berceste tarafından postalanan herşey
-
SANAL ORTAMDA ÇİRKİN OYLAMA... (İnternet forum sayfasında 'Sıra hangi türban düşmanında' sorusuna yanıt aradılar...
Sevgili Dipnot adres vermek yerine cevap verirsen sevinirim...
-
ŞERİATIN BİR ÜLKEYE SİNSİCİ GİRİŞİ... (90'lı yıllarda Ülkemize gelen Mısırlı işadamları ve eşlerinin itirafı... Siz bizim 15 yıl önceki izimizi sürü.)
Sana artık sadece gülüyorum sevgili dipnot... Sundan emin ol Türkiyemde şeriatı bu kadar düşünüp kafa yoran sadece sensin Sevgilerle...
-
ALLAHIN DİNİNDE BAŞÖRTÜSÜ YOK
Sevgili Terapi sen emin ol anlamak isteyen objektif insanlar neyin ne oldugunu anlıyorlardır... Bencede bu dikkate alınmalıdır... Ki kendi yazıp kendine cevap veriyor arkadas tam bir provakatör... örnek olarak.. www.turkish-media.com/forum
-
SİHİR/BÜYÜ ASLI OLMAYAN ŞARLATANLIKTIR
Haksöz kardeşim sen bir git Nas ve Felak surelerini oku , bu konuyu iyice araştır sonra meydana çık.. Aksi halde komik oluyorsun... Elbette büyü var fakat önemli olan İslamda bunun yasak olmus olmasıdır... GeceKusu Kuranı Muska kitabı yapma yetkisini nerden alıyorlar yazmıssın dogrusu kimlere hitaben söyledigini anlayamadım büyü vardır diyenlere mi diyorsun? açarmısın? ve bu yazına binaen sunu yazmak isterim... İNMEMİŞTİR KURAN BUNU HAKKIYLA BİLİN NE MEZARLIKTA OKUNMAK NEDE FAL BAKMAK İÇİN M.Akif Ersoy Selametle...
-
ALLAHIN DİNİNDE BAŞÖRTÜSÜ YOK
Birincisi sen ilk önce sunu söyle Allaha ve Resulune inanıyormusun? Sayet evetse senin mantıgınla yaklasıp sana sunu sormalıyım sen inandıklarının Efendimiz döneminde nasıl uygulandıgını gözlerinle mi gördn acaba? Ki bu kadar ahkam kesebiliyorsun! İkincisi Terapi arkadasımız anlamak isteyenler için gayet güzel cevaplar vermiş galiba sen yazılanları okumuyor sadece cevap yama telaşına giriyorsun...Efendimiz dönemine ait bir çok delil var sen kimleri okuyorsun bu arada cok merak ettim gercekten...Yada içtihatçılıga soyundun galiba... Selam ve dua ile...
-
ALLAHIN DİNİNDE BAŞÖRTÜSÜ YOK
Sevgili Gecekusu cevap istiyorum demişsin... 1400 yıldır efendimiz döneminde dahi bugun ki gibi uygulanan bir mevzuyu ortaya atıp sadece bununla kalmayıp daha farklı , luzumsuz bir çok topic acan bir arkadas bence o söylediklerinede inanmıyor...Cevapta aramıyordur amacı belli... Bu arkadasın niyetini bende anlayamadım(anlamak istemiyorum)...Sanırım içtihatçı olmak istiyor Fakat Efendimiz döneminde de başörtüsü vardı ve buda günümüze ısık tutuyor. Ki bunuda Terapi arkadasımız gayet güzel açıklamıs... Selam ve dua ile...
-
SANAL ORTAMDA ÇİRKİN OYLAMA... (İnternet forum sayfasında 'Sıra hangi türban düşmanında' sorusuna yanıt aradılar...
Sevgili dipnot herkes bu işi yapanların hangi zihniyet sahibi oldugunu biliyor adam ordudaymıs zaten... Parayla yaptırılan tamamen çıkar çevrelerinin işi...Ama sen kalkmıs hala ipe sapa gelmez saçma sapan konuları buluyor , yayınlıyor sözde islami kesime! çamur atmak ve çatışma çıkarmak istiyorsuun.. Zaten bu işi yapanların islamla alakası olmadıkları çoktan açıklandı....Senin hala haberin yoksa... İstersen bir haberleri tekrardan bi izle hıh ne dersin? Sevgilerle...
-
ALLAHIN DİNİNDE BAŞÖRTÜSÜ YOK
Ya ya arkadasım desene 1400 yıldır herkes uyuyor! Ve hatta öyle ki senin bu yorumlarına bakılırsa Efendimiz bile yanlış!! yorumlamıs ayet ve hadisleri..Hı ne dersin?
-
KİM BUNLAR?
DANIŞTAY'DAKİ katliam girişiminin ve Cumhuriyet gazetesine saldırıların faili belli, Av. Alparslan Arslan ve suç arkadaşları... Ama bunların arkasında kimler var? Arslan'ın eski yüzbaşı Muzaffer Tekin'le ilişkisi bu noktada son derece önemli: Bu ilişkilerden hareketle, "Kızılelma Koalisyonu" ve "Vatansever Kuvvetler Güç Birliği" gibi oluşumlar, hatta "Türk Mukavemet Teşkilatı" gibi "derin devlet"i çağrıştıran tuhaf yapılanmalar gündeme geliyor. Zanlıların evindeki aramalarda da "Ulusalcı" yayınlar, "İstihbarat ve Gerillanın El Kitabı" ve meşhur "Kırmızı Kitap" gibi belgeler bulunuyor. Yüzbaşı Tekin'in 'intihar'a teşebbüs ettiği villa bir astsubaya ait! Onu hastaneye getirenler de eski subaylar! Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in babası da merhum gazeteci İlhami Soysal'ı döven 'Kasap' lakaplı Yarbay Raci Tekin'miş. Bu sebeple basında "genetik faktör"e dikkat çekenler de oldu. Gazetelerde ayrıntıları yayımlanan bu tablo "derin devlet"in karanlık yanlarını işaret ediyor. Yüzbaşının rolü? Cengiz Çandar'ın yazdığına göre, Condor Adviser adlı danışmanlık şirketi Türkiye hakkında bir rapor hazırlamış. Raporda, AKP'nin cumhurbaşkanı seçmesini engellemek için "Türkiye'de laik seçkinlerin her şeyi yapacağı" ileri sürülüyor. Ve komplo teorisi: AKP'nin cumhurbaşkanı seçmesini engellemek için 'derin devlet' Alparslan Arslan'ı kullanarak bu eylemleri tertipledi! Bakın, hükümet çok zor duruma düştü! Laiklik direnişi son derece güçlendi! Genelkurmay Başkanı da bunun devam etmesi için çağrı yaptı!.. Komplo teorilerine daima şüpheyle bakarım. Bu teoriye de şüpheyle bakıyorum. Kilit nokta, Alparslan Arslan'la eski yüzbaşı Tekin arasındaki ilişkilerin niteliğidir. Bu ilişkiler düşünüldüğü gibi 'örgüt' veya 'aynı çete' denilebilecek yoğunlukta mı? Cumhuriyet gazetesine ve Danıştay'a saldırılarda Yüzbaşı'nın rolü nedir? Aralarındaki ilişki "eylemsel bağlantı" niteliğinde midir? Yoksa aynı sularda yüzdükleri için zaman zaman temasları mı olmuş? Henüz tam bilmiyoruz. Her ihtimali dikkate alalım ama, hükümeti zaafa düşürme niyetiyle "laikliğe şeriatçı saldırı" demek için de, hükümeti rahatlatmak amacıyla "derin devlet işi" demek için de henüz erkendir! Ağca'ya benziyor Alparslan Arslan kişilik marazlarıyla Ağca'ya benziyor. 'Yoldaşları' ise çek-senet mafya elemanlarından, hırsızlık ve cinayet sabıkalılarından oluşuyor. Bunları ideolojik olarak İslamcı, Türkçü, Ulusalcı, devletçi diye nitelemeye imkân yok ama bu tipler İslami, Türkçü, Ulusalcı ya da yurtsever saiklerle cinayet işleyebilirler!"Tedhişçi" tipi böyledir. İdeolojik bir programı yoktur, marîz öfkesini bugün şuralara, yarın başka yerlere boşaltabilir! Bugün türban yasağına kafası bozulur onun kanlı eylemini yapar, yarın Kıbrıs diye, AB diye kafası bozulur başka yere eylem yapar! "Örgüt" olsa çözersiniz, ama böyle şekilsiz ve marîz lümpen unsurların nerede nasıl çeteleşip kimlere saldıracağını kestirmek zordur! Üstelik bunlar 'gizli güçler' tarafından da kolayca kullanılabilir! En önemli tedbir, gerilimi düşürmektir. Ve tabii bu olayın ve şüpheli bütün olayların tam aydınlatılması, kimsenin yanına kâr kalmamasıdır. TAHA AKYOL / MİLLİYET
-
Roger Garaudy ve İslam Dini
50 yıl boyunca hakikati aradıktan sonra dünyaca meşhur düşünür ROGER GARAUDY de İslâm dinini seçti. Uzun ve yorucu düşünme, araştırma ve diyalogdan sonra bütün inançlar, felsefeler ve fikirler düştü. Dünyaca meşhur eski "komüncü" düşünür. R. Graudy ezelî hakikate kavuştu. Yeni adıyla Reca Cârûdî, hem akıl, hem his yönü kuvvetli bir şahsiyet. En çok araştırdığı, aklı olduğu kadar vicdanı da doyuran bir noktaya ulaşmak. Bu Fransız düşünürü, dünya kültür çevrelerinde ve hususiyle Batıda kuvvetli bir fikir akımını temsil ediyor. Ona göre doğu - batı arasındaki diyalog, şayet Avrupalılar istilâ çağlarındaki tutumlarını değiştirmezlerse, çıkmaza girmeye mahkum. Garp kültürü mânâsını ve gayesini kaybetmiş. "İlim ilim içindir. Sanat, sanat içindir" aldatmacası ile hedefini şaşırdı. Netice, "tekniğin gayesi tekniktir; hayatın gayesi ise... hiçbirşeydir" demeye mecbur kaldı. Ona göre Batı tipi gelişme, insanın, insanî boyutlarını buduyor, onu izah yüceliğinden uzaklaştırıyor ve onda cemaat halinde yaşama düşüncesini öldürüyor. İlim ve teknik ile hikmet arasına yüksek bir sed çekiyor. Batı tipi ilerleme emperyalizmi, savaşları ve öldürücü dâhilî buhranları doğuran kapitalizm ile halkına işkence eden ve üçüncü dünya milletlerini sömüren korkunç bir hâkimiyet ve silahlanma yarışına giren sosyalizmde müşahhaslaşıyor. Gerçeğin peşine düşmüş biri olarak, Garaudy, çoğu zaman İslâma yaklaşmış, hattâ daha küçük yaşından itibaren İslâm ile birkaç defa şahsen karşılaşma imkânı bulmuş ve tecrübelerin tesiri altında kalmıştır. Bunlardan birincisi şöyle olmuştu: "Bu ilk tecrübe, bana Sorbon'daki on yıllık tahsilimden daha çok şey kazandırdı. " dedikten sonra şöyle ilâve ediyor: "Bir zaman sonra, onu bir başka karşılaşma izledi, gördüğünüz gibi, İslâma hep yakın bulunuyordum." İslâma nihâî olarak girişi ise; Katolik Kilisesinin, Filistin meselesindeki tutumunun içyüzünü keşfetmesinden sonra oldu. Bu tutum, siyonizmin "vadedilmiş toprak" ve "seçkin millet" hurâfesine dayanmaktadır. — Birçok bilgin ve düşünür, ilim alanlarında ilerlemelerinin, kendilerini Allah'a inanmaya götürdüğünü söylüyor. Müslüman okuyucu, Islâma giren bir şahsın, imân hikâyesini dinlemek ister. Sayın Garaudy, iman yolculuğunuzu anlatmak ister misiniz? — Ben, 1933 yılında "Fransız Kominist Partisi Genel İdare Kurulu" üyesi olduğum sırada, aynı zamanda "Protestan Gençlik Teşkilatı" başkanı idim. Doğrusu ben doğuştan hıristiyan değildim. Annem de babam da dinsiz idiler. Onların-dinsizliği komünizm veya başka bir cereyanla olan ilişkilerinden ileri gelmiyordu. Onlar atalarının te'sirinde olan hıristiyanlardan idiler. İşte bundan ötürü, hayatımda iki defa mühim tercihim olduğunu söylüyorum. 1933'te Avrupa, büyük bir iktisadî buhrana girdi. Bu kriz 1939'a kadar devam etti. Tam bu sırada Hitler'in yıldızı parlamıştı. Hayatımın ilk dinî tercihini o zaman seçmem, dünyanın sonunun geldiğine inanılan o sırada, hayatıma bir mânâ vermek için idi. Komünizm ise, kapitalizmin buhranından çıkmak için tek alternatif olarak görünüyordu. Aynı zamanda komünizm, o vakit, Hitler'e Naziliğe karşı en güçlü bir mukavemet cephesi teşkil ediyordu. Ve zaten Fransa'daki kalem sahiplerinin, sanat adamlarının ve üniversite öğretim üyelerinin, "Nobel ödülü" kazanmış olanların çoğu, ya bizzat komünist partisi üyesi, veya komünistlerin dostları idiler. O zamanki şartlarda, üç yıllık hapse mahkûm edildim. 1940 Eylülünde mareşal "Petain" ve "Fişi" hükümeti tarafından tutuklandım. 2. Dünya Savaşının sonuna kadar, Cezayir sahrasında (Celfa) denilen bölgede bir askerî kışlada tutuklu kaldım. Orada, gerçekten garip bir hâdise oldu. Ben, hapishanede bir isyana liderlik etmiştim. Oranın Fransız komutanı çok hızlı bir muhâkeme ile idâmıma hüküm verdirmişti. Bu hükmü infaz etmeyi de, Cezayirli Müslüman askerlere emretmişdi. Onlar ateş etmeyi reddedince, şaşırıp kaldım. Arapça bilmediğimden, ilkin bunun sebebini anlıyamadım. Daha sonra, Fransız ordusundaki Cezayirli bir teğmenden (müsnid) öğrendim ki, müslüman askerin şerefi, silahsız bir adama ateş etmeye mani olduğundan onlar bu emri yerine getirmemişler. Bu hâdise, bana İslâm'la tanışma imkânı vermiş ve Sorbon'da on yıllık tahsilimde öğrendiğimden daha mühim şeyler öğretmişti. Serbest bırakılınca, bir sene Cezayir'de kaldım. Bu ikametim sırasında, hayalımda belki de en mühim bir tesir bırakan büyük bir zatla karşılaştım. Bu zat "Cezayirli Müslüman Alimler Birliği"nin başkanı Şeyh Beşîr el - İbranimî idi. "En büyük cihad (el-Cihadu'l-efdal") kitabının yazarı (Ammâr Evzican) ile beraber, onu ziyarete gittim. Şeyh İbrahimî'nin bulunduğu yerde heybetli bir adamın büyükçe bir resmini gördüm. Bu resmin, Fransa'nın düşmanı, büyük kahraman ve müttakî bir şahsiyet olan Cezayirli "Emir Abdülkadir'e" ait olduğunu öğrendim. Şeyh Beşir'in izatahından onun hakkında ilk olarak duyduğum şeyleri öğrenince onun, 19. asrın en büyük kahramanlarından biri olduğunu anladım. (Emir Abdülkadir 1808 - 1883 arasında yaşamış, bilhassa 1832 - 1847 arasında Fransızlara karşı savaşmış, Şam'da vefat etmiştir.) Şeyh İbrahimî'nin bu dersi de, benim, İslâm ile ikinci karşılaşmam oluyordu. Sonra Fransa'ya döndüm. Üçüncü buluşmam Cezayir savaşının başlarında oldu. Herkesçe bilindiği üzere, Fransa hükümetinin propogandasının zıddına bir tavır oldım. General Pico gibi savaş generallerinin uyguladıkları çok çirkin icraatları, yayın yolu ile teşhir ettim. İslâm’la son ve en uzun buluşmam İse 1968'de başladı. Bu da umumî olarak, Avrupa'nın bilhassa Fransa'nın politikasında görülen ilk değişiklik alâmeti ile başladı. Tabiatıyla, değişiklik birden bire olmamıştı. Bu değişiklik, bilhassa öğrencilerin ve İşçilerin fikirleriyle ilgili olduğundan, hayli tesirli olmuştu. O sırada, ben üniversitede profesör idim; ama, öğrencilerden ve İşçilerden çok şey öğrendim. Öğrendiğim şeylerin hülâsası şudur: Bazı organizasyonlar, başarılı olmaları halinde, başarısız olmalarından daha çok zararlı olabilirler. Bunların başında Batı tipi kalkınma gelir. Bu ister emperyalizm, savaş ve öldürücü dâhili buhranlar üreten kapitalizm; ister halkına işkence uygulayan, üçüncü dünyayı sömüren ve korkunç bir silahlanma ve nüfuz yarışına giren sosyalizm tarafından ifade edilsin, farketmez. Zira Sovyet Rusya da aynı modeli benimsemektedir. Stalin'in ve ondan sonra Kruschceffin, kapitalizme ulaşıp onu geçmenin mecburî olduğunu dile getiren sloganlarını hatırlayalım. Bu tip gelişmeler ile, sosyalist bir idare kurmanın da imkânsız olduğuna dair İnancımı açıkladım. Sovyetler Birliğinin, asla sosyalist sayılamayacağını dile getirdim. Sosyalizmin, dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığını söyledim. Bunun üzerine derhal Komünist Partisinden kovuldum. Bu iş, bundan on üç sene önce, yani 1970'de olmuştu. Sonra (UNESCO) yetkilisiyle yardımlaşmak sayesinde "Medeniyetlerin diyaloğu için milletlerarası enstitü" adlı bir merkez kurdum. Bu enstitünün gayesi, Batılı olmayan ülkelerin, dünya kültüründeki rolünü ortaya koymaktır. Batı insanındaki üstünlük kompleksinden, daha doğrusu bir vehimden kaynaklanan monoloğun, hep kendisinin konuşmasının, böylece duracağını düşünüyorduk. Ferdiyetçiliği yücelten, insanın insanî boyutlarını güdükleştiren, ruh ulviyetinden uzaklaştıran, beraberce yaşama, düşüncesini Öldüren, ilim ve teknikle hikmet arasına sed çeken Batı medeniyetinin... Evet böyle bir medeniyetin kendi kendisini tükettiğini, insanlığın ona muhtaç olmadığını ispatlayan birçok kitap yazdım. Bir süre önce Batı kültür ve medeniyetinde, Batılı olmayanların paylan olmadığı İddiasını çürüten müteaddit kitaplar yayınladım. "İslâmın Müjdeleri" ile "İslâm, İstikbalimize Yerleşecek" isimli kitaplar da, bunlar arasındadır. — Sayın Garaudy, kararlılık, geniş bilgi ve derin kavrayış gücü imana giden yolu kısaltabilir. Fakat bunun İçin, bir de ruhun ve kalbin, heyecan ve sevinçle kanatlanması gerekir. Hayatınızın bu önemli safhasını ayrıntılarıyla ifade edebilir misiniz? — Katolik Kilisesinin, Filistin meselesindeki tutumunun içyüzüne vâkıf olduktan sonra, bu yola girdim. Din derslerinde çocuklara "İncil"in öğretimi siyonist propogandasına göre şekillenmiş. Meselâ, Allah'ın, Hz. İbrahim'e yaptığı bir vâ'de binaen, Filistin'in yahudilere ait olduğu intibaını uyandırıyorlar. Bu da, yahudilerin, hıristiyan eğitim ve öğretimine ne derece nüfuz ettiğini göstermektedir. İsrail'in Lübnan'a yaptığı son istilânın ilk günlerinde, "Le Monde" gazetesinde uzun bir makale yayınlayarak, siyonizmi takbih ettiğimi açıkladım. Bunun neticesinde hem ben, hem de "Le Monde" gazetesinin yazı işleri müdürü yahudi aleyhtarı olarak itham edildik. Oysa, tamamen aksine siyoniznr, din olarak yahudilikten çıkmış değildir. O, 18. yüzyılda Avrupa'da, ırkçılık ve milliyetçilik atmosferinin hâkim olmasının sonucudur. Siyasi siyonizmi kuran "Teodor Hertzi" dindar değildi. Bilakis dinsizdi. İncili, sadece iddialarını kuvvetlendirmek için kullanmıştır. Her neyse.. Beni yahudi düşmanlığı İle İtham ettiler. Burada fırsattan istifade, müslüman refikam Selma Nureddin ile karşılaşmama da İşaret edeyim. "İslâm İstikbalimize Yerleşecek" kitabımla ilgili olarak Cenevre'ye konferans vermeye davet edildiğim zaman, Avrupa muhiti içinde canlı bir islâm tablosu gördüm. Gerçi Cezayir, Fas, Endonezya, Mısır ve Irak gibi müslüman ülkeleri gezmiştim. Bilhassa Cezayir'deki ikametim, bana hayli tesir etmişti. Fakat müslümanlarla, beşerî münasebetlerim pek olmamıştı. İNSAN: MÜMTAZ BİR VARLIKTIR — Sayın Garaudy. görüşmemizin bu noktasında, hayatınızı işgal eden fikrî merakınızın ne olduğunu sormak münasip olur zannediyorum. Allah, sizi İslâma yönelttikten sonra bu merakınızı nasıl tatmin ettiniz? — Şahsî tecrübemin ışığında fikrimi söyleyecek olursam; diyebilirim ki, benim en çok peşinde olduğum şey, akıl İle vicdanın bütünleştiği ve buluştuğu noktaya ulaşmaktı. Üstün sanat ve şiirle toplum hakkındaki inançlarımı dile getirmek istiyordum. Allah'a şükürler olsun ki, İslâm sayesinde, onları birleştirme imkânı bana nasib oldu. Dünyamızdaki hâdiseler başıboş, kördöğüşü içinde, nihayetsiz bir çokluk ve şiddete dayandığı zannedildiği halde, Kur'an'ı Kerim, kâinatı ve insanlığı bir vahdet telâkki etmemizi öğretiyor. İnsana, kendi hayatına mânâ kazandıracak bir rol veriyor. Allah'ı unutmak, bizi, harici tesadüflere ve zaruretlere boyun eğen, değersiz köle haline getirdiği halde, namazda Allah'ı anmak, bizi merkezimiz ve orijinimiz konusunda şuurlandırıyor. Kur'an'ı Kerim, bizi her varlıkta ve her hâdisede, Yaratıcıya bir işaret bulmaya çağırıyor. Onlarda tabiatı, insan toplumunu ve beşer ruhunu yöneten üstün nizama alâmetler bulmamızı İstiyor. Zaten dinin esas mâhiyeti de, kaynağını Allah'da bulan ve yine O'na dönecek olan, âhenk ve vahdeti hissetmektir. İnsanı insan eden, ilahî maksadları gerçekleştirmesidir. Allah'a verdiği sözünde durmak veya onu bozmak, insanın kendi elindedir. Hayvanlar ve nebatlar, zaten içinde idare edildikleri kanunların dışına çıkamazlar. Ama, yalnız insandır ki iradesiyle hareket eder. Yani kâinatta hüküm süren vahdeti ve hayata mânâ veren âhengi anlayınca, hür bir karar ve tam bir seçme ile müslüman olabilir. İnsan, ilahî iradeye teslim olmadığı veya onu reddettiği zaman, âkibetinden tamamen mesuldür. Allah Taâlâ her millete Zâtına ve ilk dine çağıran, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve nice benzerleri olan peygamberler göndermiştir. Özünde aynı olan bütün bu risâletler, nihâî kemâline, ebedî risaleti getiren Hz. Muhammed (A.S.M.) ile ulaşmıştır. Kâmil akıl, sadece bir sebeple öbür sebep arasında alâka kuran değil, herşeyi en yüce gayesine ircâ etmek için, bir gayeden öbür. gayeye yükselebilen akıldır. İşte bu akıl, vahiy ile çatışmaz, bilakis onunla aydınlanır. YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARIN TAHRİFLERİ — UNESCO'nun. son olarak Paris'te düzenlediği ve sizin de "İslâm, Batı'nın istikbaline hâkim olabilir mi?" adlı bir tebliğle katıldığınız kongrede, insanlık tarihinin vahdet açısından okunabileceğini, Hz. İbrahim, Hz. İsa ve Hz. Muhamnıed"in birbirlerini tamamladıklarını söylediniz. Bu fikrinizi biraz açıklar mısınız? — Bana göre bu tekâmül, birtakım tarîhî halkalardan, ibarettir. Muayyen bir tarihî merhalede gönderilmiş olan her peygamber, kendisinden sonra gelecek olana zemin hazırlamıştır. Neticede bu semavî dinler, Hz. Muhammed'in getirdiği son ve kâmil risaletle noktalanmıştır. Bu risalet, Kur'an'ı Kerim'in nüzûlü ile tamamlanmıştır. Kur'an da buna temas etmekde ve geçen bütün peygamberleri müslüman olarak vasıflandırmaktadır. Kendinden önceki dinleri tasdik eden tek din İslâm'dır. Allah'ın Resulü Hz. Muhammed, hadîslerinde yeni bir inanç getirdiğini bildirmedi. Fakat, atamız Hz. İbrahim'in dinini hatırlatmak ve ihya etmek için geldiğini söyledi. O peygamberlerin talimatlarının tahrif edildiğini bildirdi. Tahrif, Yahudilikle başlamıştır. Henüz basılmamış olan "İsrail Dosyası" adlı kitabım, bu (bozma) işinin, Babil'den döndükten sonra başladığını ispatlayan tarihi belgeler İhtiva ediyor. Hıristiyanlıkta ise tahrif, M. 325 yılında toplanan İznik (Nice) konsili İle başladı. Bu konsil İsa'nın (s) Tanrının oğlu olduğu inancını icad ediyordu. Katolikler olsun, Ortodokslar olsun, Protestanlar olsun hepsi İznik bildirisine ve İsa'nin (s) Tanrının oğlu olduğuna inanırlar. Oysa bu inanç İncil'de yoktur; sonradan uydurulmuştur. İşte bundan Ötürü ben, Hz. Muhammed'in İlk dini, Hz. İbrahim'in dinini getirdiğine ve akide esaslarının, en mükemmel şeklinin onda görüldüğüne inanıyorum. Yahudiler hem Hz.İsa'yı, hem de Hz. Muhammed'i İnkâr ederler. Hıristiyanlar da Hz. Muhammed'i tanımazlar. Halbuki Hz. Muhammed, Hz. İbrahim'e de, Hz. Musa'ya da, ve Hz. İsa'ya da İnanır. KÜLTÜR, İLİM VE HİKMET Gerçekten bir ikinci hususa geçmemiz mümkündür ki, o da şudur: Avrupalı, bir müddet kendi düşünce, kültür ve medeniyetinin diğer medeniyetlerin bir ölçüsü olduğuna inandı. Kendi zihniyetine uyan düşünceleri medenî, uymayanı da gayr-i medenî saydı. Böylece Avrupalı üstünlük kompleksine kapıldı. Müslümanları da sadece, eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin taşıyıcıları telâkki etti. Bu da onun, medeniyet tarihini doğru ve güvenilir tarzda okumaktan uzak olduğunu ifade eder. Tarihî olarak medeniyet, muayyen bir ırka mahsus bir iş değildir. Şayet böyle olsaydı, o tarih boyunca bir tek yerde yerleşirdi. Medeniyetin bir milletten öbürüne geçmesi, onun Avrupalıya mahsus olduğu iddiasını ibtal eder. Bu mevzudaki tutumunuzu anlatır mısınız? — Batı medeniyetinin istinad ettiği Avrupa kültürünün, Yunan - Roma ve Yahudi - Hıristiyan olarak iki kaynağı vardır. Vâris olduğu üçüncü kaynak olan Arap-İslâm kültüründen ise, şu iki sebepten ötürü kasden habersiz görünür. Birincisi: Yine kasıtlı olarak onu sadece eski kültürlerin ve dinlerin bir taşıyıcı, nakilci, yahut Yunan düşüncesinin mütercimi ve açıklayıcısı sayması.. İkincisi: İslâmı bizim medeniyetimizden önceki tarihî bir devreye yerleştirdiğinden, eski tarihî İncelemeler yapanlara mahsus göstermek İster. Bu açıdan bakarak "İslâm'ın artık yeni bir şey ve hayatı bir öz getirmesi mümkün değildir" der. Bana göre bu anlayışla mücâdele etmemiz gereklidir, zira böyle bir anlayış çok tehlikelidir; tehlikesi de şimdiki zamanı anlamamıza, istikbalimizi de kurmaya mâni olmasından ileri gelmektedir. Herşeyden önce, İslâm fikriyatının, Yunan düşüncesinin sırf mütercimi ve nâkil olduğu iddiasının doğrulukla alâkası yoktur. Söz gelimi Yunan matematiği "sonlu" kavramına dayanır. Keza Yunan mantığı, nazarî bir mantık olduğu halde, Arap ilmi, esas itibariyle tecrübîdir. Yunan mimarî hendesesi (mühendisliği) doğru çizgilere dayanırken, İslâm hendesesi -bilhassa câmilerde iyice göründüğü üzere- kavisler ve münhaniler (eğriler) senfonisidir. Felsefe yönünden İse, Yunan düşüncesinin, Parmenid'den Aristo'ya kadar "Varlık" felsefesi yaptığını görüyoruz. Arap - İslâm felsefesi ise, bir aksiyon felsefesidir. İslâmın hayat tasavvurunda Yunan hüznünü bulmak mümkün değildir. Nitekim Arap şiiri de, özünde "sonluluk" ve "kemiyet (nicelik) " kavramlarını taşıyan Yunan hayat tasavvuru ile anlaşılamaz. — Doğrusu bu açıklamalarınız, ilim ile hikmetin münasebetleri mevzuunda, Avrupa kültürü ile Arap - İslâm kültürü arasındaki farkın ne olduğunu sormamıza yol açıyor. 8u farkın bulunması da, İslâm medeniyetinin rolü ve tesiri hususunda Batı'nın ileri sürdüğü görüşün doğru olmadığını isbatlıyor. Bu hususda da düşüncelerinizi anlatır mısınız? — Arap - İslâm ilmi bizim "vaz"ı anlayışımıza aykırı olarak, İlimle hikmeti birbirinden ayırmaz. Yani mânâdan ve gayeden asla gâfil kalmaz; eşyayı birbirine bağlayan ve onları idare eden kanunları keşfetmeye yardım eden râbıtaları tahlil (analiz) etmekle, o münasebetleri onlara, esas "mânâ"larını veren "bütün"e bağlamak arasında ayırım yapmaz. Bundandır ki, bu ilim, eşya ile alâkası yönünden dünyevî bir ilim olduğu gibi, Yaratıcı ile münasebetle olması yönünden de; hatta en küçük parçasıyla mukaddes bir ilimdir. İlim, mânâ ve ruh yüceliğinden ayrılınca "sciantisine" (ilimcilik)e dönüşür. Nasıl ki, ilim ve tekniğin saygı yönünden gelişmesi bizatihi (başlı başına) bir gaye hâlinde kaldıkça, "teknik" de "teknokrat"lığa götürür. Avrupalıların çoğunun iddia ettikleri gibi, Batı Rönesansı Roma - Yunan kültürünün ilhâmıyla İtalya'da başlamış olmayıp, Arap-İslâm ilim ve kültürünün ışıklarını saçmasıyla İspanya'da başladı. Fakat Batı Rönesansı, Müslümanlardan, sadece tecrübî "pozitif" metodla tekniğini aldı; onu Allah'a yönelten ve insanlığın hizmetine sunan yönünü bir tarafa bıraktı. Diğer taraftan İslâm; iman, ilim ve tekniği ayrı ayrı şeyler telakki etmediği gibi, kanunları ve sebepleri araştırmakla mânânaları ve gayeleri araştırma arasında ayırımda yapmaz. Bizim eşyaya hâkim olmamızı sağlayan tekniği, Yaratıcıya ibadet (kulluk) vesilesi sayar. Kezâ İslâm; iktisad sahasındaki imanla, siyâset sahâsındaki imânı da ayırmaz. Bilakis bütün "ilim" gibi bütün "hakimiyeti", bütün "kudret" de tek olan Allah'a ircâ etmek suretiyle, aynı bünye içinde birleştirir.
-
Bencillik Girdabı
İnsana bahşedilen benlik emaneti, en büyük gerçeği tanıyıp bulma yolunda ona verilmiş mukaddes bir armağandır. Vazife biter bitmez de taşa çalınıp kırılması gerekli olan bir armağandır. Böyle yapılmadığı takdirde kabarır, şişer ve sahibini yutacak bir ifrit hâline gelir. Fert, onunla Yüce Yaratıcıyı, O'nun kudretinin, ilminin, iradesinin sonsuzluğunu; eksiklik ve kusurların O'nun, semtine sokulamıyacağını idrak edecek, sonra da sinesinde tutuşturduğu mârifet ve muhabbet ateşiyle onu eritip bitirecek; sadece Yüce Yaratıcının varlığıyla bakıp görecek, O'nunla düşünüp O'nunla bilecek ve sadece O'nunla soluyacaktır. * * * Hep bencil olarak kalıp gitme, Hakk'ı görüp bilememenin, sonsuzluk yolunda mesafe alamamanın ve gözleri bağlı,aynı yerde dönüp durmanın ifadesidir. Devamlı benlik hesabına düşünenler, benlikle oturup kalkanlar, aradıklarını "ego"nun karanlık atmosferinde arayanlar, yıllarca dere-tepe demeden aşıp gitseler de bir çuvaldız boyu yol alamazlar. * * * Yapılan işler, işlerin en ağırı, en yorucusu dahi olsa, benlik hesabına yapıldığı takdirde kat'iyyen fazilet va'detmez ve İlâhî Dergâhda kabûl göremez. Kendini aşamamış, benliğine bıçak çalıp parçalayamamış, basireti bağlı kimselerin ötelere doğru her hamlesi bir avunma ve aldatmaca, her fedakârlığı da bir akılsızlıktır. * * * Bencillik, şeytanî bir sıfat olduğundan, ona kapılanları, şeytanın âkıbetine uğratacağından şüphe edilmemelidir. Şeytanın mazeret ve müdâfaaları bile, güm-güm birer benlik melodisidir. Âdem (s) nebi, ufkunun karardığı bir anda, gözyaşların dan yepyeni bulutlar meydana getirerek onunla gönül ateşini, hasret ateşini söndürmeye çalışmasına karşılık; İblis, her kelimesi gurur ve inat, her ifadesi saygısızlık, mazeretler sayıp döküyordu... * * * Benliğin ilimden kaynaklananı, servet ve iktidarla ortaya çıkanı, zekâ ile, cemâl ile şişip büyüyeni ve daha birçok çeşidi vardır... Bu sıfatlardan hiçbiri, insanın zâtî malı olmadığından, bu husustaki her iddia, hakiki Mal Sahibi'nin gazabına bir vesile ve davetiye sayılmış ve bu mağrur rûhların helâkiyle neticelenmiştir. * * * Ferdin şahsî dünyasını tesir altına alan "ego", bir cemaat benliğiyle de, omuz-omuza verince, bütün-bütün devleşir ve mütecaviz bir ifrit hâline gelir. Artık böyle azgınlaşmış bir rûhun elinde en hayırlı şeyler dahi simsiyah bir bulut kesilir ve etrafa gülle-bomba yağdırmaya başlar. Evet böylelerinin elinde, ilim, bir yalancı ışık, servet, çalım Ve cakaya vesile; gönül, bir çiyan yatağı; cemâl, çevreye ekşilik saçan bir gam sayfası, zekâ, başkalarını hafife alan uğursuz bir şaklaban hâlini alır. * * * Öteden beri felsefe, benliği; peygamberlik de, hakkı ve mahviyeti temsil etmiştir. Evvelkilerin yolunda; şüpheler, tereddütler, aldatmalar, şiddet ve hiddetler; aysberglerin birbiriyle çarpışmaları gibi korkunç müsademelerle dağılıp parçalanmalarına karşılık; ikincilerin yolunda; aydınlıklar, gönül inşirahları, birbirinin imdadına koşmalar birbirini desdeklemeler vardır. * * * Her fırsatta kendini etrafa anlatma rûh haleti, fertte bir eksiklik ve aşağılık duygusunun ifadesidir. Böyleleri, iyi bir rûh terbiyesiyle varlıklarını gerçek Mal Sahibine feda edecekleri güne kadar da bu durum sürer gider. Bunların her işi bir çalım, her ifadeleri gürül-gürül benlik, her mahviyyet ve tevazuları da ya bir riyâ, ya da kendilerini başkalarına anlattırabilme yatırımıdır. Bin nefrîn haknaşinâs bencillere! SIZINTI
-
Diyarbakırlılar Şeyh Nurani'ye koştu!
Diyarbakırlılar Şeyh Nurani'ye koştu Diyarbakır'ın Çınar İlçesi'ne bağlı Aktepe Köyü'nde bulunan Şeyh Hasan-ı Nurani Türbesi, ziyaretçi akınına uğradı. haber7com Şifa bulmak için 1 günde 50 bin kişinin türbe ziyaretinde bulunduğu Aktepe Köyü'nde kadınlar, 'Arbane' denilen çalgı eşliğinde zikir yaparak baygınlık geçirirken, bazı vatandaşlar ise 'sevap tepesi'nde topladıkları otları Şeyh'in ayak bastığı çukurlara sürerek şifa aradılar. Çınar İlçesi yakınlarında bulunan türbe, Şeyh Nurani'nin doğum günü olan 20 Mayıs'ta ziyaretçi akınına uğradı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Diyarbakır ve çevre illerden araçlarıyla türbeye akın eden binlerce vatandaş, kilometrelerce uzunlukta konvoy oluşturdu. Türbe çevresinde 'Arbane' denilen çalgı eşliğinde başlayan dualara, kalabalık bir kadın topluluğu eşlik etti. İlahiler okuyarak zikrettiler. Türbeye giren kadınlar, dualarının kabul edilmesi için türbenin taşlarını öptü ve beşik şeklinde ip bağlayarak dilek tuttu. Şeyh türbesi üzerinde bulunan bez parçalarını şifa niyetine vücutlarına süren vatandaşlar, daha sonra çevreden topladıkları küçük taşları türbe duvarındaki oyuklara yerleştirdiler. Türbe ziyareti sırasında zaman, zaman izdihama neden olan kadınlar, dualarının kabulü için dua ettiler. Vatandaşlar, türbeyi ziyaretin ardından, Şeyh Nurani'nin toplantılarını yaptığına inanılan ve türbeden 1 kilometre uzaklıkta bulunan 'sevap tepesi'ne akın ettiler. Rivayete göre Şeyh Hasan-ı Nurani'nin ayak izlerinin bulunduğu çukurlara, tepeden topladıkları otları süren vatandaşlar, daha sonra bunları vücutlarına sürerek şifa aradılar. Bu sırada, kadınların topladıkları otları vücutlarına sürdükten sonra, yüksek sesle dua ettikleri gözlendi. Vatandaşlar, türbeye şifa aramak için geldiklerini belirterek, “Burada dilek tutup, dua ediyoruz. İnşallah dualarımız kabul olur" dediler. Bazı vatandaşlar her türlü şifa için türbeye geldiklerini söylediler.
-
"BABAM VE OĞLUM" Bir fiyaskonun getirdikleri.
Katılıyorum...
-
BİR GÜN PEYGAMBER Hz. MUHAMMED KAPINIZI ÇALSA... (İçeri almadan önce, aceleyle dergileri ve gazeteleri kaldırıp kur'anımı koyarsınız. Peki kasetler..)
Yüreğine sağlık ahirzaman kardeşim okurken gözlerim doldu... Rabbim yüreğinde ki bu güzel hisleri her daim taze tutsun... Selam ve dua ile...
-
BİR TESLİMİYETİN HİKAYESİ
Bir teslimiyetin hikayesi Varılacak nokta Allah olduktan sonra yolların farklı olmasının faydalı olduğunu düşünüyor Yusuf Islam. Türkiye'nin geleceğin dünyasında önemli roller üstleneceğine inanan Islam, Gümrük Birliği'ne girme ihtimalimizi de oldukça uzak buluyor.21 Haziran 1948’de Londra’da Isveçli bir anne ile Yunanlı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir Steven Demetre Georgiou. -------------------------------------------------------------------------------- Çocukluğu Londra’nın Shaftes Buryy Caddesi ile Tarafalgaf Caddesi’nde geçer. S.T. Joseph Roman Katolik okulunda katı bir Hıristiyan eğitimi alır. 16 yaşında mezun olduktan sonra Hammersmith Art Koleji’nde eğitimini tamamlar. Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği yerler Ingiltere’nin sanat, müzik ve eğlence merkezinde olduğu için meslek olarak eğlence dünyasını seçmesi zor olmaz. Başlangıçta Isveç’teki amcası gibi ressam olmayı ister; fakat iyi para kazanamayacağı endişesiyle bu düşünceden vazgeçer. TV ve film dünyasının etki alanına girer. 18 yaşında müzik dünyasıyla tanışan Cat Stevens’ın başarıyı yakalaması güç olmaz. 1966–77 yılları arasında Matthew and son, Here Comes My Baby, Wild World, Morning Has Broken ve Moonshadow gibi bir çok hit parçayı besteleyip söyleyerek kısa sürede meşhur bir şarkıcı haline gelir. Plakları 25 milyonun üzerinde satan Cat Stevens artık gençliğin efsane ismidir. Fakat kısa süre sonra tüberkuloza yakalandığı için yatağa düşer. Bu sırada Doğu felsefesine ilgi duymaya başlar. Okuduğu “Sınırlı Yol” adlı kitaptan etkilenir, hayata bakış açısı değişir. Iyileştikten sonra müzik çalışmalarını yeni felsefesiyle sürdürürken, araştırmalarına da devam eder. AĞABEYİN KUDÜS'TEN GETİRDİĞİ KURAN Bir ara, Los Angeles bölgesinde Malibu isimli, milyonerlerin yaşadığı meşhur bir sahil bölgesinde, anlamını yıllar sonra idrak edebileceği bir olay geçer başından. Bir gün denizde biraz açılmak ister. Dalgaların üstüne üstüne gelmesiyle birlikte, o mevsimde denize açılmanın hayli riskli bir iş olduğunu anlar. Geri dönmek ister; fakat akıntı onu gittikçe sahilden uzaklaştırır. Artık sahile geri dönmeye gücü kalmamıştır. Sonunda, Allah’tan başka kimsenin yardım etmeyeceğini anlayarak “Ey Allah’ım, beni kurtarırsan senin için çalışacağım” diye haykırır. O anda arkasından kuvvetli bir dalga gelir ve onu sahile doğru atar. Olanca gücüyle yeniden başlar yüzmeye. Bir kaç dakika içerisinde güvenli ve canlı bir şekilde sahildedir. Genelde insanoğlu bu tür durumlarda verdiği sözü unutur. Fakat Cat Stevens Allah’a verdiği bu sözü hiç unutmaz. Ahdini yerine getirme fırsatını, ağabeyi David’in Kudüs’e yaptığı ziyaretin ardından yakalar. Ağabeyi Kudüs ve diğer kutsal yerleri gezerken bir Islam festivalinde Kur’an görür ve “Müslümanlar’ın Kutsal Incil’i bu kitaptır herhalde” diyerek satın alır. Daha sonra, bu tür kitapları okuduğunu bildiği için kardeşine hediye eder. Bu güzel hediye, Cat Stevens’ın denizin dalgaları ile boğuşurken verdiği sözü yerine getirme yolunda attığı adımların ilkini oluşturur. “Gönlümü Kur’an’ın mesajına açtığım an, Islam’ın beklentilerime yabancı bir din olmadığını keşfetmek beni bir hayli şaşırtı. O, ilk olarak tüm insanlığı tek bir Tanrı’ya inanmaya çağıran, tüm insanlığı tek bir aile olarak tanımlayan, peygamberleri tüm insanlığa birlik mesajları veren bir kardeşler topluluğu olarak niteleyen ve insanları takva elbisesine büründürmek isteyen bir kitaptı. Ben Kur’an’da Isa’nın, Musa’nın, Ibrahim’in, Nuh’un, isimlerini ve hepsinden önemlisi son Peygamber’in, Allah’ın son elçisinin, Muhammed’in ismini (s.a.v) gördüm. Bütün bunları hazmedebilmem epey vaktimi aldı. Kur’an okurken en büyük duyguyu Yusuf’un hikayesini okurken yaşadım. Incil’de nakledilen hikaye ile büyük benzerlikler taşıyordu. Sure’nin ortalarında idim ki, birden bağırmaya başladım. Bu, insan tarafından yazılabilecek bir şey olamazdı. Bu bir vahiydi. O andan itibaren, Müslüman olmaktan başka çarem olmadığını anladım. Konuşabileceğim bazı Müslümanlar buldum. Onlar bana Regents Parkı’nda yeni bir mescit yapılmış olduğunu bildirdiler. Ben söz konusu parktan defalarca geçmiş olmama rağmen, orada ağaçlardan başka bir şey görmemiştim. Daha sonra, bir gün birden, yeşillikler arasından yükselen altın rengi bir kubbeyle karşılaştım. Bu belki de benim Islam’la ilgili keşfettiğim her şeyin bir özeti idi. Önceden orada olmadığı halde, sanki birden orada bitivermişti” diyor. Ve şunları ekliyor sözlerine: “Bir cuma günü dramatik bir adım atarak, Müslümanlığımı ilan etmek üzere camiye gittim. Müslüman olmak için yapmak zorunda olduğum ilk şeyi yaptım: ŞEREFLERIN EN GÜZELI: ISLAM "Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" Bir zamanların pop starı, efsane ismi Cat Stevens artık Yusuf Islam olmuştur. Eskisi kadar ünlü değildir; ama eskisinden çok daha güzel bir insan olmuştur. Bütün kariyerini, bütün ününü, bir kenara itmiş fakat insan olmanın teslim olmaktan geçtiğinin bilincine vararak kendini kazanmış, yaşadığının farkına varmıştır; geçmişe ait ne varsa silerek. Yusuf Islam’a neden sadece def ve insan sesi kullandığı soruyoruz. Iki gerekçesi olduğunu söylüyor. Ilk olarak bir hadisi şerifi dayanak olarak gösteriyor. Ikincisi ise, müziğin doğasını anlamaya çalışmak. Müziğin insanın sinir sistemini etkilediğini, onu etkisi altına aldığını, davranışlarını yönlendirdiğini düşünüyor. Ona göre müzik aletlerinin herbirinin kendine ait bir doğası var ve bu da duygu ve dürtüleri etkiliyor. Peygamber Efendimiz’in hadisini, enstrümanların kendilerine ait bir doğaları olduğu düşüncesiyle yorumluyor. Diğer taraftan müziğin insanın dikkatini de dağıtabileceğini, irade dışı birçok şeyi yaptırabileceğini de ekliyor. Hatta şöyle bir örnek veriyor: “Amerika'da ütü yapan bir ev hanımının müzik dinlerken, telefonun ahizesi yerine ütüyü kulağına götürmesinden de anlayabiliriz bunu...” Kendisiyle daha önce yapılan bir röportajda, “Müziğin tehlikeli bir şey olduğu fikrini Kur'an'daki Şuara suresiyle açıklamaya çalıştığını hatırlatarak bunun gerekçesini soruyoruz. Önce ayeti hatırlatıyor: “Şairlere gelince, yalnız ******** uyarlar onlara, görmedin mi onların ne aşırı insanlar olduklarını, yapmadıkları şeyler üstüne konuştuklarını”Şuara (224, 225, 226) Ayetlerin devamında müstesna şairlerden de bahsedildiğini hatırlatarak devam ediyor. “Iyi şiir olabileceği gibi, kötü şiir de olabilir" dedikten sonra Peygamberimiz’in Mekke’ye girerken şiir okuyan bir şaire müdahale eden sahabeleri nasıl engellediğini anlatıyor. Insanları iyiye, Hakk’a, doğruluğa çağıran şiirler olabileceği gibi, onları kötülüğe çağıran, kışkırtan, küfre sokan şiirler ve şairler de olabileceği üzerinde duruyor. Bu tür şiirlerin büyüden geldiğini anlatan bir hadis de naklediyor. "Müzik için de aynı şey söz konusudur" diyor. Müziğin olumsuz etki alanının kırılabilmesi için de helalleri ve haramları iyi bilmenin şart olduğunu belirtiyor. Müziğin ancak izin verildiği ölçüde kullanılması gerektiğini, yoksa kötü sonuçlar alınabileceğini, hatta ölümcül olabileceğini vurguluyor. Insanın kalp atışlarını bile etkileyen müziğin piyasa haline gelmesi, onu oldukça rahatsız ediyor. POP YILDIZLARI ÖNCE DUVARLARI YIKSIN Yıllar önce, bestelediği ve hâlâ dillerde olan parçalarını hiç mırıldanıp, mırıldamadığını soruyoruz. Gülümseyerek “hayır” diyor. Daha sonra da, “Evet ama bazen, çok nadir” diye düzeltiyor. Hele şu an, hâlâ müzik yapan çağdaşları hakkında ne düşündüğünü sorunca, “Onların hepsi yaşlandı” derken kendini gülmekten alamıyor. Rolling Stones’un saygınlığını yitirdiğini, eski güçleri olmadığını, kendilerini yeniden toparlamaya çalıştıklarını belirtiyor. Ardından çağdaşı olan bir çok müzisyene ne yaptıklarını sorgulamaları gerektiğini de tavsiye ediyor. Bir çoğuna kasetini göndermeyi ihmal etmemiş, Bob Marlyn’e ölmeden önce, hastayken Kur’an–ı Kerim hediye etmiş. Etraflarına yıkılması güç duvarlar ördükleri için onlara mesaj ulaştırmakta güçlük çektiğini söylüyor. Bugünkü bir çok ünlü pop yıldızının yaşadıklarının farkında olmadığını düşünüyor ve bunun nereye kadar süreceğini soruyor onlara. Türkiye denince aklına gelen kelimeleri şöyle sıralıyor: “Enerji. hız, güç, gelenek ve kültür..” Gelişmelerden son derece memnun. Varılacak nokta Allah olduktan sonra yolların farklı olmasının faydalı olduğunu ve Türkiye’nin geleceğin dünyasında çok önemli roller üstleneceğini düşünüyor. Müziğiyle verdiği mesajın Islam’ın mesajı olduğunu söyleyerek Müslüman olduktan sonra kendini eğittiğini anlatıyor ve ekliyor: "Ama Müslüman olarak doğmuş olanların çoğu kendilerini eğitmek zorunda hissetmiyorlar. Bu, Müslüman olarak doğanlarla daha sonra Müslüman olanlar arasındaki en belirgin fark. Bilgi hayatımızın her aşamasında bizi zenginleştirir, anlamlandırır. Yeni ufuklar açar bize. Dolayısıyla bütün Müslümanlar’ın aynı çabayı göstermeleri gerekir. Islam ancak bu şekilde yaşanabilir." "Allah" diyor Yusuf Islam, "Islam’ı bana nasip etmiş. Müslüman olduğumdan bu yana, Peygamberimiz’in, O büyük insanın hayatını araştırıyorum. O'nu okudukça, O'nu anladıkça, etrafımı saran bilgisizliği, cehaleti daha iyi görüyor ve irkiliyorum."
-
İsrail dünyaya ders olsun!
İsrail dünyaya ders olsun! İsrail, 58. kuruluş yıldönümünü kutluyor. İsrail tecrübesinden dünya neler öğrendi? Filistinliler bu tecrübeden ders çıkarabildi mi? Peki ya İsrail? -------------------------------------------------------------------------------- Geçtiğimiz hafta Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da askerî bir müzede açılan sergiyi gezen Çekler ülkelerinin tarihine ilişkin ilginç bir gerçeği öğrendi: Sergilenen silah, üniforma ve belgeler İsrail Devleti'nin kuruluş aşamasında komünist Çekoslovakya'dan askerî mühimmat satın aldığını gösteriyordu. Çekler kendi tarihlerinin İsrail'in kaderiyle kesiştiği o günleri öğrenedursun İsrail tecrübesi 58 yıldır dünyaya bir dizi ders vermiş durumda. İsrail tecrübesinden dünya, Türkler ve Araplar ne öğrendi? Aksiyon, yüzyıllardır kültürel ve politik açıdan İslam senteziyle yoğrulmuş Ortadoğu coğrafyasına 'kötü bir yabancı öğretmen gibi gelen' İsrail'den başta Filistinliler olmak üzere dünyanın neler öğrendiğini sorguladı. Ortadoğu'daki varlığı uzun bir sürece dayanmamasına rağmen İsrail, kısa zamanda bölgede etkin bir yere sahip oldu ve izlediği siyasetle çoğu zaman bölge gündemini belirledi. İsrail'in 58 yılda Araplara ne öğrettiği sorusuna Cüneyt Ülsever, "Keşke İsrail Araplara demokrasiyi öğretebilmiş olsaydı, çünkü İsrail Ortadoğu'da, gerçek anlamda demokrasiye sahip tek ülke. Ama Arapların bunu öğrendiğini söyleyemeyeceğim." derken Araplarda milliyetçilik duygusunun gelişmesini İsrail'in sağladığına dikkat çekiyor. Ülsever, İsrail'in milliyetçiliğe paralel olarak işgalin ne demek olduğunu, Filistinlilere yurtlarının ellerinden alınabileceğini gösterdiğini kaydediyor. Ona göre İsrail'in dünya kamuoyuna verdiği en önemli ders de ufacık bir ülkenin etrafı hasımlarla çevrili olduğu bir ortamda var olma mücadelesi verebileceği. 58 yılda Filistin, Birleşmiş Milletler toplantılarında İsrail'i zor durumda bırakarak dünya kamuoyunu etkilemeyi öğrendiğini gösterdi. FKÖ'nün, bugün Birleşmiş Milletler'de gözlemci statüsüyle yer alması bunun en açık örneği. İsrail ve Filistin'de uzun müddet çalışan Radikal gazetesi yazarlarından Ayşe Karabat, Filistinlilerin İsrail'den 'halkla ilişkileri' öğrendiğini belirtiyor: "İsrail'in bence en büyük başarılarından biridir kendisini anlatabilme yeteneği ve kendisini anlatamayanı da her yolla etkileme çabası. Son zamanlarda Filistinliler de kamuoyunun ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Tabii asla İsrail kadar değil!" Diğer yandan, 'vatanlarının işgal edildiği' gerçeği Filistinlilerin ekonomik ve teknolojik gelişmenin gerekliliğini görmelerini sağladı. İsrail'in varlığı sayesinde Filistin'in savaş kokan coğrafyasında Edward Said gibi, kitapları İsrail üniversitelerinde okutulan entelektüeller yetişme ortamı buldu. Diğer yandan Filistinliler geleceğe yönelik bir 'devlet' ideallerinin bilimden mahrum kaldıkları sürece asla hayat bulamayacağını idrak etti. Bugün Arap dünyasının 'en fazla eğitim görmüş millet'i olma konumuna ulaşmış olmaları Filistin'in bu dersi doğru algıladığını gösteriyor. Yakın bir zamanda İsrail'in bile muhtemel bir ciddi susuzluk durumunda elinde yeterince su mühendisi bulunmaması sebebiyle bu hususta yeterli beyin gücüne sahip Filistin'e muhtaç kalacağından endişe ettiği biliniyor. Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gökhan Bacık, Filistinlilerin İsrail'den uluslararası sistem olarak tanımlanan mekanizmanın gerçekte nasıl işlediğini, hegemon güçlerin neye göre karar verdiğini, önceliklerin neler olduğunu kavradığını belirtiyor. Bacık'a göre Filistin, Batı'nın nazarında 'İsrail'e saygı' kavramının sistem düzeyinde bir ilke olduğunu öğrendi. Arapların Batı'nın Doğu'ya nasıl baktığını da öğrendiğini iddia eden Bacık, sözlerine şöyle devam ediyor: "Filistinliler 'Arap kardeşliği' gibi kavramların salt romantik yaklaşımlar olduğunu gördü. Yine de içerisinde bulundukları acziyete rağmen sistem içinde bir kavga verebileceklerini, bir şeyleri eksik de olsa başarabileceklerini de fark etti." Arapların devletleşmeyi bir türlü beceremediğini düşünen Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Soli Özel de İsrail'in 58 yıllık varlığının dünyaya hedefe kilitlenmenin, bu hedefe dair siyaset üretmenin, örgütlenmenin ve disiplinli hareket etmenin önemini fark ettirdiğini söylüyor: "Arapların en büyük talihsizliği liderlik problemi! Arafat Filistin milliyetçiliğinin canlı kalmasını başardı, ama Filistin'in devletleşmesi konusunda aynı başarıyı gösteremedi." Soli Özel, Arapların İsrail toprakları içinde dahi eşit haklara sahip olmadığını söylese de Wisconsin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Kemal Karpat bu kanaatte değil. Karpat kendi gözlemlerinden hareketle İsrail Devleti'ndeki Arap ve Yahudi toplumlarının aynı siyasi örgüt içinde birbirlerinden ayrı, ama 'sulh' içinde yaşamayı öğrenmiş toplumlar olduğu fikrini savunuyor. Tarihî, sürecin Filistinlilere öğrettiği en büyük ders 'bir vatan istiyorlarsa' bunu ancak kendilerinin, Araplardan yardım beklemeksizin gerçekleştirmeleri gerektiğidir. Yeni Asya gazetesi yazarlarından Mustafa Özcan İsrail'in başarılarından bu anlamda ders alınması gerektiği kanaatinde. "İsrail'in kuruluşunda büyük bir romantizm, bir esrar ve ciddi bir mücadele var. Bunlar olumlu olan davada doğru şeyler." diyen Özcan, konuya farklı bir cihetten yaklaşıyor: "İsrail'in hedefi yanlıştı, zira başkalarının toprağını kendi toprağıymışçasına işgal etti. Yoksa bu devletin gayretini, mücadelesini alkışlamamak mümkün değil. Hatta örnek almamak mümkün değil. Fakat işin özü mahiyetiyle başkalarının hukukuna bir tecavüz var, bu yönü yanlış. Evet, ısrar ve gayret başarı getirmiştir. Lakin özü yanlış olduğundan kalıcı olmayacaktır!" Prof. Mim Kemal Öke uluslararası kamuoyunun ve Arapların, İsrail'in varlığından ne ders çıkardığının değil, asıl İsrail'in neler öğrendiğinin önemli olduğunu düşünüyor. "İsrail saldırganlıkla bir yere varılamayacağını öğrendi. 1948'deki sınırlarından taşarak agresif bir dış politikayla, Arapları hiçe sayarak, militarizmle güvenliğini sağlayamayacağını öğrendi." şeklinde konuşan Öke'ye göre İsrail güvenliğin ancak barışla tesis edilebileceğini de kavramış durumda. Ortadoğu, Osmanlı hâkimiyetinden çıktı çıkalı siyasi istikrardan mahrum kalmış bir bölge. Semavi dinlerce kutsal kabul edilen bu coğrafyada 50 yılı aşkın süredir toprağın kan kokuyor olması tüm dünya halklarının vicdanında derin bir etki yapıyor. Halbuki tarih devletlerin sınırlarını savaşsız olarak ayırabildiğini ve barış içinde bir arada yaşayabildiklerini de gösteriyor. Tıpkı Çek ve Slovakların Çekoslovakya'yı barışçıl bir süreç sonunda iki devlete dönüştürmesi gibi. Muhtemelen Prag'daki askerî müzeyi gezen Çekler kendilerine bu soruyu soruyorlar: "Neden dünyaya pek çok şey öğreten İsrail ve Filistin Çekoslovakya'nın tecrübesinden bir şeyler öğrenemiyor?" ÖĞRENİMLERİN TARİHÇESİ: 1948 - En-Nakba Felaketi Filistinliler vatanlarını kurtarma işini başka milletlere devretmemeleri gerektiğini öğrendiler. 1956 - Sina Savaşı Mısırlılar başta olmak üzere Araplar İsrail'i haritadan silmek yerine kaybettikleri toprakları geri almaya çalışmak zorunda olduklarını öğrendiler. 1967 - Altı Gün Savaşı Araplar savaşın güçle değil istihbaratla kazanıldığını ve artık İsrail'in silinmemek üzere haritaya yerleştiğini öğrendiler. 1973 - Yom Kippur Savaşı Araplar İsrail'in yenilmez olmadığını öğrendiler. 1979 - Camp David Antlaşması Dünya eski teröristlerin dahi barış anlaşması imzalayabileceğini öğrendi. 1982 - Kudüs'ün başkent ilan edilmesi Dünya ve Araplar, İsrail'in Kudüs'ten asla vazgeçmeyeceğini öğrendi. 1987 - Birinci İntifada Filistinliler sivil itaatsizliğin en etkili mücadele olduğunu öğrendiler. 1991 - Oslo Antlaşması Dünya İsrail-Filistin barışının ancak tarafların ikili görüşmeleriyle sağlanabileceğini öğrendi. 1997 - Tünel Faciası İsrail, Kudüs'te statükoyu değiştirecek her hamlenin barış sürecini baltalayacağını öğrendi. 2000 - Aksa İntifadası Dünya Mescid-i Aksa'nın Ortadoğu çatışmasının merkezinde olduğunu öğrendi. 2002 - 2005 Batı Şeria Duvarı'nın İnşası Dünya Batı Şeria'nın yeryüzünün en büyük açık hava hapishanesi olduğunu anladı. 2006 - Şaron hastaneye kaldırıldı İnsanlık 'demir-yumruk' liderlerin de ölümlü olduğunu öğrendi. Kübra Avcı - 15.05.2006 - AKSİYON
-
ALLAHIN ASKERE İHTİYACI VARMI?... (Dünya din adına birbirine düşman milletlerle doldu... Allah’ın, kendi yarattığı kullarının öldürtülmesi için ken.)
Atatürk bizim diye sürekli bagıran size göre ilginç bir yaklasım olmus! Ama ben yine söylüyorum Atatürk kimsenin malı! değildir...Onu hakikaten sevenler de vatanının bölünmesinin , ayrımcılık içine sürüklenmesinin karsısında olup sadece refah seviyesini yüksetme adına çalışanlar ve destekleyenlerdir.. Sürekli olarak siz , biz...Sizin , bizim diye ayrım yapanlar değil! Cihata gelince... Cihatı adam öldürmek olarak inanan cahil cühelalara ve öyle olmasını isteyip üstünden rant saglamaya çalışan şahsiyetsiz insanlara sunu söylemek isterim ki, CİHAT İNSANLARI ÖLDÜRMEK DEĞİL , ÖLÜ KALPLERİ DİRİLTMEKTİR... Örümcek kafalı zihniyetlerin olmadığı , hayata daha aydınlık bir pencereden bakan insanların çoğaldığı günlerin özlemiyle.... Selam ve dua ile...
-
MUHAMMED'İN DİNİNİ KABUL EDENLER KENDİLERİNİ UNUTMAYA, HAYATLARINI ALLAH KELİMENİNİN HER YERDE YÜKSELTİLMESİNE ADAMAYA MECBURDURLAR. BUNUNLA BERABER..
Ki , isteyen kişi yine türkçesini de ezberlesin , okusun kimse bunun karsısında değil..insan okuduklarını da anlamalı v anlamalı ki ona göre amel etsin..Aksi zaten komik olur..Fakat herseyin orjinali daha iyidir buda asla inkar edilemez... Mesela ben rus edebiyatını severek okurum ve rus edebiyatından kitap yada şiir okudugum zaman rusça bilmeyen bir kişi olarak türkçesiyle yetinirim fakat bilen bir arkadaşım asla orjinalinin tam anlamıyla tercüme edilmediğini ve asıl dilinden okundugu kadar keyif vermedigini ifade ediyor bana..Ki bu sadece bir kitap... Demek ki herhangi bir kitap veya şiir için bile dilin orjinali bu kadar ehemmiyetli ise...Sizlerde bir Kuranı düşünün.. Bizler İslam dininin kitabı olan Kelamullah'tan Kuran-ı Kerimden bahsediyoruz...Onun orjinalinin okundugu zaman ki lezzeti asla türkçesi vermez... Selam ve dua ile...
-
• İĞRENİYORUM!
- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
- TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Sevgili Gecekusu ben çelişki içinde olduğumu yada bazı kavramları oturtamadıgımı sanmıyorum... Bu kavramları yerli yerine oturtamayıp farklı yönlere çekmek isteyen insanlar yüzünden belki öyle bir konumda gibi görünüyor olabilirim... Size göre şeriatı isteyen o grup ne kadar islama uyuyor acaba? Bu zamanda sözde islam için adam öldürenler Allah indindeki yerlerini biliyorlar mı? İslam öyle hassas bir dindir ki bir eve girerken ki adabı bile size Kuranda anlatır...Böyle bir dinde gidipte sözde! islam adına adam öldürüyor ise(ki bunlar saf insanların belli kitlelerce kullanılması sonucu , provake adına oluyor) hali nicedir acaba... Gerçekten islamı yasayıp , özümseyen insan bir karıncayı bile incitmekten korkar , çekinir... Lütfen biraz dikkat... Zaten mantık olarak olaya yaklaştıgımız zaman kişinin dini ne olursa olsun yasadıgı ülkenin yönetim şekline uymalıdır...Yönetim şekli ne ise..Şayet memnun değilse istediği rejimi uygalayan ülkede varsa direk oraya gitmelidir... Bir müslüman için olayın özüne indiğimiz zaman görürüz ki yasadığı yerdeki yönetim şekli vs. önemli değildir onun islamı istedigi gibi yasıyor olması önemlidir...Namazını kılabilmesi,orucunu tutabilmesi vs... Ben bunları yapabiliyorsam benim için sorun yoktur ... Ki, zaten Efendimiz(sav)in hadislerine baktıgımız zaman sunu görürüz ki, Efendimiz Yasadıgınız yerin yönetim şekline uyunuz o devlete uyunuz der hadis-i şeriflerinde... Bozgunculuk yapmanın alemi yok,herkes istedigi gibi yasasın ve herkese yasama hakkı verilsin islamda da asıl prensip budur ama bunu farklı noktalara cekmek isteyen isanlar da yok değil... Ve nerede yasamak istersiniz bu sorularına cevap bulmalısın demişsiniz...Bu sorunuza da alındım ve teessüf ettim dogrusu ne dememi bekliyorsunuz iran mı?! Size göre İran islam ülkesi olabilir ama bana göre asla!sizlerin İslam ülkesi dediğiniz yerde kadın kendi basına araba bile kullanamıyorsa hak ve hukuk namına ele avuca gelen birley yoksa oraya İslam ülkesi olarak kabul etmek bile bence İslama hakarettir... Tekrar söylüyorum dünyada İslamın en güzel yasandıgı ülke Türkiyemdir...- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Sevgili dipnot sizin açıklamanıza göre bir kıyas yapacak olursak karsımıza çıkan tablo da Türkiyede ki kapalıların hepsi siyasi amaçla takıyor çünkü günümüz de herkes sizin yaptığınız türban! tanımlamasına giriyor... Bravo yani bu kadar olur... Siz lütfen ilk önce başörtüsü nedir ve neden takılmaktadır öğrenin... Benimde yüreğim inanın sizin bu yazınızı okuduktan sonra yaralandı... Medeniyet , çağdaşlık nedir efendim? Bİr parça giysi mi insanı medeni yada medeniyetsiz yapacak! İnsaf! ve yazık diyorum size sadece... Ve Mehmet Akif sizin gibi aklına , fikrine göre değil de kişinin giysisinde medeniyeti arayanlar için şöyle demiş; MEDENİYET AÇMAKSA BEDENİ HAYVANLAR BİZDEN DAHA MEDENİ Lütfen bir daha başörtüsünü siyasi amaçla takanlara karsıyım demeyin... Siz başörtüye , başörtülülere ve islama karsınız!...- TÜRK GENÇLİĞİ BUMU ŞİMDİ?... YAKIŞIYOR MU?... (Gazi Üniversitesinde kendisini ÜLKÜCÜ olarak tanımlayan Üniversitelilern davranış ve örgütlenme biçimi)
Sanırım böyle olması gerekiyordu... Şimdi cevabınızı alırsam sevinirim... Sevgilerle sevgili dipnot...- DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Ne demek istediğini anlayamadım doğrusu? Şayet bu konuyla alakalı olarak geç yazdığımı kastediyorsan dünden beri nette problem vardı ancak bu yazıyı yeni görebildim... Öncesinde bazı tartışmalar yasamıs olabilirz ama bunları tekrar öne sürmeye gerek yok... Ben sizi anlıyor ve anlamaya çalışıyorum sizde aynı dogrultuda hareket ettikten sonra sorun yok sanırım... Sevgilerle...- TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Sevgili Gecekusu bu işin aması asla ve asla olmaz zaten... Benim orada ama diyerek devam etmemin sebebi bu ********* olaylara alet olup birbirimize düşmemek içindi... Dikkat lütfen... Sevgilerle... - TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.