Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Erdoğan'ın gelininin pişkinliği!!! AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gelini (Bilal Erdoğan'ın eşi) Reyyan Erdoğan'ın Washington'da "kamusal alan" olarak kabul edilen bir mekanda kendisine "Giydiğiniz türbanın Atatürk ilkelerine aykırı olduğunu biliyor musunuz" diye soran bir kişiye "Evet biliyorum" yanıtını verdiği ortaya çıktı.
  2. İşte ben buna bukadar duyarsıs kalan kişilere tepkim ya.......ama bisleyde sessiz bir toplum olursak(yapılmak istendigi gibi)tepkisis bir toplum olursak ki genede böyle olmamıs isteniyooo!!!bizde böyle olursak ozaman bu ölenler,öldürülenler,doga felaketleri v.s bunlar için ozaman tamam dedigimiz noktadır.....Yorumlarınız için sağolun....
  3. Anne... Sol yanı felçli, kırk altı yaşındaki Yeşim Uygun... Baba... Belindeki sakatlık nedeniyle elleri üzerinde yürüyebilen otuz sekiz yaşındaki Aydın Uygun... Çocuklar... Sekiz yaşındaki Yeşim... On üç yaşındaki Uğur... On beş yaşındaki Umut...Samsun’da nasıl ölünür? *** Baba Aydın Uygun evde yoktu... Uzaklarda... Hatta... Ancak elleri üzerinde yürüyebildiği için çok çok uzaklarda da diyebilirdiniz... Nerelerdeydi? Köy köy dolaşarak zücaciye satma derdinde... Yerlerde sürünerek ekmeğini taştan çıkarma derdinde... *** Satabiliyor muydu? Ekmeğini taştan çıkarabiliyor muydu? Felçli karısına... Üç çocuğuna bakabiliyor muydu? Nerde... Samsun’da nasıl ölünür? *** Yaşamınızda, Parasızlıktan ‘soba borusu’ alamadığınız oldu mu? Bilirim... Kötüdür... Çok kötüdür... Fena kötüdür... *** Gece hava soğumuştu. Felçli anne üşüyordu... Yeşim üşüyordu... Umut üşüyordu... Uğur üşüyordu... Samsun’da nasıl ölünür? *** Samsun da fındık diyarıdır... Mevsimlik işçilerin yollarda öle öle toplamaya geldikleri... Yoksulluk parasından geçim çıkarmaya uğraştıkları fındıkların diyarı... Hasat toplanmış... Uygun ailesinin payına da sağdan soldan topladıkları fındıkkabukları düşmüştü... Zaten soba da yoktu... Daha doğrusu soba vardı ama boruları yoktu... Samsun’da nasıl ölünür? *** Fındıkkabuklarını... Bulup buluşturdukları kartonlarla birlikte borusuz sobaya koydular... Sonra... Tutuşturdular... Amaç közleri tepsiye çıkarıp donmadan uyuyabilmekti... Donmadan uyudular... Ama uyanamadılar... Karbon monoksit gazından zehirlenmişlerdi. Samsun’da nasıl ölünür? *** Bir felçli anne ile üç çocuk... Sobalarına boru alacak paraları olmadığı için... Tepside fındıkkabuğu yakarak ısınmaya çalışırken ölseler... Yerde, elleri üzerinde köy köy dolaşarak zücaciye satmaya çalışan baba da uzaklarda... Hatta çok uzaklarda ise... Cesetler ne zaman bulunur, öldükleri ne zaman anlaşılır? Bir, iki, üç, dört gün sonra mı? Ne zaman? *** Belki de hiç bulunmayacaktı. İnönü İlköğretim İlkokulu 4. sınıf öğrencisi Burcu Dönmez, annesine aynı mahallede oturan arkadaşı Yeşim Uygun’un ‘geçen hafta’ okula gelmediğini söyledi... Şüphelendiler... Önce yakınlara... Sonra polise... *** Çilingir kapıyı beşinci günde açtı... Cesetler çürümeye başlamıştı... Eve giren polis müdürü ‘sobanın boruları yok, bu cehaletten başka bir şey değil’ demiş... Bence... O cümlenin doğrusu şöyle olacak: ‘Soba boruları yok, bu kara sefaletten başka bir şey değil’ Samsun’da nasıl ölünür? *** Türkiye’nin en büyük sorunu ne? Yoksulluğu... İşsizliği... Kara cehaleti... Ve Samsun’da ölümü... Valilerin kömür dağıttığı bir ülkeyiz... Ama kiminin sobası... Kiminin borusu bile yok. *** Soruyorum size: Samsun’da nasıl ölünür? [email protected] Bu yazıyı önce gazetede okudugumda çok kötü oldum ama olaya sadece Samsun olarak bakmadım Türkiye olarak ele aldım!!!!!ama içimin acıdıgını,canımın yandıgını hisettim ve paylaşmak istedim...bunlar bizim yakınımız olabilirdi kardeşimiz,akrabamıs,komşumuz ozamanmı içimizin acıması lasım diye düşündüm!!ne yazan kişi ne Samsun da oldugu sadece Neden oldugu olmaması gerektigini düşündüm!!!!!
  4. SAYIN Tayyip Erdogan nın bir ...... daha devletin bir kadrosuna yerleştirildi.bundan sonra nemi olacak üniversiteleri özgürleştirecez adı altında türbanı üniversiteye sokacaklar herkez kendini ifade edebilecek diye yeni yök başkanı açıklama yapmış evet herkez kendini ifade edebilecek ve devrimci sosyalist olan öğretim görevlileri kendilerini ifade ettiklerinden ötürü teker teker üniversite kadrolarından atılıp bu atılanlar yerine dinci feytullah hocanın adamları yerleştirilecek,paralı üniversitelere SAYIN Tayyip Erdogan ın zengin yaptığı adamların çocukları akrabaları gidecek arkadaşlar karanlık bir Türkiye gelecek sonra bu SAYIN Tayyip Erdogan .... üniversitelerimiz istenilen seviyeye geldi diyerek Türkiye yi iran gibi bir devlet yapacak başta eksik demişim bence yök başkanı SAYIN Tayyip in ......SAYIN Tayyip te abd nin ...... ve maalesef bu 3lem her devlet kururmnda aynı şekilde işliyor tek fark yök yerine bir başka kurumun gelmesi...................
  5. Yeni AİHM üyesi ilk demecinde '301' dedi... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) Türkiye'yi temsil edecek Prof. Dr. Ayşe Işıl Karakaş, TCK'nın 301'inci maddesinin ifade özgürlüğü önünde engel oluşturduğunu, maddede değişiklik yapılması gerektiğini söyledi. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Karakaş, AİHM yargıcı seçilmesinin ardından, "AB'nin raporlarında da görüldüğü üzere, 301'inci maddenin, uygulamasında sorun taşıyan bir madde olduğunun çok açık olduğunu" ifade etti. Karakaş, 301'inci madde ilk konulduğunda "Uygulamayı görelim" şeklinde ifadeler kullanıldığını hatırlatarak, "Ama uygulamada istenen açılım sağlanamadı. Gördüğümüz kadarıyla çok fazla açılmış dava var. Dolayısıyla bir hukukçu olarak, bu maddede bir değişiklik yapılması gerektiğini düşünüyorum" dedi. Türban konusu Karakaş, AİHM'nin Leyla Şahin hakkında verdiği kararı ve genel olarak türban konusuna ilişkin olarak da, "Şu anda bu konuda herhangi birşey söylemem mümkün değil. Çünkü bununla ilgili verilmiş olan zaten mahkemenin bir içtihadı var. Mahkemenin bu içtihadı doğrultusunda benzer davalar zaten aynı şekilde sonuçlandırılacaktır" diye konuştu. Karakaş, türban konusunda Türkiye'de farklı bir düzenleme olması ve farklı bir hukuki durumun ortaya çıkması, bu farklı hukuki durumla ilgili olarak da AİHM'ye iç hukuk yolları tüketildikten sonra bir başvuru gelmesi halinde, o zaman mahkemenin bunu değerlendireceğini kaydetti. Karakaş, "Yeni bir hukuki düzenleme varsa, bu hukuki düzenlemeden etkilendiğini iddia eden kişiler varsa, yine iç hukuk yolları tüketildikten sonra mahkemenin önüne böyle bir başvuru gelirse, bu da değerlendirilecektir, tabii önceki içtihatlar da dikkate alınarak" dedi. "Türkiye'nin öncelikli görevi..." AİHM sistemine girmiş olan her devletin temel yükümlülüğünün, kendi iç hukuk düzenini Avrupa hukukuyla uyumlu hale getirmek olduğuna işaret eden Karakaş, dolayısıyla Türkiye de kendi iç hukukunu ne kadar Avrupa hukukuna uygun hale getirirse hakkında o kadar az dava açılacağını belirtti. Karakaş, Türkiye'nin öncelikli görevinin, ihlal iddialarını en aza indirecek şekilde hem hukuka ve yasal düzenlemelere, hem de uygulamaya önem vermesi olduğunu kaydetti. Karakaş, Türkiye'nin AİHM'de hakkında en çok dava açılan ülkelerden biri olmasının nedenleri ve iç hukukta yeni bir düzenlemeye gerek olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine, iç hukuktaki temel sorunun uygulamadan kaynaklandığı düşüncesini dile getirdi. "İç yargı organlarına çok önemli görev düşüyor" "Yeni Ceza Kanunu'ndaki maddelerden, 301'inci madde örneğinde de görüldüğü gibi uygulamada değişiklikler olabildiğine" dikkat çeken Karakaş, "Dolayısıyla tabii ki yasal düzenlemeler önemli, ama burada bence iç yargı organlarına çok önemli görev düşüyor. Sözleşmenin ve sözleşme organlarının, AİHM'nin görevi ikinci niteliktedir. Yani esas olan iç hukukta korumanın sağlanması. Neden? Biliyoruz ki, iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekiyor, bu şart" dedi. Karakaş, "Dolayısıyla korumanın her devletin kendi iç hukukunda yapılması gerek. İç hukukta tüm çabalara rağmen giderilemeyen bir hak ihlali söz konusu ise yani kişinin böyle bir iddiası varsa o zaman AİHM'ye başvuruyor. Dolayısıyla korumanın iç hukukta olması lazım. Türkiye'nin bunu sağlaması lazım. Bunu sağladığı oranda uluslararası hukuk yolu, AİHM yolu, çok daha az kullanılacaktır" diye konuştu. Birey özgürlüğü ve devletin egemenliği Birey özgürlüğü ve devletin egemenliğine ilişkin görüşlerine dair bir soru üzerine Karakaş, devletin egemenliği meselesi üzerinde uzun yıllardır çalıştığını belirterek, artık Avrupa'daki insan hakları hukukunun, uluslararası hukukun dışında, daha farklı, devletin egemenliğini iyice çevreleyen ve sınırlandıran bir hukuk olarak karşılarına çıktığını kaydetti. Karakaş, devlet egemenliğinin bugün, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilk yapıldığı yıllar olan 1950'lerdeki egemenlikten çok farklı olduğunu, sözleşmenin zaman içinde geçirdiği evrim, anlaşılması, yorumlanmasıyla bugün daha farklı bir noktaya geldiğini gördüklerini söyledi. Karakaş,"Dolayısıyla burada artık ulus devletin egemenliği bundan etkileniyor, sınırlanıyor, bunun karşılığında da birey ve bireyin hak ve özgürlükleri öne çıkıyor. Yani ulus devletin egemenliği, bireyin hak ve özgürlükleri lehine sınırlanıyor. Bunu gözlemliyoruz, hem insan hakları bakımından, hem de AB hukukunun diğer unsurları bakımından Avrupa'da gözlemlenen temel unsur budur" diye konuştu. "Seçilmekten çok mutluyum" AİHM yargıçlığına seçilmesine ilişkin olarak da Karakaş, "bir hukukçu olarak böyle bir görev üstlenmekten gurur duyduğunu" belirtti. Hukukla ilgilenen herkesin artık bugün Avrupa hukukuyla bir şekilde çalışmak durumunda olduğunu ifade eden Karakaş, "Ben de bir hukuk profesörü olarak, böyle bir göreve seçilmiş olmaktan dolayı çok mutluyum, çok gururluyum. Hukuk mesleğindeki en yüksek görevlerden bir tanesi olarak düşünüyorum" ifadesini kullandı. Seçilmesi kararının kendisi için sürpriz olmadığını kaydeden Karakaş, hükümet tarafından aday olarak ilan edilmesinden itibaren bu konuda herkes gibi şansı olduğunu düşündüğünü, ayrıca nitelikleri itibarıyla da kendisini bu görev için uygun biri olarak değerlendirdiğini belirtti. "Zor bir görev, iş yükü oldukça ağır" "Görevin çok zor olduğunu" da kaydeden Karakaş, "Neden zor? Çünkü Türkiye hala hakkında çok fazlasıyla başvuru yapılan bir devlet durumunda. Dolayısıyla Türk yargıç da tüm bu davalara bakmakla yükümlü olduğu için, iş yükü oldukça ağır. Bunu tespit etmek lazım. Bu, bir. Diğeri de görevin tabii ki zorlukları var, ama aynı zamanda da Avrupa hukukunun yargıcı, bunu unutmamak lazım" dedi. Karakaş, "Yapılan görev, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hukukunun uygulanmasına yönelik bir görev. Dolayısıyla insan hakları ihlalinin varlığını veya yokluğunu değerlendirirken referans normu her zaman Avrupa standardı olacaktır. Dolayısıyla bu çerçevede bir görev yapacağız. Tabii ki Türk hukukundan gelen bir kişi olarak, Türk yargıç da orada Türk hukukunun özelliklerini, uygulamalarını anlatmak, bunları izah etmekle yükümlü" diye konuştu. Karakaş'ın AİHM yargıçlığına seçilişi... Karakaş, AİHM yargıçlığına seçilişinin öyküsünü de şöyle anlattı: "İlk liste Avrupa Konseyi'nden geri döndükten sonra yürütme organı olarak hükümet yeni bir liste için çalışmaya başladı. Benim de bu şekilde haberim oldu. Adaylık için başvuruda bulundum. Sonuçta adaylığım kabul edildi. Gönderilecek listede yer aldım. Daha sonra Avrupa Konseyi'nin hukuk işleri komisyonunun bir alt komitesinde Paris'te bir mülakata girdik. Tabii, tüm devletlerden gelen adaylar da oradaydı, yani sadece Türk aday için değil, hepsi için yapılan bir mülakat söz konusuydu. Burada da olumlu bir mülakat geçtiğini düşünüyorum. Avrupa hukukuna ilişkin olarak, genelde o tarz şeyler üzerinde konuşuldu. Kendi niteliklerimi oraya iyi yansıttığımı düşünüyorum. Arkasından da komitede aday olarak beni önerdi." Türkiye'nin AİHM'deki ilk kadın yargıcı Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işıl Karakaş'ı, dün Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki (AİHM) yeni yargıcı olarak seçti. Türkiye'den AİHM'deki ilk kadın yargıç olacağına dikkati çeken Karakaş, AİHM'de görev yaptığı süre içerisinde Strasbourg'da yaşayacağını söyledi. Prof. Dr. Ayşe Işıl Karakaş, sözlerini, "Umarım bu seçildiğim yüksek hukuki değere sahip göreve uygun gerekleri yerine getirebilirim" dedi.
  6. Şahin: "301 ile ilgili çalışmalar bitti" Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesi ile ilgili çalışmaların tamamlandığını belirterek, ''Teklif olarak Meclis Başkanlığı'na verilecek'' dedi. Bakan Şahin, "Arkadaşlarımız uygun gördükleri zaman, 301 ile ilgili ne tür yenilikler getirildiğini hep birlikte göreceğiz. Metin hazır. Adalet Bakanlığı olarak biz de katkı sağladık" şeklinde konuştu. Şahin, Hrant Dink cinayeti davasının yavaş ilerlediğine ilişkin eleştirilerin hatırlatılması üzerine, bu tür davaların hemen sonuçlanamayacağını ve sabredilmesi gerektiğini bildirdi. Bakan Şahin, "Sanık yakalanmış. Nüfus kayıtlarına göre, yaşı küçük olduğu için çocuk statüsünde yargılanıyordu. Adli tıp, suçu işlediği tarihte yaşının 18'den büyük olduğu şeklinde bir rapor verdi. Şimdi büyük olarak yargılanıyor. Yani bu süre içinde hiçbir şey yapılmadı derseniz yanlış olur. Tabii ki Türkiye'de ceza usul yasası var. Böylesine önemli bir davada yargıçlarımız, savcılarımız kılı kırk yarıyorlar" dedi. "Önümüzdeki ayın başında zannediyorum üçüncü duruşması yapılacak" diyen Bakan Şahin, "Ceza kanunlarımız çerçevesinde sanık, ceza kanunlarında öngörülen cezayla tecziye (cezalandırma) edilecektir büyük bir ihtimalle... Yargılama süreci devam ediyor. Yani bir yılda bu tür önemli davalar bitmeyebilir, bunu anlayışla karşılayacaksınız" ,fadesini kullandı.
  7. 301 teklifi gelecek hafta TBMM'ye sunulacak Hükümet, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesiyle ilgili değişiklik çalışmasını tamamladı. Değişiklik teklifinin salı günü Meclis Başkanlığı'na verilmesi bekleniyor. Türklüğü, Cumhuriyeti ve devletin organlarını alenen aşağılayanlara hapis cezası verilmesini öngören tartışmalı 301'inci maddedeki, 'Türklük' ifadesinin 'Türk milleti', 'Cumhuriyet' ifadesinin ise 'Türkiye Cumhuriyeti' olarak değiştirilmesi öngörülüyor. Teklifte 301'inci madde kapsamında soruşturma açılmasının izne bağlanması, bu iznin de Adalet Bakanı tarafından verilmesi yer alıyor. "Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede işlenmesi halinde verilecek ceza üçte bir oranında artırılır" hükmünün de yasadan çıkarılması planlanıyor. 301 kapsamında verilecek cezalar da 6 ay ile 2 yıl arasında sınırlandırılıyor.
  8. "301'inci madde kirli ve suçlu" DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, 301'inci maddeye ilişkin, ''Farklılıkları koruyan maddeye dönüştürülmesi en doğrusu. Dava açma yetkisi sadece Cumhurbaşkanı'na verilmelidir'' dedi. Türk 301'inci maddeyi ''kirli'' ve ''suçlu'' olarak niteledi. Türk, partisinin grup toplantısında, 301'inci maddeyi "demokratik değişimin önünde en büyük engel" olarak değerlendirdi. Türk, 301'inci maddenin 1982 Anayasası'nda yer alan 141 ve 163'üncü maddelerin kaldırılarak yerine 312'nci maddenin getirildiğini, bunun da kaldırılarak Terörle Mücadele Kanuna 8'inci maddenin getirildiğini belirterek, daha sonra bu maddenin yerine 301'inci maddenin ikame edildiğini anlattı. Avrupa Birliği sürecinde düşüncenin özgürleşmesi konusundaki çağrılar doğrultusunda yasal düzenlemelere gidildiğini belirten Türk, "301'inci madde kirli ve suçludur. Nobel ödülü alan Orhan Pamuk ile övüneceğimize bu maddenin yarattığı töhmet yüzünden sevinemedik. Elif Şafak da aynı durumda. Dostum, özgürlük şehidimiz Hrant Dink, geliştirilen şoven milliyetçi anlayışın hedefi oldu. Onun ve nice demokrasi şehidinin bıraktığı mirasa sahip çıkacağız. Bu madde tamamen ortadan kaldırılmalıdır" diye konuştu. 301'inci madde yer alan "Türk" yerine "Türk milleti", "Cumhuriyet" yerine "Türkiye Cumhuriyeti" şeklinde değiştirilmek istendiğini dile getiren Türk, "Eğer değişiklik yapılacaksa bu Türk, Kürt, Ermeni ve Rumları korumaya yönelik olması gerekir" dedi. "Dava yetkisi Cumhurbaşkanı'na verilmeli" DTP Grup Başkanı Türk, 301'inci maddeye ilişkin dava açılması yetkisinin Adalet Bakanı'na verilmesinin öngörüldüğüne değinerek, "Şemdinli çetesini ortaya çıkarmak için yaptığı çalışmadan dolayı Adalet Bakanı'nın emriyle savcı görevden alındı. 8 askerin PKK tarafından alıkonulmasının ardından 'keşke ölseydiler' açıklaması geliyor. Dava açma yetkisini Bakan'a vermek, kuzuyu kurda teslim etme anlamına gelir. 301'inci madde sembolik madde haline dönüştürmek mümkün. Farklılıkları koruyan maddeye dönüştürülmesi en doğrusu. Açılacak davalar da tazminat davası olmalı. Dava açma yetkisi sadece Cumhurbaşkanına verilmelidir" ifadesini kullandı. Türk, 301'inci maddeyle ilgili Türkiye'nin doğusu ile batısında farklı uygulamalar olduğunu ileri sürerek, ülkenin doğusunda işlenen düşünce suçunun, örgütlü olarak yorumlandığını söyledi. "Anayasalar, milletin anayasasıdır" Yeni anayasa çalışmalarından dolayı umutlandıklarını ifade eden Türk, anayasanın farklılıkları zenginlik sayan mantıkla hazırlanması gerektiğini söyledi. Anayasa taslağının AK Parti grubu tarafından değerlendirildiğini, görüş alınmak üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunulduğunu ileri süren Türk, "Anayasalar, milletin anayasasıdır. Anayasalar partilerin olmaz" dedi. Türban tartışması Başbakan Erdoğan'ın türbanla ilgili açıklamalarıyla ilgili olarak da Ahmet Türk, "İspanya'da türban sorunu yok. Endülüs'te zil, şal ve gül var. Bu ülkenin sorunlarına, Endülüs'e giderken açıklama yaparak çözüm bulamazsınız. Türkiye, sorunlarıyla yüzleşme sürecini yaşıyor. Uzlaşı ve diyalog için hazır olduğumuzu ifade etmiştik. Sorunların şiddetle, silahla çözülmeyeceğine inanıyoruz. Bu konuda süreç ne kadar acil olursa olsun, ne kadar bizi olumsuz etkilese bile sorunların barışçı yoldan çözülmesi düşüncemizde değişiklik olmayacak" diye konuştu. "Bizde liderin ağzına bakan yok" Gruptaki bazı milletvekilinin çeşitli konularda açıklama yapması konusunda ise Türk, arkadaşlarının düşüncelerini açıklamaya devam edeceklerini söyledi. Türk, "Bazı belirlemeler farklı da olabilir. Bu parti birliği bozmayacak, koruyacaktır. Tartışarak, birbirimizi eleştirerek doğruyu bulmaya çalışıyoruz. Liderin ağzına bakarak siyaset yapan yok. Özgür insanlarız. Düşüncelerimizi her platformda dile getirmeye çalışıyoruz. Bugün demokrasi mücadelesi veriyoruz. Yaşanan çatışma ortamını derinleştirmek için değil, sorunları çözecek misyona sahibiz. Onurlu bir barışı sağlamaya yönelik çalışmamız gerekir. Pişmanlık yasasıyla sorunların çözülemeyeceğinin farkındayız" şeklinde konuştu. Türk, CHP'nin Güneydoğu Raporu ve Kürt sorunuyla ilgili çalışmalarına da katkı vermeye hazır olduklarını belirtti.
  9. "301 en kısa sürede Meclis'e sunulacak" Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, TCK'nın 301'inci maddesinde değişiklik öngören teklif üzerinde ihtilaf kalmadığını söyledi ve ''En kısa sürede Meclis'e sunulacak'' dedi. Şahin, Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kompleksi'ndeki incelemeleri sırasında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bir gazetecinin, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesiyle ilgili çalışmaları hatırlatarak, bazı görüş ayrılıkları olup olmadığını sorması üzerine Şahin, konuya ilişkin bir görüş ayrılığı olmadığını söyledi. 301'inci maddedeki değişikliklerin çok kısa sürede TBMM'ye teklif olarak verileceğini bildiren Şahin, teklifin Meclis'ten de kısa sürede geçeceğine inandığını ifade etti. Şahin, "Türkiye'nin sadece böyle bir maddeye odaklanmış olmasını garip şekilde ben de takip ediyorum. Nereye gitsek 301 soruluyor. Marka bir madde haline geldi. Tabii ifade özgürlüğünün ülkemizde daha da çağdaş anlamda yorumlanarak uygulanabilmesi için 301'inci maddede değişiklik yapmayı biz de uygun gördük, Adalet Bakanlığı olarak biz de katkı sağladık" dedi. Şahin ayrıca, "Metin oluştu. Sanıyorum teklif sahibi arkadaşlarımız yakın bir zamanda Meclis Başkanlığı'na verecekler" diye konuştu. Şahin, değişiklikte, TCK'nın 301'inci maddesinden soruşturma açılabilmesi için Adalet Bakanı'nın izin şartının bulunup bulunmadığının sorulması üzerine, "Madde üzerinde ihtilaf kalmadı. Bir metin oluştu. Gerekçeleri de hazırlandı. Bir sorun yok, bir ihtilaf yok. Bu konuda yapılan değerlendirmeler doğru değil" dedi. Mehmet Ali Şahin, "Yani izni, Adalet Bakanı mı verecek?" sorusu üzerine de, "Teklifi verince görürsünüz" yanıtını verdi. Başbakan Erdoğan da bu hafta bir gelişme olmayacağını söyledi. Tüm bunlara rağmen Adalet Bakanı Şahin, "Metin üzerinde ihtilaf giderildi. En kısa sürede Meclis'e sunulacak" dedi. Türklüğe haraket suçunu düzenleyen 301'inci maddedeki değişikliğin AK Parti içinde çatlağa yol açtığı haberleri basına yansımıştı. AK Parti Merkez Yürütme Kurulu teklifin Meclis'e gelişini haftaya bırakmıştı. Tartışmaların odağında dava açmanın bakan iznine bağlanması vardı. Buna Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek karşı çıkıyordu. 2B arazilerinin satışı Adalet Bakanı Şahin, 2B arazilerinin satışına değindi ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun bu konuyla ilgili ciddi çalışma içinde olduğunu belirtti. Çerçeve oluştuktan sonra Eroğlu'nun konuyu Bakanlar Kurulu'na getireceğini anlatan Şahin, "Bizden hukuki yardım talebinde bulundu. Bu konuda Yargıtay'ın ilgili, tecrübeli hakimlerinden de yararlanabiliriz. Çünkü uzun süredir Türkiye'nin gündeminde olan, bazı bölgelerimizde sorun olarak hep karşımıza çıkan bu problemi ya Anayasal çerçevede çözeceğiz veya Anayasa değişikliği ile soruna bir çözüm bulacağız" dedi.
  10. AK Parti 301'inci madde üzerinde çalışıyor............................ AK Parti grubunda, TCK'nın 301'inci maddesinde yer alan ''Türklüğü'' kelimesi ''Türk Milletini'', ''Cumhuriyeti'' kelimesinin de 'Türkiye Cumhuriyeti Devletini'' şeklinde değiştirilmesi görüşü ağırlık kazandı. Böylece değişiklik, Yargıtay'ın içtihatlarına da uygun olacak. Değişiklikte, maddenin ilk iki fıkrasının birleştirilmesi öngörülürken, "Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır" şeklindeki 3'üncü fıkra, madde metninden çıkartılacak. Madde hükümlerine aykırı hareket edenlerle ilgili kovuşturma açma yetkisi de eskiden olduğu gibi Adalet Bakanlığı'na bırakılıyor. 301'inci maddeye aykırı hareket edenlerle ilgili cezanın üst sınırının da 3 yıldan 2 yıla düşürülmesi planlanıyor. Bu arada AK Parti grubuna, kovuşturma açma yetkisinin Cumhurbaşkanı'na bırakılması yönünde öneriler de geldiği öğrenildi. Bu öneriyi yapanlar, "Adalet Bakanı, hükümetin bir üyesi. Vereceği kovuşturma izinleri siyasi bulunabilir. Bunun için kovuşturma iznini tarafsız bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı versin" görüşünü öne sürdü. Maddenin yeni hali AK Parti grubunda başka bir değişiklik yapılmazsa, Meclis'e sunulması beklenen kanun teklifinde TCK'nın 301'inci maddesinin yeni hali şöyle olacak: "(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni veya Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" Mevcut hali TCK'nın 301'inci maddesinin yürürlükteki mevcut hali ise şöyle: "(1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede, bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. (4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" Bu arada TCK'nın 301'inci maddesine aykırı hareket edildiği gerekçesiyle, 2006 yılında 328, 2007 yılının ilk 9 ayında ise 182 kişi hakkında dava açıldı. AKP içinde tartışma Adalet Bakanlığı'nın 301'inci madde ile ilgili taslağı, AK Parti içinde tartışma yarattı. Tartışmanın nedeni; 301'den yargılanmanın izne bağlanması ve ceza üst sınırı üzerindeki anlaşmazlık. AKP Merkez Yürütme Kurulu'ndaki (MYK) tartışmaların ardından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Biraz daha çalışın, netleştirin" talimatını verdi. MYK'da Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, yargılama izninin Adalet Bakanı'na bırakılmasına karşı çıktı. Bazı MYK üyeleri ise, bu iznin "siyasi" olduğunu ve bakan tarafından verilmesi gerektiğini söyledi. İktidar üyeleri 301'den mahkum olanlara verilecek cezanın üst sınırının 3 yıldan 2'ye çekilmesinde de uzlaşamadı. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan "biraz daha çalışılması"' talimatını verdi. Böylece değişiklik yine ileri bir tarihe ertelendi. 301'in Meclis'e gelişi haftaya kaldı "Türklüğe hakaret" suçunu düzenleyen 301'inci maddesindeki değişikliğin Meclis'e gelişi haftaya kaldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Bu hafta içinde, TCK'nın 301'inci maddesiyle ilgili bir değişiklik bekleniyor mu?" sorusuna, "Hayır. Şu anda çalışmamız devam ediyor. Çalışmalar bittikten sonra, şu anda herhangi birşey yok" yanıtını verdi. Erdoğan'ın açıklaması öncesi gazetecilerin sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise, teklifin bir an önce TBMM Başkanlığı'na verilmesinde hiçbir sorun olmadığını belirterek, "Bu hafta verilmesi iyi olur. Çünkü bir sorun kalmadı" dedi. 301'inci madde konusunda, mutabakatla oluşan bir metin ortaya çıktığını anlatan Bakan Şahin, "Bu hafta verilebileceğini tahmin ediyorum. Tabii ben vermeyeceğim, milletvekili arkadaşlarımdan biri veya birkaçı verecek" diye konuştu. Mehmet Ali Şahin, bir gazetecinin, "Haftaya kalmasına gerekçe oluşturabilecek bir sıkıntı yok herhalde" sözlerine, "Bana göre bir gerekçe yok" karşılığını verdi. Şahin, "Metin üzerinde herhangi bir sorun kalmadı. Verilmesi zamanlama açısından... Teklifi verebilecek arkadaşlarımız ne düşünüyor onu bilmiyorum. Onlarla henüz görüşme imkanı bulamadım. Ama benim kişisel kanaatim; bir an önce verilmesinde hiçbir sakınca yok" dedi. "Sizin çalıştığınız metinde ceza üst sınırı konusu netleşmiş miydi?" sorusuna ise Şahin, "İçeriğiyle ilgili beyanda bulunmuyorum, usulle ilgili beyanda bulunuyorum. İçeriği, teklifi verecek arkadaşımız tarafından açıklansa daha şık olur" yanıtını verdi. Bu arada; 301'inci maddeyle ilgili değişiklik 'hükümet tasarısı' olarak değil, 'milletvekili teklifi' olarak Meclis gündemine getirilecek. Böylece, yasalaşma süreci hızlandırılacak.
  11. YÖK Aynı YÖK, Başkanların Tutumları Farklı YÖK kurulduğu 1982 yılından bu yana tam dört başkanlık dönemi yaşanmıştır. Her başkanın YÖK ve üniversitelere bakış açısı çok da değişmemekle beraber, uygulamada farklılıklar oluşturdukları bilinmektedir. Sayın Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in görev süresinin bitimi ile birlikte yeni bir başkanlık dönemi daha başlayacaktır. YÖK’ün ve üniversitelerin sorumluluğu, yukarıda belirtildiği gibi dünyanın ve insanlığın bu aralar yaşadığı yeni dönüşüm döneminde çok daha ciddi. Tabii ülkemizin geleceğini şekillendirecek olan insan gücünün yetiştirilmesi sorumluluğu olan bir kurumun başında olmak, daha yüksek bir sorumluluk gerektirmektedir. Devletin üst yönetiminde bulunan Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların, Milli Eğitim Bakanlarının elbette sorumlukları vardır, ancak Üniversite eğitimi gibi bir toplumun şekillenmesinde politika geliştirici olmanın sorumluluğu çok daha yüksektir diye düşünüyorum. YÖK’ün artık mevcut hali ile ülkemize katkı sağlayamayacağı açık. Bu aşamada yeni atanacak YÖK başkanına çok ciddi görevler düşmektedir. Yeni başkanın artık ülkemizin bir bilim politikası oluşturulması için yeni bir analiz ve yeni bir bakış açısı ile konuyu ele alıp yeni çıkış kapılarının aralanması gerektiğini göstermesi gerekir. Aksi taktirde yeni bir başkanın atanması, yeni dönemde kendine yakın kişilerin rektör ve dekan olmasını sağlayacak girişimlere yol açacaksa yine ülkemiz bundan zarar görecektir. Temennimiz bunun böyle olmamsı yönündendir. Olması durumunda da yine de eğer bazı temel hedefler oluşturabilirse, en azından bunlarda başarılı olabilir diye düşünüyoruz. Onun için birinci öncelik atanacak kişinin kim olacağından çok hangi çevrelerin etkisi ile getirileceği ve temel işlev olarak ondan ne bekleneceği çok belirleyici olacaktır. Yeni YÖK Başkanında Ne Tür Özellikler Olması İstenir YÖK başkanı olacak hocamızın ne yönde öncelik göstereceği, bu anlamda özgür bir iradeye sahip olup olamayacağı, güven ve motivasyon kazandırıp kazandırmayacağı çok önemli olacaktır. YÖK gibi üniversitelerin koordinasyonunu oluşturan, ulvi özelliği olan önemli makama, ağırlığı olan özellikli kişinin atanması önemli. makamın mutlaka akademisyen özellikli kişiler tarafından doldurulması gerekir. Tabii YÖK üyelerinin de donanımlı olması önemli. Yükseköğretim Üst Yönetimlerine Atanmanın Kriterlerinin Olması Gerekir. Doğal olarak YÖK Başkanı adayı için de seçilme ve atanma kriterlerin belirlenmesi gerekir. Maalesef bugüne kadar bu konuda herhangi bir talep de oluşmamıştır. YÖK’ün kurulduğu olağan üstü koşullarda Cumhurbaşkanının takdirine bırakılan süreç halen devam ediyor. Cumhurbaşkanın takdirine saygı duymakla beraber, yeni YÖK başkanı adayın belirlenmesinde arzumuz, ülkemizi bilimsel yönde geliştirecek, üniversiteleri kucaklayacak, üniversite özerkliğini savunacak bilgi, yetenek ve istekte bir hocamızın olması yönünde olur. Yükseköğretimin Üst Kurumları İçin Atama Kriterleri Olmadığı İçin Nitelikli Adaylar Çıkmamaktadır Bugün ülkemiz bilim ve eğitim kurumlarının ciddi yönetim ve yönetici sorunu olduğu dikkate alındığında YÖK başkanlığına nasıl ve ne nitelikte bir yöneticinin atanacağı merak konusudur. Temelde YÖK’ün yönetici belirleme işlemindeki sübjektif süreç nedeniyle maalesef yeterli donanıma sahip olan çok sayıda kişinin üniversite yönetimlerine ve diğer organlara aday olmak istemedikleri bilinmektedir. Yeni başkanın mutlaka üniversite üst yönetimlerine üniversiteyi üniversite yapacak liyakatle nitelikli kişilerin ölçütlere göre gelmesini sağlayacak süreçlerin önünü açacağı beklenilmektedir. Atamada İlgili Kurumların Görüşünün Alınması Önemli Ayrıca atanacak YÖK başkanı için Üniversitelerarası Kurul, Üniversite Öğretim Üyeleri, Öğretim Üye ve Görevlileri Dernekleri, Öğrenciler, TÜBİTAK, TÜBA gibi ilgili birimlerin görüşlerinin alınması ayrıca yararlı olacaktır. Sorunu siyaset üstü yaklaşımla ele alarak ülkemizin uzun süreçli çıkarlarını düşünerek konuyu daha yüksek düzeyde değerlendirmek gerekir. Tabii bu kurum ve kuruluşların da YÖK, Yeni bir Yükseköğretim yasası isteyip istemedikleri ve kurumun başına hangi özellikler ve kriterlere sahip adayın seçilmesini istediklerini ve bu konudaki düşündüklerini açıklamaları gerekir. Kimin Atanacağı Değil, Ne Yapmak İstediği Önemli Sorun YÖK’ün yanlış kurgulanmasındadır. Günümüzde sürecin çok hızlı değiştiği bir durumda 25 yıl önce o dönemin koşullarında kurulan ve anayasanın 130. Ve 131. Maddeleri ile günümüze kadar korunan YÖK’ün mutlaka çağa uygun hale getirilmesi gerekir. Bu işleyişle ülkemizin sürekli bilgi satın alma yönünden gelişmiş ülkelere bağımlı hale geldiği görülmektedir. Sürecin bu şekilde devam etmesi yanlışta ısrar etmek anlamına gelecektir. Ülkemizde yeni bir Yükseköğretim Yasası hazırlanmadan, üniversiteler bilimden yana özerk bir yapıya kavuşmadan gerçek anlamda bir yüksek öğrenim sağlanamaz ve ülkemiz bilimi dünyada saygınlığını koruyamaz. Onun için yeni başkanın kim olacağı sorusundan öteye atanacak kişinin üniversitelerin geleceğine yönelik ne düşündüğü ve ne yapacağı veya yapabilme kapasitesinde olması daha önemlidir. YÖK başkanın hepsinden önemlisi ülkemize yeni bir Yükseköğretim Yasasının nasıl kazandırılacağı konusunda ne düşündüğü de önemli. Bir kez daha tekrarlarsak: dışa bağımlı pazara ve sanayiye mi, bilim ve düşünce mi ikilemi, en önemli belirleyici unsur olacaktır. Sonuç olarak, dileğimiz akademisyen özelliği ağır basan, bilimsel gelişmelere önemli bir katkı sunacak bir hocamızın atanmasıdır. Aksi durumda geçmişte olduğu gibi bugün de muhafazakar ve denetleyici işlevlerini sürdürecek bir YÖK yapılanması hiçbir değişim ve dönüşüm sağlayamaz. Esas yaklaşım, bugünkü YÖK’ün tümden dönüştürülmesi, “Fikri Hür, İrfanı Hür” bir ortamda, temel bilimsel çalışmalara öncelik verilmesi olacaktır. Küresel figüranlar değil, yaratıcı bir toplum oluşturulması olacaktır. Esas sorun da sanırım burada. Biz biz olacak mıyız? Aksi taktirde değişimi yaratan değil, mevcutlara uyarlanan hiyerarşik YÖK’e Başkan atanması yapılmış olur ki bu ülkemize yarar getirmez. YÖK Başkanlığı, beklentimiz yönünde olsun veya olmasın yetenek gerektiren önemli bir makamdır. Hukuk ve ekonomi bilgisi de ayrıca önemli. Sosyal ilişkiler, öğrenci ve öğretim görevlileri ve devlet düzeyindeki ilişkileri de artık önem teşkil etmektedir. Devlet protokolünde en ön sıralarda yer alan YÖK Başkanlığına mutlaka makamın ağırlığı yanında bilimsel erki ispatlanmış, yabancı dil bilen, kültürel alt yapısı gelişmiş temsil ve yönetme yeteneği gelişmiş bir hocamızın atanması üniversiteler tarafından saygı ile karşılanacaktır. Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
  12. Dünya Günümüzde Büyük Bir Alt-Üst Oluş Sürecinden Geçerken Bilimin, ve Üniversitelerin Önemi Ön Plana Çıkmaktadır Üniversiteler hızla dönüşmekte, düşün-felsefe-bilim-sanat yerine günlük teknolojilerin oluşturulması ve rekabet koşullarına uyarlanmaları beklenmektedir. İnsanlık tarihinin üçüncü büyük dönüşümü olarak tanımlanabilecek iletişim, bilgi teknolojisi ve ekonomik rekabetin gerçekleştiği bu dönemde üniversitelerin rolü eskisine göre farklılaşmış ama azalmamıştır. Böyle yoğun bilginin üretildiği ve bütün alt ve üst yapıların yeniden şekillendiği bir dönemde özellikle finans ve tüccar üst sınıfların kendine uygun bilgiyi üretmek ve ürettiği bilgiyi stratejiye dönüştürmek ve bu yolla bulunduğu konumu korumak ve yükseltmek ister. İşte bugünlerde dünya bilgiyi üreten ve bilgiyi satın alan ülkeler olarak yavaş yavaş saflara ayrılmaya başlamışlardır. Eskiden de günümüzde de bilgi aynı zamanda bir kontrol ve sömürü aracı olarak kullanılmak istenmiştir. Ülkemiz tarım ve sanayi devriminden sonra yaşanan bu üçüncü dönüşümün filizlendiği geçen yüzyılın ikinci yarıyılında özellikle de son çeyreğinde üniversitelerinin önünü açacağı yerde, bunların özerkliğini sınırlandırarak kendi içine kapalı bir devlet dairesi konumuna getirdi. Daha önce de belirtildiği gibi YÖK ile birlikte üniversiteler nitelik yönünden Türkiye’nin coğrafi, ekonomik ve nüfus büyüklüğüne oranla gelişmedi, dünya bilimine katkısı %1 düzeyinden öteye geçemedi. Bu tespite benzer yaklaşımlar YÖK strateji raporunun satır aralarında da okunabilir. Temelde ülkelerin gelişmesi, bilgi ve teknoloji üretimi ile üniversitelerin gelişmişliği arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır. ABD AB ve Japonya gibi ülkeler başta kimya, ilaç ve silah alanında patentler yaparak bunu bir getiriye dönüştürmektedir. Bir ülkenin gelişmişliği ile ülkenin bilim ve eğitim politikası arasında doğrudan bir ilişkinin varlığı insanlığın önemli bir deneyimidir. Savaşların şiddeti ve üstünlük kurma da önemli oranda bu teknoloji mücadelelerine bağlı gelişmektedir. Bunun en açık örneği yanı başımızda bizi de içine alan Ortadoğu’da Arap yarım adası dahi bütün Kafkas Bölgesi batılıların silah üstünlüğü ile içinden çıkılamaz çatışma alanlarına dönüştürülmüştür. Maalesef bu durumda bilimin kirli savaşa alet edilmesi ile gerçekleşmektedir. Ne yazık ki bugün bilim ve politika da iç içe bulunmaktadır. Ancak teknolojik ilerilik ile milli gelir doğrudan ilintili değildir. Kuveyt ve Suudi Arabistan kişi başına milli gelir yönünden dünyanın ilk sıralarında yer alırlar, hatta her ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydedirler. Ancak bilimsel bilgi üretiminde dünyada hiçbir etkileri bulunmadığı da bir gerçektir. Ülkemizin bu gerçeği görerek bilimde öncü olması gerekir. YÖK Üniversitelerin Özerklik Anlayışına Uygun Değildi Türkiye’nin bilimsel itibarının uluslararası alanda istenilen düzeyde olmadığı hepimizin malumudur. Bugüne kadar konu çok yazıldı, ne yazık ki ülkemizin bilimsel gelişmesi için istenilen ölçüde bir ilerleme sağlanamadı. YÖK’ün kurulması sırasında yeni üniversite öğrencisiydim. Olağanüstü koşullarda düşüncenin yeterince açıklanamadığı dönemde basına sınırlı oranda akan bilgiye göre ülkemizin seçkin bilim insanları Türkiye’nin bilimsel geleceğinin bu yasa ile zarar göreceği, üniversitelerin kalitesinin düşeceği belirtiliyordu. Bugün o söylemler haklı konuma geldi ve artık bugünkü üniversite atmosferi ve akademik profili ile ülkemizin çağı aşması ve yeni yaklaşımlar getirmesi beklenilmemektedir. Bugünkü yapı ile üniversiteler, ne aydınlanma anlamında, ne de teknoloji yaratımı anlamında bekleneni vermemektedir. Kendini Sorgulamaktan Uzak Üniversiteler, Üniversite Olamıyor Kurulduğundan bu yana arada geçen 25 yıl sonra bugün ülkemiz üniversiteleri ve YÖK her yönü ile sokak tarafından bile sorgulanabilir durma gelmişken üniversiteler kendilerinin sahip oldukları çalışma metodu olan sorgulama ve araştırmadan itina ile uzak durmaktadırlar. Üniversitelerin kendi kendisini sorgulamadan uzak tutması üniversitenin bir okul gibi algılanmasını doğurmakta ve bu durum söz konusu kurumlarda yetişen akademisyenlerin de üniversiteyi gördükleri gibi kabul etmesine neden olmaktadır. En tehlikeli olanı da budur ve bugün çok sayıda akademisyen üniversitelerimizin mevcut işleyiş biçimini gerçek üniversite gibi algılamaktadır. Açık söyleyelim, en azından benim dünyanın değişik ülkelerinde gezerek gördüğüm üniversitelerin atmosferi ile bizim üniversite atmosferlerimiz birbirine benzemiyor. Tabii bunların derin neden-sonuç ilişkileri bulunmaktadır. Birçok yönden bu konunun irdelenmesi gerekir. Türkiye’nin Tek Şansı Bilim ve Teknolojiye Öncelik Vermesidir Belirtildiği gibi artık bu anlayışla ne neo liberal gelişmelere bağlı yeni iletişim ve bilgi teknolojisi ve ekonomisi devrimine katkı yapması şansı, ne de aydınlanma-ufuk açma potansiyeli olmadığı ortada. Bilinen bilgiyi zor kavrayan ve sürekli başkasının ürettiği bilgiyi alan ve her yönden bağımlı hale gelen toplumumuzun çağa yön verme şansı şimdilik yok. Ancak halen genç nüfusu ve istekli insan potansiyeli ile sıçrama yapabilir. Bu da yine özerk üniversite ve özgür ortamda yüksek eğitimle gerçekleşebilir. Bunun ispatı dünyada bin küsur yıldır denendiği bugünkü gelişmiş ülkelerin geldikleri bilgi üretme düzeyinde üniversitelerin oynadığı roldür. Yeni YÖK Başkanın Omuzlarındaki Yük Çok Daha Büyük Olacak Tam da bugünlerde Yükseköğretimden sorumlu YÖK’E yeni başkan atanacağı dönemde ülkemiz üniversitelerinin geleceği ile toplumumun geleceği arasındaki yüksek ilişkinin sorumluluğu, yeni başkanın omuzlarına şimdiden yüklenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla yeni seçilecek veya atanacak YÖK Başkanının, ülkemiz bilimine ve teknolojisine ne katacağı ve söz konusu olan yeni iletişim, bilgi teknolojisi ve ekonomisi devrimi treninde Türkiye’nin yerinin ne olacağı açısından çok önemlidir. Aydınlanma yarışında da çok önemli olacaktır. dün sanayi devrimi ve onun ardından aydınlama sürecini kaçırdığımız için şimdi halen geçmişin sıkıntılarını yaşamaktayız. İnsanımızın ve ulusumuzun yüz yıl sonra bugünün insanını sorumlu tutmasını istemiyorsak, yarını düşünerek hareket etmemiz gerekir.
  13. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Bakla..............
  14. Yanii.ama ben kapımı degiştiydim agustos böceginn boyu yetmes bide tel kapı yaptırdım asla bana bu kış ulaşamas Hyır kimse çalmasın sessizlik çok daha hakim sessi duyamam zaten
  15. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Fal..........................
  16. Çıksssss kimse çalmasın işte
  17. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Türk kahfesi............
  18. Elmalı kurabiye isteyen buyursun tutmadı...... Pasta sefiyorsun.....
  19. Zülfü Livaneli.......Karlı kayın..........
  20. Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    muzlusüt..............
  21. Komacan kollu,sevgi dolu gibi görünenisin,pembiş kıyafetlissin......
  22. Yayamaz Kayımca şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    Neden, niye kısıyorsunus?yasık degilmi
  23. Sezen Aksu..................İstanbul İstanbul olalı...............
  24. Sabahlara dek kitap okumayı,resim çizmeyi delilikley yapmayı ösledim....
  25. Degişik bir kitap edindim onu okumak isityorum.....müsadenizle yanlız kalmak istiyoyum.....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.