selef_61 tarafından postalanan herşey
-
ALLAH RIZASI İÇİN ORTAK KOŞANLAR
selamun aleyküm kardeş bir kere ben bu kardeşimizin peygamberden de bahsettiğini anlamamışım.özür dilerim.peygamberler zaten alçidir allahla aramızda.ben böyle bişey göremedim yazıda ama biraz derine inmek lazım heralde.diğer bir husus allahla aramıza kimse giremez.sizin düşündüğünüz başka.beni anlamamışsınız.bazı insanlar şeyhlerine ya da büyüklerine gidipde onlardan yardım isterler.yani o kulun duası allah katında sanki kabul olmayacakmış gibi onların kendileri için allaha dua etmelerini isterler.sizinle benim düşüncem çok farklı. bu arada ben çok açık sözlüyümdür.yani bişey bilmiyosunuz dan kastım sizin anladığınız gibi değildi.sizin gayet çok şeyler bildiğinize inanıyorum.size kırıcısınız dedim ama ben galiba biraz daha kırıcıyım.ama dediğim gibi düşündüğünüz gibi bişey demek istemedim. allahın rahmeti ve bereketi bütün kulların üzerine olsun amin
-
Dini Efsane ve Masallar
SELAM sayın pante bu saydıklarınız mucizeler değil mi?evet mucizeler.bunlara hiç şüphesiz inanılması lazım.hem bunlar sadece bizim peygamberimizin başından değil tüm peygamberlerin başından geçmiştir.zaten mucizeler bişeyleri kanıtlamak için vardır.mucizeler zaten kuranda belirtiliyor.bu mucizeler olmuştur gerçekten.bunlara inkar etmek kuranı inkar etmektir.buda düpedüz ******** değil midir?evet hem de ********** alasıdır.zaten bir çok insan bu mucizelerle dini kabul etmemişmidir?neyse galiba ben ne dersem diyeyim siz inkar etmekte ısrarcı olacaksınız heralde. ben sadece bu başlık altında değil her konuda öne sürdüğünüz düşüncelere dayanarak size şunu sormak istiyorum.kanıtlamak istediğiniz nedir?yani allahı inkar etmiyorsunuz ama kuranı evet.yada başka dindede böyle şeyler var demişsiniz.yani bu gibi aslında gerçek olan ama size saçma gelen mucizeler.farklı bir dinide savunmuyorsunuz?ama çok merak ediyorum.benim bilmediğim farklı bir inanış tarzımmı var?hangi dinin mensubusunuz söylermisiniz?ama lütfen konuyu saptırmadan allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun amin
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selamun aleyküm su damlası bunlar sizin düşünceleriniz.ama ben yine ısrarla okumanın yeterli olacağını söylüyorum.çünkü kendimden biliyorum.ben okuyarak namaza çok küçük yaşta başladım.kuran okumanın ne kadar gerekli olduğunu okuyarak çok küçük yaşta öğrendim.hadisleri okudum ve okudukça peygamberimizin izinden gitmeye devam ettim.ve hala okuyorum.hatalarımı düzeltmeye devam ediyorum.ama hiç bir mezhepten yardım almadım ya da onlara katılmadım. sizin anlatmak istediğiniz şu sanırım.kurandaki ayetleri herkes okur.ama onlatrın derin bir manası vardır.onları anlamak için okumak yetersizdir.yada hadislerin derinliklerini anlamak için okumak yetersizdir.allah bize bir akıl vermiş.ve bence anlamak için iki akla ihtiyaç yoktur.bir tane yeterlidir. ve sayın sendelina siz de benim gibi düşünenleri apaçık olmasada sapık olarak değerlendirmişsiniz.yanılıyorsunuz.zaten gerekli açıklamayı yukarıda yaptım.umarım anlaşılmıştır. ben ikinize de bir soru sormak istiyorum.öncelikle dinde bir gerçek vardır bun da hemfikiriz değil mi?mezhepler dört tanedir.ama hepsi farklı şeyleri savunur.dindeki bir gerçeği dörde bölmek bölücülük değil de nedir allah aşkına? allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun amin selamlar
-
Dini Efsane ve Masallar
Selef kardeş; Onu düşünme, bunu hesaplama. Körü körüne inan. Ya yanlış yoldaysan? Yarın Allah'a nasıl vereceksin hesabını? "Ben size düşünesiniz, hesaplayasınız diye akıl verdim" derse cevabın ne olacak? Ya Allah sınıyorsa insanları? Ben basit bir örnek veriyorum. Hesaplamaya korkuyorsun. Yahu ışınlanarak gelse Cebrail, 500 milyon yıl eder. Sen bugün faksı, interneti kullanıyorsun, Allah'a daha kudretli sistemleri layık mı görmüyorsun? Direk olarak cebrail, kalbine ilham olarak indiremez mi ayetleri? Ya da tersi Hz. Muhammed, durugörü, duruişiti, telepati gibi üstün özellikleriyle gaybden ilham alıyor olamaz mı? selamun aleyküm pante sen diyorsun ki allah bize akıl vermiş.bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmeyipte düşünerek bulma.evet doğru katılıyorum.birde "allah bize düşünmeden hareket etmemenin hesabını sorarsa "gibi bişey demişsin.ya tamam çok ciddi konularda bunun hesabını sorabilir.ama akıl var mantık var.allah bize cebrail vahyi peygambere nasıl iletir diye sormayacak.ben de sana bunun için onları olduğu gibi kabul et.çünkü aslı budur dedim.yani bunları düşünerek gerçeği bulamazsın.sadece zaman kaybedersin.bence bunlar yerine ebedi hayatın için bişeyler düşünsen daha iyi olacak. allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun amin
-
Mezarlık Gördüğünüzde Ne Yaparsınız?
selamun aleyküm arkadaşlar ben ölmüş bir insana duanın fayda vermeyeceğini düşünüyorum.sonuçta dünya ile irtibatı kesilmiş bir insan.ölen insan işlediği günah ve sevaplarla gitmiştir.biz onun amellerine amel katamayız.ama oturupta başında düşünmek ayrı tabi. allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun selamlar
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selamun aleyküm su damlası bu saydıklarını mezhepsiz de yapabiliyorum.allaha binlaerce şükürler olsun.bence insanın bişeyleri öğrenmesi için mezheplere ihtiyacı yoktur.okuma yazma ve allahın kelamını bildikten sonra da öğrenilmeyecek hiç bişey yoktur. onlarında kurandan ve sünnetten konuştuğunu söylemişsiniz.onlar olmasa da kurana ve sünnete uyacaksınız zaten.yani bize kazandırdığı hiç bişey yok.kıldığımız namaz sadece onların yanında namaz olmuyoki yada okuduğumuz kuran. ibadet heryerde ibadettir.o yüzden kendi yolumuzda kendi çabamızla ilerlemek en doğrusu. selamlar bu arada sayın su damlası selef yani selefi salih bir mezheptir doğru.ama o peygamberimizden sonra ona uyan herkes bu mezhebe dahildir.ben deonlardan olduğum ve sonradan çıkanlara uymadığım için bu rumuzu kullandım. selamlar
-
Dini Efsane ve Masallar
selamun aleyküm allah katında herşeyin bir kolaylığı vardır.meleklerin kanat çırparak oraya geldiklerini mi düşünüyorsun.ya da hadi kanat çırparak geldi diyelim.bu kanat çırpma kuşlarla aynı mı sanıyorsun?bence yanılıyorsun.melek her şekilde gelebilir.zaten nasıl geldiği de önemli değildir.ne getirdiği önemlidir. bence çok derinlere inme.bildiklerindende şaşarsın.seni yanlışa götürebilir fazla düşünmek.bazı bilinmeyen ama gerçek olan şeyler vardır.bunların gerçek olduğuna inanırız.çünkü inanmamız için içimizde kuvvetli bir allah inancı ve güveni vardır.zaten buda yeter.bir meleğin nerden nasıl neyle geldiğini öğrenmek için gerçeklerden şaşılmaması lazım bence.allah bize bunu sormayacakki.ya da ahirette ihtiyacımız olan bu değil ki. o yüzden fazla kurcalamamanı öneririm.
-
GİYSİDE ŞER'İ ÖLÇÜ
GİYSİDE ŞER’İ BİR ÖLÇÜ Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar onları dost edinen herkesin üzerine olsun. Her müslümanın başlıca görevi Allah Rasûlü’nü sevmek, emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak getirmiş olduğu haberleri tasdiklemek suretiyle ona itaatte bulunmaktır. Kelime-i Şehadet ancak bu şekilde gerçek anlamına kavuşur ve kişiye sevap kazandırdığı gibi cezadan kurtulmasını sağlar. Bunun göstergesi de emir, yasak ve uygulama alanında söz, inanç ve eylem bütünlüğü içerisinde olmak, bizden önceki mü’minlerin emir ve yasaklar karşısında “İşittik ve itaat ettik” şeklinde ortaya koydukları tavrı kendimize örnek almaktır Nitekim Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “İyi bilin ki, bana Kur’anla birlikte onun misli verildi. Dikkat edin, karnı tok sırtı pek bir adamın koltuğuna yaslanarak: Kur’an size yeter. Ondaki haramları haram, helalleri helal bilin yetişir, demesi yakındır. Şüphesiz Allah Rasûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” [1] “Hatırlat! Şüphesiz hatırlatma, mü’minlere fayda verir” (Zariyat, 51/55) İsbal, sözlük anlamıyla “elbiseyi yere doğru uzatmak”tır. Bir kimse giysisini uzun tutar, yere salarsa “Esbele Fulanun Siyabehu” denilir. [2] Giyside Vacip ve Müstehap Olan Sınırlar İbn Ömer radıyallahu anh şöyle rivayet eder: İzarım (belden aşağıya giyilen giysi) gevşemiş bir haldeyken Allah Rasûlü’ne rastgeldim. Bana “Abdullah! İzarını kaldır” diye ihtarda bulundu. Kaldırdım ancak bu onu tatmin etmemişti “Daha da kaldır” dedi. Ben hâlâ onun dediği mikdarı araştırırken bazıları “Nereye kadar” diye sordu. Allah Rasûlü “baldırların yarısına...” diyerek karşılık verdi. [3] Huzeyfe radıyallahu anh. şöyle der: Allah Rasûlü baldır kaslarımı tutarak “İşte izarın yeri burasıdır. Daha da indireceksen aşık kemiklerini (ayak bilek kemiklerini) geçmeyecek kadar indir. Ancak izarın aşık kemiklerini (ayak bilek kemiklerini) aşmasın” buyurdu. [4] Enes b. Malik radıyallahu anh der ki: Allah Rasûlü “İzar, baldırın yarısına dek salınacaktır” buyurunca baktı ki bu, müslümanlara ağır gelmektedir. Sonra “Aşık kemiklerine (ayak bilek kemiklerine) kadar. Ancak bundan aşağısında hayır yoktur” buyurdu. [5] Allah Rasûlü “Müminin (giysi), baldır kaslarına kadardır. Bundan aşağısı ateştedir” buyurmuştur. [6] İbn Hacer şöyle der: Özetle erkekler için iki durum söz konusudur. a) Müstehab olan sınır: Bu, izarı baldırın yarısında tutmak. Caiz olan sınır: Bu, da izarı aşık kemikleri (ayak bilek kemikleri) üzerinde tutmaktır. [7] İsbali Kınayan Hadisler “Allah, izarını uzatan kimsenin yüzüne bakmaz.” [8] “İzarın aşık kemiğini (ayak bilek kemiğini) aşan kısmı ateştedir.” [9] Şüreyd der ki: Allah Rasûlü giysisini uzun tutan bir kimseyi görünce derhal yanına koşup “İzarını kaldır ve Allah’tan kork” diyerek onu uyardı. Adam: “Ben zayıfım, bacaklarımın çirkin görünmesinden korkuyorum” deyince “İzarını kaldır. Allah’ın yarattığı herşey güzeldir” buyurdu. Bu adam daha sonra hep izarını baldırının yarısına kaldırmış olarak görüldü. [10] Allahu Ekber! Şu duruma bir bakın!... Allah’ın Rasûlü davetçilerin önderi yaratılmışların en şereflisi, bir adamın peşinden koşarak ona iyiliği emrediyor, onu kötülükten alıkoyuyor... Rasûlullah’ın bu davranışı eğer bir şeye delalet ediyorsa, o da şüphesiz bu işin azameti, önemidir. Davetçilerin Rasûlullah’ın bu davranışı üzerinde durup düşünmeleri gerekmektedir. Bu işi önemsemez tavırlar takınmakta acele etmemelidirler. Eş’as b. Süleym şöyle der: “Halamı, amcasından şöyle naklederken işittim -Medine’de yürürken arkamdan birinin: - İzarını kaldır. Böylesi takvaya daha uygundur-, dediğini duydum. Baktım ki bu kimse Allah’ın Rasûlüdür. Dedim ki: -Ey Allahın Rasûlü! “Bu giydiğim değersiz bir aba’dır.” Şöyle karşılık verdi. -Ben senin için örnek değil miyim? Ona baktım, izarı baldırının yarısına kadardı.” [11] Peki, ey giysisini uzun tutan kişi!... Allah Rasûlü sana, Ben senin için örnek değil miyim? Deyince ne şekilde mazeret uyduracak ona ne şekilde yanıt vereceksin?... Allah Rasûlü şöyle buyurur: “Namazda giysisini uzun tutan kimsenin helal ve haram noktasında Allah’tan bir nasibi yoktur.” [12] Hadise göre namazda elbisesini uzun tutan kimse Allah’ın ne helal ne de haram kıldığına iman etmemiş sayılır. Allah’ın dininden nasibi yoktur. “İzarın aşık kemiklerini (ayak bilek kemiklerini) aşan kısmı ateştedir.” [13] “Allah, kıyamet günü üç kişiyle ne konuşur ne onlara bakar ne de onları temize çıkartır. Onlara acıklı bir azap vardır. Bu üç kişi: İzarını yere salan, başa kakan ve malını yalan yere yemin ile satan. Allah’ın bakmaması, merhamet etmesidir. Allah bu kimselere rahmet nazarıyla bakmaz, onlara acımaz. “Kibir ederek elbisesini sürüyen kimsenin Allah kıyamet günü yüzüne bakmaz” Allah Rasûlü’nün bu sözünü duyan Ebubekir - Ey Allah’ın Rasûlü! Giysimin bir yarısı elimle devamlı tutmazsam gevşeyip sarkıyor. Başka bir rivayette -İzarım bir yanından düşüyor. Bir başka rivayette -İzarımın bir yanı düşüyor, şeklinde halini arzedince Allah Rasûlü -Şüphesiz sen bunu kibir olsun diye yapanlardan değilsin. Başka bir rivayette -Sen, onlardan değilsin. Bir başkasında -Sen bunu kibir için yapıyor değilsin, buyurmuştur.” [14] İsbal (Elbiseyi Aşık Kemiklerini Aşacak Şekilde Uzatma) Konusunda Alimlerin Görüşleri Sahabeden hiç bir kimsenin elbisesini yere kadar uzun tutmuş olduğu nakledilmemiştir. Aksine tümü isbali büyük günahlardan ve kibirden sayarak ondan sakındırmıştır. Zira onlar Allah Rasûlünün “İsbalden sakın!... Şüphesiz o kibirdendir” [15], buyruğunu bilmekteydiler. Allah Rasûlü, isbali mutlak surette kibirden saymış herhangi bir kayıt zikretmemiştir. Giysisini kibir için uzatmadığını söyleyenlerin bu tavrı kibre kapı açmaktır. Ebu Bekir İbn’ul Arabî der ki -Bir kimsenin giysisini topuklarının üzerine düşecek şekilde tutarak -Ben bunu kibir için yapmıyorum, diye iddia etmesi caiz değildir. Zira nehyin lafzı onu da kapsamaktadır. Lafzı hüküm olarak alıp, bu hüküm beni bağlamaz; çünkü gerekçesi beni kapsamıyor şeklinde bir yaklaşım da doğru değildir. Böyle bir yaklaşım sahibinin, giysisini belirtilen hizadan aşağıda tutması bizzat bu şahsın kibrinin göstergesidir. [16] İmam Buhari, Sahih’inde şöyle bir bâb başlığı kullanmıştır. (İzarı Kibir Olmaksızın Sürünen Kimse Bâbı) Yine bu konudaki başka bir babda şu başlığı kullanmıştır. (Kibirden Dolayı Giysisi Sürünen Kimse Bâbı) Diğer bir bâb başlığı olarak da (Aşık Kemiklerini Aşan Miktarın Ateşte Olduğu Bâbı) ibaresini kullanmıştır. Bu son bâbda ateşle tehdit eden hadisleri zikrederek ayak bileklerini aşan kısmın haramlığını tasdik etmiştir. Kimilerinin Ebu Bekir hadisini, kibir kastı gütmeksizin isbalin kerahatine delil getirmesi yanlıştır. Zira Ebu Bekir radıyallahu anh elbisesini uzun tutmak kastıyla salmış değildir. Sorusu da zaten elbisesinin gevşeyip düşmesinin isbal hükmünü alıp almayacağının açığa kavuşması içindir. Ebu Bekir radıyallahu anh zayıf bünyeli bir kimse olduğundan izarı belinde durmamakta aşağı düşmektedir. Konu budur... Şüphesiz bu bir mazerettir. Zira elbisesi gerçekte kısadır. Yoksa bunda kimilerinin terziye gidip pantolonlarını aşık kemiklerini aşacak biçimde diktirmeleriyle bir benzerlik sözkonusu değildir. Böyle yapan kimse açıktan bir masiyet işlemiş, bile bile Allah Rasûlü’nün buyruğuna karşı gelmiştir. Özellikle de konuya delilleriyle vakıf olan bir kimse bu hareketinde mazur görülemez ve hadiste geçen tehditlerin muhatabı olur, Allah’ın azabını haketmiş sayılır. (Allah cümlemizi bundan korusun). Kimileri de yasağın sadece izara (belden itibaren bacakları örtecek şekilde giyilen giysi) has olduğunu diğer giyim şekillerini (şalvar, pantolon vs.) kapsamadığını öne sürmüşlerdir. Delil olarak da Allah Rasûlü’nün “İsbal, izar, gömlek ve sarıkta olur. Kim bunlardan birini yerde sürürse Allah kıyamet günü ona bakmaz” [17] hadisini almışlardır. Bu görüşü red için ilim ehlinden nakiller yapacağız. 1) Hafız İbn Hacer der ki: Giysi tabiri, izarı ve diğer tüm giyim şekillerini kapsar. [18] 2) Taberi şöyle der: Hadiste izar ve rida sözlerinin kullanımı vardır. Ancak insanlar gömlek zırh vb. şeyler giydiğinde bunların hükmü de izarın hükmüne girer. [19] 3) İbn Hazm da şunları söyler: Bu, pantolon, izar, gömlek ve giyilen tüm nesneleri için alan genel bir hükümdür. [20] 4) Şeyhulislam İbn Teymiyye der ki: Gömlek, pantolon ve diğer giyim şekillerinin uzunluğu aşık kemiğini (ayak bilek kemiğini) aşmamalıdır. Allah Rasûlü’nden sabit olan hadislerde böyle gelmiştir. [21] 5) Allâme Abdullaziz b. Baz da şöyle der: Gerek gömlekte ve izarda, gerek pantolon ve şalvarda olsun isbal haramdır ve münkerdir. Bu, aşık kemiğini aşan kısımdır. [22] 6) Asrın muhaddisi büyük alim Muhammed Nasıruddin el-Albânî pantolon ve şalvardaki isbal hakkında -Aynı şekilde caiz değildir, diyerek gerekçesini şöyle açıklamıştır. Çünkü bizatihi izar kasdedilmemiş, her türlü giyim eşyası (izar, gömlek, pantolon vs.) bu hükmü almıştır. Bir müslümanın giysisini aşık kemiklerini aşacak surette uzun tutması doğru değildir. [23] Görüldüğü gibi giysinin türü isbal konusunda önemli değildir. Önemli olan şeriatin tespit ettiği ölçüdür. Giysiler örfe, iklime ve zamana göre değişebilir. Şeriatın tespit etmiş olduğu aşık kemiklerine (ayak bilek kemiklerine) kadar inme ölçüsü giysilerde aranan asıl şarttır. Müslüman kardeşlerim!... İsbal konusu ciddi ve tehlikeli bir konudur. Sahabe nasıl onu hafife almadıysa siz de onu hafife almayınız. Hz. Ömer’in şehadeti esnasında yaşananlar bize bir örneklik teşkil edecektir. Kıssayı Buhari, Amir b. Meymun’dan aktarır... Genç bir adam gelip Hz. Ömer’e bir şeyler dedikten sonra döndü. Görüldü ki izarı yere değmektedir. Bunun üzerine Hz. Ömer genci bana çağırın dedi. Genç gelince ona -Ey kardeşimin oğlu! Giysini kaldır. Bu hem giysin için temizlik hem de Rabbin için takvalı olmaktır. Diye nasihatta bulundu. Allahu Ekber! Şu duruma bir bakın!... Hz. Ömer yaralanmış birazdan Rabbine kavuşacaktır. Ancak yine iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı bırakmamıştır. Son nefesinde bile çabası budur. Oysa günümüzde böylesi bir durumda verilecek cevap şudur. Ümmet bunca tehlikedeyken ve dört yandan düşmanlarca kuşatılmışken bu konularla zaman harcamak gereksizdir. Nerde Ömer’in radiyallahu anh anlayışı, nerede bu anlayış!... Bu tür ictihatlar daha çok şeytanın birer giriş kapısı niteliğindedir. Allah basiret versin... Son olarak diyorum ki kibir için olsun/olmasın isbalin hükmü aynıdır. Ancak kibirle yapanın günahı daha büyüktür. Kibirden dolayı isbalde bulunanlara Allah kıyamet günü bakmayacak, onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkarmayarak benzer acı bir azaba çarptıracaktır. Kibir olmaksızın isbalde bulunan ise aşık kemiğinden aşağısı ateşte yanmak suretiyle cezalandırılacaktır. Özetle şu hususlardan dolayı isbalin haramlığı anlaşılabilir: a) Hadislerde geldiği gibi kibir için olsun/olmasın isbalde bulunanın cehennem azabıyla tehdit edilmesi. Giysiyi baldırın yarısına veya aşık kemiklerinin (ayak bilek kemiklerinin) üstüne kaldırmakla emrolunmak. c) Giysisi baldırının yarısına gelen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i örnek almakla emrolunmak. d) Giysiyi yere doğru uzatmak kibre yol açar, kibre benzer. Oysa şeriat haramlara giden yollara engel koyar. (Seddü’z-Zerai) e) İsbal, kadınlara benzeyiştir. f) İsbalde israf sözkonusudur. g) İsbalde bulunan kimse giysisinin yer’e yakın kısmının pisliğe bulaşıp bulaşmadığından emin olmaz. [24] Kadınlarda İsbal Allah Rasûlü -kim elbisesini kibirle sürürse Allah kıyamet günü ona bakmaz, buyurunca Ümmü Seleme Validemiz -Peki, kadınlar elbiselerinin eteklerini nasıl yapacaklar? Diye sormuştur. Allah Rasûlü -Bir karış salarlar diye cevaplamış Ümmü Seleme Validemiz -O zaman ayakları görünür, diye görüş bildirince Allah Rasûlü -Bir zira salsınlar ve bunu aşmasınlar, buyurmuştur. [25] Hafız İbn Hacer der ki -Bu kadınların avretini örtme ihtiyacından kaynaklanan bir haldir. Zira kadınların ayakları tümüyle avrettir. [26] İsbal hakkında gelen korkunç tehditlere rağmen yazık ki müslümanların pek çoğu pantolonunu, şalvarını aşık kemiğinden aşağı olacak şekilde uzun tutup yerde sürümektedir. Oysa pantolon da, şalvar da izarın hükmünü almaktadır. “İzar türünden aşık kemiğini (ayak bilek kemiğini aşan herşey ateştedir” [27] İsbal açık bir münker ve çirkin bir haramdır. Ayrıca büyük günahlardandır. Müslüman bu konuda Allah’tan korkmalı ve tevbe etmelidir. Allah’ın gazabı ve cezasından sakınmak için elbisesini meşru ölçüden aşağıya uzatmamalıdır. Allah, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder ve bağışlanma dileyeni bağışlar. O, tevbeleri çokça kabul eden ve çokça merhamet edendir. [28]
-
SÖYLENTİLER VE İSLAM TOPLUMU ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ
SÖYLENTİLER * YAYGARALAR VE İSLAM TOPLUMU ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar onları dost edinen herkesin üzerine olsun. Asılsız haberler yaymak, şahıs ve toplumları çürüten ve yıkan en tehlikeli silahlardan birisidir. Bunları yaymak; saf ve fikir birliğini çözüp parçalayacak derecede etkilidir. İslam ümmetimiz geçmişte olduğu gibi bugün de, Müslümanlar arasındaki sevgi ve birlik bilincini bozmaya yönelik düşman planları ve onlar tarafından yayılmaya çalışılan asılsız haberlerle karşı karşıyadır. Düşmanın kullandığı bu hile ve aldatmaca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderildiği tarihten itibaren süregelmiştir ve Allah’ın dilediği vakte kadar da sürecektir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara, 2/217) O halde araçları değişse de hak ile batıl arasındaki düşmanlık ve mücadele kıyamete kadar devam edecektir. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle kafirlerin değişmez hedefleri “Müslümanları dinlerinden döndürmektir.” Kafirler Müslümanları dinlerinden çevirmek için sürekli olarak planlar yaparlar ve fırsatını buldukları anda bu planlarını uygulama sahasına koyarlar. Kendi batıllarını yaymak için her türlü araç ve yola başvurmaktan çekinmezler. Kafirlerin bu çabaları garip değildir. Ancak garip olan bazı müslümanların da onların bu oyunlarına alet olmalarıdır. Burada müslümanlardan kastımız sözde müslümanlar değildir. Bu kimseler zaten İslam düşmanlarının direk etkileşim alanı içindedirler ve İslam kalesini içeriden tehdit etmektedirler. Bunlar fitneye süratle icabet ederler. Bu gibi kimseleri biz zaten terk etmişizdir. Ve onlara üzülüyor da değiliz. Burada bunlardan değil bazı samimi müslümanlardan bahsediyoruz. Bunlar kimi olaylar karşısında maneviyat ve hamaset hislerine kapılıp şerî sınırları aşmakta ve böylece asılsız haberleri doğrulamak veya yaymak suretiyle çoğalan bu söylentiler çırayı hızla kavuran ateş gibi ümmetin bedeninde yayılan yaranın daha da derinleşmesine neden olmaktadırlar. Bu asılsız haber ve yaygaralar, ümmetin varlık ve dirliğini tehdit eden büyük bir tehlike olunca, özelde davetçi genelde de tüm müslüman kardeşlerimizi bu konuda uyarmak için bu mütevazi risaleyi kaleme almayı uygun gördük. Allahu Teâlâ’dan bizi söz ve amellerimizi de ihlâslı kılmasını dileriz... [1] Kastettiğimiz Asılsız Haber ve Yaygara: İnsanların doğruluğunu araştırmadan birbirlerine naklettikleri, kaynağı belirsiz ve aslında belli bir amaca yönelik olarak bilinçli bir zamanlama ile ortaya atılmış sözleri yaymaktır. [2] Tarihte Söylenti ve Çıkarılan Yaygaralar: Asılsız haberler yayma işi insanlık tarihi kadar eskidir ve insan var oldukça devam edecek gibidir. Tarihte yaygara ve söylentilerin olmadığı bir toplum yoktur. Çünkü insan nefsi İslam ile terbiye edilmedikçe buna meyyaldır. Peygamberler tarihi buna şahittir. İşte Nuh aleyhisselam; kavmi tarafından şöyle itham edildi: “Size üstün ve hâkim olmak istiyor.” (Müminun, 23/24). Benzer yaygara ve asılsız dedikodular ile Hud aleyhisselam’da muhatap olmuştur. Musa aleyhisselam ise Firavun tarafından sihir yapmak ve kendisine karşı oyun oynamakla itham edilmiş ve bu haber halk arasında yayılmıştır. Aziz’in uyguladığı aşırı gizlilik ve sansür politikasına rağmen, Yusuf aleyhisselam olayı Mısırlı hanımlar arasında yayılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in bize aktardığı peygamberler ve salihlerin kıssalarında bu hususta daha başka bir çok örnekler mevcuttur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince; davetinin başlangıcından itibaren büyük bir yalan ve iftira kampanyası ile karşı karşıya kaldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu kampanyanın Mekke ayağında delilik, sihir ve yalan gibi iftiralara maruz kaldı. Fakat Allah onların bu tavırlarını gözetlemekte olup yedi kat göklerden indirdiği ayetlerle onların yalanlarını çürütmekte ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ini dosdoğru olduğunu bildirmekteydi. Medine döneminde ise yaygara ve iftiralar, şerrin önderleri Yahudi ve Münafıklar tarafından organize bir şekilde idare edilmesiyle arttı. Eğer İslam toplumu sağlam bir bünyeye sahip olmasaydı bu iftira ve yaygara seli önünde dayanması mümkün olmazdı. Fakat toplumun İslam ile terbiye edilmiş olması, Müslümanların birbirlerine sımsıkı kenetlenmeleri ve peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat ediyor olmaları, Allah düşmanlarının amaçlarına ulaşmalarına engel olmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde savaş meydanlarında çıkarılan yaygaralar ise, alınacak dersler bakımından ayrı bir risale konusudur. Ki bugünde bu silah İslam düşmanları tarafından oldukça etkili bir biçimde kullanılmaktadır. [3] Söylentiler Ve Yaygaraların Kaynakları: Asılsız haber şeklindeki sözler genellikle kişiler veya basın yayın araçları vasıtasıyla yayılır. İnsanlar aralarındaki haberleri bu yollarla yayarlar. Dolayısıyla kişinin duyduğu ve bir başkasına vereceği haberin doğruluğundan iyice emin olması gerekir. Asıl olan müslümanın beraatıdır. Dolayısıyla bir müslüman hakkında gelen olumsuz bir haberi hemen tasdik etmeden önce onun doğruluğunu ve meselenin hakikatini öğrenmek gerekir. Haber açık ve kesin delillerle teyit edilmedikçe, hakkında olumsuz haber bulunan kişi tam bir beraat içindedir. [4] Söylenti Ve Yaygaraların Nedenleri: Çıkarılan yaygaraların bir çok nedenleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: * Düşmanın başına gelene sevinmek: Kişi düşmanının başına gelen musibete sevinerek onunla ilgili olumsuz haberleri sağda solda yayar... Bundan Allah’a sığınırız. * Aşırı meraklılık: Her türlü yaygarayı yayan en büyük kesim ise lafa söze merak, kendilerinde adeta hastalık halini almış kimselerdir. Konuşulanları ağızları açık dinleyişleriyle hem anlatanın konuşmasını asılsız şeylerle süslemesini teşvik ederler, hem de kendileri onu başkasına anlatırken abartmaktan zevk alırlar. * Vakit öldürmek için konuşmak: Meclis içinde anlatmaya değer bir şey bulamayıp susmak durumunda kalan bazı kimseler, bunu kendileri için bir eksiklik kabul edip susmaktansa bir şeyler anlatmış, söze iştirak etmiş olmak için getireceği vahim sonuçları düşünmeden aslı astarı belli olmayan sözleri anlatırlar. [5] Söylenti Ve Yaygaraların Yayılmasının Sebepleri: * Dinleyicilerin fuzuli ve gereksiz sözleri dinlemek için istek göstermeleri. * İnsanların bu tür haberleri ilgi ile dinlediklerini gören anlatıcının, ilgi toplama merakı. * Haberin yalan olması durumunda doğuracağı vahim sonuçları düşünememe. * Söylentiyi yayan kimselerin gerekli İslami şuurdan yoksun olmaları. * İnsanların nefislerini muhasebe ve kontrol etmeleri. [6] İslam’ın Yayılan Söylentiler Ve Çıkan Yaygaralar Karşısındaki Tavrı Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 49/6) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter.” [7] İmam Malik şöyle dedi: “Bilinmez ki insanın her duyduğunu konuşması büyük bir fesattır.” Munâvi de şöyle dedi. “Dinlediği şeyin yalan veya gerçek olması ihtimalinden dolayı, insan her duyduğu şeyi konuştuğu taktirde mutlaka bazı yalanları da konuşmuş olur. Yalan, bir şeyi olduğundan başka şekilde anlatmaktır. Kişi kasten böyle yaparsa günah işlemiş olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem her duyduğunu başkalarına nakledenler hakkında şöyle buyurdu: “Kişinin, iddiaları binek edinmesi ne kötü bir şeydir.” [8] Hadiste geçen “zeamu/iddia ettiler.” kelimesi kafirlerin sözlerindendir. Çünkü onlar ilimsiz olarak iddialarda bulunuyorlardı. Allahu Teâlâ onları şöyle zemmetti. “İnkar edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler.” (Tağabun, 64/7). İmam Beğavi bu ayetin açıklamasında şöyle dedi: Allah Subhanehu ve Teâlâ bu kelimeyi zemmetti. Zira bu kelime genellikle insanların dillerine doladıkları asılsız iddiaları ifade için kullanılır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem insanların ihtiyaçlarına ulaşmak için sözlerinin başına getirdikleri “zeamu/iddia ettiler” ifadesini, maksatlarına ulaşmak için kullandıkları binek hayvanına benzetti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kişinin naklettiği haberlerin doğruluğundan emin olmasını, bu konuda ihtiyatı elden bırakmamasını ve güvenilir olmayan kimselerden hadis rivayet etmemesini emretti. İmam Abdurrahman b. Mehdi de şöyle dedi: “Kişi duyduğu şeylerden bazılarını insanlara anlatmaktan imtina etmedikçe insanların uyduğu bir imam olamaz.” [9] Söylentileri Başkalarına Aktaran Kimselerin Ne Yapmaları Gerekir? * Söylediği ve yaptığı her şeyde Allah’tan korkması, nefsini murakabe etmesi ve söylediği her kelimeden hesaba çekileceğini hatırlaması gerekir. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var.” (İnfitar, 82/10) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Kim bana iki sakalı ve iki bacağı arasındaki şey hususunda garanti verirse, ben de cennet hakkında ona garanti veririm.” [10] * Müslüman kardeşi hakkında hüsnü zan beslemeli ve onu kendi konumuna indirmelidir. * Aktardığı haber hususunda maksadının sağlıklı olması ve nefsani amaçlar güderek söz gezdirmemesi gerekir. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Bilin ki, Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah’tan sakının.” (Bakara, 2/235) * Mevcut söylenti hususunda öncelikle ilim ve fazilet ehli ile görüşüp onların görüşlerini almalıdır. Zira ilimleri ve tecrübeleri nedeniyle maslahatı daha iyi tespit edebilirler. * Aktardığı haberin doğruluğunu araştırması ve haberi aktardığı kimselere de bu hususu açıklayarak onların da görüşlerinden faydalanması gerekir. * Yaygarayı aktaran kişinin oturup kalktığı meclisleri iyi ayırt etmesi gerekir. Zira bir mecliste konuşulan, başka bir mecliste konuşulmaz. * Haberi aktaran kişinin dinleyicileri, bu haberi kendisinden doğru bir şekilde nakletmeleri için teşvik etmesi gerekir. Çünkü kendisi haberin ilk kaynağıdır. Bundan sonra çıkacak olan sözler hep ona mal edilecektir. Mümkün mertebe sözü olduğu gibi aynısıyla aktarmak gerekir. Eskiler şöyle derlerdi: “Haberlerin afeti, rivayet edenlerdir.” * Aktardığı haberin doğruluğunu araştırmalı ve sabit olduğu haliyle anlatmalı, anlatırken eklemeler yapmadan anlatmalıdır. * Duyduğu her şeyi hemen başkalarına anlatmak için acele etmemelidir. Eğer müslümanlar duydukları söylentileri başkalarına aktarmasalardı, toplumu yaralayan bu sözler ölmüş olurlardı. * Yalancıların, münafıkların, gıybetçilerin ve hasta kapli insanların sözlerine kulak vermemek ve onlardan yüz çevirip yaptıklarına rıza göstermemek gerekir. Bu şekilde davranıldığı takdirde asılsız yaygaraların İslam toplumuna zarar vermesi engellenmiş olur. [11] Söylenti Ve Çıkarılmış Bir Yaygara İle Karşılaşan Müslümanın Ne Yapması Gerekir. 1) Olayı aktaran kimsenin durumuna bakılmalıdır. Adil mi, fasık mı, yoksa ikisi arasında mı? Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 49/6) 2) Olayı aktaran kişiyi, söylediği her sözden Allah katında sorumlu olacağı ve olayı doğru bir şekilde anlatması yahut acele etmemesi yönünde Allahu Teâlâ ile korkutmalıdır. 3) Özellikle de deliller ve karineler yeterli derecede ikna edici değilse, söylenenleri hemen tasdik etmemeli ve insanlara duyurmak konusunda acele edilmemelidir. Aksi takdirde Allahu Teâlâ’nın şu hitabı ile karşı karşıya kalınacağı bilinmelidir. “Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur.” (Nur, 24/15) 4) Yaygara özellikle hayır ile tanınan biri hakkında ise, bunun hüsnü zan üzere değerlendirilmesi ve şerî bir özrü olabileceği düşünülmelidir. Eğer şerî bir özür yok ise, bu durumda olayı aktaran kişiye, olayı yaymak yerine, dedikodusunu yaptığı kişiye nasihatte bulunması ve onu tevbeye davet etmesi gerektiği hatırlatılmalıdır. [12] Hakkında Dedikodu Edilen Kişiye Gelince: Dedikodusu yapılan kişi bilinen veya bilinmeyen bir kişidir. Eğer bilinen biri ise ve özellikle de alimlerden veya müttaki müslümanlardan ise, yaygaraları aktaran kişinin Allah’tan korkması ve bu kimselerin namusuna leke sürmemesi gerekir. Özellikle de Kur’an ve Sünnete bağlı, ilmi ile amil alimler hakkında çok dikkatli olunmalıdır. Zira onlar ümmetin önderleri ve nur kaynaklarıdır. Alimlerinin kıymetini takdir etmeyen bir toplumda hayır yoktur. “Kim yokluğunda bir kardeşinin namusunu savunursa, onu cehennemden azat etmesi Allah üzerine bir haktır.” [13] Hakkında yaygara bulunan kimse hayırlı birisi değil ise yine aktarıcının o kişi onun düşmanı dahi olsa olayı abartarak anlatmaması gerekir. Zira bu yalan ve zulüm olmuş olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)’tır.” (Maide, 5/8) Şayet şahıs tanımadığımız biri ise, gerçek şu ki tanıdığınız kimse hakkında geçerli olan hüküm aynen bu kişi için de geçerlidir. Kişi tanımadığı biri hakkında dahi olsa, doğruluğu saptanmadıkça söylentiyi yayma hakkına sahip değildir. Çünkü cehalet, nakleden kişinin ben öyle duydum türünden sözlerle sığınabileceği bir mazeret değildir. Yine bu haber o kişiye, senin hakkında falan şöyle sözler yayıyor şeklinde ulaşıp hiç yoktan düşmanlığa da sebep olabilir. [14] Söylenti Ve Yaygarayı Önlemenin Yolu: * Söylentileri yayıp, çıkan yaygaralara kapılan kimseye Allahu Teâlâ hatırlatmalı, bilmediği konulara dalmaması konusunda ve konuşulan konunun gerçek veya abartılı olması halinde doğuracağı vahim sonuçlar konusunda o uyarılmalıdır. ” ... sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 49/6). * Gerekli soruları sormadan veya itiraz etmeden yaygaraları doğrulamakta acele edilmemelidir. * Bu söylentileri tekrarlamaktan kaçınmalıdır. Zira tekrar edildikçe yayılır ve yayıldıkça içine bir çok yalan ve ilaveler karışır. * Yaygaranın kaynağı araştırılmalı ve sorumluları bulunup; hesap sorulmalı gerektiğinde cezalandırılmalıdır. * Söylenti duyulduğu anda, kayıtsız kalmak veya aşırı şaşkınlık göstermekten kaçınmak gerekir. Bu, yaygarayı aktaran kişinin onu yaymadan önce kendi nefsine dönmesini sağlar. [15] Söylenti Ve Yaygaraların İslam Toplumu Üzerindeki Etkileri: Bunların toplum üzerinde bir çok olumsuz etkileri vardır. Kısaca şöyle özetleyebiliriz: * Günahsız bir kimseyi haksız yere itham etmek. * Dilleri ve zimmetleri asılsız olaylar ile kirletmek. * Toplumda karşılıklı güvenin yitirilmesi. * Cahilleri sevindirmek. Özellikle de yaygaralar, davetçiler ve İslami uyanış gençliği hakkında ise, yaygaraların vahim sonuçları hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler yaygaraların başı sayılan “İfk Hadisesini” güzelce bir okumalıdır. [16] Son Olarak: Yaşadığımız yüzyılda da İslam ve müslümanlar aleyhine birçok dedikodu ve yaygaralar üretilmiş ve bunlar ümmetin varlığı ve birliği açısından büyük zararlar vermiştir. Hele bu yaygaralar, içimizdeki cahiller veya hevasına tapanlar tarafından üretildiği zaman daha da olumsuz etkileri olmuştur. İslam düşmanları da, özellikle müslüman alimler, davetçiler ve liderler hakkında çeşitli iftiralar ve yaygaralar üreterek, halkı onlardan soğutmaya ve uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Nice alimlerin ajan, mal ve makam düşkünü olduğu yaygaraları çıkarılmıştır?! Aynı şekilde ilmî ve amelî bazı hataları tespit ederek ve bunları abartarak insanlar arasında yayıyorlar. Habbeden kubbe yapıyorlar... Allah yardımcımız olsun!.. Allah’ım genelde tüm müslümanların ve özelde de bütün alimlerin, davetçilerin ve müslüman gençliğin kalplerini birleştir ve aralarını düzelt... Onları tek bir yumruk, tek bir kelime ve tek bir saf kıl... Güzelliklerin nimeti ile tamam olduğu Allah’a hamd olsun. [17]
-
Dini Efsane ve Masallar
selam sana şunları söylemem konuyu kavraman yardımcı olacaktır umarım.birincisi her ayeti cebrail getirmiştir.evet doğru.ve sadece peygamberimize değil diğer peygamberlere de o getirmiştir ayetleri.çünkü o aracı melektir.yani allahtan aldıklarını peygambere iletir.başka bidille de ona vahiy meleği de denir.eğer dört büyük meleğin varlığına inanıyorsanız bunu anlamanız gerekir.bu kadar açıklama yeter sanırım.çünkü bunun başka bir anlatımı yok. ikinci bir husus allaha herkes inanır.ben de bunu inkar etmedim zaten.sadece biraz şifreli bir konuşma olduğu için anlaşılmadı heralde.neyse bi dahakine daha açık konuşurum.bakın hristiyanda yahudide allaha inanır.ama onlar başka bir din çereçevesi içinde allaha inanır.onlarda incile yahut tevrata inanırlar.zaten allah bize kendini peygamberleri dinini duayı namazı vs. vs. bunları anlatmak için kitaplar yollar.allaha gerçekten inanan bir insan gönderilene de inanır hiç şüphesiz.ben şahsen allaha inanıp ta onun sözlerini inkar eden birini tanımadım.neyse ama bir müslüman allaha inanıyorsa onun kitabınada dininede inanmalıdır.ama eğer müslümansa tabi ki. hepsi bu kadar.ben size şöyle bir soru sorsam.örneğin bir din adamı cemaati toplamış sohbet veriyor.şimdi bu adam konuştuğu herşeyi kurandan sünnetten konuşur öyle değil mi?zaten konuşmazsa halkın dilinde yalancı konumuna girer.bunda hemfikiriz değil mi? yani bir müslüman allaha inanıpeygambere inanır.kurana inanır.inanmazsa zaten müslüman değildir.bu gerçek değişmez.ama inanmayarak ta müslüman olduğunu iddia edenlere diyeceğim yok. Y A N İ İ M A N Ş A R T (TABİ TAM ANLAMIYLA İMAN)
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selam sudamlası ben senin gibi düşünmüyorum.ya da şöyle söyleyeyim kuran ve sünnet böyle demiyor.bence bu mezhepler ayrı kalırsak allaha ve rasulüne daha yakın bir hale geleceğiz.mezhep demek başka birinin egemenli,ği altında hayatını yaşamak demek.bunu ne kadar inkar etsenizde bu böyle. size göre mezhep dışında kalanlar islamı tam anlamıyla yaşayamıyor heralde.bu saçmalık bence.bir insan başkalarının aracılığı olmadanda islamı yaşar.ben herangi bir mezhepte değilim.olmakta istemem.çünkü bunlar allah rasülünden sonra ortaya çıkmıştır.ve bunlara kolayca inanılmıştır.peygamberden sonra ortaya çıkan herşey bidat yani sapıklıktır.her sapılıkta ateştir. bu mezhep imamları allah ve rasulünün sözlerinin yanı sıra kendi düşüncelerini de ayet ve hadis diye ortaya atmışlardır.ama kimse onların sözlerinin kuranda olup olmadığına bakma zahmetinde bulunmamıştır.bulunmamaya da devam ederse de böyle olmayan şeyleri savunurlar. neyse ben allaha inancımla ve rasulüne itaatimle yaşamaya dsevam edecem inşallah.allah bozmasın. ve şunu da unutmayın.din mezheplerden ibaret değildir.cennete gitmek için bir mezhebe uymak gerekmez.insana allah ve rasulü yeter allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
-
Kudüs Yolunda Küçük Bir Şehid: İman el HAMS
selamun aleyküm, bence yediğimiz herşeyde onların da hakkı var.yaşadığımmız mutlu günlerde onların da hakkı var.ama bunlar onlardan yararlanamıyor.bazıları berceste kardeşin yalancı olduğunu iddia ediyor.ama yanılıyorlar.gerçek bir müslüman bir diğer müslüman kardeşi için neden ağlamasın.neden gece gündüz onları düşünmesin ki.şaşıyorum doğrusu merhamatsiz insanlara.şunu unutmayalım dostlar acımasızlık merhametsizlik mağrifet değildir.insan eli kolu bağlı olmaktan pişmanlık duyacağı halde gösterdiğiniz tepki çok yanlış.sonuçta orada acı çekenler bizim kardeşimiz.düşmanımız değil ki. inşallah söylediklerim yerini bulur. merhamet merhamet merhamet diyorum başka da bişey demiyorum. allahın rahmati ve bereketi üzerinize olsun
-
Dini Efsane ve Masallar
sayın pante sen kendi düşüncelerinle kuranı düpedüz yalanlıyorsun.madem allaha inanıyorsun o zaman onun kendi elleriyle yazdığı kurana da inan.çünkü kurandaki herşey haktır ve gerçektir.sen yalanla ama senin yalanlaman bu gerçekleri değiştirmez.sana soruyorum.sence bu dünyada allahın kutsal kitabında yazılanlardan başka daha inanılması gerçek olan kaç kitap var.yada şöyle diyeyim.şu ana kadar değişime uğramamış o kutsal kitaptan başka hangi kişi yada kitap doğruyu söyleyebilir.bana kutsal kitapta olmayanı kanıtlasaydın.senin iddialarını inan dikkate alırdım.ama hem inandığını söyleyen hemde inkar eden birisi olamaz heralde.sen siz sorun ben yanıtlayayım demişsin.sence yüce allahın bize gönderdiği tek gerçek olan kitabamı yoksa senin hiçi bir şeye hiç bir kitaba bakmadan ortaya attığın düşüncelerinemi.allah aşkına söyle. selamlar
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selam bu soruyu niye sordun hala anlamıyorum.ama yanıtlayayyım ben namazı kabul ediyorum.ve namazı allah benden nasıl istediyse öyle kılıyorum.sizide namaz konusunda eleştirmedim.nerden çıktı bu soru şimdi hala anlamış değilim.neyese söylediğim gibi ben allah nasıl istiyorsa öyle kılıyorum.herkesin ibadeti kendine.ama ben kıldığım namazın doğruluğuna inanıyorum.allah beni bu güzel yoldan ayırmasın inşallah.yanlış anlaşılmasın.size laf sokma gibi bir niyetim yok.olurya yanlış anlaşılır diye korktum.neyse umarım sorunuzu cevaplamışımdır. selamlar
-
NAMAZ
NAMAZ Hamd, âlemlerin Rabbi Alah'adır. Salât ve selâm, peygamberlerin sonuncusu Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'a, onun ailesine, sahâbilerine ve kıyamet gününe kadar onun dostu olanlaradır. Namazın, İslâm'da büyük bir önemi ve hiçbir ibadetin ona denk olmadığı, bir mevkii vardır. O, ilk farz kılınan ibadettir. Tevhid'den sonra, İslâm'ın en önemli esasıdır. Amellerin en faziletlisi ve Allah tarafından en çok sevilenidir. Allah Kitab'ında onun şanını yüceltti, onu ve onu kılanları şereflendirdi. Diğer ibadetler arasında özellikle onu zikretti, kullarına onu tavsiye etti. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onu, kendi gözünün aydınlığı ve ruhunun rahatlatıcısı yaptı. Ashabına namazın faziletini öğretti, böylece onların hem kalpleri hem organları haşyetle doldu, davranışları düzeldi, ahlakları güzelleşti, bundan dolayı onlar önderler ve liderler oldular. Sahih ve huşulu bir namazın, ümmeti zafere götüren en belirgin sebeplerden olduğunda kuşku duymuyoruz. Çünkü o, umulana ermenin korkulandan emin olmanın yolu ve iki cihanda kurtuluşun sebebidir. Buna dayanarak, namazı tarif etmek, önemini belirtmek ve onda gevşeklik göstermeme konusunda uyarıda bulunmak için bu kısa risaleyi yazmaya karar verdik. Yüce Allah'tan, bu risaleyi okuyanlara dinleyenlere, basıp dağıtanlara yararlı kılmasını dilerim. O, çok iyi duyan ve cevap verendir. [1] Namazın Tarifi Namaz (salât)ın dildeki asıl anlamı, duadır. Meselâ Arapça "Sallâ aleyhi" yani ona hayır duada bulundu denilir. Allah'ın salâtı, temize çıkarmak ve övmek; meleklerin salâtı ise dua demektir. Namaz (salât) dinî bir terim olarak, farz ve sünnetleriyle, rükû, secde, kıyâm, istikbal-i kıble gibi belirli hareketleri olan, Allah'a mahsus bir ibadettir. Birtakım şartları, rükünleri, farz ve sünnetleri vardır. Namaz, dini ayakta tutan direktir. Direk yıkılırsa, ona dayanan yapı da yıkılır. O, Allah'ın farz kıldığı ilk ibadettir, en büyük bedeni ibadettir. Allah'ın onu, diğer ibadetler gibi yeryüzünde ve Cebrail vasıtasıyla farz kılmaması, derecesinin yüksekliğini göstermektedir. Allah onu, kendisiyle Peygamber'i Sallallahu aleyhi vesellem arasında bir vasıta olmaksızın farz kılmıştır. Bu ise Miraç gecesi, yedi kat göğün üstünde olmuştu. Önemi sebebiyle yüce Allah onu elli vakit olarak farz kılmış, sonra onu bir gün ve gecede (24 saatte) beş vakte indirmiştir. O, fiiliyatta beş olmakla birlikte mizanda ellidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Gerçekten ben, (evet) ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 20/14) "Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, hayır işleyin ki felâh bulabilesiniz." (Hac, 22/77) "Namaz, müminler üzerine belirli vakitlerde yazılı bir farzdır." (Nisâ, 4/103) "Söyle iman etmiş olan kullarıma, namazı kılsınlar." (İbrahim, 14/31) Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi de cihattır." [2] "İslâm, beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan ayında oruç tutmak, imkân bulanın Beyt'i haccetmesi." [3] Namaz, erkek veya kadın, hür veya köle, zengin veya fakir, mukim (ikamet eden) veya yolcu, sağlıklı veya hasta, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır. Aklı yerinde olduğu sürece, hastadan ölünceye kadar namaz kılma yükümlülüğü kalkmaz. O, bir gün ve gecede (24 saatte) beş defadır. Yüce Allah şöyle buyurur: "Namaz, müminler üzerine belirli vakitlerde yazılı bir farzdır." (Nisâ, 4/103) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Muâz'ı Radıyallahu anh Yemen'e gönderirken şöyle buyurmuştu: “Onlara, Allah'ın her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir." [4] Beş vakit namaz şunlardır: 1- Sabah namazı: İki rekattır. Vakti, sabahın aydınlığının güneşin doğduğu yerde ortaya çıkmasından yani fecr-i sadığın (sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan aydınlık) doğmasından başlar. Güneşin doğuşuna kadar sürer. Son vaktine kadar geciktirilmesi caiz değildir. 2- Öğle namazı: Dört rekattir. Vakti, güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından başlar, her şeyin gölgesi, zevalin gölgesinden sonra bir misli oluncaya kadar devam eder. 3- İkindi Namazı: Dört rekattır. Vakti, öğlenin vaktinin sona ermesinden sonra başlar, güneşin sararmasına kadar sürer, zaruret dışında, son vaktine kadar geciktirilmesi caiz değildir. 4- Akşam namazı: Üç rekattir. Vakti, güneşin yuvarlığı battıktan hemen sonra başlar ve şafak kızıllığının kaybolmasıyla sona erer. Ancak; zaruretten dolayı son vaktine bırakılabilir. 5- Yatsı namazı: Dört rekattır. Vakti akşam namazının vakti sona erdikten sonra başlar, gece yarısına kadar sürer. Ondan sonrasına bırakılmaz. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Öğlenin vakti, güneş zevale vardığı zamandan başlayarak, bir kimsenin gölgesi uzunluğu kadar oluncaya kadar yani ikindinin vakti girmediği müddetçedir, ikindinin vakti güneş sararmadığı müddetçedir, akşam vakti şafak kaybolmadığı müddetçedir. Yatsı namazının vakti mutedil uzunluktaki gecenin yarısına kadardır; sabah namazının vakti tan yeri ağardıktan sonra, güneşin doğmasına az kalıncaya kadar devam eder." [5] Bu arada, beş vakit farz namazlarla birlikte kılınan revâtib sünnetleri, teheccüd namazı, vitir namazı, teravih namazı, iki rekattır kuşluk namazı, iki rekatlık tahıyyetu'l-mescid, iki rekat abdest namazı, tövbe namazı, yolculuktan dönenin kıldığı namaz, istihare namazı, küsüf ve Hüsûf namazları (Güneş ve ay tutulması esnasında kılınan namaz), Cumanın sonraki sünneti, Beyti atîki tavaftan sonra kılınan iki rekatlik namaz, ezanla Kâmet arasında kılınan namaz gibi sünnet ve müstehap olan namazlar vardır. Namazın bazı şartları vardır. Bunların namaz kılanda bulunması gerekir. Namaz kılan bunlardan birisini terkederse, namazı olmaz: 1- Müslüman olmak: Kâfirin namazı geçersizdir. 2- Akıllı olmak: Akılsız olana namaz farz değildir. 3- Ergenlik çağına ulaşmak: Bülûğa ermedikçe çocuğa namaz farz değildir. 4- Küçük ve büyük hadesten taharet: Küçük hades, abdesti gerektiren her şeydir. Büyük hades, cünüplükten dolayı gusletmeyi (boy abdesti) almayı gerektiren her şeydir. 5- Beden, elbise ve namaz kılınacak yerin temiz olması. 6- Vaktin girmesi: Namaz ancak vakti girince farz olur. Vakti girmeden kılınırsa geçersizdir. 7- Setr-i avret: Avret yerlerinin temiz elbiselerle örtülmesidir. 8- Niyet: Niyetin yeri kalptir. En iyisi, iftitah tekbiriyle birlikte yapılmasıdır. 9- İstikbal-i Kıble (namaz kılarken kıbleye yönelmek): Kıble, Mekke-i mükerreme'deki Kâbe'dir. Namaz, kalpteki inanç, dildeki konuşma, kıraat, tesbih getirme, tehlîl (lâ ilâhe illa'llah demek) ve tekbir (Allahu ekber demek), rükû ve secde gibi organlarla yapılan davranışlardan tutun da, necasetlerden maddi temizliğe ve şirk ve küfürden manevî temizliğe kadar, kulluğun bütün türlerini kapsar. Namazın bazı rükünleri vardır. Bunlar: Kıyâm iftitah tekbiri (namaza başlarken "Allahu ekber" demek), Fatiha'yı okumak, rükû ve ondan doğrulmak, yedi organ (alın ve burun, eller dizler ve ayak parmakları) üzerinde secde yapmak, secdeden doğrulmak, iki secde arasında oturmak, bütün rükünlerde tume'nine (bir miktar beklemek), tertîb, son teşehhüt ve onun için oturmak, Peygamber'e Sallallahu aleyhi vesellem salât getirmek ve iki defa selâm vermek. Namaz, ergenlik çağına ulaşmış ve akıllı müslümana, korku, hastalık ve yolculuk durumunda bile, her türlü halinde farzdır. İster yatakta, ister oturarak ister yatarak, gücünün yettiği şekilde namazı kılar, Hatta sadece, gözü veya kalbiyle işaret etmek suretiyle kılabiliyorsa, öyle yapar. Aklı olduğu sürece, namaz yükümlülüğü üzerinden düşmez. Namaz, kulun yüce Rabbi'yle kurduğu bir irtibattır. Sen gizlice konuşmak üzere Rabbinin huzurunda durursun, o da seninle konuşur, ona dua edersin, o da duanı kabul eder. Müslümanın namazı temiz olarak eda etmesi; her gün, Rabbinin huzurunda temiz, huşûlu, itaatkar ve mütevazi olarak, nimetlerinden dolayı Allah'a şükretmek, kendisine lûtfetmesini istemek ve günahlarının bağışlanmasını dilemek üzere durması gerekir. Namazın anahtarı, bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması, hadeslerden temizliktir. Onda huşûlu olmak ve kalp huzuru şarttır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Namazlara dikkat edin, özellikle orta namaza ve kalkın Allah için divan durun." (Bakara, 2/238) "Gerçekten felah buldu müminler. onlar namazlarında huşûludurlar." (Müminûn, 23/1-2) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hiçbir müslüman yoktur ki farz bir namazın vakti geldiğinde, o namazı güzel bir abdest alarak huşûsuna ve rükûsuna dikkat ederek kılsın da büyük günah işlemedikçe, o namaz ondan önceki günahların kefareti olmasın. Bu, her zaman için böyledir" [6] Abdullah b. eş-Şihhîr şöyle demiştir: "Rasûlullah'ı Sallallahu aleyhi vesellem namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı, göğsünde, tencere sesi gibi bir ses vardı" [7] Namaz, vücut temizliğiyle başlar ve ruh temizliğiyle sona erer. Kim onu hakkıyla eda ederse, Allah'ın onu cennete koymaya sözü vardır. Onu yerine getirmeyenlere sözü yoktur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Beş vakit namazı, Allah kullara farz kılmıştır. Bunları yerine getirip hiçbirini kaçırmayan ve bu namazların hakını hafife almayan kimseyi Allah cennete koymaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler hakkında böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse onu cennete koyar" [8] Namaz, edepsizlikten ve kötü şeylerden alıkoyar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve ********* şeylerden meneder. Elbette Allah'ı anmak, en büyük ibadettir. Allah, ne yaptığınızı bilir" (Ankebut, 29/45) Namaz, günahları örter, Allah iki namaz arasındaki ve önceki günahları, onun sayesinde bağışlar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Büyük günah işlenmedikçe, beş vakit namaz kendi aralarında, cuma namazı diğer cumaya kadar, Ramazan öbür Ramazan'a kadar, arada işlenen günahları örterler." [9] "Hiçbir müslüman yoktur ki farz bir namazın vakti geldiğinde, o namazı güzelce abdest olarak huşû ve rükû ile kılsın da, büyük günah işlemedikçe o namaz ondan önceki günahların kefareti olmasın. Bu, her zaman için böyledir." [10] Yüce Allah namazla dereceleri yükseltir ve günahları yok eder. Onu beklemek, Allah yolunda nöbet tutmak demektir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Size, Allah'ın günahları ne ile sildiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini bildirmemi ister misiniz?" Sahabiler: “Elbette”, dediler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Güçlüklere rağmen, güzelce abdest almak, mescidlere giden adımları çoğaltmak ve namazdan sonra öbür namazı beklemek. İşte sizin Allah yolunda nöbet tutmanız budur. İşte sizin Allah yolunda nöbet tutmanız budur." [11] Namaz, Cennette, Nebi Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte olma sebeplerinin en önemlilerindendir. Rabia b. Kâb el -Eslemî Radıyallahu anh şunu anlattı: Bir gece Rasûlullah'ın yanında kaldım. Ona abdest suyunu ve ihtiyaç duyduğu şeyleri getirdim. Bana: "Benden bir şey iste" dedi. Ben de: “Cennette seninle birlikte olmak isterim”, dedim. O: "Bundan başka bir şey de olabilir" dedi. Ben: “Onu istiyorum”, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "O zaman çok secde etmek suretiyle bana yardımcı ol" dedi. [12] Namaz, kıyamet günü, hakkıda sorgu yapılacak şeydir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü, kulun ilk hesaba çekileceği şey, namazdır. Eğer o düzgün olursa, diğer amelleri de düzgün olur, şayet o bozuk olursa, diğer amelleri de bozuk olur." [13] Namaz, dünyadan ayrılırken ve ölümüne sebep olan hastalığında son nefeslerini alıp verirken, Peygamber'in yaptığı son tavsiyeydi. O şöyle diyordu: "Namaza ve sağ ellerinizin sahip olduklarına önem verin, onları ihmal etmeyin." [14] Allah bize namaza dikkat etmemizi emretmiştir. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Namazlara dikkat edin, özellikle orta namaza... kalkın Allah için divan durun" (Bakara, 2/238) "Gerçekten felâh buldu müminler. Onlar namazlarında huşûludurlar." (Müminun, 23/1, 2) Namaz, dinden gidecek olanların sonuncusudur. Dinin son şeyi giderse, ondan hiçbir şey kalmaz. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "İslam'ın kulpları birer birer yıkılacak, bir kulp yıkılınca, insanlar sonrakine tutunacaklar, bunların ilk yıkılanı, yönetim, sonuncusu da namazdır" [15] Allah bizi namazı ihmal etmekten sakındırmış ve ihmal edenlerle ona karşı gevşek davrananları yermiştir. Yüce Allah onu ihmal edenlerin sonunu şu sözlerle bildirdirmiştir: "Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı ihmal ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır." (Meryem, 19/59) "Her can, kazandığıyle (Allah katında) rehin alınmıştır. Yalnız kitapları sağdan verilenler hariç, onlar cennetler içinde sorarlar: Suçluların durumunu: "Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?" Onlar da derler ki "Biz namaz kılanlardan olmadık." (Müddesir, 74/38-43) "O gün gerçek ortaya çıkar ve secdeye davet edilirler; o vakit güçleri yetmez. Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur. Halbuki o secdeye onlar sağ salimken davet olunuyorlardı." (Kalem, 68/42-43) Namaz, müslümanın parolası, müminin alâmetidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, sizin din kardeşinizdirler. biz bilen bir kavme âyetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz." (Tevbe, 9/11) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kişi ile küfür arasındaki fark, namazı terketmektir." [16] Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bizlerle onların (münafıkların) arasındaki ahit, namazdır. Kim onu terkederse kâfir olur." [17] Namazı terkedenin İslâm'dan nasibi yoktur. Kasıtlı olarak onu terkeden kâfir olur. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Yalnız ona yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve Allah'a ortak koşanlardan olmayın." (Rûm, 30/31) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Hiçbir farz namazı bile bile bırakma. Çünkü kim bir farz namazı kasıtlı olarak (yani unutmak gibi meşru bir mazeret olmaksızın) bırakırsa zimmet kendisinden uzaklaşmış olur." [18] Abdullah b. Ömer Radıyallahu anh bir gün, Rasûlullah'a Sallallahu aleyhi vesellem namazdan bahsetti, Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: "Kendisine dikkat edene namaz, kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş vesilesi olur. Kim namaza dikkat etmezse, onun için ne bir nur, ne bir delil ne de kurtuluş vardır. O kimse, kıyamet günü, Kârun, Firavun, Hamân ve Ubeyy b. Halef'le birliktedir" [19] Yüce Allah bizi, onun vaktini geciktirmemeye teşvik eti; namazı geciktiren ve vaktinde kılmayı ihmal edenlere azap edeceğini söyledi. O şöyle buyurdu: "Şu namaz kılanların vay haline! ki onlar, namazlarından gaflet ederler." (Mâûn, 107/2-5) Âyette geçen "gaflet edenler", çıkıncaya kadar namazın vaktini geciktirenlerdir. Ya onu tamamen terkedenin hali nicedir! Abdullah b. Mes'ûd Radıyallahu anh şu rivayet eti: Rasûlullah'a: “Yüce Allah hangi ameli daha çok sever?” diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "Vaktinde namaz kılmayı" [20] Yüce Allah bize, küçük çocukların namaza alışmış olarak yetiştirilmelerini ve on yaşına geldiklerinde, namaza dikkat etmezlerse dövülmelerini emretmiştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınıza yedi yaşına gelince, namaz kılmalarını emredin, on yaşına geldiklerinde bu yüzden onları dövün." [21] Bir namazı kaçıran, ailesini malını kaybetmiş gibi olur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim bir namazı kaçırırsa, o ailesini ve malını kaybetmiş gibidir." [22] Namaz, kulun dünya ve ahiretteki yolunu aydınlatan ışık ve kurtarıcıdır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Temizlik imanın yarısıdır. El-Hamdulillah mizanı doldurur, "Subhanallah" ve "el-Hamdulillahı" göklerle yerin arasını doldurur, namaz nurdur, sadaka (zekat) delildir. Sabır ışıktır. Kur'an, senin lehine ve aleyhine olan hüccettir (kanıttır)." [23] Namaz, Allah'ın rahmetinin inme sebeplerinden birisidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Namazı kılın, zekâtı verin, Peygamber'e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (Nûr, 24/56) Hayatın sıkıntılarına sabretmek, ancak namaza dikkat edenlerin dayanabileceği bir şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu insan hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu (yoksullara) yardım etmez (sıkı sıkı tutar). Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlar ki, namazlarını sürekli kılarlar." (Meâric, 70/19-23) Namaz, sıkıntı ve güçlüklerde kula yardım demektir. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sabırla, namazla (Allah'tan) yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir." (Bakara, 2/45) Rasûlullah'ı birşey üzdüğünde veya müslümanların başına bir musibet geldiğinde, namaz kılar ve şöyle derdi: "Bilâl! Kalk. Bizi namazla rahatlat." [24] Namaz, rahatlık, huzur ve mutluluk demektir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyururdu: "Benim mutluluğum namazdadır." [25] Huşu ile ve alçak gönüllü bir şekilde kılınan namaz, müslümanı Allah'a yaklaştırır, ********* ve kötü şeylerden meneder. Onda Allah azze ve celle'yi anmak, ruhun cesetteki konumu gibidir. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve ********* şeylerden meneder. Elbette Allah'ı anmak, en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir." (Ankebût, 29/45) Mescidlerde cemaatle birlikte namaz kılmak -şer'î bir özür bulunması hali hariç- bütün müslüman erkeklere farzdır.Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber (Allah'ın huzurunda eğilenlerle beraber) eğilin." (Bakara, 2/43) Cemaatle camide namaz kılmak, cennete girme sebebidir. Nitekim bunu Nebi Sallallahu aleyhi vesellem haber vermiştir: "Kim (namaz için) mescide gider gelirse, her gidip gelişinde, Allah ona cennetteki konağını hazırlar" [26] Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür." [27] Beş vakit namazın farzları dışında, müslümanın en faziletli namazı evinde kıldığıdır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Cemaat! Evlerinizde de namaz kılın. Çünkü farz namaz dışında, kişinin kıldığı en faziletli namaz evinde kıldığıdır." [28] Beş vakit namaz günahları siler. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Ne dersiniz? Sizden birinin kapısı önünden bir nehir aksa ve o kişi, her gün beş defa bu nehirde yıkansa, kendisinde kir diye bir şey kalır mı?" Sahabiler: “Böyle birisinin bedeninde hiç kir kalmaz”, dediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Beş vakit namaz da böyledir. Yüce Allah bu namazlar sebebiyle kulun hatalarını siler." [29] Yine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Beş vakit namaz aralarındaki (günahlara) kefarettir." [30] Namazdan sonra namazı beklemek, meleklerin namaz kılanlar için af dilemelerine sebeptir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Sizden biri, namazdan ayrılmadığı sürece hep namazda gibidir. Namaz kıldığı yerden kalkıp gitmediği veya abdesti bozulmadığı sürece melekler şöyle derler: Allah'ım! Onu bağışla ve ona acı." [31] Allah'ın En Sevdiği Namaz: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Allah'ın en sevdiği namaz, Davud'un namazıdır. O, gecenin yarısında uyur. Üçte birini namazla geçirirdi ve son altıda birisini uyurdu." [32] Müslüman kardeşim! Revatib denilen nafile namazları unutma. Bunların da büyük fazileti vardır. Nitekim, bir gün bir gecede on iki rekat (nafile) namaz kılan için, cennette bir köşk yapılır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Hiçbir müslüman kul yoktur ki, Allah için, her gün farzın dışında, nafile olarak on iki rekat namaz kılsın da Allah ona cennette bir ev yapmasın." [33] Güzelce bir abdest almanın ve ona devam etmenin, günahlara kefaret olduğunu, günahları, vücuttan çıkardığını ve onun sebebiyle dereceleri yükselttiğini de unutma. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir müslüman güzel bir abdest aldıktan sonra namaz kılsın da Allah bununla ondan sonraki namaz arasındaki günahları affetmesin." [34] "Kim böyle bir abdest alırsa, günahları bağışlanır. Onun namazı ve camiye kadar yürümesi nafile olur." [35] "Kim güzel bir abdest alırsa günahları, tırnaklarının altından çıkacak şekilde, vücudundan çıkar gider." [36] Her müslümanın, ister imam, ister cemaat, ister tek başına olsun, Hz. Peygamber'in "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, öyle namaz kılın." [37] sözüne göre hareket etmek için, onun namaz kılmadaki usulüne dikkat etmesi gerekir. Namazında, Peygamber'inin Sallallahu aleyhi vesellem yolunda yürüdüğünü hisseden kul, ona uymuş olmanın tadını duyar. Hangi sevgi, Rasûllah'in adımlarını takip etmekten daha büyüktür? Yüce Allah aziz kitabında şöyle buyurmuştur: "Ey Peygamber De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Bağışlayan esirgeyendir" (Âl-i İmrân: 3/31) Ebû Eyyûb el-Ensârî Radıyallahu anh şöyle demiştir: Rasûlullah'ın Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurduğunu duydum: "Kim emredildiği şekilde abdest alır ve emredildiği şekilde namaz kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır." [38] Namaz kılmakla şu sonuçlar elde edilir: Rahatlık, huzur, mutluluk, ruh temizliği, günahların örtülmesi, sevapların artması, derecelerin yükselmesi, çirkin ve kötü şeylerden uzak olma, her zaman yüce Allah'la irtibat halinde olma. Allah Peygamber'imiz Muhammed'e, ailesine sahabîlerine salât ve selâm etsin. [39]
-
ŞİRKLE İLGİLİ NE VARSA HEPSİ BURADA
ŞİRK Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm, Rasûlullah’ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun... Tevhidin şirkle olan savaşı, Nûh Aleyhisselâm’ın kavmini, putlardan sakındırıp sadece Allah’a ibadete davet ettiği günden beri devam etmektedir. Nûh Aleyhisselâm’dan sonra da Rasüller geldi ve gönderildikleri toplumları yalnız Allah’a ibâdet etmeye davet edip tapınageldikleri şeylerin ibâdete layık olmadıklarını onlara anlattılar. Bu hak batıl mücadelesi, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem gelinceye kadar da böylece devam etti. Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisine nübüvvet verilmeden önce de çevresinde “sâdıkû’l-emîn/doğru ve güvenilir” olarak bilinmesine rağmen onları tevhide, yalnız Allah’a kul olmaya davet ettiğinde, “yalancılık ve sihirbazlıkla” suçlandı. İşte bu, toplumlarını şirkten arındırarak tevhid inancına çağıran her peygamberin karşılaştığı bir durumdur. Bu mücadele her zaman varolmuştur. Tevhid inancının varlığı ile yokluğu arasında tehlikeli bir nokta olması hasebiyle şirk ve çeşitleri hakkında kardeşlerimizi biraz daha aydınlatmayı hedef edinerek risâlemizi sunuyor ve Allah’tan başarı diliyoruz. “Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine, dilediği kimse için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftirada bulunmuştur” (Nisâ, 4/48). “Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun gideceği yer Cehennemdir. Zalimlere orada bir yardımcı da yoktur.” (Mâide, 5/72). İnsanın, Allah azze ve celle’ye karşı açıkça isyanı olduğu için şirk, en büyük bir suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun). “Şüphesiz kitap ehli ve müşriklerden Kafir olanlar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaklardır. Onlar insanların en kötüleridirler” (Beyyine, 98/6). Öyleyse şirk nedir? Şirk; Allah’a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu kabul etmektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, şirk te tamamen Tevhidin zıttıdır. [1] Şirkin Çeşitleri: 1. Büyük Şirk Birşeyi Allah’a denk tutup ona ibadet etmek, İlah’mışcasına ona itaâtte bulunmak, hem onun hem de Allah’ın emirlerini denk görerek ortak koşmak, veya o şeyi Allah hükmünün önüne geçirmektir. Bazı hallerde Allah’ın hükümlerinin geçerli olamayacağına inanmak ta bu kabildendir. Kişi bu durumda geçerli gördüğü kanunları Allah’ın hükümlerine tercih ettiği için bilerek-bilmeyerek şirke düşmüş olur. Şüphesiz bu kelimenin tek anlamıyla, şirkin en ağırı olup bu durumdaki kimse İslâmdan çıkmış ve bu durum üzere ölen kimse de ebedî cehennemde kalmak üzere müşrik olarak ölmüştür. (Allah korusun). Bunun da bazı kısımları vardır; [2] • İtaâtta Şirk Allah’ın hükmünden başkasını kabul etmek, meşrû görmek veya onun Allah’ın hükmünden üstün yönleri olduğuna inanmaktır. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah’a has bir haktır. (Hiçbir mahlûkun hükme ehliyeti yoktur. İnsan yalnızca Allah’ın hükümlerini uygulamakla memurdur), “Hüküm yalnız Allah’ındır” (Yûsuf, 12/40). Allah’a isyan olan bir ameli helal görecek kadar alim veya şeyhlerine uyanlar (Allah korusun) bu sınıftadırlar. “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp alimlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler” (Tevbe, 9/31) Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Tirmîzi’de yer alan sahih bir hadiste bu ayeti Adiy b. Hâtim’e, “Hıristiyanlar alimlerine helali haram, haramı da helal kılmalarında itaât ediyorlardı. Kim Allah’tan başkasına şeriat koyma, (hayata tümüyle yön verme) hakkı iddia ederse Allah’tan indirileni inkar etmiştir” -şeklinde açıklamış, sonra da şu ayeti okumuştur,- “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridirler” (Mâide, 5/44). Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır, “Bilesiniz ki, yaratmak ta, emretmek te O’na mahsustur” (A’raf, 7/54). “Bilesiniz ki, ... O’na mahsustur” ifâdesi, bu hakkın başkasına nisbetin asla mümkün olmadığına açık bir delildir. Ayette görüldüğü üzere yaratma ve emretme hakkını, Allah’tan başkasına nisbet eden kimse İslâm milletinin dışına çıkmış, müşrik olmuştur. Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan yalnız Yaratıcıdır, Allah azze ve celle’dir. Yarattıklarının yararına olanı en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiç bir şey yaratmamıştır. Allah’tan başkası, yaratılmış olduğundan acizdir, kendinde bile bilmediği sayısız husus vardır. İnsan bunu bile bilmekten âcizken yaratılmışlara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki? Bu da gösteriyor ki, insanlar tarafından hayata bir sistem olarak yön vermesi üzere konulan bütün kanun ve düzenler batıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek asla câiz değildir. Hakimiyet ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının, kendinden bir hüküm getirme hakkı asla yoktur. (En maddesel konularda bile insan, dün inkar ettiğini bugün ikrar veya dün ikrar ettiğini bugün inkar ediyorsa bu âciz haliyle -Yaratıcısını ve de O’nun hükümlerini inkar ederek- ortaya koyacağı hayat sistemi elbette batıl olacak ve elbette her şeyi ilmiyle kuşatan hiçbir noksanlığı olmayan yüceler yücesi Allah’ın kanunları yegâne, alternatifsiz doğrular olacaktır). Allah’tan başkasının kanunlarına Kur’âni ifadeyle, “Cahiliyye hükümleriyle hükmetme” denilmektedir. Burada Allah azze ve celle, kendi hükmü dışında geçerli veya hayırlı olabilecek bir hükmün olmadığını açık ve kesin olarak bildirmiştir. [3] • Duâda Şirk Hastalıktan şifa, musibetten afiyet, rızık genişliği vb. gibi ancak Allah’ın kâdir olduğu hususlarda ister Peygamber veya alim olsun, ister salih bir kul olsun mahluklardan medet ummak ya da Allah’a yapılan duâda onlara seslenip aracılar kılmak bu kabildendir. Zira onlar da duâyı yapan gibi yaratan değil amellerini kesbeden kullardır. Şifa bulmak veya nazar vs.’den korunmak için muska vb. şeyler edinmek te böyledir, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, “şüphesiz, muska ve temîmeler şirktir” ve “Kim boynuna muska takarsa Allah ona afiyet vermesin” buyurmuştur. [4] Duâ ibadettir ve de tüm ibâdetler ancak Allah’a mahsus kılınmalıdır. Allah’a ibâdette hiçbir şey, hiçbir kimse ortak edilemez, “De ki: ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilâh’ınızın sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın” (Kehf, 18/110) “Allah’ı bırakıp ta sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o taktirde sen mutlaka zalimlerden (müşriklerden) olursun” (Yûnus, 10/106). [5] • Niyet ve Gâyede Şirk Genellikle amellerde ortaya çıkan ve kişinin tümden Allah’a itaattan yüzçevirmesi, uzaklaşması şeklindeki şirktir. Amelini dünyevî çıkarlar için yapan Allah’ın rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş olur, ki bu itikadî bir şirktir. “Kim, (yalnız) dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir, halen yapmakta oldukları şeyler zaten batıldır” (Hûd, 11/15-16). [6] • Sevmede Şirk Başkasını Allah’ı sever gibi ya da O’ndan daha fazla sevmekledir. Bu da şirktir. Sevgi ihlasla boyun eğmenin bir göstergesidir. “İnsanlardan bazısı Allah’tan başkasını Allah’a (haşa) eşler ve benzerler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise daha çok Allah’ı severler” (Bakara, 2/165). [7] • Hulûl Şirki Birleşme anlamına gelen ittihâd sözcüğü ile de dile getirilen hulûl inancı (Allah’ın -hâşâ!- kulda çözülmesi), tasavvufa sonraları İran ve Hrıstiyan kültürleri ile yeniplatoncu felsefenin de etkileriyle ve özellikle şii tarikatlar kanalıyla girdi. Aşırı şiiler, Allah’ın önce Ali Radıyallahu anh’a sonra da imamlara ve öteki şiâ ulularına hulûl ettiğini öne sürerler. Bu akımın önemli temsilcilerinden olan (Ben İlâhım) sözünden dolayı idam edilen Hallâc-ı Mansûr, tutkularına hakim olarak nefsini eğiten kimsenin insâni niteliklerden sıyrılarak arınıp saflaşacağını, böylece Allah’ın o kula hulûl edeceğini savunur. Yaygınlaşan ve geniş bir yandaş kitlesince benimsenen bu düşünceler İbn-i Arâbi’nin sistematize ederek hararetle savunduğu Vahdeti Vücûd adı verilen tasavvuf akımının kökleşmesine yol açtı. Bu inançla insan ve Allah’ın bir bütün (?!) olarak değerlendirildiği, Allah’ın -hâşâ!- kulunda çözüleceği böylece aynı vasıflarla muttasıf olabileceği öne sürülmüştür ki, bu da maalesef bir çok tarikat tarafından öğretilegelmiştir. [8] • Tasarrufta Şirk Allah’ın Rububiyeti gereği O’na mahsus olan kâinattaki tasarruf ve tedbiri bir takım salih kimselere nisbet etmek, onların da bu hususta güç sahibi olduğuna inanmaktır. Bu salih insanların elbette diğer insanlardan faziletli yanları olabilir ancak bu Allah’a mahsus olan vasıflara nisbet edilmelerine varacak şekilde değildir. Peygamber de olsa bu böyledir. Örneğin mutlak gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Dolayısıyla Allah’tan başkasının gaybı bildiği iddiası kişiye, Allah adına bilmediği bir şeyi söylediği için büyük bir sorumluluk getirir, sahibini küfre götürür (Allah korusun), “...Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim” (A’raf, 7/188). [9] • Korkuda Şirk Allah’a ve ahirete olan iman zayıflığının veya batıl inancın bir neticesi olarak kişinin; Allah’tan başkasının fayda ya da zarar verebileceğine inanması, korkuda başkalarını Allah’a denk tutmasıdır. Beşeri sistemlerin baskısından korkarak farzları terketmek de böyledir. Doğrusu insan Allah’tan korkmalı ve bu korkusu onu daha fazla itaâta sevketmelidir. Ancak yırtıcı hayvanlardan veya bir zalimden korkmak gibi doğal korkuya gelince şer’an mümkündür ve bu da şirk sayılmaz. Allahu Teâla, Musâ Aleyhisselâm’ı şu ayette bu tür bir korkuyla vasfetmiştir, “...Etrafını kollayarak, korkuyla oradan ayrıldı” (Kasas, 28/21). [10] • Tevekkülde Şirk Tevekkül, sebepleri yerine getiren insanın, Allah’ı vekil kılması, O’ndan işinde muvaffakiyet vermesini istemesi ve yalnız O’na güvenmesidir, “Sen, ölümsüz ve dâima diri olan Allah’a tevekkül et...” (Furkân,25/ 58). Bunun için Allah’tan başkasına veya sebeplere tevekkül etmek caiz değildir. Şirk olan tevekkül ise; Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalben tevekkül edip bağlanmaktır veya Allah’tan başkasını rızık alıp veren olarak görmektir. Küçük şirk konusuna geçmeden önce çokların bilmeden düştüğü bazı önemli ve de hassas noktalara değinmekte yarar var, bunlar; Şifayı mutlak sûrette doktor veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı Allah’ın yardım ve izni olmaksızın yalnız zekâ, gayret ve çalışmaya bağlamak. Kulların kanun, hüküm koyabileceklerine dair inanış. Ölüm nedenlerini mutlak surette trafik kazalarına veya yanlış ilaç kullanımına vs.’ye bağlamak vb. gibidir. Bu izafetleri mutlak olarak yapmaktan çok sakınmalıdır. [11] 2. Küçük Şirk Küçük şirk, İslam dairesinden çıkarmayacağı gibi tevhidin aslına da zarar vermez. Ancak bu tevhidin kemaline aykırıdır. Küçük şirk, büyük şirke yol açan vesiledir. Bunun da bazı kısımları vardır. Bunların başlıca olanlarını Allah’ın yardımıyla zikretmeye çalışacağız. [12] • Kavlî Şirk Allah’tan başkasına yemin etmek gibi kişinin lisanıyla işleyebileceği şirk türüdür. “..senin sayende”, “-Allah’tan başkası için- hâkimler hâkimi” gibi sözler ve de kişiyi Abdu’n-nebî, Abdu’l-hüseyin gibi isimlerle Allah’tan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir. “Kur’an evliya çarpsın!”, “ekmek mushaf çarpsın!” vb. sözler de bu sınıftandır. Bunların tümünden sakınmalıdır. [13] • Fiilî Şirk Bazı şeyleri uğurlu yahut uğursuz saymak gibi inanışlardır. Bazı hayvanları, kuşları veya günleri uğursuz saymak; uğursuz olduğu inancıyla bazı şeyleri terk etmek, kahinlere gitmek onları tasdik etmek, kayıp şeyleri bulmak üzere onlardan yardım istemek, fal bakmak veya baktırmak, niyet çekmek, türbelere para atmak, ip bağlamak (itîkad edilmemesi koşuluyla!) böyledir. “...Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir...” (Yâ’sîn, 36/19), Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, “Uğura inanmak şirktir” buyurmuştur. [14] • Kalbî Şirk Riyâ, şöhret sevgisi, bazı amelleriyle dünya ve dünyalığı ahirete tercih edercesine arzu etmek gibi hususlar kalbî şirktir. Bunu dört şekilde inceleyebiliriz; 1. Dünyevi bir menfaat sağlamak için amel yapmaktır. Kişi, amelinin ecrini dünyada alır ahirette ise bir nasibi yoktur. Bu da büyük şirktir. [15] 2. İnsanların hoşnutluğu için yapılan Allah’ın azabından sakınma hedefi güdülmeyen amellerdir. 3. Mal edinebilmek, evlenebilmek için hacca gitmek, ganimet için cihâda gitmek veya makam elde etme gayesiyle İslâmi ilimler okumak bu tür şirktendir. Burada da hedef Allah’ın rızası değil, hevâ ve hevestir. 4. Başkalarının rızasının gözetilmediği halde huşû ve takvâsızlıktan dolayı ifsad edilmiş amellerdir, “... “Allah ancak müttakîler (takvâ sahiplerin)’den kabul eder”” (Mâide, 5/27). Bu amel de kişiye ahirette bir yarar sağlamaz. İyi ve kötü amel birbirine karışmış, kötü olan galip gelmiştir. Doğruluklarına kalben itikâd edilmesi halinde bunlar büyük şirke dönüşür ki Allah azze ve celle hepimizi bunlara düşmekten korusun (Âmin). [16] • Gizli Şirk İbn Abbâs Radıyallahu anhümâ, “Allah ve sen dilersen” gibi bir sözün “Allah ve falanca dilerse” anlamında olduğunu söylemiş ve bunun gizli şirk olduğunu belirtmiştir. Bu ifadenin yerine “önce Allah, sonra da falanca dilerse” kullanılması gerekir. “Önce Allah, sonra da senin sayende” demeli Allah’a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır. Buna düşen Yine “Allah’a ve sana güveniyorum” değil, “önce Allah’a, sonra da sana güveniyorum” denmelidir. Zira “ve” edatı eşitliği gerektirir. “Sonra” kullanarak derece farkını ispat etmek şarttır. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, bunun keffâretini şöyle bildirmiştir, “Kim Lât ve Uzza’ya yemin ederse (hemen ardından) “Lâ İlâhe İll’allah” desin. Kim arkadaşına, “Gel! bahis -iddialaşmak ve kumar- oynayalım derse, sadaka versin” [17] Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, her tür şirkten şu duâyla Allah’a sığınmamızı bizlere öğretmiştir, “Rabbimiz, bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırız, bilmediğimizden de bağışlanmamızı dileriz” [18] İmana Zarar Veren Ameller • Sihir: Kalp ve bedene hastalık, ölüm vb. gibi fiziksel etkiler meydana getirebilen, eşlerin arasını açan ve cinlerle küfre düşmeye karşılık işbirliği içinde bulunan kimselerin bazı muska, üfürük, tılsım vs. ile yaptığı bir fiildir. Bu, ameli küfür olduğu gibi bu işlerle uğraşanlar da kâfirdir. [19] • Kâhinlik: Medyumluk olarak da isimlendirilen kehânet, geleceği bildirme iddiasıdır. Kâhin veya medyum, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği gaybî şeyleri, geleceği bildiğini iddia eder ki, bu haliyle Allah’ı inkar ederek kafir olmuş olur. Sözlerini doğrulayan da küfre düşer. [20] • Sihri çözmek: Sihre maruz kalan kimseyi Allah’ın izniyle kurtarmak biri meşrû diğeri ise haram olmak üzere iki yolla mümkündür: a) Sihri, sihirle çözmek; bu küçük küfürdür. Sihri Kur’ân ve Sünnette sabit olan duâları okuyarak (rukye ile) çözmektir ki, bu câizdir. • Falcılık ve astroloji: Bazı yıldız ve burçları, yeryüzünde meydana gelen olaylara etkili kabul etmektir ki, kişi isterse bunun Allah’ın izni’yle olabileceğine inansın şirktir. Sahibini İslâmdan çıkarır. Kur’ân’dan öğrendiğimiz kadarıyla yıldızların yaratılma gayesi; gökyüzünü süslemek, yolcuların yollarını belirlemesi ve “Mele-i A’la”yı dinlemeye kalkan şeytanların taşlanmasıdır. Ancak yıldız hareketlerinin dünya olaylarıyla karşılaştırması yapılarak benzerlikler bulunmaya gidilirse bu, tevhid akidesinin kemâline aykırı olmakla birlikte sahibini küfre götürmeyen küçük şirk olur. • Nazarlıklar, muskalar: Mavi boncuk gibi ister belli vasıflardaki taşlar ve ayet, hadis yazılı olsun kağıtlar birlikte değerlendirilirler. Çünkü bunlar konuya delil teşkil edebilecek naslarda umûmen ele alınmıştır. Bunları iki şekilde inceleyebiliriz, a) Kur’an’dan olmayanlar: Nisbî veya küllî etkisine inanan büyük şirke düşer. Maalesef bunların koruduğuna inanmak veya bir musibetten kurtulmayı bunlara bağlamak vb. gibi çarpık inanışlar halk arasında yayılagelmiş, böylece fâsid itikadlara zemin hazırlanmıştır. Bunlardan şiddetle sakınmalıdır. Kur’an’dan olanlar: Mütekaddim ulemâdan muhtevanın yalnızca Kur’an ayetleri olması şartıyla bunun câiz olduğuna dâir bazı rivâyetler söz konusu ise de asıl olan delillerin umûmiliği nedeni ile bunun haram oluşudur. Bundan kaçınmalıdır. • Okuma (Rukye): Kur’ân veya Sünnette yer alan; cin ibtilâsı vs. hastalara şifa için okunan zikir ve duâların tümüne verilen addır. Rukyenin meşrû olabilmesi için; a) Allah’tan başkasına güvenip ondan medet ummak gibi haram şeyler içermemesi, Mânasının anlaşılır olması, c) Arapça olması (bilmeyen şifa için kendi dilinde duâda bulunur), d) Allah’ın izni olmadıkça şifanın hasıl olmayacağına inanılması şeklinde bazı kâideler vardır. Şifa için bilezik, ip veya değişik vasıflardaki taş vs. edinmek gibi mezkûr kâidelerin dışında olan rukye, haram olur. Zarar ve yarar ancak Allah’ın izniyledir. Allah bütün yaratılmışlar üzerinde tek kuvvet ve kudret sahibidir. Her kim böyle şeylerin hayır ve şerre neden olduğuna inanırsa büyük şirke, bu yalnız bir şüpheden ibaretse küçük şirke düşmüş olur. Müslümanların bir çok fitne, felaket, belâya maruz kalması, kanlarının ucuz olması, zillet içinde bulunmalarının başlıca nedeni İslâm topraklarında maalesef her çeşidiyle yaygın olan şirkî unsurlardır. Akidelerinin berraklığını gideren şirkî ögeler ve gerçek tevhid akidesinden yüz çevirmelerinden dolayı Allah’ın üzerlerine boşalttığı türlü azaplara müstehak olmuşlardır. İslâm’dan olmadığı halde İslâm zannedilerek rağbet gören bid’at ve hurafeler bunun vecîz bir göstergesidir. Oysa İslâm bunları ve bunlara götüren yolları yıkıp tevhid akidesini ikâme etmeye gelmişti!.. Müslümanlar neredeyse kendilerinden önceki müşrik kavimler gibi dinlerini oyun ve eğlece edinme tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Ölmüş salihleri yüceltmeye, onlar için kurban kesmeye, duâlarında onlardan medet ummaya, kabirlerini bayram yerlerine çevirip onları tavaf etmeye başladılar. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem’in, “Allah katında malukâtın en şerlileri” olarak tanımladıkları kimseler gibi kabirleri ziyaret etmek için sefer eder, oraları mescide çevirir ve onları takdis eder oldular! Tüm bunlardan daha korkunç olan da, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyi terkettiler!.. Beşerî sistemlerle yaşar onları destekler oldular. Onu sever ve savunur oldular! Her ne kadar değişik adlar kullansalar da onlar gibi faiz yemeye başladılar!.. Bu acı tablo karşısında, vaziyetin derdini taşıyan her müslümana, “Ey Rabbimiz! Bize yalnız Senin Hükümleri’nle yaşayabilmek için gayret edeceğimiz bir basiret, bir güç ver. Bizleri şirkin her türlü kirinden, tevhidin nûruyla temizle ve bizi dosdoğru yola ilet! Şüphesiz Sen her şeye gücü yetensin!” diye yalvararak duâ silahına sarılmak ve “Bismillah!” demek düşer! [21]
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selamun aleyküm ahir zaman kardeşim öncelikle şu sert tavra gelelim.bana karşı bir şeyin yok.ama bazı ciddi konularda biraz sertleşiyorsun ya da bana öyle geliyor.benim bunu söylememdeki amaç kırıcı olmadan konuşursak konuşmanın daha da güzel bir seviyeye gelmesini istememdi.yani dini daha iyi anlamamızdı.sonuçta bişeyleri kanıtlamak için buradayız değil mi? neyse ben size mezhepsiz olmazmı diye bir soru sormuştum.öncelikle şöyle başlayayım.ben iyi bir müslüman olduğuma inanıyorum.allahın istediği herşeyi değil ama elimden geleni yapmaya çalışıyorum.ama hiç bir mezhebe yada tarikata bağlı değilim.çevremde böyle mezheplere bağlı insanlar var.onlarla aramızda hiç bir farkın olmadığını düşünüyorum.bu yüzden bunu soruyorum.birde şu var.sonuçta bir mezhebe bağlısınz ve söylediklerine inandığınız bir hocanız vardır heralde.o hocanın da kurandan ve sünnetten konuştuğunu söylüyorsunuz.zaten onlardan olmasanız bile yine kurana ve sünnete uyacaksınız.her ikiside aynı şeyler.bunda hem fikiriz değil mi kardeşim. diğer bir husus haksöz kardeşimiz mezhepler bölücü kurumlardır diye bir başlık kullanmış.ben buna katılıyorumçünkü dinde bir tane gerçek var öyle değilmi.ama nedense şafiye göre olan hanifiye göre olmuyor..hanifiye göre olanlar şafiye göre olmuyor.dinde bir gerçek varsa bu bölücülük ne?şafiyle hanifi yada malikiyle hanbeli allah katında ayrımı?aslında biraz düşünüsek anlarız.allah bize akıl vermiş.başkalarının söylediklerini kabullenelim diye değil.oturup doğruyu bulalım diye. sorularıma cevap verirseniz sevinirim. selamlar
-
GERÇEK MÜSLÜMANLAR
selamun aleyküm ahir zaman kardeşim çok ama çok haklısın.hani derler ya la ilahe illallah muhammeden rasulullah diyen herkes müslüman diye.evet doğru ama senin de dediğin gibi bunun ötesi var.bazı insanlar müslümanım der ama onların sadece kimliklerinde müslüman yazar.yani allah için herangi bişey yapmazlar.misal vereyim bir kişi ben fenerbehçeliyim der ama fenerbehçenin oyuncularını bilmez.maçlarını izlemez.bnunu görenler de sen ne biçim fener behçelisin demezlermi derler.işte bu da böyle.bence dikkate alınması gereken bir konu.herkesin bu gerçek müslümanlığa ihtiyacı vardır.bence bu gerçek müslümanlığı herkese aşılamalıyız. selamlar ve yazın için teşekkürler.
-
Dini Efsane ve Masallar
bunlara neden inanmadığınızı hala çözemedim.ya tartışma yaratmak istiyorsunuz.yada bişey bilmiyorsunuz.eğer kuranı kerimi okuma zahmetinde bulunduysanız bunlara hiç şüphesiz inanmanız lazım.eğer okuduğunuz halde böyle düşünüyosanız eğer sizin yaptığınız kutsal kitabımız kuranı kerimi yalanlamaktır.bu hakka sahip değilsiniz. biraz daha dikkatli olmanız dileğiyle.
-
Gerçek Müslümanlık
panteidar bence sen okusan daha iyi edersin.ya da okudum diyorsan okuduğun yerleri tekrar okumanı tavsiye ederim.eğer beni dinlersen herşeyi daha iyi anlayacağından emin ol.allah sırasıyla peygamberler gönderdi.ve her gönderdiği peygambere inanılmasını istedi.fakat bir peygamber öldü.diğeri geldi.bu peş peşe devam etti.haz. muhammedin zamanına kadar.kimisi hristiyanlığı kimisi yahudiliği getirdi.ve yüce allah bu dinlere inanılmasını istedi.örneğin yahudilik zamanında yahudiliğe inanılmasını istedi.sonra diyelim hristiyanlık geldi ve allah bunada inanılmasını istedi.sonra müslümanlık geldi.ve allah son elçisiyle bu dini gönderdi.buna inanılmasını istedi.evet bunada inandılar.ama bazıları inanmadı.müslümanlık hz. ibrahimden sonra gelmiştir.sen kalkıpta bana hz. ibrahim müslümandır diyorsun.ya zaten o dönemde gelen dine inanan herkes cennete gidecektir.onlarda inandı.ama şimdi müslümanlık hakim.bu nedenle buna inanılmalı. ben müslümanı allaha inanan ve üstüne basarak peygambere inanan kişiye denir dedim.sen müslümanı nasıl tanımlıyorsun.yani senin sözlüğünde müslüman ne demek.bana söylermisin?
-
Kudüs Yolunda Küçük Bir Şehid: İman el HAMS
selam bu içler acısı bir durumu anlatan yazıda bile kötü eleştiriler yapan arkadaşlara bayılıyorum.allah rızası için biraz merhamet.
-
NAMZIN BÖLESİ
selam rahat ve huzur içinde yaşayan insanlar bile namazı ciddiye almazken onların yaptığı harika.o zorluklarla namaz kılarken bazıları namazdan kaytarmak için bahane üstüne bahane arıyor.allah onların yardımcıları olsun. selamlar
-
MEZHEPLER İNSANLARI BÖLÜCÜ KURUMLARDIR
selam kardeşim benim neye katılmadığım gayet ortada.ama söyliyeyim.ben bu ayrıcalığı anlamış değilim.yani mezhep saçmalığını.belki sence kutsal bişey ama bence değil.ben bir mezhep mensubu değilim.ama gayet iyi bir müslümanım.benim anlamadığım bişey var.sormak istiyorum.allah rızası için cevaplarsınız umarım. sorum şu: neden mezhep.yani mezhepsiz bir yere varılamaz mı?doğru olan ne?düşüncelerinizi çok ama çok merak ediyorum. ama lütfen küçümsemeden cevap verin.niye diye sorarsanız anladığım kadarıyla sert konuşmaktan hoşalanıyorsunuz. selamlar
-
Gerçek Müslümanlık
sayın pante ben sana müslümanlığın tanımını yaptım.allaha ve rasulü olan muhammede inanan herkes müslümandır.bu müslümanın tanımıdır.sen iyilik yapan buluşlar yapan insanların cennetlik olup olamıycağından bahsediyorsun. güzel kardeşim evet onlarda allaha inanıyorlar ama yüce rabbim bizden bunun yanı sıra peygamberimize de inanmamızı yoksa cennete layık olamıyacağımızı söylüyor.ve bu kuranın her yerinde vardır.bu insanlar müslüman oluyor.yani farklı bir tabirle cennete gitmeye hak kazananlar.sence cennete gidecek olanlarla olmayanlar allah katında bir midir?haşa tabiki değildir. insanlar yaptıkları iyiliklerdende kötülüklerdende sorulacaktır.ama önce iman sorulacaktır.yani iman etmemiş bir insan elektriği icat etsin dünyayı kurtarsın olmaz. bu belki sana saçma geliyordur.ama yüce allahın bize verdikleri karşısında iman etmek az bile. biraz düşünürsen söylediklerimin ne kadar da işe yarar olduğunu anlayacaksın. selamlar
-
HZ. İBRAHİM HAKKINDA KISA BİR HİKAYE
selam panteidar senin istediğin insanların doğruyu söylemesi.evet herkes bunu ister.ben debu konularda hassasımdır.özellikle allahın ayetlerini peygamberimizin hadislerini yalanlayanlar var.ama ben böyle bişey yapmadım.sadece kimseye en ufak zararı ve hatta yararı bile olamayacak bir hikaye yazdım.bunda bu kadar ileri gitme.ama eğer bu konuyla gerçekten yakından ilgileniyorsan aç bi sayfa hep beraber tartışalım.ve şunuda eklemek istiyorum.ben iyi bir müslüman olduğuma inanıyorum.bu yüzden gerçek ya da yalan olsun bi hikayeyle değişecek kadar da seviyesiz değilim. selamlar