Efendi Türkler tarafından postalanan herşey
-
BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
Miss berlin 2010 anne julia.- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- BERLIN.
- TSK Çuvallamıştır.
'Balyoz darbe planı' gerçek değil Birinci Ordu Askeri Savcılığı, “Bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda 'Balyoz darbe planı'nın ve bu plana dayanak teşkil eden çeşitli eylem planlarının gerçek olduğuna dair Askeri Savcılıkça herhangi bir tespite varılamadığını” bildirdi. Birinci Ordu Askeri Savcılığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, “Bugün bir gazetede ve bu gazete haberine dayalı olarak bazı televizyon kanallarında Askeri Savcılık tarafından görevlendirilen bilirkişinin de 'Balyoz darbe planını doğruladığı' şeklinde haber ve yorumlara yer verildiği” belirtildi. Askeri Savcılıkça başlatılmış olan soruşturmanın halen devam ettiği vurgulanan açıklamada, “Ancak, bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda adı geçen darbe planının ve bu plana dayanak teşkil eden çeşitli eylem planlarının gerçek olduğuna dair Askeri Savcılığımızca herhangi bir tespite varılamamıştır. Dolayısıyla söz konusu seminer faaliyetlerinin darbe planı teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir” görüşüne yer verildi. Açıklamada şunlar kaydedildi: “Yapılmakta olan soruşturma kapsamında seminer faaliyetlerine yönelik teknik bilgiye ihtiyaç duyulmuş ve bu maksatla bilirkişi görevlendirmesi yapılmıştır. Bilirkişi; bu konudaki raporunu hazırlarken temin edilen söz konusu üç adet DVD, bir adet CD'de herhangi bir sahtecilik yapılmadığı düşüncesi altında, içeriğindeki bilgilerin gerçek olduğu, söz konusu plan seminerinin icrası kapsamında kullanıldığı faraziyesine dayanarak hareket etmiş, bu durum bilirkişi raporunun üçüncü maddesinde de açıkça belirtilmiştir. Ancak, bilirkişi raporu kamuoyunu yanıltacak tarzda haber konusu yapılarak söz konusu dokümanların gerçek olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır. Haber konusu edilen bilirkişi raporu, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, kendilerinin görevlendirdiği memurlara yürütülen soruşturmanın gizliliği esas alınarak 24 Şubat 2010 tarihinde teslim edilip gönderilmiştir.” Hürriyet.- 12 EYLÜL
12 Eylül – Tamam da… Ya olmasaydı amcalar teyzeler? Evimizin kapısı doğrudan sokağa açılırdı. Sokağa açılan kapıdan dışarı çıkabilmek için evden sokağa doğru birkaç merdiven çıkmak da gerekirdi. Sokak seviyesinden aşağıda olan evin oturmak, yemek, içmek, yatmak, kalkmak için kullanılan tek odasından ise içeri giren gün ışığı, ancak yukarıya doğru bakıldığında görülebilen demir parmaklıklı pencereden görülebilirdi. Pencere pervazı oldukça genişçe idi ve annem beni küçükken dışarıyı seyretmem için oraya oturtur, bir adam bıyu yüksekten de odanın ortasına düşmemem için belimden pencere önündeki demir parmaklıklara tülbent ile bağlardı. Aklım erip de düşmeme gerektiğini öğrendiğimde bu emniyet kemerine gerek kalmamıştı. Pencereye kadar adam boyu olan bu yükseklik tabi ki çocukluk hafızamda bana çok daha yüksek gelirdi. Gün ışığı ve sokağın evin içine nazaran daha renkli olan görüntüsü kolay ulaşılamayan bir yerdi. Oraya ancak anne desteği ile yükselinir ve pervazına oturtulan pencereden dışarısı seyredilirdi. Sokak, üstünde yürüyen arabaların atlı veya motorlu olmasına göre değişik akordlarda seslerin çıkmasına olanak veren arnavut kaldırımı taşlarındandı. Taşların diziminde belirli bir estetik olmaması nedeni ile sokaktan gelen sesler belli bir tempo dahilinde olmaz kendi içinde farklı bir ritmi olan melodiler yaratırdı. O zamanlar motorlu taşıtlar kadar yaygın olan at arabalarının at nalı ve tekerlek seslerinin birbirine karşıması ise daha değişik bir melodi oluştururdu. Ayakkabıların topuklarından çıkan sesler ise öteki seslere nazaran daha farklı idi. Arnavut taşlarına nazaran daha düzgün olan ve cam önünden sokağın aşağısına doğru inen kaldırımda yürümek yüksek topuklu bayanların daha kolay yürüyebileceği bir yerdi. Çocuk zihnimde sokaktan gelen taşlarda yürüyen nesnelerin çıkardığı sesleri böylesine ayırtedebildiğimin farkına aslında bu satırları yazarken varıyorum. Kendimi bildikten, yerin bir miktar altında yaşadığımız o evi terkedene kadar geçen sürede sokaktan gelen seslere istemeden çok aşina olmuşum meğer. Birkaç merdiven çıkılarak sokağa açılan demir kapının açılması da kolay değildi. Açılan kapıdan içeriye normal bir insan ancak eğilirek girer ve çıkardı. Hafızamın sisleri arasından anımsamaya gayret ettiğim bu evin anısı, dış dünya ile irtibatı yerden bir adam boyu yüksekte olan pencere ve eğilerek girilen küçük bir kapı ile şekilleniyor. Çocukluk hafızamda, kendimi bilmeklikten ilkokul ikiye kadar geçen zamanda yaşadığımız bu ev; farklı kapılar ve merdivenler ile üst katlarına çıkılan olağanüstü güzel bir evdi. Tüfekçioğlu apartmanı. Bu ev, hayatımda tanıdığım en güzel insanları içine toplamış ve içinde yaşanması bir şans olan bir yuva idi. Belki de halen dizlerimde var olan sızılar çocukluğumun ilk zamanlarının geçtiği o, yerin bir miktar altında olan evin rutubetindendir ama yine de o evde hayatı tanımaya başlamaktan ve o evin her katında oturmuş her insanı tanımak hayatımın en büyük şansıdır. Belki bir başka karalamamda bu evi anlatacağım. Sokağa ağır ve açılması kolay olmayan demir kapı ile bakan bu evde yaşadığımız yıllarda kış aylarında odayı ısıtan vezüv marka bir gaz sobası vardı. Arkasına konan gaz tankı, sobanın yanmasını sağlardı ve yaşadığımız odayı da iyi ısıttığını hatırlıyorum. Üstüne konan saç levha üzerinde kahvaltılarda kızartılan ekmeğin kokusu halen burnumdadır. Evin bulunduğu sokakta yaşanılan yıllar, kulağımda kalan müzikler, zihnime kaydettiğim kıyafetler, penceremizin önüne her hafta uğrayan sebzeci amca ile unutulmaz zamanlardı. Annemin evi havalandırmak için temizlik esnasında ardına kadar açtığı kapıdan gördüğüm manzara da unutulmazdı ve bu yıllara kendini kazıyan bildik görüntülerden biriydi. —- İnsanın insanı incitmekten daha fazla sakındığı ve bırakın komşusunu sokaktan geçen insanların açlığına müsaade edilmeyecek kadar vicdanların yumuşak olduğu o zamanlarda insanlar insanlara hiç yüzünden acımadan kıyar olmuşlardı. Kıyılan kimdi? Kıyanlar kimdi? Birilerinin birilerinden hoşlanmaması ve nefret etmesi için olmadık nedenler yaratılmış ve kardeş kardeşi boğazlar olmuştu. Kolay değildi. Canlar yere cansız düşüyordu hergün. İçinde kimlerin olduğuna bakılmadan kahvehaneler yaylım ateşine tutuluyor ve kimbilir kaç çocuğu yetim bırakacağını düşünmeden parmaklar tetiklere uzanıyordu. Hayatı sonlandırmanın bir tavuğu kesmek kadar sıradanlaştığı bir ülkede adı konulamamış ve taraflarının dahi kendi içlerinde birbirini boğazladığı bir ülke haline gelmiştik. Bileğin fikre galip geldiği zamanlardı ve fikirler de zaten bileğin diğer bilekleri ezmesinden yanaydı. Sokaklar kuşatılmakta, duvalarda sürekli farklı akımlara ait yazılar yazılmaktaydı. Bir sabah uyandığımızda karşı duvarda son derece ustaca çizilmiş, komşu bir ülke liderinin portresi vardı. Yanında da ait olduğu siyasal akımın sloganları… Aynı sanatsal yapıtlar meğer bizim evin duvarında da varmış. Karşı evdekiler de bizim duvara bakıp hayran oluyorlarmış gece icra edilmiş olan bu sanata. Ateşle yaklaştığında alev alabilecek bir karadenizli idi rahmetli ev sahibimiz. Anında elinde kireç ve badana fırçası ile aşağıya inip yedi cedlerine sövüp sayaraktan bu pisliği yapanların icraatlerini badanalamaya koyuldu. Bir süre sonra etrafını sarıvermişti birkaç genç. “- Babalık ne iş? Niye siliyorsun bakalım yazıları?” Benim o aslan yürekli Sedat amcam birden sinivermişti. Silahın, delikanlılığı sindirdiğini orada görmüştüm. “-Evladım bak buralar pis olmuş. Buraları zaten ben badana edecektim.” Anarşistin yazdığı yazıyı silmek bir nevi intihardı. Ama galiba anarşistin yenisine rastlamıştı. Rahmetli Sedat amcam o gün anarşistler tarafından canı acıtılmamış olsa bile oldukça korkutulmuştu. Ama o günlerde evimizin havalandırılımak üzere annem tarafından açılmış o sokak kapısından gördüğüm manzara o günleri çocuk zihnime daha derinden kazımıştı. Açık sokak kapısının baktığı küçük sundurmada ne aradığımı tam hatırlamıyorum ama nedense elimde bir oyuncak olduğunu hatırlıyorum. Kapının baktığı sokağın aşağı kısmından gelen gürültülerden çok iyi şeyler olmadığını düşünmüştüm. Derken birkaç defa seslice bir patlama oldu. Babamın bana aldığı çatapatlı kovboy tabancasından çıkan seslerden daha yüksekçe seslerdi. Sesleri koşuşturmalar takip etti. Sokağın arnavut kaldırımı taşlarının üzerinde hızlı, telaşlı adımların sesleri gelmeye başladı. O bahsettiğim melodilerden farklı bir müzkti bu. Ağıt gibi. Yok. Korkulu bir tempo idi. Ayakkabı topukları kaldırım taşlarına korku ile vurarak gidiyordu. Açık duran sokak kağısı önünden bir adamın hızlı adımları, neredese ise koşar, kaçar vaziyette yukarıya doğru seyirtti gitti. Bir göz açıp kapama zamanı idi. Adam kalın bıyıklı idi. Sağ elini koşup giderken hiç kıpırdatmıyordu ve kolu dimdik yere doğru idi. Sol kolu ile de yere dimdik bakan sağ kolunu tutuyordu. yere dimdik uzanmış kolunun ucundaki eli ise ucu yere doğru bakan bir şey tutuyordu. Babamın bana aldığı kovboy tabancasına ne kadar da benziyordu. Belli ki benim tabancamdan çok daha fazla ses çıkartan bir tabancası vardı kaçıp giden bu amcanın. Amca, arkadaşları ile kovboyculuk oynamıyordu, elindeki de oyuncak değildi. Vurmak veya vurulmak, canını üç otuz paraya sokağa teslim etmek ve sabahları evden çıkarken geride kalanlar ile helalleşmek o günlerin gerçeği idi. Tıpkı duvarlara yazılan yazıların içeriğine, sağına soluna bakmaksızın silinmesine emretmiş karar alıcının kararlarını uygulatmak zorunda olan rahmetli babam gibi. İki asker, bazen birkaç polis, ellerinde emniyeti açık silahlar ile başlarında rahmetli babam olmak üzere duvarlardaki yazıları badana eden işçilerin başında duruyorlardı. Yazılar okunmayacak şekilde badana ediliyor ve görev tamamlanıyordu. Birkaç zaman sonra babam akşamları takip edilir oldu. Namlunun ucunu görenler takip etmekten vazgeçmiş olsada yine birkaç akşam sonra bir meyhane dönüşü sağlı sollu koluna girenler kafasının kıyak olmasından yararlanıp babamı bilmedikleri bir yere götürürler. Memleketin o günlerdeki ahvalinde anarşist olmayanların karşısında iki seçenek vardı. Ya evliya olmalıydın ya da sarhoş. O geceyi hayal meyal hatırlayan babam daha sonra kendisini sallasırt edenler tarafından karşısına çıkartıldığı kişinin, kendisini getirenleri azarladığından bahsetmişti. “Ulan bula bula bizim Hüseyin ağbi’yi mi buldunuz?” Semtin delikanlısı imiş reisleri. Ne olacaktı ki? Vuran da bizdendi, vurulanda… —- Yerin biraz altında olan evden taşındık. Vuranlar ve vurulanların sayılarını okumaya devam ediyordu haber bültenleri. Derken birgün… Bir sabah radyoda marşlar çaldı. 12-eylul.gif Omuzlarında yıldızlar olan paşalar geldi. Paşaların başında bir başka paşa daha vardı. Vuran, vurulan kalmadı. Herşey bıçak gibi kesildi. Duvarlara kimse yazı yazamadı. Kimse ortalık yerde silah patlatamadı. Herkes bir “Şükür Yarabbi..” dedi. Herkes paşaları çok sevdi. Paşa herkesi hemşerisi ilan etti. Doğan çocuklara paşanın ismi verildi. Duvarlara yazı yazmak yasaktı. Kağıtlara bile yazılamadı senelerce. Paşalar koldaki çıbanı patlamıştı. Ama çıbanı yok etmek için kolu da kesmişlerdi. kenan-evren.jpg Tarih : 12 Eylül 1980 idi. Sekiz yaşındaydım. Etrafımdaki herkesin derin bir oh çekmesinden ve sürekli olarak bu paşayı övmesinden dolayı bende kendisini çok sevmiştim. Paşayı sevmeyen yoktu. Gazeteler kendisini yere göğe sığdıramıyordu. Paşa, toplumun her kesiminden aldığı bu heyecan ile yaptıklarının ne kadar doğru olduğunu gittiği her yerde anlatıyordu. Meydanlar kendisini çılgınca destekliyordu. Zaten paşaların yazdırdığı anayasa da toplumun %91′i tarafından kabul edilmiş ve memleket te bahar havası esmeye başlamıştı. Ülke artık 12 Eylül öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor ve bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağı açıkça kendisini gösteriyordu. Kanserli bünye, kemoterapi gördüğünde nasıl ki bür süre kendine gelemez ise, toplumun dinamikleri uzunca süre kendisini toparlayamamıştı. Zaten bazı dinamikler bir daha eski haline gelemeyecek şekile ortadan yok olup gitmişlerdi. Varlıkları hayırlımıydı? Yoklukları eksiklik midir? Bunları tahlil edebilmek, 1980 de sekiz yaşında olan birisi için çok kabil olmasa da bugünün perspektifinden 12 Eylül’ü daha objektif görebilmek ve değerlendirebilmek gerekmektedir. 1980′i takip eden yıllarda paşalara duyulan hayranlığın ve sevgi selinin durulması ile demokrasiye bu müdaheleyi kerhen desteklemek durumunda kalmış olan veya en azından ses çıkartmamış daha doğrusu çıkartamamış aydınları daha farklı konuşmaları başlamıştı. 12 Eylül’ü takiben binlerce insanın tutuklanması, yargılanması ve pek de nazik olmayacağını düşündüğüm sorgulamalardan geçmesi, hapsedilmesi ve binlerce insanın fişlenerek sosyal açıdan yıllarca sürecek daha farklı tartışmaları beraberinde getirecek olayları açmıştı. Legalliği tartışmalı bir demokrasi müdahelesi, akabindeki yasal düzenlemeler ile toplum dinamiklerini onlarca yıl boyunca köklü transformasyonlara uğratabilecek uygulamaları beraberinde getirmiş ve idari boşluklar ortaya yeni siyasal aktörleri çıkartmıştı. Bugün geriye dönüp baktığımda 12 Eylül öncesi ülkenin içinde bulunduğu kan gölü batağı ile sornasını mukayese ettiğimde kendimce 12 Eylül sonrası toplum yapısında ortaya çıktığına inandığım yapısal bozulmaların hiç olmamasını hiç şüphesiz temenni ederdim. Ama sokaktan koşarak giden yaralı ve eli silahlı adamların var olduğu, sadece mezhebinden ötürü kundaktaki bebelerin katledildiği, çorum ve maraş olaylarının yaşandığı, gazetecilerin katledildiği bir dönemde yaşamak ister miydim? Tabi ki hayır. Peki 12 Eylül olmasaydı? 80 sonrası, 80′in baş aktörü olan paşalara acımasız eleştirilerini yöneltenlerin 12 Eylül olmasa idi ne olurdu sorusuna ne cevap verebileceklerini yılalrdır merak eder dururum. 1980′de sekiz yaşında olan bir vatandaş olarak geride kalan 27 yıl boyunca paşalara antipati duymam gereken bir anım olduğunu zannetmiyorum. 80 sonrası icraatlerinde siyaseti iyi bilmediklerinden dolayı idari boşluklara getirmek zorunda oldukları kişilerin daha sonradan toplumun siyasal ve ekonomik yapısında ne kadar etkili olacabileceklerini ve toplumu nasıl bir liberal kişiliksizliğe sürükleyebileceklerini kestiremezlerdi tabi. Bu da onların toplumsal günahları oldu tabi ki. 12 Eylül’ün Türk toplumunun beyaz atlı prensi olduğuna inandığımı söyleyemem ama fırtınada batma tehlikesi geçiren bir geminin sığındığı korsan limanıdır 12 Eylül. Bakın size bir örnek. Çocuk zihnimde bir köy anım vardır. Köydeydik. Bir güzel yaz akşamı idi. Köyün ortaokul talebeleri, bir tiyatro oyununu sahneye koyuyorlardı. Sahne bir traktör römorku idi. Dekor, kostüm, senaryo herşey ince ince tasarlanmış ve projelendirilmişti. Seyirci ise bütün köydü. Bütün köy, saatlerce bu tiyatro oyununu gözünü kırpmadan hayranlıkla seyretmiş ve evlatları ile gurur duymuştu. 12 Eylül öncesi idi. Daha fazla kitap okunurdu. Düşünce daha özgürce dolanır dururdu. Köy enstitülerinde okudukları dönemde senede 50 dünya klasiği bitirmek zorunda olan öğretmenler tarafıdnan yetiştirilen köy çocukları tiyatro oynayacak kadar hayata geniş bakıyor ve uzak ufukları görebiliyorlardı. 12 Eylül öncesi idi. Sonrasında bu sahne hiç yaşanmadı. Şimdi o köyün kahvesinde gazete dahi okumayan geleceğe bakamayan umutsuz gençler var. Kızlar ise muhtemelen evlerinde Seda Sayan izleyip kendilerini şehre götürecek bir kısmet bekliyorlar. Alın bir de bu açıdan size bir önce ve sonra farkı. Bu yazı, ülkemizin aydın kimliğine sahip olmayan bir vatandaş olarak kaleme alınmıştır. Yani bilimsel olmaktan uzak olup bu tip bir gayesi de yoktur. Ülkemiz aydınlarının kerameti kendinden menkul icraatleri 12 Eylül öncesinde gazete, dergi arşivlerinde bolca vardır. Demokrasiyi kendi fikirlerini saltanat etmeye araç yapan herkes kanımca samimiyetsiz ve sahtekardır. Ülkem ise bu tip samimiyetsiz aydınlar ile maalesef üstünde varolduğu topraklarda bulunduğu tarihler boyunca dolu idi ve halen de dolu maalesef. Bu yazı sadece samimi bir soru sorar. Ya 12 Eylül olmasa idi? Fatih Özcan.- 12 EYLÜL
12 Eylül olmasaydı ordu bölünecekti Bülent Ruscuklu eski bir MİT görevlisi. Teşkilatta 27 yıl çalışmış. Yeni kitabı "Demokrat Parti'den 12 Eylül'e"de bize kendimizle yüzleşme imkânı veriyor. İnsan bazen en iyi dersi, en büyük yanlışlardan çıkarır. Yanlışlardan doğruyu öğrenme... Ülkenin yönetilemez hale gelmesi, siyasetin dibe vurması, kısır çekişmelerle toplumun maceraya sürüklenmesi, basiretsizlikle, ufuksuzlukla sorunların çığ gibi büyümesi ve gelen tehlikenin görülememesi ve dolayısıyla önleyici tedbirlerin alınamaması büyük travmalara neden oldu. Fakat bir travmayı yeni bir travmayla çözmek mümkün değildir. Yani dibe vurmuş siyaset de onu hizaya getirmek isteyen darbeler de birer travmadır. Bu durumda ne çözümsüz siyasetin sürmesi ne de darbenin kurtuluş olarak görülmesi ikisi de kabul edilemez. Bizde uzun süre, travma yemiş korkak ve ürkek bir siyaset hüküm sürdü ve siyaset ülke yönetmekten çok kişisel ikbal aracı olarak görüldü. Böyle olunca siyaset üzerinden kendisine "önem" atfedenler, hazır kurtarıcılar hiç eksik olmadı. Siyaset kurumu ülkeyi tam sahiplenemediği için sahiplenmeye meyilli asker bu boşluktan faydalandı. Bizde askerin demokrasiye bağlı kalması gibi imkansız bir talep dile getiriliyor. Askerin demokrasiyi korumak gibi bir görevi yok, evet ama askerin demokrasiyi yıkmak gibi de bir görevi yoktu. Fakat bunlar hep oldu bizde. Çözüm siyasette. Siyaseten de güçlü siyaset kurumunda. Demokrasiyi askerler kurmaz ve askerler kollamazlar. Demokrasiyi askerden de korumak siyasetin görevidir. Darbenin iyisi olmaz, her darbe toplumu geriye götürür. Kriz ve kaos ortamlarından çıkış için yeni formüller bulmak siyasetin görevidir. Askeri kışlada tutmak da öyle. 'Bizi yönet' diye toplum askerleri değil siyasi kadroları seçiyor. Seçilmişlerin 12 Eylül ruhuyla hesaplaşması ve sistemin üzerinden darbe yükünü kaldırması şart. Kimse bizden darbeyle yaşamaya alışmamızı beklemesin. Demokrat Parti'den 12 Eylül'e' adlı yeni kitabında 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'e ilişkin bilinmeyenlere ışık tutan eski MİT görevlisi Bülent Rusçuklu, Kenan Evren'in darbe yapılacağını haber verdiği tek sivilin şu sıralar eşiyle ilgili iddialar nedeniyle gündemde olan Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün babası, anayasa hukukçusu olan Mehmet Emin Paksüt olduğunu açıkladı. 27 Mayıs'tan bugüne oluşmuş bir darbe kültürü var. İktidara el koyma ihtiyaç olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüşmüyor mu? 12 Mart muhtırası bir yana, 27 Mayıs ve 12 Eylül kaçınılmazdı, çünkü başka çare kalmamıştı. 12 Eylül darbesine nasıl karar verildi? 12 Eylül darbe hazırlıkları tam bir yıl önce, 11 Eylül 1979'da başladı. Nasıl? Kenan Evren, darbe için nabız yoklamak amacıyla Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'ı odasına çağırdı; "Haydar Paşa, size vereceğim bu görevden sadece kuvvet komutanlarının haberi var. İç güvenliğimizin tehlikede olduğunu pek çok defa konuştuk. Silahlı Kuvvetler'in içine de sızmalar başladığını biliyorsunuz. Sizden bir çalışma grubu kurmanızı istiyorum. İki kurmayı görevlendirin. Araştırmanızı istediğim, yönetime müdahale için zamanı geldi mi? Ya da uyarıda mı bulunmak daha uygun olur? Bu hususlar etüd edilecek. Arada rapor verin. Hiçbir şey kayda geçmeyecek. Tek nüsha yazılsın. Elle... Bugün 11 Eylül, altı ay içinde tamamlayın. Bir de görevlendireceğimiz kişilere maske görev verin. Etrafın dikkatini çekmesin." RAPORLU DARBE... Rapor ne zaman geldi Evren'in masasına? 1,5 ay sonra. Raporda şunlar yazılıydı; "Memleket iç harbe sürükleniyor. Meclis'in feshedilmesi ve yönetime el konulması, geç kalınırsa Silahlı Kuvvetler'in de bir iç savaş içine sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği..." Evren raporu okudu ve çalışmanın sürmesi talimatını verdi. Rapor darbe için şartların hazır olduğu konusunda Evren'i ikna etti mi? Evet, darbe süreci başlamıştı. Askerler 21 Aralık'ta toplandılar. Siyasi partilerin bir mektupla uyarılması kararlaştırıldı. Mektup Cumhurbaşkanı üzerinden verilecekti. Mektup çare mi bahane mi? Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu; "Bu mektubun bir yararı olacağına inanıyor musunuz?" diye sordu. Evren; "Yarar sağlayacağı inancında değilim ama biz görevimizi yerine getirelim ki ileride tarih bizi bu yönden tenkit etmesin." Aradan üç ay geçiyor ve değişen bir şey yok. Mart 1980'de çalışma grubu Evren'e ikinci bir rapor sunuyor. DARBEYLE ORDUDAKİ BÖLÜNME ÖNLENDİ İkinci rapor ne diyor? Rapor hemen müdahale edilmesini söylüyordu. Ordu içinden de bu yönde gelen baskıların olduğu, aşağıdan yapılacak bir harekâtta orduda bölünme dahi yaşanabileceği belirtiliyor, iç ayaklanma dahi olabilir deniliyordu. 18 Mayıs toplantısında müdahale kararı alındı, Evren, hazırlığın haziran-temmuz aylarına göre yapılmasını istedi... 1 Temmuz günü hazırlıklar bitmişti ve 11 Temmuz günü darbe yapılacaktı. Neden 12 Eylül'e ertelendi? Evren 'yeni güvenoyu almış bir hükümete darbeyi dünyaya izahta zorlanırız' dedi ve ertelendi. Ordu içinde darbe fikri nasıl telaffuz edilir, bu yapı nasıl kurulur? 12 Eylül öncesinde ordudaki rahatsızlık ilk önce kutuplaşma şeklinde. Öğrenciler sağ-sol şeklinde ayrıştılar. Darbe hiye-rarşi içinde yapılmayıp alt kademeden hareket olduğu takdirde ordunun bölünebileceği tehlikesi vardı. 27 Mayıs'ta bu tehlike yoktu, çünkü o hükümete karşıydı. O halde 12 Eylül'ün görünen sebebi terör fakat daha güçlü faktör ordunun bölünme tehlikesi öyle mi? Terör sokakta da sağ-sol şeklindeydi. Bu durum devletin her kurumuna yansımıştı. Polis bile ikiyi bölünmüştü. Partiler bir araya gelemiyorlardı. MİT DARBEYİ BİLİYORDU 12 Eylül'den MİT'in haberi var mıydı? Evren MİT Müsteşarı Bülent Türker'i 10 Eylül günü makama çağırıyor; "48 saat sonra 12 Eylül günü sabaha karşı yönetime el koyacağız. Bütün hazırlıklar yapılmış durumda" diyor. Türker de "Komutanım Diyarbakır Bölge Daire Başkanı bu sabah mesaj çekmişti. Ordu yönetime el koymak için hazırlık yapıyor diye. Oradaki arkadaşa sıkıyönetim komutanı söylemiş." DARBEYİ İLK ÖĞRENEN SİVİL 12 Eylül'den ilk haberi olan sivil kim? Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanvekili olan Osman Paksüt'ün babası Emin Paksüt'ü çağırıp haber veriyor. Neden ona haber veriyor? Güvenilir bir insan olarak gördüğü için. Emin Paksüt'ün ilk tepkisi nedir? 6 Eylül'de Evren'in makamında görüşüyorlar. Evren, soruyor; "Sen Genelkurmay Başkanı olsan ne yaparsın?" Emin Bey, "Ben duruma müdahale ederim" diyor. Sonra "Size bir konuşma metni vereceğim. Bunu okuduktan sonra fikrinizi öğrenmek isterim" diyor Evren. Konuşma metni, darbeden sonra radyodan okuyacağı bildiridir. Metni okuduktan sonra Paksüt'ün yüzü sararıyor fakat bir şey söylemiyor. Başka kimse var mı haber verdiği? Evren, 11 Eylül günü Gülhane Askeri Hastanesi'nde tedavi gören eşi Sekine Hanım'ı ziyaretinde, "Sana bir haber vereceğim ama heyecanlanma. Bu akşam yönetime el koyacağız" diyor. Sekine Hanım da soğukkanlılıkla, "İyi edersiniz" karşılığını veriyor. Terör ve anarşi 13 Eylül'de nasıl kesildi? Hemen kesilmedi, bir süre devam etti. İki büyük parti AP ve CHP bir araya gelip polisin bölünmüşlüğünü engelleselerdi 12 Eylül olmazdı. 12 Eylül neyi tasfiye etti? Yasadışı örgütleri tasfiye etti. Şimdi bazı solcu yazarlar sol tasfiye oldu diyor. Sonraki süreçlerde Ecevit başbakan oldu. İnönü başbakan yardımcısı oldu. Bu mu tasfiye... 12 Eylül'ün arkasında Amerika'nın olduğu söylenir... Darbeden iki saat önce Amerikalıların Balgat'taki muharebe birliğinden Türkiye'nin muharebe birliği arandı. Etrafta tanklar olduğu, bunun 'tatbikat olup olmadığı' soruldu. Önce 'tatbikat var' deniliyor, ardından Evren, "Söyleyin, harekât nasıl olsa başladı. Yönetime el koyduk" diyor. Evren ABD onayı iddiasını kabul etmiyor. Kişisel inancım bir taraflardan, dış taraftan, düğmeye basılıyor. DIŞ OYUNLARI ENGELLEYEMİYORUZ Hükümetin yaptıklarını ülke için zararlı gören bir MİT elemanı darbe olacağı bilgisini hükümete verir mi? Verir... Evren Paşa, dönemin MİT müsteşarına 'darbe yapıyoruz' diyor, ama müsteşar o bilgiyi hükümete götürmüyor. Devlet işlerinde şahsi düşüncelerimizi, duygularımızı yaptığımız işe karıştırmayız... Başbakanın korumaları ona oy vermemiş olsalar bile, bir saldırıda kendi hayatlarını tehlikeye atarlar. Ordu içinde aşağıdan yukarıya yeni rahatsızlıklar var mı? Olabilir. Bundan sonra ülkede bir yıkım olursa bu defa onarmak pek mümkün olmayacak. Kim etmeyecek? Dış dünya. Bölücü terörü de bu bağlamda mı değerlendiriyorsunuz? Evet, onu da dış güçler besliyorlar. Bu noktada devletin zaafı var mı? Zaaf değil de dışarıdan desteklenen bir terörü bitirmek kolay değil. İçeriden de destek buluyor. Dışarıda kimlerin neler yaptığını bili-yoruz ama engellemeye gücümüz yetmiyor. MİT, sağlam psikoloji ister 12 Eylül döneminde göreviniz neydi? Uzun yıllar yurt dışı görevindeydim. Darbeden altı ay önce Türkiye'ye döndüm. Dışarıda... Haber toplama görevi. Kolay mıdır? Değil tabii. Açık kimlikle yapamazsınız bu işi... MİT deyince yalnızca yurt içi faaliyetler akla geli-yor. MİT'in çok geniş yurt dışı faaliyetleri de var. Bunlar gündeme gelmiyor, çünkü sansasyonel değil. MİT elemanı olmanın ne tür zorlukları var? Psikolojik açıdan sıkıntılı bir hayat. Dışa kapalısınız, kendinizi her ortamda belli edemezsiniz, rahat ilişkiler kuramazsınız. Dostlarınızla, ailenizle her şeyi paylaşamazsınız... MİT'in kullandığı kimi isimler imajını bozmuyor mu? Doğru, bazı kişiler çok öne çıktı, mahkemelere de düştü bunlar. Böyle olunca yıpratılıyor tabii. MEHMET GÜNDEM 12 Eylül'den önce sağ-sol kutuplaşmasının bütün devlet kurumlarında olduğuna dikkat çeken Bülent Ruscuklu, darbe ile ordudaki bölünmenin de engellendiğini söylüyor.- ZOR OLAN.....
. Üc de ceviz agacim olsun.- FOTO! FOTOĞRAFLAR
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Account
Navigation
Configure browser push notifications
Chrome (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions → Notifications.
- Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Select Site settings.
- Find Notifications and adjust your preference.
Safari (iOS 16.4+)
- Ensure the site is installed via Add to Home Screen.
- Open Settings App → Notifications.
- Find your app name and adjust your preference.
Safari (macOS)
- Go to Safari → Preferences.
- Click the Websites tab.
- Select Notifications in the sidebar.
- Find this website and adjust your preference.
Edge (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions.
- Find Notifications and adjust your preference.
Edge (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Click Permissions for this site.
- Find Notifications and adjust your preference.
Firefox (Android)
- Go to Settings → Site permissions.
- Tap Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.
Firefox (Desktop)
- Open Firefox Settings.
- Search for Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.
- BERLIN.