Zıplanacak içerik

jhonywalker

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

jhonywalker tarafından postalanan herşey

  1. Arkadaş.. Haklısın Dolayısıyla medyanın kalemi devren kiralık tabiri caizse..
  2. ARkadaş. Enver paşa hakkında yapılan yorumlar çeşitlilik içeriyor V yapılan her yorumun kaynaklara dayandığı söleniyor... Bu sebebten dolayıdır ki arşivlerin halka açılması V belgelerin kitap halinde basılması V gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıdır temennim.. Bu şekilde yalancıların MUmlarına yatsıdan önce müdehale edilmiş olur.. Açıkcası tarihçiler tarafından yazılan kaleme alınan Kitaplar arasında ki farklılıklar neticesinde karar vermek mümkün değiL.. Tıpkı Vahdettin''in Hain olup olmadığı hususunda yazılan kitaplarda olduğu gibi.. Ayrıca tek bir kurşun atmadan 90.000 askerin canına mal olan kafkasya cephesinde başarısızdır.. 30 devletin iştirak ettiği 1.dünya savaşinda savaşa girmemize hiç bir neden yokken Türk..Alman ittifakı ittikatçilar tarafından imzalanmiştir..Bunların başinda Enver paşa olduğu yazılıyor tarihçiler tarafından.. mason oldugu bile yazılmiştir tarihçiler tarafından.. BUnlar doğru ise benim gözümde başarısızdır.. Başarısız insanlar Halk kahramanı olamazlar neticede.. sayGıLAr..
  3. Bu Topragı Kanları İle Sulayan Atalarımıza Layık bir Türkiye..
  4. Buraks.. Hayır herhangi bir inanca mensup olabilirler.. Ticaretin Din'i olmaz..Tıpkı para gibi.. İslam harici kişilerle Ticaret yapmayınız bir Hükümde yoktur ziyadesiyle.. Anlatmak istediğim bu değildir yanliş anlamayınız.. Değinmek istediğim F.Gülen'i kötüleyenler Ha(i)n ilan edenlerin tutarsız tavırlarıdır.. F.Gülen'e tabi olan yardım eden İş adamlarına nasıl oluyorda bu şuçlamaları yönlendiremiyorlar..Yazılı V Görsel medyada karalayamıyorlar..Aksine alkış tutuyorlar..Gurur duyuyorlar başarıları ile.. Benim dünya görüşümde para..başarı el değiştirebilir ancak düşünce V inanç el değiştiremez.. Bu nedenle Tutarsız V umarsız Tavır sergiliyor diye vurguladım karalama Politikası içinde olanları.. Başarı V Para karşisinda ilkelerini yok sayıyorlar yanlişda düşünebilirim ama bu benim düşüncem.. SayGıLar..
  5. Merhaba.. PoLitika duyarlılığına Tşk ediyorum..Can-i Gönülden seni kutluyorum.. ELif Shafak(soyismini Avrupa''i bir eda ile kendisi bu şekilde yazıyor..düşünün ne kadar eziklik hissediyorsa bilinçaltında) O.Pamuk abilerinin izinden gidip dökülen incileri toplamak sevdası gütmektedirler.. Hastalıklı Bulaşici düşünceler türemeden bu insanları tedavi etmek şart.. Unutmamak gerekir ki; ***************** SayGıLar..
  6. Arkadaş... Kızdığım bir nokta yokki..Fikirlere düşüncelere kızmam İnsanı doğruları yaşatır neticede.. Sadece değindiğim nokta fethullah'ı sürenler yarenlerini neden sürmezler ekonomik nedenlerden dolayımıdır diye merak ettim(beyan ediyor işte ülke iş adamlarından 3 beş kişi hariç ona tabi diye)..Malum Ülke ekonomisine katkı olsun diye yıllardır her türlü oluşuma kucak açiyoruz.. Zannımca Bir nevi menfeat uğruna ilkelerinden vazgeçiyor bazı kişiler yaptırım uygulayamıyorlar..Buda demek oluyor ki Para kimde ise Düdük onda oluyor.. V bu benim fikrimce yanliş bir politika diye belirttim sanırım izah edemedim anlatmak istdiğimi..Yanliş algılamanıza sebeb oldum.. Konu kapansın peki.. Tşkler.. SayGıLar..
  7. Arkadaş.. Çok basit bir yanıt.. İçeriğini iyi okumadın sanırım İş dünyasından 1 kaç kişi hariç hepsi Fethullah gülen ile konuşur V yardım eder diyor.. Tehlike olarak görenler Fethullah'ı neden onla konuşan arkadaşlık edenlere yaptırım uygulamazlar.. Beni düşündüren''de tutarsız V umarsız bu tavırlar Sayın Marcuss.. SayGıLar..
  8. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astım ve alerjilerin temellerinin anne karnında atıldığını söyledi... Prof. Dr. Küçükusta, astıma ilişkin yapılan çalışmalara dikkat çekerek, ''Son yıllarda yapılan araştırmalar, astım ve alerjilerin temellerinin daha çocuk dünyaya gelmeden anne karnında atıldığını gösteriyor. Çocuğunun astım ve saman nezlesi gibi diğer alerjik hastalıklara yakalanmasını istemeyen annelerin, önlem almaya daha hamile kalmadan başlamaları gerekiyor'' dedi. Küçükusta, bunun, doğum kontrol haplarında bulunan östrojen hormonunun çocukta alerjiyi tetikleyen ''T helper-2'' ismi verilen özel bir lenfosit grubunu uyarmasıyla gerçekleştiğinin ileri sürüldüğünü de anlattı. İlk adetlerini erken yaşta gören kadınların çocuklarında da alerjilerin daha fazla olduğunu belirleyen araştırmaların bu teoriyi destekler nitelikte olduğunu vurgulayan Küçükusta, erken adet görme durumunda da ileriki yaşlarda yüksek östrojen düzeyleri oluşmasının, bunun nedeni olarak gösterildiğini söyledi. Astım ve alerjilerden sorumlu tutulan bir başka faktörün de gebelikle ilgili komplikasyonlar olduğunu ifade eden Küçükusta, ''Özellikle de gebelik sırasında ortaya çıkan kanama, erken kasılmalar, plasentanın yetersiz olması veya rahmin yeterince büyüyememesi gibi durumlarda bebekte astım ve saman nezlesi riski yüksek bulunmuştur'' diye konuştu... SayGılar..
  9. 600 yıllık bir İslam tarihinden sonra Arnavutluk’ta Hıristiyanlaştırma politikası 2002 yılında zirveye ulaştı.. Şu an devlet başkanı, içişleri bakanı, İstihbarat şefi, Tiran Valisi, Kütüphanenin, Yargının, Akademisyenlerin, Tarih araştırmacılarının üst düzey temsilcileri ve ülkeyi yöneten kişiler ve önde gelen kişilerin hepsi Hıristiyanlar. Yönetimde olan yüzde 20 oranındaki Hıristiyan, geri kalan yüzde 80 Müslüman Arnavut’a karşı üstünlük sağlamış durumdalar ve bu üstünlük halen devam ediyor. Geçmişinde Ortodokslukla alakası olmayan yöneticilere sahip olan Arnavutlar, bugün politik ve kültürel açıdan Katolik propagandasının istilası ile yüz yüzeler. Arnavutluk, Avrupa’daki ilk Müslüman devlet olarak ortaya çıktığı 1913 yılından beri, Arnavut halkını Hıristiyanlaştırmak isteyen misyoner örgütler tarafından şiddetli ve sürekli bir saldırı altında tutuluyor.En kötü Hıristiyanlaştırma dalgası, komünist rejimin çöktüğü yıl olan 1991’den sonra yaşandı. İslam’ın kültürel ve dini altyapısına büyük zararlar veren komünistler, İslam’dan uzaklaştırılan Arnavutluk’un Hıristiyanlaştırılması için gerekli tüm imkânları sağlamış oldular. Miranda Vickers’in “Balkan Kimliğine karşı Arnavutluk Anarşisi” kitabında değindiği gibi, 1990’ların Arnavutluk’u, Osmanlı Balkanlarından geri kalan Müslüman halkın Hıristiyanlaştırılması için çaba sarf eden birçok fundamentalist Hıristiyan teşkilatın savaş verdiği bir meydan haline geldi. Sırasıyla Haçlılar, Yehova Şahitleri, Adventistler, Mormonlar, Presbiteryanlar ve Hıristiyan Protestanlığın tüm kolları, bu arada birçok Batı Avrupa ülkesi gibi Amerika’nın da Arnavutluk’a taşıdığı Hıristiyan unsurlar Arnavutluk’u istila ettiler. Bununla birlikte Hıristiyanlaştırma faaliyetinde, Hıristiyanlığın Ortodoks ve Katolik merkezi olan, aynı zamanda Arnavutluk’a komşu bulunan Yunanistan ve İtalya en fazla rol oynayan ülkeler oldu.Hıristiyan örgütler, Arnavutları İsa’nın dinine döndürmek için; tarih kitaplarının yeniden yazılması, nefrete dayalı bir İslam karşıtı söyleminin yayılması, Yunanistan’da ikâmet izni isteyen Arnavutların zorla Ortodoksluğa döndürülmesi, politik gözdağı vermek ve kapı kapı dolaşarak tebliğ yapmak gibi metotlar kullandılar. Edwin Jacque gibi Protestan misyonerler Arnavutluk’un Hıristiyanlığa dayalı tarihi üzerine çok satan kitaplar yazdılar, aynı şekilde Katolik ve Ortodoks kiliseleri birçok okul ve üniversite kurdular, radyo ve televizyon yayını yapmaya başladılar. Hıristiyanlığa geçenlere, Arnavutluk’ta faaliyet gösteren batı elçilikleri politik destek de sağlıyorlar. Amerika, Yunanistan ve İtalyan elçiliklerinde bu politikayı çok açık bir şekilde görebilmek mümkün. Amerikan elçiliğinde, elçilere yakın olan ve danışmanlık yapan A.N. gibi birçok Arnavut, yüksek mevkilerde iş bulabilmek için din değiştirdiler. Bu tür olaylara Amerikan elçiliğinde sıkça rastlamak mümkün. A.N. ve bunun gibi İslam’dan dönerek Hıristiyan Protestanlar için çalışmaya başlayan kişiler, Amerikan elçilerinin en çok güvendikleri danışmanlar haline geldiler. Bu kişiler elçiliğin bütün toplantılarına katılıyorlar. Böylelikle Arnavut politikacıları ve politik desteğini yanına alan elçilik daha da güçleniyor. Bununla birlikte işsizliğe yönelik siyaset tek örnek değil. Birleşik Devletler elçiliğinin dini propagandasının başka bir örneğini de; Amerikan vaizlerin desteği ile elçiliğin zaman zaman Arnavut politikacılarıyla, başkanlarla ve devlet başkanıyla bir arada düzenlediği sabah ayinleri organizasyonunda görebilmek mümkün. Amerikalıların haricinde İtalyanlar ve Yunanlılar da ülkede Hıristiyanlık propagandasını destekleyenler arasında üst sıralarda yer alıyorlar. 23 Ekim 2005 tarihinde İtalyan büyükelçiliğin organize ettiği Rahibe Teresa Maratonu gibi faaliyetlerle İtalyanlar birçok kez Vatikan’ın sesinin Tiran’da duyulmasını sağladılar. Yunanlılar, İslam’a karşı ülkede şiddetli propaganda yapan başpiskopos Yanolatos’un sürekli arkasında oldular. Yunan konsoloslukları, Korça gibi yerlerde Ortodoks kiliseleri inşa ettiler. Yunan elçiliğinin düzenlediği her programın arkasında sürekli Yunan piskoposlar yer aldı. Aynı şeyler kilise inşaatlarını destekleyen, birçok Katolik dini programların sponsorluğunu yaparak Katolik kültürün propagandasını yapan enstitülere arka çıkan İtalyanlar için de söylenebilir. Bir kişi Tiran’daki elçiliğe vize işlemleri için gittiği zaman duvarların Vatikan azizlerinin büyük portreleriyle ne şekilde kaplanmış olduğunu görebilir. Arnavutluk’taki misyonerler, var güçleriyle Müslüman ve Bektaşi toplulukların kıyasını yapmakla meşguller. “Varlık ve Yokluk arasında Arnavutlar ve İslam” isimli makalemde ülkede bu kişilerin ne tür bir oyun oynadıklarına dair bilgi vermiştim. Milyon dolarlarla ifade edilen ve her yıl sağlanan maddi destekle neredeyse ülkenin her kasaba ve köyünde kiliseler ve Hıristiyanlık Merkezleri inşa ettiler. Dev bütçeleriyle, programlar düzenlemek ve bu programlara iştirak etmek amacıyla, Tiran yönetiminin bile gidemeyeceği kadar uzak yerlere ulaşımı sağlamak üzere helikopterler bile aldılar. 600 yıllık bir İslam tarihinden sonra Arnavutluk’ta Hıristiyanlaştırma politikası 2002 yılında zirveye ulaştı. Şu an devlet başkanı, içişleri bakanı, İstihbarat şefi, Tiran Valisi, Kütüphanenin, Yargının, Akademisyenlerin, Tarih araştırmacılarının üst düzey temsilcileri ve ülkeyi yöneten kişiler ve önde gelen kişilerin hepsi Hıristiyanlar. Yönetimde olan yüzde 20 oranındaki Hıristiyan, geri kalan yüzde 80 Müslüman Arnavut’a karşı üstünlük sağlamış durumdalar ve bu üstünlük halen devam ediyor. Geçmişinde Ortodokslukla alakası olmayan yöneticilere sahip olan Arnavutlar, bugün politik ve kültürel açıdan Katolik propagandasının istilası ile yüz yüzeler. Bir kısım insanın Rahibe Teresa’nın Arnavut olduğuna inanmaya başlamasından bu yana ülkede Teresa’nın şahsi özellikleri ve kültü şiddetli bir şekilde destekleniyor ve yaşatılmaya çalışılıyor. Eğitim ve Kültür Bakanları, Teresa’yı anmak için Arnavut öğrencilere zorla şarap ve ekmek ayinleri düzenletiyorlar. Bu ayinler Vatikan ve İtalyan elçiliğince destekleniyor. Şu an Arnavutluk’un tek havaalanının adı Katolik Azize olan Rahibe Teresa’nın adını taşıyor. Tiran’ın en büyük bulvarının adı “Rahibe Teresa Bulvarı”, en büyük hastanesinin adı “Rahibe Teresa Hastanesi”. Aynı şekilde ülkedeki birçok sokak, klinik, okul ve üniversite vs. adları Katolik Azizlerinin adlarıyla anılmaya başlandı. Konulan yeni isimlere örnek olarak Don Bosko sokağı, Parde Luigi Monti Kliniği, İyilik Kontu Leydisi Üniversitesi gibi isimleri saymak mümkün. Arnavutların zorla Katolik yapılmaya çalışılması politikasına sıcak bir örnek 19 Ekim 2005 tarihinde yaşandı. Arnavut öğrenciler, Rahibe Teresa’nın Vatikan tarafından kutsandığı gün olan ve resmi tatil edilen bu günde Rahibe Teresa’yı anma törenine katılmaya zorlandılar. (Çeviri: Bilal Koldaş-Saaf) Boston Globe Gazetesi: Dış Yardım Hristiyan mıdır ABD’nin dış yardımları insani amaçlar ve ulusun dış politika hedeflerine ilerlemek için kullanılmalı. Fakat Bush yönetimi yardım paralarının büyük bölümünü Hıristiyan gruplara yönlendirerek her iki amaç konusunda da hileli davranıyor.Bu grupların birçoğu çok iyi işler yapıyor ve hükümet on yıllardır onlara, özellikle de acil durumlarda sırtını dayıyor. Fakat hepsinin öncelikli bir amacı var, insanları Hıristiyanlığa döndürmek ve hükümet, parayı dağıtırken bir yandan da onlara kuşkuyla bakma ihtiyacı duyuyor. Öte yandan Başkan George W. Bush, göreve geldiği ilk günlerde dini grupların dış yardım bağışları toplamalarını teşvik etmek için özel emirler çıkardı. Artık dini faaliyetleri, federal yardımla desteklenen işlerden ayrı bir bölümde tutmaları gerekmeyecekti ve hizmet alanlara, dini faaliyetlere katılımın isteğe bağlı olduğunu söylemek zorunda kalmayacaklardı. Bush’un verdiği mesaj, yardım ile din değiştirtmenin birbirine karışabileceğiydi. Bush göreve geldiğinden bu yana, dış yardımlardan dini gruplara giden paranın yüzde değeri iki katına çıkarak %19,9’a yükseldi ve beş yılda toplam 1,72 milyon doları buldu.Bu politika değişikliğinin zamanlaması kötüydü. Dünya çapında Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında karşı karşıya gelme olasılığını arttıran 11 Eylül saldırılarına denk geldi. Teorik olarak herhangi bir dini grubun yardım alması uygun, ama 2001’den 2005’e, yardımın %98,3’ü Hıristiyan örgütlere aktarıldı. Amerika’nın, Hıristiyanlık ile İslam’ın yan yana yaşadığı Kenya gibi ülkeler konusunda hassas olması gerekiyor. Halen Bush yönetimi, ağırlıkla Müslümanların bulunduğu kıyı kesiminde bulunan Mombasa’da, Michigan menşeli bir Hıristiyan gurubu olan ve oradaki şubesi Hıristiyanlara kredi sunarken Müslümanları dışlayan Partners Worldwide’a yardım ediyor. ABD fonları Partners Worldwide’ın kredileri için değil personel masrafları için kullanılıyor fakat ABD Mombasalılar’a, Hıristiyanları kayırdığı mesajını veriyor. Globe dizisinde bugün yayınlanan en son makale tıp misyonerlerinin önemini ele alıyor.ABD, din ile devletin birbirine karışmasına izin vermek yerine, başka ülkelere bu ikisinin ayrılması konusundaki tarihsel ısrarını yaymalı. (Amerikan Boston Globe gazetesi -11 Ekim 2006) Olsi Jazexhi
  10. Bosna'nın orta kesimlerinde ve kuzeyindeki 2 kentte Osmanlılar döneminden kalma camilere taşlı saldırı düzenlendiği ve saldırılarla ilgili toplam 6 kişinin yakalandığı bildirildi. Sırp polisinden yayınmanan açıklamada, Bosna'nın orta kesimindeki Visegrad kentinde yaşları 19 ile 21 arasında değişen 5 gencin Ramazan bayramının ikinci günü olan dün kentteki camiye taşlarla saldırmakla suçlandığı belirtildi. Açıklamada, ülkenin kuzeyindeki Prijidor kentinde de, bir camiye ve bir imamının evine saldırı düzenlendiği, bu olaylarla ilgili olarak da bir kişinin yakalandığı kaydedildi. 3,8 milyon nüfuslu Bosna'da nüfusun yüzde 40'ını Müslümanlar, yüzde 31'ini Sırplar ve yüzde 10'unu da Hırvatlar oluşturuyor...
  11. Viyana'da ailesiyle birlikte yaşayan Mesut Erkul, hastane görevlilerinin insanlık dışı davranışı sonucu hayatını kaybetti.. Geçtiğimiz cuma günü fenalaşan 51 yaşındaki dört çocuk babası Erkul eşi Nevin ve kızı Benan tarafından bir taksiyle Lorenz Böhler Hastanesi'ne kaldırıldı. Ancak, Erkul hastaneye eşofmanındaki ay-yıldız nedeniyle alınmadı. Bunun üzerine daha sonra yine taksiyle bu kez Barmherzige Bruder Hastanesi'ne giden aile, burada da başka bir şokla karşılaştı. Bu kez hastane görevlileri prosedüre acil hastanın ambulansla getirilmesi gerektiğini belirterek taksiyle getirilen Erkul'u kabul etmedi. Erkul hayat mücadelesi verirken ailesinin hastane yetkileri ile tartışmasına polis müdahale etti. Polis, hastanın durumunun acil olduğunu ve hastaneye alınmasını istedi. Ancak durumu ağırlaşan Erkul geçirdiği kalp krizi sonucu acil kapısında can verdi. Mesut Erkul'un cenazesi yapılan otopsinin ardından memleketi Aydın'ın Kuşadası İlçesi'ne getirilerek toprağa verildi. Yaşadıklarına inanamadığını söyleyen ve hastane yönetimine dava açan acılı eş Nevin Erkul şunları söyledi: 'Eşimi ilk götürdüğümüz hastane kabul etmedi. Eşofmanındaki ay-yıldız yüzünden mi diye sorunca evet dediler. Gittiğimiz ikinci hastanede de 'Gidin ambulansa binip gelin' dediler. Burada görev yapan polisi şahit gösterip her iki hastane yönetimi aleyhine dava açtım.' Haber: Zafer HACISALİHOĞLU - Akşam gazetesi
  12. ABD'nin Bağdat'taki en büyük askeri üssü, Irak'lı direnişçiler tarafından vuruldu. En az 300 ABD askeri öldü, 1 milyar dolarlık mühimmat havaya uçtu. Ve bu haber, tüm dünyadan saklandı.. 10 Ekim 2006 Salı günü saat 12:30. Bağdat'taki Yeşil Bölge'nin 13 kilometre güneyinde bulunan ABD'nin Irak'taki en büyük karargahlarından birine yönelik karşı bir direnişçi saldırısı başlatıldı. Önce roketler, ardından Grad ve Katyuşa füzeleri farklı yönlerden ardı ardına askeri üsse yansıdı. Falcon askeri üssü, En büyük mühimmat depolarından biri olduğu gibi, 4. Piyade Bölüğü dahil, en az 3 bin kişinin barındığı bir karargah. 4 saat süren patlamalarla birlikte askerin üssün hemen her yanını saran yangınlar ancak Çarşamba sabahı kontrol altına alınabildi. ABD'NİN EN BÜYÜK MÜHİMMAT DEPOSU Amerikan askerlerinin yanı sıra, Iraklı askerler, CIA mensupları, tercümanlar ve sivil görevlilerin bulunduğu üs, bölgedeki en büyük mühimmat deposuydu. Sadece bu mühimmatların güvenliğini sağlayan asker sayısı yüzün üzerindeydi. Saldırılar sonrası üs kullanılamaz hale gelmiş, mühimmat depolarının hemen tamamı yok olmuş, tanklar, füzeler, zırhlı araçlar, tonlarca yakıt, altı Apachi helikopteri, çok sayıda Humwee tarzı askeri araç imha edilmişti. Bağdat yönetimi, zararın en az bir milyar dolar olduğunu açıkladı. ABD HABERİ GİZLEDİ ABD'nin resmi açıklamasında bir kişinin bile yaralanmadığı söylendi. Ama yanmış tanklar Irak'taki başka üslere taşınırken Kızılhaç bayraklı askeri nakil araçları hastanelere ölü ve yaralı taşıyordu. Sadece ilk gün ölü ve yaralı sayısının 300 civarında olduğu söyleniyor. 11 Ekim sabahı ölü ve yaralı taşıyan 9 nakil aracının hastaneye gidişi medya mensuplarının gözünden kaçmadı. Direniş kaynakları ve hastane kayıtları, ABD askeri, CIA ajanı, tercümanlardan oluşan 300 kişilik kayıp sayısı veriyor. 165 yaralı ve 122 Iraklı askerin ölüm kayıtlarını. KİMYASALAR SİLAH KORKUSU Üs kullanılamaz halde şimdi. Yaralılar Habbaniye ve diğer hastanelerde tedavi ediliyor. ABD ise sansür mekanizmasını işletmeye çalışıyor. Irak ordusundan General Bilal Ahmed El İ'tavi, askeri mühimmat dışında bütün binaların ve arşivlerin imha olduğunu söylüyor. Ve çok dikkat edici bir noktaya işaret ediyor: “En büyük korku, ABD ordusunun bu üste, Felluce'de kullandığı türden, düşük yoğunluklu nükleer ve kimyasal silah deposu olduğu. Eğer bu silahlar üste ise Bağdat'ta binlerce insan ölecek demektir.” (İbrahim Karagül-Yenişafak) SayGıLar..
  13. Kürtler Ermenilere neden "Fille" der? Kürtlerin Müslümanlaştırıp Kürtleştirdiği Ermeniler kim? Ermeni asıllı Kürtler neden PKK'dan yana oldular? Şeyh Sait'in torunu Abdülilah Fırat, Osmanlı döneminde binlerce Ermeni köyünün İslam dinine geçerek Kürtleştiğini söyledi. Bölge halkının bu insanlarla kirvelik yaptığını belirten Fırat, "Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500'ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu." diyerek yeni bir tartışma başlattı. Zaman'a çarpıcı açıklamalarda bulunan eski Erzurum Milletvekili Abdülilah Fırat, din değiştiren bu kişilerin 1915'teki olaylar sırasında 'ortada durduğunu' anlattı. Fırat, "Ne Ermeni'den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldı." ifadelerini kullandı. Ermeni asıllı gazeteci Hrant ****'in, "Soykırımı asıl Kürtler yaptı" iddiasına da tepki gösteren Fırat, "Önce onlar Müslümanlara saldırdı." karşılığını verdi. Avrupa ülkeleri ve Rusya'nın 18. yüzyıldan itibaren Ermenileri kışkırttığını vurgulayan Abdülilah Fırat, şöyle konuştu: "Biz sadece canımızı, namusumuzu koruduk. Ermenilerin anayurdu Filistin'dir. Romalılar sürmüştür Anadolu'ya. Kürtler, onlara Filistinli anlamında 'Fille' der. Ermeni tehciriyle 'Fille'ler geldikleri yerlere yani anavatanlarına geri gönderildi. Çatışmalarda ölen Ermeni sayısı birkaç bini geçmez." Kürtler'in, doğu ve güneydoğuda yaşayan Ermenilere 'Filistinli' anlamında 'Fille' dediğini anlatan Abdülilah Fırat, Ermeniler ve Türklerin düz ovalarda, Kürtlerin ise dağlarda yerleştiğini söyledi. Ermeniler, iç içe yaşadıkları Türkleri kırmaya başlayınca Kürtlerin de Müslüman kardeşlerini korumak için şehirlere silahlı birlikler gönderdiğini savundu. Olayları Ermenilerin başlattığına dikkat çeken Fırat, Hamidiye alaylarının da Müslümanları Ermenilere karşı korumak için kurulduğunu kaydetti. Fırat, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dedem Şeyh Said, Suriye'den Kars'a kadar müritleri olan çok etkili bir şeyhti. 1915 olaylarında Ermeni ileri gelenlerine, papazlarına yazılar yazıp, 'Yapmayın, Batılı ajanlar sizi kışkırtıyor, saldırmayın, kan dökmeyin' demiş. Ama bir kere ok yaydan çıkmış. Bir de Şeyh Said'in halifesi Şeyh Haydari Kersi Ermenilerce katledilince, dedem Kürtleri tutamamış. Ermeniler huzursuzluk çıkarıp sağa sola saldırınca Kürtler de buna karşılık Hamidiye alayları içinde silahlandı. Katliamı ve silahlanmayı her yerde Ermeniler başlattı. Avrupalılar Fedai-yi Fillan'ı (Ermeni Fedaileri) silahlandırıınca, Osmanlı da Kürtleri silahlandırdı. Hamidiye alayları, Müslümanları Ermeni saldırılarına karşı korumak için kuruldu. İlk katliamları Ermeniler, Erzurum ve Van bölgelerinde yapmaya başladı. Dövüş olan yerde ölüm elbette olur. Ermeniler en büyük zayiatı göç ederken vermiş; açlıktan, hastalıktan. Ermeniler daha ziyade Türkleri kırmıştır, Kürtlerden çok fazla ölen olmamıştır. Çünkü Türklerle Ermeniler şehirlerde ve düzlüklerde beraber yaşıyordu." Dedeleri Şeyh Said, onun babası Şeyh Mahmut Feyzi ve dedesi Şeyh Ali Palevi zamanında binlerce Ermeni köyünün toplu halde Müslümanlığa geçtiğini ve süreç içinde bunların Kürtleştiğini dile getiren Fırat, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dedelerim binlerce Ermeni köyünü İslamla şereflendirmiştir. Seçim çalışmalarım sırasında, PKK hadisesinin de tesiriyle, Hınıs'ın dedemin babası zamanında Müslüman olmuş bir köyüne beni sokmak istemediler. Fakat oradan biri, 'Bu kişi, bizi irşat edip İslam'la şereflendiren Şeyh Mahmud Feyzi'nin torunudur." deyince girdik ve iyi karşılandık. Hınıs'ta çok vardır böyle köyler, başka yerlerde de çok var. Yani bu PKK gelince bize karşı dahi bu yerlerde tavır oluştu. 1915 olayları sırasında, sonradan Müslüman olan bu Fille köyleri ne Ermeniden, ne de bizden yana oldu. Ortada durdular ve olayları önlemek için çok uğraştılar, en çok üzülenler de onlar oldu. Kürtler bunlarla kirve olmuştur. Şu anda biz onları kendimizden ayrı görmüyoruz. Ama PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldılar. 1915 ve sonrasında Ermeni köylerinden Müslüman olan sayısı çok azdır." Ermenileri silahlandıranlarla 'soykırım yapıldı' diyenler aynı Abdülilah Fırat, Ermenilerin Kürtlere karşı bir hıncı olduğunu söylüyor. Fırat'a göre bu hınç, Batılı devletlerin önerdikleri, "gelin Osmanlı'dan ayrılıp Ermenilerle beraber bağımsız bir devlet kuralım" önerisine Kürtlerin hayır demesiyle başladı. "Şimdi Avrupa bu fesadı devam ettiriyor." diyen Fırat, sözlerine şöyle tamamlıyor: "Ermenileri dün silahlandırıp üzerimize salanlar, şimdi de başka bir manada soykırım yasalarıyla üzerimize salıyor. Yani bu 100 yıllık kampanya değişik usullerle halen devam ediyor. Kürtleri birlik içinde tutmanın tek yolu din duygusudur. Kürtler dinden uzaklaşınca kimse onların önünü alamaz. Hatta Ermenilerle birleşip ayrılırlar. Son 30 senedir bir kısım Kürtler sünnet olmadı, yani dinden bu kadar uzaklaştı." Kaynak: Zaman SayGıLar...
  14. İhsan Kalkavan, inançlarını ve Fethullah Gülen ile dostluğunu anlattı: "Onu göremediğim zaman burnumun kemikleri, direği sızlar. Sevgilini görememek kadar çok etkiler beni." Amerikan eski konsolosluk binasını da almayı planlayan armatör yer altından tünellerle binaları birleştirip yeni yaşam alanları kuracak. Kalkavan, Fethullah Gülen’le dostluğunu da içtenlikle anlattı Pera Palas’ı yeni satın aldınız, başka oteliniz var mı sizin? Güney’de var bir tane, Kaş’ta... Türkiye’nin en iyi butik oteli diyebilirim. Korsan Kale Oteli. Bu otel sizin bizzat ilgilendiğiniz bir proje mi? Hayır. O proje antrenmanımızdı. Pera ise ilk maçımız, prestij yatırımı olacak. Pera’nın ekonomik kazanç getirecek bir tarafı yok. Orayı tarihi güzelliğine, özelliğine kavuşturmak bir noktada tarihe, kültüre, İstanbul’a bir hizmet. Maddi getirisi yok ama manevi ve prestij getirisi çok yüksek... Pera’nın maliyet hesaplarının geri dönüşü yok. Ama Pera, İstanbul dendiği zaman akla 10 tane obje geliyorsa mutlaka 10’un içinde. Nasıl oldu bu alışveriş, mesela bir gün duydunuz Pera’yı satacaklar diye? Süzerler bizim aile dostumuz. Biraz ekonomik sıkıntı içine girdiler. TMSF’ye acilen ödemeleri gereken bir para vardı, bunun üzerine elden çıkarmak istediler Pera Palas’ı... Bana ”Sen ilgilenir misin?“ dediler. Hiç ilgi alanımız değildi. “Ben size bu parayı vereyim, Pera’yı satabilirseniz satın. Ama satamazsanız, biz o zaman düşünelim“ dedim. Onlara maddi destekte bulunduk. Süzerler istedi böyle olmasını. ”Pera’nın güçlü isminden nasıl istifade edebiliriz?“ diye düşündük, onun karşısındaki bir takım yerleri de almak istedik rezidanslar yapmak için. Tepebaşı’ndaki Amerikan eski konsolosluğu binası da dahil. Amerikalılar bunu, layık olan bir firmaya kültürel faaliyetlerde bulunmak üzere vermek istiyor. Şimdilik bir-iki bina aldık. Biz o adayı toptan alalım istedik aslında. Onun tam karşısına Pera klasında, ortasında atrium olan bir rezidans yapmak istiyorduk. Ama arada cadde var değil mi? Bir cadde var, yeni belediye yapılaşma içinde, çok özel yerlere yolun altından birleşme imkanı veriyor. Oraları bir bütünlük haline getirdik. Amerikan Konsolosluğu’nun saray kısmı var zaten, onun dışında da bir bahçesi var. İş oldu, olacak. Fakat karşısından sadece 2 bina alabildik maalesef. Hemen fiyatları yükselttiler, ”İhsan Kalkavan buraları alıyor“ diyerek. Tamam herkesin hakkını veririm, hakkından fazlasını da veririm, ama bu saatten sonra enayilik yapmam, affedersiniz ”İhsan Kalkavan kucağımıza oturdu“ dedirtmem. Peki burası için tam olarak hayalinizdeki şey nedir? Pera Palas dört dörtlük, İstanbul’da çok konuşulan bir yer olsun. Pera sadece bir otel değil. Pera Palas Amerikan Konsolosluğu’nun yanında bahçesi, havuzuyla düğünlere, davetlere ev sahipliği yapabilir. Küçücük bir binanın içinde sıkışık kalmasın. O kadar büyük bir ismi var ki Pera’yı o binanın içinden biraz dışarı çıkartalım. ATA’NIN YADİGARINA KAYITSIZ KALAMAZDIM Otelin durumu nedir? Kimler gelip kalır? Kaç odası dolu oluyor normalde? 1882’de yapılmış bir otel. Yapıldığı tarihten beri otel olarak kalan çok istisna binalardan biri. 125 yıldır yapısal değişikliğe uğramamış. Fransız bir mimar tarafından çok çok pahalıya yapılmış, dünya çapında bir otel. Dünyadaki emsalleri arasında çok özel bir otel. Orayı biz çalıştırmayacağız zaten. Dünyanın en iyi tarihi otellerini çalıştıran bir-iki markadan biri gelecek. Biz sadece yatırımcıyız, otelci değiliz, her zaman haddimizi biliriz. Otel işletmeyi de bu saatten sonra ne ben ne de oğlum düşünüyoruz. Sizi fazla heyecanlandırdığı ve arkadaşınızdan yadigar gibi baktığınız için mi böyle düşünüyorsunuz? Sadece o değil, Pera Türkiye’nin, Atatürk’ün yadigarı... Pera’ya kayıtsız kalamazdım. O kadar iş adamı arasında sadece siz mi kayıtsız kalamadınız Pera’ya? Hayır tabii... Odakule’de 20 sene yaşadım ve Hasan Amca’ya (Süzer) sürekli gidip geldim. Yukarıdan baktığım zaman bu gözler 20 sene hep Pera Palas’ı gördü. Çay-kahve içmeye hep oraya giderdim. Fethullah Hoca’dan etkilenen iş adamı çoktur Ne kadar inançlı bir insansınız? Şu anda “Çok” derim. Ama bu işi yobazlık boyutuna getiren insanlar var, ben onlardan değilim. İçki içmiyorsunuz mesela... Ben hiç içki içmedim. Ama içki masalarından da hiç kalkmadım, şimdi de kalkmam. Bunun ilginç bir hikayesi var. Bir gün bir bayan arkadaşımla yemekteyiz. İçkiden bir yudum aldım, ağzım, gırtlağım yandı. Kız bana,“Yüzün ne biçim oldu öyle, aman boşuna sıkıntı çekme, çok çirkin oluyorsun, sen en iyisi bırak bu işleri.. Ağzın burnun çarpılıyor” deyince Allah’ım dünyalar benim oldu. Yoksa mevzu dinim, inancım değil! Bir daha içmeye cesaret edemedim. Sigara da içmiyorum. Gençliğinizden bu yana ne değişti inancınızda, yani giderek katlanan, dozu aşan... Duygusallaşmak için çok darbe yedim. Geçenlerde benden 8 yaş küçük kardeşimi karaciğer naklinden sonra toprağa gömdüm. Öbürü trafik kazası, babam trafik kazası... Ben babamı da kardeşlerimi de yaş olarak solladım. Canını-ciğerini toprağa koyduğun zaman insan dünyaya toz pembe bakamıyor. Sana öbür dünyayı da hatırlatıyor. Her şey sadece bu dünyaysa “O zaman binlerce sene bu ruh ne olacak?” diye insan kafayı yer. İnsanoğlu Allah’ın şaheseri. Yaratıcı, insanları şu kısacık yaşam için yaratmadı. Çok sevdiğim bir Hoca Efendi (Fethullah Gülen) var, dünya iyisi, hakikaten fevkalade, onunla geçirdiğim yıllarda çok değiştim çok... Fethullah Gülenci olmak ne demek? “Gülenci” diye bir kavram yok. Bir ideoloji de yok. Bazıları tarikat gibi gösteriyor. Tarikat apayrı bir şeydir, bir yoldur. Ben eğitim gönüllüsüyüm. Burada sevgi, saygı, dostluk, arkadaşlık, gönül vermiş insanların bir araya gelmişliği var. Bir ideal uğruna, din değil. Bu ideal, önce insan. Bu insanlar yobaz değiller. Mesela bizim cemaatteki çok önemli abilerimizden biri gayrimüslimdi: Üzeyir Garih. Ben Fethullah Gülen’in yaşamından, kendi yaşamıma örnekler aldım o kadar. Bence Hoca Efendimiz de peygamber efendimizden çok etkilenen biri... Ben ve benim gibi bir çok iş adamı da onun yaşamından çok etkilenmiştir. Tigana da bizim gibi bir teşkilat kurmuş Gülen’e karşı olunmasının sebebi nedir? Bir şekilde ona negatif bakılıyor. Neye kızıyorlar? Ben de bilmiyorum. Bilmedikleri şeye kızıyorlar, tanıyan biri kızsa ya... Binlerce kişi arasından bir kişi çıktı. Binlerce yalanla... Geçenlerde televizyonlarda konuştu. Nurettin Veren, Hoca Efendi’nin yakınıymış da! Kasedi sonradan izledim. Türkiye’de olsaydım telefonlara bağlanırdım. Asya Finans’ı kurarken bir gün beni aradı bu Nurettin Veren. Dedi ki “Ben Tansu Hanım’ı çok iyi tanıyorum. Siz de bunu kuruyorsunuz, isterseniz sizi Tansu Hanım’a götüreyim.” Ben de teşekkür edip “Bizim işimiz Tansu Hanım’la değil zaten. Maliye Bakanı çok iyi arkadaşım sağolsun, bize elinden gelen desteği veriyor” dedim. Şimdi o adam “Asya Finans da Hoca Efendi’nin” diyor. Hisse senedi mi dağıtılıyor Asya Finans’la iş yapanlara? Hayır. Bunlar yine para alıyor, para veriyor ama projeye yatırım yapıyorlar. Ticaret helal, faiz haram sistemi. Parayı ele vermiyor, “Git, sen ne yaparsan yap” demiyor. Adamın parası yok, Asya Finans projeyi kendisi satın alıyor. Sonra bu adamın gösterdiği kişiye satıyor, parayı alırken de işi bulduğu için bu adama komisyon ödüyor. Kaç yıldır tanıyorsunuz Fethullah Gülen’i? 15 yıl. 3-4 sene buradaydı. Hep yanındaydım. İnsan olarak çok etkilendiğiniz için mi, niye? Onu göremediğim zaman burnumun kemikleri, direği sızlar. Sevgilini görememek kadar çok etkiler beni. O yüzden sık sık yanına gitmek istiyorum. 10 gün sonra yine gidiyorum. İnsan olarak seviyorum başka bir şeyi bana lazım değil. VİETNAM’DAKİ OKULA GİTTİM HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIM Şunu merak ediyorum, “sevgi” dediğiniz ilişkinin hayatınıza bir yararı oldu mu 15 senede? Sadece benim değil benim gibi binlerce insana oldu. Mesela bir gün beni gazeteci Bilal Meşe arayıp, “İhsan, Tigana illa seninle konuşmak istiyor” dedi. Boğaz’dan geçerken “Beşiktaş” isimli gemimi görüp “Kim” diye sormuş. Tigana’yı alıp bana geldi. Tigana Fransa’da da bizimkine benzer bir teşkilat kurmuş. Her sene iki kere 10-20 konteyner dolusu giysi toplanıyor. Bunları Senegal’deki fakir çocuklara götürüyorlar. “Sen götürür müsün?” dedi. Konteyner işi yapmadığımı ama ona yardım edeceğimi söyledim. Ben de ona Mali’deki okullarımızı anlattım. Peki bu okullarda nasıl bir öğretim yapılıyor? Türkçe öğretiliyor, bütün dünyaya Atatürk, Atatürk’ün Nutku, İstiklal Marşı öğretiliyor. Vietnam’dan geldim yeni, hüngür hüngür ağladım orada! Buradaki müfredatın aynısı okutuluyor. Kaç tane var peki bu okullardan? 800-900 tane... Üniversiteler 15-20 tane, sayılarını kimse bilemez ki. Her bölge ayrı yerlere bakıyor. Diyelim ki Vanlılar bir yere bakıyor, Urfalılar, Diyarbakırlılar başka ülkeye. Yani Gülen’le ilintili bu okul organizasyonunda bizim bildiğimiz kimler var? Şimdi Türkiye’de ne kadar büyük iş adamı varsa, 3-5’ini çıkart, diğerlerinin hepsi tıpkı benim gibidir. Biz bu işi anlatmadıkça, herkes tehlike var sanıyor. ”Acaba beni yobaz mı görürler?“ diye ürküyor. Ben rahatım, kim olduğum ortada çünkü. Hoca Efendi’yi tanımak için artık mutlaka Amerika’ya gitmek gerekiyor. Hastane ve yeni oteli sırada... Oğlunuz kaç yaşında? 27 yaşında bir oğlum var. Şu an bütün işlerimi o götürüyor. Ana mesleğimiz armatörlük... Sektörün lideri ve dünya çapında bir markayız. Ayrıca bankacılık, sigortacılık da yapıyoruz. Kısacası her iş var. Memorial Hastanesi’ni devrettim ama yeni bir hastane daha açacağım. Kuruçeşme’de tam Galatasaray Adası’nın büyük bir otel yapmayı düşünüyorum. Ayrıca gemilerimiz var bizim, uluslararası sularda çalışıyor. Düşündürücü..İnandırıcı değil suçlamalar şimdi Kalkavanda mı CIA ajanı bazı arkadaşların dediği gibi???
  15. İslam’a Düşmanlıkta Kim Daha Önde? Papa İslam dinini ve Peygamberini “Vahşi ve Akıl Dışı” nitelerken, Ahmet Necdet Sezer ise “Dogma ve Boş İnanç” olarak değerlendirdi. Hz. Muhammed (S.A.V)’e, Danimarka’da yayınlanan bir gazetenin yayınladığı karikatürlerle hakaret edilmesinin ardından, şimdi de Papa’nın Almanya’da yaptığı konuşmada peygamberi ve İslam dinini vahşi ve akıl dışı göstermesi bir kez daha gergin bir ortamın doğmasına ve bir çok yerde protestolara neden oldu. Danimarka gazetesinin ve Papa’nın ********* hakaretlerine maruz kalan Müslümanların gösterdikleri tepkilerin doğallığı kadar, aslında mevcut süreçte doğallık sınırlarını zorlayan yerel tepkilerle de hemhal olduk. Aşağıda, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Eğitim yılının başlaması nedeniyle yaptığı açıklama’da ifadelendirdiği sözlerle Papa’nınkileri yan yana getirdik ve kendi kendimize sorduk; Papa, Batı’nın asırlardır “öteki” olarak gördüğü ve arasına hep o aşılmaz duvarları örmeye çalıştığı kesimlere yönelik olarak hıristiyan tarih algısının dışavurumu olan ifadelerle seslenirken ve bunlar sağcı-devletçi-Osmanlıcı-muhafazakar vb kesimlerin ortak reflekslerine malzeme olurken, aydınlanmanın dogmalarından aldığı “güven”le köhnemiş pozitivist, laik, maddeci ideallerini sosyo-politik ve kültürel alana nakşedenler, neden hiç olmazsa en az Papa kadar eleştiriye hak kazanmazlar? Neden yıllardır hem teorik, hem de fiili bazda İslamı, Müslümanları aşağılayan, toplumun önemli bir kesiminin haklarını gaspeden, hukuk katliamlarıyla malul, düşünceye prangalar vuran, sadece İslam’ın hor gördüğü ve haram kıldığı unsurlara karşı değil, bizatihi tıpkı Sezer’in konuşmasında olduğu üzere İslam’ın temel kaynaklarına saldıran uslup sahiplerine de hadlerini bildirmeye çalışmazlar? En basit ifadesiyle, Allah’ın emri olan başörtüsünü ‘bez parçası’ nitelemesine tabi tutup, temel yaşam kaynağımız Kur’an’ı ‘dogma’ ve ‘boş inanç’ olarak nitelendirme cüretini gösteren kişi, en az Papa kadar tepkiye layık değil mi? ‘Dış saldırılar’ hususunda Fatih’in fedaisi Kara Murat refleksiyle risk içermeyen “kimlikleri” kuşananların olması doğaldır. Doğal olmayan şey, yerli Jakobenler karşısında sürekli görmezden gelme ve dut yemiş bülbülü oynama tavrıdır. İşte Papa’nın ve Ahmet Necdet Sezer’in İslam hakkındaki görüşleri; Papa 16. Benediktus Konuşması "Geçenlerde, engin bilgi sahibi bir adam olan Bizans İmparatoru 2. Manuel Paleologus ile eğitimli bir İranlı arasında Hristiyanlık ve İslam, ve ikisinin gerçekleri üzerine yapılan bir diyalogdan bir bölüm okurken de aklıma bu geldi. "Bu görüşme belki de 1391'de, Ankara yakınlarındaki kış karargahında yapılmış. "Yedinci konuşmada imparator kutsal savaş konusuna değiniyor. "Ayrıntılara girmeden, örneğin 'Kitap ehli' ile kafirlere yapılan muamele arasındaki farka değinmeden ve şaşırtıcı bir hışımla muhatabına çok temel bir konudan, dinle şiddet arasındaki genel ilişkiden bahsetmeye başlıyor. "Diyor ki: 'Muhammed'in getirdiği yenilikleri bana göster. Orada yalnızca şer dolu ve insanlık dışı şeyler bulacaksın, tıpkı peygamberliğini yaptığı dini kılıç gücüyle yayma emrini vermesi gibi.' "İmparator kendisini bu kadar açık ve güçlü bir şekilde ifade ettikten sonra, dini şiddet yoluyla yaymanın neden mantığa sığmadığını ayrıntılı biçimde anlatmaya başlıyor. 'Şiddet Tanrı'nın doğasına aykırıdır, ruhun doğasına aykırıdır' diyor. 'Tanrı kan dökülmesinden memnun olmaz' diyor, 'Akılcı davranmamak da Tanrı'nın doğasına uygun değildir. İnanç ruhtan doğar, vücuttan değil. Birisine inancını kabul ettirmek isteyen kişinin hitabeti güçlü olmalı ve şiddete, tehditlere başvurmadan başarılı bir şekilde mantık yürütebilmelidir." A.Necdet Sezer: Eğitim, kesinlikle devlet denetiminde ve gözetiminde, Atatürkçü düşünceden ve laiklik temelinden ödün verilmeden yürütülmelidir. Bu bağlamda, dogmalarla ve boş inançlarla çocukları ve gençleri etkileme amacı güden okulların ve kursların varlıklarını sürdürmeleri engellenmeli, çocuk ve gençlerimizin çağdaş bir eğitim alarak geleceğe hazırlanmaları konusunda toplum doğru bilgilerle yönlendirilmelidir. (Haksöz-Haber - Çarşamba, Eylül 20, 2006) Bu mudur çağdaşlaşmak??? sayGıLar..
  16. Arkadaş.. TBMM''de V GeneL kurmaylık arşivlerinde bulunan Osmanlı V Cumhuriyet dönemine ait belgeler neden halka açıklanmıyor... Ancak Ermeni soykırıımı ile karşi karşiya kaldığımız anda Askeriye 3 dilde belgeleri kitap olarak basmiştir.. İnsanlar tarihini öğrenmek için illla suçlamalarla mı karşi karşiya kalmalı.. Bu belgeler arşivler açıklanmadan kimin ilerici kimin gerici yazar oldugunu tayin etmemiz oldukça zor.. SayGıLar..
  17. jhonywalker şurada cevap verdi: jeune başlık Güncel Konular
    Arkadaş.. Düşüncelerimi eleştirenlerden rahatsız oldugum an düşünce V kişileri eleştirme hakkıma ihanet etmiş olduğum kanısındayım..Bu İnancım''dan dolayıdır ki rahatsız olmam söz konusu değildir... Aklımın İnkar ettiği hiç birr düşünceyi sistemi kabul etmem söz konusu değildir.. Buda İnsan olarak hakkımdır... Düşünmek eleştirmek hakkımız olmalı..Yalniz karalama V hakaret olmamalı.. SayGıLar..
  18. jhonywalker şurada cevap verdi: jeune başlık Güncel Konular
    Arkadaş... Elbette değildir..Neden padişahlık olarak ele almak istiyorsunuz..Hemen en kötü ihtimal üzerine duruyorsunuz..Sölemek istediğim Osmanlı''nın Yönetim sisteminde ki Adalet V eşitlik kavramları..Bu kavramları demokrasi V Laiklikte göremediğim için yetersiz V''de gereksiz görüyorum..Bu sebebten dolayıdır ki Osmanlıdaa ki adalet V eşitlik sistemine hayranım... Halk tabi ki tepki gösterecek..Ancak bu sorunları çözecek yegane çare DEVrim değildir..Öncelikle adiL yöneticiler seçmeyi ögrenmeliyiz V Bizi temsil edecek vekillerin parti tarafından seçilmesini red edip belediye başkanlarına attığımız oY gibi miletvekillerinide biz seçmeliyiz reylerimiz ile.. IMF'' poitikalarını bende eleştirdim bir çok iletimde..Yalnız bu teslimiyetin temelleri çok önceye dayanıyor yeni bir Ş değiL ki..57.Hükümette gece yarılarında bir çok kanun değişikliği yapıldı..57. Hükümet zamanında yazılı V görsel medya tarafından AB halka methedilirken yapılan bütün anketlerde AB''ye girmek için canattığımız avrupalı olma sevdasına düştüğümüz günleri ne çabuk unuttuk..Bu gün geldiğimiz noktada ise AB öcü gibi gösteriliyor bu görüntüyü kim sağlıyor ''Medya'' şimdi sormak gerekli dün tükürdüğünü bu gün neden yalıyorsun <medya> sen kime hizmet ediyorsun.. Tepkilerimiz medya endeksli olmamalı güne göre siyaset yapılmamalı her daim gelecegi görmek gerek.. O zaman dünden bugüne AB politikası güdenlerin hepsinin işine geliyordu bu söylemizden çıkardığım sonuç budur.. Eleştirirken dünden bu güne Ab politikası izleyen bu doğrultuda siyaset yapan Tüm siyasi partileri eleştirmeliyiz İhaleyi tek bir partiye yıkmamalıyız.. Çare çaresizliğin içinde saklı bir hazinedir..Dediğin gibi geç olmadan güç olmadan yanliş siyeset yapan tüm oluşumlardan kurtulmamız gerek Halkını düşünen adiL idareciler seçmeliyiz..Mecliste bizi temsil ettiğine inandığımız Milletvekillerini seçme imkanına sahip olmalıyız.. En Önemlisi medya''nın bizi yönlendirmesinden kurtulmalıyız.. Tam bagımsızlıksa her alanda ki teslimiyetçilikten kurtulmalıyız... SayGıLar
  19. Makedonya kabadayılarının meşhur “Babıâli Baskını”ndan (23 Ocak 1913) ve bu baskın sonunda Sadrâzam (Başbakan) ve Harbiye Nâzırı (Millî Savunma Bakanı) olan Mahmud Şevket Paşa’nın sokak ortasında vurulup öldürülmesinden (11 Haziran 1913) sonra Devlet-i Aliyye başına çöreklenen İttihatçı üç çılgından biri olan şu ünlü (!)Enver Paşa, Cihan savaşının hemen arefesinde karakuşî bir kararla evvelâ “paşa” olmuş, bilâhare “Harbiye Nezâreti”ni ele geçirip “Başkumandan vekili” ünvanını almış, bu arada Sultan Abdülmecid’in oğullarından Şehzâde Süleyman Efendi’nin kızı Nâciye-Sultan’la evlenip (10 Mayıs 1914) Hânedâna dâmâd oluvermiş ve Birinci Dünya Savaşı boyunca bütün kara ve deniz kuvvetlerimizin idaresi bu nevzuhur dâmâd paşa elinde kalmıştır!.. Enver Paşa “Harb-i Umumî” diye anılan Birinci Dünya Savaşı’na katılmamızın baş mes’ulüdür ve bu komitacının askerî değeri, bizzat dostlarınca da itiraf edildiği gibi sıfırdır!.. “Nüfûz-ı nazar, tecrübe ve tahsil”den mahrum olan, bu hâline rağmen Napolyonluğuna inanıp aldığı çılgınca kararlar nice büyük felâkete yol açan Enver Paşa adlı gaafilin müdhiş çılgınlıklarından biri de, Kafkas cephesindeki meşhur Sarıkamış harekâtıdır!.. Rusları yeni bir cephede oyalamak ve böylece Almanların işini kolaylaştırmak gayesiyle Alman Genelkurmayının teşvikiyle başlatılan Sarıkamış harekâtı baştarafta kaydettiğimiz gibi bir “fâcia”dır!.. Kafkas cephesindeki Üçüncü Ordu’nun başında Hasanİzzed Paşa bulunmakta ve bu cephede mevsim dolayısıyla müdhiş bir kış hüküm sürmektedir. Bu müdhiş kışa rağmen EnverPaşa, yanındaki Alman Generali ile 14 Aralık’ta Köprüköy’e gelmiş ve askeri teftiş ettikten sonra şöyle bir ta’mim yayınlamıştır. “-Askerler! Hepinizi gördüm. Ayağınızda çarığınız, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm. Lâkin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü nan ü nimete kavuşacaksınız!..” Çılgınlık başlıyor!.. Enver Paşa’nın çılgınlıklarını ve askerî değerini tesbit bakımından mühim bir vesika olan bu ta’mimin yayınlanmasından sonra Üçüncü Ordu Kumandanı’na taarruz emri verilmiş, fakat Hasan İzzed Paşa, Başkumandan-vekilinin bu emrine: “-Etrafı görüyorsunuz. Kış, kar, don başlamıştır. Bu ağır şartlar içinde yapılacak taarruz lehimize neticelenmez. Kış şiddetini kaybetsin...Şartlar harekâta müsait olduğu gün, ben düşmanı imha edeceğim” diyerek itiraz etmişse de, Enver Paşa Üçüncü Ordu Kumandanı’nı azl’edip/vazifeden alıp kumandayı bizzat kendi üstlenmiş ve 21 Aralık 1914 Pazartesi günü Onbirinci Kolordu’nun Aras kuzeyine geçmesiyle meşhur Sarıkamış harekâtı başlamıştır!.. Yüz bin kişilik ordumuzun Ardahan-Sarıkamış hattına taarruzu, Onbirinci Kolordumuzun geri püskürtülmesine, Dokuzuncu Kolordunun geri çekilmeyerek esir olmasına yol açmış, Onuncu Kolorduyu cebrî yürüyüşle Sarıkamış’a sevkeden Enver Paşa, 25/26 Aralık gecesi Sarıkamış’ı kısmen olsun işgal edebilmişse de, savaş sonunda Onuncu Kolordu da erimiş ve Enver Paşa bu çılgınlığı cem’an doksan 90 bin er, assubay ve subayının hayatına mal olmuş, şehidlerimiz karlara gömülü kalmıştır!.. Birinci Dünya Savaşı’nda Moskof ordusuna Doğuanadolu kapılarını açan şahıs, Sarıkamış harekâtının kahramanı (!!!) Enver Paşa’dır ve iş bu Enver Paşa, harekât sonunda sür’atle cepheden ayrılıp soluğu evvelâ Erzurum’da, daha sonra İstanbul’da almıştır!.. Başlayan Ermeni terörü!.. Enver Paşa İstanbul’da yeni yeni çılgınlıklar plânlarken 6 Mayıs Perşembe günü Van, düşman istilâsına uğramış, bilâhare Muş ve Bitlis’i ele geçiren Moskof, Ermeni komitacılarıyla o havalede görülmemiş bir katliâma girişmiş, şehir, köy ve kasabalardaki zulm yanısıra Van’da sandallara doldurulan kadın, çocuk ve ihtiyarlar gölün ortalarına taşınıp imha edilmişlerdir!.. Ermeni göçü diye anılan “Sevkiyyat Kanunu”nun çıkarılmasında bu bölgedeki terör müessir olmuş, böylece Enver Paşa çılgınlığının Sarıkamış harekâtı 90 bin askerin hayatına mal olurken, Ermeni terörüyle de binlerce insan yok edilmiştir!.. Enver Paşa’nın İstanbul’a dönmesinden sonra, Üçüncü Ordu Kumandanı Hasan İzzed Paşa’nın yerine Hafız Hakkı Bey tayin edilmiş ve Sarıkamış harekâtı, 15 Ocak 1915 Cuma gününe kadar yirmi beş gün devam edip “fâcia” olarak tarihe geçmiştir!.. Sarıkamış harekâtına iştirak eden bazı kimseler bu savaşla ilgili hatıralarını yazmışlardır. Gerek bu hâtıratta gerek Birinci Dünya Savaşı safahatını inceleyen muhtelif eserlerde yazılanların tamamı Enver Paşa aleyhindedir ve bunların cümlesi böyle bir fâciaya sebep olan dâmâd paşa hakkında pek ağır ithamlarla doludur!.. Bu pek ağır ithamlardan biri, Enver Paşa’nın Almancılığıdır!..İkinci Meşrutiyet’in ilanını (1908) müteâkib Ataşemiliter olarak Berlin’e gönderilen Enver Bey/Paşa orada bizzat imparatorun iltifatına mazhar olmuştur!.. İmparatordan böylesine yakın alâka gören Enver’in yurda dönüşü meşhur 31 Mart Vak’ası sonunda Hareket Ordusu’nun İstanbul üzerine yürüdüğü günlere rastlar!.. Alelâcele Berlin’den Selânik’e dönen ve sonra Hareket Ordusu’na katılıp kumanda heyetinde vazife alan Enver, daha sonra “Babıâli Baskını”nda “çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarı” olan Sadrâzam Kâmil Paşa’yı devirmiş ve nihayet paşa, harbiye nâzırı, “Başkumandan-vekili” sıfatıyla cihan savaşı içinde iki Alman savaş gemisinin Çanakkale boğazından ülkemize girmesine, bilâhare bunların Karadeniz harekâtına keyfemayeşa müsaade ederek devleti Birinci Cihan Savaşı’na sokmuş, sonra da Sarıkamış fâciası gibi nice felâketle Devlet-i Aliyye’nin başını yemiştir!.. (Mustafa Müftüoğlu)
  20. Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur... Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir... Sürekli, "iste Türk, yani barbar, vahşi vs..." demektedir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere "yanınızda kâğıt para var mı?" diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve "evet var ama n'olacak" der... Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır... Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir... Bu şarkının bir bölümü şöyledir: "Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, iki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkisi / Darısı Başınıza Albümü / 1992) Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adi geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir... Barış Manço spikere sorar: "Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?" Spiker: "General ......." Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynidir, "General ........", "Amiral ...........", "Komutan............." Spikerin bu "falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır... Spikere der ki: "Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Sairdir... Bu fotoğraftaki kişi Mevlana’dır. Düşünürdür... Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’tir. Adaletin sembolüdür... Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. "Yurtta barış, dünyada barış" diyen kişidir... Bizim paralarımız bunlar... Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına "sairlerimizin", "düşünürlerimizin","bilim adamalarımızın" fotoğraflarını bastık... Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışınız!" der... Barış Mançu’nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri Canlı yayını keserler ve spikeri oradan kovarlar, başka bir spiker yayına devam eder Barış Mançu’dan ve Türk’lerden özür dilerler. (Turan Gümüş)
  21. İspanya ligindeki maçları izlerken dikkat ettiniz mi, Deportivo'nun sahasında hep bir Türk bayrağı bulunuyor. Ya tribünlerde yada stadın başka bir yerinde. Neden dersiniz? Hiç düşündünüz mü? İşte hikayesi: Deportivo La Coruna´nın kale arkasındakı Türk bayrağının anlamı, Galesia bölgesinin takımıdır, eskiden Türkler'in orada yasadığı rivayet edilir! Deportivo'lu taraftarlar ile Celta Vigo´lu taraftarlar birbirlerini hiç sevmiyorlarmış. Asağı yukarı 20 yıl önce Celta Vigolular bu nedenle Deportivolular'a Türk demeye başlamışlar, ama hakaret anlamında. Deportivolu taraftarlar bunu hiç hakaret diye algılamamışlar. Hatta kendi deyimleri ile ´Türk gibi güçlü´ görünmekten cok hoşlanmışlar. İşte bu yüzden her maçlarında en az bir Türk bayrağı açıyorlar. Bir daha baktığınızda dikkat edin, yüzde yüz görürsünüz. konuyla alkalı 25 aralık 2005 tarihli hürriyet gazetesindeki mehmet çiftçinin haberi şöyleydi. Celta Vigo ile Deportivo La Coruna'nın karşı karşıya geldiği ve 3-0 kazandığı maçta kendilerini Türk olarak gören 5 bin Deportivo taraftarı, "En büyük Türkiye" diye bağırarak komşu Vigo kentini inletti. GEÇTİĞİMİZ hafta sonu İspanya'da çok ilginç bir derbi maçı vardı. Galicia bölgesinin iki güçlü takımı, Celta Vigo ile Deportivo La Coruna karşı karşıya geldi. Bu derbiyi ilginç kılan olay ise, iki kentin taraftarlarının yüzyıllardır birbirleri ile çekişmeleri, kin beslemeleri... Celta Vigo'lular, Deportivo'lulara, Türklere verdikleri destek nedeniyle, Deportivo'lular da Celta'lılara Portekiz'lilere yakınlıklarından dolayı, "hain" yakıştırması yapıyorlar. İspanya'nın kuzeyinde Portekiz sınırına yakın olan iki kent insanı, bu yakıştırmadan son derece memnun. Vigo kentinin takımı Celta'da çok sayıda Portekiz taraftar derneği var. Buna karşılık La Coruna'nın takımı Deportivo'da Türkleri, Türk bayrağını göndere çekecek kadar ateşli Türk dernekleri kurulmuş. Bu yüzden olsa gerek, Deportivo La Coruna'nın her oynadığı maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı görebilirsiniz. Ayrıca Deportivo'lu futbolseverlere, "Türkler" adı takılmış. Biz de bu ilginç hikayeyi hem dinlemek, hem de bu tarihe malolmuş derbiyi izlemek için Vigo kentine geldik. Stadı dolduran 20 bin kişinin 5 bini Deportivo La Coruna taraftarıydı. Yani Celta taraftarlarına göre 5 bin Türk ile 15 bin Portekiz'li takımlarına destek veriyordu. Karşılaşmanın başlamasına az bir süre kala bu hikaye ile ilgili çok sayıda yazı yazmış gazeteci Alberto Torres ve Türk taraftar derneklerinden birinin kurucusu olan Ricardo (La Pasion Turca) ile söyleşiye oturduk... Alberto, La Coruna taraftarlarının nasıl Türk olduklarını anlatmaya başladı: Barboros Hayrettin Paşa, Akdeniz'e hükmettiği sıralarda İspanya sahillerine kadar ulaşmış. O sırada İspanya'da yiğitliği ile ünlü Galicia bölgesinin delikanlıları, Barboros'a büyük destek vermişler. Bu işbirliğini içlerine sindiremeyen komşu kent Vigo'nun halkı ise La Coruna'ya Türklerle ortaklığa girmelerinden dolayı, onlara "Türkler" adını takmışlar. Bu ad sporda, özellikle de futbolda günümüzde büyük bir rekabete dönüşmüş. Buna karşılık, La Coruna halkı da Celta Vigo taraftarlarına yakınlığı ve iyi ilişkileri nedeniyle Portekiz'li yakıştırması yapmışlar. La Coruna'da çok sayıdaki taraftar derneklerinden biri olan La Pasion Turca derneğinin başkanı Ricardo ise Türk bayrağına sahip çıkmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Ricardo, Deportivo La Coruna'nın Şampiyonlar Ligi'nde Yunan takımı Panathinaikos'la oynadığı maçta açtıkları 20 metreyi aşan Türk bayrağını anlatırken, "İnanın Riazor Stadı'nda yüzlerce Türk bayrağı vardı. Stadın bir ucundan diğer ucuna bir Türk bayrağı astık. Yunanlılar sahaya çıktıklarında dev Türk bayrağının yanı sıra yüzlerce ateşli taraftarın ellerindeki ay yıldızlı bayrakları görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. Dünyanın hiçbir yerinde kendi ulusunun bayrağının dışında, başka ülke bayrağına bu kadar çok sahip çıkan bir taraftar grubu bulamazsınız" dedi. Ricardo ayrıca Türk bayrağına Deportivo Kulübü yaşadıkça sahip çıkacaklarını ve Celta'nın Deportivo ile 2. yarıda oynayacağı maçta Türk bayrakları ile tam bir gövde gösterisi yaparak stadı "Türkiye" diye inleteceklerini söyledi. Alberto ile Ricardo'yu dinledikten sonra Celta'nın Deportivo taraftarlarına ayırdığı bölüme geçtim. İnsan kendini adeta milli maçta hissediyordu. Celta'lılar "Türkler dışarıya" diye tezahürat yaparken, Deportivo'lular da sürekli "En büyük Türkiye" diye bağırıyordu. Onlara Türkiye'den geldiğimi söyleyince birden etrafımda yüzlerce La Coruna taraftarının beni selamlamak için elini uzattığını gördüm. Karşılaşmayı Deportivo, yani Türkler 3-0 kazandı. Sevinç sokaklara taştı. Türk bayrakları bu kez Vigo kentinde dalgalanmaya başlamıştı. Konuyla alkalı resim görmek isterseniz. Web Sitem
  22. Mutlu yıllar arkadaşlar.. SayGılar..
  23. jhonywalker şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
  24. Bu ileti yazarinin formatlamayi birbirine karistirdigi icin silinmistir... 24 saat icinde bu uyari silinecektir... Yonetim...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.