-
İçerik Sayısı
566 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
ahirzaman tarafından postalanan herşey
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
güzel kardeşim size diyoruz ama anlamıyosunuz rüya hayal fizik kanunları bunların hepsi bilinir ve etkisi içerisinde de bulunuruz. Ancak kardeşim kaç defa aynı soruyu sordunuz bizde açıkladık (ama heralde hata bizde ifade edemiyoruz) bak kardeşim rüya hayal gibi hususuların mahiyetleri hakkında bir bilgin varmı yani şekilleri görünümü gib i hayır bilmiyosun bilmiyoruz bilemeyiz sana daha öncede bunu açıkladım(ama hata bendeki gene anlatamamışız) bak kardeşim bilim henüz gelişmeden insanlar düşünceyi biliyorlardı aynı zamnda beyininde farkındalardı ancak bunun mahiyetini bilmiyorlardı ya ni senin gibi çeşitli araçları kullanarak beynini göremiyordu. Ama olduğunu biliyordu çünkü kudreti ortadaydı.Allahın da kudreti ortada dır.Yaratılmışların mahiyetini kavrayamayan nasıl olurda Yaratanın mahiyetini kavaraya bilir. Allahı inkar eden kendini inkar etmiştir. Hala inkar edenlernmi olacaksınız. -
Gece kuşu kardeşim bahsettiğin dipnotun değindiği dediğn nokta pekiya Atatürkün sözün den anlaşılan nokta Soruyu dipnot sorduğu için sadece ikinci kısım olarak kabul edicem yani duaların türkçe okunması Bak dipnot kardeşim inan veya inanma sonuçta burda inanları az çok tanıyosun kardeşim duanın hikmetini anlamış bir insan arapça etmesi gerektiğini bilir anlamını kısmi de olsa öğrenir yanlız kuranın arapça inmesininde hikmeti vardır ondaki harflerin söylenişindede hikmet vardır ve daha bir çok inanan bir insan bütün bu hikmetlerden neden faydalanması için yani dipnot kardeşim ianandan bu cevabı alcağın kesindir.Neden sorduğunu ise merak etmekteyim doğrusu her nekadarda sana verlilen cevaplar başka yönde olsada.Arapça okunmaması gibi bir durum olamaz anlamını ise öğrenmemesi mümkün değildir.
-
KUR'AN'DA TEKRARLAR LİSTESİ
ahirzaman şurada cevap verdi: yam_yam başlık Dini Konular - Din - Dinler
Mübarek dediğin şeye niçin karşı çıkıyoruz hangi anlamda söylersen söyle İÇERİĞİ dediğin zaman yanlış olur.Bir kere dediğin gibi kurandaki her tekrar bir şeyi ifade ediyor. Bunlar kaldırılsa zaten gene çok şeyi kaybetmiş oluruz ancak dediğini kabul etsek bile kullandığın İÇERİĞİ bakımından birsayfaya sığar demek bize şu anlamı vermektedir.O ayetin veya surenin verdiği mesajdır eğer ifade etmek isteğin bu değilse değiştirmen gerekiyo galiba eğer biz sana bu yorumları yazmasaydık başka okuyanlarda öyle düşünecekti. Umarım kendimi ifade edebilmişimdir. -
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
başta dilku kardeşim hakkını helal et galiba gene cevaplamak için atlicam(keşke onlarda bizim sorularımıza aynı şeyi yapsa) dipnot kardeşim Acaba sana göre varlığın sonu yokmudur.Acaba 10 yıl önce ne haldeydin.Yada doğmadan önce ne haldeydin? Yoktan var eden vardan yok edecektir. -
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
demişimki kardeşim sen aynadan baktığında beynini görebiliyormusun rica edersem cevap aliyim sen bu sorunun cevabını ya vermessin yada vereceğin cevap şu olacaktır insan beyni bilimle kanıtlanır. peki ya kardeşim bilimle kanıtlanma şartımı var ?yani bilimle kanıtlanmamış olan yoktur anlamına mı gelir? pekiya yıllar önce insanların beyni yokmuydu? vardı ama bilim o zaman kanıtlamamıştı o zaman beyin yokmuydu? sen beyinin mahiyetini kavramasanda onun bilirsin (yani sen beynini görmesende onun şekil özellik bakımından göremesende onun varlığını bilirsin çünkü işlevini ve gücünü sana gösteriyor) Mahiyetini göremessin ama buda onun olmadığını kanıtlamaz çünkü beynin kudreti ortada Şimdi o kadarcık da olsa sen cevabını ver bu beyin için açıkladığımı (varlığının anlaşılması ile ilgili verdiğim misali) Alemlerin rabbi için düşüne bilirmiyiz onu söyle yani verdiğim örneği görmediğin Allah üzerine yorumlamanı rica ediyorum Hala inkar edenlerden mi olacaksınız? abicim kusuruma bakma harf hataları yaptım doğrudur bunun içinde özür dilerim Üstad Bediüzzaman Said nursi meselesine gelince Ben hakkı görmüş ve ateistlerin suallerine herzaman doyurucu cevap vermiş birinin keşke müridi olabilsem senin onu anlamamanın nedeni günümüz türkçesi olmadığı için ama bende ise ne ilim var nede kelime hatası olmadan yazmayı beceriyorum saygılar -
KUR'AN'DA TEKRARLAR LİSTESİ
ahirzaman şurada cevap verdi: yam_yam başlık Dini Konular - Din - Dinler
evet kardeşim bak ne güzel ayet yazmışın apaçık gösterdik ancak o açıklık asla yazarak aktarılacak türden değildir aynen bazılarının görememesi gibi Alalhın bütün sıfatlarının dahi cihanda izi vardır ama dedim ya görene bak bian yunusumu hatırladım boşa dememiş bakan görür köre ne -
kardeşim Allah razı olsun sana bir kaç şey soracağım yazdığın kafandan geçenlerse Allah herkesi böyle bir hesaptan böyle bir sonuç nasip etsin ki bizim geçmedi değil bu ipi sağlamlaştırmak hakka giden yolun üzerine oturmuş olan şeytanın üzerinden atlamak öyle kolay iş değil yazdığın bir alimden alıntıysa Allah herkesi böyle bir hesaptan böyle bir sonuç nasip etsin yazdığın başka birinden duyma veya insanları doğru yola iletecek bir eserse Allah herkesi böyle bir hesaptan böyle bir sonuç nasip etsin gördüğün gibi nede olsa hikaye diyecekleri için ben onlara şimdiden cevabı vereyim ey ateist kardeşlerim harfler içierisinde boğulacağınıza içerisine yüklenmiş anlam deryasında yüzün terapi kardeşim Allah sana rahmet etsin
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
yok be güzel kardeşim ben sana mecazi anlamda kör dedim bak görüyonmu gene istediğin yere çektin kardeşim sen aynadan baktığında o beynini görebiliyormusun rica edersem cevap aliyim ayrıca dünya nimetlerinindeki mühürü göremediğin için "ama" olduğunu belirttim mesajımdada sana hangi anlam olduğunu da söyledim yanlışmıyım ayrıca biz hiç kimsenin sevdiklerine söz etmedik burda sanein ailene atıfta bulunan oldumu hayır pekiya aynı soruyu size başkasının anam babam sana feda olsun dediğine dersem cevabın ne olacaktır. kardeşim sen aynadan baktığında o beynini görebiliyormusun rica edersem cevap aliyim sen bu sorunun cevabını ya vermessin yada vereceğin cevap şu olacaktır insan beyni bilimle kanıtlanır. peki ya kardeşim bilimle kanıtlanma şartımı var pekiya yıllar önce insanların beyni yokmuydu vardı pekiye bunu inkar edenvarmıydı yoktu sen beyinin mahiyetini kavramasanda onun bilirsin yani insanın akıl kaynağının olduğunda ancak onun mahiyeti hakkında bir bilgin olmaz.Ama buda onun olmadığını kanıtlamaz çünkü beynin kudreti ortada Şimdi o kadar cık daolsa sen cevabını ver bu beyin için açıkladığımı Alemlerin rabbi için düşüne bilirmiyiz onu söyle Hala inkar edenlerden mi olacaksınız? bu soruya senin en baştan cevap vermeni isterdim yanlız sen cevap yazdığında burda olmam diye ben seni yormadım ki daha öncede bu dengedeki mesajlarımız hala havada kardeşimsin umarım bir gün hakkı bulursun -
HZ.MUHAMMED’İN EVLİLİKLERİ Kâfirlerin sürekli gündeme getirdikleri bir konuda Hz. Peygamberin evlilikleridir. 15 asır önce yaşamış olan Hz. Peygamberin aile hayatı gözler önündedir. Onu tenkit edenlerin ve liderlerinin cinsel hayatı ise bilemediğimiz bir konudur. İsterdik ki onlarda neler yaptıklarını ortaya koysunlar da gerçekler ortaya çıksın. Ayrıca bir olayı değerlendirirken o zamanın mevcut şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Sırçalı köşkünüzde oturup ta yüzyıllar önceki olayları kahvenizi içerek değerlendiremezsiniz. Geçmiş toplumlarda çok evlilik olmuştur ve bu yaygındır. Bu sadece Arap toplumuna has bir âdet değildir. Hz. Peygamber evlenirken hiç kimseyle zorla evlenmemiştir ve utanılacak bir şey de yapmamıştır. Eğer toplumun adetlerine aykırı bir şey yapsaydı şimdiki kâfirlerin fikir babaları olan o dönemin kâfir ve müşrikleri bunu dillerine dolar ağızlarına geleni söylerlerdi. Hz. Peygamber “Allah’ım! Ben elimden geldiğince bütün hanımlarım arasında eşit davranmaya çalışıyorum. Gücüm yetmediği için yapamadıklarımdan beni sorumlu tutma. “ diyerek eşleri arasında eşit davrandığını da ifade etmiş.” Hiçbir zaman T.Dursun’un yaptığı gibi eşlerini dövmemiş, dövmeyi bırakın bir fiske bile vurmamıştır. Gençliğinde ve evlendikten sonra zina yapmamış, nikâhlanmış eşlerinin ve onların çocuklarının ihtiyaçlarını kendisi karşılamıştır. Hz. Peygamberle evlenen hanımlar nasıl bir hayat süreceklerini ve Peygamberden sonra başkasıyla evlenemeyeceklerini bilmiyorlar mıydı?: "Ey peygamber, eşlerine deki: Şayet sizin istediğiniz dünya hayatı ve onun ziynet ve süsleri ise, o halde gelin ben size bunlardan vereyim ve size güzel bir yol verme ile yol vereyim. Şayet Allah'ı, Rasûlünü ve ahiret yurdunu isterseniz, bu halde Allah sizin aranızdan iyi huylu ve iyilik sevenlere çok büyük mükâfatlar hazırlamış bulunuyor. Ey peygamber hanımları, eğer sizlerden birinden apaçık utanç verici bir fiil ortaya çıkacak olursa, onun cezası, iki kere katlanarak kendisine verilecektir ve bu, Allah için gayet kolay bir iştir. Allah'a ve Resulüne candan bağlı kalıpta aranızdan iyi ve güzel işler işleyenlerin mükâfatlarını biz iki misli vereceğiz ve ona asil ve seçkin bir rızk da hazırlamış bulunuyoruz. Ey peygamber hanımları, sizler diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan çekmiyorsanız edalı konuşmayın, çünkü kalbinde kötülük bulunan bir erkek size göz dikebilir. O halde sözlerinizi, herkes için iyi ve makbul karşılanan bir biçimde söyleyiniz. Evlerinizde vakarınızla oturun, eski cahiliye devri kadınlarının kendilerini ortaya attıkları tarz ve biçimlerde siz de insanlar arasında kendinizi göstermeyiniz. Namazınızı kılınız, zekâtınızı veriniz, Allah ve Resûlüne itaat ediniz.... Aile ocaklarınızda okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti (Hz. Peygamber'in açıklamalarını) hatırda tutun.... " (Ahzab/28-34). “…Allah’ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır. ” ( Ahzab/53) Dikkat edilirse ayette; 1-Hz. Peygambere, hanımları isterse kendilerine mal verip boşayabileceklerini ifade edilmiştir. 2-Evli kalıp fuhuş yapacak olurlarsa normal bir kişinin fuhuş yapmasından daha büyük cezaya çarptırılacakları belirtilmiştir. 3-Konuşma ve hareketlerine dikkat etmeleri emredilmiştir. 4-İbadetleri yapmaları ve Allah’ın ayetlerini ve Peygamberin hadislerini daha sonra ki nesillere aktarmak için akılda tutmaları istenmiştir. 5-İkinci ayette ifade edildiği gibi peygamberden sonra, eşlerinin başkaları ile evlenmeleri yasaklanmıştır. Onlar ise bir peygamberle evliliği ve ahiret hayatını tercih etmişler evlenmişlerse, Dursun ve onun gibilere susmak düşer. 1-Hz. Hatice:28–40 yaşlarında iki çocuklu, dul. Peygamber onunla 25 yıl evli kalmış ve 2 oğlu 4 kızı olmuştur. Yaklaşık 620 yılında Hz Hatice ölünceye kadar Hz. Peygamber başka birisiyle evlenmemiştir. Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendiğinde 25 yaşındaydı. 2-Hz. Sevde: 50–53 yaşında, dul ve bir çocuklu. Hz. Hatice’nin ölümünden sonra evlendiği ilk kadındır. İlk devirde Müslümanlığı kabul etmiş Sükran b. Amr’la evlenmiş, Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileyle hicret etmiş, eşi burada Hıristiyan olmuş, bunun üzerine Mekke’ye dönmüş, müşrik babası ve kardeşi Abd ile yaşamak zorunda kalmıştır. Hicretten iki yıl önce evlenmişlerdir. Hz. Peygamberin çocuklarının büyütülmesi ve eğitilmesinde önemli rol oynamıştır. Hz. Ömer halifeyken kendisine gönderdiği bir kese paranın tamamını fakirlere dağıtabilecek kadar cömerttir. Hz. Peygamber, Hz. Sevde ile evlendiğinde 51 yaşlarındaydı. 3-Hz. Aişe: Hz. Ebu bekir’in kızı olan Aişe, Peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. Hicri 2. yılda evlenmişlerdir. Hz. Peygamber, Hz. Aişe ile evlendiğinde 55 yaşlarındaydı.Detay Hz resul niçin çok kadınla evlenmiştir adlı dosyamızda...! 4-Hz. Hafsa: Hz. Ömer’in kızı Hafsa, Huneys b. Huzafe ile evlenmiş kocasının Uhud savaşında şehid olmasıyla 22 yaşında dul kalmış. Fiziki olarak pek güzel olmadığı rivayet edilen Hz.Hafsa okuma yazma bilen nadir insanlardandır. Babasının, Hafsa’yı Hz. Osman’la olmayınca da Hz. Ebubekir’le evlendirme isteği onlar tarafından kabul görmeyince Hz. Peygamber Hafsa’yla Hicri 3. yılda evlenmiştir. Hz. Peygamber, Hz. Hafsa ile evlendiğinde 56 yaşlarındaydı. 5-Huzeyme kızı Zeynep: 60 yaşında dul. Hz. Zeyneb, evlilikten 8 ay sonra ölmüştür. 6-Ümmü Seleme: 65 yaşında 4 çocuklu dul. Mahzum kabilesindendir. Peygamber (a.s) Hicri 4. yılda Ümmü Seleme ile evlendikten sonra aynı kabileden olan meşhur komutan Halid b. Velid Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber, Hz. Ümmü Seleme ile evlendiğinde 57 yaşlarındaydı. 7-Cahş kızı Zeynep: Hz. Peygamberin halası Ümeyye'nin kızıdır. 36 yaşlarında dul. Zeyd b. Haris’le evliydi boşandılar. Usame adını verdikleri çocukları Hz. Peygamber tarafından çok sevilirdi. Hz. Peygamber, Zeyneb'le Hicri 5. yılda, Hendek savaşından sonra evlenmiştir. Peygamber, Hz. Zeynep ile evlendiğinde 58 yaşlarındaydı. 8- Ümmü Habibe: 55 yaşında dul. Mekke başkanı Ebu Sufyan’ın kızı, kocasıyla birlikte Müslüman olan ve Habeşistan’a hicret eden Ümmü Habibe, alkolik kocasının Hıristiyan olması ve orada ölmesi üzerine Hicri 7. yılda evlilik gerçekleşir. Bu evlilikten kısa süre önce inen bir ayet şöyledir: “Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Mümtehine/7) Mekke’nin fethi ile de babası Ebu Sufyan Müslüman olur. Hz. Peygamber, Hz. Ümmü Habibe ile evlendiğinde 60 yaşlarındaydı. 9- Cüveyriye. Beni Mustalık kabilesi reisi Haris’in kızı. 10-Safiye: Kurayza liderin kızı, Nadir kabilesinin liderinin karısıydı. Hayberin fethedilmesinden sonra Hz. Peygamber onunla Hicri 7. yılda evlenmiş üç yıl evli kalmışlardır. Hz. Peygamber, Hz. Safiye ile evlendiğinde 60 yaşlarındaydı. 11-Meymune: Hepsi değişik kabilelerin ileri gelenleriyle evli 8 kardeşi bulunan Meymune ile Hz. Peygamber Hicri 7. yılda evlenmiş ve üç yıl evli kalmıştır. Hz. Peygamber, Hz. Meymune ile evlendiğinde 60 yaşlarındaydı Yukarıda da kısaca görüldüğü gibi Peygamberin evlilikleri, siyasi ve sosyal sebeplere dayalıdır. Müslümanların 10 yıl gibi kısa bir sürede Arabistan yarımadasına hâkim olmalarının altında yatan sebeplerden birisi de budur. Hz. Peygamberin evli kaldığı sürelere, evlendiğinde kaç yaşında olduğuna ve evlendiği kadınların yaşlarına bakılırsa mesele “buzağı altında, öküz arayan” Dursun gibilerin aktarmaya çalıştığından daha faklı olduğu görülecektir. sardunyam Allah razı olsun zannediyorum onların kaynakları t.d ve o gibiler onların psikolojik yapııs dahi bozuktur onu tanıtmaya devam edeceğim aradaki farkları görelim diye mübarek zannediyorum dünnet ve dinimiz gereği bize güzellik yapana biz daha iyisini yapmaya çalışırız.
-
sen benim ne demek istediğimi gayet iyi anladın başkalarıda anlasın diye ayrı bir konu olarak sunmaya çalıştım. Hocaefendiye gelince bu konunun araştırmasını vaktim olduğunca yapmaya çalışıcam. ama bu bir şeyi değiştirmez çünkü bir konuda birden fazla ve farklı hadislerin olması ayrı örneğin; Dünya nimetlerini görmemezlikten gelen körle maddeyi görmeyen anlamını çıkartmak ayrıdır.
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
bilimselci seni tebrik ediyorum eminim sen niye tebrik ettiğimide anlamışsındır. sana içimden kör demek geliyor ama iki türlü kör vardır ve sen bunlarıda biliyorsun işte ben senin gözleri maddeyi görmeyen değil diğeri olduğunu düşünüyorum -
Turan Dursun Kitaplarındaki Tavrı: 1-Kitaplarında genellikle Türkçesi olan kaynaklardan alıntı yapmıştır. 2-İddia ettikleri şeyler kendi orijinal ürünü değil yıllardır Hıristiyan-Yahudi oryantalistlerin gündemde tutmaya çalıştıkları konulardır. Dursun sadece pazarlamacılık yapmıştır. Zaten bir alıntısında buna yer vererek “Leoni Caetani öyle diyor, araştırılması lazım” diyerek zekice okuyucunun aklını karıştırmak istemiş "ama doğru bir şey yaptığını sanıp, yanlış iş yapan" insanın yaptığını yaparak onlardan faydalandığının da açığını vermiştir. 3-Ayetin ayetle, ayetin hadisle, hadisin ayetle, hadisin hadisle açıklanacağını bilemeyecek kadar usul bilgisinden habersizdir. Haberi Vahid'le, Haberi mütevatir'in farkından habersizdir. 4-Kitaplardaki bir konuyla ilgili, pek çok rivayet arasından, yüzyıllardır âlimlerin (raviler açısından) seçip kabul ettiği doğru olanları değil, işine gelen rivayetleri okuyucuya doğru olarak sunmuştur. Bu da onun ne kadar objektif (!) olduğunu gösterir. 5-Hadislere uydurma rivayetler karıştırıldığını söylemiş ama kendisi o uydurma rivayetleri işine geldiği zaman istediği gibi kullanmıştır. 6-En basit olayları bile alaycı bir üslupla ifade ederek, doğru-yanlış güya kaynak ta göstererek bu konuda hiçbir bilgisi olmayan okuyucuyu istediği gibi yönlendirmeye çalışmıştır. 7-“Bozacının şahidi şıracı” sözünde olduğu gibi İlhan Arsel’le paslaşmakta birbirlerini kaynak göstermektedir. Bir fetva kitabındaki, “…Tavaif-i nisadan biri talak-ı bain ile zevcinden talik oldukta akil ve baliğ olmayan bir velede veyahut bir sabiye veyahut içi göçmüş bir pire nikah olsa, badehu ondan da talak-ı bain ile talik olsa, önceki zevci ile nikahı caiz olur mu?” Yaşlı erkek anlamına gelen “Pir” kelimesini “Pire” anlayacak kadar ilmi(!) salahiyeti olan kişiyi - Arsel'i -kavalye kabul ederek dans etmiştir. *Bir sabataist olduğu iddia edilen İ.Arsel, Vehbi Koç'un damadı, Semahat Arsel'in kocasıdır. Sabataistliği ile ilgili olarak bkz. www. orienternet.de /sabataylist.htm TURAN DURSUN'UN ARAPÇASI-ÇARPITMALARINDAN ÖRNEKLER T.Dursun şöyle diyor: —Daha öncelere dayanır. Klasik Arapça, Fusha Sahih Arapça deniliyor ki, asıl Arapça, bozulmamış Arapça. O bozulmamış Arapçayı çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Bugünkü Arapçayı da bilirim, ama o ölçüde değil. Arapçayı bilmemin önemi şurada, islam kaynakları o Arapçayla yazılıdır. Hem Kur'an, hem hadis tüm İslam kaynaklarında. Ayrıca benim uzmanlık alanım var. Örneğin, fıkıhçıyım ben, yani islam hukukçusuyum. Kelamcıyım, İslam kelamcısıyım. O da ayrı bir daldır. Hadis bilimcisiyim, yani bir hadis nasıl çürük olur, nasıl sağlam olur. Usulü hadisten bilinir, Usulü hadisçiyim. İslamın bu dallarını sadece meslek olarak da değil, özel çabalarımla da öğrenmeye çalışırım. Yani beni bu alanda, karşımda olanlar da yanımda olanlar da uzman olarak görürler. Ayrıca doğubilimciyim. Ben şimdi, kendimden sıkılıyorum anlatmaktan. Bu arada tüm dinlerin kutsal kitaplarını karşılaştırdım. Bir din etnologuyum." (Din Bu I/ 97) Sarfı, Nahvi, bedi-beyanı, tefsiri, hadisi, fıkhı, kelamı, mantıkı, sıhahı, usulü hadisi, usulü tefsiri, usulü fıkıhı, aruzu, İslam Tarihini,astronomiyi çok iyi bilen, aynı zamanda embriyoloji alanında uzman ve din etnologu olan mütevazı (?) yazarın bunları ne derece bildiğini makalelerinde göreceğiz. Askerde Türkçe okuma yazma öğrenmiş birisinin kitaplarında yaptığı dil hatalarına da hiç değinmeyeceğiz. Aşağıda ki bölüm Prof. Dr. Süleyman kitabından alınmıştır: 1.1-T.DURSUN, Hz, Peygamber'in, azl (doğumu önlemek için, boşalmadan önce ayrılma) ile ilgili bir sözünü aktarıyor: Ebu Said el Hudrî anlatıyor: —Peygamberle birlikte Benû Mustalık Gazası'na çıktık. Ve Arap tutsaklarından tutsaklar elde ettik. O sırada kadınlar iştahımızı çekti. Bekârlık çok güç gelmişti bize o günlerde. Ve azil yapmak istedik. İstiyorduk azil yapmayı Ancak, "Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azil yapacağız?" dedik ve gidip peygambere sorduk. Peygamber de azl yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur. (Yapabilirsiniz de. Yapmayabilirsiniz de.) Ama bilin ki, kıyamet gününe değin meydana gelecek bir yavru, ne olursa olsun meydana gelir."(DİN BU I, 34) Bu metinde geçen "yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" cümlesi, “Mâ aleyküm ellâ te’falû"dur. Bunun Türkçe anlamı, "Yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" değil, tam tersine "Yapmamanız için bir gerek yoktur, yapabilirsiniz" demektir. Yani hadiste, yazarın söylediğinin tersi söylenmektedir. Yapmamanızda bir sakınca yoktur değil, yapmanızda bir sakınca yoktur. Hattâ mâ nâfiye (olumsuz edatı) da olabilir ki o zaman "Neden yapmayacaksınız?" anlamını verir. 1.2-T.DURSUN “DİN BU II” 46 ncı sayfasında, Arapça metni şöyle çevirmiştir: Birçokları gibi lbn Hazm'ın da, sâbiîlerden, tapınaklarından, ibadetlerinden söz ederken yazdıkları şunlar da var: (lbn Hazm, el Fasl, 1/88) "Ancak onlar (Sâbiîler), 7 yıldıza ve 12 burca saygı göstermek gerektiğini söylerler ve bunların suretlerini (resimlerini, heykellerini) tapınaklarında yapıp bulundururlar. Bunların kadîm (öncesiz ve sonrasız) olduklarını da söylerler. Bunlara kurbanlıklarla ve darıyla yakınlaşmaya çabalarlar. Bir gündüz ve gece içinde, Müslümanların namazlarına benzer beş vakit namazları vardır. Ramazan ayında da oruç tutarlar. Namazlarında, Ka'be'ye, el Beytü'l-Haram'a dönerler (kıbleleri Kabe'dir). Mekke'ye ve Ka'be'ye saygı gösterirler. Ölü etini, kanı, domuz etini haram sayarlar. Müslümanlara haram sayılan kurbanları onlar da haram sayarlar. Hindistanlılar da Buda'ya (ya da putlara) yıldızlar adına tasvir (resim, heykel) ve saygı anlamında buna benzer bir yol izlerler. Arap toplumundaki putların kökenini de bu oluşturur.(l/88.) Burada sâbiîlerin, yıldız tanrılara "kurbanlıklarla ve darı ile yaklaşmağa çalıştıklarını ifade ediyor. Arapça metindeki “ed-Dehanü” kelimesini, darı diye çevirmiş ve sâbiîlerin, kurban yanında darı ile de tanrılara yaklaştıklarını söylemiş. Bildiğim kadarıyla tarihte hiçbir millet tanrı diye taptığına darı takdim etmemiştir. Çünkü darı, tanrıya takdim edilecek bir değerde görülmez. Aslında metinde geçen “ed-Dehanü” kelimesi darı değil, "duman, buhur, tütsü" demektir. Tanrılara kurban kesenler, buhur yakarak, güzel koku ve tütsü ile ibadetlerini mabudlarına takdim ederler. Dini törenlerde, mevlitlerde buhur yakmak, tütsü ile topluluğa güzel koku yaymak, hâlâ yapıla gelmektedir. Şimdi bu kadar basit şeyi dahi bilemeyen bir insanın, ana dilinden daha iyi Arapça bildiğini iddia etmesi uygun mudur? Bu iddia sahibinin, diğer metinlere yaptığı çevirilerin ne derece aslına uygun olduğunu okuyucu düşünmelidir. (Gerçek Din Bu 1, Süleyman ATEŞ,11-14) 1.3- Şu örnekte Dursun’un çarpıtmalarından bir örnektir ve S. Ateş’in kitabından alınmıştır. Turan Dursun, yine Hz. Muhammed'in, güya şehvetperestliğini kanıtlamak hevesiyle, Gazali’nin İhyasında yer alan bir rivayete tutunmaktadır: "O dönem Araplarında şehvet (erkeklik gücü), en başta gelen bir özellikti. Bunu, Gazâlî, İhyâ'u Ulûmi'd-dîn adlı kitabının Âdâbu'n-Nikâh bölümünde uzun uzun anlatır. Ve bir örnek verir: Ali’nin oğlu Hasan'ın, bir alışta "altı karı birden aldığını, sonra çok geçmeden bunları boşayıp yenilerini aldığını, bu torunu Muhammed'e anlatıldığında, Muhammed'in: 'O, yaratılışta da, huyda da bana benziyor' dediğini" söylüyor. Yazar, Gazali’nin ibaresini tahrif etmiş. Çünkü Peygamber’in devrinde, torunu Hasan'ın, dört kadın değil, bir kadın alması da mümkün değildi. Hasan, hicretin dördüncü yılında doğmuştu. Peygamber’in vefatı sırasında o, sadece altı yaşında idi. Altı yaşında bir çocuğun dört kadın alması, sonra tez zamanda bunları boşayıp yerine başkalarını alması, bunu duyan Peygamber’in de onu övmek için "O yaratılışta da, huyda da bana benziyor" demesi mümkün müdür? Turan Dursun'un, bu tahriften amacı, dört kadın alıp, tez zamanda bunları bir başka grup kadınla değiştirmiş olan torunu Hasan'ın bu davranışını Peygamber’in beğenmiş olduğunu, böylece Peygamberin şehvet düşkünlüğünü anlatmaktır. (Gerçek Din Bu I.s.31-32) 1.4-Dursun’un çarpıtmaları bir iki değil ki onlardan bir başkası da şudur: Ahzab suresindeki şu ayet inince: “Eşlerinden dilediği (nin nöbetini) geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. Boşadığın eşini de arzu ettiğin takdirde tekrar geri alabilirsin. Bunda senin üzerine bir günah yoktur…” (Ahzab/51) güya Hz. Aişe şöyle demiştir: "Mâ erâ (urâ) rabbeke illâ yüsâriu hevâke".(1) “Görüyorum ki, senin Allah'ın yanlızca senin şeyinin keyfini yerine getirmek için koşuyor.” Yukarıda ki Hz. Aişe'nin sözüne bu anlamı vererek, maksadını gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir yobaz görüntüsü vermektedir. T.Dursun’un çarpıtarak söylediği, Hz. Aişe'nin söylediği sözün doğru tercümesi şudur: “Kanaatim şudur ki, Rabbin senin arzu ve isteğini geciktirmeden hemen (ayeti indirmek suretiyle) yerine getirir.” 1.5-Turan’ın çarpıtmalarından bir örnek daha: "Peygamberin döneminde "gece baskınları" düzenlenirdi. Peygamberin emriyle "Öldür, öldür!" şiarları haykırılırdı. Sonra da yağmaya girişilirdi.” (Ebû Dâvûd, Cihâd/102, hadis 2638; ibn Mace, Cihâd/30, hadis 2840). Filistin'de "Übnâ (sonraları 'Yübnâ')" denen bir yere Peygamber bir baskın düzenlemişti. Baskını yapacaklara da şu buyruğu veriyordu: - Sabahleyin Übnâ'ya (ansızın) baskın yap ve orayı yak! Ve "Übnâ" köyü yakılıyordu. İçindekilerle birlikte.” (Ebû Dâvûd, Cihad/91, hadis 2616, c. 3, s. 88, ayrıca s. 124'teki 2'nolu not: ibn Mace, Cihâd/31, hadis No: 2843, c. 2, s. 948). Düşmanın bulunduğu yerdeki ağaçlar, ürünler de yakılır, ya da kesilirdi. Peygamber Benû Nadir kabilesinin hurmalıklarını yaktırmıştı… Peki, işin doğrusu neymiş şimdi ona S. ATEŞ'in Kitabından onu öğrenelim: “Übnâ baskını, durup dururken yapılmış bir şey değildir. O bölge halkı Müslümanları sürekli rahatsız ediyordu. Peygamberin elçilerini öldürmüşlerdi. Onlara bir ders vermek gerekince Peygamber, Üsâme kumandasında bir ordu göndermek istedi. Üsâme Peygamber'in, kendisine şöyle emrettiğini söylemiştir: — Sabahleyin Übnâ'ya baskın yap, sonra yak!" (Ebû Dâvûd, Cihâd: 91; Ibn Mâcc, Cihâd: 31). Hadisin metninde olan sadece budur. Hadiste kastedilen, köylülerin evlerini ve ekinlerini yakmaktır. Ibn Mâcc'nin yaptığı açıklama böyledir (2/948, not: 2843). Turan Dursun, hadis metninde olmayan şu ilâveyi yapıyor: "Übnâ köyü yakılıyordu, köy halkıyla birlikte." Hâlbuki hadisle köy halkının yakıldığından söz edilmez ve Üsame'nin gidip köyün ekinlerini yaktığı da anlatılmaz.… Peygamber asla köy halkını yaktırmamıştır. Savaşın sonucuna katkısı yoksa ağaçlara, ekinlere dokunulmaz, ağaçlara, hayvanlara dokunmama hususunda Hz. Ebûbekir'in de emri vardır.Ayrıca Yahudi olan Nadîr oğullarının birkaç hurma ağacını kestirmesinden maksat onları korkutup kan dökülmeden teslim olmağa zorlamak idi. Gerçekten adamlar savaşsız olarak Peygamber'in şartlarını kabul edip, taşınır mallarını develere yükleyip gitmeğe razı olmuşlar ve bu toprak Müslümanların eline geçmiştir. Fakat Peygamber bütün hurmaları kestirmiş değildi. Sadece birkaç ağaç kestirdi. Bunu gören Nadîr oğulları, şartları teslim şartlarını kabul ettiler. (Gerçek Din Bu, 85-87) Acaba, ağaçların kesilmesindense, savaşa girip, hümanist geçinen Turan’a göre her iki taraftan ta yüzlerce kişinin ölmesi, kendisini daha mı mutlu ederdi bilinmez? Hz. zeyneb meselesİ 1-Cahş kızı Zeynep:36 yaşlarında dul. Zeyd b. Haris’le evliydi boşandılar. T.Dursun; şöyle diyor: “Zeyneb Bint Cahş, Muhammed'in oğulluğu Zeyd'in karısıdır. Zeyd'i Muhammed kendisine "oğul" edindiği için herkes ondan "Muhammed'in Oğlu (Zeyd İbn Muhammed)" diye söz eder. Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zeyneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e. Bir kadına Muhammed'in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed'in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Zeyd durumu öğrenir öğrenmez Muhammed'e gidip konuşur: — Karımdan ayrılmak istiyorum. — Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı? —Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı. Onun iyilikten başka bir şeyini görmedim. —Öyleyse karını bırakma, Tanrı'dan kork! Muhammed "karını bırakma" derken, gerçekte sevdiği Zeyneb'in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın.” "Ey Muhammed! Allah'ın nimet verdiği ve seninde nimetlendirdiğin kimseye: 'Eşini bırakma, Allah'tan sakın!' diyor; Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir." (Ahzâb, ayet: 37.) 1.1-T.Dursun burada “Muhammed'in içinde sakladığı şey, Zeyneb'e olan aşkıyla birlikte, Zeyd'in onu boşaması ve kendisinin almasına olanak sağlanmasını istemesiydi” diyerek işine gelen yorumu tercih etmiş, Okuyucuyu yanlış yönlendirmiştir. Burada “Muhammed'in içinde sakladığı şey” T. Dursun’un dediği gibi “evlenme isteği” değil, ayette hemen altta açıklandığı üzere “..Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun….. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsindir". Hz. Peygamber’in endişesi halkın “Muhammed evlatlığının karısıyla evlendi” dedikodusuydu. Bu surenin başında geçen şu ayetlerde bu konuyu açıklar: “Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab/2-3) Büyük bilgin(!) T.Dursun, usulü tefsir ilminde “ayetler, ayetleri açıklar” konusu işlenirken herhalde gırgır geçiyordu. 1.2-2000’e Doğru dergisinde diyor ki: “Muhammed bir gün Zeyd'i aramak üzere evine gider, Zeyd'i bulamaz. Evde Zeyd'in güzel karısı Zeyneb vardır. O sırada içeride çamaşır yıkamaktadır. Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir.Peygamber Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır ve şu sözleri söylemekten kendini alamayarak evden çıkar...... Zeyd eve gelince Zeyneb olayı anlatır. Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle Peygamber'e koşar: Zeyneb'i sevdinse hemen boşayım, sen al, der. Muhammed'in karşılığı: O nasıl söz, karım boşama! Ancak içten içe boşanmasını da ister.” Şu cümleler hiç bir kaynakta geçmez, senaryolaştırmadır :“Yorgunluktan ve terden pembeleşen yüzü ve yarı çıplak vücuduyla” diye adeta oradaymış gibi tanımladığı, Peygamberin düşüncelerini okuyup “Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır” sözleriyle ifade ettiği, Zeyd için de “Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle” (karısını kaybedeceği endişesinde olan Zeyd’in gelip Peygambere “Sevdinse hemen boşayayım” cümleleriyle ifade ettiği T.Dursun’un yazdığı senaryo, İslam’ı bilmeyen kitleler için etkileyici oldu mu bilinmez ama işin aslı da şudur: 2.1-Hz Peygamber, Zeyd’i evlatlık olarak almış ama daha sonra, bir ayetle bu evlatlık kaldırılmıştır. 2.2-Hz. Zeyneb, Hz. Muhammed’in öz halasının kızıdır. Nedense T.Dursun bunu okuyucusuna söylemez. 2.3-Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb’i evlendiren Hz. Peygamberdir bunu da söylemez.. 2.4-Hz. Peygamber, Zeyneb’i daha önce Hz. Zeyd için istemiş ama Zeyneb’in ailesi vermemiştir. Ahzab Suresinin 36. ayeti bunun üzerine inmiş ve ailesi Zeyneb’i Hz. Zeyd’e vermiştir. 2.5-Hz. Zeyd zenci ve azat edilmiş olsa da bir köledir. Hz. Zeyneb bu evlilikten hiç bir zaman hoşnut olmaz. 2.6-Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb daha önce den çok sık kavga etmekte ve bunu Peygambere ilettiklerinde Hz. Peygamber sabır tavsiye ederek evliliklerinin devamı için çaba sarf etmektedir. Gayesi Zeyneb’le evlenmek olsaydı bunu niye yapsın? 2.7-Araplarda geçerli olan “Bir kişi evlatlığının boşanmış karısıyla evlenemez” yargısı da Hz. Peygamber’in, Zeyneb’le evlenmesiyle son bulmuştur. 2.8-T. Dursun’un masalına göre “Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zeyneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e”. Sanki Hz. Peygamber Zeyneb’i hiç görmemiş, sanki Zeyneb halasının kızı değilmiş, sanki onu Zeyd’le evlendiren Hz. Peygamber değilmiş. Sanki Peygamber onunla Zeyd’i evlendirmeden önce evlenemezdi? 2.9-Ahkamu’l Kur’an’da, şöyle der:Zeyneb Allah Resulünün yakın bir akrabası olarak her zaman yanındaydı. Örtünme ayeti henüz inmediği için her zaman onu görebiliyordu” dediğini nereden bilecek, bilse de bunu yazacak dürüstlük nerede? 3.1-“2000’ e Doğru” dergisinde Turan şöyle der: “... Peygamberin Zeyneb'e olan aşkı, evlendikten sonra da uzun süre devam eder. Hadislerin anlattığına göre, Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, Zevneb'le yatardı.” (Buhari - Hibe/8 - Tecrîd hadis no: 1130) 3.2-Hz. Peygamberi (a.s) bu şekilde okuyucusuna takdim eden ünsüz yazar, sanki Peygamber’in (a.s.) hiç bir işi, hiç bir görevi yokmuş son derece çapkın bir insan gibi hep güzel kadınları takip edip, onlardan bir şey elde edemeyince hemen nefes nefese koşarak evine gelip hanımıyla yatarmış gibi göstermektedir. Şimdi bu Kafirin verdiği kaynağa bakıyoruz öyle ya okuyucuyu tatmin etmek için kaynak vermek gerekir. Yani Tecrîd hadis no: 1130, Hayret doğrusu. Tecrid 8. cilt, sayfa 17 Hadis No:1130 böyle bir hadis yooook. Numarasını verdiği hadiste sadece Hz. Zeyneb ile Hz. Aişe arasında cereyan eden bir tartışmadan bahsediliyor. O kadar… Herhalde Diyanetin bastırdığı Tecrid ile Dursun’un kitabı farklı farklı….(?) 3.3-Yukarıda Dursun'un rivayetini verdiği hadis bazı hadis kitaplarında yer alsa da mesele S. ATEŞ'in dediği gibidir: ".. İyilik, fazilet kalbe hiçbir kötü düşüncenin gelmemesi değil, gelen bu kötü düşüncelere uymamak ve bunları kovmaktır. Yazarın yukarıya aldığımız rivayeti, bir tek kişinin haberidir. Bu haber, en az iki-üç yüzyıl ağızdan ağza dolaştıktan sonra yazıya dökülmüştür. Aktarandan aktarana geçerek ikiyüz yıl dolaşan bir insan haberinin, aslına ne derece uygun olduğunu takdir etmek güç değildir. Bundan dolayı vâhid haberleri kesinlik değil, zan ifade eder. Doğruluğu kesin değildir, muhtemeldir. Yani bu haber doğru da olabilir, yalan da olabilir. Tutalım ki rivayet doğrudur, Hz. Muhammed, kasıtsız olarak karşısına çıkan bir kadına bakmış ve içinde bir arzu uyanmıştır. Bunun çaresi, hemen evine gidip nefsini helâl olan eşi ile yatıştırmak ve içinde uyanan o duyguyu kalbinden savmaktır. Eğer Hz. Muhammed, gözüne çalınan kadının ardına düşüp onu izleseydi o zaman bu eylemi kınanırdı. Kasıtsız olarak kalbine doğan bir isteği, helâl bir yöntemle savması, arkadaşlarına da böyle yapmalarını öğütlemesi fena bir şey midir? Zaten kendisi, kasıtsız bakışın doğal olduğunu, bundan günah yazılmayacağını, ama ısrarla, döne döne bakmanın günâh olduğunu söylemiştir: "Bakışı bakışın ardına takma, gözünü dikip bakma, ilk bakış (göze çalınma) lehinedir (bundan ötürü sana günâh yoktur) ama ikinci bakış lehine değildir (günâhtır)." (Ebû Dâvûd, Nikâh: 43; Tirmizî, Edeb: 28) 3.4-Hadis şöyledir: "Hz. Peygamber bir kadın gördü, eşi Zeyneb'in yanına gitti (ki o anda) eşi deri tabaklamakla meşguldü, ihtiyacını gördü ve arkadaşlarının yanına çıktı...", Haberi Vahid'le, Haberi Mütevatir arasında ki farkı bilmeyen Dursun'un elinde yukarıdaki şekle dönüvermiştir. 3.5-Hadisin yüzde yüz doğru olduğunu varsaysak bile, görüldüğü gibi ravi "ihtiyacını gördü" demekte "ihtiyacının" ne olduğundan bahsetmemektedir. Yani hadisi rivayet eden kişi içerde Hz. Peygamberin ne yaptığını görmemiştir. Zaten görmesi de mümkün değildir. HZ. SAFİYYE OLAYI 1-Safiye: T.Dursun’un dramatik bir tarzda anlattığı ve sanki Yahudilerin toptan kılıçtan geçirildiği izlenimi verdirmeye çalıştığı Beni Kurayza Yahudileri ile olan savaştan önce Hendek savaşından bahsetmek gerekir. Hendek savaşından önce, Benî Kureyza Yahudileri, hiç bir gruba taraf olmamışlardı. Ama Benî Nadîr Yahudileri onları bu savaşa katmaya çalıştı. Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab kalkıp doğrudan Kureyzâ oğullarının lideri Ka'b b. Esed'in yanına gitti. Ka'b görüşmeyi reddetti. Huyey: "Ben ucu bucağı olmayan deniz gibi bir ordu getirdim. Kureyş ve bütün Araplar ayağa kalkmışlar, hepsi de Muhammed'in kanına susamış durumdalar. Bu fırsat, elden kaçırılacak gibi değil. Artık İslâm'ın sonu geldi" dedi. Ka'b hâlâ savaşa katılmaya razı değildi. "Muhammed'i daima sözünde duran biri olarak tanıdım. O'nunla yaptığım anlaşmayı bozmam ve verdiğim sözde durmamam mertliğe sığmaz" dedilerse de savaşa katılarak Müslümanlarla yapılan anlaşmayı “Muhammed kimdir, anlaşma nedir, biz tanımıyoruz” diyerek bozdular, ihanet ettiler. Hendek savaşından sonra geri çekilen Benî Kurayza’lılar, Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab’ı yanlarında götürdüler. Hz. Peygamber, “Hiç kimse silahını bırakmasın, hedef Kureyza” diyerek, Beni Kureyza’nın anlaşmayı bozmalarının hesabını sormak için yola çıktı. Beni Kureyza’lılar özür dileyip anlaşma zemini hazırlayacaklarına, Peygambere küfürler yağdırdılar. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Sonunda Sa’d b. Muaz’ın vereceği karara razı olacaklarını bildirdiler. Sa’d b. Muaz Tevrat’a göre hüküm verdi ve erkeklerin öldürülmesine karar verdi. Bu yaklaşık savaşa katılan 400 (Bkz. İbni Hişam, Beni Kureyza gazvesi) kişinin öldürülmesi demekti ve Yahudiler buna hiç itiraz etmediler. Peki, Hz. Peygamber Beni Kurayza’ya karşı nasıl davranmıştı: 1.1-Yahudilere anlaşma yapılmış ve dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri bildirilmişti. 1.2-Aleyhinde pek çok karar olan Beni Kurayza’ya haklar vererek, Beni Nadir’le eşit seviyeye çıkarmıştı. 1.3-Beni Nadir sürgüne gönderilmiş ama Beni Kurayza’yla tekrar anlaşma yapmıştı. 1.4-Beni Kurayza Hendek savaşına katılarak anlaşmayı bozdu. 1.5-Hendek savaşının çıkmasını sağlayan Safiyye’nin (r.a) babası Huyey b. Ahtab’ı koruma altına alarak kalelerine götürmüşlerdi. Her iki taraftan insanların öldüğü bir savaşı başlatan, binlerce insanı zor duruma düşüren, anlaşmaları bozan, Müslüman hanımların kaldığı kaleye saldıran Beni Kurayza’ya onların Kutsal kitapları doğrultusunca verilen karara Yahudiler bile itiraz etmemişken T. Dursun niye itiraz ediyor onu anlamakta güçlük çekiyoruz. Yahudi’den çok, Yahudicilik acaba niye? Yüzlerce ağaca soykırım yapıldı diyen çevreci(?) T. Dursun, Hz. Peygamberin(a.s) bunu geçimlerini hurmadan sağlayan Yahudilerin direnişlerini kırmak, teslim olmalarını sağlamak ve her komutanın ordusunu az zayiatla başarıya ulaştırmak için ne yapılması gerekirse onu yaptığını anlamasını beklemiyoruz zaten. Bizzat kendisi elleriyle yüzlerce hurmayı diken, “Savaşta çocuklara, kadınlara, yaşlılara, ağaçlara zarar vermeyin.”, “Kıyametin koptuğunu görürseniz elinizde fidan varsa onu diken” diyen Hz. Peygamberin bu yönünü ortaya çıkarmasını da kendisinden beklemek abesle iştigal olur. Ateist, ateistliğini yapar. Safiye, Kurayza liderin kızı, Nadir kabilesinin liderinin karısıydı. Babası ve kocası ölmüş, kendisi de esir edilmişti. Dıhyetü’l Kelbi gelerek bir hizmetçi istemiş Hz. Peygamber de “Bizzat giderek bir tane al.” Diyerek tercihi Kelbi’ye bırakmış o da giderek Safiye’yi almıştı. Daha sonra bir Müslüman gelerek bu seçime Safiyye’nin konumunu göstererek itiraz etmiş ve Safiyye ile Hz. Peygamberin evlenmesinin doğru olacağını söylemiştir. (Müslim 4/546) Hz. Peygamber (a.s), Safiyye’yi azat etmiş, çekip gitme ya da kendisiyle evlenme seçeneğini sunmuş. Safiyye’de bir peygamberle evlenmeyi tercih etmiştir. (İ.Hanbel, Müsned, 3/138) Hz. Safiyye, şu rivayeti nakleder: “Hz. Muhammed, Medine’ye hicretten sonra babamla amcam O’nu dinlemeye gitti. Döndükten sonra amcam, babama “O mu?” (Yani beklediğimiz peygamber mi?) diye sordu. Babamda “Vallahi “O” diye cevap verdi. Amcam “Peki ne yapacağız?” diye sordu. Babam: “Vallahi ben yaşadığım müddetçe ona iman etmeyeceğim.” Diye cevap verdi. İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta T.DURSUN dan daha ileri olan Oryantalist Leoni Caetani bile: “Muhammed'in, dâima nefsine ve ihtirasına hâkim olmayı bilen adamlardan biri olduğunu ispat etmek zor bir şey değildir.” KADININ UĞURSUZ SAYILDIĞI İDDİASI “…. Arsel'in kitabı, şimdiye dek yazdığı kitaptan gibi son derece değerli, titiz bir inceleme, araştırma ürünü. Sağlam, dürüst bir bilim adamının değerlendirmesi olarak, ele alınanların hepsi sağlam kaynaklara dayalı. Yürekli, daha güzel bir dünya hazırlanmasına yönelik, ışık tutucu örnek bir çalışma. Kitap, yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte. "Kadın hakları" yönünden özellikle.” (Turan Dursun, Din Bu I,110-112) Turan Dursun’un göklere çıkardığı, dürüst bilim adamı, İlhan Arsel’in “yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte”ki titiz bir inceleme ve araştırma ürünü olan kitabında ki “Atta, evde, bir de kadında uğursuzluk" olduğu konusunda ki hadisin aslı neymiş ona bakalım. 1.1- İlhan Arsel ve T. Dursun gibi düşünenlere Usulü fıkıh Dersi: Hangi kitapta olursa olsun, bir hadis rivayeti, ancak mütevâtir olduğu takdirde inanmayı gerektirir, kesinlik ifade eder. Buhârî ve Müslim'de bulunan hadisler mutlak doğru olmayabilir. Usul âlimlerine göre içlerinde “Teda’uf” olabilir. Yani birisine göre “sahih” kabul edilen bir hadis, diğer muhaddise göre “zayıf” olabilir çünkü hadis kabul etme şartları farklı farklıdır. Sağlamlık bakımından dereceleri de farklıdır. Fakat bunların çoğu, pek çoğu “vâhid” haberdir. Buhârî ve Müslim'de yer almış olsa da tevatür derecesine erişmemiş kişi haberleri, "yakîn" (yani kesinlik) değil, zan (sanı) ifade eder. İçinde kuşku bulunduğu için kesin hüküm bildiremez. “Sahih” hadisin tartışması, "Müslüman’ım" diyenlerce ve uzmanlarınca yapılamaz.” diyen Dursun'a "Ha! Evet! Kafirlerce yapılabilir" demek gerekir di. Asırlardır muhaddisler, hadislerin, zayıfını, sahihinin, mevzusunu, ravisini, ricalini, tearuzunu... araştırmakla boş şey mi yapmışlar. Allah onlardan razı olsun onlar sayesinde ilim adına küfrünü yayanların gerçek yüzü anlaşılıyor. 1.2- Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Üç şeyde uğursuzluk vardır: Atta, evde, bir de kadında da" Turan, Buhârî'de yer almış bulunan bu hadisin sağlamlığında hiç kuşku bulunmadığını ileri sürmektedir. İşin garip tarafı, Turan işine geldiği zaman Buhari’deki hadislerin uydurma olduğunu söyleyip reddetmekte, bazen alay etmekte, bezen de hadislerin yazılmasının yasaklandığını söyleyip bu kitapların çok sonraları yazıldığını söylemektedir. Evet! Bu hadis Ebû Hüreyre'den gelmektedir. Doğrudur ama eksiktir. Bunu görmeyen İ. Arsel ve T. Dursun ikilisi canlarının istediği gibi yorum yapmakta ve meseleyi dallandırıp budaklandırmakta okuyucuyu istedikleri mecralara götürmektedirler. Meselenin doğrusunu öğrenmek isteyen buyursun okusun: “Katade’nin rivayetine göre: Amiroğullarından iki kişi Hz. Âişe'nin yanına geldiler, dediler ki: Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Musned’inde şu haberi rivayet etmektedir: Muhammed b. Râşid bize, Mekhulün şöyle dediğini rivayet etti: Hz. Âişe'ye, Ebû Hureyre'nin, "Resulullah (a.s.): Uğursuzluk şu üç şeydedir; evde, kadında ve atta.” buyurdu." dediği sorulunca, o şöyle cevap verdi: "Ebû Hureyre iyi ezberlememiş, o girdiğinde Resulullah (a.s.) Allah, Yahudileri kahretsin, şöyle derler: Uğursuzluk şu üç şeydedir; evde, kadında ve atta." buyurmuştu; ama o, hadisin başını işitememiş, sadece sonunu duymuştur." (Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Müsned. s, 215, no: 1537) İşin doğrusu Aişe’nin yukarıda ki sözüyle anlaşılmışsa da, anlamak istemeyenler için biz biraz daha bilgi verelim. 1.3-“Şum” uğursuz saymak demektir. İslam’da “uğursuzluk yoktur” diyen Hz. Peygamber kendisiyle çelişkiye düşmez. Ama rivayetlerin arasındaki bağlantıyı bilmeyenler çelişkiden kurtulamaz. 1.4-Yüce Allah: "Dilediğine kızlar, dilediğine erkekler hibe edeceğini" bildiriyor (Şûra: 50) Ayette, gerek kızın, gerek oğlanın, Allah'ın bir bağışı, lütfü olduğunu belirtirken önce kızın zikredilmesi düşündürücüdür. Zira Arap dili ve edebiyatına göre bir kelimenin önce geçmesi onun önemini gösterir.Yüce Allah buyurur:"Ben sizden erkek ve kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep biri birinizdensiniz…" (Âli İmran: 194)Yüce Allah buyurur:"İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisi (koruyucusu)dirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Elçisine itaat ederler, işte Allah onlara rahmet edecektir." (Tevbe: 71)"Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." (Nisa: 124)"Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; işte Allah, bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 35) 1.5-Abdullah ibn Mes'ûd, Hz. Muhammed'e(a.s), kiminle beraber bulunması, kime hizmet etmesi gerektiğini sorunca Hz. Muhammed, üç kez "Annen’e" dedikten sonra, “Baban’a", demiştir. (Buhârî, Edeb: 2; Müslim, Birr: 1) 1.6-Peygamber, kötü huylu veya kırıtkan bir kadın hakkında: "Şeytân, kadın şeklinde görünür" demiştir.Zaman zaman alıntı yaptığı Rağıb el-İsfehani’nin “Müfredat”ına baksaydı Arapça’da şeytan kelimesinin “İnsan ya da hayvanlardan, kötü huylu olanlara (ele avuca sığmayan, haşarı olanlara) sıfat olarak verildiğini” görürdü. (el- Müfredat fi Garibil Kur’an, 381) Bunu görmek istemeyen, görmeden yorum yapanlarda nerede o samimiyet? 1.7-Kur’an-ı Kerim, şeytanın erkek şeklinde olabileceğini de söylemiştir.Bedir Savaşı sırasında Bekr oğullarından Sürâka ibn Mâlik ibn Cu'şum adında bir kişi Kureyşlilere katılmış, onları savaşa teşvik ve tahrik etmiş, sonra iki ordu karşılaştığında işin ciddiyetini, zorluğunu anlayan Sürâka, kışkırttığı adamları bırakıp kaçmıştır. İşte bu adam, Kurân'da şeytan olarak takdim edilmektedir: "O zaman şeytân, onlara, yaptıkları işi süslemiş: 'Bugün insanlardan, sizi yenecek kimse yoktur. Korkmayın, ben de sizin yanınızdayım!' demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce ardına dönüp: 'Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan korkarım zira Allah'ın cezası çetindir!' dedi." (Enfâl: 48) “İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak.” (En'âm 112) surelerinde hem cinlerden, hem de insanlardan şeytanlar bulunduğu belirtilmekte, kötü huylu, bozguncu insanların şeytan tabiatlı olduklarını söylemektedir. Şimdi bu ayetlerden, bütün erkeklerin şeytan olduğu anlamı çıkarılabilir mi? İnsanın, niyeti bozuk olunca herkesi kendi düşündüğü gibi yönlendirmeye çalışıyor. Bir “Tefsir usulü" uzmanı, bir "hadis usulü" uzmanı, bir "fıkıh usulü" uzmanı olan Turan’ın bir hadis karşısında ki tavrı bu, varın yazdığı diğer yazıları siz düşünün. Turan Dursun’un Psikolojik yapısı: Kişinin karakteri ve yapısının çocukluk devresinde aldığı eğitim ve ailesinin tavrı ile yakından alakalı olduğu bilinen bir gerçektir. Aşağıda alıntı yaptığımız bölümler Doğu Perinçek’in karısı Şule Perinçek’in Turan Dursun’la yapılan röportajından alınmıştır. Bu onun nasıl bir ruh yapısı içerisinde olduğunu gösterecektir sanırım. (Not: Cümle bozuklukları ve düşüklükleri aynen alınmış, hiçbir düzeltme yapılmamıştır.)Doğu’da medresede okudukları yılları anlatan Dursun şöyle diyor: 1- “….en az 40-50 öğrenci olurdu. yatar kalkarlardı. Romanımda orada homoseksüel olayların bulunduğunu da belirtiyorum. Erkek çocuk denmez. Çocuk yaşta olan yalnızca ben vardım. yani en az 13-14 yaşında. 25-30 yaşlarında olanlar da vardı. Çeşitli basamakta olan mollalar…” Öğrenciyken talebeler arasında homoseksüel ilişkiler olduğundan bahseden Dursun acaba aktif yada pasif olarak bunlara katılmış mıdır? Kitaplarında yazdığı Peygamberin cinsellikle ilgili yazılarında bunun bir etkisi olmuş mudur? 2- “…tanrı ile kavga ederdim….” Don Kişotvari bir tavır sergileyen Dursun Allah’la ile iplerinin kopmasını da şöyle açıklar; “allah'la kavgam ondan. rüyamda allah'ı görmüştüm. bir söğüdü yontuyordu. bir ayağını söğüdün aşağısına koymuş, bir ayağını yukarısına. dallarını falan yontuyor. herkes çevresine toplanmış. ben bir fırsatını buldum, sokuldum. "kim bu?" diye sordum. allah, dediler. "peki, söyleyeceklerim var" dedim. önce kızmaması için yemin ettirdim. yemin etti. "valla billa kızmam" dedi. "ben senin yaptığın işleri beğenmiyorum, ben. senin yerinde olsam bunları yapmazdım. madem cenneti yaratacaktın, bu dünyayı niye yarattın'? sonra safi'yi çok güzel yaratmışsın. sabo, safi'nin ablası çocuk felci mi geçirmiş nedir, küçükken yatalak olmuştu. çok üzülüyordum, acıyordum,"neden öyle yaptın" dedim. böyle bir tartışmamız olmuştu. o zamanlar 10-11 yaşlarındaydım. kargalık' taydım..” 7 yaşındayken aşık olan kahramanımız Dursun, daha sonra bir de kargalık köyündeyken (herhalde Ağrı/ Tutak/kargalı köyü olsa gerek) Safi diye bir kıza aşık olmuş, aslında kız onu ayartmışmış. Rüyasında Allah’a, Safi’nin, “çarpık çurpuk” olan ablası Sabo’nun hesabını sormuş, Tanrıya kızmayacağı konusunda da yemin ettirmiş. Ha birde tanrı oturmuş bir ayağını söğüdün aşağısına, diğerini de söğüdün yukarısına koymuş söğüt yontuyormuş. Bozulmuş Tevrat’ın, Yakub peygamberi Allah’la güreş tutturmasından çok etkilenmiş anlaşılan. Dursun, biraz akaid okusaydı dediği şartlarda Allah’ın rüyada görülmeyeceği, onun şeytan olduğunu anlardı. 3-Kendisini ayartan (!) sevgilisi Safi, buna epeyce tecrübe kazandırmış anlaşılan. “…sevgili olmuştuk. kız beni ayartmıştı. ailesi bizim evlenmemizi istiyordu. küçüklükten, yani dokuz yaşını buldun mu, şeriata göre evlendirilir. kız dokuz yaşına geldi mi tamam. kız beni hep ayarttı. Bazı şeyleri ben bilmezdim. kız soyun, işte şöyle, böyle", yani benim hiç bilmediğim şeyleri kız göstermişti o sıralar. epeyce ilişkiler, duygusal ilişkiler gelişmişti kızla aramızda...” Safi’yle hangi tecrübeleri yaşadığı bizce malum değildir ama okuyucu istediğini düşünmekte serbesttir. benim tek düşüncem var bu adamın psikolojisi dağılmış ve aklını sadece dini yalanlamaya vurmuştur. Düşündümde bunun yolundan gidenlerde böylemi olmuş 4-T.Dursun karısını “pek” sevmediğini ama onun kendisine olan ilgisinin çok ileri derecede olduğunu söyler. “…naime'yle pek sevişmiş sayılmazdık. hatta onu başkasına kaçırmayı bile planlamıştık. …ama genç sonradan vazgeçti” “…karı- koca bu duygularını zamanla yitirirler. karımın bu durumu sürmüştür. tabii çok nedenleri var. onun bu duygusal yoğunsallaşması, benim karıma daha da önem vermemi gerektirmiştir. önem verdim de ne yaptım? ayrılmayı hiç düşünmedim. başka sevdiklerim olduğunda onlara yönelmemişimdir…” Acaba başkasının kaçırmayı düşündüğü sonra da vazgeçtiği bir kadınla evlenmenin ve evliyken de başka kadınlara âşık olmasının, yazılarında “Peygamberin evlilikleri ve cinsel yaşantısını” araştırmaya yönelmesinde bir ilgisi var mıdır? Ciddi bir psikologun araştırmasında yarar var. 5-Karınızın Dini inancı var mı? Sorusuna bakın Dursun ne cevap veriyor: “…dini inancı tümden yok denebilir mi, bilmiyorum. yalnız yıllar önce babama "efendi baba, allah, allah diyorsun ama ben senin oğlunu allah'tan daha yüksek görüyorum. allah o kadar iyi olamaz" demiş. babam "hadi, oradan hınzır oğlu hınzır" demiş kovmuş yanımdan, yıllar önce derdi ki: "bu peygambere inanmıyorum. ama allah'a inanıyorum. ama sen inanmıyorsun. 'herhalde yok yoktur' diye düşünüyorum o zaman. allah senin gibi bir insanı nasıl cehennemde yakar. Öyleyse yoktur." Şimdi düşünüyorum kırıntıları filan vardır…” Karısı tarafından Allah’tan daha yüksek görülen, babası tarafından çok sevilen ama daha sonra babasıyla tüm ilişkilerini kopararak nasıl bir evlat olduğunu gösteren bir profil var önümüzde. 6-T.Dursun, karısını döver miydi? “…molla döneminde ilk zamanlarda oldu. onun üzüntüsü her zaman yoğundu. fakat bu durum çok sürmedi. o bir dönemdi. Bu böyle olurmuş dedim. babanız annenizi döver miydi? çok, çok... o bir gelenek gibiydi…” Babasının annesini sıkça dövdüğü ve kendisinin de “bir dönem” karısını dövdüğünü söylediği “dönem”in ne kadar olduğu konusunda bir bilgi kendisinden maalesef ulaşmamıştır. Bir yıl mı, beş yıl mı on yıl mı…? Zaten “bu böyle olurmuş”(?) ne önemi var canım! “Molla döneminde ilk zamanlarda oldu” diyerek zekice(?) topu auta attığını zannediyor Dursun. Sanki eşini dövmesini aldığı dini eğitim emretmiş. Hz. Peygamberin eşlerin dövülmesini yasakladığından da haberi yok bunun. Yoksa var da söylemek işine mi gelmiyor? 7-Hiç tarikata girdiniz mi? Sorusuna verdiği cevap: “…hayır. bir ara saidi nursi'ye sempatim olmuştu…” Zavallı yazar, Saidi Nursi’nin bir şeyh ve nurculuğun bir tarikat olmadığını hatta Saidi Nursi’nin tarikata karşı olup, “zaman, tarikat zamanı değildir.” Dediğinden ve cemaatlerden bi-haber. Zaten onun yolundan gitmeye devam etseydi şuan çok farklı yerde olurdu. 8-Halkın komünist müftü demesinin doğruluğu ne kadar onu da kendisinden öğrenelim. “…Tarık zafer tunaya'nın başkanı olduğu devrim ocakları'nın kurucuları arasındaydım…” Bunları röportaj yaptığı Şule Perinçek’in kocasının dergisi 2000’e doğru da ilmi (!) yazılar yazdığından mı böyle demiştir bilemiyoruz. 9-“…Türkiye gençlik teşkilatı'nın bana bir çağrısı, önerisi olmuştu. götürelim, papa ile tanıştıralım demişler "madem papayla konuşacağım, o Hıristiyan. biz de Hıristiyanlar konusunda birtakım şeyler biliyoruz ama İslam’ın aktardıklarını biliyoruz. acaba bunların kendi kaynaklarında ne diyor? onu öğrenmeliyim ki konuştuğum zaman daha güçlü olarak konuşayım" Katoliklerin lideri Papa Vatikan’da oturur normal birisinin görüşmesi mümkün olmadığı gibi, görüşebilecek konumda olanlar da en az iki ay önceden randevu alması gerekir. Din etnologu olan zavallı Dursun, Papa ile papaz arasındaki farkı bile bilmekten aciz. 10-“…hafızlar kuran'ı ezbere bilir, ama hafız hangi ayetin nerede olduğunu, hangi konuda hangi ayet olduğunu bilemez. ama ben hemen bilirim…” Breh breh! T.Dursun, hafız değil ama Kuranı ezbere bilen hafızlardan daha iyi biliyor. Hem hangi hafıza hangi ayeti sorsanız hangi cüz hangi sayfada olduğunu hemen bilir. İnsan acaba Dursun hayatında hiç hafızla karşılaşmış mı diye sormadan edemiyor. 11- Allah’la ilk kavgasının bir rüya ile başladığını söyleyen Dursun; “ben peygambere inanmıyorum, ama allah'a inanıyorum".o bir süre sürdü. ama çok uzun değil…” diyerek çelişkinin en güzel örneğini sunmuş çünkü yaptığı olağanüstü(!) deney evlilik yıllarında olmuştur. “…deneyler yaptım kendi kendime, tanrının olmadığına ilişkin. önce tanrı varsa, bu tanrı muhammed'in tanrısı değildir diyordum. olamaz ama, acaba bu tanrı ne iş yapar? varsa ne yapar? önce var mı? rastlantılar üzerinde durdum. rastlantı öğeleri üzerinde durdum. evde, karım gene şaşırmıştı. "sen delirdin mi" demişti….” Bütün Bilimselciler Böylemidir.12-Dursun’un yaptığı bilimsel deneyi neymiş şimdi görelim: “kovaya su doldurdum. süpürgeyi alıp batırdıktan sonra duvarlara rasgele serptim. baktım. bakıyorum duvarlarda çeşitli biçimler oluyor. insan resmi, hayvan resmi, ağaç... kuruyor. ben bir daha serpiyorum. Kadıncağız orada öyle bakıyor. "ne yapıyorsun sen" diyor. "neden yapıyorsun?" allah var mı, yok mu onu bulamaya çalışıyorum" dedim. anlayamıyordu, (niye anlayamıyorsa “ama ben senin oğlunu allah'tan daha yüksek görüyorum” diyen bir kadın buna niye şaşar?) suyla süpürgeyle duvara serpmeyle allah'ın ne ilişkisi var. onlarla bir kanıt bulmuştum. bu duvarlarda çeşitli resimler oluşuyor. hayvan resmi. gerçi süpürge benim elimde, su da. suyu serpen de benim. ama o biçimler benim irademden kaynaklanmıyor. rastlantısal oluyor. (amabu adam hem cevabı kendisine cevabı veriyor sonrada işine gelmeyip kaçıyor) eğer benim irademden kaynaklanıyor olsa, aynı biçimleri bir daha yapabilmeliyim. Aynı biçimde serpiyorum, başka resimler meydana geliyor. demek ki rastlantısal. öyleyse neden insanlar da evren de rastlantısal olmasın. pekala milyonlarca yıl içinde, biçimden biçime geçerek, değişerek. antropolojiyle de çok yakından ilgilendim. Bu allahlılık iki üç yıl daha sürdü. birden tümden o da silindi. o gelişmeler artık tanrının hiç olmadığı noktaya gelmekle sıçrama gösterdi. tanrıyı inkar etmek demiyorum, olan bir şey yok ki inkar edeyim. tanrının yok olduğunu bilme noktasına varmam, o sıçrama, birkaç yılımı aldı…” Yaptığı dünya literatürüne girecek deneyde süpürgeyi elinde alan varlık, süpürge yerine resim fırçası alıp şövaleye bir kâğıt koyup resim yapmaya kalksa daha doğru sonuç alır, “Kâinatta tesadüfe tesadüf edilmediğini” bulurdu. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız T. Dursun yazılarını nasıl bir haleti ruhiye içerisinde yazdığını bizlere göstermektedir. 13-“Sonunda bir kapı buldum” diyor Dursun kitabının önsözünde, " 2000'e Doğru dergisini çıkaranlar açmıştı bu kapıyı. Saçak dergisi ve sonra 2000'e Doğru. "Ohh"! Ne güzel bir olay. Artık, İslâm'daki özel deyimiyle "mesail-i müstetire"yi, yani dince "kapalı kalması gereken konular"ı gün ışığına çıkarabilecektim. Ve koyuldum. Bildiğiniz gibi... Eğer bunlar “"kapalı kalması gereken konular”sa İslami kaynaklarda niye yer alsın? Müslümanlar gizli kalması, konuşulmaması gereken konuları, kâfirlere malzeme olarak asırlar önceden niye kitaplarına alsın? Güya aklınca, tarihte yapılmamış bir şeyi yaptığını söyleyerek 2000’e doğru dergisine dalkavukluk yapacak. Bunlarmı bizim Efendimizin ahlakına değinirler işte onların gerçek yüzü Bakın O Bazıları Ne Haldeler Dinsizliğin Kendini Yakan Ateşi İçinde Ateistler Tarihin En Kan Dökücü İsimlerinden Biri Olan Hülagu'yu Sitelerine Ad Olarak Koyabilmektedirler.Yeter Ki Din Düşmanlığı Olsun , Bağdat'ı, Oradaki Ünlü Kütüphaneyi,Halkı Yakıp,Yıkıp,Kılıçtan Geçiren Bir Vahşi De Olsan Tarihte Arap Müslümanlarını Yenmiş İlk Türk Olması - Belki De Gizli Faşistliklerini De Ortaya Çıkaran Bu Tercihleri İle - Ateistlerin Hülagu'yu Baş Tacı Etmeleri İçin Yeterli Kabul Edilebilmektedir...! E. Aydın'ın Gözü O Kadar Din Düşmanlığı İle Kör Olmuş Ki" Yeryüzünü Size Döşek Kıldık..." ( Yani Sizin Emrinize Amade Kıldık ) Ayetini " Bakın Döşek Düz Yere Kurulur , Kur'an 'Da Yerin Düz Olduğunu Söylüyor (!) " Diye Yorumlayabilmektedir Ateistler Müslüman Alimlerin Yazdığı Kitaplardan Alıntılar Yaparak İslam'a Saldırmaya Çalışırken , Objektif Olduklarını İddia Eden Bu İnsanlar , Aynı Kitaplarda Var Olan ,Başka Yerlerdeki İddialarına Cevapları İse Görmemezlikten Gelip , Kitaplarına Aktarmamaktadırlar...! Beyler Ateist Ya Her Seferinde Allah (Cc) Adı Geçince " Allah'ın-Varsa Eğer- Ve Onun Peygamberi Olduğunu İddia Eden Muhammed'in..." Diye Yazarak Seviyesiz Ve Edepsizliklerini İfşa Edebilmektedirler - Hadi Bir Kere Yazdın ,...Ama Aynı Sayfada Defalarca Durmadan Bu Tür Tekrarlamalar , İçlerinde İslam'a Karşı Var Olan Nefret Ve Hoşgörüsüzlüğün Dışa Yansımasından Başka Bir Şey İfade Etmemektedir! Ya Şu Cümlenin Mantıklı Ve Saygıdan Vazgeçtik, Seviyeli Bir Tarafı Var Mı ?: " Muhammed'in Okur-Yazar Olması İhtimali De Var.. Muhammed, Okur-Yazar Olmasa Bile, Kör Ya Da Sağır Da Değildi ,..." Ya Her An Yeni Yeni İlmi Hakikatleri Ortaya Çıkan Kitabı - Haşa- Hz. Muhammed'in Yazdığı İftirasına Ne Demeli ...?! Hele - Haşa -Peygamberimizin "Kölelerden " Öğrendikleri İle Kur'an'ı Yazdığı İddiası Ne Kadar Mantıklı..?Kur'an'ın Yazılması,Nuh Tufanı- Gılgamış Destanı Benzetmelerinin , Kur'an'ın Tevrat - İncil'den Alıntı İle Yazıldığı İftiralarının Cevapları Sitemizde Mevcuttur! Ya Yazarın Merak Ettiği Sorulara Bakar Mısınız ?:" .. Hangi Tarihte,...Aralarında Ne Kadar Yaş Farkı ,...Kıyafetleri Nasıldı?,...Meyvenin Adı Neydi?,...Ne Kadar Yaşadılar? Kaç Yılında Öldüler? Eger Siz Allah-Varsa Eğer- Olsa İdiniz:....Ya... Yoksa ... :Soru Diye İleri Sürdüğü Tüm Soru-İftiraların Cevabı Kur'an'da Olduğu Halde O'nu Tarafsız Okumadığı İçin Komik Durumlara Düşmektedir Kendi Oluşturduğu Girdap İçinde Boğulan Sayın Yazar. İslam'a Düşmanlığı Bakın Yazarı Ne Hallere Düşürüyor , İslam Domuz Etini Yasakladı Ya ! : "Kaldi Ki, Domuz Besiciligi Karli Bir İstir. Domuz, Bir Yilda 15-20 Yavru Dogurur Bir Senede. Bir Domuz, Kesilme Zamanina Bir Seneden Kisa Surede Gelir.Kesilme Zamaninda 150 Kilo Tartar....Bugun, Et Fiyatlarinin Yuksekligi Karsisinda Yeterince Et Alamayan Kisiler, Domuzun Pazara Girmesi İle, Daha Ucuza Daha Cok Et Alabilirler... Şimdi Dikkat ! Bakın Şu Domuzun Yaptıklarına " Abd Ve Avrupa'nin Onde Gelen Gelismis Ulkelerinde, Domuz Eti Bol Miktarda, Salam, Sucuk, Sosis, Lop Et Olarak Tuketilir. Ve, Bu Ulkelerin İnsanlari, Daha Gelismis Daha Yapili Vucuda Sahiptirler, Daha Uzun Boyludurlar. Sporun Her Sahasinda Daha Basarili Olurlar, Cunku Daha Saglam Bir Vucuda Sahiptirler. Beyinleri De Daha İyi Calisir, Bilim-Teknik, Ekonomi Alaninda Daha İleridedirler. Ulkeleri Daha Gelismis, Daha Temizdir. Yollar, Evler, Arabalar, Evlerindeki Esyalar, Hersey.. Daha Gelismis Ve Daha Moderndir. (Bunlar, Akilli Olduklarini Gosteriyor). Cunku, Bu İnsanlar, Cocukluklarindan Beri "Yeterli Hayvansal Protein Ve Et" Tuketiyorlar. Bu Da Et Verimi Yuksek Domuz Sayesinde Oluyor...." Demekki Bizim Kalkınamamamızın Sebebi İlim,Okuma,Düşünme Araştırmama Eksikliği ...Değil Domuz Eti Yemememizmiş!?... Çok Yaşamanın Sırrı Da Çözüldü!:Spor,Yüksek Yaşam Standartları,Bilgi..Falan Değil : " Domuz Eti Yemeyen Islam Ulkelerindeki İnsanlara Gore Cok Daha Fazla Yasiyorlar. Demek Ki, Daha Sagliklilar. Demek Ki, Yedikleri Domuz Etinin Bir Zarari Yok.. Bilakis, Faydasi Bile Olabiliyor..Din Yasaklamis" Diyerek, Bilimsel Gecerligi Olmayan Kisitlamalarin Esiri Olmamak Lazimdir" Bilimsel Geçerliliğe Bakar Mısınız Lütfen?! Bir Yazısını Şöyle Bitiriyor Ateistimiz:"Degismeyen Tek Sey, Degisimdir." Bizde A. Eınstein'dan Alıntıladığımız Bir Söz İle Cevap Verelim : " Çağımızda Bir Önyargıyı Parçalamak ,Atomu Parçalamaktan Daha Zordur." Allah ( C C ) Taasuptan Kör Zindanından Bizleri Muhafaza Eylesin - Amin !- Gerçeği Ters Yüz Etmenin En Basit Örneği :Bizim İddiamız Hak Dinlerin Bozulması Putperestlik Ve Çok Tanrılı Dinlere Yol Açmıştır Olurken Yazarımızın Olaya Bakış Açısı İse - Her Seferinde Olduğu Gibi 180 Derece Terstir! :" Tüm Dinler Bir Masaldır. Günümüzdeki Tek Tanrılı Dinler, Çok Tanrılı Dinlerin Değişimi Sonucu Meydana Gelmişlerdir." Yazar Bir Yerde "Demek Ki Hadislere Yalan Karismis" Derken Daha Sonra O Uydurma Hadisleri Delil Gösterip İslam'a Saldırabilmektedir : "Özellikle "Türkler" İçin "Hadis"Ler Vardır. Türkler İçin Hiç De İyi Şeyler Söylemeyen Bu Hadisler,... Yine Yazardan İtiraf - Kendi Seviyesiz Diliyle Tabii -"Hadis Uydurmacilariyla Savasiyor Gorunenler, Uydurma Diye Nitelediklerini Toplamislardir Da. Bugun Elimizde Uydurma Hadislerin Toplandigi Kitaplar Vardir. Şu Hadisin Neresinde Irkçılık Vardır? : "Şu Da Kıyamet Alametlerinden: Kıldan(Keçe) Ayakkabı Giyen Bir Toplumla Vuruşup Öldüreşeceksiniz "Hazreti Resul Gelecekle İlgili Bir Haber Veriyor Ve Bu Aynen Oluyor , Araplar Müslüman Olmadan Önce Türklerle Savaşıyor,Burada Irkçılık Yok Aksine Kıyamet Alameti Var..!Ama Yazar Buradan Hareketle Hz. Resul'u "Türk" Düşmanı İlan Edebiliyor! Aksine Irkçılar Da Hz.Resul'un Ağzından Hadis Uydurup "Türkleri Öven" Hadisler Uydurmaktadırlar. Şu Mantığa Bakar Mısınız ?; -"Biz Her Peygamberi, Kendi Toplumunun Diliyle Gönderdik. İlle De Böyle Yaptık Ki, O Toplumdan Olanlara Anlatabilsin." (İbrahim Suresi, Ayet: 4.) Demek Ki, Kur'an'a Göre, "Tanrı'nın Elçisi"Nin Bir "Toplum"U Var. Şimdi Soralım, Ne İlgisi Var?Yazara Kalsa Allah ( C C ) Hz. Resul'u İlk Muhatabı Olan Arap Toplumuna Çince Konuşurken Mi Gönderecekti...?İlk Muhatap Çevresi Olan Kabilesi İdi Ve Onlar Anlayıp Değerlendirebilsin Diye Allah Arapça Olarak Kur'an'ı İndirmiştir! Kur'an Hz. Resul'e Hitaben " Seni Alemler - Yani Hem Tüm İnsanlara Hem Cinlere - Rahmet Olarak Gönderdik" Buyurmaktadır... Kur'an'da " Mekke" (Ümmü'l-Kura) Ve "Çevresi"'Ne Uyarıcı Olarak Hz.Resul'un Gönderildiğine Dair Ayetler Vardır; Neden , Çünkü İlk Muhataplar O Bölgedir...Daha Sonra İslam Yayıldıkça Tedrici Olarak , Kademe Kademe Hedef Kitle Genişletilir.Mekke'den ...Alemlere Rahmet Mesajları Yayılır.Ama Yazar Bu Tedrici Tebliğ Metodunu Kavrayamamakta Ve Bakın Ne Demektedir :"Muhammed'in "Tüm İnsanların Peygamberi", Kur'an'ın Da "Tüm İnsanlara Yönelik" Olduğunun Anlatıldığı Ayetler De Var. Kur'an'daki Nice Çelişkilerden Biridir Bu" Yazar Bazen Doğru Şeyleride Dile Getiriyor Ama Ne Yazık Ki Sonuç Olarak Yanlış Yerlere Varıyor :" Bu Sorular Elbette Kendiliğinden Oluşmuyor.Belli Ki Bazı Yobazlar, Bazı Kitaplar, Bazı Hocalar, Bazı İmamlar, Bazıları Bu Soruları Soran Kişilerin Kafasına Bunları Sokmuşlar Ve İnsanlar Kuşkuya Kapılmış. . . Bilmiyor , Bilmediğini De Bilmiyor; "... Ben De Diyorum Ki: Müslüman Erkek, Müslüman Olmayan Kadınla Evlenebiliyor Ama, Müslüman Kadın Müslüman Olmayan Erkekle Evlenemiyor. Bu Da İslamın Kadın-Erkek Eşitliğine Bakış Açısını Gösteren Bir Diger Örnek!.. Insan Haklarından Söz Eden "Türban"Lılar.. Ne Dersiniz? " İslam Başka Dinden Görüşten Olanların "Zorla " İslam'a Sokulmasını Yasaklar( "La İkrahe Fiddin": Dinde Zorlama Yoktur).O Nedenle Müslüman Bir Erkek Müslüman Olmayan Bir Kadınla Evlenebilir Çünkü Onu Müslüman Olması İçin Zorlama Diye Bir Şey İslam'da Yoktur, İslam'a Aykırıdır.Ama Diğer Din,Fikir Akımlarında Bu Hoşgörü-İnsan Hakkı Yoktur.Kadın Kendini Zorlayan Kocası Karşısında Zor Durumda Kalabileceği İhtimaline Karşı İslam - Çünkü Müslüman Olmayan Kocayı Sınırlayacak Allah Ayeti Gibi Kesin Bir Kısıtlayıcı Hüküm Yoktur Başka Din Ve Fikir Akımlarında - Allah Müslüman Kadınların , Müslüman Olmayanlarla Evlenmesine İzin Vermemiştir.Bu Kadın Erkek Eşitsizliği Değil , Tam Aksine Kadınların Korunmasına Yönelik Bir Hükümdür Kıyas Yeteneğinden Yoksun Bir Yazar; Soru( Diyanete Sormuş Bir Vatandaş):Mahkeme Kararı İle Boşanmış Eşler, Dini Açıdan Da Boşanmış Sayılır Mı? Cevap( Diyanetten):Mahkeme Kararı İle Boşanmış Eşler, Dini Açıdan Da Boşanmış Sayılır. Yazar;" Tam Bir Çelişki Daha.. Muhammed Zamanında Medeni Kanun Ve Mahkeme Mi Vardı?.."Ya Medeni Kanunlar İslam'ın Kuralları İle Örtüşmüş İse ...?Aah Yazar Ah ! Yazarın Düşün Sahibi Biri Olmamasına Bir Örnek DaHa : " Islamiyet Dinini Benimseyenlerin Arasinda Bu Denli Cogunlukta "Kör Cahil" İnsan Olmasi Neden? Eger, Islamiyet İnsanlara Fayda Saglayan Bir Din Olsa İdi, Kendisini Benimseyenlerin Bu Denli Cahil Kalmalarini Onlerdi. " İlk Emri "Oku " Olan,Düşünmüyor Musunuz, Aklınızı Ne De Az Kullanıyorsunuz!...Türü Yüzlerce Ayeti Bünyesinde Bulunduran Bir Kitaba İnandığını Söyleyenler,O Kitabın Gereğini Yerine Getirmiyorlar, Düşünüp,Araştırmıyorlarsa Suç Kimindir?Bir İnsan Doktordan Reçeteyi Alıp Okusa Ama Uygulamasa , Ölse ,Suç Kimindir.Yazara Göre Doktorun Ve Reçetenin !Binlerce Yıldır Sabun Var Ama Hala Pis İnsanlar Var, Suç Sabun Da Mı Sabuncuda Mı Alıp Kullanmayan,Veya Alıp Sabunu Kenara Koyan İnsanlarda Mı? İlaca Sahip Olmak Yetmez İlacı İçmekte Lazımdır! Yazarın Hala Evrim Teorisini Savunması,Üstadı T. Dursun'un Bir Süpürge Ve Bir Kova Su İle Tanrı Tanımaz Olma Öyküsü,Branşı Hukuk Bir İnsan İ.Arsel'in , Branşı Dışında Hadis Üzerine Bir Eser Yazıp Komik Hatalara Düşmesi ,Hz. Resül'ü Karalamak İçin Bilerek Yapılan Saptırmalar ( Mesela " İstersen Özgürsün,Malını Al Ve Git Veya Sana Evlenme Teklif Ediyorum Müslüman Ol Ve Benimle Kal " Cümlesindeki İki Teklifi Tek Cümlede Toplayıp " Benimle Evlenirsen Serbestsin (...!) Şeklinde Tek Cümlede Toplamaları...Vs , ), Yazarların Ateizm İle Agnostizm Arasında Gidip Gelmeleri, Yazar Ve Bu Tür Taifenin Ön Yargı,Taasup Ve Bilgisizliklerinin İz Düşümlerinin Doğal Sonucu Olmaktadır. Bilmeyen İnsan Bilmediğini De Bilmeli En Azından Tarafsız Olmalıdır Hedefe Yolusuz Gidilmez T. Dursun'un yazıları bir metoda mı dayanıyor? Yoksa (Don Kişotça) bazı itilimlerden doğan tepkiler midir? İslami kaynakları değerlendirmede hiçbir metoda dayanmayışı, İslam'ın temelinden olmayan (İslam’ın temeli Kuran ve ona uygun rivayetlerdir) kitaplardan eleştirebileceği parçaları alışı; buna karşın işine gelmeyen bölümlere gözünü kapayışı onun tepkisel olduğunu gösteriyor. Buna birkaç örnek vermek istiyoruz; 1) Şeytan ayetleri masalını anlatırken; "Olayın kalan bölümü, sayılamayacak kadar çok hadis ve tefsir kitaplarında var" (Din Bu I: s101) diyor. Halbuki sayılamayacak kadar çok dediği 3-4 kitabı geçmiyor. T.Dursun ayrıca bu rivayetleri reddeden (Kadı Iyaz, Fahreddin Razi, Alusi, Kadı Beyzavi, Muhyiddin Arabi, İzmirli İsmail Hakkı, Muhammed Abduh, Muhammed b. İshak b. Huzeyme, Beyhaki, Şevkani, Kurtubi, Ayni vs.) birçok alimi yok saymıştır. 2) Ayetlerin geliş tarihine ilişkin kesin bir bilgi ileri sürülemez (s104) diyerek şeytan ayetleri masalını ispatlamaya çalışırken her nedense ayetlerin tarihine ilişkin kesin bilgi veren kaynakları unutuveiyor! 3) Arap dilindeki mecazi (benzetme, sembolik) kavramları, sanki anlamlarını bilmiyormuş gibi kasıtlı çevirmektedir. Mesela Allah'ın gözetlemesi demek olan "Allah'ın gözü" deyimini "insanın gözü gibi göz" diye tercüme etmiştir. 4) Eş kelimesini karı diye çevirerek okuyucunun zihninde olumsuz anlamlar uyandırıyor. Mekr kelimesini düzen yerine kasten tuzak olarak çevirerek yine aynı anlam saptırmasına başvuruyor. 5) Tefsirlerdeki bilgilerden işine geleni alarak farklı yorumları gözardı etmekte, hatalı bir tefsirde gördüğü hatayı, İslam’ın görüşüymüş gibi vermektedir. Mesela: Ayın yarılması konusunda (s217) İbnül Cevzi'nin tefsirini kendi yorumuna ters düştüğü için reddetmektedir. s230'da ise İbnül Cevzi'yi güvenilir bir müfessir olarak kabul etmektedir. Biz T. Dursun un bu "bilimsel!" yöntemli uygulamalarını objektif düşünme ve değerlendirme hassasiyetine zıt buluyor ve reddediyoruz. 6) Bazı konularda tefsirleri kanıt olarak bir hünermiş gibi sıralarken nedense
-
tabiki bunlar çoktur TURAN DURSUN ve onun gibiler çarpıtmalarıyla birlikte onlar sizinle birlikteler yam yam Aişeyle ilgili hususu sana ayrıca değinik. TURAN VE ONUN gibilerin çarpıtmalarını sunarak hiç birşey kazanamassın
-
canım kardeşm anlamadın galiba kader hakkında İslamın ne dediğini anlamak istiyormusn yada şöyle diyim kadaere inancın tammı(ki tam olsa budurumda olmazdın diye düşünüyorum) bak kardeşim kader konusunda bir önceki mesajımda da söyledim inancının zayıf olduğunu belirt senin sorularına bakalım bizi de günaha sokama belki kendiine göre inanıyosundur ama İslamdaki kaderi şartlarıyla kabul ediyormusun sen ondan haber ver boş olduğumuz an elimizden geldiğince aktaralım anlaştıkmı ?
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
dedimya yam yam kardeşim önemli olan akla sahip olamk değil onu kullanıp sonu ca bağlamaktır yazdığımın sana neyi ifade etttiğini çok iyi anladığını düşünüyorum ama nedense cevap yok yani kainatın tohumuda yokdiyorsun. Şimdi seninde buna cevabın kainatın tohumumu olur şeklinde olur heralde yazdığımda ne dediyorum kardeşim saen hayattaki her şei 5 duyu organınlamı algılıyorsun bir bilimselcinin bunu demesi kadar saçma bir şey olamaz. Kardeşim senin bütün duyguların bu dünyaya göre yetersiz Allahı görememenin nedenlerini de sunduk size. Hem bikez olsun düşün Alemlerin rabinin imtihda onu bulman için gönderdiği dünyada onu görebilmen nasıl bir durumdur yazdığımız cevapları okumak değil anlamaya çalışmak önemlidir. Ayrıca daha önce ele almayı gerek dumadığım hususu şimdi almaya çalışıcam kardeşim sana özel Bir kere seni düşündürmek için verilen misallerdeki cümlelere takılırsan idrak edemesin bahsettiğim örnekle sana şunu diyorum senin bütün duygularınsınırlı yanlızca onların üzerinden 1 i sana bunu açıklar yani senin yaptığını bir bilimden bahseden olarak yapman çok saçam çünkü demagojiyi yapan sensin çünkü akılla idrak edilmeyecek mevzuları akılla anlamya çalışmak bilgisizliktir.Yazdığım misalde bu örneklenir pekiya neden ağaç misaline bakmassın ben sana nedenini söyliyeyim tabiki iğneyi ustasız düşünmenden yada işine bu geldiğinden bak kardeşim akıl Allahın bilinmesini sağlar ancak şuna yetersizdir mahiyetini anlamassın yani farkındasındır ki anlamla mahiyet aynı şey değildir. ŞİMDİİ SANA DESEM Kİ KARDEŞİM bir insan fizik kanunu bile bilirmi bilir pekiya bu kanuna tabi olduğunun farkına var abilirmi varabilir peki ya onun mahiyetini anlarmı hayır anlayamaz peki ya güzel kardeşim insanın annesine sarılmasını anlaya biliriz ama o esnada yaşanan şefkatin mahiyetini hayırrrr anlayamayız bir bilimselci olarak neden anlamssın şaşırırm yaw bak kardeişm güzel kardeşmiz bilimselce daha önce demek istediğimi anlamayıp şunu demişti sevgi ve hayal gibi şeyler anlıyoruz onun için varlar. ruh hayal elektirik gibi hususların varlığı nasıl apaçık bir hakikat ise anların mahietlerinin bilinememesi o derece açıktır yani daha öncede dedim asıl demagoji akılla mahiyeti kavranamayacak şeylerin mahiyetini akılla aramaktır. Bunu yapan kişi sonuçta altından kalkamıyacağı bir yola sapar ve kendi kendini helak eder. Şrası bir gerçektir ki insan değil Allah(cc)ın zatını kendi ruhunu kendi hayalini kendi düşüncesinin bile göremez. Aklın Allahı mahiyeti mantıksal olarak ta çelişkilidir.Çünkü sınırlı olan sınırsızı kapsayamaz. Akıl ancak Allahın mutlaka olması gerektiğini varlığının zorunlu olduğunu anlar.Zaten yaratılma amacııda budur.Aklın görevi Allahın kainata yansıyan kudretini ve hakimiyetini ve yarattıklarında ortaya koyduğu sınırsız estetiği anlaman içindir.Allhın varlığı aklın nuru kalbin sezgisiyle görülür.Eğer akıl bu yolda kullanılmassa gaflete düşen ve helak olanlardan oluruz ki bun yapmak eczanede karpuz aramaya benzer. Bunu göremeyenler ise demekki gafletin içine dalmış ve çıkmak istemiyorlar çünkü gören de var tafsili imana kavuşan da.Eczane deki biçare olmamak lazım kurtuluş uzakta değil çok açıkkı bu dünyadan hızla gidiyoruz hızla birilerin sınaı bitiyyor ve yenileri geliyor hızla insan yaşlanıyor bir gün gelip süre doluyor ve berzah alemi orda gülen olamk için gururu bir tarafa bırakıp doğruya koşmak lazım. Allahın hidayeti üzerinize olsun -
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
bak kardeşim anladığım şu biz sorularınızı yanıtlayamıyacağız en iyisi biz sorup sizi sıkıştırmaya çalışalım bak bilimselci kardeşim Sen söyle bakalım (ya bak görüyonmu gene soru sruyo) din kendisini yalanlıyacak şeyi emredermi ? evet emredermi emretmez dimi pekiya din bu durumda kendini yalanlıyacak şeyleri yasaklamazmı? söyle bakalım yasaklamazmı (buralardaki din dediğim tabiki İslamdır ) bak kardeşim eğer yüce dinim İslamın bilim den bir korkusu olsaydı müslümanınada erkeğinede farz olmazdı bak Hz. Ali nediyor "Bana bir harf öğretenin kır yıl kölesi olurum" Eğer dieceksen ki şunlar yok okula göndermiyo bilmemne bak kardeşim diyeceksen hiçdeme çüünkü bu islamda yoktur. Bunu diyeceğin tahminini yürütmemin nedeni genelde yaptığınız yorumların bazı müslümanlarla ilgili olamsı kardeşm o onların hatasıdır hem herkes cennetlik olsaydı günahakr müslüman olmazdı. Şimdi bak kardeşim İslamda değil korkmak tam tersine farz kılımıştır çünkü bunu hakkıyla araştıran elbette Alllahı bulacaktır. Bak bunu gerçek bir örneği Bazı talebeler İslam alimi olan üstada gelip dertlerini açarlar dertleri ise şudur derlerki bizim hocalarımız tanrı tanımaz biz ise inananlardanız ve bize anlattıklarından inancımızın sarsılmsı tehlikesi var diyince üstad şunları söyler Siz Allah hakkında hocalarınızı değil onların size öğrettiği ilmi feni alın şüpheniz olmasınki o sizi Allah(cc) götürecektir. Peki düşün ilk maddeyi oluşturan alemlerin rabbi bütün bu kainatıda sebeplerin dışında yaratamazmıydı. Elbet yaratırdı ama o sana sebepler nmetini vererek ilmi geliştirmeni sağladı zira araştırma diye bir şey olmazdı. -
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
ahirzaman şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
dilku kardeşim kusuruma bakma sana yazılmış ama yazılmamış görünce yamadan edemedim hakkını helal et Bak kardeşm Allah(cc) ı kanıtladık cevapta ceremediniz.Biz şuyum deyip size yönelttiklerimizi atladınız.Gördünse götür demişsin bak kardeşim görmek demek burnunu aralarına almış olanlarla görmek demek değildir. Bunu daha öncede belirtmiştim İnsandaki 5 duyu organı ne sadece tek 1 i yeter nede beşi birden bunu inkar eden bütün manevi duyguları inkar etmiş sayılır. Bak kardeim görmek sadece gözle değildir bak bu sorunn cevabınada her zamn olduğu gibi biz götürmeye çalışalım Bak kardeşim sana diyorum ki çalan telefona baktığında karşındakinin sadece sesiyle onu anlya biliyorsun ama sana sorsalar onu görmediğini söyliyeceksin hiç kimse sana espirinin dışında görmeden nerden biliyosun diyomu ayda tadına baktığın yemekde tadını anlıyor ve sana tadı sorulduğun da cevap veriyorsun öyldeğilmi peki ya bunu gördünmü Bak kardeşim çiçeği kokladığında aldığın kokuyu o aciz gölerin bunu göre biliyormu anladığın gibi (inşallah) sadece gören göz değildir.Sein o bahsettiğin görme daha bir yemeğin tadını görmek ten daha aciz öyle değilmi. bak kardeşim Allahı görmek ise senden çok farklı şeyler ister bunu da sana sunmaya çalışıcam bak kardeşim sen bir ağaca sadece bakasan gördüğün nedir? bir ağaç gördüğün peki yi bu mevzuya aklını da katsan göreceğin nedir? o bir ağaçtır ve maddedir ve mutlaka çeşitli sebeplerle oluşması gerekir peki ya hem gözünle bakıp hem aklını kullanıp hemde düşünce dünyanda bunu bir sonuca bağlama yeteneğini kullanırsan ne olur hem ağacı görürsün hem onu n sebebi olan tohunu hemede o tohumu mutlaka buna yetecek birinin tohumu atması gereği işte adını öne sürmekle olmuyor iş onu kullanmakta rabbinin apaçık delillerini görmüyormusun -
KUR'AN'DA TEKRARLAR LİSTESİ
ahirzaman şurada cevap verdi: yam_yam başlık Dini Konular - Din - Dinler
kardeşim tam olarak anlamadım ama kastın tekrarlar yerine bir kez yazılmasındaysa emin ol hata yaparsın bu tekrarların neyi ifade ettiğini bir kendin araştır. Rabbimiz bütün dünyayı yarattıda hangi ayetin gerkli olduğunu anlamadımı elbette bununda bir mucizesi vardır ki var zaten -
Hz. Aişe validemizden yapılan bir rivayet "Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken "onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!" mealindeki (kamer s. 46) ayet inmişti... (Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi)" Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre yukarıdaki iddianın doğru olması mümkün değildir.Olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında(veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir.Ayrıca Kız kardeşi Esma ; Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden, Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir.Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur. Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir: Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine müslümanlığı sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) islamı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, islamın alenen duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen açıklanıp müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. Yani değil Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi , daha önce evlenecek çağa gelmişti, nişanlandı , zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir'in Müslüman olması bu işi bozdu...Daha sonra da Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti...Sıcak ülkelerde çocukların erken gelişip, olgunlaştığı düşünülünce - Günümüzde bile Mısır'da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına girdiği - yani Mısır'daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye'deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı - düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir!Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin vefatı esnasında İse 27 yaşında idi. Peygamberimizden sonra da 48 yıl yaşamış ve hicri 58. yılda ve 74 yaşında vefat etmiştir. Sondan başa doğru gidersek 74 ten 48 i çıkartıp kalandan da evli olduğu yılı çıkartınca evlendiği yaşı bulmuş oluruz. 74 – 48 = 26; 26 – 9 = 17 kalır ki yaklaşık 17 veya 18 yaşında evlendiği gerçeği ortaya çıkar...Sahihi Buhârîye göre, Hazreti Âişe, Kur'anın Mekkeli âyetleri gelirken oyun çağındaydı. Bu yaştayken, kendisi «Kamer» Sûresinin nazil olduğunu söylüyor. Kur'arun 54 üncü Kamer sûresi, Mekkeli sûrelerdendir. Bu sırada Rasûl-i Ekrem «Erkam»ın evinde bulunuyordu. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. «Bakare» ve «Nisa» sûreleri vahyolunurken, Hazreti Âişe, Rasûl-i Ekremin zevcesi bulunuyordu. «Bakare» sûresi, Medine devrinin ilk zamanlarında. nazil olmuştu. Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı: (Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010.)Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu.Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikahlandığı hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikitlere aykırıdır.Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma'nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişenin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır.Batıyla ilgili forumun 'toplum' kategorisindeki 'Başörtüsü, İdeolojiler, Çözümler' ve 'Demokrasimize Çifte Saldırı' başlıklarındaki tartışma izlenebilir.18 yaşı ise Arabistan bölgesindeki ortamda kız çocukların daha çabuk ergenlik çağına vardıkları göz önünde bulundurulduğunda, çok erken bir evlilik yaşı olarak asla değerlendirilemez. Bugünkü ortamlar için de 18 yaşı erken sayılmamaktadır. Canlar haisleri ve ayetleri çarpıtan nasipsizlerin bazı kitaplarıda var bunlar kelime anlamlarını değiştirerek yapılan oyunlardır biraz ararsanız bulacaksınızdır.Hadisleri ve ayetleri inkaretmeyin inançsızların yüklettiği manayada hemen katmayın şüphesiz onlar yanlış yoldalar onlar okudukları kitabı yazanlar zaten nasipsizin tekidir.
-
suheda kardeşim eline sağlık zannedersem taurusmutis kardeşiminde cevaplamama nedeni onların kabul etmek istememeleri kardeşim sen zaten biliyosundur da hatırlatiyim dedim hadiyeyi hediye olarak vermek her zaman geçerli değildir o sadece yapılan bağışlardır tabiki efendimizde bunları hak yolda kullanarak dağıtır. Ama hediyeleşmek sünettir. Bak aklıma ayrıca bir mevzu getirdin efendimiz(sas) bişey dağıtırken(yiyecek vs.)önce çcukalara verirdi. Ayrıca çocuklarınıza hediye aldığınızda önce kız çocuklarınıza verin çünkü onlar daha duygusal buyurmuştu. yam yam kardeşim yaptığın çok yanlış okuduğun kitaplar yanlış sana yapılan tercümeler yanlış kim bilir hayatında başka nelr yanlış aynı şeyi Aişe validemiz hakkında da yaptın ama sana kanıtladık eğer istersen daha genişinide açıklarız biiznillah şimdi bak kardeşim islamda yapılan fakirlere bağış vardı yanlız bu iman karşılığın dayapılmıyordu nitekim öyle olsaydı o kişi lerden böyle sahabeler çıkmazdı İslam girdiğii her yer hakkı götürmüştür öne sürdüklerinizi herşey saptırılmıştır ve bunlardan bir kaçını da fırsat buulunca bu foruma yazıcam kardeşim müslümanlar kıtlık taysa bütün müslümanlar kıtlık tadadır. Üstelik efendimizin evlenmesinin genel nedeni onları himayesi altına almak içindi o şehvete yenik düşen biri değildi Efendimiz peygamber olmadan önce isteseydi evlenirdi hemde yaşıda çok genç olurdu öyle değilmi onun için böyle olması daha iyi değilmiydi sizin dedşiğin gibi olsaydı evet ama o bunu yapmadı hadi diyelimki bunu inkar ettiniz peki ya hiç düşünmezmisin müşrikler ona neler neler önerdilerde onun hizasından zerre kadar sapma olmadı o isteseydi nefsine hizmet edemezmiydi Ne Kadar iyi bilinirse bilinsin bir erkek dul bir kadının evine arada bir bile olsa ve kadınlar 50-55-65 yaşında bile olsa dedikodu çıkar özellikle bu gün bile hatası aranan bir uyarıcı olursan... HZ. MUHAMMAD’E düşmanları(HAŞA ) “ DELİ, CİNLENMİŞ , YALANCI... “ dediler ama hiç bir düşmanı dahi ona " ŞEHVET DÜŞKÜNÜ , ÇIKARCI, RÜŞVETÇİ , ..." diyememiştir.. Özellikle bu konuda düşmandan iyi şahit mi olur..
-
yam yam kardeşim taurus kardeşime katılıyorum ayrıca senin yaptığın yorum sadece onun aç olma durumu değildi senin yazdıklarında kasıtın nedir bilmiyorum ama mesajını yazdıktan sonra değil baban dünyada en çok sevdiğin varlık neyse ona yazılıyormuş gibi bir oku ondan sonra yaz çünkü karşılıklı yazılan mesajlardaki saygıyı yitirteceksindir.
-
Yemeklere Niçin Tuz katılıyor? Beslenme yoluyla dışarıdan aldığımız karbonhidrat, yağ ve proteinler, beden şehrinde işletilen fabrikaların çalışması için gereklidir. Biyolojik fabrikalardaki kimyevî hâdiselerin sağlıklı şekilde gerçekleştirilmesinde, suya, çeşitli vitamin ve elementlere önemli vazifeler yüklendiğinden bunların dışarıdan düzenli şekilde alınmasına ihtiyaç vardır. Bu maddelerin bağırsaklarımızdan kana geçmesi için gerekli biyo-fiziko-kimyevî mekânizmalar da bağırsaklarımıza yerleştirilmiştir. Meselâ, besin maddelerinin tamamının israf edilmeden kana geçmesi için, bağırsaklarımız mükemmel bir mimaride yaratılmıştır. Emilim yüzeyinin artırılması için bağırsakların içinde bağırsak boşluğuna doğru yaklaşık bir cm uzanan Kerkring isimli kıvrımlar inşa edilmiştir. Ayrıca bu kıvrımların üzerine bir mm uzunluğunda eldiven parmağı şeklinde birbirlerine bitişik dizilmiş ve yüzeyi bağırsak epitelyum hücreleri ile döşeli villus adı verilen uzantılar yerleştirilmiştir. Her bir epitelyum hücresinin bağırsağa bakan tarafı yaklaşık 200 adet mikrovillus adı verilen ince uzantılarla süslenmiştir. Kerkring kıvrımları, villuslar ve mikrovilluslar hepsi birlikte yaklaşık 250 m2 gibi geniş bir emilim yüzeyinin teşekkülüne, bir başka ifadeyle bağırsakların emilim yüzeyinin 600 misli artmasına vesile olmaktadır. Rabb'imizin sindirim sistemine yerleştirdiği bu azamî tasarruf mekânizmasının (geniş yüzeyin) hikmeti, besin maddelerinin tamamının hızlı bir şekilde emilmesi ve israfın önlenmesidir. Yemeklere niçin tuz atarız? Bağırsaklarımızda emilimin mükemmel seviyede gerçekleştirilebilmesinde tuza önemli vazifeler yüklenmiştir. Bir lezzet vesilesi olan tuz, gıdaların tüketiminde ve iştahı açmada önemlidir. Haşlanmış bir et veya patatesi, tuzsuz yemekle, tuzlu yemek arasında lezzet bakımından büyük fark vardır. Yemeklere tuz atmak sadece tat açısından mı önemlidir? Yoksa bu tat duyusunun arkasında vücuda gerekli başka hikmetler de var mıdır? Tuz, sodyum ve klor elementlerinden meydana getirilen bir bileşiktir. Tuzdaki sodyum, karbonhidratların yapı taşları olan basit şekerler ve proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerin kana emilebilmeleri için gereklidir. Dolayısıyla, yemeklere tuz atılmazsa önemli besin maddeleri olan karbonhidratlar ve proteinler kana geçemez, bağırsaklarda emilmeden dışarıya atılır ve önemli besin maddeleri israf edilmiş olur. Bağırsak iç yüzeyini örten epitel hücrelerinin zarına glikoz, galaktoz ve aminoasitlerin tutunması ve bağırsak boşluğundan hücrenin içine alınması için taşıyıcı proteinler yerleştirilmiştir. Bu kargo proteinler vasıtasıyla besin maddeleri, önce epitel hücresinin içine alınır; bir sonraki adımda, hücrelerden kana taşınır. Bağırsak epitel hücrelerinde bulunan taşıyıcı proteinlerin iki adet alıcısı (reseptörü) vardır. Bu reseptörlerden birine glikoz, galaktoz veya aminoasitlerden biri; diğerine ise sodyum bağlanır. Eğer bağırsak boşluğunda glikoz, galaktoz ve aminoasitler olduğu hâlde sodyum yoksa, bu besin maddeleri kana geçememektedir. Bunun tersi de doğrudur. Bağırsakta sodyum var, fakat bu besin maddelerinden herhangi biri yoksa, yine sodyum emilemez. Sodyum elementinin kana geçmesi, şeker veya aminoasitlerin varlığına bağlı kılınmıştır. Kolera ve dizanteri gibi hastalıklarda kusma ve ishale bağlı olarak, vücuttaki su miktarı azalır, tansiyon düşer. Nihayetinde damarların içinde kan devr-i dâimi devam ettirilemez. Çocuklarda yaz ishallerinde gözlenebilen bu dolaşım şoku, kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle neticelenebilir. Dolaşım şokunun tedavisinde vücuttaki su miktarının artırılması hedeflenir. Suyun vücutta, özellikle damarlarda tutulabilmesi, tuzun bağırsaklardan kana düzenli olarak geçebilmesine bağlıdır. Tedavide tek başına su içirilmesi yeterli değildir. Tuz ve onun emilebilmesi için bağırsaklarda şeker ve/veya aminoasitlerin bulunması şarttır. Bu yüzden ishal tedavisinde kullanılan ishal tozunun içinde hem tuz, hem de şeker bulunur. Tansiyon düşüklüğü durumunda da hastalara tuzlu su yerine, tuzlu ayran tavsiye edilir. Çünkü ayranda bulunan aminoasitler, tuzun ve suyun emilmesini sağlamaktadır. Açken veya bağırsaklarda besin maddesi bulunmadığı zamanlarda su içilirse, bu suyun çok büyük bir kısmı kana geçemez. Belki de suyun midede israf edilmemesi için, mide veya bağırsaklarımız boşken su içmeye ihtiyaç duymayız, duysak bile fazla içemeyiz. O zaman yemeklerden sonra su içme ihtiyacının ortaya çıkmasının hikmeti, yemeklerden sonra içilen suyun; hem mide ve bağırsaklarda sindirimi kolaylaştırmaya, hem de besin maddelerinin kana geçmesine vesile olmasıdır. Tuz sadece lezzet vesilesi mi? Tuz, sadece lezzet almamıza vesile olan bileşik değil, besinlerin kana geçmesini sağlamada vazifelendirilmiş önemli bir moleküldür. Tuzun hem bir iştah vesilesi, hem de beslenmenin temel şartı olması, tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Yüce Yaratıcı, tuzu sadece lezzeti duymamıza vesile olan tat duyusu için yaratmamıştır. Meselâ, ayran veya haşlanmış patatesteki besleyici moleküllerin bağırsaklardan emilmesi, sebepler plânında tuzsuz mümkün olmadığından, Rezzâk-ı Kerîm, beden sağlığının devamlılığında önemli olan tuzu, insanların besinlerle birlikte almalarını teşvik etmek için, ona lezzet ve tat verme görevi de yüklemiştir. Zevk ve lezzetler, bu hissi işleten uyarıcılardır. Yemeklere tuz konulmasının hikmeti, bağırsaklardan besinlerin emiliminin sağlanmasıdır. Tuz ve metabolik sendrom Metabolik sendrom, asrımızın önemli problemlerinden biridir; bu sendromun içinde şişmanlık, şeker hastalığı, damar sertliği, yüksek tansiyon, kalb yetmezliği ve damar tıkanıklıkları gibi birçok hastalık mevcuttur. Şişmanlık, şeker hastalığına, damar sertliğine, yüksek tansiyona, damar tıkanıklıklarına, kalb krizlerine ve kalb yetmezliğine sebep olmaktadır. Tuz kısıtlaması, şişmanlık ve yüksek tansiyon tedavisinde başvurulan bir tedavi şeklidir. Tuzsuz alınan gıdalar yukarıda anlatıldığı gibi bağırsaklarımızdan yeterince kana geçemez ve kişinin zayıflamasına yardımcı olur. Besinlerde bulunan karbonhidratlar vücutta yakılamazsa, yağlara dönüşmekte ve yağ şeklinde depo edilerek şişmanlığa sebep olmaktadır. Tuzsuz diyet ile şişmanlamanın önüne geçildiği gibi, şişmanlıkla ortaya çıkan yüksek tansiyon düşürülmekte ve diğer bazı hastalıklar önlenebilmektedir. Ayrıca tuzsuz yemek iştahı azalttığından, fazla yemek tüketimi engellenmektedir. Bu tespitler neticesinde, halk arasında 40 yaşından sonra üç beyaz zehir olarak görülen tuz, un ve şeker hakkındaki bilgilerin doğruluğu ve Rabb'imizin hiçbir şeyi abes yaratmadığı kolayca anlaşılmaktadır. Böbreklerdeki hikmetli işler Bağırsaklarda tuza bağlı emilimin benzeri, böbreklerimize de yerleştirilmiştir. Böbreklerde kan süzülüp temizlenirken, glikoz ve aminoasitler de kandan süzüntüye geçerler. İsrafın olmadığı vücut sistemlerinde, bunların tekrar kana geri emilmesi için böbrek tüplerinde bağırsaklardakine benzer emilim yüzeyini artırıcı çıkıntılar yaratılmıştır. Böbrek tüplerinde de bu kıymetli besin maddelerinin kana geri döndürülmesi için tuzda bulunan sodyuma ihtiyaç vardır. Böbreklerden besin maddeleriyle birlikte sodyum da süzülür ve bunlar birlikte emilirler. Bağırsaklardaki benzer mekânizmayla tüplerde bulunan glikoz ve aminoasitler geri emildiğinden sağlıklı kişilerin normal idrarlarında bu besin maddeleri bulunmaz. Bu o kadar hassas işleyen bir mekânizmadır ki, idrarda glikoz veya aminoasitlerin bulunması, şeker hastalığına veya önemli bir böbrek hastalığına işaret eder. Bağırsaklarımızdaki emilim işleminde, sadece sodyumun alınmasında enerji harcanır. Sodyumun emilmesine paralel olarak, glikozun, galaktozun, aminoasitlerin, bikarbonatların, klorun, suyun emilimi ile potasyumun ve hidrojen iyonlarının kandan bağırsağa taşınması gibi birçok işlem gerçekleştirilir. Enerji harcanarak yapılabilecek bütün bu işlemler, bir tek sodyumun emilmesine bağlanarak harika bir tasarruf sağlanmaktadır. Bikarbonata, kanın asit-baz dengesinin sağlanmasında dolayısıyla kanın asitliğinin azaltılmasında önemli roller verilmiştir. Kanın en önemli negatif yüklü anyonu olan klor, sodyuma elektriki yükle bağlandığından pasif olarak emilir. Potasyum miktarı, kanda fazla bulunursa kalbin durmasına sebep olabileceğinden, sodyumun emilmesi esnasında fazla potasyum vücuttan uzaklaştırılır. Hidrojen iyonlarının fazlalığı, kanda asidoza yol açabileceğinden, kandaki fazla asidin vücuttan atılması hayatî önem taşır. Tuz gibi bol ve basit bir yapıya sahip moleküllere yüklenen bu hikmetli vazifeler, hiçbir şeyin boş ve abes yaratılmadığını, her şeyin bir plân ve program dahilinde yürütüldüğünü akıl sahiplerine göstermektedir. Bu mükemmel fonksiyonlardaki dakik işleyişlere ait reaksiyonlar zincirinde her molekülün tam istenen yerde ve istenen miktarda bulundurulmasını hiçbir zaman akılsız ve şuursuz moleküllere veremeyeceğimize göre, bütün bu hikmetli süreçleri yerli yerinde yaratan Sonsuz İlim ve Kudret Sahibi’ni bir kere daha hatırlamalıyız. Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU HALA İNKAR MI EDİYORSUNUZ.
-
İslam dini terk edilebilirmi ?.
ahirzaman şurada cevap verdi: doğrucu davut başlık Dini Konular - Din - Dinler
xxxxxx davut hemen hemen her yazdığın aynı düzeyde sana tek bir cevap vahşi hint ve onlar gibi olanlar anlamak istersen anlarsın -
eee önce ben diyenin soracağı soruda bukadar olur. Efendimiz(sas) karnına iki taş bağlamadan kimseyi taş bağlatacak durumda bırakmazdı. Alemlere rahmetin Gül halini yüreğinde hissetmemiş olanlar bunu anlayamazlar İşte onu anmak onu anlamak onu yaşamak hakiki müslümanı hal hali ile göstermek isteyenlere Allah Resûlü, zâhidlerin en zâhidiydi. O’ndaki verâ, yani kaba mânâsıyla şüpheli şeylerden kaçınma, -o seviyede olmak şartıyla- ikinci bir insanda yoktu. O, bütün tavır ve hareketlerini, bu çizgiye göre ayarlamıştı. Allah’tan öyle korkardı ki, sanki kalbi duracak gibi olurdu.. o kadar hassas, o kadar duyarlı idi ki; gözyaşlarının akmadığı ve ürpermediği zaman çok azdı. O, coşarken âdetâ bir derya, dururken de umman gibiydi. Şimdi, hayatını bu çerçeve içinde geçirmiş bir insana, yukarıda arzettiğim âyetleri yanlış değerlendirerek, dünyaya temayül ve günaha meyil urbası biçmek, büyük bir saygısızlık ve korkunç bir aldanmışlıktır. Allah (c.c), O’nu öyle bir yücelik semâsına oturtmuşdur ki, yerde havlayanların sesi, O’na hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Nerede kaldı ki, attıkları çamur O’na sıçrayabilsin. Zira O’nun zühdü, takvası, Allah (c.c)’tan korkması ve günahlara karşı fevkalâde derecede hassas davranması, O’nun günah işlemeye meyli olmasıyla kat’iyen bağdaştırılamaz. İşte şimdi de kuşbakışı, O’nun bu derinliklerine temas etmek istiyoruz: Evvela zühd; dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse üzülmeme halidir. Bu hal, Allah Resûlü’nde doruk noktadadır. Bütün dünya O’nun olsaydı, her halde bir arpa tanesi bulmuş kadar sevinmezdi. Bütün dünya, bir anda elinden gitseydi, yine bir arpa tanesi kaybetmiş kadar üzülmezdi. O, dünyayı kalben bu şekilde terketmişti. Ancak bu terk, hiçbir zaman kesben de dünyayı terketmek değildir. Zira, kazanç yollarının en mantıkîsini ve en güzelini bize gösteren, yine Hz. Muhammed Aleyhisselâm’dır. O’nun kesben dünyayı terk etmesi veya insanları buna teşvik etmesi düşünülemez. Dünyayı terk, kalben olmalıdır. Buna en güzel delil de yine Allah Resûlü’nün kurduğu İslâm Site Devleti’nin, kısa zamanda dünyanın en zengin ve en güçlü devletlerinden biri hâline gelmesidir. Bir batılı düşünürün dediği gibi, Allah Resûlü’nün kurduğu bir büyük devletten, daha sonra tam 25 tane imparatorluk ölçüsünde devlet doğmuştur. Osmanlı Devlet-i Âliyesi bunlardan sadece bir tanesidir. Evet, zühdde temel düşünce bu olmalıdır. Allah Resûlü, peygamberliğin aydınlık iklimine adımını attığı andan, dünya bütün debdebe ve ihtişamıyla O’nun ayağının önüne serildiği âna kadar hiç tavrını değiştirmedi. Hatta O, dünyaya geldiği anda sahip olduğu mal varlığına, vefat ederken sahip değildi. Çünkü neyi var, neyi yoksa hep dağıtmış ve infâk etmişti. Bakın metrûkâtına, sadece birkaç keçi ve bir de hanımlarının içinde bulundukları küçük odalar. Onlar da yine millete ait sayılırdı ki, analarımız vefat edince, hepsi de mescide dahil edilmişti. Oraya giden herkesin de bilebileceği gibi, bu hücreler mescidin bir köşesine sıkışacak kadar dar bir yer işgal ediyordu.[1] 1. Hasır Üzerinde Yatması Hz. Ömer (r.a), bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna girdi. Efendimiz yattığı hasırın üzerindeydi ve yüzünün bir tarafına, hasır iz yapmıştı. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Hz. Ömer (r.a), bu manzara karşısında rikkate geldi ve ağladı. Allah Resûlü niçin ağladığını sorunca da Ömer (r.a): “Ya Resûlallah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken, (kâinat, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan) Sen, sadece kuru bir hasır üstünde yatıyorsun ve o hasır, Senin yüzünde iz bırakıyor. Gördüklerim beni ağlattı.” cevabını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer (r.a)’e şu karşılıkta bulunur: “İstemez misin, Ya Ömer! Dünya onların, âhiret de bizim olsun.”[2] Başka bir rivayette ise Efendimiz şöyle buyururlar: ما لي وما للدنيا ما أنا في الدنيا إلا كراكبٍ استَظلّ تحت شجرة ثم راح وتركها “Dünya ile benim ne alâkam var. Ben bir yolcu gibiyim. Bir ağaç altında gölgelenen bir yolcu.. sonra da orayı terkedip yoluna devam eden...”[3] O, dünyaya bir vazifeyle gelmişti. Duygu ve düşüncede insanlara diriliş solukları getirmiştir. Vazifesi bittiği zaman da dünyayı terkedecekti. Dünya ile bu kadar alâkasız bir insanın, dünya adına bazı şeylere temâyül edeceğine, ihtimâl vermek aklın kabul edeceği şeylerden değildir. Evet, O, asla dünyaya meyletmedi, ve O, hiçbir zaman inhirafa yelken açmadı... 2. Sadaka Hususundaki Hassasiyeti “Akşam yatmış, fakat sabaha kadar dönüp durmuş, bir türlü uyuyamamıştı. Sağına dönüyor, soluna dönüyor, “uf”layıp duruyordu. Sabah, hanımı sordu: “Yâ Resûlallah, bu gece rahatsız mıydınız? Çok ızdırap çektiniz.” Ve Allah Resûlü’nün cevabı şu oldu: Yatağımı hazırlarken, yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, Bizim evde sadaka ve zekat hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ızdırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü gözüme uyku girmedi.”[4] Sadaka ve zekat O’na haramdı. Ancak bu hurma, kendine ait hediye hurmalardan da olabilirdi. Hatta bu ihtimal, diğer ihtimalden daha kuvvetliydi. Çünkü O’nun hanesinde, sadaka veya zekat malları gecelemez, geldiği gibi dağıtılırdı. Şüphenin en küçüğüne karşı böyle davranan ve hayatını hep böyle hassasiyet içinde geçiren bir insanın, kesin haram olan bir işe yanaşması mümkün müdür? O, en küçük ve şüpheli bir şeyle dahi, ruh dünyasını kirletmeme mevzuunda fevkalade hassasdı. Böyle bir irade, nasıl olur da kesin bir günah karşısında gevşerdi? Hayır, O hiçbir günah karşısında gevşemedi ve ruhunda hiçbir günaha yol vermedi. Ruhu ve iradesi her zaman nezîhti, tertemizdi, öyle yaşadı ve Refîk-i a’lâya da öyle yükseldi. 3. “Beni Hûd Sûresi İhtiyarlattı” Hz. Ebû Bekir (r.a), Allah Resûlü’ne sorar: “Ya Resûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri cevap verir: شيبتني هود والواقعة والمرسلات “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Sûreleri ihtiyarlattı.”[5] Hûd Suresinde O’na: فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ “Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol.” (Hud, 11/112) denmişti. Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan, bu çizginin korunması isteniyordu... Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Resûlü’nü dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu... 4. Ahirete Bakışı Bir sahabi, evinde Kur’ân okuyordu. Aynı zamanda okuduğu Kur’ân, dışardan da duyuluyordu. Tam bu sahabi: إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالاً وَجَحِيماً $ وَطَعَاماً ذَا غُصَّةٍ وَعَذَاباً âyetlerini okurken, Allah Resûlü oradan geçmekteydi. Birden rengi sarardı ve diz üstü yere çöktü. Sanki âyetler, O’nu ırgalıyor gibiydi. Evet, O, bu âyetlerin tehdidinden öyle korkmuştu.[6] Bu âyetler: “Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azâb var.” (el-Müzemmil, 73/12-13) diyordu. Aslında, bu gibi ifadelerden hiç endişe etmemesi gereken birisi varsa, o da Allah Resûlü’ydü. Ancak O, bize edep, terbiye ve Allah (c.c) karşısında takınılacak tavır adına ders veriyordu... 5. Nazar-ı İlâhî Karşısında Efendimiz Bir gün Allah Resûlü bana: “Kur’ân oku da dinleyeyim.” dedi. Ben de: “Ya Resûlallah! Kur’ân Sana nâzil olup dururken, ben Sana nasıl Kur’ân okurum.” dedim. “Ben başkasından dinlemeyi severim.” buyurdular. Bunun üzerine Nisâ sûresinin başından okumaya başladımve: فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَـؤُلاء شَهِيداً âyetine gelmiştim ki “Yeter yeter!” dediler. Döndüm baktım, Allah Resûlü ağlıyor ve gözyaşları çağlıyordu. Kalbi çatlayacak gibi olmuş ve dayanamama kertesine ulaşmıştı.[7] Âyet, O’na, ahiretteki dehşetli bir tabloyu sergiliyor ve şöyle diyordu: “Her ümmetten bir şahid, seni de bunlara şahid getirdiğimiz zaman nice olur.” (Nisâ, 4/41). [size=2]6. O’nun Tefekkürü [/size] Bir gece Allah Resûlü bana hitaben “Ya Âişe! Müsâade eder misin, bu gece Rabbime ibadet edeyim.” dedi. Ben de “Seninle olmayı severim, fakat Senin hoşuna gidecek olan her şeyi de severim.” dedim. Allah Resûlü kalktı ve namaza durdu. O gece sabaha kadar إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ “Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip-gelişinde elbette akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Âl-i İmran, 3/190) âyetini okudu ve gözyaşı döktü. Sabah olunca ezan okumaya gelen Hz. Bilâl kendisine: “Ya Resûlallah Kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun? Allah (c.c) Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s): أفلا أكون عبداً شكوراً buyurdu.“Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabbime ihsanı ölçüsünde şükreden bir kul olmayayım mı?”[8] Meğer Allah Resûlü ne için gözyaşı döküyormuş? O, kendi çizgisi içinde, şükür zirvesini tutturamamaktan korkuyor ve bunun için ağlıyor! Böyle bir Zâtın günah işleyeceğini veya günaha meyletmiş olabileceğini, düşünebilir misiniz?.. Efendimiz, Allah (c.c)’ın yasak kıldığı şeyleri yapmamakta ne kadar hassas, günaha girmeme mevzuunda ne derece dikkatli davranıyordu ise, emirleri dinleme konusunda da aynı derecede hassas, emre âmade ve titizdi. O’nun masumiyet ve nezahetine sadece bu zâviyeden bakılsa, zannediyorum başka delil aramaya ihtiyaç olmayacak. Aslında, O’nun yaşadığı gibi bir hayat yaşamaya kimse güç yetiremezdi. Ferdî ibadetlerinde, kendine karşı çok disiplinli ve nefsine karşı da çok ciddiydi. Âdetâ O’nun bütün hayatı, ibadete göre programlanmış gibiydi.. âdetâ ibadet etmediği bir an yoktu. Tabii ki ibadeti sadece bildiğimiz, namaz, oruç vs. şeklinde sınırlandırmamak lazım. O yaptığı her işi, ibadet şuuruyla yapıyordu. Biz O’na “Zahidler Zahidi” derken, kelime yetersizliğinden dolayı dedik. Yoksa O’nun zühdünü bir başka kelime ve bir başka lafızla ifade etmek gerekirdi. 7. Hayırdaki Sür’ati Birgün mescide geldi, cemaatinin önüne geçti ve namaza durdu. Ardından hemen namazını bozdu ve odasına doğru telaşla yürüdü. Öyle bir heyecan ve telaş içindeydi ki, O’nu gören, yangına gidiyor zannederdi. Biraz sonra geldi. Eski heyecanından eser yoktu. Geçti namazı kıldırdı. Namazdan sonra sahâbe, biraz evvelki heyecan ve tehalükünün sebebini sorunca, şu cevabı verdi: “Biraz evvel bana, fakirlere dağıtılmak üzere birşeyler getirildi. Ben, dağıtmayı unuttum. Tam namaza durduğum sırada hatırladım. Evimde böyle bir mal varken, namaz kılmak hoşuma gitmedi. Gidip Âişe (r.anha)’ye, o malı dağıtmasını söyledim.”[9] İşte buna zühd denir, işte buna incelik denir, işte buna takvâ denir ve işte buna O’nun dünya ile alâkası denir... Defalarca, dünya O’na temessül etmiş, kendini kabul ettirmek istemişti de O, her defasında elinin tersiyle onu itmişti.[10] 8. Günlerce Aç ve Susuz Kalışı O’nun, günlerce ağzına bir tek lokma koymadığı çok olurdu.[11] Zaten hayatı boyunca, arpa ekmeğiyle dahi, karnını bir kere doyurduğu vâki değildir.[12] Aylar geçer O’nun evinde bir çorba kaynatmak için ateş yanmazdı.[13] Bir gün namazını oturarak kılıyordu. Kıldığı nâfile bir namazdı. Ebu Hüreyre (r.a), namazdan sonra sordu: Ya Resûlallah! Bir hastalığınız mı var? Namazı oturarak kılıyorsunuz? Verilen cevap cihanı ürpertecek şekildeydi: “Ya Eba Hüreyre, günlerdir ağzıma götürecek birşey bulamadım. Açlık takatımı kesti, ayakta duracak dermanım kalmadı, onun için namazımı oturarak kılıyorum.” Ebu Hureyre diyor ki, bunu duyunca ağlamaya başladım. Allah Resulü kendi durumunu unutmuş, bana teselli veriyordu: “Ağlama Ya Ebâ Hureyre! Burada çekilen açlık, insanı âhiret azabından kurtarır.”[14] O, bir liderdi. Raiyyetinin arasında günlerce aç kalanlar vardı.[15] İşte, Allah Resûlü de kendi hayat standardını onlara göre ayarlamıştı. Teb’ası içinde, maddî hayat itibarıyla en fakirâne hayatı O yaşıyordu.. hem de bunu kendi ihtiyarıyla yapıyordu. İsteseydi müreffeh bir hayat yaşayabilirdi. Bu, O’nun için hiç de zor değildi. Zira, sadece kendisine hediye olarak gelenleri dağıtmayıp yanında bırakmış olsaydı, o gün için en mesudâne bir hayat yaşamasına kâfi gelirdi; ama O böyle yapmayı hiç düşünmedi. Bu, kat’iyen O’nun ve yetiştirdiği cemaatinin dünyaya küsmüşlüğü veya dünyayı terketmişliği mânâsına alınmamalıdır. Mesele bir kısım şom ağızların, “Bir lokma, bir hırka” deyip Allah Resûlüne ait bir ahlâk ölçüsünü alaya aldıkları gibi değildir. İsteyen, kazanır, zengin olur ve Allah (c.c)’ın emrettiği ölçüde zekatını verir, infakta bulunur; evet kimse böyle bir kazancın karşısında değildir.. hatta helâlinden kazanmak İslâm’da teşvik bile görmüştür. Bununla beraber, Allah Resûlü’nün ve O’nun has dairedeki bir kısım arkadaşlarının, yukarıda müşahhas misâllerini verdiğimiz anlayışa ve idrake sâdık kalmaları gerekir. Aksi halde, hergün hızla büyüyen, Mekke ve Medine sınırlarını çoktan aşan bu cemaati, ilk günkü saffet ve duruluğunda tutmak mümkün değildir. Bu cemaat, sırf bir beden ve cismaniyet cemaati değildir. Bu cemaat, aynı zamanda, ruh, kalp, irade ve vicdan cemaatidir. Ve işte Allah Resûlü, cemaatini bu dinamiklerle ayakta tutmaya çalışıyordu. Onlardan istediği her fedakarlığı da, evvela kendisi gösteriyor ve her meselede olduğu gibi bu meselede de çıraklarına örnek oluyordu. İşte, en çarpıcı örneklerden bir tablo: Gecenin yarısıydı. Açlık Allah Resûlü’nün bütün dermanını tüketmiş ve artık gözüne uyku da girmez olmuştu. Belki biraz uyuyabilseydi, açlığın o şiddetli ızdırabından geçici de olsa kurtulacaktı. Ne var ki açlık, O’nu terkedeceğe benzemiyordu. Evinden çıktı, bir tarafa doğru yürümeye başladı. Biraz sonra da bir karartı hissetti. Gelen biri vardı. Dikkatini oraya çevirdi.. tanımıştı... Bu hayatının hiçbir ânında O’ndan ayrılmayan insandı. Düşüncede, aksiyonda hep O’nunla beraber olmuşdu. Şimdi de gecenin yarısında, Medine’nin bu tenha köşesinde randevulaşmış gibiydiler. Gelen, Hz. Ebu Bekir (r.a)’di ve Allah Resûlü, ona selâm verdi. Ardından da sordu: “Yâ Eba Bekir! Gecenin bu vaktinde seni dışarıya çıkaran nedir?” Ebu Bekir (r.a), Allah Resûlü’nü görünce derdini unutuvermişti. Zaten o, hep öyle idi. Hani Mekke’de Allah Resûlü’nü kurtarmak için girdiği kavgada komalık olmuş.. bir gün baygın kalmış ve gözlerini ilk açtığında “Allah Resûlü’ne ne oldu?” diye sormuştu. Anası Ümmü Ümâre kızmış:. “Ölüyorsun; fakat hâlâ O’nu düşünüyorsun”[16] demişti. O, bilmiyordu ki, Ebu Bekir (r.a), O’nu düşünmediği zaman ölürdü. Çünkü Allah Resûlü, onun hayat kaynağıydı. İşte şimdi de O’ndan ayrı kalamamış ve bilemediği bir his, onu buraya kadar sürüklemişti. Sürüklemişti ve Resûlullah’ın sorusuna “Açlık” diye cevap veriyordu. “Evde yiyecek birşey bulamadım, gözüme uyku girmedi ve dışarıya çıktım.” Aynı dünya..! Hemen ardından ekledi: “Anam babam Sana feda olsun Yâ Resûlallah, Sen niye çıktın?” Cevap aynıydı. Allah Resûlü de açlıktan dolayı çıkmıştı. Tam bu esnada bir karartı daha belirdi. Belli ki bu uzun boylu, görkemli insan Ömer’di. Zaten, tablonun tamamlanması gerekiyordu. Allah Resûlü, sağ tarafına Hz. Ebu Bekir (r.a)’i almıştı; ama, henüz sol tarafının her zamanki konuğu yoktu; sanki tabloyu yarım bırakmamak için o da koşup geliyordu. Evet gelen Hz. Ömer (r.a)’di. Karşısında bu iki dostu görünce O da şaşırıp kalmıştı. Selam verdi, selamı alındı. Ve Söz Sultanı, Ömer (r.a)’e de niçin çıktığını sordu. O da, aynı cevabı verdi: “Açlık, Ey Allah’ın Resûlü, açlık beni dışarıya çıkardı” dedi. Efendimiz’in hatırına Ebu’l-Heysem (r.a) geldi. Evi o taraflardaydı. İhtimal gündüz de onu bağında görmüştü. Hiç olmazsa onlara hurma ikram eder ve açlıklarını yatıştırırlardı. “Gelin Ebu’l-Heysem’e gidelim” dedi. Ebu’l-Heysem (r.a)’in evine vardılar. Ebu’l-Heysem (r.a) ve hanımı, uyuyordu. Evde, bir de küçük bir çocukları vardı. Yaşı, beş veya altıydı. Önce kapıyı Hz. Ömer (r.a) çaldı. O gür sesiyle “Ya Ebe’l-Heysem!” diye seslendi. Ne Ebu’l-Heysem (r.a) ne de hanımı sesi duymadı. Fakat, yatağında mışıl mışıl uyuyan o yavru, birden yatağından fırladı, “Baba! kalk Ömer geldi” dedi. Ebu’l-Heysem (r.a), çocuğunu rüya görüyor sandı. “Yat oğlum, gecenin yarısı, bu vakitte burada Ömer’in işi ne!” Çocuk yattı. Kapı açılmayınca, bu defa da o nârin sesli Ebû Bekir (r.a), gelip seslendi: “Yâ Ebe’l-Heysem!” Çocuk yine fırladı, kalktı ve “Baba! Ebu Bekir geldi” diye bağırdı. Babası onu tekrar yatırdı. Fakat son gelen, sesi soluğu cenazeleri dahi dirilten Allah Resûlü’ydü. O, “Ya Ebe’l-Heysem!” diye seslenince, çocuk, artık yayından fırlayan bir ok olmuştu. Hem kapıya doğru koşuyor, hem de “Baba kalk, Resûlullah geldi!” diyordu. Ebu’l-Heysem (r.a), neye uğradığını şaşırmıştı. Hemen kapıya koştu. Gözlerine inanamıyordu. Gecenin bu saatinde, hanesine, Sultanlar Sultanı nüzûl etmişti. Hemen onları içeri aldı. Gidip bir oğlak boğazladı. Bu şeref, insana hayatta belki bir kere nasip olurdu. Hayatının en mes’ûd anını yaşıyordu. Canını bile sofraya koysa azdı. Hurma getirdi, süt getirdi, et getirdi ve bu aziz misafirlerine ikram etti... Açlıklarını bastıracak kadar yediler. Ardından da yine Allah Resûlü’nün gözleri dolu dolu oldu. Ve her hâdiseye ayrı bir buud ve derinlik kazandıran dudaklarından şu sözler döküldü: “Allah’a kasem ederim, işte şu nimetlerden yarın hesaba çekileceksiniz.”[17] Ardından da şu âyeti okudu: ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ “O gün, muhakkak bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” (Tekâsür, 102/8). İşte O, hayatını bu kadar hassas ve bu kadar derin ölçüler içinde geçiren müstesna bir insandı. Böyle bir insanın hayatında inhiraf bulmaya çalışmak, ya garaz, ya da cehalettir. Hz. Ömer (r.a) O’na en yakın olanlardandı ve O’nun hayatının zühd yanını şöyle anlatıyordu: “Allah’a yemin ederim, ben, Resûlullah’ın, sabahtan akşama kadar kıvrandığını bilirim. Zira, hurmanın en kötüsü olan (dakal) denen hurmayı dahi bulup karnını doyuramıyordu.”[18] Halbuki O, kimden isteseydi, O’nun için en mükellef sofralar hazırlardı. Hem buna ne hacet? Kendisine gelen hediyeler, her gün O’na ve ailesine, müreffeh bir hayat yaşatacak ölçüdeydi. Ancak O, geleni dağıtıyor ve yarınlara birşey bırakmıyordu.[19] Kendisine, niçin dünya nimetlerinden istifade etmediği sorulunca da O, şöyle cevap veriyordu:“Dünya nimetlerinden istifadeyi nasıl düşünebilirim ki, İsrafil sûru eline almış, Cenâb-ı Hakk’ın emrini beklemektedir. Böyle bir durumda olan insan, gelişigüzel, dünya nimetlerinden nasıl istifade eder ki?”[20] İşte Alemlere rahmet Kaynaklar(numaralara bakınız) [1] Buharî, Ferâiz, 3; İbn Kesir, el-Bidâye, 5/306. [2] Buharî, Tefsir, (66), 2; Müslim, Talak, 31. [3] Tirmizî, Zühd, 44; İbn Mâce, Zühd, 3; Müsned, I/301. [4] Müsned, 2/193. [5] Tirmizî, Tefsir, 57. [6] Kenzû’l-Ummâl, 7/206. [7] Buharî, Tefsir, (4),9; Müslim, Müsâfirîn, 247-248. [8] İbn Kesir, Tefsir, 2/164; Kurtubî, 4/197. [9] Buharî, Ezan, 158; Nesâî, Sehv, 104. [10] Müsned,2/231. [11] Müsned, 3/213. [12] Buharî, Et’ıme, 23; Müslim, Zühd, 22. [13] Buharî, Rikak, 17; Müslim, Zühd, 28. [14] Ebu Nuaym, Hilye, 7/109; Kenzü’l-Ummâl, 7/199. [15] Bkz. Buharî, Et’ıme, 23; Müslim, Zühd, 12; Mecmau’z-Zevâid, 10/322. [16] İbn Kesir, el-Bidâye, 3/40. [17] Müslim, Eşribe, 40, Kenzü’l-Ummâl, 7/196. [18] Müslim, Zühd, 36; İbn Mâce, Zühd, 10; Müsned, 1/24,50. [19] Buhari, Bedü’l-Vahy, 5-6; Savm, 7; Müslim, Fezâil, 50. [20] Tirmizî, Kıyâme, 8; Müsned, 1/36; 3/7.
-
İSLAM'da İbadetin Şekli Yoktur
ahirzaman şurada cevap verdi: Baba İshak başlık Dini Konular - Din - Dinler
Namaz 5 vakittir bunu üstad da başka alimlerde açıklamıştır.Bunun açıklanmasının kaynağıda tabiki kurandır. Bak İshak kardeşim senin yazdığın şeylerde gerçeklik te yok hüsnüzan yapılacak tarafıda yok. Sen kim oluyorsun ey kara cahil HZ EBUBEKİR den HZ ÖMER den bahsediyorsun Alevi veya Şii herneysen sahabeleri sevmeyenler varya işte bunlar yarın yevmi kıyametten ilk medet umacakları ilk bir tas su isteyecekleri HZ.Ali dir Ama o sizi huzurundan kovacaktır. Birkere söyle bakalım HZ. Ali korkak mıydı? Değldi dimi o zaman neden hilafet yıllarında senin o attığın Büyük insanlarıın yanın da yer aldı onlara yardımcı oldu. Eğer diyeceksen ki onlar halifeydi ve adamları vardı unutma ki Hz. Ali korkak değildi Şüphesiz sen müslümanlar arasında sorun çıkartmaya çalışanlardansın Namaz üç vakit değildir Acaba Allahın aslanı Hz. Aliye ne hesap vereceksin. bak kardeşim tasavvufu bilmeden ne Yunusu bilirsin ne Mevlanayı bilirsin Bak kardeşim bir alim ben Allahım demiş onu asmışlar ancak tasavvuf anlayışı yicene kendini gösterdiğinde o alim anlaşılmıştır. ama senin dediğincümleye göre sen firavun zamanın da olsaydın ona tapardın. Bak kardeşim yunusun dediğiyle gördüğüme taparım demenin arsında birleşmeyecek kadar mesafe vardır Gene diyorum HZ. Ali diyorsun Şüphesiz o senden utanıyor. Sana tavsiye bilmediğin hususta konuşma