Zıplanacak içerik

berceste

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

berceste tarafından postalanan herşey

  1. Sizin güvensiz dediğiniz ve sözde doktorların beğenip gitmediği yerde bu ülkenin insanları yaşıyor Siz ne dediğinizn farkındamısınız efendim? Doğuda yaşayanlar insan değil mi ? Onlar o ortamda nasıl yasıyorlar sizce Buyuk şehirlerde rahat şartlarda herkes görev yapar , önemli olan zor sartlarda görevini ifa etmektir... Sizden duyduğum bu sözler beni dehşete düşürdü doğrusu... Bu ülke de sadece sizin yaşadığınız İstanbul şehri yok Sevgili Sardunyam... Hizmet Türkiyenin her yerinde ihtiyacı olan insanlara koşmaktır Gerisi hikaye Siz görev yapar mısınız , orada yaşar mısınız demişsiniz...Evet efendim yapardık..Ve yapıyoruz , yaşıyoruz da zaten Zaten bahaneleri de çok...Neymişte doktorlar oralarda sosyal anlamda tatmin olmuyorlarmış! Hasta doktora ihtiyacı olan onlarca insana nası yararlı olabilirm demesi gerekenlerin sahip olduğu zihniyete bakın... İşte bu Türkiyenin bir utanç tablosu. Bu zihniyette olan insanlara ne denilebilir ki... Madem güvensiz oraları , bırakalım oraya ne doktor gitsin ne öğretmen... Orada yaşayanların ne önemi var değil mi Sonra hepsi oturdukları yerden biz doktoruz , eğitimciyiz diye geçinsinler...
  2. berceste şurada cevap verdi: berceste başlık Televizyon ve Radyo
    Evet stv'de... Derin devleti anlatan bir film...
  3. Elbette türkiyede kendi doktorlarımızla çözüm yollarına gitmek daha iyi... Fakat milyarlarca maaş verilmesine karşın hala görev yerine gitmeyen doktorlara ne demeli sevgili sardunyam? İmkanlar sonuna kadar o inasanlara verildi..Fakat hala istenileni yapmadı çoğu... Doğu sosyal anlamda yoksun diye oradaki halk doktorsuz mu kalmalı Şartları düzeltmekle kastınız nedir acaba? Daha ne yapılmalı?
  4. Acaba 30 yıl önce niye o yakın dostunun dediklerine kulak asmamıştınız? Siz bu yazıyı okuyup Ali kalkancıyı örnek vermeniz bile Fetullah Gülen'den ne derece bihaber olduğunuzun göstergesidir... Acaba ona saldıranlar onun bir kitabını dahi okudular mı? Ezbere konuşmayalım lütfen Selamlar....
  5. Sevgili sardumyam galiba sizin doğuda ki doktor sıkıntısından ve bunun yanısıra yaşananlardan haberiniz yok... Türk doktorları hizmet mi ediyordu ya pardon? Siz hangi doktorlardan bahsediyorsunuz acaba? Zaten hali hazırda doktor olsaydı böyle bir yola başvurulmazdı
  6. Zaten gelende durmuyor ki görev yerinde Duranda oradaki insanları aşağılamaktan işine fırsat buluyormu bilemiyorum Bunların ettikleri yemin , vicdan nerede Benim şahit olduğum bir olay varki sözde doktor! gelmesi gereken vakitten iki buçuk saat geç geliyor göreve ve buna rağmen millete ahkam kesiyor , Nede olsa doğulular ve cahiller diyerek Ve işin acı yanıda doğu insanıda bu tür tavırlara öyle alışmış ki , sesleri sedaları çıkmıyor
  7. Yedinci Söz ŞU KÂİNATIN tılsım-ı muğlâkını açan “Âmentü billâhi ve bi’l-yevmi’l-âhir” ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymettar iki tılsım-ı müşkülküşâ olduğunu; ve sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzâkından sual ve dua ne kadar nâfi ve tiryak gibi iki ilâç olduğunu; ve Kur’ân’ı dinlemek, hükmüne inkıyad etmek, namazı kılmak, kebâiri terk etmek ebedü’l-âbâd yolculuğunda ne kadar mühim, değerli, revnaktar bir bilet, bir zâd-ı âhiret, bir nur-u kabir olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle: Bir zaman, bir asker, meydan-ı harp ve imtihanda, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir vaziyete düşer. Şöyle ki: Sağ ve sol iki tarafından dehşetli, derin iki yara ile yaralı; ve arkasında cesîm bir arslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hali ile beraber uzun bir yolculuğu var; nefyediliyor. O biçare, şu dehşet içinde Meyusane düşünürken, sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nuranî bir zât peyda olur, ona der: “Meyus olma. Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istimal etsen, o arslan, sana musahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner. Hem sana iki ilâç vereceğim. Güzelce istimal etsen, o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latîf çiçeğe inkılâb ederler. Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi, bir senelik bir yolu bir günde kesersin. İşte, eğer inanmıyorsan, bir parça tecrübe et; ta doğru olduğunu anlayasın.” hakikaten bir parça tecrübe etti, doğru olduğunu tasdik etti. Evet, ben, yani şu biçare Said dahi bunu tasdik ederim. Çünkü biraz tecrübe ettim, pek doğru gördüm. Bundan sonra birden gördü ki, sol cihetinden şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adam, çok ziynetler, süslü suretler, fantaziyeler, müskirler beraber olduğu halde geldi, karşısında durdu. Ona dedi: “Hey, arkadaş! Gel, gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim.” Sual: “Ha, ha, nedir ağzında gizli okuyorsun?” Cevap: “Bir tılsım.” “Bırak şu anlaşılmaz işi. Hazır keyfimizi bozmayalım.” S: “Ha, şu ellerindeki nedir?” C: “Bir ilâç.” “At şunu. Sağlamsın. Neyin var? Alkış zamanıdır.” S: “Ha, şu beş nişanlı kâğıt nedir?” C: “Bir bilet. Bir tayınat senedi.” “Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım?” der. Herbir desise ile onu iknaa çalışır. Hattâ o biçare, ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım. Birden, sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def edip, peşimdeki yolculuğu men edecek bir çare sende varsa, bulursan, haydi yap, göster, görelim. Sonra de, ‘Gel, keyfedelim.’ Yoksa sus, hey sersem! Ta Hızır gibi bu zat-ı semâvî dediğini desin.” İşte, ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçâre asker ise, sensin ve insandır. Ve o arslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zevâl ve firaktır ki, gece-gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise, birisi müz’iç ve hadsiz bir acz-i beşerî, diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefy ve yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-i mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve o iki tılsım ise, Cenâb-ı Hakka iman ve âhirete imandır. Evet, şu kudsî tılsım ile ölüm, insan-ı mü’mini zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna, huzur-u Rahmân’a götüren bir musahhar at ve burâk suretini alır. Onun içindir ki, ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler, daha ölüm gelmeden ölmek istemişler. Hem zevâl ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile, Sâni-i Zülcelâlin taze taze, renk renk, çeşit çeşit mu’cizât-ı nakşını, havârık-ı kudretini, tecelliyât-ı rahmetini kemâl-i lezzetle seyir ve temâşaya vasıta suretini alır. Evet, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder. Ve o iki ilâç ise, biri sabır ile tevekküldür; Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, emr-i كُنْ فَيَكُونُ ’a mâlik bir Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُون َdeyip itminân-ı kalble Rabb-i Rahîmine itimad eder. Evet, ârif-i billâh aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet, havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, “En leziz ve en tatlı haletin nedir?” Belki diyecek: “aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokatından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecellî-i rahmettir. Onun içindir ki, kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberrî edip Allah’a acz ile sığınmışlar; aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar. Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzâk-ı Rahîmin rahmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîmin misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki, fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır; iştiha gibi, fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak demek değildir. Ve o bilet, senet ise, başta namaz olarak, edâ-i ferâiz ve terk-i kebairdir. Öyle mi? Evet, bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla, o uzun ve karanlıklı ebedü’l-âbâd yolunda zad ve zahîre, ışık ve burâk, ancak Kur’ân’ın evâmirini imtisal ve nevâhîsinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa, fen ve felsefe, san’at ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların ışıkları kabrin kapısına kadardır. İşte, ey tembel nefsim! Beş vakit namazı kılmak, yedi kebâiri terk etmek, ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi, meyvesi, faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa, bozulmamışsa anlarsın. Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa, sus! kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip Hak diyen ve Hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.
  8. Sevgili Shankara zaten taklidi iman içerisinde ki insanlar hiç birşeyin iddiası içinde olamazlar , sadece yeri gelince ''ben ELhamdulillah müslümanım'' derler...Yada en fazla sıkışınca ''benim kalbim temiz''... Unutmamanız gereken bir nokta var ki , Onlar sadece '' müslüman '' ve çoğu sadece nufus cüzdanında yazdıgı ve bir adet , örf gibi gördükleri için islam dinindeler... Ama bizim yargılamamız gerekenler ise ''ben dindar müslümanım '' diyenlerdir... Malesef artık müslüman ve dindar diye ikiye ayırılıyoruz... Koyu yaşayanlara gelince , bana göre sözde koyu yaşayanların genel takıntısı ''şekilcilik'' ve bu da İslama inen en ağır darbelerden biri bana göre...
  9. berceste şurada cevap verdi: seREnaDE başlık Forum Oyunları
    Gülerken içimde bir sızı olmayışını özledim...
  10. Bilim bile belli bir noktadan sonra (kimi zaman) belli ideoloji sahiplerinin güdümünde gidiyor ve sadece kendi ekmeklerine yağ sürüyorlar sözde ispatlarıyla
  11. berceste şurada cevap verdi: bohem başlık Anı Defteri - Defterleri
    Sanal yada gerçek... Sonuçta her iki ortamda da riyakarlık almış başını gidiyor... Keşke sadece sanal dediğimiz ortamda görsek bunları...gün geliyor reelde hiç ummadklarından neler görüyorsun... Aslolan insan olmak... Duvarları yıkmak...Burada olay ne istediğini bilmekten geçer...Kişi ne istediğini biliyorsa herşeyi aşar..Fakat bu hayat yolunda daha ne istediğini bile bilmeden yol alırsa , bırak duvarları aşmayı ortada kalakalır... Aradığını bulmak , ne aradığını bilmekten geçer...
  12. berceste şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Muhabbetten güçlü ne var? Ülkemizde yer yer gündeme gelen şiddet olaylarının sebeplerine her boyutta eğilmek ve temelden alarak çözmek zorundayız. Şiddet uygulayanların altyapısında hep yanlış terbiye, yanlış aile yapısı gibi unsurlar karşımıza çıkmaktadır. Yani şiddet uygulayan kişi, aslında öğrendiğini ve gördüğünü karşısına çıkanlara da uygulamayı normal hareket olarak görüyor ve yapıyor. Babanın dövdüğü çocuk bunu diğer çocuklara yansıtmakta, eşi tarafından dövülen kadın bunu çocuklarına yansıtmakta, yani şiddeti aktarmaktadır. Stres altındaki annenin çocuğunun da stres eğilimli olacağı gerçeğinden hareketle, her boyuttaki stres ve bunun doğurduğu şiddete eğilimi en kısa yoldan tedavi etmek zorundayız. Yanlışlıkları şiddet uygulayarak değil muhabbetle çözmeliyiz. Ülkemizde son zamanlarda yapılan resmî istatistiklere göre işlenen suçların yüzde 45’sini stres ve şiddetin hâkim olduğu çarpık aile yapısında yetişen bireylerin işlediği görülmektedir. Düzenli aile bireylerinin suç işleme oranı ise yok denecek kadar azdır. Aile içi stres ve şiddetin (yani muhabbet yokluğunun) yüksek olduğu illerde de cinayet ve olayların daha çok olduğu herkesçe malumdur. Psikolojik şiddet; muhatapla konuşmama, selam ve görüşmeyi kesme ve muhatap almama gibi şekillerde de olabilmektedir. Aile içi gereksiz ve aşırı otorite de bu çerçevede görülebilir. Otorite sağlama niyeti ile yapılan bazı davranışlar da bazen eziyet ve zulümden çizgiler taşıyabiliyor. Niyet iyi bile olsa bazı hassas kalplerde derin yaralar oluşturabiliyor. Halbuki bilinmelidir ki muhabbetin gücü, otoritenin gücünden daha etkili ve daha kalıcıdır. Ailedeki bu yangını söndürmekte birinci ilaç aile içi muhabbettir. Her ailenin içinden en az bir kişi “ağzından bal akan muhabbet kaynağı” rolünü üstlenmelidir. Ya da ailede bireyler arasında “nitelikli beraberlik” yaşanmalıdır. Aile içindeki bu muhabbete bazı örnekler verilebilir: “Nasılsın, inşallah iyisindir. Senin için bugün dua ettim.”, “Bugün neler yaptın? Ben de bugün şöyle şöyle gibi şeylerle meşgul oldum.” denebilir. İyi komşu-kötü komşu! Bir apartmanda oturan üniversiteli öğrencilerden üst komşu Ayşe teyze rahatsızdır. Bu rahatsızlığını da bağırarak uluorta söylemektedir. Öğrenciler ne kadar edepli ve nezih olsalar da bir türlü bu tatsız durumu düzeltemezler. Fakat “Biz yine de insanî görevimizi yerine getirelim, hem de mağdur olmayalım.” diyerek her fırsatı değerlendirmeyi düşünürler. Günler ilerleyip mayıs ayı gelince Anneler Günü’nde güzel bir çiçek hazırlayıp Ayşe teyzenin kapısını tıklatırlar. Ayşe teyze kapıyı açınca şaşırmış bir ifade ile “Hayırdır inşallah, buyurun.” deyince “Ayşe teyze, Anneler Günü’n kutlu olsun. Bizim annemiz burada olmadığı için seni annemiz olarak gördük, kabul ederseniz!” deyince Ayşe teyze şaşkınlık ve sevinçle karışık bir eda ile ne diyeceğini bilemez bir halde iki damla akıveren pişmanlık ve muhabbet ifadeli gözyaşlarına hakim olamaz... Ve artık onlar hep muhabbetli, örnek bir komşuluk içinde olurlar. Fakat günümüzde bu türlü sıcak komşuluk âdetlerinin azaldığını, birbirini hiç tanımayan komşuların olduğunu maalesef görüyoruz. Hatta “17 senedir kapımızı hiç kimse çalmadı.” diyen aileler bile görebiliyoruz. Yalnız yaşayan “Zengin Ahmet amca”nın hikayesi bu anlamda oldukça ibret vericidir. Kimseyle görüşmeyen ve ortalıkta fazla görünmeyen bu amcanın bir küp dolusu parası olduğu mahallede dilden dile konuşulmaktadır. Bir zaman sonra “Zengin Ahmet amca”nın kapısı hiç açılmaz ve kendisini hiç gören de yoktur. Herkesin merakı gittikçe artar ve üstelik evinden garip bir koku da duyulmaya başlanır. Nihayet kapı kırılıp evine girilmeye karar verilir. Kapı açıldığında “Zengin Ahmet amca”nın günler öncesinden vefat ettiği görülür. Mahalleli cenaze işlemlerine başladığında bir başka garip durum daha ortaya çıkar... Bir küp dolusu para gerçekten vardır; fakat zamanı geçmiş, tedavülden kalkmış bu paraların artık pek bir kıymeti de kalmamıştır. HASAN CANDAN / AİLEM
  13. Kendini beğenme hastalığı Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin yanına gidip gelmişti. Ancak bir türlü o büyük insanın gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Bir gün, - Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu bilmiyor musunuz? dedi. Hazreti Cüneyd, - Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin günden beri seni tanıyorum, buyurdu. Şeytan, - Ey Evliyalar Sultanı! Sizin kadar yüksek mertebelere ulaşan başka bir zat tanımadım. Yirmi senedir buradayım ama size hiçbir isteğimi yaptırmaya muvaffak olamadım, dedi. Bu sözleri işiten Cüneyd Hazretleri nefretle, - Defol mel'un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun? Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan! diye bağırdı. Şeytan ümidini kesmiş bir halde orayı terk etti.
  14. İsrail, bir askeri için Gazze’yi ateşe verdi İsrail, bir askerinin kaçırıldığı gerekçesiyle Gazze'ye saldırdı. Köprüleri ve enerji santrallarını bombaladı. Biri çocuk üç Filistinli öldürüldü. Gazze'yi işgal etmediğini savunan İsrail, askerini kurtarana kadar operasyonun devam edeceğini açıklarken; sorumlu gördükleri Hamas lideri Meşal'in suikast saldırısının hedefi olduğunu duyurdu. Asker kaçırma eylemini üstlenen Filistinli örgüt ise harekatın durmaması halinde askeri öldüreceğini kaydetti. İsrail jetleri, operasyonun ilk saatlerinde Suriye semalarında uçarak Filistinli gruplara destek veren Şam yönetimine gözdağı verdi. İsrail uçakları, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Lazkiye’deki sarayının üzerinde uçarken, Suriye Hava Kuvvetleri, İsrail jetlerine ateş açtı. İsrail ordu sözcüsü, helikopterler ve tanklar eşliğinde başlatılan “Yaz yağmuru” harekatı çerçevesinde askerlerin Gazze’ye girişleri sırasında “çok küçük” bir direnişle karşılaştığını söyledi. Kaçırılan askerin bölgenin güneyinde tutulduğu istihbaratıyla birliklerin Refah yakınlarında yoğunlaştığı ifade edildi. Han Yunus kentinde meydana gelen patlamada ise 1’i çocuk 3 kişi öldü. İlk olarak Gazze’nin güneyine giren İsrail güçleri, operasyonun genişletilmesine onay verilmesinin ardından Gazze Şeridi’nin kuzeyini de havadan ve karadan bombaladı. Başbakan Ehud Olmert uzun ve etkili bir operasyon için hazırlıklı olduklarını; ancak amaçlarının Gazze’yi yeniden işgal etmek olmadığını söyledi. “Bir gayemiz var, o da asker Gilat’ı eve geri getirmek.” diyen Olmert, Filistinli örgütlerle müzakere etmeyeceklerini ve askerin başına bir şey gelmesi durumunda bundan Hamas iktidarı ve Suriye’deki Hamas liderliğini sorumlu tutacağını söyledi. İsrail Adalet Bakanı Haim Ramon da Hamas siyasi lideri Halid Meşal’in, Gazze Şeridi’nde bir İsrail askerinin kaçırılması emrini vermekten ötürü suikast hedefi olduğunu söyledi. Başbakan Yardımcısı Şimon Peres de kaçırma eylemi emrinin Suriye’den geldiğini belirterek, Meşal’i “barış için şansı yok etmek istemekle” suçladı. Filistin Halk Direniş Komiteleri adlı örgüt ise İsrail’in saldırıyı durdurmaması durumunda kaçırılan askerle birlikte rehin aldığını iddia ettiği Yahudi yerleşimciyi öldürme tehdidinde bulundu. Eylemin sorumluluğunu üstlenen örgütten yapılan açıklamada, “Sabrımız tükenmek üzere” denildi. İsrail güvenlik güçleri, örgütün kaçırma iddiasını doğrulamamış; ancak 18 yaşındaki Eliahu Aşeri’nin kaybolmasının soruşturulduğunu bildirmişti. Tam olarak nerede tutulduğu bilinmeyen İsrail askeri hakkında gelen ilk bilgilerde, askerin güvenli bir yerde olduğu belirtildi. Örgüt, askerin “İsrail’in ulaşamayacağı bir yerde” tutulduğunu ve öne sürdükleri koşullar kabul edilmeden serbest bırakılmayacağını duyurdu. Öte yandan El Fetih’in silahlı kanadı El Aksa Şehitleri Tugayı, üçüncü bir İsrailliyi kaçırdıklarını öne sürdü. Krizin sona ermesi için çaba sarf eden Hamas hükümeti, sorunu çözmek için İsrail’e mahkum değişimi önerdi. Ancak İsrail’in buna yanaşması beklenmiyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, harekatı “toplu cezalandırma” olarak değerlendirdi. İsrail saldırılarına dünyadan tepki yağarken Arap Birliği, Kahire’de olağanüstü toplantı yapma kararı aldı. Türkiye de gerginliğin tırmanmasından derin kaygı duyduğunu açıkladı. Gazze Şeridi’nde dram bitmiyor Gazze’de 38 yıllık İsrail işgalinden geçtiğimiz yıl kurtulan Filistinliler 10 ay sonra başlayan geniş çaplı operasyon sebebiyle tekrar zor günler yaşıyor. Bombardımanın sürdüğü Gazze’nin büyük bölümüne elektrik ve su verilemezken; bölge yeni bir insanlık dramıyla karşı karşıya. Gazze’nin kuzeyi ile güneyi arasındaki yolların bombalanarak, iki taraf arasında bağlantının kesilmesi nedeniyle güneyden çıkmak isteyen yüzlerce kişi geçiş noktası bulamadı. Gazze Şeridi sahilinin de açıklarda bulunan İsrail donanması gemilerince topa tutulduğu belirtiliyor. Birçok Gazzeli geceyi uykusuz ve radyolarının başında geçirdi. 1,4 milyonla dünya üzerinde en yoğun nüfusun yer aldığı bölgelerden biri olan Gazze’de insanların çoğu sokaklara çıkmak yerine evlerinde kaldı. Ramallah’tan yayın yapan Filistin’in tek kanalı olan “Filistin Televizyonu”, harekatla birlikte yayın akışını da değiştirdi. Televizyon, kahramanlık türküleri, İsrail cezaevlerindeki Filistinli tutuklular, anneler, çocuklar ve direnişte hayatını kaybedenlerin görüntülerinin yer aldığı klipler sunuyor. Çalınan bazı türkülerin, İsrail cezaevlerindeki tutuklu Filistinlilerce hazırlanmış ve Filistinli annelere ithaf edilenlerden seçildiği de gözlendi. Mustafa Bağ, Gazze, Cihan
  15. Paylaşımın için tşk... Evet... Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? ZÜMER SÛRESİ-9 (Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde halinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.
  16. Muhtaçlara verdikçe zenginleşir, açları yedirdikçe doyarız... Yoksulların uzattığı avuçlar hazineyle doludur...
  17. berceste şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Bunların hepsi boş! RAHŞAN Ecevit boşuna dolaşıyor! Demirel boşuna teşvik ediyor! Mesut Yılmaz boşuna "yüzde elli merkez" partisinden bahsediyor! Ne "ittifak" olacaktır, ne de "birleşme"; olsa da hiçbir işe yaramayacaktır! 'Siyaset sosyolojisi' diye bir bilim varsa, bir "laboratuvar deneyi" gibi CHP ile SHP'nin birleşmesini hatırlayalım: 1994 mahalli seçimlerinde yüzde 4 oy almış Baykal'ın CHP'si ile, yüzde 15 oy almış Karayalçın'ın SHP'si Şubat 1995'te birleşiyor! "Atatürk'ün partisi" diye, birleşme CHP çatısı altında oluyor; saygın bir isim olan Hikmet Çetin genel başkan... Ama bir süre sonra genel başkanlığı Baykal alacaktır. Baykal Çiller'le koalisyonu bozuyor, 24 Aralık 1995'te seçime gidiliyor. Baykal çok umutludur: - Gürül gürül geleceğiz! Öyle ya, birleşen iki partinin aritmetik oy toplamı yüzde 19, biraz da sinerji, hava falan... Ama CHP ancak yüzde 10.7 oy alabiliyor! CHP 1999 seçimlerinde barajın da altına düşüyor! Neyin birleşmesi?! Neyin ittifakı?! Başka tecrübeler CHP gerilerken Ecevit'in DSP'si 1999 seçimlerinde yüzde 22 oyla birinci oluyor. Hastalığı sebebiyle Ecevit'in artık siyaseti yürütemeyeceği anlaşılınca, 2002 seçimlerinde DSP'nin oyu yüzde 1'e düşüyor? Peki, DSP'nin yüzde 21'i nereye gidiyor?! CHP'ye gitseydi CHP'nin oylarının yüzde 30 olması lazımdı! Halbuki CHP 2002 seçimlerinde yüzde 19 oy aldı! Demek ki Ecevit'in oylarının yarısı CHP'ye gitmişse, öteki yarısı sağ partilere gitmiş! Neyin birleşmesi?! Neyin ittifakı? Mesut Yılmaz'la Tansu Çiller de "merkez sağ" diye illa ANAP ve DYP'ye tapulu yüzde 40'lık bir oy kitlesi olduğunu zannederek bu oyları birbirinden koparıp almak için kavga ettiler, birbirlerini bitirdiler! Siyasette "tapulu arazi" fikri feodal, ataerkil bir yanılgıdır. Kimsenin cebinde istediği yere tescil edeceği tapulu oylar yoktur! Onun için, Ankara'da "ittifak, birleşme" gibi laflarla kaynatılan kazanların içi boştur! Hele, "sağı solu cumhuriyet etrafında birleştirme" şeklindeki 'derin' laflar sadece boş değil, aynı zamanda proje olarak da yanlıştır; çünkü sağlıklı demokrasiler merkez sağ ve merkez sol diye iki ayağa dayanır. Sekiz yıl önce 27 Haziran 1997 günlü Milliyet'te şöyle yazmışım: "Maurice Duverger, sürekli olarak sağın bir parçasıyla solun bir parçasının koalisyon yaptığı sistemlerde sağın da solun da renksizleşeceğini ve ülkenin "ortacılığın bataklığına", 'programsızlığa' sürükleneceğini anlatır ve buna "partiler anarşisi" adını verir. Türkiye, yıllardan beri ne sağın ne solun "reform"larını uygulayabiliyor. Sağın da solun da parçalandığı Türkiye, bir de böyle koalisyonlarla sağı da solu da renksizleştirerek "ortacılığın bataklığına" saplanmıştır! Fransa'da "partiler anarşisi" yıllarında Duverger'nin Paris için çizdiği tablo, epeydir Ankara'ya taşınmıştır: 'Kombinezonlar, entrikalar, türlü oyunlar, arkası bir türlü gelmeyen seçim yenilemeleri... bütün bunlar ortacılığın oyunlarıdır.' (Halksız Demokrasi, sf. 280) " Türkiye 1990'lı yılları böyle kaybetti! Artık yeter! Evet Türkiye'de bir siyasi yapılanma sorunu var. Ama bunun çözümü, sağı ve solu kişiliksiz piyonlara dönüştürmek değil, mevcut sağa karşı, solda "gerçekten sosyal demokrat" bir alternatif yaratabilmektir! TAHA AKYOL / MİLLİYET

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.