Zıplanacak içerik

ugurozaltin

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ugurozaltin tarafından postalanan herşey

  1. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    DUA ALLAHIM KENDİNİ BİR ŞEY ZANNEDEN DENGESİZLERİN DİLİNE DÜŞMEKTEN KARADUL GİBİ KARA CAHİL KULLARINA ÇATMAKTAN RUHU KARA BALÇIĞA DÖNMÜŞ ŞİZOFRENLERDEN SANA SIĞINIRIM ALLAHIM
  2. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    Evliya Gibi Kişi Neden İmansız Öldü? Hani bakarız kişinin konuşmalarına anlattıklarına da, deriz ki, “evliya gibi adam”!... Ama bir de bakarlar ki, o kişi “imansız” gitmiş yeni yaşam boyutuna!. İnanılmaz gelir bu bize!... Ortaya koyduğu fiiller veya konuşmalar yahut görünüşü, bizde “evliyadan” zannını oluşturacak kadar belirgin olmasına karşın, neden böyle bir kişi “imansız” olarak yeni yaşam boyutuna geçer? Bu konuyu sorguladığımda şöyle bir olay müşahede ettim... Hepimizin bildiği meşhur açıklaması vardır Rasûlullah aleyhisselâmın: “Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölümü tadar; o hâl üzere bâs olur ve o hâl üzere kâbir âleminden mahşer âlemine geçer!.” Anlam olarak böyle açıklama. Şimdi beynin çalışma sistemi hakkında şu bilgiyi hatırlayalım... Beyinde iki tür hafıza-bellek (memory) mevcut... Birincisi “short term memory” yani kısa süreli bellek-hafıza, diğeri de uzun süreli hafıza (long term memory)... Kısa süreli hafıza yani önbellek, gün içinde kullandığımız verilerin muhafaza edildiği; anlık değerlendirmelerin yapılarak fiilleri ortaya çıkartan bölüm. Bu bazen birkaç saat, bazen de uyanık kaldığımız süreye kadar uzanan bir süreç. Önbellekte çalışma yapan bilinç, kendisinin gerekli gördüğü bu sürecin sonunda elindeki verileri bazen ana hafızaya aktarıyor bazen de aktarmadan silip atıyor. Tıpkı bilgisayardaki RAM ile Hard Disk gibi... Ancak burada şu hususu iyi anlayalım.. Biz yıllar içinde edindiğimiz bilgileri, şartlanmaları ve değer yargılarını, hatta genetik yoldan bize intikal eden verileri ana hafızada barındırırken; ön bellekte ise, (Ram karşılığı olan) bilinç, bedenden beyne ulaşan istek ve dürtüleri, hormonal yoldan gelen itmeleri ve dahi oluşan duyguları esas alarak, içinde bulunduğumuz anı değerlendirir. Önbellek bu süreçte gerek gördükçe ana bellekten de yararlanır!. Meselenin püf noktası işte buradadır düşünceme göre! Zekâ veya akıl ön bellekte işini görürken, yani bir konuda karar verme durumundayken, ana bellekte ne kadar doğru ve mantıklı bilgi ve değer yüklenmiş olursa olsun, daima bedensel dürtüleri ve duyguları da dikkate alır; ve hatta onların etkisi altında karar verir!. Bedensel dürtüler veya duygular ise, başta hormonal üretim olmak üzere, bedenin tüm biyokimyası ile çok yakından ilgilidir. Konu içinde olanların yakından bildikleri üzere, çeşitli hormonların aşırı veya yetersiz üretilmesi kişinin psikolojik dengesi üzerinde önemli değişiklikler veya büyük dengesizlikler oluşturabilir. İşte bu durum yani bedensel dürtüler; astrolojik etkiler, şartlanmalar veya yanlış bilgiler, önbellek havuzunda toplanan veri girdilerinin değerlendirilmesinde son derece önemli rol oynayarak; kişinin ana bellek veri tabanındaki bir takım doğru ve gerçek bilgilere rağmen, olması gerekenin aksi istikâmette davranışlar ortaya koymasına, yanlış değerlendirmeler ve uygulamalar yapmasına yol açabilir. Kişisel kanâatim odur ki, karaciğerin sağlık düzeninin bozulması, bünyenin çeşitli metabolik ve biokimyasal dengelerini değiştirmekte; bu durum da otomatik olarak beyne yansıyarak, zeka veya aklın önbellekte yaptığı değerlendirmelerde pek çok yanlışlara yol açmaktadır. Bu yüzden karaciğere zarar veren her şeyden kesinlikle kaçınmak gerekir beyin sağlığımız ve sağlıklı düşünce yapısına sahip olmamız için!. Nefs kelimesiyle işaret edilen şuur (beden değil), önbellekteki değerlendirmeleri sırasında, astrolojik etkiler, bedensel dürtüler ve duyguların yoğun bombardımanına rağmen; ana belleğinde bulunan gerçekçi verilere göre yaşamına yön verebilirse, o kişinin dünyası da âhireti de mamûr olur. Bu da ancak onun bilincini, “nefsini tezkiye etmesi” ile, yani tasavvuf terbiyesi ve İslâm Dini verileriyle arındırmasıyla mümkün olur. Bunu gerçekleştiremez ise, o zaman da, hem yaşamı hem de geleceği hayli sorunlu olacak demektir!. Önce 40 vakit olarak namaz teklif edilmişken, sonuçta 5 vakit namaz yaşanmasındaki amaç da işte bu noktada konumuzla çakışmaktadır. Niçin 5 vakit namaz? KUR'AN'I EN İYİ DEĞERLENDİREN KİŞİ OLARAK RASÛLULLAH Muhammed Mustafa aleyhisselâm 5 vakit namaza devam etmiş ve tüm çevresiyle de bunu yaşamı boyunca uygulamıştır! Bizim olayı değerlendirme yönümüz itibariyle, bu olaydaki ana amaç şudur. Daha önce de çeşitli konular arasında anlattığımız üzere, Namaz yaşanan bir olaydır, kılınmanın ötesinde!. “Vay o namaz kılanların hâline ki Namazlarından gaflet içindedir” hükmünü düşünelim... Yani... Kişi, namaza durduğu zaman, “Fatiha’sız Namaz olmaz” hükmünce, okuduklarının manasını düşünür ve yaşar. Bu düşünceyle de, namaza girmiş olur!. Bu düşüncenin sonucudur ki, beden varlığının kendisinin kullandığı geçici bir araç olduğunu; kendisinin, beden ötesi bir varlık ve hatta “halife” olarak, özündeki “ilahî” kuvveleri keşfetmek; bunları “kuvve”den “fiile” çıkarmak; bu kuvvelerle donanımlı olarak ölüm ötesi boyuta geçmek zorunda olduğunu farkeder ve hisseder. İşte bu hissediş ve hatırlayış, kişinin önbellekteki düşünsel faaliyetlerine ve yaşama bakış açısına kazandırdıklarıyla, bir sonraki vakte kadar yaşamına yön verir. Bu da en azından 5 vakte bölünmüştür kişinin uyanık olduğu süreç içinde... Önbellek çalışma düzenine bağlı olarak!. Böylece kişi “iman” hâli içinde yaşar bir sonraki vakte kadar!. Esasen, namaz vakitle kayıtlı olmayıp; her vaktin namazı söz konusudur!. Bir kişi din bilgilerini hatmetmiş, tasavvuf bilgilerini ezberlemiş; en ince ayrıntısına kadar ana belleğine yerleştirmiş ve gerek duyduğunda da tıpkı bir bilgisayar gibi bütün bunları tekrarlıyor olabilir!. Bu hâliyle de o, herkesin onu “evliya”dan gibi görmesine rağmen, bir felsefeci olmaktan öteye geçemez!. Eğer, bilinci, yaşadığı andaki değerlendirmeleri sürecinde, bedensel dürtülerine esir olmaktan kendini alakoyamıyorsa; veya duyguları yüzünden, akla mantığa ve ana belleğindeki “iman bilgilerine” rağmen, onlara ters düşen davranışlar sergiliyorsa; sonuçta “imanî gerçeklerden” perdelenerek o anki fiillerini ortaya koyuyorsa; böyle bir hâl içindeyken “imansız” olarak ölümü tatması işten bile değildir!. Bâs oluşu da “imansız” olarak gerçekleşecektir elbette bu durumda!. İşte bu nedenledir ki, kendinin ölüm ötesi sonsuz yaşam için varolmuş bedensiz varlık olduğuna iman etmemek anlamına gelen beden dürtülerine veya duygularına tâbi olarak aklın gereklerine ters düşen davranışlar ortaya koymak, sonuçta kişinin önbellekte yaşanan bu “imansızlık” hâliyle ölümü tatmasına yol açar!... Bilgisine, konuşmalarına hayran olan insanlar, onu “veli” sansalar dahi!. Bu konu aslında çok geniş bir konu... Bana bu konuda açılanın ana hatlarını sizlerle paylaşmak istedim. Sizler de bu konuda düşünerek daha pek çok detayı keşfedebilirsiniz elbette... Yüksek kolestorolün veya hormonal dengesizliklerin beyinde nasıl etkiler oluşturarak, psikolojiyi ne şekilde etkileyebileceğini düşünüyor muyuz? Karaciğere zarar veren maddeler kullanımı sonucu metabolik dengelerin etkilenmesiyle, beynin, vücudun değişen biyokimyası altında ne tür psikolojik dengesizliklere girebileceğini hatırımıza getiriyor muyuz? Dedim ya, konu sanırım benim yazdıklarımdan çok daha kapsamlı... Ve insanlık şu anki bilgisiyle bu konuda henüz, baltayla beyin ameliyatı yapma düzeyinde gibi! Beynimize, karaciğerimize ve hormonal dengemize zarar verecek şeylerden uzak durmamız, belki de bize ölüm ötesi sonsuz yaşamın hiç farkında olmadığımız güzelliklerini kazandıracaktır... Bu konuyu iyi düşünelim. AHMED HULÛSİ 29 Haziran 2003 NC, USA
  3. Evliya Gibi Kişi Neden İmansız Öldü? Hani bakarız kişinin konuşmalarına anlattıklarına da, deriz ki, “evliya gibi adam”!... Ama bir de bakarlar ki, o kişi “imansız” gitmiş yeni yaşam boyutuna!. İnanılmaz gelir bu bize!... Ortaya koyduğu fiiller veya konuşmalar yahut görünüşü, bizde “evliyadan” zannını oluşturacak kadar belirgin olmasına karşın, neden böyle bir kişi “imansız” olarak yeni yaşam boyutuna geçer? Bu konuyu sorguladığımda şöyle bir olay müşahede ettim... Hepimizin bildiği meşhur açıklaması vardır Rasûlullah aleyhisselâmın: “Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölümü tadar; o hâl üzere bâs olur ve o hâl üzere kâbir âleminden mahşer âlemine geçer!.” Anlam olarak böyle açıklama. Şimdi beynin çalışma sistemi hakkında şu bilgiyi hatırlayalım... Beyinde iki tür hafıza-bellek (memory) mevcut... Birincisi “short term memory” yani kısa süreli bellek-hafıza, diğeri de uzun süreli hafıza (long term memory)... Kısa süreli hafıza yani önbellek, gün içinde kullandığımız verilerin muhafaza edildiği; anlık değerlendirmelerin yapılarak fiilleri ortaya çıkartan bölüm. Bu bazen birkaç saat, bazen de uyanık kaldığımız süreye kadar uzanan bir süreç. Önbellekte çalışma yapan bilinç, kendisinin gerekli gördüğü bu sürecin sonunda elindeki verileri bazen ana hafızaya aktarıyor bazen de aktarmadan silip atıyor. Tıpkı bilgisayardaki RAM ile Hard Disk gibi... Ancak burada şu hususu iyi anlayalım.. Biz yıllar içinde edindiğimiz bilgileri, şartlanmaları ve değer yargılarını, hatta genetik yoldan bize intikal eden verileri ana hafızada barındırırken; ön bellekte ise, (Ram karşılığı olan) bilinç, bedenden beyne ulaşan istek ve dürtüleri, hormonal yoldan gelen itmeleri ve dahi oluşan duyguları esas alarak, içinde bulunduğumuz anı değerlendirir. Önbellek bu süreçte gerek gördükçe ana bellekten de yararlanır!. Meselenin püf noktası işte buradadır düşünceme göre! Zekâ veya akıl ön bellekte işini görürken, yani bir konuda karar verme durumundayken, ana bellekte ne kadar doğru ve mantıklı bilgi ve değer yüklenmiş olursa olsun, daima bedensel dürtüleri ve duyguları da dikkate alır; ve hatta onların etkisi altında karar verir!. Bedensel dürtüler veya duygular ise, başta hormonal üretim olmak üzere, bedenin tüm biyokimyası ile çok yakından ilgilidir. Konu içinde olanların yakından bildikleri üzere, çeşitli hormonların aşırı veya yetersiz üretilmesi kişinin psikolojik dengesi üzerinde önemli değişiklikler veya büyük dengesizlikler oluşturabilir. İşte bu durum yani bedensel dürtüler; astrolojik etkiler, şartlanmalar veya yanlış bilgiler, önbellek havuzunda toplanan veri girdilerinin değerlendirilmesinde son derece önemli rol oynayarak; kişinin ana bellek veri tabanındaki bir takım doğru ve gerçek bilgilere rağmen, olması gerekenin aksi istikâmette davranışlar ortaya koymasına, yanlış değerlendirmeler ve uygulamalar yapmasına yol açabilir. Kişisel kanâatim odur ki, karaciğerin sağlık düzeninin bozulması, bünyenin çeşitli metabolik ve biokimyasal dengelerini değiştirmekte; bu durum da otomatik olarak beyne yansıyarak, zeka veya aklın önbellekte yaptığı değerlendirmelerde pek çok yanlışlara yol açmaktadır. Bu yüzden karaciğere zarar veren her şeyden kesinlikle kaçınmak gerekir beyin sağlığımız ve sağlıklı düşünce yapısına sahip olmamız için!. Nefs kelimesiyle işaret edilen şuur (beden değil), önbellekteki değerlendirmeleri sırasında, astrolojik etkiler, bedensel dürtüler ve duyguların yoğun bombardımanına rağmen; ana belleğinde bulunan gerçekçi verilere göre yaşamına yön verebilirse, o kişinin dünyası da âhireti de mamûr olur. Bu da ancak onun bilincini, “nefsini tezkiye etmesi” ile, yani tasavvuf terbiyesi ve İslâm Dini verileriyle arındırmasıyla mümkün olur. Bunu gerçekleştiremez ise, o zaman da, hem yaşamı hem de geleceği hayli sorunlu olacak demektir!. Önce 40 vakit olarak namaz teklif edilmişken, sonuçta 5 vakit namaz yaşanmasındaki amaç da işte bu noktada konumuzla çakışmaktadır. Niçin 5 vakit namaz? KUR'AN'I EN İYİ DEĞERLENDİREN KİŞİ OLARAK RASÛLULLAH Muhammed Mustafa aleyhisselâm 5 vakit namaza devam etmiş ve tüm çevresiyle de bunu yaşamı boyunca uygulamıştır! Bizim olayı değerlendirme yönümüz itibariyle, bu olaydaki ana amaç şudur. Daha önce de çeşitli konular arasında anlattığımız üzere, Namaz yaşanan bir olaydır, kılınmanın ötesinde!. “Vay o namaz kılanların hâline ki Namazlarından gaflet içindedir” hükmünü düşünelim... Yani... Kişi, namaza durduğu zaman, “Fatiha’sız Namaz olmaz” hükmünce, okuduklarının manasını düşünür ve yaşar. Bu düşünceyle de, namaza girmiş olur!. Bu düşüncenin sonucudur ki, beden varlığının kendisinin kullandığı geçici bir araç olduğunu; kendisinin, beden ötesi bir varlık ve hatta “halife” olarak, özündeki “ilahî” kuvveleri keşfetmek; bunları “kuvve”den “fiile” çıkarmak; bu kuvvelerle donanımlı olarak ölüm ötesi boyuta geçmek zorunda olduğunu farkeder ve hisseder. İşte bu hissediş ve hatırlayış, kişinin önbellekteki düşünsel faaliyetlerine ve yaşama bakış açısına kazandırdıklarıyla, bir sonraki vakte kadar yaşamına yön verir. Bu da en azından 5 vakte bölünmüştür kişinin uyanık olduğu süreç içinde... Önbellek çalışma düzenine bağlı olarak!. Böylece kişi “iman” hâli içinde yaşar bir sonraki vakte kadar!. Esasen, namaz vakitle kayıtlı olmayıp; her vaktin namazı söz konusudur!. Bir kişi din bilgilerini hatmetmiş, tasavvuf bilgilerini ezberlemiş; en ince ayrıntısına kadar ana belleğine yerleştirmiş ve gerek duyduğunda da tıpkı bir bilgisayar gibi bütün bunları tekrarlıyor olabilir!. Bu hâliyle de o, herkesin onu “evliya”dan gibi görmesine rağmen, bir felsefeci olmaktan öteye geçemez!. Eğer, bilinci, yaşadığı andaki değerlendirmeleri sürecinde, bedensel dürtülerine esir olmaktan kendini alakoyamıyorsa; veya duyguları yüzünden, akla mantığa ve ana belleğindeki “iman bilgilerine” rağmen, onlara ters düşen davranışlar sergiliyorsa; sonuçta “imanî gerçeklerden” perdelenerek o anki fiillerini ortaya koyuyorsa; böyle bir hâl içindeyken “imansız” olarak ölümü tatması işten bile değildir!. Bâs oluşu da “imansız” olarak gerçekleşecektir elbette bu durumda!. İşte bu nedenledir ki, kendinin ölüm ötesi sonsuz yaşam için varolmuş bedensiz varlık olduğuna iman etmemek anlamına gelen beden dürtülerine veya duygularına tâbi olarak aklın gereklerine ters düşen davranışlar ortaya koymak, sonuçta kişinin önbellekte yaşanan bu “imansızlık” hâliyle ölümü tatmasına yol açar!... Bilgisine, konuşmalarına hayran olan insanlar, onu “veli” sansalar dahi!. Bu konu aslında çok geniş bir konu... Bana bu konuda açılanın ana hatlarını sizlerle paylaşmak istedim. Sizler de bu konuda düşünerek daha pek çok detayı keşfedebilirsiniz elbette... Yüksek kolestorolün veya hormonal dengesizliklerin beyinde nasıl etkiler oluşturarak, psikolojiyi ne şekilde etkileyebileceğini düşünüyor muyuz? Karaciğere zarar veren maddeler kullanımı sonucu metabolik dengelerin etkilenmesiyle, beynin, vücudun değişen biyokimyası altında ne tür psikolojik dengesizliklere girebileceğini hatırımıza getiriyor muyuz? Dedim ya, konu sanırım benim yazdıklarımdan çok daha kapsamlı... Ve insanlık şu anki bilgisiyle bu konuda henüz, baltayla beyin ameliyatı yapma düzeyinde gibi! Beynimize, karaciğerimize ve hormonal dengemize zarar verecek şeylerden uzak durmamız, belki de bize ölüm ötesi sonsuz yaşamın hiç farkında olmadığımız güzelliklerini kazandıracaktır... Bu konuyu iyi düşünelim. AHMED HULÛSİ 29 Haziran 2003 NC, USA
  4. DEMOKRASİ DEMEK HERKESİN KAFASINA HER ESTİĞİNİ YAPABİLMESİ DEĞİLDİR. GERÇEK DEMOKRASİ KİŞİNİN HADDİNİ BİLMESİDİR TOPLUMSAL KESİMLER BİR MOTORUN PARÇALARI GİBİDİR.EN KÜÇÜK BİR PARÇANIN DENGESİZLİĞİ MOTORU YAKABİLİR.YÖNETİCİLER TOPLUMUN NABZINI/MOTORUN DURUMUNU GÖSTERGELERDEN ÇOK İYİ GÖRMELİDİR ASLINDA SORUN TÜRBAN DEĞİLDİR O İŞİN SADECE KILIFIDIR ASLINDA ESAS SORUN GÜVEN BUNALIMIDIR. GEÇMİŞTE BAZI SİYASİLERİN DENGESİZ SÖZ VE DAVRANIŞLARI OLAYI BURALARA KADAR SÜRÜKLEMİŞTİR. İNANCA EN ÇOK HASSAS OLMASI GEREKENLER MAALESEF EN SORUMSUZ AÇIKLAMALARI DA YAPMIŞLARDIR. HAFIZANIZI BİRAZ ZORLAYIN BAK NELER HATIRLAYACAKSINIZ HASAN MEZARCILARI, RİZE BEL BAŞKANI ŞEVKİ YILMAZLARI, KARA SESLERİ, UNUTTUKLARIMI DA SİZ EKLEYVERİN LÜTFEN
  5. KARTALİLHAN IN SAPTAMALARI ÇOK YERİDE HEMŞİRE OKULU İMTİHANLARINA GİREN BİR ÖĞRENCİ, <<BEN BEYAZ KIYAFETLER GİYMEM ,KIPKIRMIZI GİYİNİRİM >> DEMELÜKSÜNE SAHİP DEĞİLDİR KURUMSAL KURALLAR KİŞİSEL KEYFİYETLERE GÖRE AYARLANAMAZ.O ZAMAN CURCUNA OLUR.İŞLER KARIŞIR. AYNI ŞEY DİNİ AÇIDAN DA GEÇERLİDİR.HİÇ BİR İMAM << BEN EZANDA OKURUM MİNAREDEN TÜRKÜDE SÖYLERİM>> DİYEBİLİR Mİ ? DÜZEN DEMEK HER ŞEYİN YERLİ YERİNDE OLMASI VE KULLANILMASIDIR..
  6. MAALESEF İNSANLARI İŞ POTANSİYELLERİNE GÖRE SINIFLANDIRIP ÇALIŞTIRMAK HİÇ GÖRÜLMEYEN Bİ ŞEY. BELKİDE BU HALLERE DÜŞÜŞÜMÜZÜN EN BAŞ ETKENLERİNDENDİR. DEVLET DAİRELERİ <<SENİN ADAMIN, ONUN ADAMI >> HESAPLARIYLA DOLDURULDU YILLARCA. NERDE BİR BECERİKSİZ VE BİLGİSİZ VARSA EN BÜYÜK TORPİLLE EN KABA KOLTUĞU O KAPMIŞTIR.BEN BU KONUDA NELER GÖRDÜM HAYRET EDERSİNİZ. ÖRNEK : BİZİM ORTAOKULUMUZUN MÜDÜRÜ ARABA ALMIŞTI.SIFIR KİLOMETRE. YOLDA KALMIŞ BİR GÜN. BİRİLERİNİ ÇAĞIRMIŞ ARABAYA NE OLDU DİYE. ŞÖFÖR Bİ BAKMIŞ. BENZİN GÖSTERGESİ SIFIRI TÜKETMİŞ. BUNUN BENZİNİ KALMAMIŞ DEMİŞ BİZİM MÜDÜR NE DEMİŞ DERSİNİZ << ANAAA BUNA BENZİNDE Mİ ALIP DURACAĞIZ >>> ALLAH'A ŞÜKÜR O MÜDÜR BİZİM HİÇ BİR DERSİMİZE GELMEDİ. ZATEN EN İYİ YAPTIĞI İŞ ÖĞRENCİYİ İYİ DÖVERDİ.GARANTİLİ. DEVLET HALKIN İNANÇLARINI İNANDIĞI ŞEKİLDE SAĞLIKLI YAŞAYABİLMESİ İÇİN DEVLET YÖNETİCİLERİNİN EŞİT MESAFEDE LAİK VE ADİL OLMASI ŞARTTIR ZORUNLUDUR.
  7. ugurozaltin şurada cevap verdi: ugurozaltin başlık Güncel Konular
    HÜKÜMET AB EK PROTOKOLÜNÜ İMZALADIĞINA BİN PİŞMAN EDİLECEK GALİBA AB KÜRT KARTINI YİNE DEVREYE SOKUP ŞANTAJ YAPACAK ABD K. IRAK TA AKLINI BAŞINA TOPLUYOR, KÜRTLERİ ONLARDA TANIYOR HESAPLAR 1 YIL İÇİNDE TERSİNE DÖNEBİLİR
  8. ugurozaltin şurada cevap verdi: ugurozaltin başlık Güncel Konular
    İBADETLERİN HİKMETLERİ BEYNİN SIRLARINDA GİZLİ
  9. DEVLET BİR ORGANİZASYONDUR NE MÜSLİM OLUR, NE DE ATEİST LAİK OLMASI GEREKEN YÖNETİCİDİR. KOMİNİZM İLE DEVLET DİNSİZ OLMADIĞI GİBİ HUMEYNİ İLE DE İRAM DEVLETİ MÜSLİM OLMADI.
  10. OKUDUĞUNU YA ANLAMAMIŞSIN, YADA SENDE BİR KARA SES HAYRANISIN ŞU DÜNYADA BİR İNSANIN İNANCINI İSTİSMAR ETMEKTEN KAHA KÖTÜ BİR İŞ Mİ VAR
  11. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    ARKADAŞLAR İBADETLERDEKİ AMAÇ NE - KAZANÇ NE BAŞLIĞINDA BİR FORUM YAPTIM MESELE ORADA ÇÖZÜLMÜŞTÜR MERAK EDENLER LÜTFEB Bİ BAKSINLAR
  12. ww.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/i1.htm İBADETLER HANGİ GAYELERE YÖNELİKTİR? A -Kendini tamamiyle bu beden kabullenmeye ve sırf bedene dönük yaşamaya engel olmak üzere düzenlenmiş ibâdetler. B -Beynin bioelektrik enerjisini en yararlı şekilde elde etmeye yönelik olarak düzenlenmiş ibâdetler. C -Beynin mevcut bioelektrik enerjisini, dalga enerjiye çevirerek «RUH» adı verilen halogramik dalga bedene yükleme faaliyetlerine dönük ibâdetler. D - «ALLAH’ın ahlâkıyla ahlâklanma» şeklinde özetlenen, tasavvufta «ALLAH’a vâsıl olma» veya «ALLAH’a erme» diye izaha çalışılan, evrensel kozmik bilinçle özdeşleşmeye yönelik ibâdetler. Dört ana madde şeklinde toparlamaya çalıştığımız, kısaca «ibâdet» denen bütün bu faaliyetler, görüldüğü üzere hep BEYİN ile ilgilidir... İNSANI KİM, NİÇİN CEHENNEME ATIYOR? Allah’ın kurmuş olduğu sistem ve düzen gereği, insanda meydana gelen her şey beyin aracılığıyla ortaya çıkar,farkedilir hale gelir! Beyinde hangi konu ağırlık kazanırsa,o konu üzerinde beyindeki açılımlar genişler ve alışları artar! Verme fiili,beyindeki ilgili kapasitede genişleme oluşturur.Hangi fiiller kişiden açığa çıkarsa,o fiillerin kökeni olan hücre bloğunda büyüme ,genişleme olur..o alanda faaliyet gösteren hücrelerin sayısı artar! “Anlamasan da ibadet et” önerisinin ardındaki gerçek budur! Fiiller ,açılımları zorlar ve yeni kapasiteler meydana getirir! “Ben O’nun için namaz kılıcam,O’nun için oruç tutucam” zannediyoruz.İslam Dini kapsamında olan ve de yapmamız tavsiye olunan şeylerin hiçbirisi Allah için-yukarıda bir tanrı için- değil! Hepsi de bizâtihi kendimiz için . Nasıl sana tavsiye ediyorsak “şu vitamini al,bunun yararını görürsün!…Şimdi bunları sen benim rızam için-benim için mi alacaksın?… Hayır! Kendin için alacaksın.Ben sadece sana yararı olacak şeyleri söylüyorum İşte Hz.Muhammed S.A.V’ın insanlara ilettiği tekliflerde insanların kendi yararı için insanlara teklif edilmiş şeyler,ya bunu değerlendirirsin faydasını görürsün.Ya bunu ihmal edersin sonucuna da sen katlanırsın.Ondan sonra hayatın Cehenneme döner.Döndüğü zaman da “Niye ben Cehennem’e gittim?,Niye Cehennem’de kaldım?”! İşte o zaman âyet tecelli eder; ”Allah sizi atmadı,siz ellerinizle kendi kendinizi Cehenneme attınız” Niye? Bilgisizlik yüzünden yapmanız gerekenleri yapmadınız, sonunda hayatınız Cehenneme döndü.Bütün meselenin esası bundan ibaret. Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın açıkladığı “Din”de, sistem ve düzen gereği olarak bize teklif edilen ve “ibadet” adı altında toplanan birtakım çalışmalar sözkonusudur.. Ancak biliriz ki, her yapılan çalışmanın bir amacı, bir hedefi vardır!... Niçin bunu yapıyoruz, sorusu, amacın ne olduğunu sorgular... İBADET, KULLUĞUMUZ GEREĞİ DEĞİLDİR! -"ALLAH" kelimesi bir isimdir ve bir varlığa işâret etmektedir sadece... "ALLAH" isminin işâret ettiği varlığın özelliklerine, yani sıfat ve özelliklerine de yine çeşitli isimlerle işaret edilmektedir... Öyle ise bizim isimlerle uğraşmayı bırakıp, isimlerin işâret ettiği anlamlar doğrultusunda, işâret edilen ZÂT’ı anlamaya çalışmalıyız ki, bu da somut bir ismi olan obje değildir!.. Dolayısıyla bizim çok iyi anlamamız gereken husus şudur: Evrende bir nokta bile olmayan Dünya’da yaşayan varlıklar, "ALLAH" ismiyle işaret edilenin özelliklerinin yanında ; o isimlerin (Esmâ’nın ) işâret ettiği özelliklerle yaratılmışlardır ki , sonsuz varlık içinde bir hiçtir!... Tüm algılananlar, O`nun yarattıkları içinde bir hiçtir!... Bizler, gene onun dilediği özelliklerle, ve KENDİSİNİ düşünebilecek bir kapasite ve özellikle yaratıldığımız için de bu yönden KULLUK yapmaktayız... Gerçek kulluğumuz budur!... “İbadet”adı altında yapılan çalışmalar ise, ”Kulluk” kapsamında değil, yeme-içmenin insana yararı gibi değerlendirilmek zorundadır... Bu çalışmalar, yani, zikir, namaz, oruç; bilinçli yapılmak sûretiyle beyni geliştireceği için, kendini Vareden’le arandaki perdeleri kaldırır... Denizdeki bir bardak suyun, kendini kızdırarak camı çatlatıp-kırıp denizle bütünleşmesi misâlinde olduğu gibi!... Yani, ana konu, sen bardaktaki su olarak; denizle bütünleşmeni engelleyen camı yani beşeri değer yargıları ve şartlanmalarını kırarak, "ALLAH" ahlâkıyla ahlâklanırsın ki; böylelikle denizle bütünleşmenin yolu açılır... Musa Aleyhisselâm’a, -SEN, “B”ENİ göremezsin- denmesinin sebebi, bardaktakini denizden ayıran cama işarettir... Kendini, şeffaflığından dolayı fark edemedikleri cam sananlar!!!... Ya da camı görüp, içinde su olduğunun farkında olmayanlar.... Denizin bereketinden mahrûm kalmış bir hâlde geçip giderler bu Dünya’dan... Su her ne kadar deniz suyu ise de, bardak onu sınırladığı için, cam kayıtları içinde yaşayıp ; kendi varlığını da; Teklik bilgisini almış olduğu için, deniz sanıp; öylece avunarak ebedi yaşamlarına geçerler!... “İBADETLER” ,KUR’ÂN ‘IN EMRİ DEĞİLDİR! “İslam Dini”, Allah’ın var etmiş-yaratmış olduğu kendi sistem ve düzenine dayalı olarak Allah Rasûlü tarafından bize tebliğ edilmiş ve bu “Allah sistem ve düzen”ine göre kendimizi geleceğe hazırlamamız TEKLİF edilmiştir!. “Teklif edilmiştir!” Namaz,oruç,hac,vesair çalışmaların hiçbirisi Allah’ın emri değil ,teklifidir! Allah’ın emrine karşı gelebilecek hiç bir yaratılmış yaratılmamıştır! Allah’ın herhangi bir emrinin yerine gelmemesi muhaldir! Dolayısıyla İslam Dini esaslarına göre Hz.Muhammed Aleyhissalâtı vesselâm bize belli teklifleri getirmiştir ” Eğer bu çalışmaları yaparsanız şu neticelere erersiniz,şayet bu çalışmaları yapmazsanız bunun sonucunda da bu sıkıntılara -bu azaplara katlanırsınız” anlamında olarak! Nebi ve Rasûller arasındaki açıklama farkları, toplumların anlayış seviyesi ile alâkalıdır! Onun içindir ki Hz.Musa’da aynı İslam Dini’ni anlatmasına , Hz.Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’ da aynı İslam Dini’ni anlatmasına rağmen aralarında anlatım farkları vardır. Bu anlatım farkları hitap ettikleri toplumun anlayışı dolayısıyladır. İslâm dininin sistem ve düzeninde zorlama yoktur. Kur’ân dahi, insana bir takım çalışmaları teklif yollu getirmiştir. Şunları şunları yaparsanız, sizin hakkınızda hayırlı olur denmiştir. Allah’ın hükmüne, emrine karşı gelebilecek her hangi bir yaratılmış söz konusu değildir. Buna rağmen Allah insanlara, emir ve hüküm yolu bunu yapacaksın dememiştir. Teklif yollu talepte bulunmuştur. Bunu yaparsanız, sizin için hayırlıdır diyerek. Farz diye bildiğimiz ibadetler dahi TEKLİF’tir. Teklif olduğu için de zorlamaya yer yoktur. O kişi teklifi kabul eder veya etmez, sonucuna katlanır. Dolayısıyladır ki, dünyanın hangi ülkesinde ve neresinde olursa olsun insanların hiçbir şeye zorlanması doğru değildir, yanlıştır. Ayrıca güçlü olanların ya da güçlü toplulukların, güçsüz olan topluluklara zorla birtakım şeyler yaptırması, Allah’ın sistem ve düzenini inkâr manâsına gelir
  13. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    gnostik <<SİZCE İBADETLERLE NE AMAÇLANMIŞ OLABİLİR ? >> LAFI HİÇ UZATMAYA GEREK YOKTU, ŞU SÖZÜNÜZ YETERLİYDİ GNOSTİK. İŞİN BAŞI BİZDEKİ ATIL VAZİYETTE DURAN % 95 LİK BEYİN KAPASİTEMİZ. İŞTE BÜTÜN MESELE BURADA. BEYİN KAPASİTEMİZİ % 5 LERDEN YUKARIYA ÇIKARMANIN USUL VE KAİDELERİ BELİRLENMİŞ VE HER DEVİRDE RASULLERCE TOPLUMLARINA AÇIKLANMIŞTIR.BUNA İSTEYEN İNANIR VE UYGULAR, İNANMAYANDA UYGULAMAZ. HİÇ KİMSEYE ZORLAMA ZULÜM YAPILMAZ. NAMAZ,ORUÇ,HAC VE ZEKATIN HEM KİŞİSEL, HEM TOMLUMSAL, HEM SAĞLIK, HEM RUHSAL BİR ÇOK GETİRİLERİ VARDIR.UYGULAYAN SAMİMİYETİ ÖLÇÜSÜNDE MÜKAFATLARINA KAVUŞUR. BENCE BİRBİRİMİZİ BU KONUDA ÜZMEYELİM.ÇÜNKÜ HERKES NEYİ İSTİYORSA ONA KAVUŞUYOR. NEYİ SEVERSENİZ SEVİN GERÇEKTE SEVDİDİĞİNİZ HAKKTIR. GNOSTİK İBADETLERİN NE GETİRİLERİ VAR ÖĞRENMEYİ GERÇEKTEN ARZU EDİYORSAN SANA ADRES VE KİTAP ADI TAVSİYE EDEBİLİRİM.
  14. TEŞEKKÜRLER SAYIN CANUGUR EVET DIŞARDAN BAKIŞ ÇOK KARIŞIK GÖRÜNÜYORUM VE BUNUN FARKINDAYIM. MAALESEF YAPACAK BİR ŞEY DE YOK.ÇÜNKÜ BAHSİ GEÇEN VARLIKLAR KİMİNE GÖRÜLEN, KİMİNDEN GİZLENEN VARLIKLAR. ISPATIDA MÜMKÜN DEĞİL. POZİTİF BİLİM BU KONULARDA <<PARAPSİKOLOJİ>> ADI ALTINDA BÜYÜK ADIMLAR ATMAKTA VE DURU GÖRÜ KABİLİYETLİ KİŞİLERDEN BİR ÇOK ALANDA FAYDALANMAKTA. BİZİMKİLERİN CİNCİ DEDİKLERİNE ONLAR MEDYUM VEYA DURUGÖRÜ SAHİBİ DİYORLAR. İSİM ÖNEMLİ DEĞİL. CİNLERDE BİR TOPLULUK VE ONLARLA BU GÜNEŞ SİSTEMİNİ PAYLAŞIYORUZ.BENİM ONLARLA BİR DERDİM YOK.CİNCİLİK GİBİ BİR MAHARETİM DE YOK. SEVGİLER
  15. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    İŞTE ARKADAŞLAR BAZI İNSANLARIN GÖRÜŞLERİNDEKİ AT GÖZLÜĞÜNÜ BEN YAŞAMIMDA ÇOK GÖRDÜM. DİNİ UYGULAMALARDA İMAN EDEN İNANDIĞI YOLDA YÜRÜMEYE ÇALIŞIR AMA İÇİNDE BULUNDUĞU İMKANLARI SEFERBER EDEREK TABİ. KİŞİ ELİNDE OLMAYAN KISITLAMALARDAN SORUMLU TUTULAMAZ.DİN ADINA BUNU YAPMAYA KALKIŞAN KARACAHİL BİR HIYARDIR. TERLEKLİ SANDALYEDE OTURAN BİR ORTOPEDİK ENGELLİDEN BİR BANKANIN GÜVENLİK ELEMANLIĞINI YAPMASINI O ENGELLİDEN İSTEYEMEZSİNİZ, ZORLA YAPSANIZ DAHİ YAPTIĞINIZ İŞ HIRSIZLARI DAHA DA CEZBEDECEKTİR, BANKA SOYULUNCA DA O ENGELLİYİ AZARLAYAMAZSINIZ. ÇOK ÇEŞİTLİ ARINMA YOLLARI VARDIR VE HER NİRİM İÇİNDE BULUNDUĞU ŞARTLAR İÇİNDE GAYRET EDER KESİNLİKLE KINANMASI DOĞRU DEĞİLDİR
  16. BU DEVİRDE UZAYLILAR-UFOLAR DİYE SUNULAN VARLIKLARIN ASLI FESLİ KUR'AN DA CİN OLARAK ANLATILAN VARLIKLARDIR. BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL. ŞEYTANİ CİNLERİN BÜTÜN İŞİ GÜCÜ İNSANLARI SAPITTIRMAKTIR. AKIL HASTALIKLARININ % 90 ORANINDA PAYLARI VARDIR. BAZI YÜKSEK ZEKALILAR <<ŞEYTANİ CİNLER İNSANLARI SAPITTIRMAKLA NE KAZANÇLARI VAR >> DİYE SORABİLİRLER BENDE O YÜKSEK ZEKALILARA SORARIM O ZAMAN : << SİZ, HOROZLARI BAHİS İÇİN DÖVÜŞTÜRÜRKEN, KOÇLARI TOKUŞTURURKEN, BOĞALARI ARENADA KILIÇLARKEN, BÜLBÜLÜ KAFESLERDE HAPSEDERKEN, BALIKLARI AKVARYUMA ZEVK İÇİN KAPATIRKEN. AT ARABASINDA ATI KIRBAÇLARKEN, SPOR OLSUN DİYE KUŞLARI VURURKEN, İPEK BÖCEKLERİNİ KAYNAR SUYA ATARKEN, KUTUPLARDA FOKLARIN BEYNİNİ ÇEKİÇLE PARÇALARKEN , DAHA AKLIMA GELMEYEN ONCA İŞKENCEYİ HAYVANLARA BİTKİLERE YAPARKEN SİZ NE KAZANIYORSUNUZ >> DİYE SORARIM
  17. KARTAL İLHANA GİDİYOR BU SEFER DE TÜM ALKIŞLAR GELSİN SORULAR : LEYLA,ONUR İLE NİŞANLIDIR VE GEMİYLE SEYAHATE ÇIKARLAR.YOLDA GEMİ BATAR.SELİM VE LEYLA BİR ADAYA, ONUR İSE BAŞKA BİR ADAYA ÇIKARLAR. LEYLA NE KADAR UĞRAŞSADA KARŞI ADAYA YÜZEREK GİDEMEZ, ONURDA KÖPEK BALIKLARINDAN GELEMEZ. SELİM LEYLAYA DERKİ : <<GEÇEN BUNCA AY GÖNLÜM SANA ISINDI. ONURA DA GİDEMİYORSUN GEL BENİMLE EVLEN >> DEFALARCA GELEN BU TEKLİFİ HER DEFASINDA LEYLE REDDEDER. BİR GÜN BİR SANDALCI ÇIKAGELİR VE LEYLAYI KARŞIYA GEÇİREBİLECEĞİNİ SÖYLER.TAM YARI YOLDA İKEN SANDALCI KARŞIYA GEÇMENİN BİR BEDELİ OLDUĞUNU SÖYLER. LEYLA ÇARESİZ AŞKI İÇİN KABUL EDER......SONRA ONURUN YANINA ÇIKARLAR. ONUR MERAKLA SORAR :<<NEDEN YOLUN TAM ORTASINDA DURDUNUZ VE SANDALDA KAYBOLUVERDİNİZ ?>> LEYLA GERÇEĞİ ANLATIR.ONUR ÇILDIRIR VE LEYLAYI ADADAN KOVAR BU HİKAYEDEKİ KAHRAMANLARI EN SUÇLUDAN DAHA MASUMA DOĞRU SIRALAYIN
  18. ugurozaltin şurada cevap verdi: s_malaz başlık Din Felsefesi
    gnostik BAYILIRIM ben böyle konulara yani tam yerine dükkan açtın KUR'AN A İMAN EDEN <<ÖRTÜNÜN>> EMRİNE UYMAYA ÖZEN GÖSTERİR. ABDESTSİZ NAMAZ OLMAZ AMA DUA VE ZİKİR OLUR DA BAK MEVLANA HZ NE DİYOR : <<SUYLA DIŞINI, GÖZYAŞIYLA İÇİNİ YIKARSIN>> <<BİZ GÖZYAŞIMIZLA ABDEST ALIRIZ>> MEVLANA SEN MESNEVİYİ BİR OKU VEYA gozyasi.com DA DİNLE BAK
  19. ESRA YI ALKIŞLIYORUZ BİLDİ ESRA HAYDİ BİR SOR DAHA : GÖKTE AY YOK, SOKAK LAMBALARI DA YANMIYOR, EVLERİNDE LAMBALARI SÖNÜK , BEKÇİ DE EL FENERİ DE YOK, ARAÇLARIN FARLARIDA SÖNÜK, KARŞIDAN GELEN ZENCİYİ NASIL TANIRSIN ?
  20. ugurozaltin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    MEKTUPLAR <<Boyutu şöyle düşünüyorum... Şu an görme, duyma, hissetme, tatma kapasitemle belli tireşimdeki frekansları algılıyorım. Bu çerçevede bir alem imajı kafamda belirmede, bunlara göre yaşıyorum. Algıladığım frekanslar gibi sınırsız titreşimler var... O halde diğer titreşimler de manalar yüklü... Algı kapasitesi nasıl artar...? Nasıl ki sadece FM dalgaların alan bir radyonun olduğu ortamda orta uzun ve FM dalgalarını alan bir radyonun iletecekleri farklı olacaktır... Ya da televizyonda yayın alma kapasitesi kadar görüntü olacak. Bizdeki bütün imajlar beyinde olduğuna göre işin çözümü de beyinde olsa gerek. İbadet yoğunlaşması beyni nasıl etkilemede, beynin yayınını nasıl yönlendirmede...? Hissedilmeyenler nasıl yaşanır hale gelmede ibadetlerin, derin tefekkürün ardından...? Zamanın kısalması bilimsel olarak nasıl ifade edilmede...? " Selam Olsun... En başta şunu söylemek isterim, burada yazacaklarımın bir kısmı farklı kaynaklardan derlediğim bilgiler. Okuduklarımın, duyduklarımın detayları fazla kalmaz zihnimde, ki ben de böyle olmasını istiyorum zaten. “Bilgi”yi zihnimle değerlendirmek yerine, olabildiğince yansız bir alıcı olmaya çalıştım hep. Ben kapıları açık tutuyorum, bırakıyorum “bilgi” girsin içsel evrenime, yayılsın, dağılsın ve kendi sürecinde yerini bulsun… Ve başlasın bakalım bugünkü gezintimiz, söz aleminde… :-) Paradokslar da, bir bakıma, koanlar gibi düşünsel süreç içinde sonuç vermeyen önermeler… Kişi yanıt arama telaşında, ola ki, mantığın yetersizliğinin bilincine varır ve mantık bariyerini aşarsa, bilinçte bir sıçramaya hizmet edebilirler – tıpkı koanların “aydınlanma”da tetikleyici görev görmeleri gibi… Ama zihin çerçevesinde kaldıklarında, entellektüel bir oyalanma aracı olmaktan öte bir değer taşımıyorlar bence. {Koan : Mondo öğretisinin özü, KOAN (adı verilen ve ustanın mantıkla açıklanamayacak kadar anlamsız bir sorusuna öğrencinin cevap arama çabası) öğretisine verildi. Koan eğitimi Çin’de XII yy. da Sung soyu dönemi ustaları zamanında başladı ama XIII yy. dan sonra Japonya’da giderek daha sistemli bir duruma getirildi. Koan uygulamasına bugün uygulanmakta olan son ve kesin biçimini veren Hakuin’dir (1685-1768). } Beyin birbiriyle bağlantılı da olsa farklı işlevleri olan iki kısımdan oluşuyor. İki yarının aktivitesi ayrı ayrı gözlemlendiğinde, herbirinin diğerinden farklı 14 frekansta beyin dalgaları yaydığı ölçülmüş – adeta aynı anda çalışan iki FARKLI beyin! Beynimizin dual yapısı nedeniyle gerçeği algılayışımız da bütünsel değil, parçalı oluyor. Sağ lop bilinçliliğin dişil öğesi – sentezci/bütünleyici, sezgisel, sanatsal ve duygusal etkileşimlerde etken… Sol lop ise eril prensibin egemenliğinde – analitik/ayrıştırıcı, rasyonel, plancı ve detaylara odaklı… Mistik bir ifadeyle, sağ lop yüreğin/vicdanın, sol lop ise zihnin/egonun aracı… Eğer herhangi bir anda, sağ veya sol lop belirgin bir biçimde dominant ise, beyin dalgalarının beta seviyesinde (14 - 30 hertz) olduğu ölçümlenmiş. Gündelik/dışa dönük aktivite sürecinde beyin genellikle bu modda ve hızla bir düşünceden diğerine atlayan bir hareketlilik içinde… Beta frekanslarının üst sınırında düalite en yoğun biçimde hissediliyor… Kişi keskinleşen ayrılık illüzyonuna parallel olarak nörotik, uyumsuz davranışlar sergilemeye başlıyor. Beyin, iki yarısı senkronize olmaya başladığında ise alfa moduna (7-14 hertz) geçiyor. Beyin dalgaları yavaşlamakla kalmıyor, aynı zamanda dalganın niteliği de değişiyor. Bu durum uyku öncesi hale benzeşse de, eğer kişi farkındalığını korursa sezgisel duyarlılığı artıyor. Teta dalgaları (4-7 hertz) derin uyku eşiğinde saptanmış. Kontrollü olarak ise derin medital hallerde, beyinde teta dalgalarının “hücum”u ile farklı gerçeklik alanlarına geçildiği belirlenmiş. Delta modu (0-3 hertz) ise normal olarak derin, rüyasız bir uyku hali. Ama bu mod farkındalık içinde yaşanırsa, düalitenin tamamiyle aşıldığı, BİRliğin idrak edildiği bir HALe giriyor kişi… Bu hal içinde beynin iki lobundan yayılan dalgaların aynı fazda, uyumlu, tek bir dalga haline dönüştüğü gözlemlenmiş; başka bir ifadeyle, beynin iki yarısını bilinçli bir birliktelik ve tam bir uyum içinde çalışmaya başlıyor. Ayrıca beynin bu aşamada haz duygusu yaratan endorfin denilen kimyasal maddeyi yoğun ölçüde salgıladığı bulunmuş. Muhteşem bir huzur ve HERŞEYle BİR olma hali… Ancak delta dalgalarının huzurlu alemine doğru yolculuk zorlu aşamalardan geçer. Kişi alfa ve teta modlarına doğru ilerledikçe bilinçaltının gizil alanına düşer yolu… Burada kişisel deneyimini kodlayan yapının projeksiyonu ile karşılaşır. Bu “yüzleşme” oldukça sarsıcı olabilir! Aslında uyku halinde de olan budur -- REM aşamasında kişi alfa ve teta boyutunda bilinçaltı verilerini taramakta ve değerlendirmektedir. Ama uyandığında, hatırlasa bile, “rüya” deyip geçtiği için dünya deneyimine fazlaca katkısı olmaz bu aktivitenin… Delta aşamasında kişi “insan” olmanın anlamına dair asal “şifre program”ların deposu diyebileceğimiz “bütünsel bilinçaltı”na açılır. Bu HALde neden uzun sure kalınamadığının bilgisi de ancak bu HALde anlaşılır!… Kadim zamanlardan beri sayısız yol ve yöntem sunulmuş insana… Hepsi kişinin ÖZsel koduna uygunluğu derecesinde ruhsal açılıma hizmet etmiş. Belli tekniklerle bu süreci yapay olarak hızlandırmak mümkün şüphesiz -- bilhassa nefese odaklı rutinlerin faydası yadsınamaz. Ama kişi tekamülünde gerekli olgunluğa ulaşmadan farklı gerçeklik alanlarına açılırsa, pek çok olumsuz tezahürün de beraberinde yaşanabileceği unutulmamalı. Bir tohum hazır olduğunda hiç bir müdahaleye gerek olmadan kabuğunu kırar, özü fışkırır içinden… Muhteşem bir zamanlama ile ve en “doğru” biçimde… Önemli olan “hazırlanma” sürecinin bilincinde olmak ve şüphesiz bir inançla OLANa teslim olmak…>>
  21. neden 6 neden 8 nedenini niye yazmadınız
  22. ugurozaltin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    LAİKLİK NEDİR ? 1- DİNSİZLİKTİR VEYA KAFİRLİKTİR Mİ ? 2- DİN İLE DEVLET İŞLERİNİN AYRILMASI MI ? BU SORUYA DOĞRU CEVAP VEREBİLMEK İÇİN ŞU SORUNUN CEVABINI VERMEK ZORUNDAYIZ SORU : LAİK OLMASI GEREKEN HALK MI, DEVLET Mİ OLMALI ? HALK DERSENİZ ,SİZ KONUYU HİÇ ANLAMAMIŞSINIZ DERİM DEVLET DERSENİZ YİNE YANLIŞ EEEEEE NE YAPACAĞIZ ? DEVLET BİR ORGANİZASYONDUR, BU SORUNUN CEVABINI 1300 YIL ÖNCE HZ ÖMER VERMİŞTİR.HANİ MALUM OLAY HZ ÖMER GELENLERE <<İŞİNİZ DEVLET İŞİ Mİ, ÖZEL Mİ ?>> DİYE SORDU O ART NİYETLİLER DE <<ÖZELDİR>> DEDİLER HZ ÖMER MASANIN ÜZERİNDE YANAN MUMU SÖNDÜRDÜ DİĞERİNİ YAKTI. <<YA ÖMER NEDEN O MUMU SÖNDÜRÜP DİĞERİNİ YAKTIN>> DEYİNCE HZ ÖMER <<O MUM DEVLETİN MALIDIR, DEVLETİN İŞİNİ O MUMLA GÖRÜRÜM SONRAKİ MUM KENDİ CEBİMDEN SATIN ALDIĞIM MUMDUR>> DEYİNCE ART NİYETLİLER BAŞKA BİR ŞEY SÖYLEMEDEN SIVIŞIP GİTTİLER BİZE BU HEP <<HZ ÖMERİN ADALETİ>> OLARAK ANLATILDI AMA DERİNLİĞİNE İNİLMEDİ. O ADALET NE ADALETİ ? YÖNETİCİNİN DEVLET İLE HALK ARASINDAKİ GÖZETTİĞİ ADALETTİR. DEVLET BİR ORGANİZASYONDUR LAİK OLMASI GEREKEN NE DEVLET NEDE HALKTIR, LAİK OLMASI GEREKEN YÖNETİCİDİR. HZ ÖMER BUNU 1300 YIL ÖNCESİNDEN GÖSTERMİŞTİR. LAİKLİK KONUSUNDA TARAFLARIN BARIŞMA VAKTİ GELMEDİ Mİ SİZCE ?
  23. ugurozaltin şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Türk Halk - Özgün - Protest Müzik
    NE BİR ALMAN, NE BİR İNGİLİZ NEDE BAŞKASI BİR <<CUMBURLOP>> KELİMESİNİ ANLAYAMAZ. BİZDE SES HAREKET ANLATIM BİRLİĞİ VAR, ONLARDA BÖYLE BİR ŞEY YOK AŞK TÜRKÜLERİMİZDE BURAM BURAM, BİR ALMAN BİR İNGİLİZ BUNU ÇÖZEMEZ. BU DUYGU YOĞUNLUĞU ONLARDA YOK
  24. ugurozaltin şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Kadın Erkek İlişkileri
    KIZ ALIRDIM DULDAN AĞZIM YANDIDA
  25. CANUGUR BEY İNSAN BEYNİNİN YÜZDE 5-10 ARASI ÇALIŞTIRMANIN ÖTESİNDE BEYNİNİ KAPASİTE OLARAK DAHA ÜST SEVİYELERE ÇIKARMAK FIRSATINA SAHİP OLDUĞUNA İNANDIĞIM İÇİN KAPASİTEMİ ARTIRMAK BENİM İDEALİMDİR, YAŞAM GÖRÜŞÜM, FELSEFEMDİR. BU UĞURDA BAZI ÇALIŞMALAR YAPMAKTAYIM, AKLIM ERDİĞİNCE.AMA BU BENİM SORUNUM VE KİMSEYE ZORLA BİR ŞEY DİKTE ETTİREMEM.HAKKIM YOK BUNA. BEYİN NE KADAR AÇILIRSA GÖZ O KADAR KESKİNLEŞİR, GÖZ NE KADAR İYİ GÖRÜRSE KAZA İHTİMALİ O KADAR DA DÜŞER.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.