VATAN(* tarafından postalanan herşey
-
çarpma tamamlama
*** 3* (düzeltemedim birler ve sonlar basamağında olacak) ---- **** Gloria beni biliyorsun ukalalık için yazmam.... Ama matematikte böyle tanımlı bir işlem olamaz. 1 den 9 a kadar yani 0 kullanılmıyor ayrıca işlemde.
-
çarpma tamamlama
Soruda sorulan farklı kardeşim bende onu sordum zaten: Altta işlem tanımlanmıyor. Çarpma sonrası alt alta toplama kısmı yok soruda..... Üç haneye iki hane çarpıp dört rakamlı tek bir sayıyı hemen elde ediyorsun. (ekstra işlem yazılmamış ) Bu sayılarda ayrıca sona eklenecek 0 değeri de yok Gloria bunu sormuş ama bende onu bir açarmısın gloria demiştim.
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Gecenin bu saati uykum kaçtı bi bakiim dedim topiğe Kimseler yok buralarda sessizken kötü oluyo buralar. Bir sıcak dost yazısı arıyor insan Topiği topic yapan içindeki insanlarmış demek ki
-
İbni Sina Kimdir?
Çalışmaları: mantık 1- giriş 2- kategoriler 3- önermeler 4- birinci analatikler 5- ikinci analitikler 6- topikler 7- sofistik deliller 8- retorik 9- poetika doğa bilimleri 10- fizik 11- gökyüzü ve alem 12- oluş ve bozuluş 13- etkiler ve edilgiler 14- mineroloji ve meteoroloji 15- psikoloji 16- botanik 17- biyoloji matematik 18- geometri 19- aritmetik 20- musiki 21- astronomi ilk felsefe 22- metafizik Bu abide şahsiyet ile ilgili bir takım şeyler de ben eklemek isterim İbni Sina tıp konusunda farmakolojik gelişmeler yönelik birçok yazı yazmış çalışmalar yapmıştır. İbni Sina Aristocu temelden gelmektedir. çalışmaları tamamen deneylerden yola çıkarak gerçeği bulma şeklinde şekillenmektedir. Aslında tıp alanındaki çalışmalrında birçok hastalığın tanım ve tedavisi üzere yaptığı çalışmalar bugün bile Avrupa da tanınmaktadır. Kanaatimizce bir Türk Büyükleri listesi olsa İbni Sina ilk sıralarda yer alacak Abide bir şahsiyettir. Saygı ile....
-
İbni Sina Kimdir?
İbni Sina Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler. İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphanesinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi. İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir. Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır. İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü. İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz. İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır. Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki kişinin duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir. (Detay içeren bir anlatı ve biyografi olduğundan internetten alıntılanmıştır.)
-
Farabi Felsefesi
Farabi felsefesi Aristocu bir felsefedir. Aristo temelinde şekillenen ve bu mantık çerçevesinde kendini ve Allah ı tanımlamaya giden bir felsefedir. Aristonun Diyalektik yöntem ile bilimsel metadoloji izlemesi aynen Farabi de gözlemlenir. Farabi hayatın bir yaratılmışlık olduğunu insanın va diğer tüm canlıların varlıklarını başka bir varlığa borçlu olduklarını söylemiştir. Bu varlık en son Allahtır. Yani Allah hakim ve yaratan sıfatındadır. Farabi en çok bu mantık dizgisi ile tanınıyor. Bu ise koşullu varlık kavramıdır. Felsefe bakımından bakılacak olursa kendi çalışmaları da çok olan Farabi çevirilerde yapmıştır. Avrupa karanlık dönemi yaşarken Aristo çevirileri ile Ariatotales i Avrupa ya tanıtan yine farabi olmuştur. Farabi eski yunan Felsefesi üzerine uzman bir isimdir yaynı zamanda. Takipçileri İbni Sina İbni haldun gibi şahsiyetleri de etkişlemiştir kısmen. Felsefi bakımdan iç içe geçen fikir dizgisi ile Farabi ilk bilgilerden diğer bilgilerin türeyebileceğine de dikkati çekiyor. Bu şahsi yazıya ilgilenenler için Farabi kitapları listesi de eklemeye çalışacağım Saygılar.....
-
çarpma tamamlama
soruyu anlıyamadık açık ifade edermisin gloria
-
F1 süprizi
F1 uluslararası bir musabakadır. KKTC tanınmıyor Türkiye dışında bir ülke tarafından... Bu musabakada alt yazı olarak KKTC başkanı yazısı geçiyor. Uluslararası olarak bir parçamız olan KKTC dünyaya tanıtılmış oluyor. Final anında böyle birşey yapılması tabi ki simgesel manada ayrıca güzel bir değerdir.
-
İçindeki nakaratı yaz...
henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum kıskanıyorum kıskanıyorum kıskanıyorum
-
ATATÜRK E MİLLİYETÇİ VE TÜRKÇÜ DEĞİLDİ DİYENLERE
İyi birşey manasında kullanmış arkadaş
-
ATATÜRK E MİLLİYETÇİ VE TÜRKÇÜ DEĞİLDİ DİYENLERE
Doğru bir tespittir. Atatürk hiç şüphesiz en koyusundan bir Türk milliyetçisidir.
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Bende gidiyom zaten kalır mıyım tek hemde Fener muhabbeti dönüyo
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Sorma valla farklı takımlardan arkadaşlar bizi kafaya almasın sonra
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Abi bu son yenilgi bana fena koydu. İçime oturdu abi. Hazmedemiyorum UEFA ya gitmeyi. Bir de orda mağlup olursak bittik abi bittik.
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Doğma büyüme Fenerliyimde abi..... Bu yenilgiler Avrupa hezimetleri bizi yedi abi...
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Açalım kardeşim en derininden bi geyik. Ne olucak bu Fenerin hali abi yaaaa.
-
microsoft mülakat sorusu bilene helal olsun
Bu sorunun cevabı şu olmasın sakın: Hayalet diye bişey yoktur.
-
FORUM ÜYELERİNE.....
İyi be kardeşim ne olsun.... Bu topicteki sohbet ortamına akacak kimse yok mu şu anda Hayır yoksa biz açıcaz bi muhabbet şimdi
-
FORUM ÜYELERİNE.....
Biz varız kardeşim
-
Milli Eğitimin Durumu
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Anket seçeneklerinden birisine onay kutusu açılmadığından konuyla ilgili yeni başlık açtım.... Saygı ile...
-
Viyana Seferleri
Viyana Kuşatmaları Birinci Viyana Kuşatması (1529) Kanunî Sultan Süleyman kumandasındaki Osmanlı ordusunun, Viyana'yı kuşatması. 1526'da Macar kralı Lajos II'nin, Mohaç'ta ölmesinden sonra bazı Macar beyleri, Osmanlılar'ın da desteklediği Erdel voyvodası Janos Zapolya'yı kral seçtiler ve Osmanlı ordusu bu yeni kralın tahta geçmesinden sonra Macaristan'dan çekildi. Fakat, Janos'a rakip olan Macar beyleri, Alman imparatoru Karl V'in (Şarlken) kardeşi Ferdinand'ı kral seçtiler. Aynı zamanda Bohemya kralı ve Avusturya dükü bulunan Ferdinand, ölen kral Lajos ile akraba olduğundan, Macar krallık tacı üstünde miras yoluyla hak iddia ediyordu. Şarlken de, Ferdinand'ı gerçek Macar kralı olarak tanıdı ve Janos'u âsî ve din düşmanı ilan etti. Osmanlı ordusunun Macaristan'dan geri dönmesinden sonra Ferdinand, Budin üstüne yürüyerek kaleyi ele geçirdi, yenilgiye uğrayan Janos kaçarak, kayınbabası olan Leh kralına sığındı. Ferdinand, Kanunî Sultan Süleyman'a başvurarak, Belgrad, Sirem (Srem) ve Bosna'nın bir kısmını içine almak üzere Macaristan'ın bazı bölgelerinin, vergi vermek şartıyla kendisine bırakılmasını teklif etti. Osmanlı hükümeti, bu teklifi kabul etmedi ve Budin'in, Janos'a geri verilmesini istedi. Kanunî Sultan Süleyman, Macaristan'ın korunması ve Almanya'nın baskı altında tutulabilmesi için Viyana'nın ele geçirilmesi gerektiğini anladı ve Viyana üstüne yürümeğe karar verdi. Osmanlı ordusu, 10 Mayıs 1529'da İstanbul'dan hareket etti. Edirne'de Anadolu beylerbeyi Behram Paşa, Anadolu eyaleti askerleriyle birlikte orduya katıldı. Sofya'daki Serasker İbrahim Paşa ve emrindeki Rumeli eyaleti askerleri, öncü tayin edildi. Ordu, Niş - Alacahisar - Belgrad - Sirem yoluyla, 5 Ağustos 1529'da Eszek'e vardı. Mohaç'a giren ordu, 5 Eylül'de, Budin kalesi önüne geldi. Kaledeki Avusturya kuvvetleri, 5 Eylül'de kaleyi teslim etiiler. Kanunî Sultan Süleyman, 12 Eylül'de, kral Janos'u tekrar tahta geçirdi. Osmanlı ordusu, ileri yürüyüşüne devam ederek, 26 Eylül'de Viyana'yı kuşatmağa başladı. Ferdinand, Osmanlı ordusuna karşı koyabilmek için, Viyana'yı tahkim etmiş ve komşu devletlerden yardım istemişti. Kanunî Sultan Süleyman, kale kumandanı Niklas Zalem'e haber göndererek, kalenin teslimini teklif etti. Kale kumandanı, bunu kabul etmeyerek, bütün kuvvetleriyle kale gerisinde savunma düzenine geçti. Bu arada Tuna yolundan gemilerle Viyana'ya gönderilen 12 bölük kadar bir Avusturya yardımcı kuvveti, 25 Eylül'de sisten yaralanarak kaleye girdi. Avusturyalılar, kuşatma süresince 30 000 kişilik kuvvetlerle kaleden yaptıkları karşı saldırılar ve baskınlarla, savunmayı aktif olarak yürütmek istedilerse de, büyük kayıplara uğradılar. Viyana kalesine karşı şiddetli savaşların verildiği sırada, Mehmed Bey kumandasındaki Osmanlı akıncıları, Bavyera'da Regensburg, Çekoslovakya'da Brün şehirlerine kadar akınlar yaptılar. Yolların elverişsizliği ve mevsim şartlarının erken bozulması yüzünden, ağır kuşatma topları yollarda kalmış ve kale önüne getirilememişti. Bu yüzden Viyana kalesi yeteri kadar tahrip edilemedi. Bu elverişsiz şartlara rağmen, 11 Ekim'de Viyana kalesine büyük bir saldırı yapıldı; fakat kesin sonuç alınamadı. Daha sonra yapılan ikinci saldırı da sonuç vermedi. Kışın şiddetlenmesi ve yiyecek sıkıntısının başlaması, ordunun moralini bozdu. Askere büyük ödüller vaat edilerek, 13 ve 14 Ekim'de yapılan saldırılardan da sonuç alınamayınca, Kanunî Sultan Süleyman, 15 Ekim'de, kuşatmayı kaldırarak dönüşe karar verdi. Kuşatmanın kaldırılmasından sonra Sadrazam İbrahim Paşa, Viyana kalesinin güneyinde gereken güvenlik tedbirlerini aldı ve böylece kaleden yapılacak düşman çıkış harekâtını ve saldırılarını önledi. Ayrıca Kasım Bey kumandasında 12 000 kişilik akıncı kuvveti de, düşman baskısını önlemek amacıyla, Almanya'ya ve Steiermark'a akınlar yapmakla görevlendirildi. Osmanlı ordusu, Estergon üzerinden Tuna yoluyla 25 Ekim'de Budin'e geldi ve Kral Janos tarafından karşılandı. Buradan Tuna üzerine kurulan köprüyle Peşte'ye geçildi ve 29 Ekim'de Tuna'nın doğu kıyısı takip edilerek, İstanbul'a dönüş yürüyüşüne başlandı. İkinci Viyana Kuşatması (14 Temmuz 1683) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun Viyana'yı kuşatması. XVII. yüzyıl ortalarında Avusturya imparatorunun, Protestan olan orta Macaristan halkına baskısı sonucu, orta Macar Beyi İmre Tököli (Thököly), Osmanlı himayesine girmişti. İmre Tököli, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı, Avusturya'nın elinde bulunan orta Macar kalelerini geri almaya teşvik etti. Varad (Nagy-Varda, Alm. Gros-Wardein) beylerbeyi Hasan Paşa da, orta Macaristan'a ait kaleleri geri alarak, İmre Tököli'ye verdi. Bunun üzerine, Avusturya imparatoru Leopold, Türk kuvvetlerinden yararlanarak, bu kaleleri tekrar ele geçirdi. Bu yüzden, Osmanlı-Avusturya ilişkileri bozuldu. Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın amacı, Avusturya'ya savaş açılmasıydı. Bu yolda, savaş taraftarı olmayan padişah IV. Mehmed Han'ı da kandırmak için, özellikle yeniçeri ağası Bekri Mustafa Paşa aracılığıyla yeniçerileri kışkırttı. Reisülküttabı ve çavuşbaşıyı Avusturya elçisiyle görüşmek üzere görevlendirdi. Osmanlı temsilcileri, barışın yenilenmesinin, ancak Yanık kalesinin Osmanlılara bırakılmasıyla sağlanabileceğini ileri sürdüler. Ayrıca, yapılan savaş hazırlıklarının tazmin edilmesi istendi. Avusturya elçisi, kendisinin yalnız barış antlaşmasını yenilemeye yetkili olduğunu bildirerek, ileri sürülen teklifleri kabul etmedi. Avusturya elçisi Kont Caprara göz hapsi altına alındı. 6 Ağustos 1682'de Topkapı Sarayı'nda toplanan bir mecliste savaşa karar verildi. Avusturya, Osmanlı Devleti'yle savaşmak istemiyordu. Avusturya imparatoru Leopold, savaşın kesinleşmesi karşısında, başta Papalık olmak üzere İspanya, Venedik ve Lehistan'dan yardım istedi. Fransa, Avusturya'ya yardım etmemekle birlikte, düşmanca bir davranışta bulunmayacağını bildirdi. Papa Innocentius XI, Katolik devletlerin Avusturya'ya yardımını sağlamak için çalışıyordu. Papa'nın etkisiyle, 31 Mart 1683'te Avusturya ile Lehistan arasında ittifak yapıldı. Lehliler, savaşın sonuna kadar Avusturya'nın yanında olacaklardı. Türk ordusu yenilirse Lehistan, Bucaş Antlaşmasıyla Türklere bıraktığı yerleri geri alacaktı. Ayrıca Eflak ve Boğdan, Lehistan'a verilecekti. Nisan 1683'te IV. Mehmed Han ve Sadrazam Kara Mustafa Paşa kuvvetli bir orduyla Edirne'den hareket etti. Ordu, 3 Mayıs 1683'te Belgrad'a geldi. 13 Mayıs 1683'te Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdar-ı ekrem tayin edildi ve Osmanlı ordusu, Viyana üstüne yürüyüşe geçti. Osmanlı ordusu, o zamana kadar sefere çıkmış olan orduların en kalabalığıydı. Timarlı sipahiler, kapıkulu askerleri, Mısır ve Şam askeri, Eflak, Boğdan voyvodalarının kuvvetleri, orta Macar kralı İmre Tököli'nin 20 000 kişilik ordusu ve Kırım Hanı'nın 50 000 kişilik süvarisiyle 350 000 kişiyi buluyordu. Ayrıca, 150 000 kişilik geri hizmet askeri ve ağırlıkları taşıyan 50 000 araba vardı. Belgrad yakınlarında Sava ırmağını geçen Osmanlı ordusuna, 10 Haziran 1683'te, Ösijek'te İmre Tököli kuvvetleri katıldı. Osijek'ten hareket ederek Drava ırmağını geçen Osmanlı ordusu, 26 Haziran'da, Erdel'de bulunan İstolni-Belgrad'a (Macarca Szekesfehervar, Alm. Stuh) geldi. Burada Kırım Hanı Murad Giray, Kırım kuvvetleriyle orduya katıldı. Osmanlı donanması da, Akdeniz'de güvenliği sağlamak amacıyla dolaşıyordu. Ayrıca, 150 gemiden meydana gelen ince donanma da Tuna'da güvenliği sağlıyor ve ordunun bazı malzemesini taşıyordu. Nehir donanması, 59 top ve çok sayıda mühimmatı, Tuna yoluyla Budin'e getirmişti. Padişah, Kara Mustafa Paşa'yı, Yanık Kalesini ele geçirmekle görevlendirmişti; fakat sadrazam, bunu önemsiz bir iş olarak görüyordu. Amacı, Avusturya'nın başkenti olan Viyana'yı alarak büyük bir ün sağlamaktı. Özellikle, emrine verilen kuvvetli orduyla bunu başaracağından emindi. İstolni-Belgrad'da bir savaş meclisi toplandı. Kara Mustafa Paşa, bu mecliste asıl amacının Yanık veya Kommarom kalesini almak değil, Beç (Viyana) şehrini kuşatmak olduğunu açıkladı.Toplantıda bulunan defterdar, Anadolu, Rumeli, Şam ve Diyarbakır beylerbeyleri, reisülküttap, yeniçeri ağası, serdarın bu kararını uygun buldular. Yalnız Kırım Hanı, bu görüşe karşı çıktı. Tecrübeli bir asker olan Budin valisi Uzun İbrahim Paşa da Kırım Hanını destekledi. Öncelikle, Macaristan'da, Avusturya imparatoruna bağlı Macar beylerinin topraklarının, Yanık ve Kommarom kalelerinin alınmasını, sonra Viyana'nın kuşatılmasını teklif ettiler. Osmanlı ordusunun Viyana üzerine yürüyüşü, Avrupa'da, özelikle Almanya'da büyük bir heyecana sebep oldu. İmparator Leopold, şehirde 20 - 25 000 kişilik bir savunma kuvveti bırakarak, Viyana'dan 60 saat uzaklıkta bulunan Lenz kasabasına çekildi. Osmanlı ordusu, 14 Temmuz 1683'te Viyana önüne geldi. Gelenek üzerine şehrin teslimi istendi. Teklifin reddedilmesi üzerine kuşatma başladı. Akıncı kuvvetleri, Avusturya'nın Burgenland, İstirya ve Doğu Avusturya eyaletlerini işgal ettiler. Abaza Hüseyin Paşa ve İmre Tököli, Kuzey Macaristan'da askerî faaliyette bulunmakla görevlendirildiler. Kara Mustafa Paşa, kuvvetlerinin bir kısmını, Moravya, Galiçya, Slovakya içlerine yolladığı için, şehri gerektiği gibi kuşatamadı. 1529 yılındaki Birinci Viyana Kuşatmasında olduğu gibi, bu seferde de orduda büyük toplar yoktu. Havan toplarıyla yapılan atışlarda şehir içinde yangın çıktı. Barut depoları ateş alacağı sırada yangın söndürüldü. Avusturya başkumandanı, Viyana'ya 15 km uzaklıkta Leopold şehrine çekilmişti. Adana beylerbeyi Mehmed Paşa, emrindeki kuvvetlerle buradaki Alman ordusunu yenilgiye uğrattı; fakat Viyana'ya Avrupa'nın bir çok yerinden yardım gelmeye başlamıştı. Osmanlı ordusunda, yiyecek sıkıntısı başladı. Yemsizlik yüzünden, ordudaki hayvanlar ölüyordu. Yakalanan esirlerden, Leh ve Alman kuvvetlerinin yardıma geldiği anlaşıldı. Durumun zorlaştığını gören Kara Mustafa Paşa, 26 Ağustos 1683'te yaptığı kuvvetli bir saldırıyla bazı tabyaları ele geçirdi. Şehirde dizanteri çıkmıştı. Kale kumandanı, acele yardım istiyordu. 7 Eylül 1683'te müttefik kuvvetleri, Jan Sobieski kumandasında Tuna'yı geçti ve Osmanlı ordusunun sol geri hatlarına yaklaştı. Viyana'ya gelecek yardımı önlemek için, büyük Tuna köprüsünün güvenliğiyle görevlendirilen Kırım Hanı Murad Giray, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya duyduğu kin yüzünden, düşmanın Tuna'yı geçmesine göz yumdu. Osmanlı ordusunun gerisine düşen düşman için gerekli hazırlıklar yapıldı; fakat Budin beylerbeyi İbrahim Paşa'nın Jan Sobieski'ye yenilmesi, vezir Sarı Hüseyin Paşa kuvvetlerinin dağılması ve Kırım kuvvetlerinin yardıma gelmemesi yüzünden, genel bir bozgun başladı. Serdar-ı ekrem, yerinden kımıldamadan 5 - 6 saat düşmanla çarpıştıysa da sağ ve sol kanatların çökmesi üzerine çekilmek zorunda kaldı. Yanık kalesine çekilen serdar, kuvvetlerini toplamağa çalıştı. Viyana bozgununu haber alan IV. Mehmed Han, Belgrad'dan Edirne'ye döndü. Budin'de kuvvetlerine çekidüzen veren Sadrazam Kara Mustafa Paşa, düşmanın saldırısına uğraması muhtemel kalelere asker yerleştirdi. Viyana Bozgunu, Avrupa'nın ortasına kadar girmiş olan Türk ordusunun son seferi oldu. Sadrazam, 16 Ekim'de Belgrad'a döndü. 29 Ekim'de Estergon Kalesi düşmanın eline geçti. Durumdan son derece üzüntü duyan IV. Mehmed Han, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın idamını emretti. İkinci Viyana Kuşatmasıyla başlayan ve 1699 Karlofça Barış Antlaşmasına kadar süren savaşlar, Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sona erdi. Kara Mustafa Paşa, Belgrad'da idam edildi. (Tarihi vaka bildirimleri ve tarihler içerdiğinden internet üzerinden alınıtılanmıştır) Bu iki adet Viyana seferi ve sonuçları üzerine derin yazılabilecek farklı yazılar da vardır. Yorumlarımı daha sonra ekliyeceğim nasipse...... Saygı ile....
-
İstanbul un Fethi
Osmanlı yı gününün şartları ile değerlendirirken Osmanlı yı Anadolu ya gelişi ve ayrıldığı kol ile de değerlendirmek gerekir. Osmanlı imparatorluk haline gelmeden evvel feodalite denen sistemi yok etmiş beylikleri sefer esasına dayalı şekilde kendine bağlamıştır. İmparatorluktan çok önceki dönemler akıncı seferleri diye nitelendirilmelidir. O dönem ise Türklerin Avrupa kıyılarına ilerleyip vahşi Avrupa ırklarını sahillerden içlere göçe zorlaması şeklinde seyreden dönemdir. Bu şekilde bu günkü Avrupa devletleri oluştu. Bu akıncı sistem sömürü ve geçim kaynakları bağlamında değerlendirilebilir. Bakarsanız Osmanlı imparatorluğunun esasen sömürgeci değil yayılmacı bir politika izlediğini görürsünüz. Anadolu ya Malazgirt ile gelen Türkler çoktan müslüman olmuştu ve imparatorluğa bu yoldan gidilmişti. Türkler İslam sancağı politikası altında sefer esasına dayalı yayılmacı bir politika izlemiştir. Dolayısıyla asla zulüm etmemiştir. Zulüm ettiği fikri tarihte de yoktur. Kabul edilen kaynaklar ise aslen çarpıtılmış kaynaklardır. Bu gün bu kaynaklardan hareketle ermeni soykırımı da vardı denerek kitaplar yazılmaktadır. Saygı ile....
-
BİZE ÖĞRETİLMEYEN OSMANLI
Benim değerlendirmem tarihi bir genele bakıştır. Sadece Osmanlı da Öldürme vardı, ecdadımız cani bir kitle idi gibi bazı görüşler özellikle belgesel vs. kaynaklarda sıkça işleniyor. Bu hatalıdır. Ölüm fermanları veya faliyetleri her yerde o dönemde vardır. Olayları günün genel dünya görüşü içerisinde değerlendirmekte fayda vardır. Ecdadımız Musikiden hoşlanan Padişahlar ile de yönetilmiştir. Dolayısıyla bunları da dile getirip yazmalıyız. Yazmalıyız ki bir İngiliz bir Amerikan ecdadını nası göklere çıkarıyorsa bizde kendi ecdadımıza üvey evlat muamelesi yapmaktan kurtulalım. Saygı ile....
-
MHP NEDİR NE DEĞİLDİR ?
MHP Nazizmden etkilenmişitir demek bence yanlış bir yaklaşım oluyor. Nedeni ise ırkçılık ve nazizm eşdeğerde kavramlar iken milliyetçilik ise Osmanlı tabanlı bir oluşumdur. Bu bakımdan aslen Türk milliyetçiliği nazizmden eski bir harekettir. Bizlerin sağa veya sola yatkınlığı ekonomik olgularda olmuştur. Solcuların ise sola yatkınlığı da yine sınıfsal uçurumlar bakımından olmuştur. Kapital sistem karşıtı Karl Marx ideolojisine karşı Nazizm hareketi temelli MHP geldi derseniz hatalı bir tez öne sürmüş olursunuz. Bu teoriler Soner Yalçın kitaplarında vardır. Mhp tarihçesi vs. yazıları mevcuttur. Fakat Soner Yalçın bu konuda objektif bir görüşe sahip değildir. Çünkü solcudur. Konulara bakışını kitaplarında gizleme ihitiyacı bile hissetmez zaten. Bu bakımdan bir Türk miliyetçişsi olarak aslen Osmanlı tabanlı bir hareketin genel olarak Milliyetçi hareket olarak tanımlanabileceği kanaatindeyim Turan da bu kıstasta değer görür. Saygı ile....
-
BİZE ÖĞRETİLMEYEN OSMANLI
Osmanlı da boğdurma fazla olmuştur. Bu Kralliyet sistemlerinde de görülür. Tek yönetici ve hüküm sistemlerinde bu olay hep olur. Hatta diktatör rejimlerde de görülür. Bu sistemlerin hepsinde çevre rakipler temizlenir. Demokratik olmayan tüm sistemlerde bu olduğuna göre Osmanlıya has bir konu demek yanlış olur kanaatindeyim.