Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİDEM

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    60
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler gönderen: DİDEM

  1. Ben bu filmi kısa zaman önce izledim. Film gerçekten olayları gerçekçi ve doğru anlatmış..Sevgili Suheda'nın da belirttiği gibi Hitler'e sempati duymanız ve acımanız olası..Zira son derece nazik, sevecen ve saygılı bir insan olarak gösterilmiş filmde..Ayrıca olan tüm olumsuz olaylara ve yaşanan tüm ümitsizliğe rağmen pes etmeyen biri...

     

    Film, Hitler'in son anına kadar ki ruh halini son derece objektif yansıtmasının dışında, umutsuzluk, fanatizm, vatanseverlik, suçluluk, acı, çaresizlik gibi savaşın getirdiği bütün duyguları da izleyenlere hissettirmeyi başarıyor.

     

    Kısacası, kanlı bir savaş filmi değil, kanlı bir savaşın insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini izlemek istiyorsanız bu filmi kaçırmayın derim..

     

    sevgiler..

  2. " Alman bilimadamı Albert Einstein, "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz" demişti."

     

     

    sevgili kaan_bebeto,

     

    bu konuya bir kaç ekleme de ben yapmak istiyorum..Einstein bu sözüyle, bitkilerin üremesinin yok olacağını, bitkiler yok olursa da canlıların yok olacağını söylemek istemişti. Yani szöün kısası hassa dengeler üzerinde duran ekosistemde arılar, cüsselerinden beklenmeyecek ağırlıkta bir yer kaplamakta..

     

    Ülkemizde de arı ölümleri gerçekleşmeye başladı. Arıcılığın en yaygın olduğu illerimizden Muğla ve Ordu'da kayıplar nispeten az sayılsa da hatay'daki 35 bin arı kovanından 28 bini artık yok. Arı popülasyonundaki ülke çapındaki düşüş oranı ise yüzde 30 civarında. Kayıp arı sendromu adı verilen bu toplu arı ölümlerinin bir an önce durdurulması için tüm dünyada çalışmalar devam ediyor. Fakat öncelikle gereken, sebeplerin bulunması.

     

    Özellikle Amerika ve Almanya basınının üzerinde durduğu ihtimal ise bu ölümlere genetiği ile oynanmış bitkilerin yol açtığı üzerine yoğunlaşıyor. Amerika'daki araştırma grupları "arı aids"i olarak tanımladıkları bu rahatsızlığın henüz literatüre geçmemiş yeni bir hastalık olduğunu iddia ediyorlar.

  3. KİRPİLER :

     

    Soğuk bir kış günü bir araya toplanmış olan kirpiler birbirlerinin sıcaklığından istifade etmek düşüncesiyle birbirlerine sokulurlar. ne ayzık ki kısa bir süre sonra dikenlerinin batması ile bir arada duramayacaklarını üzüntüyle farke derler. Fakat amansız soğuğun tesiriyle gene birbirlerine yaklaştıklarında bir önceki sıkıntının yeniden başladığını görerek aynı şekilde birbirlerinden uzaklaşmaya başladıklarıı, adeta bir top gibi oraya buraya fırladıklarını fark ederek, birbirlerini bir daha rahatsız etmeyecekleri bir mesafe bulurlar.

     

    Nihayet bulabildikleri, birlikte oturabilmelerini mümkün kılan mesafe : nezaket ve inceliktir..

     

    Arthur SCHOPENHAUER

  4. Cani filminin konusu gerçek hayattan alınma.. 1989-1990 yılları arasında çok sayıda insan öldürerek, dünyanın ilk kadın seri katili olarak ünlenen Aileen Wuornos'un hikayesi.. Wuornos, 2003 yılında idam edilmiş...

     

    Benim için başlangıçta filmin ilgi çeken tarafı da buydu, yani gerçek hayattan alınmış olması..Charlize Theron ve Christina Ricci gerçekten müthiş oynamışlar..(Ayrıca Charlize Theron'un makyajla nasıl çirkinleştiğini de görmelisiniz..) cinayet, ihanet, aşk gibi kavramları içinde barındırmasından dolayı da oldukça düşündürücü bir film olduğu söylenebilir..Filmin sonunda "ihanet mi daha kötü, yoksa idam edilmek mi"sorusunu soruyorsunuz kendinize...

     

    Filmin ilgi çeken sahnelerinde birinde Charlize theron, yaşlı bir adamı ormana götürüyor ve öldürmek istiyor..Adam yalvarmaya başlıyor "kızımın bebeği olacak, ne olur yapma! sana yardım ederim"...Kadınsa tüm pişmanlığı göze alarak, çaresizlik içinde adamı öldürüyor..

     

    Filmi izlemenizi tavsiye ederim..

  5. Arthur Schopenhauer (1788-1860) Alman filozof

     

    Schopenhauer daha çok Hegel’in iyimser felsefesine karşı geliştirdiği kötümser felsefesiyle tanınır. Platon, Kant ve doğu felsefesini, özellikle Budizmi kendisine özgü bir şekilde kaynaştırdığı felsefesi Tolstoy, Mann, Wagner, Freud, Nietzsche ve Wittgenstein gibi önemli isimleri derinden etkilemiştir.

     

    Schopenhauer'e göre bilinçdışı gerçekler, yani istenç, bilincin altında bastırılmış bir şekilde mevcuttur. İstem, hayatî bir güçtür; ayak direyen, zorlayan. Her türlü eylemimizin kökü bastırılmaya çalışılan veya dışa vurulmaya çalışılan bir istence dayanır. İstenç, bütün doğada bulunan, doyumsuz hayatî güçtür. Schopenhauer'in kendi sözleriyle tanımlarsak: "Biliçdışılık, her şeyin başlangıçtaki ve doğal durumudur, dolayısıyla, aynı zamanda bir temeldir, ki ondan belli varlık türlerinde, en yüksek olgunlaşma olarak bilinç doğar. Bu yüzden bilinçdışılık daima baskın olmaya devam eder."

     

    Açıkça görüldüğü gibi, bugünkü düşünce ve bilim dünyasının temelinde yatan bir çok görüşün temellerini atan ilk kişi Schopenhauer'di. Özellikle, Freud'e ve dolayısıyla, psikoanalize olan katkıları kuşkusuz çok büyüktür.

     

    Schopenhauer'in özellikle hayat ve varolmak üzerine düşünceleri genel karamsarlığından çok daha amansız bir karamsarlığa sahiptir. Bu yüzdendir belki de, hayat üzerine olan karamsar düşünceleriyle çok ünlüdür. Aynı zamanda fazlaca ünlü olduğu bir konuda insansevmezliği idi. İnsanlara "iki ayaklı hayvanlar" diye hitab edişinden insansevmezliği fazlasıyla aşikârdır. Ayrıca, o insansevmezliği ve kişinin kendisini insanlardan izole etmesini, eksiklikten öte bir erdem olarak görmekteydi. Zaten Schopenhauer'e göre, erdemli ve olgun bir insan başkalarından hiçbir şey istemeyecek kadar tamamdır, kendi kendine yeterdir, bu yüzden de insanlarla birlikte olmaya veya onlarla çeşitli ilişkiler kurmaya gerek görmez.

     

    Schopenhauer'in kadın, hayat, ölüm ve cinsellik üzerine bir çok farklı görüşü vardır. Her biri, hem biri önemli ve düşünce serüvenimize damga vurmuş görüşlerdir.

     

     

    * Şükür ki yüz tane ahmak bir araya gelse bir tane akıllı adam etmez.

     

    * Dünya, 15 yaşından küçük çocuklara din dersi vermeyecek kadar dürüst olursa, belki o zaman ona umut besleyebiliriz.

     

    * İnsanların kader dedikleri çoğu zaman sadece kendi kendilerine yaptıkları aptal oyunlar.

     

    * Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor.

     

    * Başkalarının fikirlerine aşırı derecede önem vermek, herkeste var olan bir manyaklık.

     

    * Her aptal çocuk bir böceği ezebilir. Ama dünyanın bütün profesörleri bir böcek yaratamaz.

     

    * İnsanları tanıdığımdan beri hayvanları severim.

     

    * Yanlış bir görüşü geri almak onu savunmaktan daha çok kişilik gerektirir.

  6. AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK

     

    Aşksız ve paramparçaydı yaşam

    bir inancın yüceliğinde buldum seni

    bir kavganın güzelliğinde sevdim.

    bitmedi daha sürüyor o kavga

    ve sürecek

    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

     

    Aşk demişti yaşamın bütün ustaları

    aşk ile sevmek bir güzelliği

    ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.

    işte yüzünde badem çiçekleri

    saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.

    sen misin seni sevdiğim o kavga,

    sen o kavganın güzelliği misin yoksa...

     

    Bir inancın yüceliğinde buldum seni

    bir kavganın güzelliğinde sevdim.

    bin kez budadılar körpe dallarımızı

    bin kez kırdılar.

    yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz

    bin kez korkuya boğdular zamanı

    bin kez ölümlediler

    yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.

    bitmedi daha sürüyor o kavga

    ve sürecek

    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

     

    Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri

    suyun ayakları olmuştur ayaklarımız

    ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.

    yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık

    törenlerle dikilirdik burçlarınıza.

    türküler söylerdik hep aynı telden

    aynı sesten, aynı yürekten

    dağlara biz verirdik morluğunu,

    henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...

     

    Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne

    ne tan atışı doğumların sevincine

    ey bir elinde mezarcılar yaratan,

    bir elinde ebeler koşturan doğa

    bu seslenişimiz yalnızca sana

    yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini

    bitmedi daha sürüyor o kavga

    ve sürecek

    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

     

    Saraylar saltanatlar çöker

    kan susar birgün

    zulüm biter.

    menekşelerde açılır üstümüzde

    leylaklarda güler.

    bugünlerden geriye,

    bir yarına gidenler kalır

    bir de yarınlar için direnenler...

     

    Şiirler doğacak kıvamda yine

    duygular yeniden yağacak kıvamda.

    ve yürek,

    imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.

    ey herşey bitti diyenler

    korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.

    ne kırlarda direnen çiçekler

    ne kentlerde devleşen öfkeler

    henüz elveda demediler.

    bitmedi daha sürüyor o kavga

    ve sürecek

    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

     

    Adnan YÜCEL

  7. Beni en çok etkileyen film Stanley Kubrick'in "otomatik portakal" filmiydi...Stanley Kubrick'in bu kusursuz yolculuk hikayesinde bu sefer dört piskopat'tan oluşan durmadan suç işleme arzusuyla yanıp tutuşan bir çete var.İşledikleri bir suç'tan sonra sinema tarihi'nin belkide en unutulmaz anti-kahramanlarından biri çıkıyor karşımıza Stanley Kubrick unutulmaz anti-kahramanı üzerinden dışlanma'nın ve intikam alma arzusu'nu vurucu bir dille gösteriyor..

     

    Bunun dışında sayabileceklerim..

     

    Kelebek (müthiş bir film)

    Baba 1-2-3

    Şeytanın avukatı

    Dogville

  8. Evet sevgili Tengeriin boşig..

    Beni çok etkilemiş bir kaç filozoftan birisidir Herakleitos..

     

    Sürekli değişim, oluş, farklılıklardan meydana gelen uyum...Ve bütün bunların belirli bir düzen içinde olması...

     

    " ateş gelecek- herşeyi yargılayıp ele geçirecek"

     

    Seviyorum Herakleitos'u...

  9. Efenim, bu avatarı seçmemdeki sebep bu çizgi filme olan sevgimdir...

     

    Sünger bob, çok tatlı, iyi niyetli, çalışkan, arkadaş canlısı, saf ve temiz bir canlıdır.. Ama aslında benim favorim,squidward'dür.

    Kendisi, kendini beğenmiş ve asabi bir kişiliktir ama nedense ben seviyorum onu..Komik bir varlık..

     

    Burada hayranlarınız derken sanırım "dolayısı ile" yorumu yaptınız ve beni bu karakterlerle özdeşleştirdiniz.. ^_^

     

    sevgiler..

  10. "OLAY-5=> O gece yıldızlar bir başkaymış.Çoğu insanın anlattığı - sanki elimi uzatsam yıldızları tutacak gibiydim."

     

     

     

    O gece depremden sonra dışarı çıkmıştık ve az bir zaman sonra elektrikler kesildi..Ve gökyüzüne baktığımda gerçekten de bütün yıldızlar elle tutulabilirmiş kadar yakın görünüyordu..Şimdi bile hatırladığımda tuhaf bir his kaplıyor içimi...

  11. "İnançlılar Felsefe yapamazlar ve yapmazlar, Allah istemedikçe düşünemezler." diyebilen kimselerin,

    "Felsefe gereksiz ve boştur." diyebilmesi ve çelişkisinin farkına varamaması ne kadar hazin ve üzücü...

     

    Bunu söylerken yaptığınız nedir peki?

    Düşünmek, fikir üretmek, bir görüş ortaya koymak ve kısaca bir dünya görüşü tanımlamak ve savunmak...

    Yani "Felsefe Yapmak"...

    Çelişkinin alası...

     

    --------------------------------

     

    Bu konuda seninle aynı fikirdeyim Tengeriin boşig..

     

    Felsefe, önce kanıt ister, sonra inanır..Dinde ise bunun tam tersidir..Dinde öncelik inancındır, zaten daha en baştan, sorgulamadan inanmışsınızdır..

     

    Bu açıdan din ve felsefe karşıttır birbirine..Çünkü dinde herşeyin cevabı önceden verilmiştir ve inançlı kimse bu cevapları zaten benimsemiştir. Evren nedir, nasıl yaratılmıştır, insan nedir, ölüm nedir, iyi ve kötü nedir vs...Hepsinin cevabı kitapta zaten vardır..Ama felsefe bu ve benzer sorulara mantık ve akıl gücüyle cevap bulmaya çalışır.Hazır cevapları sorgusuz kabul etmez. Peşin hüküm ve dinleri irdeler, eleştirir..

     

    Kısacası bütün düşünce üretmeler ve görüş ortaya koymalar, felsefe yapmaktır zaten...

     

    sevgiler...

  12. Sevgili kokoMAN,

    Fikirlerini bizimle paylaştığın için teşekkürler...

     

    İntiharın günümüzde iyice çoğaldığı ve artık toplumsal bir sorun haline geldiği doğrudur..Ve ilk iletimde de söylediğim gibi

    bunun sebebi bence toplumda birşeylerin ters gidiyor olması..

    Ama yine de intihar kişisel bir eylem olduğu için, bireyin kendi birikimleri ve hayata bakış açısı çok önemli...

     

    sevgiler...

  13. Komünizmin kurucusu Karl Marx'tır. Marx, aynı zamanda diyalektik materyalizmin de ortaya çıkışında büyük rol oynamıştı.

    Marx'a göre insan, tabiatla ilişkisinde, ihtiyaçlarını karşılamak için birtakım ürünler ortaya koyar. Ama bu ürünleri ortaya koyarken, aynı zamanda ürünlerin içinde kendini kaybetmektedir; bunlar kendi ürünleri olduğu halde, ona yabancı ve ezici gerçekler haline gelmektedir.

     

    Mesela, insan, ekonomik faaliyetinde zenginlikler yaratır, ama bu zenginlikler para şeklinde onun karşısına çıkar, onu boyunduruğuna alır..Kısaca parayı kendi yarattığı halde onun oyuncağı haline gelir. Bu ekonomik yabancılaşmadır ve bütün diğer yabancılaşmaların temelidir. Marksist düşünce ve metot, bu bilinci ortaya gibi, yabancılaşmanın kaldırılması için gerekli olan maddi (devrimci) mücadelenin yollarını da ortaya koymaktadır. Ekonomi alanında, ürünleri ve onlara hakim kanunları bilip tanıyarak insan iradesi altında planlı bir şekilde yönetmek olanağı bulmak, yabancılaşmadan sıyrılmanın gerçekleşmesini mümkün kılacaktır. böylece insan, kendi yoksullaşmasını aşarak varlığını tamamen ortaya koyabilecektir.

     

    Kişinin, özellikle sınıflı toplumlarda görülen eksik ve kusurlu hayatının yerini , tam gelişmiş, toplum hayatına egemen ve özgür insan hayatı alacaktır. Bu düşünce marksizmde "bütünsel insan"a varmaktır. Ve bu tarihi gelişmenin amacıdır.

  14. HERAKLEİTOS (M.Ö. 535 EFES- M.Ö. 475 EFES)

     

     

    Herakleitos, diyalektik görüşü ortaya atan ilk düşünürdür. Filozof, hiçbirşeyin aynı kalmadığını, herşeyin gelip geçtiğini, farklı şekillerin ve varlıkların sonsuz bir akış içinde birbiri ardı sıra çıkıp kaybolduğunu; hayattan ölümün, ölümden hayatın doğduğunu ileri sürer. Bu düşüncelerini şu ünlü sözüyle dile getirir :

     

    " Herşey akar. Aynı ırmağa iki kere giremezsin, çünkü her girişinde üzerinden başka sular geçer."

     

    Aslında oluş'tan başka birşey yoktur. Oluş, karşıtların çatışmasının sonucudur. Nitekim, "çarpışma evrenin yasasıdır ve savaş herşeyin anası, bütün varlıkların kraliçesidir."

     

    Ama bu sürekli oluş ve değişim, belli bir düzene, ölçüye ve kurala uygun olarak gerçekleşir. Değişmenin uyduğu bu kural "logos"tur, yani "akıl"dır. Logos'un bilgisini elde etmek, yani varlığı yöneten kanunu bilip tanımak insanın ahlaki davranışlarını gerektirdiği gibi yürütebilmesi için zorunludur. Bu düşüncelerde, Herakleitos'un, varlık hakkındaki açıklamalarından, ahlak felsefesine nasıl geçtiğini görüyoruz.

     

    Filozofa göre ilk ve temel anamadde "ateş"tir. Bunun sebebi ise, Herakleitos'un "ateş"i, değişikliğin ve oluşun canlı bir sembolü olarak görmesidir.

     

    Herakleitos, evrenin bir akıl tarafından yönetildiğini söyleyerek, daha sonraki panteist görüşleri etkilediği gibi, varlığın sürekli olarak değiştiğini ileri sürdüğü için, bu ileri sürüşten herhangi bir nesene hakkında kesin bir bilgi edinilmeyeceği sonucunu çıkaran bazı düşünürler üzerinde de etki yaparak, felsefe tarihinde şüphecilik denen akımın ortaya çıkmasına yol açmıştır..

     

    HERAKLEİTOS_ SÖZLERİ :

     

    *Çoğunluk kavramaz karşılaştığı şeyleri. Ne de anlar öğretildiği zaman. Yalnızca öyle gözükür.

     

    *Çemberin başı sonu aynıdır.

     

    *Uykudayken yaptıklarını unuttukları gibi, uyanıkken yaptıklarını da bilmiyorlar.

     

    *Herşey akar hiç birşey kalıcı değildir o yüzden aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir; Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben hem de dere değişmiştir

     

    *Ne şaşırıyorsunuz bre reziller! yoksa oyun oynamak sizinle devlet yönetmekten daha iyi değil mi?

    (Artemis tapınağında çocuklarla oyun oynarken yanına gelen Efeslilere)

     

    *Değişmeyen tek şey, değişimdir

     

    *İnsanların karakterleri onların kaderleridir ve insanlar layık oldukları hayatları yaşarlar

     

    *Beklenmedik olanı beklemedikçe, onu bulamayacaksın

     

    *Karşıtlar yararlıdır, en iyi uyum farklılıklardan çıkar.

     

    *Mutluluk maddi sevinçlerden ibaret olsaydı, çayıra koşan öküzleri mutlu saymak gerekirdi.

     

    *Çok bilgili olman akıllı olduğunu göstermez.

     

    *Hak kavramını haksızlık kavramı olmasaydı bilemezdik

  15. ÖRÜMCEKLER (Araneae takımından - Arachnida sınıfı )

     

    Epy96035.jpg

     

     

     

    Örümcek, eklembacaklıların örümceğimsiler (Arachnida) sınıfının örümcekler (Araneae) takımından türlerine verilen genel ad. Hemen hemen dünyanın her tarafında yaşarlar. 30.000 kadar türü vardır. Baş ve göğüs kaynaşmıştır. Karın, göğüse ince bir bel ile bağlanmıştır. Aynı büyüklükte başka bir canlının beli bu kadar ince değildir. İçinden sindirim borusu, kan damarları nefes boruları ve sinir sistemi geçer. Örümceklerin boyları, birkaç cm'den 20 cm'ye kadar değişir. Ağızlarının önünde iki zehir çengeli (keliser) ve iki his ayağı (pedipalp) yer alır. Göğüslerinde ise, gelişmiş dört çift yürüme bacağı vardır. Uçları, tarak gibi dişli iki çengelle sonlanır. Örümcek bunların sayesinde ağ üzerinde rahatça dolaşır. Bir kısmı ileriye, geriye ve yanlara doğru yürüyebilirler. Çoğunun başında 8 adet osel (basit) göz bulunur. Gözlerin dizilişi, sınıflandırmada önemli bir özelliktir. Yuvarlak olan karın kısmı yumuşak ve esnek olup, alt kısmında solunum delikleri, ipek bezleri, anüs ve cinsiyet organları yer alır.

     

    Örümcekler yırtıcı ve aç gözlü hayvanlardır. Birbirlerine saldırmaktan çekinmezler. Avları çok çeşitlidir. Çoğu, böceklerle beslendiklerinden faydalı sayılırlar. Bazı tropikal türler amfibyum, sürüngen, küçük kuş ve memeli gibi omurgalıları avlarlar. Örümceklerin hepsi avlarını yakalamak için tuzak ağları kurmaz. Bir kısmı avlarını kovalayarak veya üzerlerine sıçrayarak yakalar. Suda böcek, kurbağa ve balık avlayanlar da vardır. Yakaladığı avını, kıskaçlarına açılan zehir salgısı ile felce uğratır. Sonra ısırarak avının iç organlarına, eritici enzimler ihtiva eden tükrük salgısını akıtır. Kısa bir zaman zarfında, avın iç organları eriyerek sıvı haline gelir. Örümcek, emici midesini bir pompa gibi kullanarak bu sıvıyı emer. Av, kısa bir sürede içi boş kabuğa döner. Örümcek, bu boş kabuğu ya olduğu yere bırakır veya başka bir yere atar. Böcekler, küçük kuşlar bu avlar arasındadırlar.

     

    Ağ yapacak olan bir örümcek, önce yüksekçe bir yere tırmanarak, ağın ucunu bulunduğu kısma yapıştırarak ipek iplik yardımıyla aşağı süzülür. Gözüne kestirdiği bir dala ulaşarak bağlantı kurar. Sonra o iplik üzerinde gidip gelerek ağı kalınlaştırır. Daha sonra vücudundan çıkmakta olan ipliğin bir ucunu ilk ipliğe tutturarak kendisini boşluğa bırakır. Ağa bağlı halde bir yere varınca, o ucu vardığı yere yapıştırır. Bu yolla birkaç gidiş gelişte ağın kaba iskeleti meydana gelir. Bundan sonra iskeletin merkezi çevresinde dairevi halkalar yaparak ağı tamamlar.

     

    Ağ örümü çoğunlukla gece olur. Örülmesi en fazla 60 dakika alır. Ağın ortasında spiral ve yapışkan bir yer vardır. Diğer iplikçikler kurudur. Bir sinek ağa konsa hemen yapışır. Kurtulmak için çırpındıkça daha da yapışır. İkaz iplikçiği ile avın yakalandığını anlayan örümcek gelerek avını zehirler. İkaz iplikçiğinin bir ucu ağa bağlı, diğer ucu ise daima kendisindedir.

     

    Ağlar, genellikle yere dik vaziyettedir. Maksat, uçan arı ve sinekleri yakalamaktır. Her örümcek türünün, kendisine has ağ örme stili vardır. Ancak dikkati çeken nokta, ağlarda geometrik inceliklerin her zaman varlığıdır. Ağ örme işi örümceklerin, doğuştan kazandıkları bir sanattır. Küçük bir örümcek, daha önce hiç ağı görmemiş ve örmemiş olmasına rağmen büyüklere benzer ağlar örer.

     

     

    Örümceklerin çiftleşmesinde erkek örümcek, daima ölümle karşı karşıyadır. Çiftleşme zamanında erkek örümcekler dişilerin karşısında çeşitli hareketlerle, dişilere açlığını unutturmaya çalışırlar. Sıçramalarla yaptığı bu hareketlere örümceğin sevgi dansı denir. Dişi örümceğe açlığını unutturmak için dans yaparken ondan uzak durmaya da dikkat eder. Zira bir anda yakalanmak tehlikesi vardır. Bazıları, çiftleşme öncesi dişi örümceğe bir böcek ikram ederek açlığını giderir. Bir tehlike kalmadığını anlayınca dişiye yaklaşır. Açlığını hatırlayan dişi, erkeği yemeyi düşündüğü için, erkekler çiftleşmeden sonra hemen kaçarlar. Birçok örümcek kaçmaya fırsat bulamadan dişi örümceğe yem olmaktadır. Fakat her çiftleşmeden sonra dişinin mutlaka erkek örümceği yediği söylenemez.

     

    Dişi örümcekler yumurtalarını, ağ ipiyle yaptıkları kozalara (torbalara) bırakırlar. Bir kozada bazan yüzlerce yumurta olabilir. Genellikle yazın sonlarında döllenen yumurtalar, ilkbaharda yavru verir. Yaz başlarında döllenen yumurtalardan 20-60 gün içinde yavru çıkar. Örümcek, sonbaharda sarı bir ipek kozası içine bıraktığı yumurtalarına karşı çok şefkatlidir. Yumuşak ve çok küçük olan bu yumurtalarla dolu kozayı bir dala, taş altına duvar yarığına, ağaç kovuğuna veya çalılıklar arasına emin bir yere yapıştırır. İlkbaharda doğan yavrular ana-babalarına benzerler. Doğduktan birkaç gün sonra iyi bir ağ kurup kendi kendilerine beslenirler. Çoğu türlerde, yavrular dünyaya geldikleri zaman anneleri çoktan ölmüş olacaktır. Zira örümcekler 1-2 yıl yaşarlar.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.