Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sardunyam

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    10.566
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. sardunyam

    ULUSA ÇAĞRI

    ULUSA ÇAĞRI I. HEDEF: Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini ve ulus esasına dayalı üniter yapının bütünlüğünü koruyarak,Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, güçlü ve müreffeh bir ülke yapmak. II. DURUM TESPİTİ: Politika ve Ulusal Güvenlik Türkiye’de iç politika,Atatürk’ün ölümüyle başlayan süreçte,hızla dış yönlendirmelerin etkilerine açılmıştır.Soğuk Savaş sonrasının yeni koşullarına rağmen dış koşullandırmanın yörüngesinden kurtulamamıştır.Son dönemde özellikle küreselleşme çerçevesinde Türkiye’ye dayatılan ekonomi politikaları sonucunda, iç siyasal yapı gittikçe halktan kopmuştur. Bu tablo, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin iç politikaya mirası olan halkçılık unsurunu ve bağımsızlığı ortadan kaldırmıştır. İç politikada bu görünümü derinleştiren ve süreklileştiren temel etken, dış politika ve yeni ekonomi-politik etkileşimdir. Nitekim, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin iç politikası geçmişin bağımlılık çizgisini sürdürürcesine bir yandan Avrupa Birliği sürecine kilitlenmiş, öte yandan ABD’nin Avrasya stratejisinin etkilerine ve yönlendirmelerine açılmıştır. Türkiye’nin Batı’yla Soğuk Savaş yıllarında süren ittifakıyla çelişen bir dizi yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek Avrupa Birliği, gerekse ABD, Soğuk Savaş döneminde görülmeyen bir ısrarla; ayrılıkçı hareket, sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs, Ege, Ruhban Okulu, Patrikhane, Irak’ın kuzeyinde kukla devlet, Pontus gibi konuları Türkiye’nin gündemine taşımışlardır. Bütün bunlara rağmen Türkiye,Soğuk Savaş bitmemiş gibi davranarak, AB ve ABD ile ilişkilerini tek taraflı dayatmalar ve bağımlılıktan uzak, yeni bir eksene oturtabilme becerisini gösterememiştir. Türkiye,tam üye olmadan çok olumsuz koşullarla Gümrük Birliği’ne girmeyi kabullenmiş, daha sonra da diğer aday ülkelere dayatılmayan koşulları içine sindirmiştir. Bu durum AB’nin Türkiye’yi içine almadan, kendine bağımlı kılmasının zeminini hazırlamıştır. Böylece Türkiye, Gümrük Birliği nedeniyle sadece ekonomik olarak değil, siyasi ve hukuki yönden de tek yanlı olarak AB’ye bağlanmıştır. Nitekim bugün AB süreci, Türkiye’yi Kıbrıs’ta Türk varlığının yok edilmesine, 2004’te Ege’nin kaybedilmesine doğru sürüklemektedir. Bu durum, Türkiye’nin milli reflekslerinin köreltilmesinin, dengeleyici yeni ilişkiler kuramamasının, öncelikle bölgesinde kişilikli bir aktif bölge gücü gibi davranamamasının hem nedeni, hem de sonucudur. Üstelik bütün bu yaşananlar Türk halkından gizlenmiştir. Gerçeklerle halkın arasına perde çekilmiştir. Büyük sermaye ve güdümündeki medya yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle bu zeminin yaratılmasına neden olmuştur. AB Türk halkına, bir zenginleşme projesi olarak sunulmuş; tek kurtuluş yolu olarak gösterilmiştir. Üstelik bu süreç halka, AB’nin Türkiye’yi bugün olmasa da yarın içine alacağı şeklinde yansıtılmıştır. AB fikri sürekli olarak canlı tutulmaya çalışılmıştır. Tek taraflı bağlanmanın kalıcılaştırılması için yoğun çaba harcanmıştır ve harcanmaya da devam edilmektedir. Dar bir çevrenin siyasal ve ekonomik gücü tekelinde tutması, gerçeklerin halktan gizlenmesine olanak tanımıştır. Bu noktaya gelinmesinin ana nedeni, sivil siyasetin bütün Türkiye yerine bu dar çevreyi temsil etmesidir. Oysa gerçek Türkiye geniş halk kitleleridir. Ne yazık ki, bugün gerçek Türkiye dağınıktır ve toplumsal demokrasiden yoksun bırakılmıştır. Bu dağınıklık sayesinde bu dar çevre ulusallığı köreltmeye yönelebilmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş koşullarının etkisi ile Türkiye bağımsız politikalar üretme alışkanlığını yitirmiştir. Türk toplumunun ve devletinin bağımsızlık bilincini güçlendirecek politikalar hayata geçmemiştir.Böylece hedefleri ve özgüveni olmayan bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Dünyadaki gelişmeler ulus devletin önemini artırırken,ulus devletin tüm dünyada meşruiyet krizi yaşadığı iddiası bir gerçekmiş gibi zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Halkın ortak çıkarlarının bütünleştirilmesi, devletin etkin ve sistemli bir organ olarak çalışması engellenmiştir. Ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete, kapsamlı ve etkin, Türkiye’nin kendi tehdit algılamasıyla şekillenmiş bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirilememiştir. Ekonomi Türkiye sanayileşmede ilk adımları attığından bu yana, Batı ülkeleri bu alandaki gelişmeleri engellemeye çalışmışlardır.Batı sermayesinin denetimindeki Dünya Bankası,1950’den itibaren her zaman Türkiye’ye ağır sanayi sevdasından vazgeçmesini, Avrupa’nın kasabı ve manavı olmasını önermiştir. Türkiye uzun süre bu önerileri dinlememiş ve özellikle 1960’larda başlayan planlı kalkınma döneminde sanayileşmede anlamlı mesafeler almıştır. Ancak 1980’lerden itibaren ekonomi yönetimi büyük çapta Dünya Bankası ve IMF’nin güdümüne bırakılmıştır. Buna bağlı olarak ekonomide ülkemizin ve halkımızın çıkarları doğrultusunda kalkınma, sanayileşme, ekonomik bağımsızlık hedefleri terk edilmiş; bu hedeflerin yerini, ekonomide güçlünün zayıfı, büyük sermayenin küçük sermayeyi, gelişmiş ülkenin azgelişmiş ülkeyi ezmesi anlamına gelen liberalizm, serbest piyasacılık ve finansal operasyonlar yolu ile rant sağlama düzenlemeleri almıştır. Planlı kalkınmanın terk edilmesi, ithalatın kolaylaştırılmasıyla ekonomik kalkınmanın temeli olan sanayileşme tökezlemeye başlamıştır. 1996’da Gümrük Birliği’ne girilmesi ise Türkiye sanayiini gerileme sürecine sokmuştur. Bu süreç üç yönlüdür: Birincisi, mevcut sanayi tesisleri, özellikle KOBİ’ler kapanmaktadır; ikincisi, üretimine devam eden sanayi kuruluşlarında ithal girdi kullanımı çok yükselmekte, böylece Türkiye ucuz emek sömürüsüne dayalı, düşük katma değerle çalışan bir fason imalat ülkesine dönüşmektedir; üçüncüsü, Gelişmiş ülkelerin dev Çok Uluslu Şirketlerinin rekabeti karşısında Türk sanayi şirketleri ortaklıklar ve satın almalar yoluyla yabancı sermayenin eline geçmektedir. Bütün bunlar, hem sanayileşme hamlesinin durması, hem de mevcut sanayi varlığının Batı sermayesinin eline geçmesi anlamında Türkiye’nin sanayisizleşmesi demektir. Türk sanayiinin ağırlıklı bölümünü hâlâ sanayileşmede ancak ilk basamağı ifade eden tekstil sektörü oluşturmaktadır. Sanayileşmenin ikinci aşamasında iki önemli sektörden biri olan beyaz eşyada kısmi bir başarı sağlanmış, diğer sektör olan otomotivde 25 yıllık çaba başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sanayileşmenin üçüncü aşaması olan elektronik teknolojisi ise sıfır noktasındadır.Türkiye sanayileşme düzeyi olarak son 20 yılda yerinde saymıştır. Sanayideki bu manzara son 20 yılın liberal, küreselleşmeci ekonomi politikalarının iflasını tescil etmektedir. Sanayi ve hatta perakendecilik dahil büyük ölçekli ticaretin Batı sermayesinin eline geçmesinin toplumsal ve siyasal sonuçları da son dönemde çok belirginleşmiştir. 1980 sonrasında, Türk büyük sermayesi, yalnız ekonomik faaliyetlerinde Batı büyük sermayesinin dümen suyuna girmekle kalmayıp, aynı zamanda kültürel, ideolojik ve siyasî olarak da hızla Batı’nın bir acentasına dönüşmüştür. Özellikle 1990’lardan itibaren büyük işadamlarının, büyük sermaye örgütlerinin, Kıbrıs konusu, Türk-Yunan ilişkileri başta olmak üzere hemen hemen her “millî davada” Türk Devleti ve Türk Milleti’nin görüşlerinden farklı görüşler savunması, hatta Brüksel veya Washington ağzıyla Türkiye’yi itham etmesi rutin bir olay haline gelmiştir. Türkiye’nin ve Batı’nın taraf oldukları herhangi bir uluslararası sorunda Türk büyük sermayesinin Türk tezini savunmasına ise adeta rastlanmaz olmuştur. Bütün bu gelişmeler, Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağı” şeklindeki tespitinin yaşayan birer örneğidir. Cumhuriyet’in ilânından sonra onbeş yıl içinde Türkiye’nin dünyada gıdada kendine yeterli yedi ülke arasına girmesi, Cumhuriyet’in en büyük başarılarından biri olmuştur.1980 sonrasının liberalizmi ise on yıldan da kısa sürede Türk tarımını çökme noktasına getirmiştir. IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle Türk tarımı yavaş yavaş her türlü devlet desteğinden yoksun bırakılmıştır. Oysa hem AB, hem de ABD kendi tarım sektörlerini yüksek düzeyde korumaktadırlar. Tarım sübvansiyonları AB’de yılda 50 milyar dolara, ABD’de ise yılda 30 milyar dolara ulaşmıştır. AB ve ABD Türk tarımını çökertme politikaları, kendi ülkelerinde uyguladıkları büyük tarımsal destekleme sonucunda ortaya çıkmış olan dev gıda stoklarının eritilmesine yönelik genel bir stratejinin Türkiye’ye yansımasıdır. Tütünde “kaçakçılığa son verme” yaftası altında iç piyasanın dış tröstlere açılması sonucunda tütün ürünlerinde 1990’da % 20 olan yabancı menşeli ürün payı, 2001’de % 60’a yükselmiştir. Tarım ıslah istasyonları gerekçesiz olarak kapatılmış, devlet üretme çiftlikleri büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş, Et Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu tasfiye edilmiştir. Sonuçta Türkiye kendini besleyemeyen, tahıl, et ve süt ürünlerinde ithalatçı bir ülke haline gelmiştir. Son dönemdeki IMF programları içerisinde yer alan şeker fabrikalarının ve Tekel’in özelleştirilmesine, tarım birliklerinden kamu desteğinin çekilmesine yönelik düzenlemeler de Türk tarımının tasfiyesine yönelik son adımlardır. 1980’lerde Türk ekonomisinin liberalizme geçiş adı altında IMF ve Dünya Bankası’na teslim edilmesi, Türk bankacılık sistemini de çökertirken, kamu maliyesini de borç batağına sürüklemiştir.Üstelik Türk ekonomisini müzmin borç batağına sürükleyen politikalardan hesap sorulmamıştır.1980’lerde ABD ve AB, ekonomilerindeki yapısal tıkanmayı aşmak için, dünyanın geri kalan ekonomilerinin mal ve finans piyasalarında egemenlik kurma kararını vermiştir. Küreselleşme adıyla sunulan bu strateji, gelişmekte olan ülkelere IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılmıştır. Türkiye de, 1980’lerin sonuna doğru bu yönlendirme doğrultusunda bütçe açığını iç borçlanmayla karşılamaya başlamış, sermaye hareketlerine serbestlik tanımış, döviz cinsi mevduata izin vermiş, faizler ve bankacılık üzerindeki denetimi gevşetmiştir. Bu uygulamalarla 12 yıl içinde, -Bütçe vergi gelirleri, bütçenin faiz ödemelerini zorlukla karşılar hale gelmiştir. -Türkiye’nin dış finansman bulmasını güçleştirecek boyutta bir kamu borç stoku oluşmuştur. -Ekonomi büyük ölçüde dolarize olmuş; banka mevduatlarının yarıdan fazlası döviz hesabı olarak kemikleşmiştir. Dolarizasyonla sermaye serbestisinin bir araya gelmesi ekonomik bir saatli bomba yaratmıştır. -Sermaye serbestisi ve kamunun aşırı borçlanması sonucu bankacılık gerçek bankacılığı terk ederek, büyük ölçüde spekülatif faaliyetlere yönelmiştir. Bu yönelim çerçevesinde bankacılık gittikçe artan boyutta kur ve faiz riski almış ve bunun sonucunda her krizde dalga dalga gelen iflâslarla batık bir sektör olmuştur. Son dönemde Türk ekonomisine vurulan büyük bir darbe de, 1996’da başlayan Türkiye-AB arasındaki Gümrük Birliği’dir.Altı yıl içinde Türkiye’nin Gümrük Birliği sebebiyle uğradığı dış ticaret kaybı 70 milyar doları aşmış, üçüncü ülkelerle yapacağı dış ticarette manevra imkânlarını tamamen kaybetmiştir. Türkiye Makedonya ve Azerbaycan ile AB izin vermediği için serbest ticaret anlaşması yapamamıştır.Böylece Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye,üçüncü ülkelerle ticaretini ve mevzuatını Avrupa’nın denetimine bırakmıştır. Türkiye’nin sanayi ve ticaret sektörlerinin perakendecilik dahil önemli bir bölümü AB sermayesinin eline geçmiştir. Gümrük Birliği öncesinde 5 ila 10 milyar dolar arasında seyreden Türkiye’nin dış ticaret açığı, Gümrük Birliği sonrasında yıllık 15 ila 20 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. 2000 yılında Gümrük Birliği yüzünden ortaya çıkan rekor dış ticaret açığı IMF’nin yanlış reçetesiyle birleşince, Türkiye 2001’de devalüasyona ve ekonomik krize sürüklenmiştir. Türkiye’nin Gümrük Birliği içinde geçirdiği yedi yıla sanayileşme, teknolojik gelişim, sermaye birikimi, gelir dağılımı, dış ticaret ve döviz kurları gibi çeşitli açılardan bakıldığında, Gümrük Birliği’nin Türkiye için herhangi bir faydasını saptamak olanaksızdır. Kültür-Eğitim Özellikle 1980’lerden sonra gerek ekonomide gerekse politikada derinleşen dışa bağımlı yapının bir yansıması da kültür alanındadır. Küreselleşmenin belki de en yıkıcı etkisi kültürel alanda hissedilmiştir. Milli kültür unsurları ve mili kimliğimiz, küreselleşmenin yok edici kültürel etkileri karşısında adeta savunmasız bırakılmış, kültür ticari kalıplara sokularak, tüketimin bir parçası haline getirilmiştir. Milli değerler zaafa uğratılmış, genç nesil milli değerlerden koparılmış, benlikli ve kimlikli, milli değerlerine sahip çıkan, evrenselliğe milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetişmesinin önüne set çekilmiştir. Bu yıkıcı süreçte, özellikle küreselleşme merkezlerinin denetimine giren medya ve gittikçe ağırlık kazanan yabancı dille eğitim veren öğretim kurumları büyük rol oynamıştır. Bu sürecin önemli bir parçası da, Türkçe’nin Türkiye’nin toplumsal hayatındaki ağırlığının azalarak, buradan doğan boşluğun başta İngilizce olmak üzere Batı dilleri tarafından doldurulmasıdır. Bu durum Türkçe’nin gelişme sürecini sekteye uğratmış, Türk milli kültürünün temeli olan Türkçe, bir yozlaşma dönemine itilmiştir. Tüm bu yaşananlar karşısında, Avrasya’nın ve özellikle Anadolu’nun yüzyıllardır biriktirdiği değerlerle yoğrulmuş, Türkiye’nin bugününe ve yarınına yanıt verebilen, milli dayanışmayı ve milli birliği sağlayan ve Cumhuriyetin yarattığı ulusal kültür bileşimi, Mustafa Kemal Atatürk ‘ten sonra devamlılığını ve etkinliğini kaybetmiştir. Ulusal kültür değerleri,yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerine ve dayatmalarına karşı korunmasız bırakılmış, gelinen bu noktada halkından ve toplumsal değerlerinden kopuk aydın kimliği de rol oynamıştır. III. NE YAPMALI? Politika ve Ulusal Güvenlik İç siyasal sistemde yaratılmış olan bozulmayı, toplumsal demokrasiyi egemen kılarak aşmak, demokrasi adı altında “dar bir çevrenin” bütün siyasal güce ve ekonomik kaynaklara hakim olmasını engellemek, siyasi sistemi insana, halka, topluma odaklamak, öncelikli hedef olmalıdır. Esasen demokrasi; insanlığa, insana, halka hizmet ettiği, “toplumsal mutluluğu” yükselttiği oranda işlevini görmüş olur. Bu yönüyle toplumsal demokrasi, halkın ve milletin ortak çıkarlarına dayalı sistemin adıdır, iç dengeleri bozan “dışarıdaki güç odaklarına” karşı mücadelenin adıdır. Toplumsal demokrasi, geniş halk kitlelerinin çıkarlarını koruyacak siyasal örgütlenmenin yaratıldığı, bu örgütlenmenin kaynak dağılımını ve kullanımını yönetebildiği gerçek şeffaflaşmanın adıdır. Toplumsal demokrasi, toplumsal kalkınmanın, toplumdaki üretimin, paylaşımın ve siyasetin şeffaflaştırılmasının ve dengelenmesinin adıdır. Toplumsal demokrasi, siyasi temsilde, ekonomide ve kültürel yaşamda toplumsal çıkarları korumanın adıdır. Türkiye,dış güdümlü çıkar odakları tarafından yönlendirilen siyasal koşullandırmadan koparılmalıdır. Bugün Türkiye’nin dış politikasını, iç siyasal yapısını, çelişkilerini ve sorunlarını sağ-sol ayrımlarıyla algılamak ve anlamlandırmak artık imkansız hale gelmiştir. Türkiye’de günümüzde, ekonomiden siyasete, kültürden eğitime, birçok alanda temel çelişki,”Milli-Gayri Milli” ayrımına odaklanmıştır.
  2. İnsan bir cana nasıl kıyar? Birini öldürmek ve onun yaşam hakkına son vermek için nasıl bir ruh halinde olmak gerekir? Allah'a inandığını söyleyenler, bu inanca tamamen ters düşen bir çelişkiye nasıl düşerler. "Bir insanı öldürmek, tüm insanlığı öldürmek" gibidir. Anlayışından, "sizin gibi olmayanı öldürmek, normaldir" düşüncesine geldik. Nereden nereye...
  3. amma ukalasın be. bu ne ya... murat mı? çok değer verdiğim bir arkadaşım, ne olcak...
  4. muratta neden bu kadar ısrarlısın? seninki muradiyemi yoksa?
  5. ABD/SUUDİARABİSTAN ilişkileri, ne boyutta... Arablar uzun yıllardır, İslami değerlerinden uzaklaştırılmış ve Abd'nin güdümünde, şekilcilikten ibaret kalmış bir din anlayışı var. Tamamen politik ve şekilci. Bir aydın yetiştiremiyorlar, tartışmaya ve bilime kapalılar. Tamamen teslimiyetçi ve işbirlikçi bir zihniyet. Anlaşılmaktan uzak, saplantılı. Bugün Abd "ılımlı İslam" profili çiziyor. Ve bunun kılıfını bize uydurmaya çalışıyor. Neden? çünkü bize ihtiyacı var, Abd'nin desteğini alan bazı grupların yardımıyla Türkiye'yi alıştıra alıştıra kendi safına ve güdümüne çekmeye çalışıyorlar. Ve bizi de zamanla Arablara benzetmek için, işbirlikçileriyle son derece kararlı çalışıyorlar. Bizimde İslam anlayışımızı tamamen şekilci ve politik bir zemine çekmek amacındalar. Bunu görmek gerek, türban meselesinin neden bu kadar uzadığını ve gerginlik çıkarılmak istendiği ortadadır. Buda bir tezgahtır. bugün mecliste tabanı belli olan parti çoğunluğu sağlamış olarak iktidarda. Ancak hala bu meseleyi germekten başka bir şey yapmıyorlar. İsteseler çözerler, çözmüyorlar. Çünkü gelecek seçimlerde bu tabanın oylarına ihtiyaçları var... Şimdi çözerlerse o zaman ne olur, bir düşünelim bakalım... selamlar
  6. forum arkadaşlarından biri olarak teşekkür ediyorum, sağolasın... buda benden sana
  7. yoksa siz diyecektiniz herhalde yanlışlık oldu... elimden geldiğince, yazıp çiziyorum birşeyler, anlayanda var anlamayanda, ben anlayanlarla yetiniyorum.
  8. arkadaşım sibel
  9. teşekkür ederim sedelinam, bende bunu sana ve tüm sevdiklerime yolluyorum...
  10. yalnızlığım yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin...
  11. biz aşkı meleklerden çaldık birbirimize sımsıkı bağlandık
  12. sende en güzellerindensin...
  13. doğru söze ne denir? İşte buluşma noktamız bu olmalı, Cumhuriyet ve Atatürk... Çünkü bizim hamurumuzda Cumhuriyetle yaşamak var, biz başka bir yönetim şekliyle yaşayamayacak kadar "özgür" beyinlere sahibiz. Kendimizi ifade edebildiğimiz ve büyük önderin söylediği gibi "bağımsızlık benim karakterimdir, benim olduğu gibi milletiminde karakteridir" de ifade edildiği gibi... Bugün gelinen noktadan her özgür beyin rahatsızlık duymaktadır. rahatsızlık duymayanlar teslimiyetçi zihniyetlerdir. selamlar
  14. öncelikle sizlere teşekkür ediyorum, tüm arkadaşlarım adına, konuya duyarlılık gösterdiğiniz için. sayın güvercin, artos32, tan_vakti, dipnot, kemalin askeri, gece kuşu... v.s. şimdi bugün ülkemizde yaşanan nedir? bir KIRILMA NOKTASI'dır. Bugüne kadar süregelmiş, çeşitli ideolojilerin, inançların ya da adına her ne derseniz... işte bu süreç tüm bunların bir değişimden geçmesinden kaynaklanıyor. Bu kırılma 80'li yıllardan başlıyor, hatta belki biraz daha öncesinden... şuan son sürecini yaşıyor... Şimdi kafalar bulanık, belirsizlik insanların her neye inanıyorlarsa ona daha bir sıkı yapışmalarına sebeb oluyor. Türkiye bir değişim ve gelişim sürecinden geçiyor. Ve bu sancılı oluyor her doğum gibi. Burda ki değişim ve gelişimin farkında olan dış mihraklar, bunu sindirmek için yıllardır uğraş verdiler... veriyorlar... Bunun sonucunda Türkiye ya yeniden bir birlik ortamı sağlayarak güçlenecek (tüm farklı görüşlerden bahsediyorum) ya da dağılacak. Siz hangisini tercih edersiniz? Ben birleşip güçlenmeden yanayım. Bunun mücadelesini veriyorum... bu ülkenin dağılması kime fayda sağlayacak, ancak dağılmasından çıkar umanlara, ama bize değil. konunun özü herkes bu ülke adına elinden geleni yapmak zorunda, üzerine düşen görevi yerine getirmek zorunda, gelecek nesle daha güvenli bir ülke bırakmak zorunda... özellikle anne ve babalar beni daha iyi anlayacaklar. çünkü bizim sorumluluğumuz daha fazla çünkü biz çocuklarımızı bu dünyaya bilerek getirdik. Ve bu ağır bir sorumluluk... selamlar
  15. şimdiki teorim şu... Rusya ve Türkiye çeşitli anlaşmalara imza atmak istiyorlar, Ab ve Abd bundan rahatsızlık duyuyor. ve engel olabilmek için yeni gerginlikler yaratacaklarını düşünüyorum. Bush yeni saçmalar savurmaya başladı "sizi kominizmden biz kurtardık" gibi. Irak'ta batağa saplanan ve umduğunu bulamayan Abd şimdi İran batağına bizide sürüklemek istiyor, Rusya, İran ile iyi ilişkiler içinde, bizde eğer tavrımızı Rusya'dan yana koyarsak, o gün bekleyin ki, içerde yeni çatışmalar ve hatta yeni suikastlar olabilir. teoriler, gerçekleşmeye müsait düşüncelerdir... herşey önce teori olarak başlar... Abd bu düşüncenin filmini bile yapıyor, bize düşünmekte yasak...
  16. sardunyam

    Yorumsuz

    sözün bittiği yer işte bu an... yazıklar olsun...
  17. reca ederim. sende bu forumun hem eskisi, hem yenisisin, en aklı başında olanısın
  18. he öylemi üsküdara giderken görmüşler, bende onları üsküdardan gelirken gördüm... (bu arada kendimi buldum)
  19. hiç bir şeye çevirmezdim. yeterince çevrilmiş zaten
  20. en güzel tan'ı
  21. ben bugünde kimseye kızmadım,kızgınlığı çöpe attım... kızılacak kimse olmadığını düşünüyorum. yani sinirlerimi bozmaya değmez... muhahahahaha
  22. sedelina ellerine ve yüreğine sağlık, teşekkür ediyorum
  23. bende sana sevgi ve saygılarımı yolluyorum, güzel dost... ancak ülkemizde yaşayan insanlar 80 yıldır sürekli kaybediyorlar, değerlerini, ahlakını, sevdasını ve şimdi kala kala ellerinde bir inançları kaldı... onuda kaybedeceğiz sanıyorlar ve sıkıca sarılmak istiyorlar, ben şahsen öyle düşünmüyorum... ben inanıyorsam, herkese ve herşeye rağmen inanırım... buna kimse mani olamaz, o yüzden şartlar ne olursa olsun ben inancımı yaşarım, dilediğim gibi, hissettiğim gibi... bu kimsenin tekelinde olamaz... selamlar
  24. Rusya ile ortaklık tazeleme MOSKOVA. Washington'ın, Rusya'nın, bölgede enerji tekeli oluşturmasından duyduğu rahatsızlığı Ankara da hissediyor mu? Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov'un yarın Ankara'ya, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de haziranda Moskova'ya yapacağı gezilerin hazırlıkları böyle bir hissin olmadığını gösteriyor. İlişkilerin süratini kesmek bir yana, daha sıkı işbirliğinin yollarını açacak yöntemler aranıyor. Rusya Devlet Başkanı Putin'in Ankara ziyareti ile altına imza konulan, "Ortaklık Belgesi"nde var olanların ilerisine geçilmesi, hatta yeni bir "Ortaklık Belgesi" nin altına imza konması hedefleniyor. Aynı çaba Moskova yönetiminde de seziliyor. Bütün bunların nedeni, son 15 yılda ilişkilerin iki ülke yöneticilerinin öngörmediği bir hızla gelişmesi. Örneğin, tahmin edilemeyen bir şekilde Türkiye'ye her yıl 2 milyona yakın Rus turistin akın etmesi... Veya Türk işadamlarının bavul ticaretiyle başlayıp, müteahhitlik hizmetleriyle tepeye tırmanan ve bugün de büyük sermayeli şirket evliliklerine geçiş yapması. sabah gazetesi muharrem sarıkaya'dan alıntıdır... şimdi son günlerde olan ekonomik çalkantılar, Abd'nin bu yakınlıktan duyduğu rahatsızlıktan kaynaklanıyor olabilir mi? Geçmiş yıllarda Adnan Menderes'te 1960 yılında Rusya ile anlaşma imzalamaya gidecekti ancak yine 1960 yılında idam edildi. Yine bir yakınlı kurulmaya ve anlaşmalar yapılmaya çalışılıyorken, ülkede yine ekonomik ve siyasal çalkantılar başgöstermeye başladı... İran'la yakınlaşmamamız için de aynı takdik uygulanıyor, birileri bizi yönlendirmeye çalışıyor ve geleceğimizle ilgili planlara sekte vurmaya çalışıyorlar... İşte gözümüzü açmazsak yine tarih tekerrürden ibaret olacak. malesef. Eller gider aya yine biz kalmayalım yaya...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.