gloria tarafından postalanan herşey
-
bayramınız mübarek olsun!.....
BAYRAMLAR, DARGINLIKLARIN OLMADIĞI, İNSANLARIN BARIŞ İÇİNDE, KARDESCE KUCAKLAŞTIĞI, SEVGİ VE SAYGI, DOSTLUK VE KARDEŞLİK BİRLİK VE BERABERLİK GİBİ DEĞERLERİN GÜÇLENDİĞİ GÜNLERDİR. BU DEĞERLERLE DOPDOLU İYİ BAYRAMLAR DİLİYORUM HEPİNİZE
-
Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar
SİNİR KRİZİNİN EŞİĞİNDEKİ KADINLAR Tür: Komedi / Dram Yönetmen: Pedro Almodóvar Senaryo: Pedro Almodóvar Görüntü Yönetmeni: Jose Luis Alcaine Müzik: Bernardo Bonezzi Yapım: 1988, İspanya , 90 dk. Oyuncular Carmen Maura (Pepa Marcos) , Antonio Banderas (Carlos) , Julieta Serrano (Lucía) , Rossy de Palma (Marisa) , María Barranco (Candela) 4 kadın… Pepa, sevgilisi Ivan tarafından terkedilmiş bir seslendirmen ve reklâm oyuncusu. Ivan, Pepa’yı terk edince bir seyahate çıkmak üzere hazırlıklara başlar. Bu arada Pepa hamile olduğunu öğrenir ve iki gündür tüm zamanını İvan’a ulaşmak ve bunu ona anlatmak için çabalayarak geçirir. Candela, bir adama aşık ve adam Şiir bir terörist… Bunu öğrendiğinde sevgilisine suç ortaklığı ettiğini düşündüğü için tüm polislerin kendisini aradığını sanır, saklanmak için güvenebileceği tek insan ise en yakın arkadaşı Pepa’nın evidir. Marisa, Ivan’ın oğlu ile nişanlı olan oldukça agresif ve soğuk bir genç kadın. Ivan’ın oğluyla Marisa, evlilik planları yapmaktadırlar. Evlendikleri zaman oturacakları bir ev kiralamaya çalışmakta olan çiftin buldukları ev ilginç bir tesadüf eseri yine Pepa’nın evi olacaktır. Lucia, Ivan’ın eski karısıdır ve oğluna hamiliyken Ivan tarafından terkedilmiş ve son 20 yılını bir psikiyatri kliniğinde geçirmiştir. Hastaneden çıktıktan sonra ilk işi Ivan’ı aramak, ikincisi de şehrin feministliğiyle bilinen kadın avukatlarından birine başvurup, 20 yılın intikamını almak üzere ona bir tazminat davası açmak olmuştur. Ivan’ın bir seyahate çıkacağını öğrendiğinde, o da kendisini Pepa’nın evinde bulur çünkü ona göre Ivan bu seyahate Pepa ile birlikte çıkacaktır. Filmdeki ilginçliklerin ve tesadüflerin bu kadarla sınırlı olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü kahramanlarımızın başına gelecek birbirinden komik ve absürd olaylar filmin sonuna kadar aralıksız devam edecektir. Evet filmin kısaca özeti bu… Şimdi gelelim benim yorumlarıma… Almodovar, yani kadınları en iyi tanıyan erkek olarak bilinen dünyaca ünlü ve oldukça başarılı İspanyol yönetmen… Almadovar’ın kadınları, Almadovar’ın kırmızı aşkı ve Almadovar’ın bu iki sevgilisini her filme başrol yapması… Bu filmde de kırmızı ve kadınlar yine başroldeydi ve yine müthişlerdi, tıpkı son dönemlerde en sevdiğim filmlerden biri olan Almadovar’ın son filmi Volver (Dönüş)’deki gibi… Benim Almadovar’a özel bir ilgim var, bu adamın yönettiği filmleri izlemekten korkunç bir haz alıyorum. Her defasında ama her her defasında fark ediyorum ki daha filmin ilk dakikasından itibaren sonuna kadar filmdeki kadınlardan biri de benim… Hiç anlamıyorum bu duyguyu, ya o kadınlar çok gerçek ve içlerinden birisinin yaşadıkları benimkiyle aynı, ya da filmde bir benim yaşadıklarım eksik kalmış da benim de orda olmam gerekirmiş gibi… Kimbilir belki de Almadovar’ın filmlerindeki içten ve sıcacık duygular, ekrandan bana doğru akıp geçiyor ve beni kendine doğru çekiyor ve ben farkına bile varamadan filmin bir parçası haline geliyorum Daha ne diyeyim bilmem ki, onun bütün filmlerinde olduğu gibi bunda da ben yine o kadınların yanındaydım… Siz herhalde benim ne demek istediğimi anlamışsınızdır (Bu görüntünün olduğu sahne, filmin en komik sahnelerinden birisiydi, eklemeden edemedim)
-
BİR KARAFATMANIN GÜNLÜĞÜNDEN
Bunu ilk okuduğpum zaman çok ama çok gülmüştüm, maille bütün arkadaşlarıma da yollamıştım. Çok hoş bir hikaye... Burada olması da iyi oldu, teşekkürler arkadaşım... Leylacım, bitirim karıncayı ben de izledim, izledim izledim de yetinmedim üstüne 3 defa daha izledim... Hatta yeğenime de izlettim, 7 yaşında ama yavrucummm hiç gerçek karınca görmemiş filmi izlediğimizden beri canlı karınca arıyorum ki göstereyim, ama nafile... artık karınca bile kalmamış memleketimde yawww
-
TATİL
Ev değiştirme olayı bence de müthişti; ne dersin değiştirelim mi evleri işte benim böyle anlar için iki tane filmim var, dvd kolleksiyonumda duruyor, sıkıldıkça, bunladıkça izliyorum. Sana da öneririm, izle beğeneceğine eminim Love Actually : hem komik, hem eğlenceli, hem romantik, hem duygusal hem de müzikleri çok güzel Rüzgar Gibi Geçti: Bu film çok uzun ama eğer çok bunalır ve hayatın içinden çıkamayacak hale gelirsen izle derim... Bu film bana şu duyguyu hissettiriyor aynen; Hani vardır ya dansta, baş dansçının etrafında bir daire yapılır ve dansçının üzerine kapanılır, dansçıyı göremezsin daha sonrasında daireyi oluşturan dansçılar eğilirler ve ortadan baş dansçı çıkar ve etrafındaki dansçıların ellerinde havaya yükselir. İşte hep bu duyguya kapılırım... Film başladığında ben etrafındaki kalabalığın yüzünden kaybolmuş bir dansçı gibiyken, film bittiğinde etrafındaki kalabalığın ellerinde tüm gücü ve cesaretiyle yükselen dansçı gibi.. Anlatabildim umarım, bir resim aradım daha iyi olsun diye ama bulamadım
-
OBJEKTİFİME TAKILANLAR -GÜNCEL-... (Hayatın elinden kopartılmışa imza atan kareler...)
GÜN BATARKEN VE BATTI
-
OBJEKTİFİME TAKILANLAR -GÜNCEL-... (Hayatın elinden kopartılmışa imza atan kareler...)
GÜN DOĞARKEN
-
Ruhlar Evi
RUHLAR EVİ (The House of Spirits) Tür: Dram / Romantik Yönetmen: Bille August Senaryo: Bille August , Isabel Allende Görüntü Yönetmeni: Jörgen Persson Müzik: Hans Zimmer Yapım: 1993, Danimarka, Almanya, Portekiz ortak yapımı, 140 dk. Oyuncular Meryl Streep (Clara), Glenn Close (Férula Trueba), Jeremy Irons (Esteban Trueba), Winona Ryder (Blanca), Antonio Banderas (Pedro Tercero García) Filmin Konusu Esteban, zengin bir adamın kızı olan Rosa’ya aşık olur ve onunla evlenebilmek için iki yıllığına çalışmak üzere maden ocaklarına gider. Döndüğünde onu korkunç bir sürpriz beklemektedir. Genç Rosa yanlışlıkla babası için hazırlanmış olan zehirli içkiyi içmiş ve hayatını kaybetmiştir. Evin küçük kızı Clara, doğaüstü güçlere sahip bir çocuktur ve bu ölümü önceden tahmin etmiş, bunu da ailesiyle paylaşmıştır. "Çok yakın zamanda ailemizden birisi ölecek ama bu kazayla olacak” Rosa’nın ölümü bütün aileyi perişan etmiş ama en çok da Clara bundan etkilenmiştir. Bütün suçun kendisinde olduğunu düşünen Clara, bir daha da konuşmamaya karar verir çünkü o konuşunca kötü şeyler olmaktadır. Aradan yıllar geçer, Esteban Tres Marias’ta bir çiftlik satın alır ve artık orada yaşamaya başlar. 20 yılını burada geçirir ve zamanla bölgenin saygı duyulan ama aynı zamanda korkulan kişilerinden birisi haline gelir. Çok çalışmasının sonucunda istediği paraya da artık sahiptir. Aldığı bir telgrafla annesinin öldüğünü öğrenir ve 20 yıl aradan sonra yeniden şehre döner. Kilisede ölen sevgilisi Rosa’nın kız kardeşi Clara’yı görüp, ona aşık olur. Bundan sonrasını anlatmayacağım ama bilmenizi isterim ki film asıl bundan sonra başlamaktadır. Dev bir kadroya sahip olan bu film, aynı zamanda Isabel Allende’nin aynı adlı romanından uyarlamadır. Romandaki ayrıntılar, her uyarlamada olduğu gibi filme tam olarak yansıtılamamış, sembolleştirilmekle yetinilmiştir ama kitabı okumamış olanlar için film gerçekten izlenmeye değer… Üstüne bir de kitabı alıp okumak isteyeceğinize emin olabilirsiniz. Film, dönem olarak 1973 Şili Darbesini içine almaktadır. Aslında yeri gelmişken kısaca bu darbeden de söz etmekte fayda var diye düşünmekteyim. Çünkü Şili siyasi tarihi açısından oldukça önemli olan bu dönem, filmin arka planını oluşturmuş ve Trueba ailesinin gözünden darbe öncesi, darbe zamanı ve darbe sonrası şeklinde beyazperdeye aktarılmıştır. 1973 Şili Darbesi, Allende ve Pinochet Dünyada seçimle başa gelmiş ilk sosyalist hükümet Allende hükümetidir. 1970 yılında %36.3 lük oy oranıyla başkan seçilmiş olan Salvador Allende, başkan olduktan sonra geniş çaplı reformlara girişmiş, özellikle de endüstri alanlarının devletleştirilmesini ve toprakların yeniden dağıtılmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu da zenginlerin büyük tepkisine yol açmıştır. Allende hükümeti ilk senesinde gösterdiği ekonomik büyümeyi ikinci senesinde gösterememiş, %140’lık enflasyon sonucu yiyecek sıkıntısı ortaya çıkmış ve karaborsacılık baş göstermiştir. Bakır fiyatlarının düşmesi, ihracatın neredeyse tamamını bakırla yapan Şili ekonomisine ağır bir darbe vurmuştur. Buna rağmen 1973 yılında yapılmış seçimlerle %43lük oy oranını bulan Allende yeniden Şili Devlet Başkanı olmuştur. Bunun üzerine seçimlerde rakibi olan milliyetçiler, muhafazakârlar ve Hıristiyan demokratlar birleşerek “Demokratik Koalisyon”u kurmuşlar ve Allende hükümetine muhalefet olmuşlardır. Koalisyon ile hükümet arasındaki bu çekişmeler Şili’de birçok siyasi krize neden olmuş, sonunda Hıristiyan demokratlarla muhafazakârların kontrolündeki Şili Meclisi, “Şili Demokrasisinin kırılmakta Olduğunun Bildirgesi” adlı kararı kabul etmiştir. Bu karara göre; Allende anayasayı delmekte olan bir diktatördür ve Şili’de bir diktatörlük kurmaya çalışmaktadır. Demokrasiyi yeniden işler kılmak ve sorunu çözmek için ordunun yönetime el koyması gerekmektedir. Alınan karar üzerine, 11 Eylül 1973’te General Pinochet önderliğindeki silahlı kuvvetler yönetime el koymuşlar ve darbecilerin başı olan Augusto Pinochet, darbe sırasında ölen Allende yerine yeni devlet başkanı olarak ilan edilmiştir. 1990 yılında Pinochet’nin iktidardan ayrılmaya karar vermesine kadar da sürecek olan diktatörlük dönemi böylece başlamıştır. Salvador Allende’nin yeğeni olan gazeteci yazar Isabel Allende ise darbe sonrasında Şili’den kaçmak zorunda kalmıştır. Uzun yıllar Venezuela’da yaşadıktan sonra San Francisco’ya yerleşmiş ve 1982’de ilk romanı olan “Ruhlar Evi”ni yayınlamıştır.
-
LÜTFEN SORUMLUSU OLDUĞUM OKUL KÜTÜPHANEMİZE KİTAP GÖNDERİN
gloria şurada cevap verdi: emrahcingoz688 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıEmrah Bey, yeniden merhaba, Dun akşam saat 22:19 itibariyle göndermiş oldugunuz mail, bütün okul kütüphanecilerin eline geçmiştir. Sizi bilgilendireyim istedim Umarım olumlu hem de çok çok olumlu sonuçlar alabilirsiniz... Görüşmek üzere
-
Yemek Yapmanızı ne kolaylaştırır
Soğan, havuç vs. doğrayan elektirikli küçük ev aletleri var evet ama ben onları çıkar, fişe tak, soganı doğrat, sonra tekrar yıka, demizle, kurula, yerine koy, uğraşmaktan nefret ediyorum. Bir küçük soğan için bu kadar eziyete değmiyor... Şöyle elektriksiz, küçük, kolay temizlenen, kullanışlı bir soğan doğrayıcı olsun isterdim mutfağımda...
-
İFTARDA NE YİYELİM.....
benim canım günlerdir bal kabaklı pie çekiyor Ezo gelin çorba Köfte-patates Pilav Çoban salata Bir de bal kabaklı pie
-
LÜTFEN SORUMLUSU OLDUĞUM OKUL KÜTÜPHANEMİZE KİTAP GÖNDERİN
gloria şurada cevap verdi: emrahcingoz688 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıEmrah Bey, Benim de üyesi olduğum [email protected] adresi var. Adından anlaşılacağı üzere bu grup adresine okul kütüphanecileri üye ve bunların bir çoğu da özel okul kütüphanecisi... Yollayacağınız yazı ne kadar faydalı olur inanın şu an bilmiyorum ama bu adrese bir mail yollamanızı tavsiye edeceğim. Ben kendimden örneklemek isterim. Bu adrese gelen maillerden bir tanesini gecen yaz biz okul olarak degerlendirmeye aldık. Okulumuzun toplum hizmetleri bölümünde çalışan arkadaşımızla, işbirliği yaparak bir senelik bir proje hazırladık ve bu senenin sonunda Hakkari-Şemdinli'de bir okulun kütüphanesini olduğu gibi yenilemeye karar verdik. Tabii bizimki ciddi bütçe gerektiren bir proje, diğer okul kütüphanecileri bunu bu şekilde yapmayabilir ama kendilerine yapılan bağışlarla size yardımcı olabilir... Artık çoğu özel okulun "toplum hizmetleri" adı altında bölümleri var. Bu bölümler, öğrenciyle birlikte tamamen bu tarz yardım çalışmaları yapıyor. Umarım bu bir işe yarar...
-
TATİL
Bu filmi nasıl bir işkenceyle seyrettiğimi size anlatamam... Arkadaşların evinde gecenin 11:00 nde filmi izlemeye başladık. İlk yarısı gayet güzel bir sorun yok, ikinci yarısı bir sorun yok derken birden film bozulmaya başladı... Her 5 saniyede bir neredeyse duruyoy, donuyor, sesler birbirine karışıyor, durduruyoruz, geri sarıyoruz, baştan alıyoruz, dvdden çıkarıp, bilgisayara takıyoruz.... yok yok yok... Olmuyor düzelmiyor, ama öyle ki o ana kadar seyretmişiz gecenin kaçı olmuş, kapatıp, uyumayı da kendimize yediremiyoruz... İnat ettik ama yine de sonuna kadar izledik... Dinlendirici eğlendirici bir film aslında ama biz biraz fazla gerildik işte... Yine de tüm aksiliklere rağmen, film iyiydi...
-
Yapay Zeka - A.I. - Artificial Intelligence
Epeydir kendimi bu güzel diyologa müdahale etmemek için zor tutuyordum. Büyüsü bozulacak diye korktum vallahi, ama artık daha fazla dayanamayacağım, ben de gireceğim bu güzel tartışmanın içine... Olaylara bir de benim gözümle bakalım dedim, bir kadın gözü yani... Öncelikle bilim-kurguları çok severim ve burada bahsedilen tüm filmleri izledim. Her birinden ayrı ayrı inanılmaz haz aldım ama Matrix serisi benim için her zaman ayrı olacaktır, tıpkı Star Wars serisi gibi... Öncelikle Neo... Trinity'nin gölgesinde kaldığı konusunda size katılıyorum Sayın Demirefe, bu tartışılmaz bir durum bence... Robot gibi, aşırı yapaylaştırılmış bir karakter Neo, gülmüyor bile neredeyse.. Duygu yok... Ben mi yanılıyorum, yoksa... Acaba ben mi çok sığ düşünüyorum arkadaşlar, Neo sonuçta bir insan değil mi tamam bir kahraman olabilir ama insan, amacı matrix denilen sanal ortamdan diğer insanları kurtarmak değil mi? O da aşık olmuyor mu? Acı çekmiyor mu? Üzülmüyor mu? Mutlu olmuyor mu? O halde neden bu insancıl özellikleri yaşarken bir yandan da bu özelliklerinden tamamen soyutlanmış gibi duruyor... Ve hatta kendisini tanrı konumuna getirirken, filmde aslında bir tranrıya gönderme yapan Mimar karakteri neden onun tam tersine daha insancıl görünüyor... Neo'nun oyunculuğu dediğim gibi fazlaca yapay ama bunu yönetmen mi istedi, yoksa Keanue Reeves kendi mi tercih etti bilmiyorum. Ben bunu filmin en güçlü karakteri olması açısından eksik bir oyunculuk olarak değerlendiriyorum.. Dövüş sahnelerine gelince, bence işte sadece buralarda görebiliyoruz Neo ruhunu... Bence Neo duygularını sadece Ajan Smith'in karşısındayken yaşayabiliyor... Diğer her sahnede o sadece vefakar bir cefakar rolü oynuyor... Anne Moss, bu filmdeki Trinity karakteriyle bence de son derece güzel ve çekici aynı zamanda evet, enfes... Kemikli bir yüz yapısına ve kaslı bir vucuda sahip, kadınsı ama aynı zamanda erkeksi bir tarafı da var tabii. Dövüşüyor, güçlü, yeri geldiğinde ağlıyor, gülüyor, duygusal ama gerçekçi de, hem kadın, hem erkek gibi... Bundan aslında kadınlar, Trinity'i, doğal olarak da Anne Moss'u çok begeniyor bu filmde çünkü o bir idol, olunmak istenenen... Filmin kahramanı Neo ama bizim kahramanımız Neo değil, Trinity oluyor bu filmin içinde anlayacağınız... Trinity karakteri içsel, dışsal özelikleriyle birlikte bu filmde olduğu gibi Anne Moss'a yansımış... Güzel olmuş işte... Ama benim favorim Ajan Smith... ilk filmin sonunda Neo tarafından parçalanan, yok edilmek üzere kaynağa gönderildiğinde sürgün olmayı tercih eden, Matrix anormalliklerinin sebebi Ajan Smith... Kahin'e göre Neo'nun zıddı ve onun dengeleyicisi olan Smith, 2. filmden itibaren artık bir Ajan değil bir virüs programı aslında, kendini insanlara ve diğer programlara kopyalayarak çoğalabilen bir virüs... Muhteşem bir oyunculuk sergiliyor, insnaı hayran bırakıyor kendisine... En başından itibaren hem de... Filmin kötü karakteri olmasına rağmen, karizmatik ve insanda saygı uyandırıyor... Müthiş ses tonu ve o sesi inanılmaz bir şekilde kullanarak değerlendirmesiyle aslında oynamasa bile olur gibi geliyor insana... Mimik, yapmasa, jest yapmasa... Bu adamın öyle bir tarafı var işte... Sanki gülse film bozulurmuş gibi geliyor insana ama gülünce de insanın kanı donuveriyor bir anda... İşte Wachowski kardeşler de bunu böyle değerlendirmiş olacaklar ki, V For Vendetta' daki maskeli V karakterini onun yani Hugo Veawing'in oynamasını istemişler ve de iyi yapmışlar... Ben hayatımda bu kadar güzel bir filmi, bu kadar iyi bir oyunculuğu, bu kadar güzel bir anlatıyı ve film adaptasyonunu çok ama çok az gördüm... V for Vendetta'nın kitabını da okudum ama film mi kitap mı derseniz tabiki de film diyeceğim... ve Nathalie Portman, bu filmin ana karakteri... Leon filminin çocuk karakteri... Tanrım, çok güzel bir oyunculuk onun oyunculuğu... Hele terasta, yağmur altında kollarını iki yana açarak tüm gücünün farkına vardığı, kendini nihayet bulduğu o an...
-
Gloria
arım balım peteğim, teşekkür ediyorum... yılmazı da göndermişsin, bi de şiir okudu bana, pek bi mutlu oldum, çok sevinçle doldum... Öpücüklere boğdum seni muckkkkkk muckkkkkk
-
Gloria
Buralardayım zeynepciğim Karikatür çok tatlı, çok komik, çok eğlendim teşekkür ederim Ra-dya'cığım, sen de lütfen hep ama hep gül teşekkür ederim Ayşigüllll, nirelerdesin ya yine, sen de benim gibi bi kayboluyon, bi geliyon, bi kayboluyon, bi geliyon... öpücükler yanaklara doğru geliyo haberin olsun, kaybolma bi yere...
-
İNTİHAR..
Coğrafyayla aram hiç iyi olmadı, bunu ben çözemem... Çözeni de şimdiden tebrik ediyorum
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Arabesk Oyuncular: Şener Şen, Müjde Ar, Uğur Yücel Allahım Kör Et Beni
-
Filmlerden "Moulin Rouge" - Kırmızı Değirmen
El Tango de Roxanne (Hayatım boyunca izlediğim en mukemmel sahne, en mukemmel şarkı... Üstüne tanımam) Evan McGregor, Jose Feliciano ve Jacek Koman Burası şarkıya başlamadan önce Jose Feliciano'nun söylediği şu sözlere dikkat... Çünkü işte bu tangonun tanımıdır first there is desire (Önce arzu var) then... passion! (Sonra tutku) then... suspicion! (Sonra şüphe) jealosy! anger! betrayal! (Kıskançlık, öfke, ihanet) where love is for the highest bidder, (Aşk en yüksek fiyatı veren için olduğunda) there can be no trust. (Güven kalmaz) without trust, (Güven olmayınca) there is no love! (Aşk olmaz) jealosy. (Kıskançlık) yes, jealosy... (Evet, kıskançlık) will drive you... will drive you... will drive you... mad! (Seni çıldırtır)
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Hababam Sınıfı Hababam Vokal Grubu-Çilli Bom ve tabiii bunsuz olmaz Melih Kibar'dan Hababam Sınıfı
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Hayat Sevince Güzel Oyuncular: Zeynep Değirmencioğlu-Sertan Acar v.d.
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Filmin adı: Gülen Gözler Oyuncular: Şener Şen, Ayşen Gruda, Münir Özkul, Adile Naşit... Vecihi, Kan ve Gül (Veriyor musun? ) şarkısını söylerken;
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Arım Balım Peteğim Zeki Müren-Filiz Akın
-
Türk Filmlerinden Sahneler
Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Kartal Tibet Seven Ne Yapmaz : Esin Engin
-
Amadeus Mozart
katkım olsun mademm
-
Ludwing Van Beethoven
Moonlight Sonata (yı da unutmamak gerekir degil mi?)