Zıplanacak içerik

berceste

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

berceste tarafından postalanan herşey

  1. not : ben elçi falan değilim leo busqalio ve Dale carnegia bulursan sevinirim
  2. duydun mu dogville Cemil meriç miş ücretli hıı tamam ben ücretini gönderirim sen bir bulda inş..
  3. cemil meriç mi hakikaten ? öyleyse ben severim ....
  4. dedin bende sana isim isim söyledim... ama fikir kitaplarından bişey bulamadım... tabi rus edebiyatından çok güzel eserler vardı.. Çok tşk... Fakat madem bana deşifre yaptırdın , o yazarların eserlerini bulmak senin vazifen oldu desem çok mu olur
  5. özü köz olanın , sözü öz olur boşuna denmemiş....
  6. dedim ama adam pek bir ruhsuz okuyor
  7. Allahu teala ayeti kerimede de bizlere bunu belirtmiyor mu? Okuduğu ile amel etmeyenlerin hali nicedir acaba...
  8. verdiğin siteden suan anna karaninayı dinliyorum
  9. almasına alırım da... biraz daha açsak hiçte fena olmaz diyorum...
  10. Mesela Dosto , Balzac ve Shakespeare eserleri olabilir... Fikir kitabı olarak Seyyid Kutup , Mevdudi vb.. olabilir... Leo busgalio , Dale carnegia olabilir.. vs... vs.. ya çok varda bir an aklıma pek gelmedi... suan aklıma gelenler bunlar...
  11. Ben aradım fakat bulamadım... Rus edebiyatından bir kaç kitap buldum... Zaten bende daha ziyade fikir kitaplarını okumayı severim... fakat hiç raslamadım... bana site adresi verirsen sevinirim bu arada senin dediklerin ne tür fikir kitapları? yada örnek olarak kimlere ait? Eee sen hala cvp vermemişsin ama... ahh dogville ahh.. ne diyeyim ben sana... dediğin siteye de bakacağım inş...
  12. Söylüyorum rahatla Açıkçası tam net birşey söyleyemeyeceğim... ama her gün okumaya çalışıyorum... bazen bir - iki günde , bazen haftada yada daha uzun sürede bir kitap bitirdiğim olur... haleti ruhiyemle alakalı açıkçası... ama ne olursa olsun bir kaç sayfada olsun her gün okumaya çalışıyorum... Şu adresi bana da versen diyorum Günümüzde öyle insanlar var ki , sadece kendi fikir dünyasına yakın kişileri okuyorlar... Katılmadıkları , hatta düşmanca baktıkları insanların fikirlerini bile tam manasıyla bilemiyorlar... Ama farklı fikir sahiplerinin kitaplarını da okumak insanın ufkunu genişletir ve objektif yaklaşımlar sergilemesine neden olur...
  13. berceste şurada cevap verdi: kursatotcu başlık Din Felsefesi
    sen fikirleri tam oturmamış insanların bu tür sözlerle kafasını karıştırıp , kendi açından eğlenip , laf dalaşı yapmaya mı mi geldin buraya?
  14. berceste şurada cevap verdi: kursatotcu başlık Din Felsefesi
    doğru düzgün okuyup anlasaydın böyle abes bir soru sormazdın sen lafı eveleyip geveleyeceğine niyetini söyle ? bu basit numaraları yutacak insanlar kalmadı artık
  15. sonuçta olması gereken ağlamak sızlamak yerine bir olmak... Ama kahretsin ki , sorun işte tam burada kitleniyor herkes sadece konuşuyor(uz)...
  16. bu söylediklerine bende katılıyorum anakonda... Fakat filistin şöyle yaptıda böyle oldu söylemlerine karşıyım... bence israil asla masum değil... her zaman yaptıgı anlaşmaları bozan ve saldırıya geçen asla barışı istemeyen çıkarları için dünyayı yakabilecek bir devlet... zaten amerikanın adı var... asıl dünyayı yöneten de israil...
  17. berceste şurada cevap verdi: kursatotcu başlık Din Felsefesi
    Dünya da yaşayanlar kimse zülmüde onlar yaşatıyor Bu ilk kabil ile başladı... Ve hala günümüzde kabiller var
  18. onlarca kursuna ve bombaya karşılık bir sapanla atılan taş... bir insana karşılık bir filistin halkı... bumudur Şarkımız Bizim Kırılırda bir gün bütün dişliler Döner şanlı şanlı çarkımız bizim Gökten bir el yaşlı gözleri siler Şenlenir evimiz barkımız bizim Yokuşlar kaybolur çıkarız düze Kavuşuruz sonu gelmez gündüze Sapan taşlarının yanında füze Başka alemlerle farkımız bizim Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman Görürler nasılmış, neymiş kahraman Yer ve gök su vermem dediği zaman Sular her tarlayı arkımız bizim Gideriz nur yolu izde gideriz Taş bağırda, sular dizde gideriz Bir gün akşam olur bizde gideriz Kalır dudaklarda şarkımız bizim Necip Fazıl Kısakürek
  19. Allah dileseydi.... Evet Allah dileseydi sözünün devamına çok güzel sözler eklenebilir... Ama şayet yaşananların önüne geçilmesi gibi bir durum söz konusu olsydı Efendimiz döneminde olurdu... Herkes müslüman olurdu aniden ve hiç bir sıkıntı çekilmezdi... Bu mevzuya bu önden bakmak çok yanlış... bir daha düşünmeli... ırak halkında hatalar olabilir evet... özellikle olayların kızgın oldugu devrede kendi içlerinde ki çatışmalar vs... önceki yaşananlar kadar hatta ziyadesiyle üzdü beni de... ama dediğin(m) gibi , ne olursa olsun bunlar demek değüildir ki , o halk bunları haketti... Zamanında yahudiler de aynı dertten muzdariptiler... Fakat bunlar öyle bir millet ki , kendi yaşadıklarını başkalarına yaşatmaktan zevk alıyorlar ASla hiç birşeyden ders almıyorlar , yeter ki azda olsa bir çıkar gözetsinler kendilerine Üstad boşuna dememiş , Yahudiler mi dediniz? Onlar bi yumurta pişirmek için dünyayı ateşe verecek insanlardır... Gazze saldırısı çok önceden planlanmıştı Gazze saldırısı uzun zaman önce planlanmıştı ve İsrailli asker Gilad Shalit’in kaçırılması bunun sadece bahanesi oldu. İsrail bir kez daha hüzünlü deniz kenarı kenti Gazze’ye hücum etti. Sözde, bu kitle yıkımı Filistinli militanlar tarafından rehin alınan 19 yaşındaki İsrailli asker Gilad Shalit’i kurtarmak için yapılıyor. Aslında, İsrail’in eylemlerinin kökleri daha derinlerde ve onun Gazze saldırısı askerin kaçırılmasından çok çok önce planlandı. Bir Yahudi olarak Amerika’da rahatça oturuyorum ve “benim halkımın” bahanelerine ve insafsızlığına sinirleniyorum. Siyonist dostlarıma Hamas’ı daha katlanılır ya da Filistinlileri suçtan tümüyle muaf bulduğumu söylemiyorum, sadece Yahudilerin daha iyi olmasını ve daha iyi yönetim göstermelerini istiyorum-yani zengin ve güçlü olan bir ulus zayıf ve fakir olanlarla ilişkilerinde daha makul olmalı. İsrail’in kişi başına düşen geliri 24.600 dolar, ancak sistematik bir biçimde yoksul Filistinlileri (kişi başına düşen gelir Gazze’de 600, Batı Şeria’da 1100 dolar) güçsüzleştirip haklarına tecavüz ediyor. Amerika’da medya her zamanki gibi gerçek durumu yansıtmadı. New York Times gazetesi, Gazze’nin altyapısının vurulmasından tam dört gün sonra, “İsrail, askerin serbest bırakılması için Gazze baskınlarını yoğunlaştırıyor” başlığını kullandı. Bunun aksine, İsrail gazetesi Haaretz’deki editörler ve haberler daha dürüsttü. Örneğin, rehineler ve tutuklular konusunda: İsrail, cezaevlerinde 9 bin Filistinliyi tutuyor (ve rutin olarak işkence yapıyor). Tutukluların çoğu bir suçla itham edilmemiş bile. Bunların arasında, Shalit’ten yaşça daha küçük 300 çocuk da var. 600 kadar kadın bulunuyor. Kim daha çok adam tutuklamış (kaçırmış)? Filistinliler şimdi bu tutukluların serbest bırakılmasını istiyor, tıpkı 2005 yılı Şubat ayında İsrail’in 500 Filistinliyi serbest bırakmasındaki gibi. Bir diğer bilmediğimiz nokta İsrail’in askerî oluşumu: Shalit, medya haberlerinde belirtildiği gibi hiç de öyle masum bir seyirci değil. Aksine, İsrail topçu birliğinde, İsrail’in Gazze sınırında görev yapan bir asker. Bilinmeyenlerden biri de, İsrail’in hareket noktası: Filistinlilerin, Ocak 2006’da Hamas’ı seçmesinden bu yana İsrail Hamas’ı ölüme mahkum etmek ve rejim değişikliği sağlamak için yasal olarak tartışmalı, olağanüstü önlemler aldı. İsrail taktikleri, kişisel çalışma izinlerini geri çevirmeyi ve hükümet fonlarını bloke etmeyi içeriyor, hatta bunun içinde gıda ve tıbbi bakım fonları da var. Böylece, sözde özgür kalan Gazze de dahil Filistin halkına daha fazla zarar veriliyor. İsrail medyası kaynaklarına göre, Shalit’in kaçırılmasından haftalarca önce İsrail kabinesi Gazze’ye müdahale etmeye ve Hamas hükümetine ölümcül darbeyi indirmek için bakanları tutuklamaya karar verdi. Bu nedenle, Filistin’de bir rejim değişikliğinin bir unsuru olarak Gazze sınırına İsrail’in yığdığı askerî güçlere ait olan ve kişisel olarak suçsuz gibi görünen Gilad Shalit de bu planın bir parçası. Bu geri zemine bakmadan, Amerikan medyasında yer aldığı şekliyle İsrail’in saldırılarını Filistinli aşırıcı “teröristler” tarafından “kaçırılan”, “masum” bir İsrail askerini kurtarmak olarak sunmak, Rumların Grek’i Truva’dan kurtarması için binlerce gemi göndermesiyle eşdeğerdir. THOMAS RASHER - Opendemocracy.net (Kanada merkezli düşünce kuruluşu) Filistinden utanç kareleri
  20. Anakonda seni anlamaya çalışıyorum... Fakat, başaramadığımı belirtmek isterim... bakılması gereken perspektif bu değildir... zaten başımıza ne geldiyse hep aksi yönlerden baktığımız için gelmiştir... Ne olursa olsun bunları meşrulaştıramz... Bunda hem fikiriz değil mi? Acaba orada ki insanların psikolojileri nasıl ? Nasıl bir haleti ruhiyeye sahipler? Bunları bilmiyoruz.. yaşamadan da bilemeyiz... Şimdi öldürülen insanlar için onlarda sokaga çıkmasaydı canım demek ne kadar doğru...
  21. ırak kendi başına çok ayrı bir geçmişe sahip devlet... fakat biliyorum ırak halkının yaptıkları ,izlediği yanlış politikalar kaç asır önceden başlıyor... Irak halkı bunları haketti mi? ELbette hayır... ama filistin , çeçenistan vb.. ile onları mukayese demezsin..Ortada ki savaş ve dava çok farklı... bu arada herşey Allah'tan mantığı da bu gibi konularda sığ kalıyor... Allah dileseydi elbette heryer güllük gülistanlık olurdu... Fakat , Unutmamalıyız ki , dünyada bunlar yaşanıyorsa insanların zulmunden ve hırsındandır... Dünyayı yaşanamaz hale getirenler de insanlrdır.. İnsanların zulum ve haksızlıklarına bu şekilde yorum yapmak ne derece sağlıklı bilememm...
  22. bilmiyorum sizin bu yorumunuza ne denir... söylenmesi gerekn onca söz varken... çocukların çoğu okul yolunda öldürülüyor... onlar herşeye rağmen başları dik ve onurlu olmak istiyorlar... kimse dönüp onlara bakmasa da hayatlarını canları pahasına da olsun devam etmek istiyorlar
  23. Yazın en yakıcı günlerinden biri. Yola çıktığımda güneş tepeye varmış. Salkım söğüt düşleri kurmaktayım. Gölge olmazsa, ihtiyar bir çınarın kovuğu da olabilir pekâlâ. Oysa yanından geçtiğim yalnızca cansız ot yığınları. Ve biraz daha susuzluk, aşk acısı, dinmeyen kin. Şehir halkına ancak bunları vaat edebilir bu kül renkli öğle vakti. Kalabalık caddelerden geçiyorum. Ter kokusu, erimiş asfalt, hıncahınç dolu otobüs, susuz yapraklar... Yalnızca şu ana devam edebilmek kaygısında herkes. Şu an ise uzak ile yakın arasında bir vehim sanki. Devasa bir buğunun ardına gizlenmiş şehrin kristal aynaları. Şehir ve hız. Birbirine ruh ve ten gibi bağlı. Yavaşlığın keşfi belki yüzyıllar alacak. Bir ağaç gibi durmak, gökyüzüne, çatı ve pencerelere, toprağa odaklanmak mümkün değil. Baktığım her şey seyyal bir görüntü. Acele ettikçe daha da hızlanıyor zaman. Kendini İlahi ritme teslim etmiş bir varlık bulamıyorum. Zaman, bütün cüretkârlığıyla çözülüp gidiyor ellerimden. Yetişemiyorum. Toprak korkusu Yol boyunca etrafımda hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar var. Zamanı tenlerinde dondurarak ölümü alt edebileceklerine inanıyorlar. Çok sevdiği kedisinin ölümünü kabullenemeyerek, cesedini samanla dolduruyor ve süs diye divanlarına yerleştirebiliyorlar mesela. Sevilen nesnenin kalplerde bir ömür boyu yaşayabilmesindeki mucize onları tatmin etmiyor bir türlü. Gömmeye kıyamadıkları taş kedilerle avunuyorlar. Dünyaya kendini anti aging haplarıyla, botoks ve estetik operasyonlarla, bakım setleriyle çapalayan birtakım ‘dünya yaltakçıları’ var sonra yol boyunca etrafımda. Yaşam mücadelesini yaşlanmaya karşı veriyorlar. Bu dünyayı kendilerinin icat ettiğine inandıkları için dünyada olmak kendi ellerindedir sanıyorlar. Artık tabutun hiç gerekmediği bir gelecek inşa edeceklerinden eminler. İnsanın kendi sanrılarına tapınması tam bir batıl inanç. Ama gerçekçi olmakla övünüyor onlar... Nihayet, adımlarım beni ışıkta parıldayan bir kubbenin altına ulaştırıyor. Şehrin şakaklarında, Süleymaniye Camii’nin geniş avlusundayım. Sütunlardan, kapılardan, sessiz karaltılardan geçiyorum... Egzoz kokuları, araç gürültüleri, bağırış çağırış dışarıda kalırken, avlunun gerisinden usul usul bir ses duyuluyor. Çevremde olup biteni unutturan ve beni kendi içime yollayan ses “sahip olduğunuz her şey size emanettir” diyor. Daha duyarlı bir kımıldanışla dirilip boynumu yeniden doğrultmaya başlıyorum. Canım gibi, ruhum da emanet bana. Dünyam ve zamanım da. Zaman, bize emanet edilmiş nimetlerden biri. Onu biz yapmadık. Ne de ölümü yarattık biz. Ama ölümsüzlük iksirinin peşinde koşanlar su, hava, toprak ve ateş onların emrinde olsun istiyorlar. Hep bu dünyayı kutsuyor ve ebediyetin merkezi rolünü veriyorlar ona. Oysa gaybı inkâr ederken bile aslında yalnızca itaat ediyorlar insan yazgısına. Adını koymadan. Bastığım taş birazdan tenimle birlikte ruhumu isteyecek benden. Emekle sınanmayan inançları, ameli olmayan niyetleri dışarıda bırakacağım. Benim gereksindiğim bu taş, bu kemerli avlu. Kulağımda fısır fısır dualar ve yüzümü tevhid abidesine çevireceğim. Bugün cuma. İçeride boş yer yok. Aynı niyetteki insanlar alınlarını yere koyacaklar. Cennetle cehennemin bizi burada beklemediğini bilerek kişisel miraçlarına yükselecekler birlikte. Ama ayrı ayrı uçacaklar. Cenneti kazanmak için değil, O’nun sevgisini kazanmak, O’nu daha çok sevmek için secdeye varacaklar yeniden. Ölümü son nokta olarak görüp iyice dünyanın kenarına süpürenler ise ona yalnızca bir şiddet, kaçınılacak bir son gibi bakıyorlar. Kendi ölümünden korkanların başkalarının ölüsü üzerinden kâr ettiği, reyting yaptığı bir dünyada ölmek, en çok, estetik bir kötülük olarak sanal âlemlere yakışıyor galiba... Cumayı üst katta kılıyorum. Ve ölümü şiddet olmadan, füze, bomba, kalaşnikof olmadan tasavvur ediyorum. Yaşamdan çok daha takvimsiz bir seyri var ölümün... Son nefese dek devam etme zorunluluğumuz, ölüm ile dirim arasında dar bir yolda tutuyor bizi. O dar yol ki, ucu olmayan bir önceye ve sonraya uzuyor, uzanıyor... Bu dünyayla sınırlı olmadığınızı sezdiğinizde insan olarak burada bulunmanın sorumluluğunu yüklenirsiniz. Yeniden kaldırılacağını bilmenin sorumluluğuyla kıyam edersiniz omuz omuza. Kıyam ile kıyamet. Bu dünyada ölümsüzlüğü yakalama telaşındakilerin toprak korkusundan çok daha aşinadır size artık. Emanet nefesler Süleymaniye’de aldığım nefesin bana bir lütuf olarak emanet edildiğini biliyorum. Beş vakit, zamanı düz bir çizgide ilerletmez. Döngüseldir. Her yeni vakit, her devam ediş, sizi İlahi bir iple kaynağınıza bağlar. Tutunursunuz sıkı sıkı. Ölüme karşı koyma mücadelesi verenlerin yanında, ölüm gerçeğiyle birlikte devam edersiniz yaşama. O’ndan ödünç aldığınız akıl ve iradeyle mutlak hakikatin bin bir yansımasına yer açarsınız kendinizde. Ve gerçek bir özgürlükle kalpten teslim olursunuz... Dışarıda bu cumaya vesile olan kadın dostlar var, muhabbet var. İkindi vakti girerken bu dünyada olacak mıyız? Bilmemek ve bilmediğime teslim olmak. Bunca katliam, kıyım ve yıkımın ortasında yaşama umudu veriyor bana. Avludan çıkıyorum. Şehrin sıcağı bana esenlik veren bir serinliğe dönüşmeye başlıyor giderek. Şükran duyuyorum... LEYLA İPEKÇİ
  24. berceste şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Vaktiyle, “tekke eğitimi” nedir iyi bilen bir dostumdan bir hikaye dinlemiştim. O da bir başkasından dinlemişti bu hikayeyi. Siirt Tillo’dan İstanbul’a kadar halka halka süzülüp gelmişti hikaye, devredile devredile dolaşan bir emanet gibi. “Tekkelerden birinde bir mürit varmış vaktiyle. Temiz, saf, iyi niyetli bir genç adam. Gel zaman git zaman âşık olmuş, hem de nasıl, sırılsıklam aşk. Karşılık da bulmuş aşkı. Sevdiği kız da ona sevdalanmış. Evlenmişler. Mutlu seneler geçirmişler beraber. Ne var ki çok geçmeden karısı dikilmiş karşısına. ‘Ben,’ demiş ‘gitmek istiyorum. Sana âşık değilim artık. Bir başkasını gördüm, ona aktı yüreğim. Ona gitmek isterim.’ Mürit deliye dönmüş öfkeden. Eli ayağı zangır zangır. Öldürmek istemiş karısını. Bana yar olmayacağına göre, kimselere yar olmasın daha iyi, diye geçirerek içinden. Son bir gayretle tekkeye dönmüş bir sabah. Şeyhini kendisini beklerken bulmuş. ‘Gerçek âşık’ demiş şeyh, ‘mâşukunun mutluluğunu ister. Gerçek âşık, mâşukunun mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koyar. Gerçekten sever, özgür bırakır. Sahiplenmek, sevdiğinin üzerinde hak etmek âşığın yolu da değildir, aşkın yolu da...’ Mürit için zor bir sınav başlamış. Sonunda, özgür bırakmış karısını. İstediğine gitsin, mutlu olsun diye açmış kapıları. Ne tutsaklık, ne hakimiyet. Arınmış kibirinden, iktidar arayışından ve dahi tahakkümperverlikten...” Ben bu hikayeyi hep bir “masal” gibi dinlemiştim dostumdan. Gerçek olamayacak kadar romantik ve ırak... Ta ki böyle insanlar tanıyana kadar. Bizzat bu sınavı vermiş ve en nihayetinde gerçek âşığın, mâşukunun mutluluğunu isteyen kişi olduğu hakikatini hem idrak hem tatbik etmiş insanlar tanıyıncaya kadar. Şimdi gazetelerde peş peşe yer alan haberlere bakıyorum. Sevdiği kızı başkasıyla gezdi diye bıçaklayan liseli öğrenciler... eski eşlerini kendilerine dönmek istemedi diye tarayan öfkeli kocalar... yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen en yakın dostlarını ağız dalaşıyla başlayan kavgalarda öldüren gençler... Vaktiyle çok sevdikleri insanları bir adımda harcayıveren, öldürüveren, yok ediverenler... Hadiseler arasında bağlantılar var. Birbirinden tamamen ayrı, alabildiğine kopuk gibi görünen tüm bu felaket haberleri arasında bir ilişki var, yakından bakınca. Hepsinde ortak olan: Yoğun bir aşktan aynı ölçüde yoğun bir nefrete geçebilmekteki süratimiz. Gazetelerde kurbanların resimleri… kocaları, sevgilileri, nişanlıları tarafından öldürülen kadınlar… Vaktiyle güvendikleri, beraber hayal kurdukları kişiler tarafından yaşam hakları ellerinden alınan kadınlar… Sırf başkasını seçtiler ya da az sevdiler diye… Çünkü aşk da maddi bir ticaret gibi kimilerine göre. “Ben 260 gr seviyorum onu, demek ki o da karşılığında 260 gr sevmek zorunda beni.” Aşk da dirhem dirhem tartıyla… Türkiye’de şiddet olayları katmerlenerek artıyor ve insanlar en çok en yakındakilerini incitiyor. Şişirilmiş aşktan nefrete... şişirilmiş nefretten aşka... hem tek tek, hem topluca sıçrayıp duruyoruz bir o yana bir bu yana. Bu memlekette insanlar sevdiklerinin mutluluğunu değil, temelde kendi hakimiyet alanlarını korumayı ve iktidarlarını kaybetmemeyi önemsedikleri için daha düne kadar delicesine sevdiklerinden nefret eder oluveriyorlar bir günde. Aşkın yerini mülkiyet ve tahakküm düşkünlüğü alıyor. Türkiye, Tillo’lu o müridin vaktiyle geçtiği sınavdan kalıyor habire.
  25. peki onlar kim ?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.