-
İçerik Sayısı
2.221 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
6
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
kaan_bebeto tarafından postalanan herşey
-
kadınlar diyorki ..erkekleri neden severiz 46 madde.
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
en sonun cusunu tuttum ablacım ,ablacım dedim yaşını bilmiyorum birde büyüksün herhalde benden ..... yanlız kadınlar kıskançtır ..ben çok kıskandırırım o yüzden bedduaları tutuyor kızların -
peheheh muhahah
-
Dünyada iki kör tanıyorum biri beni göremeyen sen ,diğeride senden başkasını göremeyen ben!
-
Benim derdim bana yeter birde sen vurma Bahar gitti firtinalar eser basimda Gülüm Gülüm yetmez ölüm ben ölürüm vay Etme gülüm, gitme gülüm ben ölürüm vay Askin beni bir gül gibi soldurdu her gün Yarali bir ceylan gibi öldürdü her gün Gülüm Gülüm yetmez ölüm ben ölürüm vay Etme gülüm, gitme gülüm ben ölürüm vay Yetmedi mi sana gülüm bir kuru sevda Ne vereyim sana gülüm al canim feda Gülüm Gülüm yetmez ölüm ben ölürüm vay Etme gülüm, gitme gülüm ben ölürüm vay Askin beni bir gül gibi soldurdu her gün Yarali bir ceylan gibi öldürdü her gün Gülüm Gülüm yetmez ölüm savur külüm Etme gülüm, gitme gülüm ben ölürüm vay Gülüm Gülüm yetmez ölüm savur külüm Etme gülüm, gitme gülüm ben ölürüm vay ... Kubat - Gülüm( Aci Hayat )
-
kadınlar diyorki ..erkekleri neden severiz 46 madde.
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
Seni Seviyorum : Ömrünü, enerjini daha faydalı işlere harcasana canım... Yazık ediyorsun vallaha... Seni Seviyorum : Et olarak mı, ruh olarak mı? Seni Seviyorum : Teoride mi, pratikte mi? Seni Seviyorum : Üzülme, zamanla geçer. Seni Seviyorum : Hadi ya, çok ilginç... Eee sonra... Seni Seviyorum : Ben de seni seviyorum aşkım... -
......()...........ŞİİR BAHÇESİ..............()...
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Şiir Forumu
Değil Midir? Mevt Allâhın emri derler Aşk ta böyle değil midir? Yas tutarlar gam ederler Aşk ta böyle değil midir? Evde gelir handa gelir Tende gelir canda gelir Beklenmedik anda gelir Aşk ta böyle değil midir? Mekân bilmez zaman bilmez Kazâ gibi aman bilmez Hatâ etsen affeylemez Aşk ta böyle degil midir? Gündüzleri gece olur Kelimeler hece olur Basit sözler bilmecolur Aşk ta böyle degil midir? Havadisler haber vermez Dost melekler kanat germez Ermişlerin aklı ermaz Aşk ta böyle değil midir? Pusudadır sessiz durur Ne ahlâk var ne de gurur Masumlara sille vurur Aşk ta böyle değil midir? Hem ağlatır hem güldürür Hislerimi dört böldürür Benim yaşta pir öldürür Aşk ta böyle değil midir? Mevt = ölüm Pir = yaşlî -
bizim oaralardan
-
sende küçük tatlı cadısın
-
kankisisin
-
......()...........ŞİİR BAHÇESİ..............()...
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Şiir Forumu
İstanbul dedim de seni hatırladım İşte İstanbul yorgun şehir işte canından bezmiş boğaz vapurları kederli tramvaylar ve Galata Köprüsü'nden telaşlı insanlar geçmektedir bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım işte İstanbul İstanbul dedim de seni hatırladım. Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları tekir,barbunya,canım uskumru,levrek işte İstanbul -
amin klopatra cım sana anlattıgım gibi işte canım kardeşim, küçük tatlı cadı.... çok sevmiştim o kalpsizi.............
-
......()...........ŞİİR BAHÇESİ..............()...
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Şiir Forumu
Bir deli özlem bu.. Özlüyorum seni, Yalansız bir özlem bu Dolansız, saf bir özlem. Yeni doğan bir çoçuğun Minicik elleri gibi Yumuşak ve mazlum bir özlem bu... Gökyüzü kadar büyük Senin kadar yüce bir özlem bu... Hasretten ağlayanan sevdalıların Yıllarca kavuşamayanların İki gün bile dayanılamayan bir özlem bu... Ne yapacağini bilmeyen Telefonlar bekleyen Ağlayan, isyan eden Kendisini harap eden bir özlem bu... Yolda yürürken Otobüslere dört gözle bakan Belki, onu görürüm diye Kıpır kıpır yerinde duramayan Salak salak, bos bos gezinen Seni arayan bir özlem bu. Bulutlara baktığında bile Sanki seni göreceğini sanan Orda olmadiğını bilen Ama yinede şansını deneyen bir deli özlem bu... Yani güzelim, Bir kalpsizi bile, Ağlatabilecek, bir deli özlem bu... -
ilk
-
http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=62758 şu hikayeyi oku arkidişim sonra bir kaç cümle fikrini yazarsan ....ben bunu okuduktan sonra hayatım değişti..
-
kaan_bebeto
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
sevgi ve saygılar bizden..... -
bilmem .........eskobar kimseye güvenemiyorum artık..
-
kaan_bebeto
kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
arkadaşlar ben kaaan .... ben bu forumu tesadüf bir konu ararken buldum .. bulduğum günden itibaren ,bu forumdaki bir şeyi fark ettim ;oda efendi insanların toplandıgı bir forum olarak gördüm ve aynen bu dediklerime katılıyorum halen..... dedim ya bir konu için girdim , ama sevdigim bir yer oluverdi işte sanal alem böyle bişey ...bir şşeye alışırsanız bırakamazsınız... kısa br konu araken uzun bir hikayeye dönüşüverdi .... -
Erkek severse vazgeçmez
-
YEDİ TEPE (İST) İstanbul'un, surları içinde kalan bölümünün, yedi tepe üzerinde kurulduğu söylenir. Bu tepelerin yerleri: 1- Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camiinin bulunduğu tepe. 2- Çemberlitaş ve Nuriosmaniye Camiinin bulunduğu tepe. 3- Beyazıt Camii, Üniversite ve Süleymaniye'nin bulunduğu tepe. 4- Fatih Camiinin bulunduğu tepe. 5- Yavuz Selim Camiinin bulunduğu tepe. 6- Edirnekapı semtinde, Mihrimah Sultan Camiinin bulunduğu tepe. 7- Kocamustafapaşa semtinin bulunduğu tepe. Bunlardan başka, İstanbul'da surların dışında kalan ünlü tepeler şunlardır: Beykoz'da Yuşa Tepesi, Rumelihisarı'ndaki Şehitlik Tepesi, Sarıyer'de Maden Tepesi, Paşabahçe'de Karlıtepe, Beyoğlu'nda Tepebaşı ve Fetihtepe; Şişli'de Hürriyet Tepesi, Gayrettepe, Esentepe, Kuştepe, Köğıthane'de Nurtepe, Şirintepe Seyrantepe, Gültepe, Çeliktepe; Kadıköy'de Fikirtepe, Göztepe; Usküdar'da lcadiye Tepesi, Sultantepe, Nakkaştepe, Büyük Çamlıca ve Küçük Çamlıca tepeleri. İSTANBUL SEMT İSİMLERİNİN HİKAYELERİ İstanbul’un birçok semtleri adlarını oradaki büyük camilerden almıştır: Beyazıt, Sultanahmet, Ayasofya gibi. Birçok semtlerin adı da orada oturmuş, ya da eser bırakmış kimselerden gelir. Ayrıca çeşitli tarihi olaylar, yapılar, çeşmeler de semtlere ad vermiştir. Araştırmalarımın sonucu olan bir kaçtanesini burda sizlere sunuyorum. Aksaray – Aksaray'dan gelenler buraya yerleştirilmiştir. Bu semt adını bu günkü Aksaray Şehrinden gelenler vermiştir. Ahırkapı - Padişah sarayının sonunda ki has ahırın (Padişahın atlarının barındığı ahır) yanında olduğu için Ahır Kapısı diye anılmıştır. Akaretler - Sultan Abdulaziz Taşlıkta Aziziye camiinin giderlerini karşılamak üzere bir vakıf kurmuştur. Bu vakfa gelir sağlamak için de gelir getiren anlamında Akaretler yaptırmayı planlamıştır. Bu planı bitirmek ise II.Abdulhamit'e nasip olmuştur. Bu yüzden semtede Akaretler denmiştir. Altunizade - Altunizade İsmail Zühtü Paşa'nın yaptırdığı cami, semtinde bu adla anılmasına sebep olmuşştur. Zühtü Paşa'nın babası altın alım satımı ile iştigal ettiğinden Zühtü Paşa'ya da Altunizade denmiştir. Arnavutköy – Önceleri, Boğaziçi’nin bu sevimli semtinde Arnavutlar oturduğu için buraya bu ad takılmıştı. Ataköy - Ataköy'ün eski adı Baruthane dir. II.Mahmut tarafından buraya baruthane yapılmıştır. O zamanlar Ataköy (İstanbul'un dışı sayıldığından baruthane yapımı için uygun bir alan olarak görülmüştür.) Daha sonraları Emlak ve Kredi Bankası bu bölgeye 50 - 60 bin nüfuslu bir yerleşim yeri kurmuştur(1950). Yeni yerleşim yerinin adı da Ataköy olur. Ayazağa - İsmini yeni çeri kethudası Ayaz Ağa'nın çiftliğinden almıştır. Abdulaziz döneminde buraya yaptırılan saray bugün binicilik okulu olarak kullanılmaktadır. Ayrılık Çeşmesi (Haydarpaşa’da) – Eskiden hac alayı bu çeşme çevresinde toplanır, oradan yola çıkardı. Hacca gidenler eşlerine, dostlarına orada veda ederek ayrılırlardı. Bağlarbaşı - Çok eskiden bir Ermeni manastırına ait bağların başladığı yermiş. Zamanla oraya Bağlarbaşı denmiştir. Balat - Rumca saray anlamına gelen palation sözcüğünden geldiği söylenir. Önceleri İstanbul'un kapılarından birine verilin bu ad, sonraları semtin adı olmuştur. Bebek - Fatih Sultan Mehmet Han buranın muhafazası için gönderdiği komutanın lakabından gelmektedir. (Bebek Çelebi Bebek Çavuş) Bedesten - Arapça bir söz olan Bezzaz dan türetilmiştir. Bez, kumaş taciri, Manifaturacı anlamına geliyor. Kumaş tacirlerinin bulunduğu yere de bezzazistan denildiğinden. zamanla halk arasında ağza kolay gelmesinden dolayı bedestan'a dönüşmüştür. Beylerbeyi – III. Murat devri beylerbeylerinden Mehmet Paşa’nın yalısını bulunduğu için köye bu ad verilmiştir. Cihangir – Kanuni Sultan Süleyman pek sevdiği oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştı. Semt adını bu Cihangir Camisi’ nden almıştır. Çarşamba – Samsun Çarşamba ovasından gelenler yerleştirildiği için buraya da Çarşamba denilmiştir. Çengelköy – XIX. Yüzyılda Kaptan-ı deryalıklarda, valiliklerde bulunmuş, yiğitliğiyle tanınmış Çengeloğlu Tahir Paşa burada bir mescit yaptırmıştı. Harem – Üsküdar Sarayı’ nın harem dairesine gidecekler bu iskeleye çıkarlardı. Haydarpaşa – III. Selim vezirlerinden Haydar Paşa oradaki kışlayı yaptırmıştı. İhsaniye – Selimiye kışlası ile Karacaahmet arasındaki bu mahallenin bulunduğu yerde eskiden bir saray vardı. Padişah yıkılmaya yüz tutan bu sarayın arsasını halka “ihsan” ettiği (bağışlandığı) için semtin adı “İhsaniye” kalmıştır. Kabataş – İskelenin bulunduğu yerde eskiden büyük bir taş vardı. Osmanlı devri ileri gelenlerinden “Köse Kahya” diye tanınmış Mustafa Necip çelebi bu taşı yontturup iskele haline getirdi. Kadıköy – Bugün Osmanağa Camisi diye anılan caminin yerinde eskiden Kadı Mehmet Efendi’nin yaptırdığı bir mescit vardı. Semtin adı bundan dolayı “Kadıköy” kalmıştır. Bugünkü camiyi I. Ahmet devrinde Babüssaade Ağası Osman Ağa yaptırmıştır. Diğer bazı kaynaklara göre Bizans’ın fethinden sonra burası İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’e bağışlanmış, bundan ötürüde semt “Kadıköy” adını almıştır. Kanlıca - Bu bölgeye Kanuni Sultan Süleyman tarafından Anadoludan Türkmen ve göcebe bazı türk kabileleri getirtilip yerleştirilmiştir. Bu göçebelerin buraya yerleşmeleri kağnılarla olduğu ve çok uzun bir süre içinde ancak yerleşebildikleri için halk arasında bu bölgeye Kağnıca, sonralarıda Kanlıca denmiştir. Kuzguncuk – Fatih Sultan Mehmet devrinde, Kuzgun Baba diye anılan bir derviş burada oturmuştu. Taksim - İstanbul sularının bir bölümünün buradan taksimi yapıldığı için burasıda suların taksimi (ayrımı) yapılan yer olarak kalmıştır Üsküdar – Farsça “Konak” anlamına gelir. Eskiden Anadolu’ya İran’a, Arabistan’a gidip gelen kervanlar burada konaklardı. Vaniköy – Eski adı Papazbahçesi’ydi. IV. Mehmet, Şeyh-i Sultani Esseyit Mehmet Vani (Vanlı) ye bu yerleri hediye etti, o da kendisine burada bir yalı, bir iki ev yaptırdı. ...............alıntıdır...............
-
Projenin Hedefleri Bu proje ile, İstanbul'da 1984 yılından bu yana gerçekleştirilen kapsamlı bilimsel çalışmalar sonucunda kentteki mevcut yapımı devam eden ve planlanan raylı sistemlerle bütünleşecek bir �Boğaz Demiryolu Geçişi� nin projesi ile mevcut Banliyö Demiryolu hatlarını İstanbul Boğazı altında bir tüp tünelle birleştiren bir proje ortaya çıkmıştır. Bu sayede; • İstanbul Metrosu ile Yenikapı'da entegrasyon sağlanarak, Yenikapı �Taksim �Şişli �4 Levent � Ayazağa'ya yolcuların güvenilir, hızlı ve konforlu bir toplu taşım sistemi ile seyahat etmesi sağlanacak, • Kadıköy-Kartal arasında inşa edilecek olan Hafif Raylı Sistemi ile entegrasyon sağlanarak yolcuların güvenilir, hızlı ve konforlu bir toplu taşım sistemi ile seyahat etmesi sağlanacak, • Kent ulaşımı içinde Raylı Sistemlerin payı artacaktır. • En Önemlisi Avrupa ile Asya'yı demiryolu ile birbirine bağlayarak Asya ve Avrupa yakaları arasında yüksek kapasiteli toplu taşım imkanı sağlanacak, .• Tarihi ve kültürel çevrenin korunmasına katkı sağlanacak, • Boğazın genel yapısında bir değişikliğe yol açılmayacak,deniz ekolojik yapısı korunacak, • MARMARAY projesinin hizmete girmesi ile Gebze-Halkalı arasında 2-10 dakikada bir sefer yapılacak ve bir yönde saatte 75.000 yolcu taşıma kapasitesi sağlanacaktır. • Yolculuk süreleri kısalacak, • Mevcut Boğaz Köprülerinin yükü hafifletilecek, • İstanbul trafik sorununa kalıcı bir çözüm getirilerek trafik kazaları en az seviyeye indirgenecek, yollardaki otomobil ve otobüs sayısı azaltılarak karayolu araç trafiğini rahatlatmasının yanında, özel otomobil kullanıcılarına da hızlı bir ulaşım seçeneği sunacak, • Trafikte daha az motorlu taşıt kullanılması nedeniyle enerji tasarrufu sağlanarak, daha az hava kirliliği ve gürültü kirliliği olacağından İstanbul İli yaşanılır bir kente dönüşecek, • İş ve kültür merkezlerine kolay, rahat ve çabuk ulaşım sağlayarak kentin değişik noktalarını birbirlerine yaklaştıracak ve kentin ekonomik yaşamına da canlılık katacaktır. ..............alıntıdır.............. http://www.marmaray.com.tr/genel_projenin_hedefleri.htm
-
marmaray Marmaray Demiryolu Projesinin güzergahı, İstanbul Boğaz Geçişi hariç olmak üzere, mevcut banliyö demiryolu hattının güzergahına benzerlik göstermektedir. Bir başka ifadeyle, Halkalı ile Kazlıçeşme ve Söğütlüçeşme ile Gebze arasındaki mevcut istasyonların çoğu bugünkü yerlerinde kalacak; fakat binalar revizyon ve onarımdan geçirilecek veya tamamen yeni binalar inşa edilecektir. Bunlara ek olarak, Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar'da yeni yeraltı istasyonları inşa edilecek ve demiryolu teknolojisi, modern sistemler ve demiryolu araçları kullanılarak iyileştirilecektir. Halkalı'dan Gebze'ye bir yolculuk, Sirkeci'den Haydarpaşa'ya feribotla geçiş dahil olmak üzere, tipik koşullar altında 185 dakika sürmektedir. İyileştirilmiş banliyö demiryolu sistemi hizmete açıldığında, bu yolculuk 105 dakika sürecektir. Bir başka ifadeyle yolcular, bu yolculuktan 80 dakika kazanacaklardır. Yukarıda belirtilen durum dahil olmak üzere, yolculuk süresi ile ilgili diğer örnekler, aşağıda liste halinde sunulmuştur: • Gebze ve Halkalı arası 105 dakika • Bostancı ve Bakırköy arası 37 dakika • Söğütlüçeşme ve Yenikapı arası 12 dakika • Üsküdar ve Sirkeci arası 4 dakika Sistemin hizmete açılacağı yılda, zamandan elde edilecek toplam tasarrufun yaklaşık 13 milyon saat olacağı hesaplanmıştır; 2015 yılı itibariyle elde edilecek olan toplam zaman tasarrufu, yaklaşık 25 milyon saat olacak ve sistemlerin kapasitesi tamamen kullanılabilir hale geldiğinde, elde edilecek zaman tasarrufu yılda yaklaşık 36 milyon saat veya tüm dünya genelinde her gün insanlar tarafından kazanılan yaklaşık 100.000 saat (11.4 yıl) olacaktır! ........alıntıdır ...........
-
.........................İSTANBUL............................. İstanbul'un tarihi 300 bin yıl önceye kadar uzanır. Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yaşadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır. M.Ö. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Ama bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. M.S. 4. Yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır. İSTANBUL TARİHİNDEKİ BELLİ BAŞLI DÖNEMLER Bizantion (M.O. 660 - M.S. 324) Yunanistan'dan gelen Megara'lılar M.Ö. 680'lerde Marmara Denizi'ni geçerek İstanbul'a ulaştılar ve bugünkü Kadıköy'de Halkedon adını verdikleri bir kent kurdular. "Körler Ülkesi" olarak da anılan Halkedon'un halkı tarımla uğraşıyordu. M.Ö. 660'larda da Trak kökenli komutanları Bizans önderliğinde yola çıkan Mega'lıların diğer bir kolu bugünkü Sarayburnu'nun olduğu yerde başka bir kent daha kurdu. Efsaneye göre Delfi Tapınağı'ndaki kahinin öğüdüne uyarak burayı seçen Megara'lılar, komutanlarının adından hareketle, kente "Bizantion " adını verdiler. Bu yörede Megara'lılardan önce de bazı Trak toplulukları yaşadığı bilindiği için Megara'lılarla yerli halkın kaynaşmış oldukları sanılmaktadır. Pek çok istilalara uğrayan Bizantion, M.Ö. 269'da Bithynialılar tarafından yağmalanarak ele geçirildi. M.Ö. 202'de Makedonyalılar'ın tehdidinden korkarak, Bizantion Roma'dan yardım isteğinde bulundu. Bu dönemden itibaren kentte Roma İmparatorluğu'nun etkisi başlamış ve M.Ö 146'da kent Roma'nın egemenliğine girmiştir. Önceleri idari olarak varlığını sürdüren kent, daha sonra Bitinya-Pontus eyaletinin bir parçası haline gelmiştir. Böylece 700 yıllık kent devleti statüsü sona ermiştir. 73 yılında Bizantion Roma'nın Bithynia-Pontus eyaletine bağlandı. İmparator Vespasianus kentin gelişimine katkıda bulundu. 193 yılına gelindiğinde, Roma İmparatoru Septimus Severus, Partlar'ın tarafını tutan Bizantion'u kuşatarak kenti yağmalayıp, surları da yıktırdı. Daha sonra ise surları yeniden inşa ettirip, kenti imar etti. Yeni binalarla sokakları düzenledi. Hipodrom inşaatını başlattı. 269'da kent bu defa Gotlar'ın saldırısına uğradı. Zafer kazanan Gotlar, deniz kıyısına yakın bir yere sütunlarını diktiler. 313'de Nicomedialılar kenti ele geçirdiler. I. Constantinus, Nicomedialılar'la yaptığı savaşı kazanarak kenti geri aldı. Roma İmparatorluğu'nun başkenti (324 - 395) Bizantion Roma'nın Doğu'sunun yönetim merkezi olarak seçildi. Bu yeni konumu, kentin dünya kültürü ve siyaseti içindeki önemli rolünü de belirledi. I. Constantinus (324-337), Romalı soyluları Bizantion'a çağırarak kentin Romalı nüfusunu artırdı. Yeni başkentin konumuna yakışır bir imar hamlesi başlatıldı. Limanlar ve su tesisleri yeniden düzenlendi. Kent içi su dağıtım sistemlerinin temelleri atıldı. Savunma için yeni bir sur yaptırıldı. Septimus Severius'un başlattığı hipodrom inşaatı tamamlandı. 100 bin kişilik hipodromun genişliği 117, uzunluğu ise 480 metreydi. Hipodrom duvarlarının üzeri çok sayıda heykelle süslüydü. En önemlisi de at heykelleriydi. Kentin Latinler tarafından istila edilmesiyle bu at heykelleri Venedik'e, San Marco Meydanı'na taşındı. Hipodrom'daki (Sultanahmet Meydanı) imparatorluk sarayı (Sultanahmet Camisi'nin bulunduğu alan) ve anıtsal ibadethaneler, akropolis (Topkapı Sarayı'nın bulunduğu yer) yapıldı. Önceleri Nea (Yeni) Roma adı ile anılan kenti, I. Constantinus kendi adıyla özdeşleştirdi. 11 Mayıs 330 tarihinde kentin adı Constantinopolis olarak ilan edildi. Önce Aya İrini, ardından 360 yılında da Ayasofya kiliselerini yaptıraran I. Constantinus, kenti Hırıstiyan dünyası için önemli bir merkez haline getirdi. Bizans İmparatorluğu Dönemi (395 - 1453) 476'da Batı Roma'nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu'na dönüşmüş ve İstanbul da, bu yeni imparatorluğun başkenti haline gelmiştir. 6. yüzyılın ortaları, Bizans İmparatorluğu ve İstanbul için yeni bir yükseliş döneminin başlangıcıdır. İmparator I. Jüstinyen yönetimindeki bu dönemde daha önce tahrip edilmiş olan Ayasofya bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiş, 543'lerde kentte görülen ve nüfusun yarısının ölümüne sebep olan veba salgınının izleri silinmiştir. 7, 8 ve 9. Yüzyıllar İstanbul için kuşatılma yılları oldu. Yedinci yüzyılda Sasaniler ve Avarlar'ın saldırısına uğrayan kenti, sekizinci yüzyılda Bulgarlar ve Müslüman Araplar dokuzuncu yüzyılda ise Ruslar ve Bulgarlar kuşattılar. 1204'de kent Haçlılar tarafından ele geçirildi ve yağmalandı. Bu işgal ve yağma sonrasında ortaçağın en büyük kenti 40-50.000 nüfuslu, yoksul ve harabe bir kente dönüştü. Bu dönemden sonra İstanbul sürekli küçülmeye ve fakirleşmeye başladı. Şehrin soylu ve zenginleri İznik'e göç etti. Latin İmparatorluğu sadece İstanbul ve yöresinde egemenlik kurabildi.İznik (Nikia), Trabzon ve Yunanistan'daki Epiros'ta bir Bizans muhalefeti gelişti. 1254 yılına gelindiğinde Latin İmparatorluğu çepeçevre kuşatılmıştı. Bu esnada İstanbul çok fakirleşmis hatta Latin İmparatoru II. Baudouin ısınmak için sarayının ahşap bölümlerini yakacak olarak kullanmaya başlamıştı. Nihayet 1261 yılında Palailogos Hanedanı İstanbul'u tekrar ele geçirdi ve böylece İstanbul'daki Latin dönemi sona erdi. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1453-1923) Kent, 1391 yılından başlayarak Osmanlılar tarafından kuşatılmaya başlandı. 1396'da I. Bayezid (1389-1403), Karadeniz'den gelecek yardımları önlemek için kentin Anadolu yakasına bir hisar yaptırdı. Kenti almaya kararlı olan II. Mehmed de (1451-1481), Bizans'a Kuzey'den gelecek yardımları her iki taraftan Boğaz'ı tutarak önlemek için bu defa kentin Avrupa yakasına Rumeli Hisarı'nı inşa ettirdi. İstanbul'un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli olan çok büyük toplar döktürüldü. 16 kadırgadan oluşun güçlü bir donanma oluşturuldu. Asker sayısı iki kat arttırıldı. Bizansın yardım almasını engellemek için yardım yolları kontrol altına alındı. Ceneviz'lilerin elinde bulunan Galata'nın da savaş esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuvvetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı. İki aya yakın süren bu kuşatma dönemi 29 Mayıs 1453 günü sabaha karşı başlayıp, öğleden sonra kentin ele geçirilmesiyle tamamlandı. Bu tarihten itibaren İstanbul bir Osmanlı kenti oldu. Fetihten sonra şehrin kalkındırılması için yeni iskan bölgeleri oluşturuldu. Bizans'ın son dönemlerinde görkemini yitirmiş olan kentte, öncelikle eskiden kalma binalar ve surlar onarılmaya başlandı. Bizans altyapıları üzerinde Osmanlı'nın temel kurumlarının binaları yükselmeye başladı. Büyük su sarnıçlarının da korunması sağlandı. Osmanlı kimliğine uygun bir gelişme gösteren İstanbul artık imparatorluğun başkenti idi. Nüfusu artırmaya yönelik bu iskan ve sürgünlerle oluşan mahalleler daha sonraki İstanbul idari yapısının temelini oluşturdu. 1459'da İstanbul her biri farklı demografik özellikler taşıyan dört idari birime ayrıldı. Bunlardan biri idarenin merkezinin olduğu Suriçi, diğer üçü ise surdışında yeralan ve "Bilad-i Selase" olarak adlandırılan Eyüp (Büyük ve Küçük Çekmece, Çatalca ve Silivri dahil), Galata ve Üsküdar'dı. 1457 sonunda eski başkent Edirne'nin uğradığı büyük yangınla şehre yeni göçmenler geldi ve şehir oldukça şenlendi. İstanbul, fetihten elli yıl sonra Avrupa'nın en büyük şehri haline geldi. 16. yüzyıla büyük bir şehir olarak giren İstanbul, Küçük Kıyamet olarak anılan 14 Eylül 1509 depreminde çok zarar gördü. 8 Şiddetinde olduğu tahmin edilen ve artçı sarsıntıları 45 gün süren depremde binlerce bina yıkıldı, binlerce kişi öldü. İstanbul, 1510'da Sultan II. Bayezıd tarafından 80.000 kişinin istihdamıyla neredeyse yeniden kuruldu. Bu yüzden günümüze gelebilen eserlerin büyük çoğunluğu bu devirden kalmıştır. 1520-1566 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman yönetiminde İstanbul birçok değerli esere ve izleri günümüze kadar ulaşan bir kent planına kavuşarak, gelişmiştir. Bu dönemde özellikle Mimar Sinan imzalı birbirinden değerli çok sayıda eser inşa edilmiştir. Veba salgını, yangınlar ve sellere rağmen Kanuni dönemi İstanbul için tam bir yükseliş dönemi sayılmıştır. Lale Devri olarak da anılan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlığındaki 1718-1730 yılları, itfaiye teşkilatının kurulması, ilk matbaanın açılması ve çeşitli fabrikaların inşasıyla İstanbul'un değişmeye başladığı dönemdir. 3 Kasım 1839'da Topkapı Sarayı'nın Gülhane Bahçesi'nde okunarak halka ilan edilen Tanzimat Fermanı ile İstanbul'da yeni bir dönem açıldı. Batılılaşma sürecinin hızlandığı bu dönemde İstanbul'da mimariden yaşama tarzına, eğitim kuruluşlarından sanayi kuruluşlarına kadar birçok alanda yenilikler yaşandı. Bu dönemde şehir yeni alanlara doğru genişlemeye başladı. Suriçi Bakırköy yönünde, Galata ise Teşvikiye yönünde yayılırken; Boğaziçi'nde Sarıyer'e iskan hızlandı. Anadolu yakası ise bir taraftan Bostancı, diğer taraftan Beykoz'a doğru büyüdü. Bu yıllar, altyapı ve kent hizmetlerinde de önemli gelişmelere sahne oldu. Haliç üzerine köprü yapılması, tünel (metro), Rumeli Demiryolu, kent içi deniz taşımacılığı yapan Şirket-i Hayriye'nin açılması, Şehremaneti (Belediye) örgütünün diğer belediye dairelerinin kurulması, ilk telgraf hattının çekilmesi, Zaptiye Nezareti'nin kurulması ve ona bağlı karakolların açılması, Vakıf Gureba Hastanesi'nin hizmete girmesi ve Atlı Tramvay Şirketi bu gelişmelerin sadece bazılarıdır. 23 Aralık 1876'da I. Meşrutiyet ve 24 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilanlarına sahne olan ve halk arasında "Üçyüzon Depremi" denen 1894 depreminde büyük zarar gören İstanbul', II. Dünya Savaşı'nın ardından 13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri donanmasınca işgal edildi. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla İstanbul'un başkent dönemi sona erdi. Osmanlı Padişahları Osman Gazi 1299-1326 Sultan Orhan Gazi 1326-1359 Sultan Murad Hüdavendigar 1359-1389 Sultan Yıldırım Bayezid 1389-1403 Sultan Çelebi Mehmed 1413-1421 Sultan Murad II 1421-1451 Fatih Sultan Mehmed 1451-1481 Sultan Bayezid II 1481-1512 Yavuz Sultan Selim 1512-1520 Kanuni Sultan Süleyman 1520-1566 Sultan Selim II 1566-1574 Sultan Murad III 1574-1595 Sultan Mehmed III 1595-1603 Sultan Ahmed I 1603-1617 Sultan Mustafa I 1617-1623 Sultan Osman II 1617-1622 Sultan Murad IV 1623-1640 Sultan İbrahim I 1640-1648 Sultan Mehmed IV 1648-1687 Sultan Süleyman II 1687-1691 Sultan Ahmed II 1691-1695 Sultan Mustafa II 1695-1703 Sultan Ahmed 1703-1730 Sultan Mahmud I 1730-1754 Sultan Osman III 1754-1757 Sultan Mustafa III 1757-1774 Sultan Abdülhamid 1774-1789 Sultan Selim III 1789-1807 Sultan Mustafa IV 1807-1808 Sultan Mahmud II 1808-1839 Sultan Abdülmecid 1839-1861 Sultan Abdülaziz 1861-1876 Sultan Murad V 1876-1876 Sultan Abdülhamid II 1876-1909 Sultan Mehmed Reşad 1909-1918 Sultan Mehmed Vahideddin 1918-1922
-
ANKARA Ankara, kuruluşu binlerce yıl gerilere giden ve bu geçmiş içinde birkaç kez Anka Kuşu gibi yeniden doğmuş bir kenttir. 1920'lerde yeni cumhuriyetin beşiği olmaya hazırlanırken, sonuncu kez yeniden doğuyordu. 0 tarihte Ankara'nın nüfusu yirmi bindi; bugünse, yedi merkez ilçesinden biri olan Çankaya'nın nüfusu tek başına milyona yaklaşmaktadır. 1920'lerin Ankara'sı ıssız-sessiz, kışın yağmuru, yazın tozuması bitmez, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir küçük Orta Anadolu kasabası... 1920'lerin Çankaya'sı bu ıssızlığın en ıssız köşesi; inler-cinler bile top oynamaya korkuyor sanki... O yılların Ankarası'nda, Kale'nin istasyon yönündeki sırtlarında Hıristiyanların yaptırdıkları derme çatma oteller, hanlar, lokantalar, tek ya da iki katlı evler var. Trenden inen bir yolcu, iki yanı bataklık ince bir yoldan, tek ağacın bile bulunmadığı bir mezarlığın yanından ürpertiler içinde geçmek zorunda. Kent merkezine ancak buralardan geçtikten sonra varılabiliyor. Öylesine yoksul, öylesine yoksun bir kasaba ki Ankara, daha beterini düşünmek mümkün değil. Su yok, ağaç yok, yol yok, elektrik yok, konut yok. Su sorunu yıllar yılı dert oluyor devletin yöneticilerine. Kenti ağaçlandırmak yıllar alıyor. Yol da öyle... Yazın toz kasırgalarının, kışın diz boyu kardn, çamurun geçit vermediği, yola benzemez yollar... Kuru geçen kışlarda ayazın dondurduğu topraklar Ankaralıların yüzünü güldürüyor. Çünkü ancak o zaman her taraf yol oluyor. Elektrik epey zaman sonra lokomobil denilen bir aygıtla, ancak bazı yerlere sağlanabiliyor. Titreye titreye yanan ampullerdeki ışığa elektrik demek ne kadar mümkünse artık. Bu kadarcık bir kolaylığın bile bulunmadığı yerlerde ise insanlar, genellikle gaz lambalarının titrek aydınlığıyla yetinmek, biraz ayrıcalıklı olanlar ise lüks lambalarıyla boğuşmak durumunda. Konut, en az öncekiler kadar önemli bir sorun. Kente gelen memurlar ev bulamadıkları için eşlerini, çocuklarını beraberlerinde getiremiyorlar. Zaten bulabildikleri evlerde, kendileri de üçü beşi bir arada oturuyorlar. Hatta bazıları resmi dairelerde, bakanlık binalarında kalıyorlar. Taşıt derseniz... Yerli halkın taşıtı, şu sevimli eşekler. Bazı kesimler ise fayton kullanıyor. Bu modem (!) araçla bile, avuç içi kadar Ankara'nın bir yanından öteki yanına gitmek saatler alıyor. Hele Çankaya'ya çıkmak zorunda kalanlar için bu, bugünün şehirlerarası yolculuğu gibi bir şey oluyor. Ama Çankaya'ya çıkmak da zorunlu. Çünkü Mustafa Kemal Çankaya'da havuzlu, küçük bir bağ evinde oturuyor. Çankaya o yıllarda kentin alabildiğine uzağında. Bugünkü Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin bulunduğu tepenin eteklerinden Çankaya'ya kadar inen her yer, asma kütükleri, bağ artıkları, yabani çiçekler ve dikenlerle dolu. Ve çok kar yağdığında aç kalan kurtlar, bugünkü Yenişehir'e kadar iniyor. Mustafa Kemal Paşa'nın köşkünden biraz aşağılarda, Cumhuriyet'in ilk başbakanı İsmet Paşa oturuyor. Yeni yaşam biçiminin gerektirdiği bazı davetler, toplantılar İsmet Paşa'nın evinde yapılıyor. Bu davetlerden birinde İnönü'nün evinde çok sayıda yabancı diplomat da var. Bu gecenin, bugün bize kemik gelecek öyküsünü Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya adlı kitabından aktaralım: "...Gece kar o kadar yağmıştı ki, otomobiller saplanmışlar, sökülemez hale gelmişler. İngiliz Büyükelçisi George Clark, yanında müsteşarıyla birlikte Başvekil İsmet Paşa'nın evinden çıkınca, yürüyerek gitmekten başka çare olmadığını görür. Evi de birkaç yüz metre yukarıda. Fakat ara yer bomboş, kırlık. Biraz ilerleyince büyükelçiyi bir gülme tutmuş. 'Kurtların bizi parçalaması bir şey değil. Fakat kurtların parçaladığı insanlardan ilk defa olarak, kar üstünde frak ve silindir şapka parçalan kalacak' demiş." Falih Rıfkı Atay aynı kitabında, konuk olarak gittikleri evlerde kar yüzünden birkaç gece kaldıklarını, bazen evlerine gitmek için girişimde bulunup cep fenerlerinin ışığında kar ve çamurla boğuşarak yürümeye başladıklarını, ama az sonra boş ve ıssız karanlıklardan ürkerek geri dönmek zorunda kaldıklarını örneklerle anlatır. 1920'lerin Ankara'sı böyle bir Ankara. Var ama yok gibi... 1920'lerin Çankaya'sı böyle bir Çankaya. Var ama yok gibi... Ama bu 'yok'lar kasabasında, alabildiğine 'yok'ların arasında bir şey var: Türkiye Cumhuriyeti'ne can veren TBMM. Evet, TBMM 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılmış. Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 11 6'ncı gününde... Şöyle dolu dolu bir dört ay bile geçmemiş aradan. Yurdun her yanından gelen temsilcilerin oluşturduğu Meclis, Sakarya kıyılarına kadar gelen düşmanın top seslerini dinleye duya çalışmalara koyulmuş. Ülkede henüz bir İstanbul hükümeti ve bir Padişah yönetimi var olduğu halde, Ankara'da bir Meclis ve bir hükümet kurulmuş. Henüz "devlet" olarak fazla ciddiye alınmasa bile, Türkiye uluslararası alanda "Ankara Hükümeti" olarak anılıyor. Bu 'yok'lar kasabasında bir şey daha var: Kurtuluş Savaşı'nın yönetildiği ve sürdürüldüğü komutanlık karargahı... Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla başlayan Kurtuluş Savaşımız güneyde, güneydoğuda, güneybatıda ve batıda yedi düvele karşı bütün hızıyla sürüyor. İstanbul işgal altında. Düşman Ankara kapılarına dayanmış. Yunan Kralı Konstantin, Ankara üstüne sefere kalkıp, zaferini Mustafa Kemal'e orada, savaşın yönetildiği Komutanlık Karargahı'nda ilan etmenin rüyasını görüyor. Ve Mustafa Kemal'e inanmayanların, güvenmeyenlerin, onu kabullenmeyenlerin ortalığa yaydıkları fısıltılar, bulandırdıkları hava alabildiğine yoğun. Dahası, ülkenin her yanında irili ufaklı çete grupları cirit atıyor. Amaaa... Ankara'da bir Meclis, o Meclis'te Mustafa Kemal'e, ulusal bağımsızlık ilkesine sonuna kadar bağlı kalacak insanlar var. Bunlar Sakarya kıyılarındaki top seslerinin gürültüsünde bile umutlarını yitirip de Ankara'dan ayrılmayı bir an olsun düşünmeyen insanlar. Ve Ankara'da çok önemli bir şey daha var. 27 Aralık 1919 günü, Dikmen tepelerinde Mustafa Kemal Paşa'ya kucak açan, onu sımsıcak bir sevgiyle ve umuda bağırlarına basanlar var. Ege'de istilacı düşman ordusuna karşı ulusal dire nişi başlatan efelerin benzeri, Ankara'nın yiğit, yurtsever seğmenleri var. Ankara tüm varlığını, maddi-manevi tüm olanaklarını Mustafa Kemal'in ayaklarına sermiş, yüreğinin bütün sıcaklığını yoluna dökmüş. Ankara, bağrında yanan ateşi, yüreğini yakan sızıyı ancak bir Zafer'in, bir Kurtuluş'un söndürebileceği bir bozkır kasabası... Umut dolu, inanç dolu bir bekleyiş Ankara... Ve tüm Ankara'nın umudu, kasabanın güneyinde bir tepede, Çankaya'da, gösterişsiz bir bağ evinde oturuyor. Onun verdiği umut, inanç, direnç dalga dalga Ankara'ya, oradan da bütün yurda yayılıyor. Ankara, neredeyse yalnızca surların içinde kalmış İstanbul yönetimini damla damla eriterek her gün biraz daha yıldızlaşıyor, giderek tüm ülkenin simgesi oluyor. Ankara, kurtuluşu özleyenlerin yüzlerini çevirdiği bir umut-kasaba. Artık içeriye ve dışarıya karşı, Türkiye topraklan üzerinde son soluğunu vermek üzere olan bir İstanbul yönetimi ve taptaze soluğunu duyumsatan bir Ankara Hükümeti var. Gecenin karanlığı, tanyerinin aydınlığında kaybolmak üzere. Ve yeni bir Güneş'in doğması çok yakın. Ozan ve kent plancısı Ali Cengizkan Ankara hakkında şunları yazıyor: "Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından değil; insan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz olmalı ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da; çünkü ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşümüz yoksa. Çünkü dereler sığdır ve denetim altındadır, göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terk edilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik, ama sırasında kendini de kesen bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, memurin ve hesaplıdır, yaptığınız her şeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir toprak olduğu bir yana bırakılırsa."
-
......()...........ŞİİR BAHÇESİ..............()...
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Şiir Forumu
Günler Perişan yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman şuramızda birşey var acıya benzer umuda benzer böyle günlerde herşey hem acıya, hem umuda benzer gün ölümle başlatıyor hayatı her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor her sabah ölümü anlatıyor gazeteler sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme beynim sabırla keskin iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir gelirsede bilinir nerden ve nasıl böyle ölümün yücedir adı ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası -
Sen tenimin tuzunda Açan mis kokan Büyülü kardelen Sen ormanda yağan Deli yağmurdan Kaçarken çıkan fırtınam Yine sonbahar yasta aşklar Yine şarkılar kalp dolunay Yine o rüzgar beni okşar Senin gibi yasak yar ...