berceste tarafından postalanan herşey
-
HZ.MUHAMMED MUSTAFA
İnsanlığın İftihar Tablosu (sav) muhasebe insanıdır. Ümmeti için en güzel örnek olan Allah Resûlü (sav), "Bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız." (Buhari, Kusûf, 2; Müslim, Salât, 112; Tirmizi, Kusûf, 2; İbn Mâce, Zühd, 19), yani "yataklara girip yatamaz, ağzınıza koyduğunuz lokmayı yutamaz ve bir yudum su içemezdiniz." buyurmuş ve bir sahabinin yorumu çerçevesinde: "Keşke kesilip biçilen bir ağaç olsaydım." (Tirmizi, Zühd, 9; İbn Mâce, Zühd, 19) gibi mülahazalarla sorumluluğun ağırlığını çevrelerine duyurmaya çalışmışlardır. İki Cihan Güneşi (sav), şahsi hayatının her ânını, muhasebe duygu ve düşüncesine bağlı yaşadığı gibi bu çizgide, yer yer insanlığa yapacağı ihtarlarını da ilk defa kendisine en yakın olanlarda ortaya koymuş ve başkalarına diyeceğini onları muhatap alarak seslendirmiştir. Nitekim bir gün O (sav), en uzak daireden başlayıp, en yakın daireye kadar, bütün yakınlarını çağırdıktan sonra, "Ey Kâ'b b. Mürreoğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Abdülmuttaliboğulları!" diyerek onlara ayrı ayrı seslenmiş ve "Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam!" (Buhari, Vesâyâ, 11; Tefsir (26), 2; Müslim, İman, 348–352) buyurarak herkesin kendinden sorumlu tutulacağını hatırlatmıştır. Evet, "Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir." (Müddessir, 74/38) fehvasınca, her insanın nefsi tıpkı rehin emtia (mal) gibi ipotek altındadır. Kişi, çalışıp kazanacak, kazandığı şeyleri Allah yolunda sarfedecek ve nefsini ipotek olmaktan kurtaracaktır. Efendimiz (sav) işte, bu noktadan hareketle, kendisine en uzak kabile ve oymaktan başlayıp, tedelli (en genişten en dar daireye gelme) yoluyla sözü en yakınlarına doğru çekerek şöyle buyurmuştur: "Ey Allah Resûlü'nün halası Safiyye! (Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira) ahirette senin adına da bir şey yapamam!" (Müslim, İman, 349–350) Safiyye (ra) ki, Hz. Hamza'nın (ra) kız kardeşi, Allah Resûlü'nün "Havarim" buyurduğu Hz. Zübeyr'in (ra) anası, (Buhari, Cihad, 40–41; Müslim, Fezâilu's–Sahabe, 48) zalim Haccac'a karşı Kabe'yi müdafaa ederken, asılmak suretiyle şehid edilen Abdullah b. Zübeyr'in babaannesi (İbn Hacer, İsâbe, 2/309–311) ve bütün bunlardan öte o, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (sav) öz halasıdır. Bunlara rağmen, İki Cihan Serveri, ona da nefsini Allah'tan satın almasını söylüyor ve Allah nezdinde onun adına da bir şey yapamayacağını bildiriyor. Dahası O (sav), kendi kızı, ciğerparesi ve peygamberlik günlerinin gönül meyvelerinden Hz. Fatıma'ya (ra) bile "Ey Muhammed'in kızı Fatıma! (Sen de nefsini Allah'tan satın al; zira) ahirette senin adına da bir şey yapamam." (Buhari, Vesâyâ, 11; Tefsir (26), 2; Müslim, İman, 348–350) buyurarak sorumluluğun şahsiliğine dikkat çekiyor ve herkesi dikkatli yaşamaya çağırıyor. Fatıma (ra) ki, Allah Resûlü (sav) tarafından "Fatıma benden bir parçadır." (Buhari, Fezâilu'l–Ashab, 12, 16, 19; Müslim, Fezâilu's–Sahâbe, 93–94) buyurulan; cennet kadınlarının efendisi olduğu (Buhari, Fezâilu'l–Ashâb, 29; Tirmizi, Menâkıb, 30) bildirilen; kendisinden sonra gelecek olan ekser evliya ve asfiyanın onun nurlu neslinin semeresi olan müstesna ve yüce bir kadındır. Evet işte İslam, böylesine büyük bir mesuliyet ve vazife şuuruyla gelmiş, herkesin yapması gereken vecibeleri hatırlatmış ve ehl–i kitabın kuruntularına kapılmamayı emretmiştir. Evet her fert, sa'y u gayret meydanı olan bu dünyada ne yapmışsa Cenab–ı Hakk'ın huzuruna onunla çıkacak, durumu mizanda o amellerle değerlendirmeye tabi tutulacak ve neticede ya cennete yürüyecek yada esfel–i sâfilîne sükût edecektir. Kitap ve sünnet gibi kaynaklarıyla İslam, herkese belli sorumluluklar yükler. Toplumun hemen her ferdine, bulunduğu yer itibariyle yapması gereken bir kısım mükellefiyet ve vazifeler yüklenmiştir. "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İmam çobandır ve güttüğünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır o da elinin altındakilerden mesuldür. Kadın da, kocasının evinde çoban gibidir, o da yeddiklerinden mesuldür. Hizmetçi de, efendisinin malından sorumlu ve sürüsünden mes'uldür..." (Buhârî, Ahkâm 1, Cum'a 11, İstikrâz, 20, Itk, 17,19, Vesâya, 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâret 20; Tirmizî, Cihâd, 27; Ebû Dâvud, İmâret, 1) hadisinde ifade edildiği gibi, herkes bir çoban ve herkes güttüğünden sorumludur. Dolayısıyla herhangi bir noktada, başkalarından önce Hak ve hakikate uyanmış, imanla tanışmış bir talebe, öğretmen yada esnafın çevresindeki arkadaşlarına karşı bir kısım sorumlulukları vardır. Böyle biri, sahip olduğu bütün imkanları kullanarak henüz imana tam uyanmamış arkadaşlarına Hak ve hakikatları anlatmalı, onların ellerinden tutarak, kendisinin teneffüs ettiği o temizlerden temiz iman atmosferi içine çekmeli; Cenab–ı Hak ve Efendimiz'i (sav) onların ruhlarına duyurmaya çalışmalıdır. Yine herhangi bir müessesede memur olarak çalışan bir kimse, çalıştığı iş yerindeki arkadaşlarına aynı hakikatları anlatmalı ve ölüm soluklayan ruhlara yeniden dirilişin yollarını göstermelidir. Aslında böyle bir çalışma, aynı şekilde toplumun her kesiminde artan bir ivmeyle sürdürülmeli ve herkes nerede bulunursa bulunsun, kendisine kucak açacak muhabbet dolu bir sine bekleyen kitleleri sevgi ve hoşgörüyle bağrına basmalıdır. Bizim, bu misyonu mazide tam ifa eden insanlara yaptığımız gibi geleceğin nesilleri de, ilk kuruluşun temsilcileri sayılan Ashâb–ı Kiram'dan (ra) sonra, bu ikinci dirilişin mümessillerini yürekten alkışlayacak ve tarihin altın sayfalarına kaydedeceklerdir.
-
• İĞRENİYORUM!
Evet Sevgili GuestGirl... Tek çıkar yol sevgi ve hosgörü... Önümüzde ki günler karanlık görünse de elbette her gün doğan gün gibi bizimde yarınlarımız aydınlanacak inş... Sevgi ve hosgörüyle dolu yarınların temennisiyle...
-
Güllerin Efendisine şiirler...
Her okuduğumda , dinlediğimde gözyaslarımı tutamadıgım bir şiir... Ve eminim ki çoğumuz için de öyledir.. 40 Yaşındasın Rahmetini umarak Günahkar bir dille; Allah Azze ve Celle Ya Rasulallah, Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden, Kalbimizden seyrediyoruz seni. İşte Bir yaşındasın, Beni Sa'd yurdundasın Sana süt anne olmadı kadınlar Bu yüzden dargın bulutlar Bir damla yağmur indirmiyor Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa'd yurdunda Minicik bir bulut var gökyüzünde Sana aşık... Ayrılmıyor başucundan Ve insanlar yağmur duasında... Hz.Halime kucağına alıyor seni Yeryüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için Oysa minicik bulut gökyüzünde Sana meftun, sana kilitli... Ve dua eden rahibin kucağındasın Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da Ama sen unutmuyorsun Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun O minicik bulut ilişiyor bakışlarına Büyüyor, büyüyor... Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini Çoğusu bilmiyor seni... Altı yaşındasın Medine-i Münevvere yolundasın Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında Sonra yolda, Ebva'da öksüzlük karşılıyor seni Mekke'ye annesiz giriyorsun Abdulmuttalip bir başka seviyor seni Ebu Talip bir başka seviyor Ya Rasulallah Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında Onlar anne deyince sen yere mi bakardın Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva'ya Kaç gece anne diye hıçkırdın Efendim! Senin yerine de anne dedik annemize Senin yerine de baba dedik Yirmi beş yaşındasın Ve bambaşkasın Kimse sana denk değil Şefkat yayıyor kokun Güven veriyor sesin Sen Muhammed-ül Emin' sin Otuz üç yaşındasın Dalga dalga rahmet var Otuz beş yaşındasın Hadi gel bekletme yar İniltiler çalıyor kapısını göklerin Hadi gel bekletme yar Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin... Hadi gel ey Yâr! Nurdağına davet var İşte Kırk yaşındasın Hira Nur dağındasın Cibril iniyor göklerden Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ' Ah! ' sın Karanlık gecelerimize sabahsın Sen Nebiyullahsın Sen Habibullahsın Sen Rasulullahsın Niye incittilerki seni sultanım Niye işkence yaptılarki sana Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar Himayesiz kaldın diye mi Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne ' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ' diyişin Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza Başına pislikler saçılıyor Başlar feda o mübarek başına Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla ' Bu koşan kimdir ' diye bir soru dolaşıyor boşlukta Bu koşan kim? Ve cevap veriyor biri: Muhammed' in kızı Fatımatüz-Zehra Velilerin anası... Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın Sana yeryüzünde en çok benzeyen Gülmesi sen, ağlaması sen ' Ağlama kızım ' diyişin geliyor aklımıza Niye çıkardılar ki yurdundan seni Himayesiz kaldın diye mi Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni Seni yetim bulup barındıranı Seni alemlere rahmet kılanı Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun 'Seni bizim elimizden kim kurtaracak' diyorlardı Sen, Sen ' Allah! ' diyordun Allah Azze ve Celle Semayı haşyet kaplıyordu Sen ' Allah! ' diyordun Arş-ı Âla titriyordu Bedir' de ' Allah! ' diyordun Üç bin melek iniyordu alaca atlarda Yüz yirmi beş bin sahabi: ' Anam babam sana feda olsun ' diyordu Ya Rasulallah Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun Neccar Oğulları'nın küçük kızları seni görünce Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi ' Beni seviyor musunuz ' diye sormuştun onlara ' Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ' demişlerdi Sen de: ' Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum' demiştin Bu gün yaşayan gençler var Neccar Oğulları'nın kızları diğil belki Ama seni onlar da çok seviyor Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar Senden başka kimseleri yok Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun Altmış üç yaşındasın Refik-i Âla duasındasın Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu Kenarları beyazdı Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın Ve mübarek ellerini dizine vurarak: ' Görüyor musunuz ne kadar güzel ' demiştin Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti: ' Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver ' Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile İstendiğinde katiyyen ' hayır ' demediğini bile bile ' Peki ' dedin o zata Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı Aynı cübbeden yine yine diktiler Ama giyinmek nasip olmadı Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre' nin diliyle: ' Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne evladımız olsaydı diyecekler ' Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini ' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim' Sultanım! Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik Rabbinden bize ne getirdi isen amenna Duyduk, itaat ettik Ya Rasulallah Sen hâlâ kırk yaşındasın Ve hâlâ ümmetinin başındasın... Dursun ALi Erzincanlı
-
Güllerin Efendisine şiirler...
Ben Böyle Olmamalıydım Ben, böyle olmamalıydım İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma. İçime bir ateş düşmeliydi Ayaklarımın feri kesilmeliydi. Kendimden geçmeliydim sonra... Adını sayıklamalıydım, adımı unuttuğumda Ama bunu kimse duymamalıydı, Seni, mahşere kadar saklamalıydım. Ben böyle olmamalıydım Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa Çalan her kapıya `sensin` diye koşmalıydım. Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan Ben hep sana yormalıydım. Gece yıldızlarını serpince göre Seni görmek için uyumalıydım. Şarkılar kime söylenirse söylensin Sana diye dinlemeliydim. Türküler dolmalıydı odama, Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım deyince bir ses Selvi boylu yâr sen olmalıydın Kömür gözlüm ateşine düşeli Senin için söylenmiş söz olmalıydı. Bir mey yokluğuna ağlamalıydı delice Bir keman, incecik çığlık olmalıydı Ama bunu kimse bilmemeliydi, Seni mahşere kadar saklamalıydım. Böyle olmamalıydım, Kelimeler Taif'i taşıyınca kulaklarıma Daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı, Taşların izi çıkmalıydı yüzümde. Uhud anılırken, dişlerine sızı düşmeliydi. Haremde bir ikindi vakti Kem gözler çevrilince sana Ve vefasız eller uzanınca yakana İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi. Sen ötelere hazırlanırken, Öteler senin için süslenirken, Son kez baktığın pencerede hayal edip seni, Perdenin son kez kapanması gibi, Kapanmalıydı gözlerim. Sonra içime doğru gerilip, Seni bize lutfedenin ismini haykırıp, 'Allah(C.C.) ' deyip, Düşmeliydim yere. Ama bunu kimse bilmemeliydi. Seni mahşere kadar saklamıydım. Ve mahşer günü... Uzaktan seni seyretsem. Sana yakın olmak için can atsam. Beni engelleseler, 'Sen kim yakınlık kim? ' deseler. Ben ağlamaktan konuşamasam. Gözlerini çevirsen bana. 'Benim cennetim bana bakan gözlerindir.' Ve tebessüm etsen. Ama bunu kimse görmese, Seni ebede kadar saklasam. Dursun Ali Erzincanlı
-
İSLAM DÜNYASI
İSLAM DÜNYASI Eğer İslam ülkeleri bilgi, teknoloji, ekonomi ve savaş gücü bakımlarından güçlü olsalardı ve aralarında şöyle veya böyle bir birlik, bir dayanışma olsaydı, kendilerini korumak için ne ABD'ye, AB'ye, ne de başka bir güce ihtiyaçları olacaktı. Güçlü olabilmeleri için önce "kendileri olmaları" gerekiyordu, sonra da ümmet olmaları. Kendileri olmak, kendi medeniyetlerini yeniden inşa etmek ve böylece Batılılaşmak değil çağdaşlaşmakla gerçekleşecekti. Ümmet olmak da ulusal egoizm yerine ümmet birlik ve özgeciliğini (İslam halklarının bir bütün teşkil ettiği düşüncesi, inancı, şuuru ve buna dayanan örgütleme) geliştirmekle vücut bulacaktı. Bütün bunlar olmadı, olmadığı için parçalanma, tükenme, bozulma, zayıflama ârızaları başgösterdi, zavallı kuzular kurtlardan medet umar hale geldiler. Sultan Abdülhamît siyasi alanda, Efgânî fikrî alanda İslam birliğini (İttihâd-ı İslam, panislamizm) gerçekleştirmek için büyük çabalar sarfettiler. Efganî çizgisinde Osmanlı'da Sırât-ı müstakîm ve Sebîlürreşâd topluluğu; Mısır, Suriye ve Cezayir gibi ülkelerde diğer İslamcılar aynı ülkü uğruna ömürlerini verdiler. Başta Osmanlı hilâfeti çerçevesinde bir İslam birliği üzerinde çalışıldı, Osmanlı dağılınca merkezi Mekke'de olan ve İslam ülkelerinden temsilcileri bulunan bir heyetin "yönetiminde" birlik, daha yeni zamanlarda ise konfederasyon veya AB'ye benzer örgütlenme şeklinde İslam birliği formülleri üzerinde duruldu. Ama ne yazıktır ki, bugüne kadar amaca doğru önemli adımlar atılamadı. Bu başarısızlıkta yabancıların karşı mücadeleleri kadar İslam ülkelerinin yöneticileri ve halklarının da tesiri ve dolayısıyla sorumlulukları vardır. Müslüman halkların "kendileri olmalarının" vazgeçilmez şartı İslam'dır; hayatlarının ve bütün projelerinin merkezinde İslam'ın yer almasıdır. Bu da ancak resmi ve sivil bir eğitim seferberliği sayesinde, hem okumuşları, ilim adamları, siyasileri, bürokratları, hem de fazla okumamış halkı Müslüman, aynı temel değerlere sahip topluluklar yetiştirmeye bağlıdır. İslam ülkelerinde böyle bir hedef ve bu hedefe yönelik eğitim, öğretim seferberliği şöyle dursun idareciler hemen daima bu hedefe yönelenleri düşman bilmişler, çeşitli yaftalar (siyasal İslamcı, kökten dinci, terörist...) takarak suçlamışlar ve yok etmek için amansız bir mücadele içine girmişlerdir. Bugün İslam adına sahip çıktığımız ve halkı yüzünden böyle yapmamız da tabîî olan Irak'ta olduğu gibi Suriye'de, Mısır'da, Cezayir'de, Tunus'ta, Bazı Türk Cumhuriyetleri'nde... İslam'ı hayatlarının merkezine almak isteyen düşünce ve hareket toplulukarına karşı yapılan zulüm âfâkı doldururken, binlerce güzel insan hunharca işkenceye tâbi tutulurken, öldürülürken, hapishanelerde çürütülürken, şimdi kahramanlığa, hak ve adalet arayıcılığına soyunanların çoğunun sesleri bile çıkmamış, bu zulüm, o ülkelerin iç işleri olarak değerlendirilip geçilmiştir. Allah Teâlâ cezayı ve mükâfâtı, düşmeyi ve kalkmayı, güçlü ve zayıf, ileri ve geri... olmayı, ferdin ve toplulukların iradesine, çabasına, hak edişine bağlıyor; bugün de İslam ülkeleri hak ettiklerini buluyorlar. Vaktiyle Hindistan'da, sömürgeci İngilizler'in zulmünden şikayet eden halka bir İslam hareket adamı şöyle demişti: "Keşke siz insan değil de sinek olsaydınız; o zaman her bir İngiliz'e şu kadar sinek düşerdi, onları canlarından bezdirirlerdi ve defolup gitmelerini sağlarlardı!" Evet Müslüman halkların da kusuru büyük, kimse elini taşın altına koymak istemiyor, Esed'den, Saddam'dan, Ali Zeynelabidin'den, Nâsır'dan, İslam Kerimof'tan... kurtulmak önce bu ülkelerin Müslüman halklarına düşen vazife idi; din, hukuk ve vicdan bakımlarından meşru mücadele yolunu tutarak bu kutsal vazifeyi yerine getirmediler. Sonunda Endülüs'teki o büyük ananın şu sözü herkese hak oldu: "Erkek gibi mücadele etmeyi beceremediniz, şimdi kadın gibi ağlamak size yakışıyor!" HAYRETTİN KARAMAN
-
İSLAMDA KADIN HAKLARI
İSLAM VE KADIN HAKLARI Şüphesiz geçmiş incelendiğinde, kadınların tarihin akışı içerisinde erkeklere nazaran daha mahrum ve daha mağdur bir görüntü çizdikleri görülmektedir. Bugün İslam alemindeki bazı olumsuz görünümler, İslam'ın kadına değer vermediği gibi haksız görüşlerin ortaya atılmasına sebep olmaktadır. İslam'da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de eşit derecede Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek de kadın da, yeryüzünü imar etmek ve orada Allah'a kulluk yapmakla sorumludurlar. İslâm'da insanlık ve Allah'a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten farklı değildir. Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, 'takvâda (güzel şeyler yapma ve kötülüklerden sakınma da) en üstün olanıdır' (el-Hucurât 49/13) Kurân-ı Kerim'de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir. (el-Bakara 2/187) 'Ben, erkek olsun, kadın olsun (ki hep birbirinizdensiniz) içinizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim. (Al-i İmran, 3/195) ve 'O'nun varlığının delillerinden (Allah'ın ayetlerinden) biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.' (Rum, 30/21) âyet-i kerimeleri, İslam'a göre kadının bir insan olarak asla ikinci sınıf olmadığını ifade etmektedir. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim; 'Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.' (Bakara, 2/187) beyanıyla da erkek ve kadının insan olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir. İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve önemini daha iyi kavrayabilmek için İslâm'dan önceki çeşitli toplum ve medeniyetlerde kadının durumu çok iyi değerlendirilmelidir. Kadının insan olup olmadığının, rûhunun bulunup bulunmadığının tartışıldığı, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini; kadının da insan olduğunu beyan etmiş, mirastaki haklarını ortaya koymuş, onu sadece emir alan değil, yerine göre emir veren konumuna yükseltmiş ve kadını olması gereken yere koymuştur. Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdisenin Kur'an-ı Kerim'de açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) İslam'a göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir. İslam'a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur. İslam'ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğu bilinmektedir. Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda oturur; belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendi özel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerlerdi. Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim, Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehirin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; 'Allah'ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur'an'da bulunan bir hükümdür' diye itiraz ettiği, Hz. Ömer'in de bu itiraz karşısında 'Allah'a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var' dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde 'Hisbe' denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bir nevi bugünkü anlamda 'zabıta' hizmetlerinin kadına verildiği tarihî bir vakıadır. İslam tarihine ve İslam ülkelerindeki uygulamaya bakıldığında, Peygamberimiz döneminde kadınlara tanınan hakların; geleneklerin din gibi algılanması ve kabul edilmesi gibi sebeplerin etkisiyle tedrici olarak azaldığı görülmektedir. Bu anlayışın etkisiyle bazı ülkelerde kadın; cinsel obje olarak değerlendirilmiş, horlanmış ve toplumdan tecrit edilmiştir. Bu uygulama asırlarca dünyanın her yerinde farklı din mensupları tarafından da benimsenmiştir. Yakın zamanlara kadar, bazı istisnalar dışında erkeklerle kadınlar medenî ve siyasî haklarda eşit değildi. Son yüzyıla kadar Batı toplumu kadın hakları konusunda kötü bir sınav vermiştir. Bugün kadın haklarının en fazla olduğu ülkelerde bile 18, 19. asra kadar; kadının ruhu var mı, insan sayılır mı, sayılmaz mı tartışmalarının yapıldığı bir realitedir. Netice itibariyle söylenecek şey şudur: İslam Dini'ne göre insan insana eşittir. Bu anlayışta kadın-erkek ayırımı kesinlikle söz konusu değildir.
-
ALLAH VAR
“Süphe yok ki göklerde ve yerde mü’minler için (Allah’ın varlığına dair) deliller vardır. “ (Casiye : 3) Resim...............Ressam Aslı..................Yaratan Nasıl bir resim gördüğünüz zaman o resmi yapan bir ressam oldugunu kabul edersek kâinattaki resimlere de bakacak olursak kâinattaki varlıkları da bir yaratanın oldugunu kabul etmemiz gerekir. Kâinattaki varlıklara (resimlere) bir bakalım: Dünyamız güneşin etrafında dönmektedir. Eğer dünyamız güneşe biraz daha yakın dönseydi yanacaktı. Biraz daha uzak dönseydi donacaktı. Dünyamızı tam dengede döndüren kimdir? Bazen ufacık füzelere ,uçaklara dahi hakim olamazken o akıl almaz hız ve büyüklükteki yüz milyonlarca kütlenin (gezegen,yıldız,nebula...) en ufak bir hata dahi yapılmadan gezdirilmesine neden olan kimdir? Parçalanan, yaşlanan, gezegenler, çürüyen bitki hayvan ve insanlar ile her yer (gökyüzü, yeryüzü) çöp pislik olacağına, bir düzen içinde çöpleri temizlik görevlilerine (kara delik, böcek, kurt,solucanlara...) toplatan kimdir? Atmosferdeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devredilmesindeki ahengi, nizam ve intizami bildigimiz için, yagmur yerine “kezzap” adını verdigimiz nitrik asitin yağabileceği aklımıza dahi gelmez, degil mi?Oysa ki, atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazı, yıldırım ve şimşeklerin tesiri altında oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucunda, nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitleri teşekkül eder. Yani ilmen, havadaki her elektriklenmede, nitrik asit yağmurunun meydana gelmesi için bütün şartlar hazırdır.... Ancak şimşek çaktığında , damla damla merhamet ve rahmet yağar. Ve bize haddimizden fazla değer veren yüce kudrete bütün mahlûkat sükreder. Üzerimize her an kezzap yagabilmesinin mümkün oldugunu bilen kimya âlimi Prof. Dr. Arthur Macomb bu konuda sunlari söyler: “Ne zaman şimşek çakıp gök gürlese, semâdan yağmur yerine nitrik asit yağacak diye soluğum kesilir, rengim kaçar, sığınacak bir yer ararım. Çünkü havada nitrik asit teşekkülü için bütün şartlar hazırdır.” H2 + O = su ( söndürücü ) H (Hidrojen) yanıcı O (Oksijen) yakıcı Yanıcı ve yakıcı iki madde bir araya gelince yangın olacağına tam tersine , söndürücü olmaktadır. Bunu ayarlayan kimdir? Diş doktoru yıllarca okuyup makineler yardımı ile takma dişler yapmaktadır. Bu dişler kırılsa bize haber veremez. Fakat binlerce senedir ağzımızdaki dişler çürümeye baıladığı an alarm sistemi (sinir sistemi) ile bize haber vermektedir. Takma dişi doktor yapabiliyorsa çok daha ileri teknolojiye sahip ağzımızdaki dişleri yapan kimdir? Ağzımızdaki dişlerin sıralanısı: 32122123 = üst çene 32122123 = alt çene Dişlerimizi böyle simetrik olarak dizen kimdir? Gazete yaprakları ile aynı kalınlıkta olan ağaç yaprakları fabrika gibidir. Oksijeni alır, karbondioksit verir, içinde damarlar vardır, içinde yeşil renk veren klorofil maddesi vardır . Yaprağı “ oksijen fabrikası” şeklinde yaratan kimdir? İnsanlar henüz ot ve suyla çalışan karşılığında süt veren bir fabrika yapamamışlardır. Fakat milyonlarca senedir milyarlarca, çoğalan, yürüyen, büyüyen, duvarlarından (derisinden) faydalanılan, makinelerden (etlerinden) yemek yapılan sadece ot ve su karşılığında bize süt veren fabrikaları yaratan kimdir? İnsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi seyler yapabilmektedir. O Kadîr-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadır. Bir iplik fabrikasi düşünelim; irili, ufaklı, yürüyen, çoğalan, incecik fakat çok sağlam iplikler üreten bir fabrika. Insanlar nokta büyüklügünde böyle fabrikalar yapamamışlardır. Fakat binlerce çeşidiyle milyonlarca, bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır ; ipek böceği , örümcek!... O , kimdir? Yağmur gökyüzünden tane tane yagmaktadır, damlacıklar birleşip sel olarak yağmamaktadır. Buna engel olan kimdir? Her yıl yağan kar tanecikleri milyonlarcasını her seferinde her biri ayri ayri desenlerle gökyüzünden bize yollayan, gökyüzünde birleştirip çığ olarak göndermeyen kimdir? Uzayın akıl almaz derinlikleri içinde günesimiz gibi 200 milyar günesi ihtiva eden Samanyolu Galaksisi’nde yaşıyoruz. Samanyolu ise, varlığı kanıtlanabilen en az 300 milyar galaksiden sadece bir tanesidir. Bu dev evreni düzen ve uyum içinde yaratan , yaşatan kimdir? “Dünyada hiçbir delil kalmasa bile, bir mikrobun hayati bana Allah’i ispat etmeye yeter. “ LUIS PASTEAUP
-
RASULULLAH’A İTAAT ve SÜNNETE SARILMAK
PEYGAMBER VE SÜNNETE OLAN İHTİYAÇ Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği "Nebî" veya "Resul" denilen peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir. Bütün peygamberler, Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine Allah Teala'nın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. Her peygamber gibi bizim peygamberimizin de iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyan. "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun". 1 "İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur'an'ı inzal ettik". 2 Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, İnsanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi. Hemen işaret edelim ki Peygamberimiz'in tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur'an'ın evrensel planda Hz. Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu. Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerîm'in eksiksiz, yeterli, açık ve her şeyi açıklayıcı olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır, şeklinde bir soru aklımıza takılabilir. Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. insanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Kur'an ayetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır. Peygamber'in açıklamaları, hiç bir zaman Kur'an'ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. "Allah'a kul olmak"tan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O'na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir. Hayatın ilahî irade doğrultusunda şekillenmesi konusunda Sünnet, Kur'an ile birlikte hemen onun yanıbaşında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu hem Peygamber'e itaati emreden Kur'an-ı Kerîm, hem de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi ifade ve ilan etmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!" 3. "De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" 4. "Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın Resülü'nde güzel bir örnek vardır" 5. "Allah'a ve Resülü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konulan Allah'a ve Resülü'ne arz ediniz!" 6. "Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mü'min olamazlar" 7. "Gerçekten sen, doğru yola, Allah'ın yoluna çağırıyorsun" 8. "Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan çekinsinler" 9. "Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" 10. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "...Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir" "12. Bütün bu ayet ve hadisler, müslümanların ancak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslami kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Zira açık bir gerçektir ki, sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı demek olan bid'atla doldurulacaktır. Sünnet, en kısa ve genel anlatımıyla "İslam kültürü" demektir. Bid'at ise, İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılan yabancı unsur demektir. Muhtelif kıta ve iklimlerde yaşayan müslümanlar arasında çağlar boyu görülegelen ortak değerler ve uygulama benzerlikleri, sünnetin belirleyiciliği, birleştiriciliği, bütünleştiriciliği yani evrenselliği sayesinde olmuştur. Açıkça söyleyecek olursak, ümmet sünnetle vardır, onunla yaşar. Yozlaşma sünnetten ayrılmakla başlar. 1 Maide süresi (5), 67 2 Nahl süresi (16), 44 3 Haşr süresi (59), 7 4 Al-i İmran süresi (3), 31 5 Ahzab süresi (33), 21 6 Nisa süresi (4), 59 7 Nisa süresi (4), 65 8 Şura süresi (42), 52 9 Nur süresi (24), 63 10 Nisa süresi (4), 80 11 Buharî, Nikah l; Müslim, Nikah 5 12 Darimî, Mukaddime 16
-
KOMPLO TEORİLERİ
Suan için oluşması gereken durum budur...Fakat nedense hala bazı kesimler siz, biz ayrımı yapıp bu karısık ortamı iyice germeye çalışıyor... Onca ortak bir varken neden bu komplolara kurban gidelim? Selametle....
-
ŞERİATIN BİR ÜLKEYE SİNSİCİ GİRİŞİ... (90'lı yıllarda Ülkemize gelen Mısırlı işadamları ve eşlerinin itirafı... Siz bizim 15 yıl önceki izimizi sürü.)
- SİZCE..?
Bence güçlü olmak zor... İçinde vicdanını her dem taze tutan insan için iyi olmak diye bir kavram bile yoktur..Fakat günümüzde iyilik ve güzellik namına birşey kalmadıgı için ufak birşeyde bile ne kadar iyisin diyebiliyoruz...Buda iyiliğin bile malesef kalmamıs olması.. Ama bence yinede güçlü olmak daha zor iyi niyetle yaklaştıgınız her yerde hiç ummadıgınz yerden kötülük görebiliyor ve husrana ugrayabiliyorsunuz... Ve bunun sonucu insan için güçlü olmak kimi zamanalr zor olabilyor... Sevgilerle...- bir ayet meali de siz yazın
Hep birlikte Allahın ipine (Kurana) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allahın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ (103)- bir ayet meali de siz yazın
Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir FURKÂN SÛRESİ (72)- bir ayet meali de siz yazın
Kitap ehlinden bir çoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir. BAKARA SÛRESİ (109)- ŞERİATIN BİR ÜLKEYE SİNSİCİ GİRİŞİ... (90'lı yıllarda Ülkemize gelen Mısırlı işadamları ve eşlerinin itirafı... Siz bizim 15 yıl önceki izimizi sürü.)
Sevgili arkadasım tüm içtenliğimle söylüyorum ben sizi anlıyorum... Benim demek istediğim Türkiyede şeriat sistemini getirmeye çalısan bir kesim yok sadece belli işler yapılıyor ve islamı kesimin üzerine atılıp bakın bakın işte şeriat geliyor diye söylemler oratya atılıyor... Ve insanlar uyutulmaya çalışılıyor... Son Danıstay olaynda oldugu gibi...Bazı çıkar çevreleri pis işlerini görüp İslamın üzerine atıyorlar... Anlatmak istedigim bu... Sevgilerle..- SANAL ORTAMDA ÇİRKİN OYLAMA... (İnternet forum sayfasında 'Sıra hangi türban düşmanında' sorusuna yanıt aradılar...
Sevgili Dipnot Bunu dogru buluyormusunuz , bulmuyormusunuz demek bile bana göre fazlasıyla abes... Sorun böyle saçma sapan bir anketin yapılması bence! Böyle insanlık ve İslam dısı bir olayı desteklercesine anket yapanların ve utanmadan oylayanların vay haline diyorum sadece!!! Ama illaki bir cevap istiyorsanız tabi ki dogru değil...Hangi akıl ve vicdan sahibi dogru diyebilir ki? Sevgilerle...- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Ben yazımın hiç bir çelişki tasıdıgını düşünmüyorum sevgili bilimselci... Benim orada ki çarpıtılmaz umarım deyişimin sebebi tesettür içinde olmayan kişiler tarafından alınganlık haline getirilmesi kaygımdandı... Siz sanırım Türkiyede kadının konumunu bilmiyorsunuz... Objektif bir yaklaşımla okursanız bni anlamanız pekte zor değil.. Sevgilerle- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Sevgili Dipnot dogrusunu söylemek gerekirse bu sefer yazınızı okumadım bile tenezzül etmedim acıkcası... Çünkü ben bu forumda defalarca söyledim sizin islam ülkesi olarak kabul ettiğiniz ülkeleri ben asla ve asla islam ülkesi olarak kabul etmiyorum ve etmeyeceğim... Oradaki düşünceler tamamen çarpıtılmıs ve islamdan uzaktır... Kadının araba bile kullanması yasak olan ülkelere ne yorum yapılabilir? Ve İslam ülkesi denmez! Onun için lütfen sözde İslam ülkelerinden örnekler getirmeyin... Getirecekseniz kafanıza takılan ayet yada hadis varsa onları paylasın üzerinde mütalaa edelim.. Tekrar tekrar söylüyorum İslamın yasandıgı en güzel ülke Türkiyemdir! Sevgilerle....- SANAL ORTAMDA ÇİRKİN OYLAMA... (İnternet forum sayfasında 'Sıra hangi türban düşmanında' sorusuna yanıt aradılar...
Bunun o kunuyla alakası yok ise hangi konuyla alakası var acaba?? Sıra kimde deniyor dikkatinizi çekerim! Siz yayınladıgınız yazının içerigini bilmeden mi yayınlıyorsunuz?- ŞERİATIN BİR ÜLKEYE SİNSİCİ GİRİŞİ... (90'lı yıllarda Ülkemize gelen Mısırlı işadamları ve eşlerinin itirafı... Siz bizim 15 yıl önceki izimizi sürü.)
Herseyin iç yüzü ortada kaç defa söylemek gerek acaba anlaşılmas için? Olmayan bir tehlike için neredeyse ülkeyi müslümanları ateşe verceksiniz... Sevgilerle...- ALLAHIN DİNİNDE BAŞÖRTÜSÜ YOK
Nerede acaba bu dedikleriniz ben bir alternatif göremedim de?- ŞU MÜSLÜMANIN HALİNE BAK... (Çıkarcı,İkiyüzlü,Mürteci,Korkak,Yobaz... Cüppesinin içine sığınmış lagar bedeni, sarığının altında yuvalanmış kurnaz a.)
- ŞU MÜSLÜMANIN HALİNE BAK... (Çıkarcı,İkiyüzlü,Mürteci,Korkak,Yobaz... Cüppesinin içine sığınmış lagar bedeni, sarığının altında yuvalanmış kurnaz a.)
Sevgili Dipnot sizin bu sözlerinize inandım dersem size sunu sormam gerekecek... Madem öyle sevgili dipnot İslam dininin gerici bir sorumluluk yuklenmemesini istiyorsunuz sizin o İslamı gerici bir din gibi lanse eden yazılarınıza karsı islamda aslı böyledir , söyledir diye izahatleri neden kabul etmiyorsunuz?Size islamda zaten öyle birşey yok dendiği zaman kabul etmiyor hadi canım sizde gibi bir yaklaşım sergiliyorsunuz...Madem samimisiniz sizinde acıklamaları kabul etmeniz gerekmez mi? Bunu izah ederseniz sevinirim... Sevgilerle...- TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Sevgili Dipnot inanıp inanmamak size kalmıs fakat direk başörtüsü değil ama genel anlamda tesettürün gerekliliğini kısaca size söyle izah edebilirim ki, (umarım çarpıtılmaz sözlerim) Başörtüsü kadını cinsel bir meta olmaktan çıkarıp girdigi ortamda kadın kimliğiyle değil sadece bir şahıs olarak ele alınması amacını güder...Ve bu noktada kadını özgür kılar... Sevgilerle...- ŞU MÜSLÜMANIN HALİNE BAK... (Çıkarcı,İkiyüzlü,Mürteci,Korkak,Yobaz... Cüppesinin içine sığınmış lagar bedeni, sarığının altında yuvalanmış kurnaz a.)
Atatürk dinin siyasete alet edilmesine karsıydı..Sizler gibi dine karsı değildi sevgili Dipnot dikkatinizi çekerim.. Sevgilerle... - SİZCE..?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.