Zıplanacak içerik

berceste

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

berceste tarafından postalanan herşey

  1. Okuyunca .............. Yine aynı şeyler... Yine aynı sözler... Yaptıklarımız sözden öteye geçemiyor malesef ... Ve yine aynı zulumü kardeşlerim görüyor... Belki yanlarında olamıyoruz ama bizlerde o acıları yüreğimizde hissediyor ve gözyaşı döküyoruz kardeşlerimiz için... Ve nemli seccadelerimize alınlarımızı koyarak dua ediyoruz Rabbimize... Rabbim sen dünyanın dört bir yanında zulum gören kardeşlerimize yardım et...
  2. Kadın hakları ve kadının şahsiyetinden söz etmek, İslam’ın kadın hakkındaki görüşünü ortaya koymak ve bunu kabul etmek başka mesele, o görüşle amel etmek, İslami olduğuna inandığımız değerlere göre hareket etmek, yani İslami görüşü pratize etmemiz ve inandığımız hakları sosyal düzenimize ve yaşamımıza tatbik etmemiz ise başka bir meseledir. Fakat genellikle bizler teoriyle iktifa ediyoruz. İslam’da yaşam, toplum, sosyal ilişkiler, kadın hakları, çocuk ve aile haklarının ne olduğunu bilen, fakat pratikte köhne gayr-i islami geleneklere tabi olan, hatta yaşamını, İslami değerlere göre değiştirme cesaretini bile gösteremeyen kimseler çoktur. Kadın hakları ve kadının rolü bilimsel ve düşünsel bir sorun olmuştur. Özellikle 18. 19. ve 20. yüzyıldan itibaren ve ikinci dünya savaşından sonra kadının sosyal hakları ve insani özellikleri meselesi bilimsel toplantılarda, dünyanın siyasi ve sosyal akımlarında şiddetli bir ruhi hadise ve sarsıntı şeklinde, devrimci bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır. Maalesef kriz 20. yüzyıla egemen güçlerin takviyesiyle bütün beşeri toplumlara, hatta dini ve geleneksel kapalı kaleler içerisindeki toplumlara kadar yayılmıştır.Karşısında tam olarak duran toplumlar ise çok azdır. Kadın özgürlüğü adıyla ortaya çıkan bu özel modernizmle mücadele, genellikle kör ve mutaassıp karşı çıkışlarla yapılmıştır. Dolayısıyla, hücumlar karşısında direnememiştir. Çoğunluğu sağlayan yeni tahsilliler, batı benzerliler bu krizi, şiddetle kabul ettiler ve bu yıkıcı başkalaşmanın en güçlü, temsilcileri, yayıcı ve takviye edici faktörleri oldular. İslami toplumlarda kadın özgürlüğünün modernist saldırısına karşı, yapılan mücadele her ii cenahtan da takviye, kabul ve teyit edici idi. Şibih aydın(sahte aydın) ve acemice direnişlerle, bilim ve mantık dışı karşı koyuşlarla yanlış bir şekilde hareket ederek onun devamını sağladılar. Acemice direnişler ve mantık dışı mücadeleler, her zaman karşı cephe ya da düşünceyi kuvvetlendirir. Bu genel bir yasadır. İlke ve temellerinden bir modern kadının yaşam biçimi olan batı düşüncesi ve kültürünün saldırısı karşısında, doğu toplumlarına direniş bahşedebilecek büyük etkenlerden biri, zengin bir kültür, güzellik, iyilik, deneyim, değer ve inanca ve aynı şekilde ileri insani haklara özellikle din ve tarihte kemale ermiş çok yüce simalara sahip olmaktır. Ne mutlu ki bu hususta müminler hayli zengindirler. İslami toplumların yeni kuşağında bilinçli bir direniş meydana getirmek için, en büyük araç, en mümtaz çehrelere, islam dini ve tarihimizde zinde, örnek ve yüce şahsiyetlere sahip olmaktır. Eğer bu simalar tam manasıyla tanınırsa; tam anlamıyla tasvir edilir ve anlatılırsa, dürüst ve bilinçli, bilimsel ve yeni bir görüşle yeniden tanıtılır ve tanınırlarsa, onların hatırası diriltilir, şahsiyet ve misyonları tekrar ortaya konursa, yeni kuşak şunu hissedecektir ki; köhne geleneklerden kurtulmak, sapmış ve gerici geleneklerden kurtulmak, ve bu gün kadının kurtulması için batının modernizm adıyla yaptığı sapık çağrılara, olumlu cevap vermeye gerek yoktur. Bu gün problemlerimizi halletmek, zamanımızın suallerine cevap vermek şu anda sahip olduğumuz düşünsel kapışma ve mücadeleler ve şimdi hissettiğimiz gereksinimler için bu değer ve dersleri nasıl anlayabilir, nasıl gerçekleştirebilir ve onlardan nasıl yararlanabiliriz? İşimizin asıl hedefi budur. Dolayısıyla çabalarımız bu noktada yoğunlaşmalıdır. Sorun nasıl anlamak sorunudur. Mesele şudur ki; Yeniden Hz. Fatıma’nın hal şerhini yaptığımız zaman, Onun durumu ve işinden, sosyal, düşünsel ve dini yönünden nasıl ders alabilir ve nelerinden faydalanabiliri? Mesele budur. Bu mesele temel bir meseledir. "Nasıl anlamak?" II.Dünya savaşından sonra kadın sorunu Batıda çok hassas bir mesele olarak gündeme geldi. Bunun sebeplerinden birisi bizzat dünya savaşıdır. Çünkü ikinci dünya savaşı aile bağlarını tamamen yıkmıştır. Fakat bundan evvel, Kilisenin din adına savundukları ve her zaman dinin bekçilik ettiği üsleri, kadının manevi, sosyal ve insani değer, hak ve şahsiyetini yok etmiştir. Evet kilise bunları din namına savunmuştur. Rönesasns’tan burjuvazinin devriminden sonra bireysel özgürlük kültürü olan Kiliseye karşı bir zafer kazandı. Burjuvazinin hamle yapması neticesinde kilisenin hukuki ahlaki, bilimsel, ruhi ve bilimsel egemenliği ve beraberinde din de yok oldu. Ve ansızın cinsel özgürlük meselesi gündeme geldi. Bu cinsel özgürlük şiarıyla kadın; bütün yoksunlukların, insanlık dışı kayıt ve sınırlamaların yok olup gittiğini görünce onu şiddetle kabul etti. Bilim, Kilisenin hizmetinde olan ortaçağlardan sonra bugünün iddiasının tersine özgürleşmedi. Kilisenin kaydından kurtuldu ve burjuvazinin kaydıyla gelişerek bugünün egemeni durumuna geldi. Eğer bilim adına ahlaki değerlere muhalefet edildiğini görüyorsak bu görülen bilimin muhalefeti değildir. Bu, bilim putu içerisinde, altın dana kıyafeti içerisinde bağıran kuyumcu burjuvazinin Samiri ilmidir. Nihayet Freud geldi. Bilimsel seksüalite ekolünün temellerini attı. Cinsel asalet! Burjuva sınıfı aslında alçak ve adi bir sınıftır. Feodalitenin de tersine insanlık dışı bir rejimdir ki sayılanların hepsi insanı cinsel ve ekonomik bir hayvan olarak telakki etmişlerdir. Bu burjuvazi peygamberinin adı Freud, dini seks(cinsellik), Mabedi Freudism ve bu mabedin yanında boğazlanan ilk kurbanlar ise kadının insani değerleriydi. Özellikle I.Dünya savaşından sonra ansızın dünya sanatının asıl mayasının, bilhassa bütün filmlerin sadece iki unsura sahip olduğunu görürüz: Sertlik ve şiddet Seks (Cinsellik) Bunlar hep savaşın hediyesidir. Bir kaç rejisör ve piyes yazarı bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan filmlerden yardım aldılar. Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının hem de doğunun kurban olması gerekir. Hem eroin hem Freudism kurbanı. Bunun için henüz genç olması sebebiyle daha sapık kültürlerin içinde pişmemiş, sapmamış ve insan olduğu için henüz dünyada nefes çeken, hisli ve şefkatli olan bu genç neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç muteberdir; İster ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın, sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın. Başka bir etken daha vardır ki, dünyadaki bu güçle işbirliği yapıyor, hem de büyük işbirliklerini yapıyor. Zemini onun davetinin kabulü için, onun yakın çalışma arkadaşlarından daha çok hazırlıyor. Durum böyle iken bir grup çıkıyor, o davetle acemice mücadele ediyor. Bu grup gerici, sapık, düşünsellikten uzak, insani olmayan geleneklere dayanarak alçak taassuplarla bu davet karşısında kendilerini korumak istiyorlar. Neticede bir düğüm oluşuyor. Bunlar ne şekilde bu meşum davetçiyle işbirliği yapıyor? Bu meşhur Freudism daveti, kadının daha çok mahrum olduğu geleneksel toplum ve ülkelerde daha çok başarılı olmuştur. Eğer kadının insani ve İslami haklarını verirseniz; onu bu hücuma en iyi direniş gücü olması için en güzel unsur yapmışsınız demektir. İslami emir ve yasalar her alanda, İslam ile ilgisi olmayan kavmi adet olan ve eski tarihi töreden ibaret olan geleneksel maddelerle karışmıştır.Hem dinin yerine eski gelenekleri savunan, hem de geleneklerle mücadele eden kimseler, aynı zamanda İslam’ın canlı değerleriyle de savaşıyor. İki taraf da, ne modern ileri aydın ve ne de gelenekçi, eski dindar aydın, hiç biri gelenekten ayıramıyor. Niçin bu ikisini birbirinden ayırmak gerektiğini söylüyorum? Çünkü biz müslümanız ve şu ilkeye inanıyoruz: İslami hak ve yasalar fıtrattan kaynaklanan yasalardır. Dolayısıyla bu genel yaratılış yasasına dayanan yasalar da eskiyecek değildir. Bundan dolayı bu değerler eskimezler. Fakat sosyal gelenekler, üretim ve tüketim sisteminden, sosyal sistemin yeni kültürel düzeninden doğmuşlardır. Bu sistem bir zaman gelir, değişir, dönüşüme uğrar, eskir, alçalır, menfi olur veya ilerleme ve gelişmeye engel olur. Eğer aydın, ileri, isyancı ve hatta fitneci görüşler; karşısında cahili, kavmi, ırki ve kalıtımsal geleneklerden uzak halis İslami değerler sunulursa, herkesten daha çok ve daha çabuk onlar O'nun karşısında boyun eğer ve teslim olurlar. Dini değerler gerçekten diridirler. İslam diridir dediğimiz zaman, hem fikir ve inançları, hem yasaları ve sosyal ilkeleri, hem yönü ve hem de gösterilen ve ortaya konan örnek insanlar bakımından diri olduğunu söylemek istiyoruz. Zinde olmak demek, her soy, her kuşak, her dönem ve her yerdeki beşeriyet yolu için etkili olmak, çözüm yolu göstermek, yönlendirmek, yani yol işaretleri demektir. Fakat maalesef gelenek ile dini karıştırmışsınız. O halde davranışlardan hangisinin bölgesel bir gelenek olduğunu, hangisinin bize has bir gelenek olduğunu birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü başka bir islam topluluğuna gittiğimizde bu ilişki ve davranışların başka türlü geliştiğini görürüz. İslam’da ve peygamber zamanında davranış ve hareket tarzı öyle insanidir ki, bizim için son derece hayretamizdir. Bir grup kız Medine'ye geliyor ve Huneyn savaşına katılıyor. Henüz yeni ergenlik çağına ermiş 9,10 veya 11 yaşındaki kızlar on beş kişilik bir grup oluşturarak peygamberimizin huzuruna çıkıp şöyle diyorlar: "Biz, bu savaşa katılıp hemşirelik yapmamız için bizi de götürmeni istiyoruz ya rasulallah!" Rasulallah hepsini ata veya deveye bindiriyor ve bir hemşire grubu olarak savaşa götürüyor. Mescid-i Nebevi tüm sosyal faaliyetler için bir üstür. Onun her köşesi sosyal bir çalışma köşesidir. Bir köşesi Hz. Rukiyye’nin çadırıdır. Rukiyye öyle bir kadındır ki, peygamberin emriyle İslam’ın mabedi olan mescidinde resmi bir çadır kurmuştur. Orada hastaları, savaş yaralılarını tedavi etmek ve yatırmakla görevlendiriliyor. Durum bu iken aydınları görüyoruz ki, dünyada hemşireliği ilk o icad etmiştir diye I.dünya savaşına katılan filan Amerikalı kadını göklere çıkarıyor. Diğer taraftan ise; sosyal görüş bakımından geleneksel olan bir başka kişiyi görüyoruz ki bu, işe temelinden her şeyiyle muhalefet ediyor ve yaptığı bu hareketin adını da din koyuyor. O dini bu şekilde telakki ediyor. Üçüncü dünyada Freudism ve cinsel özgürlük adıyla büyük bir sorun vardır. Cinsel özgürlük programı ve cinsel özgürlük eşyalarının doğudan batıya girişi, doğudaki insani özgürlük isteğinin ölmesi içindir. Sen bu özgürlüğü istiyorsun! Böylece batı, doğudan aldığı hammaddenin mükafatını vermiş oluyor. Batı doğuya borçludur. Doğudan götürdüğü elma, kauçuk, petrol vs. maddeler karşılığında doğuya öyle bir şey vermesi gerekir ki ona borçlu olmasın. Evet zahirde batı doğuya medeniyet veriyor. Elbette batı hesabını iyi yapmakta ve bilmektedir. Bu gün batıdan gelen şey, ne ilimdir, ne de medeniyettir. Ne özgürlüktür ne de insanlık, ne de kadına saygılıdır. Aksine burjuvazinin uyuşturduğu sapık ve alçak güçlerin adi hilelerine dayanmaktadır. İşte o kadın bu arada seçim yapmak istiyor. Neyi hangi tasviri seçmek istiyor? Ne gerici, gelenekçi kadın tasviri, ne de modern tahmili kadın tasviri. Aksine müslüman kadın tasviri istiyor. Varolan örnek şahsiyetlerin tamamı, bir ailede bulunmaktadır. Bu aile fertlerinin her biri birer örnektir. Bunların gerçek ve objektif tasviri şöyledir. Barışta Hasan olmak, cihad ve şehadette Hüseyin olmak, en ağır sosyal hak ve adalet misyonunda Zeyneb olmak, Kadın konusunda Fatıma olmak, her şeyde ve her hususta Ali olmak... [Allah ondan razı olsun] Fatıma öyle bir kadındır ki [Allah ondan razı olsun] toplumunda varolan sapma ve zulüm karşısında sorumluluk hissediyor, sosyal mücadele ve kavgaların içerisinde bulunuyor. Ta ölüm anına dek sessiz durmuyor, susmuyor ve sönmüyor. Bugün bir şeyler okuyabilen her aydın kadının, bu simaları tanımaları yeterlidir. Böylece bu gün islami toplumlarda müslüman kadın adıyla tanıtılan geleneksel çehreleri, modern kadınla mukayese etmek yerine İslam tarihindeki örnek kadınları -günün kadını olarak gösterdikleri- günümüz modern kadınıyla kıyaslamalıdır. O zaman ne netice alınacağını göreceğiz. Çok basittir, sadece bilinçli, bilgili, uyanık, sorumlu, araştırıcı aydınlara, uyanık aydın vaizlere, bu tasvirleri açık aydın ve anlaşılır, dakik ve bilinçli bir şekilde bu neslin iradesine vermek düşüyor.Bu kafidir. Bu saldırı karşısında en bilinçli ve etkili savunma budur. Aynı şekilde O [Fatıma [Allah ondan razı olsun]] tekrar müslüman kadını ortaya koyabilir. O Zeyneb gibi bir kızını, Hasan ve Hüseyin gibi oğullarını, bu aşamada bir anne olarak yetiştiriyor. Yüce, örnek ve eş kadının, başka bir boyutu olarak Ali'nin yalnızlık, sıkıntı, zorluk ve azametleri durumunda da hep Onun yanında olmuştur. Ayrıca sorumlu, sosyal bir kadın olarak doğumundan, babasının defnolunduğu ana kadar, yine bir an bile mücadeleden geri durmadı. Dış cephede hicrete kadar küfürle, iç cephede ise ölüm anına kadar sapma ve katil ile mücadele etmiştir. İşte müslüman kadın olmanın şekli budur... Ali Şeriati
  3. berceste şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Peygamberi Sevmek -1 Peygamberimizi sevmenin en güzel örneğini onun ashabı verdi. Onlar “Peygamber, müminlere kendi öz canlarından daha önceliklidir” ayetinin ilk muhatabıydılar. Onlar, “De ki: Sizden bu çabam karşılığında bir ücret istemiyorum; istediğim tek şey içinde yakınlık olan bir sevgidir” ayetinin ilk muhatabıydılar. Ayetin anahtarı, “içinde yakınlık olan” diye çevirdiğim “fi�l-kurbâ” ibaresidir. Bu anlaşılmadan, ayet anlaşılamaz. Ne yazık ki, bu ayet söz konusu olduğunda en az anlaşılan veya anlaşılmayan da budur. İçinde yakınlık bulunan bir sevgiyi anlatmadan önce, içinde yakınlık bulunmayan bir sevgiyi tasvir etmek lazım. İçinde yakınlık bulunmayan bir sevgi, uzak bir sevgidir. Bunun daha açık ifadesi, “uzaktan sevmek”tir. Bir başka ifadeyle, sevginin bedelini ödememek için sevilene uzak durmak, bile isteye onun yanında, yöresinde, hizasında, arkasında yer almamak, onun mücadelesine katılmamaktır. Özetle, bedava sevmektir. Yerel deyimle “Kuru kuru kadan alam/takır takır kurban olam” ucuzculuğudur. “Böyle işi nenen de yapar” derler ya, işte öyle. Sevgi hayatın en soylu, en mübarek tohumudur. Bire sonsuz verir. Fakat onu doğru zamanda, doğru yere, doğru biçimde ekmek gerekir. Ektikten sonra çekip gitmek yerine, ona bakmak, beslemek, otunu ayıklamak, dibini görmek, sulamak, beslemek, büyütmek gerekir. Yani emek vermek gerekir. İşte bu sevgi, ayette Hz. Peygamberin müminlerinden istemesi caiz olan, hatta anasının ak sütü gibi helal olan, hatta hakkı olan sevgi böyle bir sevgidir. Peygamberler, Allah yoluna davet karşılığında bir ücret almaktan men edilmişlerdir. Kur'an birçok peygamberin dilinden “Benim ücretimi sadece Allah belirler” sözünü nakleder. Fakat bu, onların, imanlarına vesile oldukları insanlardan sevgi istemelerine mani değildir. Aksine bu onların hakkıdır. Allah, Elçisinin “içinde yakınlık olan” bir sevgi istemesini emretmiştir. Böylesine bedeli ödenmiş bir sevgi, seveni sevilenin yakınları arasına katar. Değil mi ki içinde “yakınlık” bulunan bir sevgi, seveni sevilene yakın yapar! Seven sevilene yakın olunca, “ehl-i beyt”ten olur. Tıpkı, Allah Rasulünü daha görmeden seven, sevgisinin bedelini hayatıyla ödeyen İranlı Hz. Selman gibi. Hz. Peygamber ona “Selman bizdendir, ehl-i beytimizdendir” demişti. Oysa ki Selman ne Haşimoğullarındandı, ne Kureyştendi, ne de Araptı. O sadece sevdi ve sevgisinin bedelini ödedi. Kendisini Rasulullahın yaşadığı topraklara götürmesi karşılığında, ömürlük tasarrufunu bir kervana vermişti. Sırasıyla zamanının ilim ve irfan merkezleri olan Nusaybin, Harran, Şam, Ammuriye (Afyon yakınlarında) ve Tarsus'ta en yetkin üstadlara şakirt olmuştu. Sonunda o, çağının hatırı sayılır bir hakîmi/filozofu olmuştu. Son üstadı, kendisini göndereceği kimsenin kalmadığını söyleyerek, gelmesi beklenen peygamberin kitaplarda tarif edilen topraklarına gitmesini tavsiye etmişti. Kervan yolda baskına uğrayınca, oradaki herkesle birlikte o da esir edilmişti. İran'da hatırlı ve nüfuzlu bir yerel yöneticinin varlıklı çocuğu olarak doğup büyüyen Selman, Hicaz'da köle olarak bir Yahudiye satılmıştı. Ve ilahi yardım onu sürükleye sürükleye Medine'ye getirmiş, orasını görünce, “İşte sevgilinin göçüp konacağı iki kayalık arasındaki verimli vadi” demişti. Allah Rasulünün Kuba'ya ulaştığını duyunca, ona ilk kavuşanlar arasında o da vardı. Efendisinden zar zor yarım günlük izin alarak gelmiş, sevdiğine kavuşmuştu. Rasulullah bu seven ve sevgisinin bedelini ödeyen bilge adamı çok sevdi. Onu en yakınlarının bulunduğu iç halkadan saydı. “Ehl-i beytim” diyerek onun derdini paylaştı. Eline geçen ilk savaş gelirinden pay ayırdığı ilk kimseler arasında Hz. Selman da vardı. Yumurta büyüklüğünde bir külçe vererek, özgürlüğünü satın alma sürecini başlatmasını emretti. O, Ruhani özgürlük uğruna cismani esarete katlanmış bir bilgeydi. Şimdi, iki özgürlüğü birleştirecekti. İşte, Peygamberimizi sevmek budur. Sevmek ve bedelini ödemek budur. Emin olun ki, Rasulullahın “sahabe” tarifine uyan her sahabinin buna benzer sevgi hikayeleri vardır. Eğer sahabe yol gösteren yıldızlar gibiyse, onu sevme iddiası güden her mümine bu yıldızlar yol gösteriyor. Tıpkı, hicret gecesi suikast düzenleneceğini bile bile Rasulullahın yatağında yatmayı, yani göz göre göre ölüme gitmeyi kabullenen Hz. Ali gibi. Tıpkı, Allah yolunda infak emri gelince tüm varını yoğunu infak edip, Allah Rasulü kendisine “Çoluk çocuğuna ne bıraktın?” diye sorunca, “Allah ve Rasulü onlara yeter” diyen Hz. Ebubekir gibi. Tıpkı, “Artık seni nefsimden de çok seviyorum” diyen ve bunu haybeden söylemeyip ta yüreğine sindiren, bu sayede Nebinin “Kardeşcik, bana da dua et e mi?” diye dua istediği biri olan Hz. Ömer gibi… Ve tabi ki daha 20'sinde, ömrünün baharında darağacını boylayan Hz. Hubeyb gibi ve arkadaşı Hz. Zeyd b. Desinne gibi… Mustafa İslamoğlu
  4. berceste şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Siyonist İsrail güçleri bir günde aralarında kadın ve çocuklarında buluduğu 17 Filistinliyi şehid ederken, saldırılar sonucu onlarca yaralının olduğu bildirildi. İşgalcilerin Gazze'ye yönelik hava saldırılarının ardından son olarak Beytlahiya'da düzenledikleri hava saldırısında üç çocuk ve ikisi kadın en az 7 şehid ve aralarında ağır yaralılarında bulunduğu onlarca Filistinli yaralandı.
  5. (Aslında bunu ateist arkadasların cevaplaması gerekir) Kişilere göre bir çok sebebi olabilir elbet... Fakat bana göre asıl sebebi ''benlik''... Kendi yaptıkları ufak bir olayı bile mubalaga yaparken Kainatta ki kusursuz düzene bir anada tesadüf derler... Çünkü aksi halde bir yaratıcı kabul etmelidirler... Ve incelendiği zaman egonun karsımıza çıktıgını görürüz...Kendini hayatın merkezi ve tüm hayatı kendi ellerinde görür..Buna öylsine alışmışmıştır ki , aksini düşünmek bir yaradanı oldugunu ve sorumlulukları oldugunu ve belli noktalarda aciz oldugunu düşünmek bile onu rahatsız eder.. Çünkü ona göre ''o istese herşeyi basarır'' Mesela benim bir arkadaşım hep der ki ,'' gün gelecek ve ölüme de çare bulunacak ve diger gezegenlerde de yasayabilecegiz bu gün gelecek ve olacak..Bak insanlar neleri keşfediyor..İlla bir yaradan mı olması lazım..Bizler zaten yeterince zekiyiz..vs..'' Kendinin üstünde bir gücün olmasına inanmak istemez ve benliği bunu kabul etmez... Bu arada bazı kişiler için de hayatta yaşadıkları adaletsizlikler diyebiliriz... Dünyada gördüğü vahşeti , dökülen kanları , adaletsizlikleri insanların hatası görmek yerine , madem Allah var neden bize yardım etmiyor diyebiliyorlar... Hayatlarında ki yasadıkları bazı olaylar travma etkisi yaratabiliyor ve onlarda bu yönelişe gidebiliyorlar...
  6. Okurken çok duygulandığım bir şiir...Sizlerle paylaşmak istedim... Savaşın çocukları sevilesi yanakların ne soğuktan..ne de sıcaktan al al olmuş senin vahşetten… bilirim utançtan.. felluce nin çocukları ağlıyor kan..gözyaşı..ölüm korkularından, bubi tuzaklarından.. sevilesi küçük bedenin, sevilesi isteklerin, oyuncak bebeklerin…bir evin nerede.. tut elimi nerede ailen senin.. çocuk tut elimi seninleyim kaybetmedin anneni kaybetmedin şimdi ben geldim..sesine koştum sindiremez sevgimi sana ne bir silah ne de bir bomba keskin nişancılar da.. bir ıraklı çocuk ta benim tek dişi kalmış canavar düşmanın tutmam elini.. bombalar yağarken sevinemem şeker.. çikolata yiyemem ben yemişsem eğer çocukluğuma verin. diri diri vuruldum ben yakıldım..yıkıldım..çırılçıplak edildim Afganistan..filistin…ırak çoçukları çocuk yüzlerine bakın çocuk olmak suç onların haçı yok boyunlarının gülsündü yüzü haçı olanların eritre de..somali de..çeçenistan da Filistin de..afganistan da olanlar ne ise Irak ta çocuklara yaşatılan aynı.. ve işgalin bitmez karası iğfaller babasını göremeyen çocuklar.. çocuklarına doyamayan anneler.. bir felluce fotoğrafı.. ıraklı bir çocuk resimde sevilesi yanakları..ne soğuktan ne de sıcaktan al al bilirim utancından…kimsenin yaşamadığı korkulardan… *Alıntı
  7. Arkadaşım Ben bu kardeşlerim için her gece ağlıyorum... Bu sahneleri her gördüğüm de yüreğim kanıyor... Yaram derinleşiyor... Gün geldi günlerce ağzıma lokma almadım... Onlarca insanın , minik bedenlerin vucudları kursuna siper olur ve yürekleri kanarken ben nasıl .......... Destek olarak elimden ne geliyorsa yapıyorum... Ve her daim dualarımda yer veriyorum... Ben zaten bu olayları ve destekleyenleri kınamasam bu konuyu buraya taşımazdım... Demek istediğim bu kardeşimizin ölümünden olayları siyasi bir boyuta taşımayalım... Son dediğine katılıyorum elbette gün gelecek ve öldürdükleri çocukların kanında boğulacak...Ne demişler? Gün gelir devran döner... Anlaşılmak ümidiyle... Selam ve dua ile...
  8. berceste şurada cevap verdi: berceste başlık Şiir Forumu
    ŞAHDAMAR Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz; (K) harfi üzerine yemin edersiniz. Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz. İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine, Küçük ve büyük, acılı ve acısız Yeminler yeminler yeminler edersiniz. Siz siz üzre yeminler edersiniz. Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz; Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz İki tane elimiz var deriz; Bin tane elimiz olsaydı Bini birbirinin aynı olurdu deriz. 999 elimiz kağıt gibi yansın, Bir elimiz güneş gibi dursun.. Biz elbette dudak büker, hayret ederiz. Biz inkar eder, inkarı severiz; Bayram hediyenizi iade ederiz Biz mahcup ve onurlu çocuklarız Başımızı kaldırıp bir bakmayız Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz Toprağı zindana koyduk biz Üzerine yedi kilit vurduk biz Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim Bir köpeğin ön dişlerine Ve Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın Biz inkar eder, şah inkarlar severiz. Kafamızı kaldırıp bir bakmayız ........................................... Ruhumuzun içinde kar yağar Anamızdan doğduğumuz geceden beri Heybemizi emektar makinelere yükleriz Fikirlerimizi tifil vinçlere İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız Biz kirli ve temiz çamaşırları Aynı zaman aynı minval üzere katlarız Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız Siz kalbe hançer gibi giren Siz kalpten ağaç gibi çıkan Siz bize şahdamarımızdan yakın Siz yüzükler içindeki kan Siz inançların sedef kabuğunu Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz Gün gelecek toprağın altına uzanacağız Her gece saat beş sularında sizi Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz
  9. berceste şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    DEVAMSIZ..KIZIM.... VE SONRA ODAMDA BİR AĞAÇ KOVUĞUNCA BİR BOŞLUK VE SONRA DÖNÜŞÜMÜ BİR DOST ELİNİN VE SONRA KİRLİ KAN O YIKICI SAVAŞLARDAN ARTAKALAN YERALTINDA BİR YELERDE ŞİMDİ İÇİM VE SONRA ALDANIŞIM VE SONRA BEKLEYİŞİM VE ARTIK ÖYKÜSÜ BOYUNDAN AŞKIN KÜÇÜK BİR KIZ ÇOCUĞU DEĞİLMİŞİM Küçük iSKENDER
  10. En sevdiğim kitap demek belki zor.... Ama Dostoyevski'nin eserlerini tek geçerim
  11. Arkadaşım senin kaçırdgıın önemli bir nokta var ki ; Haksöz arkadaşımız Sünnetleri ve Efendimizin hadislerini inkar ediyor... Daha dikkatli okursan anlarsın... Aksi halde elbette ki yazdıklarının buyuk bölümünde dogruluk payı var... Selam ve dua ile...
  12. Ortada hiç birşey yokken Saz takımı kurdu... Yetinemedi düşman ilan etti... Daha da olmadı silahtan söz açtı... Veeee halaa gelmiş karşıyı düşman gören zihniyet diyor! Burdan sonra susmak düşer... Anlamak isteyenler için kafidir zannımca...
  13. Acaba kim hedef saptırıyor??? Siz kendi yazdıklarınıza bakın bir zahmet!!! Sizlerin zihniyeti sadece çamur at izi kalsın! Artık birşey demiyorum size... NOKTA!
  14. Bakalım kim hedef saptırmıs?? Daha ne yazdıgından bihaber olan kişiye ne denir ki?[/b] Hayata at gözlüklerini çıkarıp bakmanız tememnisiyle!!! NOKTA!
  15. Bu tertemiz kardeşimizin ölümünün ardınan bu *** reklamları yapma!!!! Okurken inan midem bulandı!!! Utanın!!! Utanın!!! Utanın!!!
  16. Allah cümlemizden razı olsun kardeşim... İlgi görmemesini bende anlayamadım dogrusu ben bu yazıyı okudugumda bir hafta kendime gelememiştim...Önüme konan her sofrada içim acıdı...Yiyemedim...Kardeşlerim orada bu zorlukları yaşarken ya ben.....ben......ben....... Galiba arkadaşlarımız da bu tablo üzerine söz bulamadılar ve kendi içlerinde muhasebelerini yaptılar... Söylediklerinde haklısın...Bizler sıcacık evlerimizde rahatça yaşarken onlar... Sokaklarda umarsızca oyun oynamaları , gelecek ile ilgili hayallere dalmaları gerekirken...ufacık bedenleri kurşunlara karşı siper oluyor.... Ellerinde bu çaresizlikle sapanlar , taşlar alıyorlar... Çaresizlik girdabında boguluyorlar.... Bizler huzur ve refah içinde ve kalabalıklar içerisinde yalnızlıgı yaşamyor görsekte kendimizi....Belkide en kötü halde olan yine bizleriz... Onlar her dem Rableriyle birlikteler , o tertemiz yürekleriyle... Bu arada hosgeldin aramıza kardeşim... Selam ve dua ile...
  17. Ben sizin bu yazınızdan sonra cok güldüm ama bir o kadar da üzüldüm... Kişi başkalarına yaptıgı yakıştırmalar ile kendi iç dünyasını yansıtırmış... Sazları bırakıp silahları mı alacaklar hı? Bu tür sözleri nasıl da kolaylıkla yazabiliyorsunuz... Gerçekten utanç verici ve üzücü bir olay... Susmak gerek bu noktadan sonra.. Size bu karanlık düşüncelerinizle ile süslü hayatınızda mutluluklar...
  18. hayat güzeldir gerçekten etkileyiciydi... ama ben çalıkusunda da çok ağlamıstım ya
  19. En sevdiğim şiirlerinden biri.... YATTIGIM KAYA Bu aksam o kadar durgunki sular Gomul benim gibi kedere diyor Icimde maziden kalma duygular Agla geri gelmez gunlere diyor Hey gonul gidenden umidini kes Kacan bir hayale benziyor herkes Sanki kulagima gaibten bir ses Bulusmalar kaldi mahsere diyor Enginden engine eserken ruzgar Bende bir yolculuk heyecani var Yattigim kayaya carpan dalgalar Cikiver bir sonsuz sefere diyor. Necip Fazıl KISAKÜREK
  20. berceste şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    KALBİM UNUT BU ŞİİRİ Uguldayan ve hep uguldayan bir orman kadar usuyorum simdi yanlis ruzgarlar esiyor dallarimda yanlis ve zehirli cicekler aciyor Kanimda kocaman gozleriyle bir ciglik Su ve ses kadar bekledigim ne kaldi geride,bilmiyorum uzanip uyumak istiyorum golgeme ve sarinmak o kocaman gozlerin uguldayan ruzgarlarina Bir aciyi yasarim be zehirden cicekler uretirim komur karasi ucurum kadar bir yalnizlik yaratirim kendime,atlarim Anisi yoktur kucuk ruzgarlarin Yapraklarim yok artik kuslarim yok busbutun viran oldu daglarim exberimdeki turkuler de savrulup gitti omrumun karsiligi kalmadi sesimde sesimde yalniz ormanlarin gumburtusu Yanlis.daha bastan yanlis bir siirdi bu,biliyorum ve belki omrumuzun yakin gecmisi bu kadar dogruydu ancak,kimbilir Kalbim unut bu siiri Ahmet Telli
  21. berceste şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    HALA KOYNUMDA RESMİN Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hala koynumda resmin Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hala koynumda resmin Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın @merhaba@ demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hala koynumda resmin Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hala koynumda kesmin Ve hala sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve yaylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin Ahmet TELLi
  22. Sevgili bilimselci siz Üstadı öyle tanımlamak istiyorsanız birşey diyemem... Bana göre yanlış... Ama dogru her ne kadar tek olsada '' her kafa sayısı kadar düşünce var'' boşuna denmemiş değil mi? Sizde üstada bu yönden bakıyor olabilirsiniz... Herkes istedigini düşünmekte özgür oldugu kanısındayım.. Ama üstadın hayata baktıgı pencereyi yakalar ve o perspektiften bakarsanız (kendinize göre yine hak vermeseniz de) anlayacagınız kanısındayım... Ki sizin gibi düşünüp üstada yaklaşan kişi sayısı da yok denecek kadar azdır.. O ülkemizin yetiştirdiği nadide şairlerimizdendir...Bana ve birçok kişiye göre de en iyi şairimizdir... Selam ve dua ile... DUYUP HİSSEDENE HERŞEY APAÇAIK BİR BURHAN DÖKÜLEN DAMLALAR SANKİ SESSİZ BİR BEYAN... ANLAMAYANA DÜNYA ZİNDAN, MEVSİMDE HAZAN AYAŞANAN BİR FIRTINA BEKLENENSE TAM BİR TUFAN...
  23. berceste şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Uluslararası Dil Öğretimi Derneği tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı, görkemli bir törenle başladı. Ankara Kızılcahamam’ın gözde tatil merkezi Asya Termal Tatil Köyü’nde yapılan yarışma, rengi, dili, dini ve kültürü farklı çocukları ‘sevgi dili’ Türkçede buluşturuyor. Türkiye dahil 84 ülkenin katıldığı yarışma, Atatürk ve diğer ülke liderlerinin manevi huzurunda saygı duruşu ve İstiklal Marşı’yla başladı. 355 öğrencinin hep birlikte İstiklal Marşı’nı söylemesi törene damgasını vururken, öğrenciler tek tek sahneye çıkarak diğer ülke öğrencileri ve salondaki misafirleri selamladı. El ele tutuşarak sahneye çıkan ve kendi dillerinde ‘merhaba’ diyen öğrenciler, tanışma töreninde dakikalarca birbirini alkışladı. En çok alkışı alan ülkelerden Türkiye, yarışmaya sadece ‘sahne oyunları’ ve ‘sunum’ dallarında katılıyor. Türkçe, şiir, şarkı, sahne oyunları, kompozisyon, sunum, hikaye, ülke tanıtım stantları ve resim olmak üzere 9 kategoride düzenlenen yarışmada, seçkin bir jüri heyeti öğrencileri seçiyor. Barış Manço, Sezen Aksu, Zülfü Livaneli, Âşık Veysel gibi sanatçıların şarkılarını söyleyen öğrenciler, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Veli Kanık ve Arif Nihat Asya gibi önemli Türk şairlerinin şiirleriyle yarışmaya katılıyor. Kuzey Batı Afrika ülkesi Moritanya’da geçen sene açılan Burç Koleji öğrencileri, ‘Medine’nin Gülü’ şiirini söylerken, Moldova-Türk Lisesi öğrencisi Maksim Betişor, ‘Memleketim’ şarkısıyla yarışmada şansını deniyor. Açılış töreninde konuşan Uluslararası Dil Öğretimi Derneği Başkanı ve Olimpiyat Genel Sekreteri Orhan Keskin, olimpiyat sloganının ‘84 ülke, sevgi diliyle buluşuyoruz, yarışıyoruz’ olduğunu hatırlatarak, Türkçenin bir sevgi dili olduğunu vurguladı. Atatürk’ün ‘yurtta barış dünyada barış’ hedefine atıfta bulunan Keskin, “Sevgi dilinde empoze yok, dostluk ve kardeşlik var.” dedi. Amaçlarının ‘Türkçeyi sevdirmek, yaygınlaştırmak, bu vesileyle de Türkiye’yi dünyaya tanıtmak’ olduğunu söyleyen Keskin, “Olimpiyat vesilesiyle ülkeler arasında dostluk, barış ve hoşgörü köprüleri kuruluyor, birçok alanda birbiriyle yarışan, hatta savaşan ülkelerin çocukları, Türkçe Olimpiyatı’nda el ele birbiriyle kucaklaşıyor.” diye konuştu. Jüri adına bir konuşma yapan Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kırkkılıç, duru Türkçeyi genç nesillere, Türk cumhuriyetlerine ve yabancı ülkelere öğreten okulları yürekten kutladı. Türkiye ve Türk kültürünü tanıtan ve Türkiye’den hicret ederek giden öğretmenlerin çalıştığı bu okulların hiçbir ülkenin değerlerine saygıda kusur etmeden çalıştığını anlatan Kırkkılıç, “84 ülkeden öğrencilerin İstiklal Marşı’nı tek bir ağızdan okuması bile yapılanın ne kadar büyük bir olay olduğunu gösteriyor. Sevgi ve barış aşılıyor bu okullar. Bu projeyi düşünen ve hayata geçirenlere vefa duygusu içinde en içten teşekkürlerimi sunuyorum.” ifadelerini kullandı. Olimpiyat Yarışmalar Koordinatörü Tuncay Öztürk ise yarışmaya yoğun bir katılımın olduğunu belirterek, sadece şarkı yarışmasına 135 kişinin katıldığını, hepsi birbirinden güzel şekilde şarkı ve şiir okuyan öğrencileri seçmekte zorlandıklarını kaydetti. Olimpiyatın ödül töreni, 17 Haziran’da İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde yapılacak. 15 Haziran’a kadar Ankara’da kalacak olan öğrenciler, 14 Haziran’da başkentte üst düzey yöneticilerle görüşecek, Anıtkabir başta olmak üzere Ankara’nın tarihî ve turistik yerlerini gezecek. Bu arada öğrenciler, bu yıldan itibaren hep bir ağızdan Olimpiyat Şarkısı’nı seslendirecek. 3 kıtadan oluşan şarkının sözleri Ayla Hacıoğulları’na, bestesi ise Yücel Arzen’e ait. Olimpiyat Şarkısı Sorsam gördüğüm ilk buluta söyler mi bana, Yağmur hangi dilde yağar Afrika’da? Anlatır mı rüzgar gezdiği uzak yerleri, Hangi dilde sarılır insan Amerika’da? Sevgi gibi dünyayı dolaşsa sesim, Okyanuslar ardında, Uzak Asya’da, Adını hiç bilmediğim kardeşlerim, İstanbul’dan Anadolu’dan size MERHABA! A, B, C, tekrar birlikte, Güneş gibi üstümüze doğuyor Türkçe Tohum gibi dünyaya serpilince, Filizlenip boy verecek binlerce hece... Söz: Ayla Hacıoğulları Beste: Yücel Arzen ZAMAN GAZETESİ
  24. O minicik ellerden çıkan resmin bu olması... Bilmiyorum ne söylense az... Acaba herşeyden önce birer insan olarak bu olayları görünce kaçımızın iştahı kaçıyor , yemek yemiyor ... gülemiyor ... günlerce uykularmız kaçıyor??Kaçımız O masum kardeşlerimiz için el açıp dua ediyoruz nemli seccadelerimizde...Ve kaçımız onlara olabildigimizce destek veriyoruz canı gönülden acaba??? Umutlar artık hayatları değil kandan , savaştan , ruhsuzluktan geçilmeyen bir ülkenin duvarlarını süsler olmuş...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.