğmuştur ve oda müziği eserleri arasına girer. Eski operaların perde aralarında çalınan eserlerin genelini divertimento oluştururdu.. DONIZETTI, Gaetano – (1797-1848) İtalyan operasının başarılı maestrolarından biridir. Nesildaşları olan Rossini, Bellini, Bergamoda ve S. Mayr arasında hemen aynı derecede tanınmıştır. Ondukuzuncu Yüzyılda Türkiye’ye gelerek saray bandosunu kuran ve uzun yıllar kalarak paşalığa kadar yükselen Guiseppe, Donizetti’nin ağabeyisidir. İlk müzik derslerini, doğduğu şehir olan Bolonya’da Piloti’den almış ve sonra Rossini tarzında birkaç opera yazmıştır. Fakat en büyük başarısını gerçek bir buffo ruhu taşıyan iki operasıyla yapmıştır. Bunlardan biri “Aşk İksiri – L’Elisire d’Amore”, diğeri “Don Pasquale”dır. İlk trajik operaları arasında “Anna Bolena”, “Lucrezia Borgia” ve “Lucia di Lammermoor” gelir. Donizetti Fransız – İtalyan operası tarzında Paris için iki ünlü eserini yazmıştır; “Alayın Kızı” ve “İl Favorita”. Napoli için “Cattarina Carnaro”yu yazmış, bu eserde büyük bir başarı kazanmıştır. Dozetti genç yaşta felce uğramış ve kısa bir zaman sonra ölmüştür. Bütün hayatı boyunca 70 opera ve birçok kilise eserleri yazmıştır. DRAMATIK MÜZİK – Tiyatro müziği, opera. DUBOIS, Théodore – (1837-1924) Fransız bestecisi. Ambrois Thomas’ın okulundandır. 1894’ten sonra hocasının yerine Paris Konservatuvarına profesör olmuştur. En ünlü eseri bir dram olan – oratoryo “Le Paradis Perdu – Kayıp Cennet”tir. Eser 4 bölümlüdür. DÜET – (İtal.: Duetto) İki ses için müzik parçası. Opera ve şarkı parçalarında olduğu gibi iki insan sesi için veya flüt, keman gibi iki müzik aleti için yazılmış olabilir. DUFAY, Guillaume – (1400-1474) Hannegau civarında Chimay’da doğmuştur. İlk müzik öğrenimini Cambrai’de yapmış, 1428-1437 yılları arasında papalık şapelinde ve sonra da Philipp von Burgund’un hizmetinde çalışmıştır. 1450’de ölmüştür. İtalyan- Fransız Güney–Kuzey kültürünün etkilerini gösteren eserleri vardır, özellikle mesler, motetler yazmıştır. DUKAS, Paul – (1865-1935) Paris’te doğmuştur. 1909’da aynı şehir konservatuvarına profesör olmuştur. Sanata, zamanının diğer bestecileri gibi Wagner etkisinde eserlerle başlamış, sonraları Maeterlinck’in “Ariane et Barbe Bleue – Ariane ve Mavisakal” adlı eseri üzerine yazdığı aynı isimli operasıyla empresyonizme eğilim göstermiştir. Dukas’ın en tanınmış eseri mizahi karakterli bir orkestra parçası olan “Acemi Shirbaz”dır. Eser Goethe’nin aynı ismi taşıyan şiirinden yapılmıştır. DURANTE, Francesco – (1684-1755). İtalyan besteci. Daha çok kilise müziği bestelemiştir. Kuramcı ve öğretmen olarak da tanınır. Pergolesi, Paisiello ve diğerlerinin öğretmeni olmuştur. DVORAK, Antonin – (1841-1904). Çek besteci. 1866-73 arasında Smetana tarafından yönetilen Çek Ulusal Tiyatro Orkestrası’nda keman çalmış ve Smetana’dan etkilenmiştir. 1874’te Brahms’la arkadaş olmuşlardır. Dokuz kere ziyaret ettiği İngiltere’de çalınması için “Spectre’nin Köprüsü” kantatını yazmıştır. 1891’de Prag konservatuarında yöneticilik, 1892-5 arasında da New York’taki Ulusal Konservatuarda yöneticilik yapmıştır. Bu dönemde yaylı çalgılar dörtlüsü “Amerikalı”yı ve mi minörde 9. Senfoniyi (“Yeni Dünyadan”) bestelemiştir. Bu eser ikinci Dünya Savaşı’ndan sonrasına kadar 5. senfoni olarak bilinir ve ondan önceki 4 tanesi de kronolojik olarak yanlış sıralanırdı. Bestecinin ölümüne kadar basılmamış olan daha önceki 4 senfoni numaralanmamıştır. Şimdi senfonileri kronolojik olarak şöyle sıralanmaktadır: 1. Do minör (“Zlonice’nin Çanları”), 2. Si bemol, 3. Mi bemol, 4. Re minör, 5. Fa, 6. Re, 7. Re minör ve 8. Sol. Ulusal Çek tarzında “Slovak Dansları”nı ve “Slovak Rapsodileri”ni yazmıştır, ama bunlar diğer eserleri kadar öne çıkmamıştır. Diğer besteleri arasında piyano konçertosu, keman konçertosu, viyolonsel konçertosu ( Si minörde), 3 konser üvertürü, “Armida” ve “Rusalka” da dahil 10 opera, mass, requem, 4 piyano üçlüsü, yaylı çalgılar dörtlüsü için 14 eser, bir piyano beşlisi, piyano şarkıları, başka bir çok şarkı ve part-songs vardır.
-
Ç ÇALYAPIN, Fedor İvanoviç – (1873-1938) Rusya’da doğan bas. Gençliğinde uzun süre Tüflis’te kalmış, ilk derslerini orada almıştır. İlk konserini de 1894 yılında yine orada vermiştir. Aynı yıl Petersburg’a çağırılmıştır. Burada iki yıl kaldıktan sonra Moskova’ya gitmiş ve burada birçok ulusal Rus operalarında başrolleri oynamıştır. 1901 yılında ilk defa ülkesi dışına çıkmıştır. İlk olarak Milano’da Scala Operasında çalışmış, 1907 yılında New York Metropolitan Operasına gitmişse de çok kalmayarak dönmüştür. Buraya ikinci defa Londra’da verdiği konserlerden sonra dönmüş, bu sefer uzun süre kalmıştır. Çalyapin en çok Rossini’nin “Sevil Berberi” operasındaki Don Basilio, Verdi’nin “Don Carlos” operasındaki kral, Massenet’nin “Don Kişot” operasında Don Kişot ve Gounod’nun “Faust” operasında Mefistofele rollerindeki başarısı ile tanınmıştır. Çalyapin 1938 yılında ölmüştür. ÇAYKOVSKI, Peter Iliç – (1840-1898) Besteci. Petersburg yakınında Votkinsk kasabasında doğmuştur. 1850 yılında kaydettirildiği Petersburg Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra 1859 yılında Adliye Bakanlığına memur olarak atandı. 1863’te konservatuvara devam etmeye başladı. 1866’da buradan mezun olunca Moskova Konservatuvarına teori öğretmeni olarak atandı. Besteciliği burada başlar. Çarin ve Nadedja von Meck adlı zengin bir kadının himayesiyle yavaş yavaş tanınmaya başladı. 1877’de Antonina İvanovna Milyukof adında bir kızla evlendi, ancak beş hafta beraber yaşayabildiler. Bunun üzerine besteci uzun bir seyahate çıktı, dönüşte Mm. Von Meck’e ithaf ettiği dördüncü senfonisini yazdı. Eser büyük bir ilgi uyandırdı. 1888’de Avrupa’dan aldığı davetler üzerine uzun bir konser turnesi yaptı. 1891’de Amerika’ya giderek New York’ta Carnegie Hall’de eserlerini idare etti. 1893’te tekrar ülkesine döndü. Son eseri olan “Altıncı” senfonisinin ilk çalınışından birkaç hafta sonra Petersburg’da koleradan öldü. Batı müziği, özellikle Franz Liszt ve Berlioz’un programlı eserleri bestecinin üzerinde etkili olmuşlardır. "Romeo ve Juliette” uvertürü ile “Fındık Kıran” süiti bunun açık örneğidir. Konçerto ve oda müziği sanatında ise Alman müziğinin etkileri korunur. Senfoni ve senfonik şiirleri yanında altı senfonisi ve üç bale, iki piyano konçertosu, bir keman konçertosu, oda müziği eserleri, süitler ve şarkıları vardır. Uvertürlerinde ve süitlerinde Berlioz’un etkisi görülmektedir. Bu tip eserlerinden “Hamlet” ve “1812” uvertürleri de ayrıca önemlidir. Alman okulu etkileri ise dördüncü, beşinci ve altıncı senfonilerinde görülür. Başlıca operaları, “Voyvoda”, “Eugen Onegin”, “Pique Dame” ise lirik ve tipik bir Rus havası içerirler. Bale eserleri arasında “Kuğu Gölü” ve “Uyuyan Güzel” sayılabilir. Bestecinin daha çok iki eseri “Fındık Kıran” süiti ve “Altıncı – Pathétique” senfonisi tanınmış ve popüler olmuşlardır. ÇEMBALO (Cembalo) – (Alm. Kielflügel. Fran. Clavecin. İng. Harpsichord) Tuşlu, piyano biçimi müzik aleti. Cembalo piyanonun atasıdır ve Ondördüncü Yüzyılda meydana çıkmış ve gittikçe gelişmiştir. Bu müzik aletini yapmakla ünlü ustaların başında İtalya’da G. A. Baffo ve Almanya’da Silbermann gelir. Onsekizinci Yüzyıl sonlarına doğru cembalo, yerini yavaş yavaş piyanoya bırakmıştır
-
C CAPET, Lucien – (1873-1928) Fransız kemancısı. 1907’den sonra Paris Konservatuvarında profesör olmuştur. Hocası Maurin’in yerine dünyaca tanınmış bir yaylı çalgılar dörtlüsünün (kuartet) şefliğini yapmıştır. CAPELLA (Kapella) – Bir müzik parçasının toplu bir halde çeşitli çalgıların ve vokallerin katılımıyla sunulması. Orkestra. CAPRICCIO (Kapriççio) – Neşe, keyif. Neşeli, hicivsel aktarımlı müzik parçası. CAVALLI, Francesca - (1602-1676) Opera Bestecisi. Venedik tarzı olarak adlandırılan bir aktarım ile operalar yazmıştır. Roma’da Marcus kilisesinde koristlik, birinci organistlik, üç yıl sonra da orkestra şefliği yapmıştır. İlginç resitatif (konuşur gibi söyleme) ve melodik aryaları dikkat çeker. Cavalli’nin bilinen ünlü operalarından biri de Fransa Kralı Ondördüncü Louis’nin düğünü için yazdığı “Ercole Amante” operasıdır. CAVATA (Kavata) – Arya’ya benzer bir vokal türüdür. CELESTA (Çelesta) – Eski bir müzik çalgısı. CHACONNE (Şakon) – (İtal. Ciacona) Barok süitlerinin (küçük dans parçalarının) çok sevilen bir bölümünü oluşturan dans parçası. CHOPIN, Frédéric – Polonyalı müzikçi, büyük piyano şairi. Varşova yakınında küçük bir kasaba olan Zelazowa’da 22 Şubat 1810 tarihinde doğmuştur. Babası Fransa’nın Nancy şehrinden Polonya’ya göç etmiş bir Fransız olan Nicola Chopin ve annesi Polonyalı Justine Krzyzanowka’dır. Chopin’de müzik yeteneği pek küçük yaşta belirmiş, harika çocuk olarak tanınmıştır. İlk derslerini Bohemyalı piyanist Zivini ve Varşova Konservatuvarı müdürü J. Elsner’den almıştır. 19 yaşında Polonya’yı terkeden genç müziksever Viyana’ya gelmiş ve verdiği konserlerde dinleyicilerini parlak virtuozitesine hayran bırakmıştır. 1830’da Paris’e gelerek orada yerleşmiştir. Burada Kalkbrender’den aldığı derslerle fevkalade bir piyanist ve besteci olmuştur. Chopin bu tarihten sonra Paris’te verdiği dersler sayesinde ve bir sürü hayranlar arasında oldukça ferah bir hayat sürmüştür. Edebiyat ve müzik çevresinde bir sürü dost edinmiştir. Bunların arasında Balzac, Berlioz, Heine, Liszt ve Meyerbeer gibi başta gelen sanat büyükleri de bulunuyordu. 1836’da Fransız kadın romancısı Georges Sand’la tanışmıştır. Bu tanışma edebiyat ve müzik tarihinin kaydettiği en büyük aşklardan birinin başlangıcı olmuştur. Kadının sadakatsizliği yüzünden çabuk ayrılmışlarsa da hassas ve ince sanatçı Chopin sevdiği kadını bir türlü unutamamış, yıllarca bu sevginin etkisi altında kalmıştır. Düşman işgali altındaki vatanına dönememek de onun için bitmez bir üzüntü sebebi olmuş, eserlerinde nostaljinin verdiği bu ıstırabı daima terennüm etmiştir. Bu büyük sanat adamı henüz 39 yaşında iken 17 Ekim 1849’da Paris’te ölmüştür. Chopin hemen hemen yalnız piyano için eser yazmıştır. Bunların arasında Polonya müzik türlerinin çok güzel örnekleri vardır. Başlıca eserleri şunlardır: Orkestra ve piyano için; 2 konçerto, op. 11 ve op. 21, “Don Juan” adlı fantazi, “Polonya Halk Şarkıları Üzerine Fantazi”, “Krowiak” op. 14, “Polonez” op. 22, Yalnız piyano için 3 sonat, 56 mazurka, 27 etüt, 25 prelüd, 19 noktürn, 15 vals, 13 polonez, 4 balad, 4 empromtü, 3 ekose, 3 rondo. Diğer eserleri: Viyolonsel sonatı, viyolonsel ve piyano duosu, 17 Polonya şarkısı. Bütün bu eserleriyle Chopin piyanoda yeni bir stilin yaratıcısı olmuştur. Melodi ve armoni zenginliği fevkaladedir. Güzel üslubu, temaların zarifliği ve tatlılığı ile yarattığı eserler hakiki romantik karakterleriyle piyano edebiyatının en güzel örnekleri olarak kalacaklardır. CLAVIS (Klavis) – (Lat.) Org tuşları için kullanılan anahtar işaretidir. CLEMENTI, Muzio – (1752-1832) Klasik dönemin bellibaşlı İtalyan piyano virtüözlerindendir. Alman soyu ile anne tarafından bağlantısı bulunan Clementi Romalı bir kuyumcunun oğludur. Küçük yaşta müziğe başlayan Clementi 14 yaşında Sir P. Beckford adlı bir İngiliz’in koruması altında İngiltere’ye gitmiş, 1770’e kadar Londra’da kalmıştır. Bu tarihten yetmiş yaşına kadar yazdığı piyano için sonatlar ve eserler piyano üzerindeki virtüözitesine örnek oluşturur. 1800’lü yılların başlarındaki dünyanın en yetkin piyanistleri: J. B. Cramer, J. Field, A. Klengel ve Kalkbrenner, Clementi okulundan yetişmişlerdir. Mozart ve Beethoven’in döneminin müziksel kimliğini içselleştiren bu ünlü piyano virtüözünün eğitici etkisi her iki bestecinin üzerinde de büyük etkiler bırakmıştır. Özellikle Beethoven, Clementi’nin bellibaşlı hayranlarından biri olmuştur. Clementi bütün hayatı boyunca 106 piyano sonatı yazmıştır. Okulunu kuran büyük eseri “Méthode pour le Pianoforte” adını taşır. CODA (Koda) – (İtal.) Müzik eserlerinin bazılarında (eğer belirtilmişse) seslendirme bittikten sonra aralar atlanarak çalınması istenen kesit ; bir işaretle seslendirmecilere belirtilir. CON SORDINO (Kon Sordino) – Besteci tarafından belirtilen yerlerde yaylı sazlara takılan ve yine işaret ettiği yerlerde çıkarılan, seslerin volüm ve tonunu ( azaltarak) değiştiren malzemeyi kullanarak çalma işareti. CORELLI, Arcangelo – (1653-1713) İtalyan Barokunun bilinen önemli bestecilerindendir. 17 Şubat 1653’te İmola’da doğmuştur. İlk müzik eğitimini Benvenuti’den ve M. Simonelli’den almıştır. Almanya’ya gitmiş, ayrıca Paris’e gelerek bir süre Pariste kalmıştır. Tekrar Roma’ya dönen Corelli 1679’da opera orkestrasında birinci kemancılık yapmıştır. O sıralarda Roma’da yaşayan İsveç Kraliçesi Christine’nin hizmetine giren Corelli 1690’dan sonra Kardinal Ottoboni’nin koruması altına geçmiştir. Chrysander’in Haendel biyografisinde bahsettiği Ottoboni, saray konserlerini ölümüne dek (1713) yönetmiştir. Corelli özellikle keman tekniğinde yetkin ve etkili bir bestecidir. 24 kilise sonatı, 24 oda sonatı, keman için 12 solo sonatı ve birçok konçerto grosso’lar yazmıştır. Corelli, kendi zamanında ve sonrasında diğer birçok besteciler üzerinde etkiler yapmıştır. Döneminde,çalgı müziğine önem verilmemesine karşın bestecinin eserleri genelde hayranlıkla karşılanmıştır. Bugün için bu eserler bize İtalyan Baroku ile ilgili tipik bilgi verir. Keman için yazdığı eserlerin largo ve adagio bölümleri etkileyici bir güzellik taşır. J.Sebastian Bach, Corelli’nin önde gelen hayranlarındandı. Bunu, onun temaları üzerinde yazdığı varyasyon ve fügler göstermektedir. CORNELIUS, Peter – (1824-1874) Liszt ve Wagner çevresindeki ünlü Alman bestecisi. Meinz’da doğmuştur. Aynı ada sahip yine ünlü olan Alman ressamı Cornelius’un yeğenidir. Önce edebiyata merak saran ve şairliğe özenen Besteci, sonra bundan vazgeçmiş ve 1853’da Weimar’da Liszt’le tanıştıktan sonra müziğe yönelimi hızlanmıştır. Şair besteci, ilk eseri olan bir şarkı albümü ile geniş ilgi toplamıştır. Birkaç yıl sonra en bilinen eseri komik opera “Bağdad Berberi”ni yazmıştır. Eser 1858’de Weimar’da ilk defa olarak Franz Liszt’in yönetimi ile oynanmıştır. 1859’da Viyana’ya giden Cornelius orada Wagner’i tanımış ve hayran olmuştur. O da Wagner gibi Gluck hayrandır. Cornelius, Wagner’e olan hayranlığını da Tristanla büyük benzerlikler gösteren “Gunlöd” operasında gösterir. Buna karşın asıl yeniliği ve özgünlüğü ilk operası olan “Bağdad Berberi” ile getirmiştir. Komik opera Ondokuzuncu yüzyılın romantik havası içinde kaybolmuş, fakat Cornelius ilk operasıyla bu ihmal edilmiş türü tekrar ve çok güzel bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Besteci, operalarından başka lirik, çok güzel şarkılar da bestelemiştir. Bunların en güzelleri “Nişanlı ve Noel Şarkıları” adı altında toplanmıştır. COUPERIN, François – (1668-1733) Aynı ismi taşıyan ve birçok organist yetiştiren bir Fransız ailesinin en tanınmış ismidir. 1693’den itibaren Paris’te saray klavsenistliği yapmıştır. 1698’den sonra St. Gervaise’e organist olmuştur. Okulunu kuran önemli eseri “L’Art de Toucher le Clavcin” adlı eseri 1717’de yazılmıştır. Couperin bundan başka dört defter halinde “Piéces de Clavecin” adını taşıyan klavsen parçalarını sunmuştur. Bunlardan başka birçok trio sonatları vardır. Besteci, Fransa’da çalgı müziğinin büyük temsilcisidir. Okulu gerek zamanında ve gerek daha sonra gelen besteciler üzerinde geniş etkiler bırakmıştır. CRESCENDO (Kreşendo) – (İtal.) Sesleri yavaş yavaş kuvvetlenme ve giderek yükselen bir volümle seslendirme anlamına gelmektedir. CUI, Sezar Antonoviç – (1835-1918) Rus bestecisi, aynı zamanda Rus ordusu subayıdır. Önemli eseri “La Musique en Russie” adını taşır. Cui, birçok da operalar bestelemiştir. “Kafkasya’da Esir” (1857), “William Ratclif” (1863), “Angelo” (1876), “Metteo Falcone” (1908) v.s. Ayrıca 4 orkestra süiti, oda müziği eserleri ve 300 kadar da şarkı yazmıştır. Cui, Balakirev ve Dargomiski ile, Rus müzik okulu olarak adlandırılan grubun bellibaşlı üyelerinden biridir. CZERNY, Carl – (1791-1857) 19. yüzyılın en büyük piyanist ve öğretmenlerinden biridir. Önce babası Viyana’lı piyanist Wenzel Czerny’den eğitim almış, sonra Beethoven ve Emmanuel Bach’dan dersler almıştır.Franz Liszt’in öğretmenliğini yapmış ve bu en büyük piyano virtüözünü yetiştirmiştir. Piyano eğitimi ile ilgili çok önemli ve değerli eserleri bugün hala çalınmaktadır. Bunların en önemlileri : “Büyük Piyano Okulu” op. 500, “40 Gündelik Çalışma” op. 337, “Legato ve Stacato Okulu” op. 335, “Virtuoz Okulu” op. 365 ‘ dir.
-
B BACH, Carl Philipp Emanuel (1714-88). Alman besteci, J. S. Bach’ın 5. çocuğu, babasının öğrencisi.1767’de Hamburg’da kilisenin hizmetine girene kadar Prusya kralı Frederick’in hizmetinde müzisyenlik yaptı. Org çalardı, müziğinin klavsenden piyanoya adaptasyonu çalışmalarını , org çalmanın bilimsel incelemesini yapmıştır. J. S. Bach ile Haydn ve Mozart’ın müzik tarzları arasındaki ayrımı gösteren çalışmalarının yanısıra ; org konçertoları ve sonatlar, senfoniler, oda müziği, orotoryo ve kilise müziği yapmıştır. Çalışmaları Wq (Wotquenne) sayılarıyla kataloglanmıştır. BACH, Johann Christian (1735-82). Alman besteci, J. S. Bach’ın 18. çocuğu, babası ve abisi C. P. E. Bach ile çalışmıştır. 1756’da İtalya’ya, 1762’de yerleştiği ve öldüğü Londra’ya gitmiştir. ‘İngiliz Bach’ olarak tanınırdı ve Mozart 8 yaşında Londra’yı ziyaret ettiğinde ona etkisi olmuţtur. Italyan operaları, İngiliz şarkıları, 40 piyano konçertosu ve başka orkestra çalışmaları, Latince ve İngilizce kilise müziği eserleri arasındadır. BACH, Johann Christoph (1642-1703). Alman besteci, J. S. Bach’ın babasının kuzeni. Org müziği, kantatlar, ilahiler çalışmaları arasındadır. Sonradan yanlışlıkla J. S. Bach’a atfedilen ‘Ich lasse dich nicht’ (‘I leave thee not’, İngilizce’de daha çok ‘I wrestle and pray’ olarak bilinir), ilahileri arasındadır. BACH, Wilhelm Friedmann (1710-84). Alman besteci, J. S. Bach’ın büyük oğlu ve 2. çocuğu. Müziğini daha çok kendi eğitimi için yazmıştır. Kilise orgçusu olmuş, yoksulluk içinde ölmüştür. Kilise kantatları, 9 senfoni, org ve klavsen müziği, vb. eserleri arasındadır. BALAKIREV, Mily Alexeyevich (1837-1910). Rus besteci, ‘The Mighty Handful’ denen ulusal besteciler grubunun lideri, aynı zamanda orkestra şefi ve müzik organizatörü. Sinirsel bir kriz geçirdikten sonra 1871-76 yılları arasında müziği bırakmış ve bir istasyonda gar şefliği yapmıştır. 1883’te müzik direktörlüğünde bulunmuştur. 2 senfoni, ‘Tamara’ senfonik şiiri, ‘Islamey’ ve sonatın dahil olduğu piyano müziği, şarkılar ve halk şarkısı düzenlemeleri çalışmaları arasındadır. BALALAYKA – Rus halkınınm ulusal çalgısıdır. Genellikle üçgen şeklindedir ve uzun bir boynu ve üç tane teli bulunmaktadır. BALLADE (Balad) – Onikinci Yüzyılda Güney İtalya halkı tarafından söylenen kısa dans şarkısına verilen genel ad. Ondördüncü Yüzyılda İngiliz ve İskoç’ların söylediği ulusal şarkıların çoğunluğu baladtır. Onsekizinci Yüzyıl bütün dünya edebiyatında bir şiir çeşidi olarak moda olmuştur. Bununla birlikte Alman bestecilerinden Franz Schubert ve Karl Löwe bir çok ve güzel baladlar bestelemişlerdir. BANDO – (İtal.) Bir tür çalgı grubuna verilen isim. Fransızca “bande” kelimesinden alınmalıdır, Lully zamanında “Les 24 Violons du Rol – Kralın 24 Kemanı” adlı saray orkestrasına “La Grande Bande” denirdi. Bugün nefesli ve vurma sazlardan oluşan çalgı gruplarına denmektedir. Bunlar genellikle askeri müzik seslendirmelerinde kullanılmaktadır. BANJO (Banço) – Amerika’lıların gitar şeklinde beş veya daha fazla telli müzik çalgıları. Banço genellikle caz orkestralarında kullanılır. BARİTON, BARBİTOS – Menşei Orta Asya olduğu zannedilen ve eski Yunanlılar tarafından çalınan gitara şeklinde müzik çalgısı. BARCAROLE (Barkarol) – Venedik gemici ve gondolcularının söylediği şarkılara verilen genel ad. BARİTON – Orta kalınlıkta erkek sesi ve bir çeşit nefesli bakır saz. BARTOK, Béla (1881-1945). Macar besteci, 1940’ta İngiltere’ye yerleşmiş ve burada fakir bir adam olarak ölmüştür. Gençliğinden beri piyano virtüözüdür. Kısmen Kodaly ile beraber Macar ulusal müzik tarzını geliştirmiş, Macar halk şarkılarını toplamış ve yayınlamış ve Liszt, Brahms, vb.’den alınan gipsy müziğinden farklılıklarını göstermiştir. Diğer halk şarkılarını da incelemiştir. Genellikle atonal ve dissonansı gösteren çalışmaları şunlardır: ‘Bluebeard’s castle’ operası, ‘Tahta Prens’ ve ‘Efsanevi Mandarin’ mim oyunları, ‘Mikrokosmos’un dahil olduğu piyano müziği, ‘Out of Doors’ ve çocuklar için çalışmalar, orkestral dans süitleri, orkestra için Konçerto, ‘Yaylılar, Vurmalılar ve Çelesta için Müzik’, 3 piyano konçertosu, 2 keman konçertosu, viyola konçertosu, 6 Yaylı çalgılar dörtlüsü, ‘Zıtlıklar’ triosu, şarkılar ve halk şarkıları düzenlemeleri. BAS – En kalın erkek sesi. BECKER, Reinhold – (1842 - 1924) 1884 – 1894 yılları arasında Dresden’de koro şefliği yapmış ve önemli bir kısmını erkek sesleri için yazılmış koro parçaları içeren eserler bırakmıştır. BEMOL – Bir notayı yarım ses pesleştirme işareti. Anahtarın hemen ardından gelirse, işaret ettiği notalar eser boyunca (başka bir yeni işaret koyulmamışsa) yarım ses pes seslendirilmek zorundadır. BERG, Alban (1885-1935). Avustralyalı besteci, Viyana’da doğmuş, çalışmış ve ölmüştür, Schoenberg’in öğrencisidir ve onun yöntemlerini geliştirmiştir. 1921’de tamamladığı operası ‘Wozzeck’de serbest atonal tarzı çok yakın çalışılmış yapılarla (passacaglia, varyasyon, vb.) birleştirmiştir. Bundan kısa süre sonra 1925’te tamamladığı Oda Müziği Konçertosu’nda (piyano, keman, nefesliler) 12- ton tekniğine dönmüştür. Diğer çalışmaları şunlardır: ‘Lulu’ operası, bir yaylı çalgılar kuarteti ve ‘Lirik Suit’ (yaylı çalgılar kuarteti için), orkestra ve piyanolu şarkılar, ‘Bir Meleğin Anısına’ keman konçertosu ki bu ölümünden kısa süre önce yazılmış ve ölümünden sonraya kadar çalınmamıştır (1936). BIZET, Georges – Fransız besteci. 25 Ekim 1838’de Paris’te doğmuştur. Paris Konservatuvarında öğrenim görmüş, 1857’de Institut de France’ın Roma ödülünü kazanarak İtalya’ya gitmiş, dönüşte Paris’te “İnci Avcıları” adlı ilk operası sahneleniştir. Bizet bu eserden sonra “Perth’li Kız” (1867) ve “Cemile” (1872) adlı iki opera daha yazmıştır. Senfonik müzik türünde de birçok eserler yazmıştır. Bunlardan “Petite Suite”, Daudet’in aynı adlı sahne eseri için yazılmış 1’inci ve 2’inci “Arlésienne” ve “Roma” süitleri başta gelir. Bizet’nin asıl ünü ilk defa 3 Mart 1875’te sahnelenen “Carmen” operasıyla yayılmış ve günümüze dek gelmiştir. Bu opera oynandığı zaman Paris’te başarısızlığa uğramıştır. Bu durumun bestecinin ölümüne sebep olduğu söylenmektedir. “Carmen” operası Almanya’da oynanıp büyük başarı kazandıktan sonra Fransa’da da tutulmuştur. Wagner ve Nietzsche “Carmen”e olan hayranlıklarını sonraki eserlerinde belirtmişlerdir. BLOKFLÜT – Ortaçağdan bu gene kadar kullanılagelen bir flüt türü. Rönesansta kiliselerde çok kullanılırdı. Genellikle okul eğitiminde ve eğitsel topluluklarda, çocuk-gençlik vb. gruplarında kullanılmaktadır. BOCCHERINI, Luigi (1743-1805). İtalyan besteci ve çellocu. Paris’te İspanya büyükelçiliğindeki davet yoluyla 1768-9 yılları arasında İspanya’ya gitmiştir; ve daha sonra 1797’den itibaren yoksulluk içinde ölene kadar İspanya’da kalmıştır. 4 çello konçertosu, 20 senfoni, 125 yaylı çalgılar beşlisi, 102 yaylı çalgılar dörtlüsü ve bir çok oda müziği eserleri; İspanyol operası ‘Clementina’; kilse müziği çalışmaları arasındadır. BÖHM, Georg – (1661-1733) Kuzey Almanyalı org seslendirmecisi. Bach’ın etkisinde yazılmış vokal ve çalgılar için besteleri bulunmaktadır. BOMBARDON – Tuba ailesi üyesi nikelden üç pistonlu büyük nefesli bir çalgı. BORODIN, Alexander Porphyrevich (1833-87). Rus besteci, aynı zamanda kimya profesörü, bu nedenle müziğe az zaman ayırabilmiştir. Bir prensin evlilik dışı oğludur; Balakirev’in öğrencisi olmuştur; The Mighty hadful adındaki ulusal besteciler grubunun üyesidir. ‘Prens Igor’ (bitmemiş, Rimsky-Korsakov ve Glazunov tarafından tamamlanmıştır) operası, ki buna ‘Poloveç dansları’ dahildir; 3 senfoni (3 numaralısı bitmemiştir ancak 2 ölçüsü Glazunov’un tamamlayabileceği kadar geliştirilmiştir); ‘Ora Asya’nın Dağlarında’ senfonik şiiri; 2 yaylı çalgılar dörtlüsü; şarkıar eserleri arasındadır. BOSTON –Çok ağır bir Amerikan valsi. BRAHMS, Johannes – 1800’lü yüzyıl içindeki romantizm akımının önemli Alman bestecilerinden biridir. 7 Mayıs 1833’te Hamburg doğumludur. Bir kontrabas çalan babanın oğludur. İlk derslerini Eduard Marxsen’den almış, Marxsen Brahms’ın müzik yaşamtısı içinde önemli rol oynamıştır. Brahms biraz tanındıktan sonra Robert Schumann’ın dikkatini çekmiş, 1853’te iki büyük müzikçi tanışmışlar ve bu tarihten sonra aralarında güçlü bir dostluk başlamıştır. Schumann genç besteciyi elinden geldiği kadar tanıtmaya çalışmış ve kendisiyle ilgili övgü dolu değerlendirmeler yapmıştır. Brahms Schuman’ın bu değerlendirmelerini doğrulamış ve üst düzeyde eserleriyle, özel ve yetkin müziğiyle büyük bir başarı kazanmıştır. Klasik müziği önde gelen bu bestecisi, Detmold ve Hamburg’da uzun zaman orkestra şefliğinde bulunmuş ve 1862’de Viyana’ya gemiştir. Burada çeşitli konserler yönetmiştir.1875’ten sonra bağımsız olarak çalışmış ve ikinci vatanı sayabileceğimiz Viyana’da 3 Nisan 1897’de ölmüştür. Daha çok çalgı müziği eserleriyle bilinen Brahms, müzik sanatının en büyük bestecilerinden biridir. İlk eserlerinde (özellikle ; op. 1, 2, 5 piyano sonatlarından op. 9 varyasyonuna kadar) romantik ruh ve tekniğin, özellikle de Beethoven’ın hayranı kalmıştır. Bundan sonra kendi tarzı ile klasik uygulamaların bir devamcısı olmuştur. İki piyano konçertosu op. 15 ve op. 83 piyano edebiyatının en güç, buna rağmen en güzel eserleridirler. Oda müziğindeki önemli eserleri şunlardır: Keman sonatları op. 78, 100, 108, iki viyolonsel sonatı; op. 38 ve op. 99 piyano sonatları (en meşhur op. 120’dir), piyano triosu “La majör korno triosu” op. 40, üç yaylı sazlar kuarteti op. 25, 26, 60, piyanolu kentet op. 38, iki yaylı sazlar seksteti op. 18, 36. Brahms’ın eserlerinin en önemllileri olarak dört senfonisi dikkat çeker. Bunlar 1876 – 1885 yılları arasında yazılmıştır; op. 68, 73, 90, 98. Orkestra eserlerinin önemli örnekleri arasında sayılmaktadırlar. Çok yetkin bir çalgı uygulamasıyla (ki Brahms için en önemli özellik olarak bu yönünden bahsedebliriz) , zaman zaman Barok dönem müziğinden yararlanarak oluşturduğu bu eserler Brahms’ın bestecilik gücünü belli eder. Diğer orkestra eseleri arasında “Macar Dansları”, “Trajik” ve “Akademik Tören Uvertürü” vardır. Brahms keman için çok değerli bir keman konçertosu op. 77 ve keman ve viyolonsel için bir konçerto , op. 102’yi yazmıştır. Vokal müziği için 200 kadar “lied”, 17 kadar “düet” ve çok sayıda halk şarkısı üzerine yaptığı çalışmalar bırakmıştır. Op. 1 “Liebstreu” adlı “lied”inden son vokal eseri “Dört Ciddi Şarkı” op. 121’e kadar çeşitli konuları içeren şarkı çalışmaları “lied” formunda da usta olduğunu belli etmektedir. Bunların arasında doğaya ait olanlar önemli bir yer tutar. Koro eserleri arasında “Şans”, “Zafer Şarkısı” ve op. 45 “Alman Requiem” başta gelir. Brahms’ın bütün eserleri Kuzey Almanya ulusal ruhunu yansıtırlar. bestekarlar arasında yalnız Wagner’le iyi anlaşabilmiştir. Bu iki büyük sanatçı biri opera, diğeri çalgısal alanda düşünce birliği içinde olmuşlardır. Alçak gönüllü bir kişilik ancak otoriter bir kimlik sahibi olduğu söylenen Brahms’ın Klasik ve Romantik müziğe ait uygulamaları kaynaştırma konusundaki başarısının bütün çalışmalarında dikkat çektiğini söyleyebiliriz. BRUCH, Max (1838-1920). Alman besteci, 1880-83 arasında Liverpool Filarmoni Topluluğu’nda orkestra şefliği yapmıştır. Çello ve orkestra için ‘Kol Nidrei’; 3 senfoni, operalar, eserleri arasındadır. Ayrıca koro için dikkat çeken çalışmaları vardır. Koro, solo ve orkestra için, “Salamis”, “Odiseus”, “Çan Şarkısı”, “Aşil”, “Gustav Adolf” ve solo ve orkestra için “Roma Zafer Şarkısı” adlı eserleri ünlüdür. Bruch, iki keman konçertosu (sol minör ve re minör) yazmıştır ve bu iki konçerto romatizmin son zamanlarında verilen eserlerin güzel örneklerindendir. Bunlardan başka orkestra ve viyolonsel için “Kod Nidrei” adlı melodisi ve “Loreley” adlı bir operası bulunmaktadır
-
A A CAPPELLA (A Kapella) – Eşliksiz koro seslendirmeleri anlamına gelmektedir. ADAGIO – (İtal.) Ağır ve yavaş seslendirilecek anlamına gelmektedir. AIR – Arya. “Air” terimi çalgısal müzikte herhangi bir çalgı üzerine yazılmış bir parça için kullanıldığında o parçanın şarkı söyler gibi çalınacağına işaret eder. AKORDEON – Ortasında körük bulunan, tuşları yanına dizilmiş, bir kayışla boyuna asılarak ya da dizlerin üzerine konarak çalınan bir müzik çalgısı. Ortasındaki körüğün kullanıcının kolları ile hava ile doldurulması ve yine seslendiricinin dolan havayı körüğü bastırma yoluyla boşaltması sırasında tuşların kullanımı ile müzik üretilebilmektedir. Orta Avrupa köylülerinin uluısal çalgısıdır. Akordeon caz orkestralarında özellikle tango çalmak üzere bugün fazlaca kullanılır. ALBENIZ, Isaac – (1860 - 1909) İspanyol piyanist ve besteci. Albeniz, tipik İspanyol ezgilerini yetkince armonize etmiştir. İzlenimci (impressioniste) okuldan olan ve Debussy etkisinde kalan Albeniz piyano ve orkestra için başlıcaları; İspanyol şarkısı, Suite espanola, İberia suiti, La Vega, Albaicin, Catalonia adlarını taşıyan güzel eserler vermiştir. ALLEGRETTO – Allegrodan daha ağır şekilde seslendirilecek anlamına gelir. ALLEGRO – (İtal.) Çabuk, hızlı, canlı, şen, hareketli bir tarzda çalmayı ifade eder. ALLEMANDE – Avrupa’da 1600’lü yıllarda Avrupa’da moda olan ve kadınlı erkekli çiftler tarafından oynanan kıvrak bir danstır. AMATI – İtalya’da Cremona’lı ünlü keman ustası yetiştiren ailedir. 1596 ve 1684 yılları arasında yaşayan Nicola’nın kemanları üst kaliteye sahiptir. AMBROSIUS – 333 yıllarında Trier’de doğmuş, 374 yıllarında Milano’da papazlık yapmış ve orada 397’de ölmüş bir Hıristiyan Azizidir. Latin sözlü dini şarkıları bugün kilise müziği içinde kullanılmaktadır. ANAHTAR – (Alm. Schlüssel, Lat. Claves). Başına getirildiği dizeğin (portenin) içine yerleşmiş olan notaların hangi sese ait olacağını (hangi frekansta ses çıkarması gerektiğini) belirleyen işaretlerdir. Başlıca Sol, Do ve Fa anahtarları kullanılır ve her biri işaretlendiği yerden sonraki seslendirmelerin ton, ses düzeni vb. belirler. ANDANTE – Bir müzik parçasının ağırca çalınacağını bildiren terimdir. ANIMATO – Canlı seslendirilmesi gerektiğini belirtir. ANTHEM – (İng.) Motet ve kentet gibi kilise eserlerinin İngilizce adı. ANTIPHONA – (Yun. Antifonas) Çocuk ve erkek seslerinden oluşan bir koronun seslendirmesi. Ortaçağ içinde ilk Hıristiyan korolarına bu isim verilmiştir. APPASSIONATA – Canlı, şiddetli seslendirilmeli anlamına gelmektedir. ARCO – ‘Yay’ anlamına gelir. Keman yayı, viyola yayı vb... Yayla çalınacağını işaret eder. ARS ANTIQUA – (Lat.) 14. Yüzyıl içinde ‘Eski Sanat’ olarak tanımlanan sanatsal eğilime verilen addır. Yine müzik tarihi içinde eski tarz org çalmaya verilen isim. ARS NOVA – (Lat.) Ondördüncü yüzyıl müziğinde kullanılan ve Philippe de Vitry adlı bir Fransızın ortaya koyduğu ‘Yeni Sanat’ anlamına gelen uygulama ve sanatsal eğilim. ARTİKÜLASYON – Bir melodinin, bir seslendirmede yer alan seslerin belirginleştirilerek çalınması ya da söylenmesi anlamına gelir. ARYA - İnsan sesiyle sunulan solo parçası. Aryalar, opera eserleri içinde çok kullanılan bir türdür. ASSAI – (İtal.) Çok anlamına gelir. AUBER, Daniel François Esprit – (1782 - 1871) Fransız opera bestecisi. Cherubini’nin öğrenciliğini yapmış, 1842’de onun yerine Paris Konservatuvarı yöneticiliğine getirilmiştir. 1828’de besteleyerek sahneye koyduğu “La Muette de Portici – Porticili Dilsiz Kadın” operasıyla ünlü olmuştur. Bundan iki yıl sonra da yine büyük bir başarı kazanan “Fra Diavolo” operasını oynatmış, bu iki eser onun ününü yaygınlaştırmıştır. Eserlerinden bazıları: “Siyah Domino” ve “Taç Elmasları”dır. Auber’in operaları daha çok “opera buffa” (komik opera) türündendir. Melodik ağırlıklı, etkili şarkı ve aryaları içeren eserleri bulunmaktadır. AULOS – Eski Yunan müziğinin başlıca çalgılarından biridir. İki birbirine yapışık klarnet benzeri borudan oluşmaktadır. Büyüklükleri çeşitlidir.
- 26 cevap
-
- 1
-
-
Bela Bartok ve Piyano Eğitiminde Mikrokosmos Türkiye’de piyano eğitimi konusunda birçok güçlüklerle karşı karşıya kalınmaktadır. Piyano metotlarının amacına uygun olarak kullanabilmesi için piyanist ve eğitimcilerin rehber niteliğinde kitaplara gereksinimi vardır ve Türkiye’de bu tip kaynaklar yeterince bulunmamaktadır. Bela Bartok’un eseri olan ve basitten zora doğru sıralanmış 153 küçük parçadan oluşan Mikrokosmos adlı piyano metotları, Türkiye’de piyano eğitiminde her seviyede kullanılan bir eserdir. Parçaların analiz edilerek, Türkçe açıklamaları ile verilmesi bu kaynaktan daha verimli yararlanılabileceği düşüncesini ortaya koymuştur. Bu araştırmanın yapılmasındaki temel amaç, Bartok’un besteciliği, eserleri ve piyano eğitimciliğini incelemek ve onun Mikrokosmos adlı eserini oluşturan küçük piyano parçalarının analizini yaparak, bu parçaların nasıl çalınacağına ilişkin, piyano öğretmenlerine rehber kaynak oluşturmaktadır. Bu araştırmada kaynak tarama yöntemi kullanılmıştır. 153 parça tek, tek teknik (tuşlama, el bağımsızlığı, parmak kullanımı) ve müzikalite (notasyon, ritim, anlatım) yönleri ile analiz edilmiş, Bela Bartok’un ve araştırmacının parçaların çalınışına ve amacına ilişkin açıklamalarına yer verilmiştir. Ayrıca parçaları çalarken karşılaşılabilecek zorluklara öneriler getirilmiştir. 28 ve 114 nolu parçaları örnek olarak verebiliriz. No 28: Oktavdan Kanon A.Teknik 1. Tuşlama: Legato 2.El bağımsızlığı: Kontrpuan B. Müzikalite 1.Ritim: Senkoplu ritim 2.Anlatım a. Nüans işaretleri. Piano (Hafif). b.Cümleleme: Kanon formunda C.Açıklamalar Mi frijyen modunda. Cümle yapısı asimetriktir. İki eşit ses o şekilde seslendirilir ki biri diğerinden daha sonra başlar. İki ses arasında herhangi bir aralık farkı olabilir. No 28’de bu bir oktavdır. Buna oktavlı kanon denir. Aynı melodi No 7’de de kullanılmıştır. Kanon formunu iyi bir şekilde açıklamak için bu parçayı No:7 ile karşılaştırınız. Senkoplu notalar hafif vurgu ile çalınmalıdır. Nüanslara dikkat ediniz. No 29’da hazırlık için 4. alıştırmayı çalışınız. No 114: Tema ve Enversiyon (Ters çevirme) A.Teknik 1.Tuşlama: Legato ve Tenuto 2.El Bağımsızlığı a.Kontrpuan b.Çeşitli Tuşlama Formları: Tenuto’ya karşı Legato B.Müzikalite 1.Notasyon: Re Majör donanımı. Her iki elde anahtar değişimi. Karışık değiştirici işaretler. 2.Ritim: Ölçü değişimi 3.Anlatım: Nüanslar C.Açıklamalar Temanın ana hatları çok iyi belirlenmeli ve öğrenciye gösterilmelidir. Müzik cümlelerini ve nasıl geliştirildiğini göstermek gerekir. Parça bir si Minör ve Mi Minör birleşimidir. İlk iki ölçü sonraları değişik şekillerde 9–10 ve 17–18. ölçülerde tekrar edilen bir giriş cümlesi niteliğindedir. Temanın kendisi 3. ölçüde başlar ve enversiyon şeklinde 14. ölçüde tekrar eder. Bartok’un, piyano eğitimine katkıları: Bartok, piyano eğitimi için altı kitaplık bir dizi olan Mikrokosmos ile piyanoya yeni başlayanlar için düşünülmüş kolay parçalarını topladığı “Çocuklar İçin” (For Children) ve “32 kolay piyano parçası” (32 Leithe Klavier Stücke) adlı iki albüm yazmıştır. Bu iki albümdeki tüm parçalar, halk ezgileri ve halk danslarıdır. Bartok, bu şarkı ve dansları köy, köy dolaşarak derlemiş, daha sonra derlediği şarkı ve danslardan yararlanarak, yeni başlayanlar için hem öğretici, hem de sanatsal nitelikler taşıyan parçalar oluşturmuştur. “Çocuklar İçin” adlı kitabında parçalar iki ayrı bölümde toplanmıştır. Birinci bölümdeki parçalar Macar halk danslarından, ikinci bölümdekiler içe Çekoslovak Halk danslarından alınmıştır. Mikrokosmos’ta ise, çeşitli ülkelerin halk müziklerinden alınmış ezgilere sık rastlanır. Sağ ve sol elin arka arkaya ayni ezgiyi tekrarladığı polifon ve kanon biçimindeki parçalar, öğrenciyi çok sesliliğe alıştırmak amacı ile yazılmıştır. Her iki albümde de gerek müzikal yorumu, gerekse piyano tekniği geliştirmeye yönelik parçalar mevcuttur. Mikrokosmos’un Oluşumu: Bartok, 1920’lerde uluslar arası bir konser piyanisti olduktan sonra, resitalleri için piyano eserlerine gereksinim duymuştur. Ancak beş yıllık bir süreden sonra, piyano sonatını, birinci piyano konçertosunu, Out of Doors’u ve dokuz küçük piyano parçasını yazmıştır. Adı geçen son eser, 12’den fazla bestenin bulunduğu bir koleksiyondan alınmıştır ve bunlardan üçü ayrıca Mikrokosmos’un bir kısmını oluşturmaktadır. Bartok başlangıçta Mikrokosmos’u, resital parçalarının bir koleksiyonu yapmak için düşünmüştü. Oğlu Peter’a piyano dersleri vermeye başladıktan sonra, piyano çalmanın ilk evrelerindeki problemler bestecinin zihnini çok meşgul etmiştir. Bu nedenle küçük parçalar ve eksersizler yazmaya başlamıştır. Teknik ve müzikal yönden gittikçe zorlaşan parçalardan oluşan Mikrokosmos’u düzenlemeye karar vermiştir. Daha sonraları, oğluna uygunluk prensibini bir yana bırakıp Mikrokosmos’u bestelemeye devam etti ve 1939’da tamamladı. Mikrokosmos, çeşitli stillerde bestelenmiş parçaların bir serisi olarak kabul edilmektedir. Burada çeşitli bestecilerin tarzlarını temsil eden üsluplara rastlanabilir. Örneğin Couperin (no:117), Bach (no:79,91), Schumann (no:80) ve Gershwin (no:151) bunlardan birkaçıdır. Mikrokosmos, Bartok’un bir halk müziğini bir sanat müziğine dönüştürme yollarını hayranlık verici bir şekilde gösteren bir eser olarak ta bilinmektedir. Mikrokosmos’un diğer bir amacı da öğrencilere çağdaş yöntemler aracılığıyla bir müzik bestesinin unsurlarını öğretmektedir. Gerçekten de bu eser bir çok kaynak kitap tarafından besteciler için çalışma kitabı olarak tavsiye edilmektedir. Mikrokosmos’un bahsedilen altı cildi, Bartok’un kendine özgü yöntemleri ile tüm batı müziği dünyasına geniş bir açıyla bakmayı sağlamaktadır. Bartok’un piyano çalma üzerine görüşleri: Bartok’a göre piyano, en kuvvetliden en hafife kadar vuruş kalitesine ve ses çıkarma özelliğine sahip bir alettir. Bu nedenle piyanoda temel prensibin, tuşa dokunma ya da başka bir deyişle vuruş şekli olduğunu ifade eder. Bartok’un Mikrokosmos’ta kullandığı semboller, parmağa vuruş şekli ile tam anlamlarına kavuşurlar. Örneğin piyanistler Tenuto işaretini, zayıf bir basıncı veya notanın tam değeri ile çalınacağı bir işaret olarak yorumlarlar. Bartok onlara üçüncü bir anlam daha ekler. Ona göre parçaya renk ve çeşitlilik katan bazı notalar, tuşa vurmak yerine ona sadece baskı uygulamakta elde edilebilir. Bartok’un piyano öğretme kuralları: *Bartok piyano eğitiminde, müzisyenliğe çok önem vermiştir. Kısaca şöyle demiştir: “bir insan müzisyen olmadan piyanist olamaz”. Buradan, Bartok’un teknik gelişmeleri önemsemediği anlaşılmaktadır. Teknik, piyano çalmada bir sonuç değil, yalnızca bir araçtır. *Öğrenci bir eseri yorumlarken, bestecinin vermek istediği duyguyu tam olarak ifade edebilmelidir. Buna bağlı olarak Bartok, öğrenciye bir eseri yorumlatırken en ufak bir detayı bile göz ardı etmiyor ve tam sonucu almadıkça, bir sonraki parçaya geçmiyordu. *Üçüncü temel kural ise “gösteri şeklinde öğretme” idi. Buna göre parçadaki önemli yerleri açıklarken o kısımları tekrar, tekrar çalardı. Bartok’un eğitimcilik üzerine düşünceleri: Bartok piyano öğrencileri arasında bireysel farklılıklar olduğunun bilincindeydi. Örneğin, Mikrokosmos’un önsözünde, öğrenciler yetenekli ve az yetenekli olarak ikiye ayrılmıştı. Yayımlanmamış notlarında ise öğrenciler arasında vasat olanlara özel yetenekli olanlara yer vermiştir. Bartok, bireysel farklılıklardan doğan sorunları gidermek için şu yöntemleri önermektedir: *Parçaların sırası, öğrencinin yeteneğine uygun olarak değiştirilebilir. *Parçaların birçoğu belirtilenden daha hızlı ya da yavaş çalınabilir. *Çoğu kez aynı tekniği geliştirmek üzere hazırlanmış birden fazla eser vardır. Bunlar arasında bir seçim yapılabilir. *Öğretmen, öğrenci için egzersizler üretmelidir. *Öğretmen parçaları seçerken, öğrencinin eksikliklerini göz önünde bulundurmalıdır. *Öğretilmek istenen kavram ve beceriler bir sıra dâhilinde olmalıdır. *Öğrenci ders süresince en az öğretmen kadar aktif olmalıdır. Öğretmenin örnek verdiği şeyleri öğrencinin de tekrarlaması onun daha kolay bir şekilde algılanmasını sağlayacaktır. *Teorik bilgiler yeri geldikçe öğretmen tarafından verilmelidir. Çünkü başlangıçta piyano öğretiminden çok teorik bilgiye yer verilmesi öğrencinin yaratıcı gücünü büyük ölçüde azaltmaktadır. *Öğretmen gerektiği zaman öğrencisini ödüllendirmelidir. Bu, öğrencinin özgüvenini kazanması açısından çok büyük bir önem taşır. *Mikrokosmos’u kapsayan alıştırma, etüt ve parçalar öğrencinin ilgisini çekecek düzeyde ve onun sistemli bir şekilde çalıştırmaya yöneltecek düzeydedir. Aynı zamandı parçalarda verilen kurumsal bilgiler ve parçalar birbirleriyle dengelenmiş durumdadır. *Bartok, öğrencinin Mikrokosmos’a ilgisini çekmek için birçok parçaya ilginç başlıklar koymuştur. Sandalla Gezme, Ejderhaların Dansı ve Bali Adasından bunlara birkaç örnektir. *Bartok’a göre öğrencide piyano çalmaya karşı istek uyandırabilmek çok önemli bir unsurdu. Bu yüzden Mikrokosmos’un ilk üç cildi kısa ve kolay parçalardan oluşmuştur. Bu parçaların uzunlukları ortalama 16 ölçüdür. Bu parçalar beş parmak dizisinde yazılmışlardır ve zorluk derecelerine göre sıralanmışlardır. Ayrıca parçaların üçte biri için kısa hazırlık egzersizleri vardır. Birinci cildin en büyük yararı Fa anahtarını hiç zorluk çekmeden öğretmesidir. Diğer metotlarla, çocuğun Fa anahtarını okuyabilmesi için altı ay geçmesi gerekirken Mikrokosmos’ta ise, sol ele ait portede ikinci aralıktaki Do’yu gösterip piyanodaki yeri budur demek yeterlidir. Ayrıca Bartok, notaları bitişik aralıkta ve her iki elde paralel olarak yazıldığı için, Do hareket noktası alınarak üst ve alt notalara geçmek zor değildir. Melodi her iki elde paralel olarak çalınacağı için, çocuk yanlış çaldığı notanın farkına varır. İleriki yaşlarda çocuk göz alışkanlığı ile öğrendiği Sol ve Fa anahtarlarını kolayca hafızasına alacaktır. Bartok’un Mikrokosmos’unu müzisyenlik açısından incelendiğinde elde edilen sonuçlar: *Besteci, Mikrokosmos’ta her bir eserin nasıl çalınması gerektiğini çok ayrıntılı bir şekilde belirtmiştir. *Bütün parçalarda, tempo işaretleri, metronom işaretleri, çalınma süresi, nüans işaretleri, açıklayıcı işaretler ve diğer semboller eksiksiz olarak kullanılmıştır. Bartok’a göre: *Bir nüans işareti, yerine diğer gelinceye kadar geçerlidir. *Bağlı iki notadan, ikincisine doğru dekreşendo yapılır. *Senkoplu notalar biraz ağırlıklı ve vurgulu çalınmalıdırlar. *Her ölçünün ilk zamanı ana vurguyu alır. *Fermata, altındaki notanın değerini hemen, hemen iki katına çıkarır. *Eğiri çizgiler legatoyu göstermek için kullanılırlar. *Eğer iki bağ bir notada buluşursa, cümle o notada sona erer ve o notada yeniden başlar. *Ayırma işaret, cümleler arasında legatonun kesileceğini gösterir. Bu işaretten önceki cümlenin son noktası kısa bir şekilde çalınmalıdır. Bunun anlamı, fark edilmeyen bir durak demektir. Durak süresi, virgülden önceki ve sonraki notalardan eşit olarak alınır. Mikrokosmos’u oluşturan parçaların ritim ve tonalite bakımından incelenmesi: *Parçaların % 40’ından fazlasında senkop kalıplarına rastlanır. *Eserde, bazıları birkaç parçada tekrarlanmış olan 600’e yakın senkop kalıbı vardır. *Birinci ciltteki parçalarda ölçü değişikliklerine çok ender olarak rastlanır. *Karma ve düzensiz ölçüler 2. ciltte görülür. Daha sonraki ciltlerde ise karma ve düzensiz ölçüler giderek artarlar. *Parçalardan no:97, 130 ve 138’de poliritime rastlanır. Bu, her iki eldeki farklı ritimlerin zıtlık oluşturan karşılaşmalarıdır. *Parçaların çoğu pentatonik ve modal yapıdadır. *Bartok, Mikrokosmos’a birçok parçada, farklı tonaliteleri aynı anda kullanılmıştır. Örneğin 59 nolu parçada aynı temel sese sahip iki mod bir arada kullanılmıştır. Sağ el Fa minör, sol el ise Fa diyezdedir. No:122’de ise iki farklı ton kullanılmıştır. Üst parti Sol majör, alt parti ise Do lidyendir. *Bartok, Mikrokosmos’ta artmış dörtlü, eksik beşli ve yedili akortlarına oldukça çok kullanılmıştır. Bu akorları kullanmış olması, onun halk şarkılarından etkilenmesinin bir sonucudur. *Mikrokomsom’ta değişik kadans şekilleri kullanılmıştır. Örneğin minör moddaki bir parça, majör akorla bitirilmiştir. Bazı parçalarda bitiş akoru dominant üzerindedir. Parçalar bazen tonik 4/6 akoru ile veya toniğe karşı sansibl sesin aynı anda duyulması ile biter. Ayrıca plagal kadans ta sık, sık kullanılır. Bu araştırmanın, piyano eğitimine yardımcı olmasını diler saygılarımı sunarım. Alıntı :Suzan Beydağ
-
Johann Strauss Jr. & Blue Danube Dünyaca ünlü Avusturyalı besteci Johann Strauss’un oğlu, “Valsin kralı” Johann Strauss Jr. (1825 – 1899)… Blue Danube (An der schönen blauen Donau / Mavi Tuna) başta olmak üzere, Emperor’s Waltz (Kaiser-Walzer), Voices of Spring (Frühlingssümmen), Roses from the South (Rosen aus dem Süden) gibi birçok valsin yaratıcısı Johann Strauss Jr… Bir vals ritüeli olan “Blue Danube” (op.314 – Mavi Tuna) ile adını “Valsin Kralı” olarak tarihe kazıyan Johann Strauss Jr., bu valsiyle çocuk yüreklerimizde taht kurmayı başarmıştır, hatta zihnimize nüfuz etmiştir diyebiliriz. Çocukluğumuzun vazgeçilmezi “Susam Sokağı”ndaki “Bu benim önüm önüm önüm… Bu benim sırtım sırtım sırtım…” şeklinde, o zamanlar, biz çocuklara önümüzü arkamızı öğreten bu eserde, parçanın sonunda kuklalardan birinin “önüm arkam.. önüm arkam” derken kendinden geçtiği bu klibi eminim hatırlamışınızdır… Şahsen çok net hatırlıyorum ve Strauss hayranlığımın tohumlarını bu klibe borçlu olduğumu düşünüyorum… Bununla birlikte, Looney Tunes’ın vazgeçilmez kahramanı Elmer Fudd’un orkestra şefi olduğu “Blue Danube” sahnesi geliyor aklıma… Kısaca bu sahnenin teması: Strauss Jr.’ın büyüleyici tınıları eşliğindeki kuğuların seremonisine kendini kabul ettirmek isteyen çirkin ördek yavrusunun kuğu ailesinden ezik bir biçimde dışlanması… Bununla birlikte Johann Strauss Jr.’ın anısına, 1953 yılında yapılan ödüllü “Tom ve Jerry” çizgi filmindeki Johann Mouse karakteri… Bu çizgi filmde Strauss Jr.’ın “Emperor’s Waltz” (Kaiser-Walzer op.437) eseri kullanılmıştır. Bununla birlikte birçok filmde de Strauss Jr.’ın eserleri ve melodileri kullanılmıştır. Birkaç örnek: Alfred Hitchcock imzalı, 1933 yapımı “Waltzes from Vienna” adlı sanatçıyı anlatan biyografik film. Stanley Kubrick’in unutulmaz filmi 2001: A Space Odyssey’de (1968, 2001: Uzay Macerası) ve Avrupa sinemasının son dönemdeki yetkin filmlerinden, Dominik Moll imzalı Lemming (2005, Kuzey Faresi). İlginçtir, Lemming’de Mavi Tuna bir yolculuk esnasında arabanın teyibinden çalınıyor kulağımıza. Moll’un 2001: A Space Osyssey ile örtük bir ilişki kurduğu kesin. Evet, bu filmler yalnızca bazıları… Bunun dışında 1938 yapımı “The Great Waltz” filmi. Bu filmde müzisyenin hayatı anlatılmış olup, Strauss Jr.’ı Fernand Gravey canlandırmıştır… Ayrıca “Kül Kedisi”, “Pamuk Prenses” gibi pek çok masal filmlerinin olmazsa olmazıdır Strauss Jr.’ın valsleri… Aslında koro için yazılmış bir vals olan “Blue Danube”, ilk olarak şiirle birlikte koro tarafından seslendirildiğinde beklenen başarıyı yansıtmamıştır. Sonra şiir kısmı atılmış ve eseri yeniden orkestra için düzenlemiştir Strauss Jr. Sonuç olarak eser, büyük yankı uyandırmış ve valslerinin en ünlüsü olan “Blue Danube” valsi doğmuştur. Günümüzde halen birçok filmin müziği (reklam filmleri dâhil) olmaya devam eden bu vals ve Strauss Jr.’ın diğer valsleri, çağımıza damgasını vurmaya devam etmektedir… Strauss Jr.’ın müziği her yıl, Viyana Filarmoni Orkestrası’nın ünlü yeni yıl konserinde çalınmaktadır. Bu âdet, 1929′da Viyana Devlet Orkestrası ile özel bir Johann Strauss Jr. programı yapan Avusturyalı orkestra şefi Clemens Krauss’un çabaları ile geliştirilmiş olup 1941′den beri aralıksız devam etmektedir.
-
Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri “Bütün sanatlar içinde yapısı gereği, insan duyularını en çok avucu içine alan, fiziksel olarak insanı büyüleme gücü en yüksek sanattır müzik.” —Pierre Lasserre— Yazar Pierre Lasserre, bir dahi; ama düşünceleri karmaşık, felsefi görüşleri ve estetik duyarlılığı belli belirsiz; derinden derine birbirine karşıt, yapıları ve kaynakları hiç uyuşmayan bazı kuramları ve zevkleri olan Friedrich Nietzsche’nin düşünce dünyasının karmaşıklığını ve karanlık döneminin dâhiyane evresini ele almaktadır Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri adlı eserinde. Eserin asıl teması; Nietzsche’nin, “Tragedyanın Doğuşu”ndan “Richard Wagner Bayreuthta” kitabına değin uzanan düşünceleri ve ölümünden sonra bulunan, bu eserlerle ilgili, notlar perspektifinde Nietzsche’nin müzik üzerine olan görüşleridir. Yazar, müzik üzerine ilk fikirleri evrenin metafizik-estetik bir anlayışına dayanan Nietzsche’nin savlarını, Arthur Schopenhauer – Richard Wagner – Eski Yunanlılar (özellikle Apollon – Dionysos) ekseninde ele almıştır. Eserde “…Yunan doğasının temelde müziğe dayalı bir doğa olduğunu, bunun uzun süre, önce Sokrates felsefesinin, sonra sonra Hıristiyanlık insancılığının içinde boğulduğunu, şimdi ise çağdaş müzikte ve özellikle Richard Wagner’de yeniden ortaya çıktığını, bütün bunların sonuncunda müzik yaratısı dürtüsü ve gereksiniminin dünyanın karamsarca algılanmasına bağlı olduğu…” kanıtlanan savların başında gelmektedir. Karşılıklı beslendiğine inandığım “müzik ve felsefe”nin mükemmel uyumu, Lassserre’in “Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri” adlı bu eserinde ispatlanmıştır. Eserin arka kapağındaki yazı ise ilgi çekicidir: “Nietzsche’nin düşünce evreninde müzik daima büyük bir yer tutar. Yazarlık yaşamının başlarında müziksel esini ve müzik heyecanını metafizik gerçekliklerin bir aracısı gibi almıştır. İnsan aklının gelişiminde ve insan ruhunun oluşumunda müziği daima ön planda tutmuştur. Müzik, o dönemde, onun düşün dünyasının neredeyse tümünü kapsıyordu. ‘Müziğin derinliklerinde doğmuş olanlar ve bu dünya ile ilişkileri temelde müzikle kurulmuş olanlar’ için yazıyordu denebilir.” Eski Yunan’dan günümüze kadar birçok filozof az da olsa müzikle ilgilenmiştir. Platon, Aristoteles, Sokrates, Konfiçyus, Descartes, Leibniz, Hegel, Kant, Schopenhauer ve nihayet Nietzsche… gibi filozofların eserlerine baktığımızda az çok müzikle ilgilendikleri, hatta müzik teorilerine katkıları olduğu anlaşılır. Nietzsche’nin -kendisinin kendisiyle olan mücadelesinde- müzik anlayışı Richard Wagner’e olan ilgisinden anlaşılmaktadır. Schopenhouer-Wagner ekseninde geliştirmiş olduğu bu felsefesi, hayatının inişlerini ve çıkışlarını belirlemiş, aynı zamanda Nietzsche’nin çelişkili ruhsal durumunun felsefesine yansımasının tamamlayıcısı olmuştur diyebiliriz… Nietzsche’yi anlamak gerçekten zordur. Bırakın müzik hakkındaki düşüncelerini, felsefesi hakkında da sağlam bir yorum yapamayız. Çünkü Nietzsche çelişkilerin adamıdır… Kendi yansımasında bile çelişki vardır. Bu eserde, Nietzsche’nin, Schopenhauer’in müzik kuramı ve müziksel esin başta olmak üzere, müzikli dramada müziğin mimik ve söz ile bağlarına paralel olarak opera hakkındaki eleştirileri, Wagner’e ve onun sanatına değgin karmaşık düşüncelerinin izini sürebilir, az da olsa bazı soru işaretleri hakkında ipuçları bulabilirsiniz…
-
Bir klasik olarak geliyor bana günümüzde klasik müzik üzerine yapılan eleştiriler… Toplumumuzda üvey evlat muamelesi gören ve dinleyici kitlesinin azınlıkta bulunduğu bu türde görünen tablo şudur ki, klasik müzik ve dinleyicisi üzerine yapılan ve güncelliğini koruyan eleştiriler artık klasikleşmiştir ve bir klasik müzik klasiği haline gelmiştir. Maalesef ki “klasik”tir; çünkü zamane hala bu türle ilgili önyargıları asimile edememiştir. Belki burada bahsedeceklerim size basit gelecektir. Zira basittir bahsedeceklerim: Hepimizin bildiği ya da bilmek istemediği “ayrıntılar”dır. Benim ısrarla yaptığım ya da yapmak istediğim sadece bu ayrıntıları kodifike ederek yansıtmaktır. Haklı olaraktan sorabilirsiniz: “Klasik müziğin misyonerliğini mi yapıyorsun?” diye. “Evet, klasik müziğin misyonerliğini yapıyorum ve bundan büyük bir keyif alıyorum.” diyebilirim sizlere. Gerek politik gerek magazinel olaylarla meşgul edilen toplumumuzda farklı bir kulvarda (gereksiz algılanan) yazarak hizmet etmenin adı bu olsa gerek değil mi? Peki, bu konu hakkında profesyonel miyim? Tabii ki hayır… Herhangi bir sıfatla değil, duyarlı bir birey olarak hareket ediyorum sadece. Çünkü klasik müzik bir nüanstır sanatta benim için. Belki sanatın orijininde düşünmemdir müziği, klasik müziği… Bütün mesele bu sanırım… Klasik müzik… Klasik müzik… “Cenaze Marşı” havası vererek insanları korkutan, kitlelere soğuk gelen, yığınları ürperten tınıların efendisi… Kasvetinin geldiği karanlık geçmişiyle tüyleri diken diken eden kompleks kilise müziği… Ne kadar ilginç değil mi bu tanımlamalar? (sadece küçük bir kısmı) İlginç olduğu kadar acı verici, feci birşey aslında. Bu bitmek bilmeyen önyargılar dogmalaştırılarak adeta bir leke gibi klasik müzik üzerine çullanmıştır. Bu önyargı ve küçümsemelerle, hor görmelerle gerek okul çevremde ve gerekse de özel yaşamımda o kadar çok karşılaştım ve karşılaşıyorum ki neden diye merak etmeden geçemeyeceğim. Eğer sizler benim durumumda değilseniz gerçekten çok şanslısınız diyebilirim. Çünkü çok zor gerçekten, bu tarz insanlarla ilişki kurmak. Bu eksende farklı bir bakış açısı sunmak isterseniz anlaşılmayacağınız durumlarla karşılaşırsınız örneğin. Ama bir hırs varsa içinizde ısrarla bir delik bulur ve çıkarsınız yüzeye. Çevrenizdeki insanlar eğer esnekse rahatsınız demektir; ama değilse de bu sertliği törpülememek için eli kolu bağlı oturmak sabırsız bir insan için zor olsa gerek. Klasik müzikteki önyargılar sadece bir kesittir törpülenecek. Emin olun o kadar çok kesit var ki… İnsan ister istemez bir reaksiyon gösteriyor rahatsız olduklarına… Size bir örnek vermek istiyorum: Bir gün, sanırım beş altı sene önce, bulunduğum bir ortamda yerli yabancı pop, arabesk falan karışık çalıyorlardı. Damardan parçalar öncelikli tabii. Onlar damardan parçalar dinlerken benim damarıma basmışlardı doğal olarak ve bu sebeple yeri gelen bir muhabbet sırasında onlara bir deneyden bahsettim (ilginç bir ironiydi aslında benim için). Deney yurt dışında bir üniversitede, müzik türlerinin bitkilerin gelişimine etkisi üzerineydi: -İki farklı bitki grubundan birine arabesk, diğerine klasik müzik dinletilmiştir. Arabesk müzik dinletilen grup çabuk çürürken, klasik müzik dinletilen gruptan ise daha çok verim alınmıştır… Alıntı :Melike Karagül
-
Bebeklere klasik müzik dinletmek, bebeklerde bir fark yaratır mı? Bu konuda farklı görüşler olsa da bir çok uzman, klasik müziğin beyni eğitici yönü olduğunu ve duygusal gelişim sürecini canlandırdığını düşünüyor. “Mozart etkisi” olarak adlandırılan bu teoriye göre, klasik müziğin, zekayı artırdığı, sağlıklı gelişimi sağladığı, aile bağlarını kuvvetlendirdiği ve dahi çocukların doğmasına yardımcı olduğuna inanılıyor. Sayısız araştırma, bebeklere ana rahminde ve erken yaşlarda müzik dinletmenin, düşünce ve bilgi akışını sağlayan sinirsel dokuları kurmaya yaradığını ortaya koymuştu. Araştırma, klasik müziğin beyinde, sakinlik hissini yayan alfa dalgalarını harekete geçirdiğini de öne sürüyor. Erken doğan bebeklerle ilgili yapılan yeni bir araştırma da klasik müziğin bebekleri sakinleştirdiğini ortaya çıkardı. Florida’da, yasalara göre, tüm devlet okullarında klasik müzik çalınması isteniyor. ABD’de birçok hastane de yeni doğum yapmış kadınlara klasik müzik CD’leri veriyor. İngiltere’de, birçok ebeveyn bu teoriye ne kadar inandığını, “Bebekler için Klasik FM Müzik CD”lerini haftalarca satış listesinde birinci sırada tutarak gösterdi.
-
Antonin DVORÁK, (1841-1904) Çek Besteci
Dvorak şurada cevap verdi: Aries başlık Müzisyenlerin Biyografileri
Annem, babam ve sevgili eşim Anna, yıllar sonra görmek bugüne kısmetmiş. Russalka yı dinleyin dostlarım. Beni en iyi o anlatır. Aries beni çok mutlu ettin -
Günümüzde en yoksul ailenin bile mutfağında tencere, tava gibi eşyalar bulunur. Ancak eskiden bunları edinmek öyle kolay bir iş değildi. Örneğin günümüzden üçbin yıl kadar önce, bu topraklarda büyük bir bakır kazan alabilmek için 12 öküz vermek gerekirdi. Oysa köleler kazanlardan ucuzdu. Çünkü bir köle için biçilen ölçü 4 öküz karşılığıydı. Yani büyük bir bakır kazan verilmesi halinde rahatlıkla dört köle alınabilirdi. Hitit kanununun 196. maddesindeyse erkek ve kadın kölenin bedelinin bir koyun olduğu belirlenmiştir. Koyunun fiyatı da 1 gümüş şekelmiş. Mavi yün elbise 30 gümüş şekel, koşum atı 20 gümüş şekel, bir büyük öküz ise 10 gümüş şekel olarak belirlenmiş. Köle fiyatı yere, zamana ve toplumlara göre değişiyordu. Bugün nasıl ki alışverişe gidecek olanlara gereksiz şeyler alıp çok para harcanmaması için basında çeşitli öneriler (markete tok karınla gidin gibi) yer alıyorsa, köle pazarına gideceklere de öğüt veriliyordu. Örneğin, Keykavus Kabusname de; "Bir kaç kez cima edip şehvet arzusunu defetmeyince köle satın alma ki, şehvet galebeliğinden ol demek çirkin dahi güzel görünür" diyor. Yani cariye almayı düşünüyorsan, pazara çıkmadan önce birkaç kez cinsel ilişkide bulunup, cinsel isteğini köreltmezsen hata yapıp çirkin birini alabilirsin diye uyarır. Osmanlı imparatorluğu'nda bir dönem en güzel kadın köle, yani cariye 70 riyal karşılığında alınabilirdi. Bu da, yuları ve semeri de dahil edecek olursak aşağı yukarı bir eşek parasıydı. II. Murat bir savaştan çok sayıda tutsak ile dönünce köle fiyatları iyice düşmüştü. Aşıkpaşazade güzel bir cariyenin bir çizme ile değiş tokuş edilebildiğini söylüyordu. Hatta padişah tarafından kendisine verilen dokuz cariyeyi büyük zorluklarla elinden çıkarabilmiş, çok zor satabilmişti. Buna karşılık köle fiyatları III. Murat döneminde fırlamıştır. Daha önce bir cariye 200 altına satılırken, bu padişah döneminde 1000 altını bulmuştur. Mesela Rodos Mutasarrıfı Maşuk Paşa gencecik bir bakire cariyeyi 750 altına almıştı. Buna karşılık kölenin çok daha ucuz olduğu ülkeler de vardı. Evliya Çelebi'nin belirtiğine göre, Mısır'da Habeş bir kölenin fiyatı çıksa çıksa 10 altına kadar çıkabilirdi. Osmanlı döneminde çıkarılan Ceride-i Havadis gazetesinin 2 Ocak 1841 tarihli sayısında yer alan bir ilanda, yeni doğum yapmış, sütü gür olan bir Arap cariyenin 3000 kuruşa satılacağı bildiriliyordu. Bu gazetenin 57. sayısında saz çalma, raksetme gibi yetenekleri olan bir Arap cariye için de 3000 kuruş isteniyordu. Hukuk sistemi içersinde köle insan olarak görülmezdi. Tarla, karasaban, öküz, kazan ne ise o da öyle bir şeydi. Yani mal ya da eşya olarak değerlendirilirdi. Alınıp satılır, kiralanabilir, hatta hediye edilebilirdi. Tartışılan, kölenin menkul mü, gayrimenkul mü olduğudur. Kimileri kölenin taşınır mal olduğunu söylerken, kimileri de taşınmaz mal olduğunu kabul ediyorlardı. Köleler savaşta tutsak edilenleden, ailelerinin sattığı çocuklardan, korsanların kaçırdığı insanlardan oluştuğu gibi kimi toplumlarda borcunu ödemeyen yoksullardan oluşuyordu. Antik Yunanistan'da ana babanın bazı durumlarda çocuklarını satabileceği yönünde bir adet vardı. Ancak her toplumun kendine özgü kuralları vardı. Örneğin Sümerler'de savaş köleleriyle yerli köleler arasında fark görülürdü. Yerli köleler en fazla 3 yıl bu statüde tutulabliyordu. Savaşlardan elde edilen köleler ise ömür boyu köle olarak kalıyorlardı. Ayrıca Sümerler'in sahip olabilecekleri köle sayısına da bir sınırlama getirilmişti ve bir ailenin en çok altı kölesi olabiliyordu. Kimi yerlerde kölelerin damgalandığı da olurdu. Örneğin Babil'de eğer efendisinin izni alınmamışsa bir kölenin damgasını silen berbere tırnaklarının sökülmesi cezası verilirdi. Babil'de başkasının kölesini istemeden öldüren kimsenin yerine bir başkla köle vermesi gerekiyordu. Hitit kanununun 2. maddesindeki düzenlemeye göre bir kölenin öldürülmesi halinde iki köle vermek gerekiyordu. Köleler hemen her işte kullanılırlardı; ev işlerinde, ekip biçmede olduğu gibi fuhuş işlerinde de bunlardan yararlanılırdı. Ünlü filozof Aristotales köleliği savunuyor, köleleri bir mal, eşya ve alet gibi değerlendiriyor, "Köle bir hayvan gibidir, çıkarlarımızı göz önüne alarak ona çok sert davranmamalıyız" diyordu. Günümüzde ucu öldürmeye varan tek eğlence boğa güreşleridir. Boğa güreşleri İspanya'da doğdu. Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Avrupa'da Portekiz ve güney Fransa'da yaygınlaştı. Boğa güreşi; "vahşi boğalarla dövüşme sanatı" olarak da tanımlanıyor. Halkın hoşlandığı bir eğlence olarak bu geleneksel gösteriler belirli kurallara bağlı olarak yapılır. Gösterinin sonunda ise boğa, matadorun son kılıç darbesiyle öldürülür ve hayvan ölünce alanın dışına çıkarılır. Eskiden de sonu ölümle biten gösteriler yapılırdı. Ancak bu gösterilerde ölen de öldüren de insanlardı. Antikçağda köleler eğlence sektöründe kullanılırdı. Roma'da gladyatör dövüşleri halkın eğlencelerinden biriydi. Hatta Roma Senatosu gladyatör dövüşlerini halk için bir eğlence aracı olarak kabul etmiş ve bu dövüşleri düzenleyen yasalar çıkartılmıştı. Bazen özgür insanların da gladyatör olduğu görülürse de gladyatörler genelde satın alınan savaş esirlerinden oluşurdu. Gladyatörler, dövüşlerin düzenlendiği bir arenası olan amfitiyatroda mücadele ederlerdi. Halk arasındabu dövüşler büyük coşku ile izlenirdi. Herkes tuttuğu gladyatör için tezahürat yapardı. Halkın "gırtlağını kes", "gebert", "yak" diye bağırarak izlediği dövüşlerde, yenen yenileni öldürürdü. Yenilen gladyatörün yattığı yerden elini kaldırarak bağışlanma dilediğini ifade ettiği görülürdü. Yaşayıp yaşamayacağı konusundaki son karar izleyiciler arasında bulunan imparator tarafından verilirdi. Halk yenik düşen ve çok sevdiği gladyatörün bağışlanması için "bağışla" diye bağırırdı. İzleyiciler arasında bulunan imparatorun başparmağını yukarı doğru kaldırması halinde halkın istediği yönde gladyatörün canı bağışlanmış olurdu. Şayet başparmağını aşağı doğru tutarsa öldürülürdü. Gladyatör dövüşlerinde vahşi hayvanlar da yer alırdı. Sonu ölümle biten dövüşlerde kimsesi olmayan gladyatörlerin cesetleri bu vahşi hayvanlara verilirdi. Dövüşü kaybeden öldürülürken, dövüşün galibine kimi zaman para ve değerli eşyalar verilirse de en önemli ödülleri bir palmiye ağacı yaprağı idi. Bu çok onur veren bir ödüldü. Gladyatör dövüşleri konusunda antik dönemde bazı ülkeler Roma'dan etkilenmişlerdi. Bu eğlenceler Suriye, Mısır ve Anadolu'da da benimsenmişti. Anadolu'da MS 1. yüzyılda gladyatör dövüşleri için amfitiyatrolar yapılmıştı. Anadolu halkı tarafından benimsendiği, o dönem içinde Nysa(Sultanhisar) ve Laodikeia(Denizli) gibi şehirlerde amfitiyatrolar yapılmış olmasından anlaşılıyor. Köleci toplumlar devrinde köle emeği öyle yaygın bir kullanıma dayanıyordu ki, köle sayısı toplumun özgür insanlarından kat kat fazlaydı. Söz gelimi antik Yunanistan'da en parlak çağını yaşayan Atina'da kadın, erkek ve çocuklar da dahil olmak üzere, özgür yurttaş sayısı 90 bin civar iken, 365 binden fazla köle, 45 bin de yabancı ve azat edilmiş insan vardı. Her yatişkin özgür erkeğe karşılık 18 köle bulunuyordu. İlk köleci devletler günümüzden 6 bin yıl öncesinden başlayarak 4 bin yıl öncesine kadar Mezopotamya'da, Hindistan'da ve Çin'de kurulmuştu. Daha sonra tüm kıtalara yayıldı. Köleci toplumların ortadan kalkmasıyla köle emeğinin ekonomik sistemdeki yaygın kullanımı sona ermişse de önemli bir öğe olarak yeniden kullanılmaya başlanması Avrupalı'ların Amerika kıtasını ele geçirmesinden sonra gerçekleşmiştir. Köle ticareti Avrupa, Amerika ve Afrika üçgenindeki deniz ticaretine bağlı olarak gelişmiş ve 18. yüzyılda en yüksek noktasına ulaşmıştı. Amerikan topraklarının tarımsal üretime açılmasıyla birlikte köle sayısı da artmıştı. Afrika'ya gemileriyle giden Avrupalı'lar zencileri çeşitli yöntemler kullanarak esir ediyor ve Amerika'ya götürüyorlardı. Bu yolla, bir ticari eşya olarak kaç insan götürüldüğü kesin olarak bilinmiyor. Politik eğilimlerine göre farklı sayılar veren araştırmacılara göre Amerika'ya götürülen toplam Afrikalı sayısı üç milyon ile elli milyon arasında değişiyor. Bilim adamı ve kaşif Dr. Livingston'a göre köle ticaretinin yapıldığı zamanlarda her yıl 350 bin zenci Afrika'dan götürülmüştü. Doktor Livingston bunların ancak 70 bininin Amerika'ya ulaşabildiği, geri kalan çoğunluğunun ise bakımsızlık ve hastalıktan yolda öldüklerini söylüyor. Köle ticaretinin iyi kazanç getiren, karlı bir iş olduğu anlaşılıyor. 1971 yılında köleliğe karşı çıkan bir kurumun Benin'de yaptığı bir araştırmaya göre, burada 17 İngiliz, 15 Hollanda, 4 Portekiz, 4 Danimarka ve 3 tane de Fransız köle istasyonu bulunuyordu. Köle işleriyle uğraşan şirketlerin çok büyük bir kapasiteye sahip oldukları anlaşılıyor. Örneğin, iki küçük İngiliz şirketi Amerika'ya 2 milyondan fazla köle taşımıştı. 18. yüzyılın sonlarında Bristol, Londra, Liverpool limanlarına kayıtlı 47 bin köleyi taşıyabilecek kapasitede 200 gemi kayıtlıydı. Bunlar Amerika'ya düzenli seferler yapıyorlardı. Köle ticareti yapan İngiliz'ler en başarılı olanlardı. Bristol ve Londra'da köle ticaretinin metalarına, yani sattıkları zencilere "Siyah Fildişi" diyorlardı. Köle ticaretinin yarısı onların elindeydi. ABD'nin bağımsızlığını ilan ettiği sıralarda 780 bin civarında olan köle sayısı sonraki yıllarda giderek arttı. Köle sayısı 1830 yılında 2 milyon olurken, 1860'da 4 milyona ulaşmıştı. Bir taraftan ABD'nin bağımsızlaşması ve özgürleşmesi gerçekleşirken diğer gtaraftan da bu ülkede korkunç möiktarda bir köle kullanımı söz konusu oluyordu. Kölelik ABD'de uzun yıllar sonra büyük mücadelelerin sonunda kaldırıldı. Ancak köle zencilerin torunları olan zenciler acılar çekmeye devam ettiler. Siyah insanla beyaz insan ayrımı çok uzun bir süre belli bir çizgi izleyerek ve yoğunluğu azalarak devam etti. Ayrımcılık yasalarla destekleniyordu. Örneğin 1875 yılında Tenesee'de zencilerle ilgili bir yasa çıkarılmış ve ardından güney eyaletlerinde kabul edilmişti. Yasa, trenlerde ve tramwaylarda ırk ayrımı uygulanmasını getiriyordu. Siyahlar ve beyazlar ayrı ayrı yerlerde seyahat etmeye mecbur ediliyordu ki, aslında yasanın yaptığı, daha önce var olan fiili durumu resmiyet kazandırmaktan başka bir şey değildi. Yasal düzenlemeler sadece seyahate ilişkin bir sınırlama ile kalmıyordu elbette. Farklı ırktan olanlara evlilik yasağı da getiriyordu. Yine çıkarılan yasalarla okullar, cezaevleri, hastaneler ve hatta mezarlıklar bile ayrılıyordu. Aslında bu zaten var olan durumun yasalara aktarılmasından ibaretti. Fiiliyatta kütüphaneler, tiyatrolar, oteller ve hatta asansörler bile ayrı kullanılıyordu. Bütün bunların dışında aynı dine inandıkları halde siyahlar ve beyazlar ayrı kiliselere gidiyorlardı. Hoşgörü yoksunluğu ve ırk ayrımcılığı geçen yüzyılda, yirminci yüzyılda da devam etti. Ayrımcılık üniversitelerde dahi görülüyordu. Örneğin, 1962 yılında James Meredith isimli bir siyahın Mississipi Üniversitesi'ne girmesi öyle büyük olayların çıkmasına neden olmuştu ki sonuçta iki kişi hayatını kaybetmişti. Yakın zamanlara kadar gazetelerimizde, ABD'deki bazı işyerlerinin kapılarında "Köpekler girebilir, zenciler giremez" şeklinde yazılar bulunduğuna dair haberler görülürdü.
-
Her gün sabahleyin uykudan uyanınca sesini işitirdim. -Helvaa! Taze susam helvaaa! Yetmiş beş yaşlarında, elmacık kemikleri çıkık, gözleri kanlı, ağzında dişleri kalmamış, saçları dökülmüş, ak sakalları uzamış ihtiyar bir adamdı. Üzerinde her tarafı yamalarla dolu kirli bir pantolon; ayağında kimin verdiği belli olmayan (belki de kendi parasıyla aldığı) arkaları basılmış deri ayakkabı; sırtında kirli, uzun kollu bir kazak vardı. Kazağın yenleri kirden parlıyordu. Çoğu zaman, sık sık akan burnunu bir eliyle tıkayıp, duvarın dibine olanca kuvvetiyle sümkürürdü. Cebinde buruşturulmuş kirli bir mendil bulunurdu; bu mendille burnunu ve elini silerdi. Tiz bir öksürüğü vardı, yaz kış geçmezdi... Sabahları, güneş doğar doğmaz penceremin önüne gelir, kuşluk vaktine dek helva satardı. Sabahın erken saatlerinde, onun sesiyle uykularından uyanan yalın ayak, kıçları donsuz, sümükleri akmış, ayakları takunyalı küçük kız ve erkek çocukları başına toplanırlardı. Analarından para alabilenler helva alırlar, alamayanlar ise başında beklerlerdi. Bir gün sabah çocuklar başına toplanmışlar, bazıları kızdırıyorlardı. Kızdıran çocukların üzerine doğru yürüyünce, diğer taraftan erkek çocukları helva aşırıyorlardı. Bir başka gün sabah yine penceremin önünde: -Helvaa!... Taze susam helvaaa!... Bu kez, pencereden bakmakla yetinmedim. Yanına gittim. Kimsesi olup olmadığını sorduğumda öfkelendi. Kanlı gözlerini bana doğru dikerek: -Var ya! Hayırsız olduktan sonra, deyip kesti. Anlatmadı nedense. Ben de üstüne gidemedim. Sonra öğrendim. Bu ihtiyarın astsubay bir oğluyla, iki de evli kızı varmış. Oğlu evli ve üç çocuklu olup, Kayseri'de görev yapıyormuş. Kızları da evlenmişler, Eskişehir'de ve Adana'da oturuyorlarmış. İki yıl öncesine kadar anneleri sağmış. Kanserden ölmüş. O zamanlar bu denli düşkün değilmiş. Üç evladında birisi, bir gün bile babamız ne durumda dememişler; ne bir mektup, ne de kendileri gelip aramışlar. Evlatlarıyla görüşmeyeli yıllar olmuş. Yaşlı helvacı, duvarları kerpiçten, üstü saz ve toprakla örtülmüş, eski bir hayvan damında yatıp kalkıyordu. Damın içinde eski bir yatak, bir yorgan, bir yastık, bir su testisi, eski bir ispirto ocağı, eski bir soba, birkaç bakır kap ve duvarda asılı kül rengi kirli bir pardösü vardı. Akşamları yorgun argın eve gelince, yatağının üstüne oturup ağlamaya başlıyordu. Bir ara duruyor, kendi kendine konuşuyordu: "A benim hayırsız evlatlarım, siz hiç utanmaz, arlanmaz mısınız? Ben size ne kötülük yaptım? Bunca yıl sizin için didindim durdum. Sizlere gün yüzü gördüreceğim diye gece mi gündüzüme kattım. Kızları anlıyorum, el oğlunun elinde. Ya sana ne diyeyim? Yazıklar olsun sana. Ulan! İnsan karıdan bu kadar korkar, çekinir mi be?..." Bir başka günün gecesi. Yine gözleri yaşlı. "Gelmenizden de geçtim. İnsan bir mektup atar, halimi hatırı mı sorar. O da yok sizde. Dilerim, Allah yokluk göstermesin. Sizin evlatlarınız da sizin bana yaptığınız gibi yapsın. Görün o zaman yalnızlık, gurbetlik, hâl-hatır sormamak nasıl oluyormuş" dedi. Bir gün yaşlı helvacının oturduğu damı yıktılar. Yerine yeni bina yapılacaktı. Zaten kendisinin değildi. Bundan sonra yatıp kalkacağı yeri de yoktu. Bir süre, boş bir arsa içinde, hurda tenekelerden yaptığı derme çatma barakada barındı. Sonra o da yıkıldı. Sipsivri kaldı. Kış geldi. Havalar iyice soğudu. Yaşlı helvacı o kış duvar diplerinde, merdiven altlarında yattı. Hayır severler, kaldığı yerlere birer tas sıcak çorba, yemek ve ekmek getiriveriyorlardı. Nedense, o kış çok daha fırtına oldu. Kar erken bastırdı. Yaşlı helvacı ölmeden o kışı da çıkardı. Fakat ayakları pek tutmuyordu. Çok zor yürüyordu. Artık penceremin önüne gelip, helva da satamıyordu. Helvadan kazandığı üç-beş kuruşu da bitirdi. Aradan epey zaman geçti. Göremez oldum. Başka yerlerde de rastlamadım hiç. Daha sonra, duvar dibinde bulunan ölüsünün belediye görevlileri tarafından kaldırıldığını öğrendim.