ceviz tarafından postalanan herşey
-
ALLAH YOKTUR!
şizofren değilsin sen herhalde. o yüzden bu tarz bir deney seni etkilemez. yani gerçekleri görürsün. peki görmek istiyormusun. seni temin ederim hiçbir psikiyatrik klinik seni düzeltemiyecek. ve bir hocaya gitmeye mecbur kalacaksın.
-
ALLAH YOKTUR!
yamyam kardeş sana nasıl cin çağılacağını söyliyimmi. istersen bir dene de gör. çağırdığı cinleri geri gönderemediği için dayanamayıp intahar eden tanıdığım insan var benim burda. gerçekten düzgün bir şekilde uygulayacağına söz verirsen nasıl yapıldığını özelden söylerim sana.
-
İNANANLARIN PSİKOLOJİSİ
Atatürk ile din hiçbirzaman çelişmez. Atatürkün yaptıkları ilede din hiçbirzaman çelişmez. ne kadar aksi gösterilmek istensede öğle bişey yoktur. aksi halde o zamanın günümüzden daha dinci olan halkı asla onu bağrına basmazdı.
-
ALLAH YOKTUR!
cennet veya cehennem bir sonuçtur. gerçek mükafat veya ceza orada alınacaktır. sizin burada ateist olarak elde ettiğinizi zannetiğiniz güzellikleri gerçek anlamda inananlar orada elde edecek. neden olmasın? sınav esnasında sınava tabii tutulanlar ne zaman kendi hallerine bırakılmıştır. pek tabiyki sınav esnasında ceza verilebilir. ama herzaman gerçek ceza veya mükafat sınav sonucuna göre verilir. yukarda insanların bu dünyada da ödüllendirildiğini söyledin. Allaha inanırsın düşünürsün, anlarsın, ona yaklaşırsın, onu hissetmeye başlarsın ve onu gerçekten anlamaya başlarsın ve ona sonsuz bir sevgiyle bağlanırsın ve artık hiçbirşey için mükafata gerek kalmaz herşeyi isteyerek, inanarak ve canı gönülden yaparsın,Allah için yaparsın, Allahı sevdiğin için yaparsın. ama bu insanlar için mükafat kaçınılmazdır. herşeye rağmen insanlar ve cinler inkar edecektir, bu kaçınılmazdır. bunun tartışma yeri farklı. o yüzden cevap vermiyecem. görene mantıklı göremeyene herşey karanlık, hiçbirşey yok. hayır inkar etmiyecem. birçok insan islama körü körüne inanır ve sadece cennet in cazibesi onları çeken tek unsurdur. mükemmelik ancak mükkemmel bir görece ile mümkündür. çünkü herşey zamana,duruma ve koşullara göre değişir. bu çok farklı bir felsefe konusudur.
-
ateistlere......
sana kaynak gösterdik ben ona inanmam dedin. Prf. Flew dedik (burda önemli olan Prf.Flew in dini görüşleri değil evrim teorisi hakkındaki görüşleri) onun inancından bana ne dedin. sen kaynak beğenmiyorsan biz napalım.
-
ALLAH YOKTUR!
gördüüğüm kadarıyla genelde ateist olanlar, ailesi tarafından küçükken müslümanlığı benimsetmek için müslümanlıktan bıktırılmış kişiler. beni kimse zorlamadı, bana hiçkimse birşeyler yapmaya mecbursun demedi, bana ne kadar güzel olduğu anlatılmaya çalışıldı ve açıkcası bu dini kendim seçtim. cehennemin olduğu gibi cennet de vardır.bunu unutma. herkes yaptığının yanına kar kaldığını düşünmesin. cezasız yanlış ve mükafatsız doğru kalmayacaktır. aksi taktirde karşılığı olmayan birçok iyilik ve kötülük insanın ölmesi ile yok olur giderdi. ama bizim inancımıza göre böle birşey olmayacak. oyuncak diye nitelendirdiğin o şeylerin birçok faydası vardır. bu inkar edilemez. ve Allaha inanan birisi için çok büyük anlam taşır. insan öldürmekten bahsediyorsan o bizdede yok. ama kurban olayından bahsediyorsan, yemek için öldürmek zaten bir doğa kanunu ve zaten sürekli olarak inanan veya inanmayanlar tarafından yapılıyor. Bakara(*) Sûresinin 13 . Ayetinde Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.4İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. Bakara(*) Sûresinin 269 . Ayetinde Allah hikmeti70 dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. bizde doğruyu doğru olduğu için yaparız. şüphesiz Allah doğruyu emreder. senin bir inancın yok zaten. bizde görecelik var. mükemmel görecelik. bizde seviyeli bir özgürlük var. ne olursan ol gene gel mısralarını hatırlatmama gerek yok heralde.
-
ALLAH NEDEN BİRDİR?
sen çok gerilerden geliyorsun anlaşılan. birşeyin oluşması için başka birşeye ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç duyulan şeyinde oluşması için başka birşey gerekmektedir ve buda bu şekilde gider ama neyereye kadar gider? işte bize göre bir yaratıcıya dayanır ve bunu inkar edebilen tek şey de evrim teorisidir. ama ben bunları anlatma ihtiyacı duyduğum birisiyle bu tarz konuları tartışmam. tartışmama gerek yok bikere. bişey anlatamam zaten. kendine iyi bak
-
ALLAH NEDEN BİRDİR?
- ALLAH NEDEN BİRDİR?
fakat derinlemesine düşünürsen. yani düşünürsen. ama sen bunu yapmıyorsun. tabiyki evrendeki her gördüğün şeyi tanrı diye görmeni beklemem. ama bariz şeyler vardırki bunlar göz ardı edilemez. ve bir güç tarafından şekillendirildiği inkar edilemez. ama sen bunları hiç düşünmüyorsun. ayrıyetten ateistlerin tek dayanağı olan evrim teorisini iyi bilmediğini söylüyorsun. peki sen neye göre ateist oldun o zaman.- ALLAH NİYE KENDİSİNE TAPMAMIZI İSTİYOR?
tekrar söylüyorum benzer olması alıntı olduğu anlamına gelmez. bilmem anlayabildinmi?- ALLAH NEDEN BİRDİR?
hayır bahsettiğimiz konudan bahsediyorum. sperim yolunu bulmasını bilim açıklayamıyor. sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun. daha doğrusu düşünüymusun bu tarz şeyleri . yoksa görmemezliktenmi geliyorsun veya bana ne canm ister açıklar ister açıklamaz mı diyorsun.- Kime taparlar?
bunda doğa üstü bir olay olduğu açık. tabii senin gibi ağ işte diyerek bakanlar göremez bunu. örümceğin bu şekilde bir ağ yapması bilimsel olarak imkansız. bunun doğa üstü birşey olasıda sizin gibi sadece iki adım ötesini görebilen insanlara görebildiklerinden daha fazlası olduğunu gösterir. eğer bunun farkına varabilirseniz bunu irdeleyerek nedenini düşündüğünüz zaman Tanrıyı kabul etmek zorunda kalırsınız. sonuçta nedensiz hiçbirşey yoktur. tıpkı Flew in yaptığı gibi- ALLAH NEDEN BİRDİR?
madem öğle sana şu şekilde soralım. peki sen bu bilimin açıklayamadığı şeyler hakkında ne düşünüyorsun.- Kime taparlar?
nasıl cümleden ibaret. ortada beyinsiz bir hayvanın yaptığı bir mimarlık harikası var.- ALLAH NEDEN BİRDİR?
taktik bir. cevap veremiyorsan konuyu başka yönlere çekmeye çalış taaki bir açıklarını bulana kadar. ben sana tanrının kanıtı sunuyorum. ben sana İslamın tanrısından bahsetmiyorum diye daha öncede söyledim. yaratana inanmıyorum dedin bende al sana kanıtı diyorum. ayrıyetten düzeltiyorum "dişi ve erkeğin varlığınıda bilim hiçbir şekilde açıklayamamıştır ve bunun rastgele olamayacağını kabul etmiştir"- Kime taparlar?
yanlış cevap. örümceğin aklı yoktur peki o zaman bunu nasıl biliyor ve yapabiliyor. işte sizde burda tıkanıyorsunuz. bilim herşeyi açıklayamaz. herşey bilim demek değildir. burda Allahın iradesi sözkonusudur.- ALLAH NEDEN BİRDİR?
yav sana kanıt gösterdik ya işte. spermin mucizevi yapısı ve onun için oluşturulan ortam. İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka”3 oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti. İnsan Suresi dişi ve erkeğin varlığınıda din hiçbir şekilde açıklayamamıştır ve bunun rastgele olamayacağını kabul etmiştir.- ALLAH NEDEN BİRDİR?
şimdide islam tanrısımı oldu. kıvır bakalım. Ben sana onun bunun tanrısını bırak öncelikle yaradana inan diyorum habire. sen inanıyormusun inanmıyormusun. ben bunun kanıtı gösteriyorum sana.- ALLAH NEDEN BİRDİR?
bilim adamları spermin yapısını inceledikleri zaman ne kadar kusursuz ve karmaşık bir yapıya ve mimariye sahip olduğunu görmüşler ve bunun kendiliğinden olamıyacağını amacına uygun olarak başka bir güç tarafından şekillendirildiğini söylemişlerdir. spermin yolunu nasıl bulduğunu ise hiçbir şekilde açıklayamamışlardır. birleşme sırasındaki oluşan sıvılar spermin hayatta kalasını sağlayan ve yolculuğunu kolaylaştıran bir özelliğe sahiptir. ve şuanda aklıma gelmeyen birçok mükkemmel evreler tamamiyle üremeyi gerçekleştirmek için dizayn edilmiştir. ve bunlar o kadar mükemmel bir şekilde dizayn edilmiştirki asla kendiliğinden böyle bişeyin olamıyacağı bariz bir şekilde ortadadır. bu konuyu araştırırsan daha iyi anlarsın. tabii araştırırsan. gözünü açmadan birşey göremezsin- ALLAH NEDEN BİRDİR?
mantıksız veya salak dedim çünkü mantıksız veya salak olan bir insana birşeyler anlatmaya çalışmak saçmadır anlamaz. o yüzdende hiçbir şekilde Allah ın varlığına inandırılamaz. umarım burda üzerine alınmadın. seni kastetmemiştim. "biz bunu görüyoruz ve size bakarak halinize acıyoruz. onca kanıtın içerisinde inkar etmek için zavallı bir şekilde çırpınıp duruyorsunuz." dedim çünkü bu doğru. kendinizi inanmamaya programlamışsınız ve hiçbirşekilde kabul etmiyorsunuz. halbuki tarihte şimdiye kadar Ateist lerin hiçbir sorusu cevapsız kalmamıştır ve kalmayacaktır. ama genede Ateistler hep olacaktır. işte bizde bu yüzden halinize acıyoruz.- Kime taparlar?
ben sana neden ağı vardır demiyorum. sen özelliklerden bahsediyorsun bense nasıl yapıyor diyorum. ağım o şekilde örüleceğini nerden biliyor. bir insanın bu bilgiye sahip olabilmesi için mühendis olması ve uzun bir çalışma yapması gerekiyorken örümcek bunu nasıl yapabiliyor.- ateistlere......
evet böylece senin bilgisizliğini dengelemiş oluruz değilmi? bence sen doğru düzgün bir bilgiye sahip olmadan, yüzeysel bilgilerinle sonuçlara varıyorsun. şunu itiraf etmen gerekir ki her şekilde inkar etmeye çalışıyorsun. halbuki böğlesine önemli bir konuda mümkün olduğunca objektif bakmak gerekir.- EVRİM TEORİSİ HAKKINDA AÇIKLAMA
yav sen kısaca ben asla kabul etmiyorum desene. uğraştırma adamı. Profesör Antony Flew başlıklı konuyu oku. sizin üstadınız işte. oda evrim teorisi artık gerçekçiliğini yitiriyor diyor. ama sen onuda kaale almazsın nede olsa aksini idda ediyor. sen yazılanları direk kabul etmiyeceğine öncelikle oku ve kendi yorumunu yap. orda yazılan ve inkar edilemeyen birçok şey vardır. "evrimcilerin cevap veremediği" denilen yerlerdeki sorulara gerçektende evrimciler cevap verememişlerdir. evrim teorisi hiçbirzaman tam olarak kanıtlanamamıştır. kendi içerisinde çok çelişkilidir. söyleyebildikleri "araştırıyoz bulacaz, onunda cevabını verecez" den ileri gidememiştir.- ALLAH NEDEN BİRDİR?
Kralx in yaptığı bir benzetmedir. bu kadar somut düşünme ( gerçi bu yüzden Allah ı inkar ediyorsunuz) . ve çok güzel bir benzetmedir. Allah ın varlığı inkar edilemeyecek derecede ortadadır. tıpkı müzik sesi gibi. kimileri bu sesi duyamayacak kadar sağır yani mantıksız veya salak. kimileride bu sesi görmemezlikten gelecek kadar inkarcı, sabit fikirli. lütfen biraz objektif ol,yorumla ve araştır. müzik sesi gibi somut olsa ben kabul ederim diyorsun halbuki müzik sesi kadar ortada ama sen inkar ediyorsun. biz bunu görüyoruz ve size bakarak halinize acıyoruz. onca kanıtın içerisinde inkar etmek için zavallı bir şekilde çırpınıp duruyorsunuz.- EVRİM TEORİSİ HAKKINDA AÇIKLAMA
tamam illaki araştırmayacam, siz benim yerime araştırın diyorsan onuda yaparız. FOSİLLER EVRİMİ REDDEDİYOR Fosil kayıtları, canlı türlerinin yeryüzünde arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bilim ve Ütopya dergisinin Kasım 1998 tarihli nüshasında Ümit Sayın imzasıyla “Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu” başlıklı bir yazı yayınlandı. Evrim Teorisi’nin en büyük açmazlarından biri olan fosiller konusunun ele alındığı söz konusu yazıda, fosil kayıtlarının evrim teorisini ispatlayan çok sayıda "ara form" ile dolu olduğu iddia ediliyordu. Bu iddiaya delil olarak da bazı canlı türlerinin fosilleri gösterilmişti. Oysa sözkonusu fosillerin hiçbiri, az sonra inceleyeceğimiz gibi, birer ara form değillerdi. Bilim ve Ütopya yazarı Ümit Sayın, sadece kendisini ve kendisiyle aynı dogmatik dünya görüşünü paylaşan okurlarını avutmaya çalışmıştı. Hiçbir Zaman Yaşamamış Ara Formlar Önce "ara form" kavramının en anlama geldiğini belirtelim. Evrim Teorisi'ne göre, bir canlı türünden diğerine geçiş milyonlarca yıl sürmüştür. Ve eğer Evrim Teorisi'nin iddiası doğruysa bir tür diğerine evrimleşirken çok sayıda "ara form" yaşamış olmalıdır. Örneğin eğer bir balık türü gerçekten sudan karaya doğru evrimleştiyse, yavaş yavaş akciğer sahibi haline gelmiş olmalıdır. Önce hiçbir işe yaramayan bir akciğer boşluğu, sonra bu boşluğun içinde belli belirsiz bir doku, sonra bu dokunun içinde oluşmaya yüz tutacak kesecikler, bu dokuya atmosferle bağlantı sağlayacak bir nefes borusu gelişmelidir. Evrim Teorisi, tüm bu organların bir balık türünde tesadüfler sonucunda yavaş yavaş oluştuğunu, bu türün milyonlarca yıl garip bir yaratık olarak yaşadığını ve en son aşamada gerçek bir akciğer ortaya çıktığını iddia etmektedir. Aynı şekilde solungaçlar da yine böyle bir kademeli süreçle kaybolmalıdır. (Kaldı ki bir su canlısının karadan suya geçişi için gerekli değişiklikler, solungaç-akciğer dönüşümünden çok daha fazladır.) Eğer evrim yaşanmışsa, ara formlar, sadece balıklar ile kara canlıları arasında değil, var olan yüzbinlerce canlı türünün herbirini bir diğerine bağlayacak kadar çok olmalıdır. Dahası milyonlarca yıl yaşamış olan bu ara formların sayısız fosil örneği bulunmalıdır. Görünümü ve vücut fonksiyonları itibariyle yarı balık-yarı sürüngen, yarı kuş-yarı sürüngen garip yaratıkların dünyanın dört bir yanında sürdürülen paleontolojik kazıda mutlaka ele geçmesi lazımdır. Oysa teorinin eskiden yaşadıklarını iddia ettiği ara formlara ait hiçbir iz, hiçbir fosil bulunmadığı gibi, bugün yaşayan canlılar içinde de ara form özelliği taşıyan tek bir tür canlı bile mevcut değildir. Evrimcilerin iddia ettiği yarım, tam gelişmemiş yaratıklar hiçbir zaman yaşamamıştır. Daha önce yaşamış ve bugün yaşayan tüm türler her yönleriyle mükemmeldir ve fosil kayıtlarında bir anda belirmişlerdir. Ünlü İngiliz paleontolog Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf etmektedir: "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz." (Derek A. Ager, The Nature of the Fossil Record, Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, s.133) Paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçek, bütün hayali evrim senaryosunu yıkmaktadır. Evrimcilerin kimi çareyi mevcut yaşayan türlerden birbirine benzeyenleri bulup birini diğerinin atası ilan etmekte, kimi de Bilim ve Ütopya yazarı gibi laf kalabalığı yapıp Latince deyimlerle göz boyamaya çalışmakta bulmaktadır. Oysa az önce de belirttiğimiz gibi, fosil kayıtları, canlı türlerinin yeryüzünde arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterir. Yeryüzünün fosil barındıran en eski katmanlarından bugüne doğru ilerlediğimizde, sürekli olarak, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan, bir anda ortaya çıkan türler görürüz. Omurgasızların Kökeni Kompleks canlı yaratıkların fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 530-520 milyon yıl yaşında olduğu hesaplanan “kambriyen” tabakadır. Kambriyen devrine ait tabakalarda bulunan canlılar, hiçbir ataları olmaksızın birdenbire fosil kayıtlarında belirirler. Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, deniz kirpileri, yüzücü kabuklular, deniz zambakları ve diğer kompleks omurgasızlara aittir. Bu kompleks omurgasızlar kendilerinden önce yeryüzündeki yegane canlılar olan tek hücreli organizmalarla aralarında hiçbir bağlantı ya da geçiş formu bulunmadan birdenbire ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır. Canlılığın nasıl olup da böyle birdenbire birbirlerinden çok farklı omurgasız türleriyle dolup taştığı, hiçbir ortak ataya sahip olmayan ayrı türlerdeki canlıların nasıl ortaya çıktığı, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları bir sorudur. Evrimci düşüncenin dünya çapındaki en önde gelen savunucularından İngiliz biyolog Richard Dawkins, bu gerçek karşısında “(Kambriyen canlıları), ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildedirler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibidirler” der. (Richard Dawkins, “The Blind Watchmaker”, London: W. W. Norton 1986, s. 229) Dawkins’in de kabul ettiği gibi, Kambriyen patlaması yaratılışın çok güçlü bir delilidir. Çünkü canlıların hiçbir evrimsel ataları olmadan aniden ortaya çıkmalarının tek açıklaması yaratılıştır. Ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma da, “canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir” diyerek bu gerçeği kabul eder. (Douglas J. Futuyma. Science on Trial, New York, Pantheon Book, 1983. s. 197) Omurgasızlardan Balıklara Geçiş Formu Yoktur Sert kısımları vücutlarının dışında yer alan bu omurgasız canlılar ile, sert kısımları yani iskeletleri vücutlarının içinde yer alan balıklar arasında çok büyük bir anatomik fark vardır. Ama evrimciler bu omurgasızların balıklara dönüştüğünü öne sürerler. Oysa bu dönüşümü gösterecek ise hiçbir fosil yoktur. Bu nedenle Evrimci paleontolog Gerald T. Todd, “Kemikli Balıkların Evrimi” başlıklı bir makalesinde bu gerçek karşısında şu çaresiz soruları sıralar: “Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks yaratıkların ortaya çıkmasını ne sağlamıştır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ata oluşturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?” (Gerald T. Todd, “Evolution of the Lung and the Origin of Bony Fishes: A Casual Relationship”, American Zoologist, vol. 26, no. 4, 1980, s. 757) Balıklardan Amfibiyenlere Geçiş Formu Yoktur Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı, tüm klasik evrimciler gibi, balıkların zamanla amfibiyenlere (kurbağa gibi hem karada hem suda yaşayan canlılar) dönüştüğünü iddia etmektedir. Bu dönüşümün başlangıcına da Rhipidistian ve Coelacanth sınıflarına ait balıkları koymaktadır. Rhipidistian ve Coelacanth; Crossopterygian takımına ait balıklardır. Normal balıklardan hiçbir farkları bulunmayan bu canlıların evrimcileri umutlandıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin diğer balıklara göre daha etli oluşudur. Evrimciler, bu etli yüzgeçlerin daha sonra sürüngenlerin ayaklarına dönüştüğüne inanmaktadırlar. Daha doğrusu, bir dönem inanıyorlardı. Rhipidistian ve Coelacanth’ın ara form zannedildiği dönemde, evrimciler, Coelacanth’ın akciğerinin bulunduğunu dahi iddia etmişlerdir. Bu iddia pek çok evrimci kaynakta anlatılmış, hatta Coelacanth’ı denizden karaya çıkarken gösteren çizimler bile yayınlanmıştır. Coelacanth’ların soyunun tükendiğini, ürettikleri iddiaların hiçbir zaman yalanlanamayacağını zanneden evrimciler, Coelacanth’la ilgili sayısız senaryolar üretmişlerdir. Evrimcilerin tüm bu iddialarının geçersiz olduğu ise 1938 senesinde ortaya çıkmıştır. 70 milyon yıl önce soyu tükendiği sanılan Coelacanth sınıfına ait Latimeria türünün canlı bir örneği 1938 yılında Hint Okyanusu’nda yakalanmıştır. 410 milyon yıllık Coelacanth fosili. Evrimciler bu canlının fosiline dayanarak, bunun sudan karaya geçişteki ara geçiş formu olduğunu söylüyorlardı. Ancak ilki 1938 yılında olmak üzere bu balığın canlı örneklerinin defalarca yakalanması, evrimcilerin hayali spekülasyonlarda ne kadar ileri gidebileceklerini gösterdi. Yakalanan canlının anatomisi incelendiğinde varılan sonuçlar evrimciler için hayalkırıklığı olmuştur. İncelemelerde Coelacanth’ın, kara canlılarıyla hiçbir ilgisi olmayan gerçek bir balık olduğu, hatta derin sularda yaşadığı anlaşılmıştır. Evrimcilerin ilkel akciğer olduğunu düşündükleri yapının ise balığın vücudunda bulunan bir yağ kesesinden başka bir şey olmadığı ortaya çıkmıştır. (Jacques Millot, “The Coelacanth”, The Scientific American, Aralık 1955, sayı 193, s.39) Bu tarihten sonra çeşitli yıllarda Coelacanth’ların 40’dan fazla örneği daha yakalanmıştır. Sonuçta, evrimcilerin büyük bel bağladıkları Coelacanth literatürden çıkarılmıştır. Ne var ki Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı, 1938’de terkedilen akciğer masallarını anlatmıştır. Üstelik, Coelacanth balıkları için “sudan çıktığı zaman kısa süre yaşayabilir, oksijen soluyabilir” gibi talihsiz bir ifadede bulunmuştur. Oysaki oksijen soluma, Rhipidistian sınıfı balıklar hakkında iddia edilen bir özelliktir. Coelacanth’ların bu özelliği yoktur. Denizlerin en derin sularında yaşayan bir dip balığı olan Coelacanth’ların oksijen soluduğu gibi gülünç bir iddia, Coelacanth’larla ilgili türlü masalların yazıldığı 1920’lerde bile ortaya atılmamıştır. Coelacanth’ların ara form olmadığı anlaşılınca, evrimciler, Rhipidistian takımının bir üyesi olan Eusthenopteronları sudan karaya geçişe delil olan ara form olarak öne sürmüşlerdir. Ancak, Eusthenopteronlar ile amfibiyenler (örneğin kuyruklu su kurbağası) arasındaki anatomik karşılaştırmalar, bunların aralarında çok derin farklılıklar olduğunu göstermiştir. Eusthenopteron normal bir balıktır ve kuyruklu su kurbağasına hiçbir açıdan benzememektedir. Evrimci Maria Genevieve Lavanant, Eusthenopteron’un bu özelliğini şöyle ifade etmektedir: “Yakın bir geçmişte tartışma yeniden açıldı. Yüzgeçlerin daha ayrıntılı incelenmesi, Eusthenopteron’un yüzgeçlerinin bütün balıklarda bulunan yüzgecin bir benzeri olduğunu ortaya koydu.” (Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, sayı: 197, s.22, Nisan 1984) Tam bir balık olan Eusthenopteron ile amfibiyenler arasında bir geçiş olabileceğini gösterecek herhangi bir ara form mevcut değildir. Evrim Teorisi’nin, diğer bölümleri gibi, büyük bir boşluktan ibarettir. Sonuç olarak, Rhipidistian’lar da Coelacanth’lar da tam birer balıktır. Bunlara yarı-amfibiyen demeyi gerektirecek tek bir özellikleri dahi mevcut değildir. Dolayısıyla balıklar ile amfibiyenleri birbirine bağlayacak hiçbir ara form bulunmamaktadır. Nitekim Evrimci Barbara J. Stahl, “Vertebrate History” adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “Bilinen balık türlerinin hiçbiri, karada yaşayan dört ayaklıların atası olarak belirlenememektedir. Bu balık türlerinin çoğu amfibiyenlerin ortaya çıkmasından sonra yaşamışlardır. Amfibiyenlerden önce gelen balıkların, dört ayaklılarda bulunan eklem ve omurgaların herhangi birisini geliştirdiklerine dair ise hiçbir delil yoktur.” (Barbara J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution, s.148, 1985) Rhipidistian’la Coelacanth’ı birbirine karıştıran, Coelacanth’ı oksijen soluyan akciğerli bir balık sanan Bilim ve Ütopya yazarı gibi amatör evrimciler dışında, hiç kimse balıkların evrimleşerek amfibiyenlere dönüştüğüne dair bir delil olduğunu iddia etmemektedir. Amfibiyenlerden Sürüngenlere Geçiş Formu Yoktur Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı Ümit Sayın, Seymouria isimli canlı türünün ise sürüngenlerin atası olduğunu iddia etmiştir. Seymouria, ilk olarak 1939 yılında Teksas’ın Seymour bölgesinde bulunan ve son olarak da 1993 yılında Almanya’da iki örneği bulunan bir amfibiyendir. Bilim ve Ütopya dergisinin yazarının bu canlının sürüngenlerin atası olduğu yönündeki iddiası ise mesnetsizdir. Her şeyden önce, Seymouria’nın yeryüzünde ilk kez ortaya çıkışından 50 milyon yıl önce yaşamış gerçek sürüngenler bulunmaktadır. En eski Seymouria fosilleri, Alt Permiyen tabakasına, yani günümüzden 280 milyon yıl öncesine aittir. Oysa Hylonomus ve Paleothyris isimli sürüngen türleri, Alt Pensilvanyen tabakalarında bulunmuşlardır ki bu tabakalar 330-315 milyon yıl öncesine aittir. (Barbara J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution, s.148, 1985) Seymouria’dan 50 milyon yıl önce gerçek sürüngenler bulunduğuna göre Seymouria sürüngenlerin atası olamaz. Nitekim Britannica Ansiklopedisi’nin “Seymouria” maddesinde bile Seymouria’nın sürüngenlerden çok sonra ortaya çıktığı açıkça ifade edilmektedir. Ayrıca Seymouria’nın pulları bulunmamaktadır. Oysaki tüm sürüngenlerin ortak karakteristik özellikleri tüm derilerini kaplayan pullardır. Seymouria’nın pullarının bulunmaması, derisinin diğer bütün amfibiyenler gibi düz olması, bu canlının tam bir amfibiyen olduğunun kesin delilidir. Bu tartışılmaz gerçek karşısında evrimciler, amfibiyenler ile sürüngenler arasında hiçbir ara form olmadığını itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Nitekim paleontolog Lewis L. Carroll, “Sürüngenlerin Kökeni Sorunu” başlıklı bir makalesinde şöyle yazmaktadır: “Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkışı öncesinde var olan tek bir sürüngen atası örneği yoktur. Bu ara formların olmayışı, amfibiyen-sürüngen geçişi hakkındaki çoğu problemi çözümsüz bırakmaktadır.” (Lewis L. Carroll, “Problems of the Origin of Reptiles”, Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society, cilt 44, s.393) Elbette, Bilim ve Ütopya dergisinin yazarının amacı gerçekleri ortaya çıkarmak değil de Marksist ideolojinin temeli olan Evrim Teorisi’ni propagandalarla ayakta tutmaya çalışmak olduğu için, bunlardan hiç bahsetmemekte, elindeki bir kaç makalede yer alan terkedilmiş iddiaları sanki hala geçerliymiş gibi ortaya atmaktadır. Böyle olunca da “gerçekdışı iddialarla okuyucusunu aldatan kişi” durumuna düşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Sürüngenlerden Memelilere Geçiş Yoktur Evrimciler, sürüngenlerin, kuşlara ve memelilere dönüştüğünü iddia etmektedirler. Kuşlara geçişe delil olarak gösterdikleri Archaeopteryx’i yukarıda ele almıştık. Sürüngen-memeli bağlantısı ise, hem anatomik açıdan hem de fosiller yönünden bir masaldan başka bir şey değildir. Sürüngenlerle memeliler arasındaki uçurumun örneklerinden biri, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır. Memelilerde alt çenede tek bir kemik vardır ve tüm dişler bu kemiğin üzerine oturmaktadır. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki yanında üçer tane küçük kemik bulunmaktadır. Bir başka temel farklılık da kulaklarda bulunmaktadır. Tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik (örs, üzengi ve çekiç kemikleri) bulunmasına karşılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer almaktadır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen kulağının aşamalı olarak memeli çenesi ve memeli kulağına dönüştüğünü iddia etmektedirler. Bunun nasıl gerçekleştiği sorusu ise her zaman olduğu gibi cevapsızdır. Özellikle tek kemikten oluşan bir kulağın üç kemikli hale nasıl dönüştüğü ve işitme duyusunun bu dönüşüm sırasında nasıl devam ettiği, asla cevaplanamayan bir sorudur. Yumurtlayarak üreyen, vücutları pullarla kaplı ve soğukkanlı canlılar olan sürüngenlerin, doğurarak üreyen, vücutları tüyle kaplı ve sıcakkanlı canlılar olan memelilere nasıl “tesadüflerle” dönüştüğü sorularının hiçbir cevabı yoktur. Bilim ve Ütopya’da “ara form” olarak sözü edilen Cynognatus ise tam bir sürüngendir ve sürüngen-memeli uçurumunu kapatacak hiçbir fosil de yoktur. Memeliler, hiçbir “yarı sürüngen” ataları olmadan, yeryüzünde bir anda ortaya çıkmışlardır. Evrimci paleontolog Roger Lewin, evrimin bu açmazını “ilk memeliye nasıl bir evrimsel geçiş olduğu, hala büyük bir sırdır” sözleriyle ifade etmektedir. (Roger Lewin, “Bones of Mammels”, Science, cilt 212, s.1492, 26 Haziran 1981) 20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve Neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord Simpson ise şunları söylemektedir: “Dünya üzerindeki yaşamın en kafa karıştırıcı olayı, Mesozoic Çağı’nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden değişmesidir. Sanki bütün başrol oyunculuğunun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında ise, bu kez başrolünde memelilerin yer aldığı ve sürüngenlerin bir kenara itildiği yepyeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise yok gibidir.” (George Gaylord Simpson, Life Before Man, s.42, 1972) Kısacası fosil kayıtları Evrim Teorisi’ni hiçbir şekilde desteklememekte, aksine yalanlamaktadır. Bu nedenledir ki evrimci biyolog Mark Ridley, ünlü evrimci bilim dergisi New Scientist’teki bir makalesinde, “hiçbir gerçek evrimci, ister kademeli ister sıçramalı evrim modelini savunsun, fosil kayıtlarını yaratılış fikrine karşı evrimi destekleyen bir delil olarak kullanmaz” diye yazmaktadır. (Who Doubts Evolution?”, New Scientist, cilt 90, sf.831, 25 Haziran 1981) Böyle bir acemiliğe kalkışmak ise, kendi savundukları teoriden bile habersiz olan “eski tüfek” yerli evrimcilere düşmektedir. - ALLAH NEDEN BİRDİR?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.