Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

sardunyam

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. SAYIN SEDELİNA bilimsel açıklamana teşekkür ediyorum. Bunlarda bilimsel gerçekleri olayın. Tebrikler ve teşekkürler ve sayın armance hayır ölmemek için öldürenleri kasdetmiyoruz ki yukarıda bundan bahsettim, nefsi müdafa ayrı bişey sebeb kendi fikri doğrultusunda karşındaki fikre bilimsel olarak dayanaksız kalan ve bunu ancak "öldürme" içgüdüsü ile yapmaya çalışanların, bunu neden yaptıklarını tartışıyoruz... selamlar
  2. sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    yazı uzun ama çok önemli noktalara temas ediyor. lütfen zahmet edip okuyun. gerçeklerle yüzleşeceksiniz. bize hayalperest gözü ile bakanlar hayal görmediğimizi bir nebze anlarlar ümidindeyim...
  3. sayın bilimselci söylediklerinde haklılık payı var tabiki... ancak ben başka bir açıdan bakmak istedim. İnsanları görüş ayrılıkları yüzünden ya da kendi ahlaki değerleri ölçüsünde dar düşünerek (mesela töre cinayetleri) gibi konularda cinayeti kendince haklı gösterenler ya da ideolojik, inançsal farklılıklar yüzünden karşısında ki insanı ortadan kaldırıp kendi egemenliğini devam ettirmek isteyenler, ekonomik anlamda iyi derecede bile olsalar malesef cinayet işlemede sakınca görmüyorlar. İşte bu nokta insani değerler ve ahlaksal yapı ile şekillenir. Burada söz konusu olan, size ya da ailenize yapılan saldırıda nefsi müdafa yapmanız değildir. Burada olan kendi haklı sebebleri ölçüsünde, İNSAN öldürmede bir sakınca görmeyenlerdir. Tehlikelidir. İnsanlık dışıdır. Anlaşılmazdır. selamlar
  4. bu forumda sulu espiriler yapmayan, kırıcı olmayan, oyun oynamanın zevkine varan herkese veriyorum, sadece bir kaç kişi var bu özelleri taşımayan ama isimlerini söylemeyeyim, onlar kendilerini biliyorlardır.
  5. birilerinin, birilerini böcek olarak görmesi, kendi kişisel bakış açılarını gösteriyor. O düşüneceye herkesin sahip olduğunu düşünsenize, herkes karşısında kini böcek olarak görüyor ve öldürmekte sakınca görmüyor. Bu ne demek oluyor? İnsani değerlerini kaybetmek, kendi ekseninde yol almak, kendini haklı görmek, sabit fikirli olmak... v.s. Allah'a şükür ki insanların hepsi aynı değil. Bir ot bile, boşuna bitmiyor ve o bitkinin bile yaşama hakkı var. ekonomide iyileşme insanları cinayetten alıkoymaz sevgili bilimselci... insanları cinayetten alıkoyan kendi bilinçleri ve insani değerleridir. bundan yoksun olanlar, hangi şartlarda olurlarsa olsunlar, potansiyel katil olma özelliği taşırlar... selamlar
  6. evet ya gece yağmuru, kalbimiz birmiş... tan sende henüz acemisisin
  7. en mahmer bakışlısı
  8. en mahmur bakışlısı
  9. evet ben sanalım, sen nesin? kimsin, bir kişiliğin var mı? beni ne kadar tanıyorsunda bu yorumu yapabiliyorsun. hadi ordan. bu arada zeliha
  10. sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    bu metni hazırlayanlar Prof. Dr. Erol Manisalı (E)Korg. Suat İlhan Attila İlhan Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel (E)Tuğ.Halil Şimşek Sadettin Tantan Prof. Dr. Anıl Çeçen (E) Tuğ. Servet Cömert Sinan Aygün Prof.Dr.Tolga Yarman (E) Tuğ.Sedat İlhan Turgay Tüfekçioğlu Celal Ülgen Prof.Dr.Mustafa Erkal Mustafa Başoğlu Doç.Dr.İ.Yaşar Hacısalihoğlu Yakan Cumalıoğlu Doç.Dr.Emin Gürses Yıldırım Koç Doç.Dr.Cüneyt Akalın Dr.Mehmet Atay Doç.Dr.Hüner Tuncer Kemal Özden Yrd.Doç.Dr.Elif Hatun Kılıçbeyli Arslan Bulut Yrd.Doç.Dr.Servet Karabağ Selim Somçağ Yrd.Doç.Dr.Şamil Ünsal Birol Başaran Yrd.Doç.Dr.Yaşar Onay Barış Doster Metin Aydoğan
  11. sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    DEVAMI... Sorun, Türkiye’ye ve Türkiye’nin meselelerine nereden bakıldığıyla ilgilidir. Özellikle Avrupa Birliği-Türkiye ve ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan bazı gelişmelerle (örneğin Karen Fogg olayı ve Irak gibi ) milli cephe ile gayri milliler, siyah ile beyaz gibi ayrılmıştır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu gibi... Milli/Ulusal olmanın iki temel unsuru vardır. Birincisi, ulusun büyük çoğunluğunun yararına olması gerekir. İkincisi, ulusun geniş katılımıyla ortaya çıkması gerekir. Türkiye’de ulusallığın temelleri bu çerçevede ele alınarak etkin kılınmalıdır. Ekonomik, siyasal, kültürel kararlar ulusun geniş katılımı sağlanarak, ülkenin milli çıkarları doğrultusunda alınabilmelidir (tıpkı demokrasinin iyi işlediği ülkelerde olduğu gibi). Bu yapı egemen kılınırsa meclisler ve hükümetler, reel ücretleri düşüren politikalar izleyemezler. Çünkü halkın kararlara geniş katılımı bu tür politikalara izin vermez. Kısacası ulusallık, geniş halk kitlelerine daha fazla refah, daha fazla mutluluk demektir. Politikada ulusallık, ulusun çıkarlarını dış dünya karşısında koruyabilmek demektir. Ezmemeyi, ama kendini de ezdirmemeyi egemen kılmak demektir. Dış dünya ile ilişkileri, karşılıklı çıkarları koruyarak dengelemek demektir. Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin ulusal bağımsızlığını kazanması, toplumsal demokrasiyi işletmesi ve böylece ulusallığı egemen kılması bir zorunluluktur. İçeride ve dışarıda belirli güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda kararlar vermesi durdurulmalıdır. İşçi, memur, esnaf, çiftçi, küçük ve orta işletmeler karar mekanizmalarına sokulmalıdır. Ulusal çıkarlarını koruyamayan gayri milli durumdaki Türkiye görüntüsüne son verilmelidir. Bunun için çözüm milli/ulusal politikaları hakim kılacak siyasal örgütlenmelerdir. Gerçek Türkiye’nin iradesini egemen kılmak için, bütün milli güçlerin ve bugünkü durumdan zarar görmekte olan çevrelerin toplumsal demokrasi için örgütlenmeleri gerekmektedir. Halk gerçeklerle buluşturulmalıdır. Bilinçli bir şekilde çekilen sis perdesi, halkın önünden kaldırılmalıdır. Bilginin bilince dönüşmesi için yoğun çaba harcanmalıdır. Gerçek Türkiye’nin ayağa kalkması, bu gidişe son verilmesi gerekmektedir. İşçinin, çiftçinin, memurun, esnafın, ayağı ve kafası bu topraklarda olan iş çevrelerinin, üniversitelinin, öğretmenin, yani halkın, yani gerçek Türkiye’nin iktidar olması gerekmektedir. Dar bir çevrenin, kendi çıkarları doğrultusunda temsil ettiği Türkiye’nin, gerçek Türkiye’ye karşı dışarıdaki güç odaklarıyla yaptığı işbirliğini etkisiz kılmak, dayanışmayı sağlamak, gerçek demokrasiyi, cumhuriyeti, bağımsızlığı, milli devleti, halkın çıkarını, gerçek uygarlığı savunmak esas olmalıdır. Gerçek Türkiye’nin iradesini hakim kılacak, politik bütünleşme sağlanmalıdır. İç politik yapılanmanın dışa bağımlı ve yapay bölünmelerden beslenen mekanizmasına karşılık, milli dayanışma, milli çıkarda ortaklaşma sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra geniş halk kitlelerinin ulusal çıkarlar doğrultusunda aydınların ve halk önderleriyle el ele bilinçlendirilmesi önemlidir. Bu alanda başarı için görsel ve basılı kitle iletişim araçlarının oluşumu hedeflenmelidir. Türkiye, çok seçenekli dış politika anlayışını egemen kılarak, Avrupalı kimliğini Asyalı kimliğiyle dengeleyerek, coğrafi konumunun zorunlu kıldığı çok boyutlu ilişki zeminini aktifleştirerek, orta ve uzun dönemli stratejik öngörüye zenginlik ve derinlik kazandırarak, bugün içine düştüğü dış politika çıkmazından kurtulmalıdır. Türkiye coğrafi konumunu doğru okumalıdır. Türkiye, Doğu ile Batı arasında edilgen bir köprü konumundan çok, üst ölçekte kıtalar arasında (Avrasya ve Afrika), alt ölçekte havzalar ve bölgeler (Karadeniz, Akdeniz, Hazar, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu) arasında bir merkez konumundadır.Bu konum, dünya adasının(Asya-Avrupa-Afrika)menteşesi,kilidi ve anahtarı değerindedir.Bu özelliği öne çıkartılmalıdır.Buna göre Türkiye, bölgesinde barış kuşağı yaratmayı öncelikli hedef sayan, yeni işbirliği ve ilişkiler zemini kurabilen, kalıcı, köklü, dengeleyici, çok boyutlu ve seçenekli ilişkiler üretebilen, sözü dinlenen, kendine güvenen ve sorunlara ulusal çıkarları temelinde ödünsüz bakabilen “aktif bir bölge gücü” olmalıdır. Türkiye bu kimliği taşıyarak, değerlerini tüketerek değil, üreterek, yeni sentezler yaparak, günü yaşayan değil, geleceği tasarlayabilen bir stratejik zenginlik ve derinlik kazanmalıdır. “Ulusal Bağımsızlık” ve “Ulusal Egemenlik” temeline dayalı bir Türkiye tasarımının gelecek öngörüsü, ulusal bilgi, bilinç, strateji ve politikanın üretilmesinden geçmektedir. Bu boyut, Türkiye’nin evrensellikle kimlikli, benlikli ve eşit olarak buluşmasının temel koşuludur. Bu şartlar altında Türkiye, “içe kapanarak değil, dışa açılarak”, ulusal çıkarlarını öncelikli kılarak evrensel buluşmayı olanaklı kılabilmelidir. Ancak, bunu başarabilmesi için Türkiye’nin, bugünkü görüntüsünü oluşturan “dış güdümle kendini dışa açan” ülke konumundan uzaklaşması gerekmektedir. Bunun yerini “kendi iradesiyle dışa açılan” bir Türkiye görüntüsü almalıdır. Bütün bunların başarılabilmesi için Türkiye, AB’ye ve ABD’ye tek yanlı bağımlılıktan kurtulmalıdır. Yeni işbirliği ve dayanışma zemininin oluşmasını engelleyen, kendisini tek seçenekli dış ticaret ve dış politika zeminine sıkıştıran Gümrük Birliği belgesinin giderek ekonomik temelli bir ulusal güvenlik sorunu olduğunu kabul etmeli ve gereğini yapmalıdır. AB süreci içinde bugün statükoya dönüştürülmeye çalışılan tek yanlı bağlanmanın, üstelik yeni bedeller karşılığında sürdürülmesi kabul edilemez. Bugün Kıbrıs’ın, yarın Ege’nin ve diğerlerinin (Ermeni Tasarısı, Ruhban Okulu, Patrikhane, azınlıklar konusu ve hatta Pontus) Türkiye’ye dayatılması, tüm bunlara karşı AB’nin çeşitli yöntemlerle oyalayarak, adaylık statüsünü kalıcı bir bağımlılığa, hatta siyasi tutsaklığa dönüştürmek istemesi, kabul edilemez. Bugün olduğu gibi, ileride de içine almayacağı Türkiye’yi kendisine bağımlı bir pazar, hammadde, güvenlikli turizm alanı olarak denetimi altında tutması, kabul edilemez. Türkiye, ABD’nin Avrasya stratejisinin zorunlu kıldığı dayatmalara, kimlikli ve benlikli, bağımsız bir ülke niteliğiyle, Batı’nın taleplerini dengeleyecek bir Avrasya işbirliği zemini yaratarak ve ulusal çıkarlarını ödün vermeden savunarak cevap vermelidir. Soğuk Savaş döneminin edilgen, bağımlılığı yansıtan görüntüsünden kurtulmalıdır. Unutmamak gerekir ki, Soğuk Savaş sonrasında bütün dünyada ulusal çıkarlar ve ulusallık öne çıkmıştır. Ortak diplomasiye, stratejiye ve politikaya dayanmayan “stratejik ortaklık” yakıştırmalarına bağlanarak, bugün ve gelecek adına ulusal çıkarla ve arzulanan stratejik ve politik konumla çelişen tercihlerden uzak durulmalıdır. Türkiye,Irak ‘a saldırı gibi görünen,ama kendisini de hedef aldığı açıkça belli olan bu süreci tersine çevirebilmelidir. Türkiye, ulusal güvenlik stratejisini ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete geniş bir çerçevede yeniden ele almalıdır ve buna dayanarak kendi tehdit algılamasını somutlaştırmalıdır. Türkiye merkezli bir dünya algılamasıyla tüm gelişmeleri ve yönelişleri derinlemesine irdelemelidir. Ekonomi Türkiye, spekülatif finans sermayesinin, sıcak paranın oyun alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Spekülasyon amaçlı para hareketleri, yasal denetim altına alınmalı, finans sektöründe yapılacak köklü bir reformla, sektörün sıcak paracı olmaktan çıkıp, Türkiye’nin kalkınmasını finanse edecek yapıya kavuşması sağlanmalıdır. Ekonominin bütün kaynaklarını rantiyelere ve ülke dışına yönlendiren, ekonomik büyümenin, kalkınmanın ve adil gelir dağılımının önünde büyük bir engel oluşturan kamu iç ve dış borç ödemeleri yeniden yapılandırılmalıdır. Temel amacı Türk ekonomisini borç tahsilatına yönlendirmek olan IMF programının kamu maliyesi için öngördüğü, dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiş ağırlıktaki faiz dışı fazla hedefinden uzak durulmalıdır.Türkiye,IMF ve Dünya Bankası politikalarından yakasını kurtarmalıdır. Türk ekonomisine zararları giderek boyutlanan Gümrük Birliği konusunda Avrupa Birliği’yle yeniden görüşmeler başlatılmalı,Türkiye’nin karar mekanizmasında yer alması gibi ulusal çıkarları doğrultusunda yeni bir düzenleme yapılmalı,sonuç alınamazsa Gümrük Birliği’nden çıkılmalıdır.Dış ticarette komşu ülkelerin ve Asya’nın payı arttırılmalı, AB’nin bu alandaki ağırlığı dengelenmelidir. Türkiye, kalkınmasının finansmanı için iç kaynaklara yönelmeli, özellikle kamunun borç ödemek için yeni dış borçlanma yapmasına son verilmelidir. Aksi takdirde milli gelirin % 67’sine ulaşmış olan dış borç stokunun artışı frenlenemeyecek, bu da IMF’nin yeni bir Düyun-u Umumiye İdaresi olarak Türkiye’nin mali yönetimini doğrudan ele alınmasının ve yabancılara imtiyazlar sağlanmasının önünü açacaktır. Zaten Gümrük Birliği sorununun çözülmesi ve sıcak paranın denetim altına alınmasıyla Türk ekonomisinin dış finansman ihtiyacı çok azalacak, hatta ortadan kalkacaktır. Türkiye, terk ettiği planlı kalkınma sürecine DPT’nin teknik öncülüğünde geri dönmeli, sanayileşme ve çöken tarımın yeniden canlandırılması hamleleri başlatılmalı, kaynaklar finansal spekülasyon ve rant ekonomisinden, sanayi ve tarıma kaydırılmalıdır. IMF ve Dünya Bankası’nın reçetelerine göre belirlenmiş olan özelleştirme stratejisinden Türkiye’nin sanayi ve tarımda güçlü olma hedefi ve millî güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, uzak durulmalıdır. Kamu işletmelerinin ne pahasına olursa olsun satılması anlayışı terk edilmelidir.IMF ve Dünya Bankası politikalarına derhal son verilmelidir. Stratejik nitelikli, entegre ve büyük katma değerler yaratan kamusal nitelikli sanayi, finans, tarım kuruluşları ile yer altı zenginliklerimizin işletmeleri Türk ulusunun ekonomik kaleleridir. Küresel ortamda direnç gücüdür. Bugün içinde bulunduğumuz borç sarmalından kurtuluşumuzu sağlayacak kaynaklardır. Bunların özelleştirilmeleri, hele yabancılara satılmaları Türkiye’nin gelecekte dışa bağımlılığını arttıracaktır. Dış baskılara karşı direncini azaltacaktır. Bu kuruluşlar ve kaynaklar özelleştirileceğine, geliştirilmeli ve sağladıkları olanaklar tüm ulusun çıkarlarına tahsis edilmelidir. Ulusal teknoloji üretiminin öncelik kazanması, buna ilişkin araştırma-geliştirme çalışmalarının ulusal planlama kapsamında desteklenmesi ve ulusal savunma sanayinin geliştirilmesi vazgeçilmez hedefler arasında yer almalıdır. Ulusal enerji politikası ve stratejisi geliştirerek, bu alandaki yanlış yönlendirmelerden sıyrılmalı, öz kaynaklar önceliğinde dengeli bir enerji üretimini etkin kılmalıdır. Özellikle sahip olunan değerli madenlerin (Bor,Toryum gibi) gerçek kıymetini bilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanılması sağlanmalıdır. Kültür-Eğitim Öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği ve ısrarla savunduğu “ulusal kültür bileşiminin”, toplumsal yaşamımızın vazgeçilmez unsuru olduğu hatırlanmalıdır. Yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerinden uzak, kendi tarih ve coğrafya birikiminin bir eseri olarak, ekonomiden siyasete tam bağımsızlık ilkesine dayanan “ulusal kültür bileşimi”, yabancı kültür dayatmaları karşısında etkinliğini yeniden kurmalıdır. Unutulmamalıdır ki tarih boyunca Anadolu, uygarlıkların birikim mekanı olmuş, kaynaşmanın, iç içe geçmenin, karışımın oluşmasına tanıklık etmiştir. Bu boyutuyla Türkiye, toplumsal değerler açısından bir mozaik değil alaşım ülkesidir. Cumhuriyet, bu birikimin harmanlandığı, kimliklendirildiği nihai noktadır. Esas olan bu bilinci yansıtan ve Anadolu’nun özü olan “ulusal kültür bileşiminin” halkla bütünleşebilmesidir. Bu çaba; ülkenin toplumsal değerleriyle barışık, halkına tepeden bakmayan, Batı hayranlığını tek varlık nedeni saymayan, benlikli ve kimlikli, eşit koşullu evrensel buluşmadan yana bir aydın kimliğiyle başarılmalıdır. Bu kimlik halkla bütünleşerek yaşamalı ve halkın uçlar arasında savrulmasını, ülkenin tarihsel ve kültürel değerlerinden uzaklaşmasını engelleyecek düzeyde etkin olmalıdır. Ticarileşmiş, egemen ve kozmopolit bir kültürün sürekli baskısı karşısında milli kültürün yıkıma uğratılması engellenmelidir. Zihinleri tutsak ederek, egemen imajlar yaratarak (tüket ve mutlu ol), milli değerlere ve onun kültür ürünlerine yaşama hakkı tanımayarak, öncelikle çocuk ve gençleri tutkulu ve bağımlı kılarak, tüketerek mutluluğun yakalanabileceğini (sürekli satın alarak ya da almaya çalışarak yakalanan mutluluğu da süratle tüketerek) aşılayarak yaratılan egemen kültür ortamına, milli kültürle dur demek gerekmektedir. Ulusal bilincin gelişmesi, “ulusal kültür bileşiminin” etkin kılınması için eğitim sistemi milli karakterini köklü ve etkin biçimde yeniden kazanmalıdır. Yabancı dille eğitim yanlışından vazgeçilmelidir. Türk dilinin ve kültürünün gelişimini sağlayarak, yaygın ve etkin bir eğitim sistemi kalıcılaştırılmalıdır. Kültür alanında kendi ürettiklerinin değerini bilen, onu yücelten ve gelecek kuşaklara aktarma bilincini taşıyan nesiller yetiştirecek bir eğitim sistemi yeniden egemen kılınmalıdır. Vatan ve millet bağlılığını sarsılmaz biçimde oluşturabilecek, coğrafya, tarih ve kültür bilinci kazandıracak bir milli eğitim sistemi oluşturulmalıdır. Evrenselliğe, milli değerlerine sahip çıkarak, milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetiştirilmesi temel hedef olmalıdır. Bu hedefin temel dayanağı,”Ulusal Kültür Bileşimi” dir. “Ulusal Kültür Bileşimi“;bağımsız, kimlikli ve benlikli olmanın, ortak tasada, ortak hedefte birlikte olmanın, buluşmanın adıdır. Bu amaç, bu ülkenin tüm değerleriyle yoğrulmuş her bireyin arzusudur. Zaman, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Bir an önce harekete geçilmesi,bütün milli/ulusal güçlerin,her türlü görüş ayrılıklarını geride bırakarak,güçlerini birleştirmeleri,bütün varlığını bir noktada toplamaları zorunluluk haline gelmiştir.Kuvayı Milliye ruhuyla yeniden topyekün bir Milli Kurtuluş duyarlılığı ve stratejisi yaratılmalıdır.Ve Cumhuriyet yeniden “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olmalıdır.[/color]
  12. sardunyam şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    ULUSA ÇAĞRI I. HEDEF: Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini ve ulus esasına dayalı üniter yapının bütünlüğünü koruyarak,Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, güçlü ve müreffeh bir ülke yapmak. II. DURUM TESPİTİ: Politika ve Ulusal Güvenlik Türkiye’de iç politika,Atatürk’ün ölümüyle başlayan süreçte,hızla dış yönlendirmelerin etkilerine açılmıştır.Soğuk Savaş sonrasının yeni koşullarına rağmen dış koşullandırmanın yörüngesinden kurtulamamıştır.Son dönemde özellikle küreselleşme çerçevesinde Türkiye’ye dayatılan ekonomi politikaları sonucunda, iç siyasal yapı gittikçe halktan kopmuştur. Bu tablo, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin iç politikaya mirası olan halkçılık unsurunu ve bağımsızlığı ortadan kaldırmıştır. İç politikada bu görünümü derinleştiren ve süreklileştiren temel etken, dış politika ve yeni ekonomi-politik etkileşimdir. Nitekim, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin iç politikası geçmişin bağımlılık çizgisini sürdürürcesine bir yandan Avrupa Birliği sürecine kilitlenmiş, öte yandan ABD’nin Avrasya stratejisinin etkilerine ve yönlendirmelerine açılmıştır. Türkiye’nin Batı’yla Soğuk Savaş yıllarında süren ittifakıyla çelişen bir dizi yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek Avrupa Birliği, gerekse ABD, Soğuk Savaş döneminde görülmeyen bir ısrarla; ayrılıkçı hareket, sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs, Ege, Ruhban Okulu, Patrikhane, Irak’ın kuzeyinde kukla devlet, Pontus gibi konuları Türkiye’nin gündemine taşımışlardır. Bütün bunlara rağmen Türkiye,Soğuk Savaş bitmemiş gibi davranarak, AB ve ABD ile ilişkilerini tek taraflı dayatmalar ve bağımlılıktan uzak, yeni bir eksene oturtabilme becerisini gösterememiştir. Türkiye,tam üye olmadan çok olumsuz koşullarla Gümrük Birliği’ne girmeyi kabullenmiş, daha sonra da diğer aday ülkelere dayatılmayan koşulları içine sindirmiştir. Bu durum AB’nin Türkiye’yi içine almadan, kendine bağımlı kılmasının zeminini hazırlamıştır. Böylece Türkiye, Gümrük Birliği nedeniyle sadece ekonomik olarak değil, siyasi ve hukuki yönden de tek yanlı olarak AB’ye bağlanmıştır. Nitekim bugün AB süreci, Türkiye’yi Kıbrıs’ta Türk varlığının yok edilmesine, 2004’te Ege’nin kaybedilmesine doğru sürüklemektedir. Bu durum, Türkiye’nin milli reflekslerinin köreltilmesinin, dengeleyici yeni ilişkiler kuramamasının, öncelikle bölgesinde kişilikli bir aktif bölge gücü gibi davranamamasının hem nedeni, hem de sonucudur. Üstelik bütün bu yaşananlar Türk halkından gizlenmiştir. Gerçeklerle halkın arasına perde çekilmiştir. Büyük sermaye ve güdümündeki medya yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle bu zeminin yaratılmasına neden olmuştur. AB Türk halkına, bir zenginleşme projesi olarak sunulmuş; tek kurtuluş yolu olarak gösterilmiştir. Üstelik bu süreç halka, AB’nin Türkiye’yi bugün olmasa da yarın içine alacağı şeklinde yansıtılmıştır. AB fikri sürekli olarak canlı tutulmaya çalışılmıştır. Tek taraflı bağlanmanın kalıcılaştırılması için yoğun çaba harcanmıştır ve harcanmaya da devam edilmektedir. Dar bir çevrenin siyasal ve ekonomik gücü tekelinde tutması, gerçeklerin halktan gizlenmesine olanak tanımıştır. Bu noktaya gelinmesinin ana nedeni, sivil siyasetin bütün Türkiye yerine bu dar çevreyi temsil etmesidir. Oysa gerçek Türkiye geniş halk kitleleridir. Ne yazık ki, bugün gerçek Türkiye dağınıktır ve toplumsal demokrasiden yoksun bırakılmıştır. Bu dağınıklık sayesinde bu dar çevre ulusallığı köreltmeye yönelebilmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş koşullarının etkisi ile Türkiye bağımsız politikalar üretme alışkanlığını yitirmiştir. Türk toplumunun ve devletinin bağımsızlık bilincini güçlendirecek politikalar hayata geçmemiştir.Böylece hedefleri ve özgüveni olmayan bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Dünyadaki gelişmeler ulus devletin önemini artırırken,ulus devletin tüm dünyada meşruiyet krizi yaşadığı iddiası bir gerçekmiş gibi zihinlere yerleştirilmeye çalışılmıştır. Halkın ortak çıkarlarının bütünleştirilmesi, devletin etkin ve sistemli bir organ olarak çalışması engellenmiştir. Ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete, kapsamlı ve etkin, Türkiye’nin kendi tehdit algılamasıyla şekillenmiş bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirilememiştir. Ekonomi Türkiye sanayileşmede ilk adımları attığından bu yana, Batı ülkeleri bu alandaki gelişmeleri engellemeye çalışmışlardır.Batı sermayesinin denetimindeki Dünya Bankası,1950’den itibaren her zaman Türkiye’ye ağır sanayi sevdasından vazgeçmesini, Avrupa’nın kasabı ve manavı olmasını önermiştir. Türkiye uzun süre bu önerileri dinlememiş ve özellikle 1960’larda başlayan planlı kalkınma döneminde sanayileşmede anlamlı mesafeler almıştır. Ancak 1980’lerden itibaren ekonomi yönetimi büyük çapta Dünya Bankası ve IMF’nin güdümüne bırakılmıştır. Buna bağlı olarak ekonomide ülkemizin ve halkımızın çıkarları doğrultusunda kalkınma, sanayileşme, ekonomik bağımsızlık hedefleri terk edilmiş; bu hedeflerin yerini, ekonomide güçlünün zayıfı, büyük sermayenin küçük sermayeyi, gelişmiş ülkenin azgelişmiş ülkeyi ezmesi anlamına gelen liberalizm, serbest piyasacılık ve finansal operasyonlar yolu ile rant sağlama düzenlemeleri almıştır. Planlı kalkınmanın terk edilmesi, ithalatın kolaylaştırılmasıyla ekonomik kalkınmanın temeli olan sanayileşme tökezlemeye başlamıştır. 1996’da Gümrük Birliği’ne girilmesi ise Türkiye sanayiini gerileme sürecine sokmuştur. Bu süreç üç yönlüdür: Birincisi, mevcut sanayi tesisleri, özellikle KOBİ’ler kapanmaktadır; ikincisi, üretimine devam eden sanayi kuruluşlarında ithal girdi kullanımı çok yükselmekte, böylece Türkiye ucuz emek sömürüsüne dayalı, düşük katma değerle çalışan bir fason imalat ülkesine dönüşmektedir; üçüncüsü, Gelişmiş ülkelerin dev Çok Uluslu Şirketlerinin rekabeti karşısında Türk sanayi şirketleri ortaklıklar ve satın almalar yoluyla yabancı sermayenin eline geçmektedir. Bütün bunlar, hem sanayileşme hamlesinin durması, hem de mevcut sanayi varlığının Batı sermayesinin eline geçmesi anlamında Türkiye’nin sanayisizleşmesi demektir. Türk sanayiinin ağırlıklı bölümünü hâlâ sanayileşmede ancak ilk basamağı ifade eden tekstil sektörü oluşturmaktadır. Sanayileşmenin ikinci aşamasında iki önemli sektörden biri olan beyaz eşyada kısmi bir başarı sağlanmış, diğer sektör olan otomotivde 25 yıllık çaba başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sanayileşmenin üçüncü aşaması olan elektronik teknolojisi ise sıfır noktasındadır.Türkiye sanayileşme düzeyi olarak son 20 yılda yerinde saymıştır. Sanayideki bu manzara son 20 yılın liberal, küreselleşmeci ekonomi politikalarının iflasını tescil etmektedir. Sanayi ve hatta perakendecilik dahil büyük ölçekli ticaretin Batı sermayesinin eline geçmesinin toplumsal ve siyasal sonuçları da son dönemde çok belirginleşmiştir. 1980 sonrasında, Türk büyük sermayesi, yalnız ekonomik faaliyetlerinde Batı büyük sermayesinin dümen suyuna girmekle kalmayıp, aynı zamanda kültürel, ideolojik ve siyasî olarak da hızla Batı’nın bir acentasına dönüşmüştür. Özellikle 1990’lardan itibaren büyük işadamlarının, büyük sermaye örgütlerinin, Kıbrıs konusu, Türk-Yunan ilişkileri başta olmak üzere hemen hemen her “millî davada” Türk Devleti ve Türk Milleti’nin görüşlerinden farklı görüşler savunması, hatta Brüksel veya Washington ağzıyla Türkiye’yi itham etmesi rutin bir olay haline gelmiştir. Türkiye’nin ve Batı’nın taraf oldukları herhangi bir uluslararası sorunda Türk büyük sermayesinin Türk tezini savunmasına ise adeta rastlanmaz olmuştur. Bütün bu gelişmeler, Atatürk’ün “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağı” şeklindeki tespitinin yaşayan birer örneğidir. Cumhuriyet’in ilânından sonra onbeş yıl içinde Türkiye’nin dünyada gıdada kendine yeterli yedi ülke arasına girmesi, Cumhuriyet’in en büyük başarılarından biri olmuştur.1980 sonrasının liberalizmi ise on yıldan da kısa sürede Türk tarımını çökme noktasına getirmiştir. IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle Türk tarımı yavaş yavaş her türlü devlet desteğinden yoksun bırakılmıştır. Oysa hem AB, hem de ABD kendi tarım sektörlerini yüksek düzeyde korumaktadırlar. Tarım sübvansiyonları AB’de yılda 50 milyar dolara, ABD’de ise yılda 30 milyar dolara ulaşmıştır. AB ve ABD Türk tarımını çökertme politikaları, kendi ülkelerinde uyguladıkları büyük tarımsal destekleme sonucunda ortaya çıkmış olan dev gıda stoklarının eritilmesine yönelik genel bir stratejinin Türkiye’ye yansımasıdır. Tütünde “kaçakçılığa son verme” yaftası altında iç piyasanın dış tröstlere açılması sonucunda tütün ürünlerinde 1990’da % 20 olan yabancı menşeli ürün payı, 2001’de % 60’a yükselmiştir. Tarım ıslah istasyonları gerekçesiz olarak kapatılmış, devlet üretme çiftlikleri büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş, Et Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu tasfiye edilmiştir. Sonuçta Türkiye kendini besleyemeyen, tahıl, et ve süt ürünlerinde ithalatçı bir ülke haline gelmiştir. Son dönemdeki IMF programları içerisinde yer alan şeker fabrikalarının ve Tekel’in özelleştirilmesine, tarım birliklerinden kamu desteğinin çekilmesine yönelik düzenlemeler de Türk tarımının tasfiyesine yönelik son adımlardır. 1980’lerde Türk ekonomisinin liberalizme geçiş adı altında IMF ve Dünya Bankası’na teslim edilmesi, Türk bankacılık sistemini de çökertirken, kamu maliyesini de borç batağına sürüklemiştir.Üstelik Türk ekonomisini müzmin borç batağına sürükleyen politikalardan hesap sorulmamıştır.1980’lerde ABD ve AB, ekonomilerindeki yapısal tıkanmayı aşmak için, dünyanın geri kalan ekonomilerinin mal ve finans piyasalarında egemenlik kurma kararını vermiştir. Küreselleşme adıyla sunulan bu strateji, gelişmekte olan ülkelere IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılmıştır. Türkiye de, 1980’lerin sonuna doğru bu yönlendirme doğrultusunda bütçe açığını iç borçlanmayla karşılamaya başlamış, sermaye hareketlerine serbestlik tanımış, döviz cinsi mevduata izin vermiş, faizler ve bankacılık üzerindeki denetimi gevşetmiştir. Bu uygulamalarla 12 yıl içinde, -Bütçe vergi gelirleri, bütçenin faiz ödemelerini zorlukla karşılar hale gelmiştir. -Türkiye’nin dış finansman bulmasını güçleştirecek boyutta bir kamu borç stoku oluşmuştur. -Ekonomi büyük ölçüde dolarize olmuş; banka mevduatlarının yarıdan fazlası döviz hesabı olarak kemikleşmiştir. Dolarizasyonla sermaye serbestisinin bir araya gelmesi ekonomik bir saatli bomba yaratmıştır. -Sermaye serbestisi ve kamunun aşırı borçlanması sonucu bankacılık gerçek bankacılığı terk ederek, büyük ölçüde spekülatif faaliyetlere yönelmiştir. Bu yönelim çerçevesinde bankacılık gittikçe artan boyutta kur ve faiz riski almış ve bunun sonucunda her krizde dalga dalga gelen iflâslarla batık bir sektör olmuştur. Son dönemde Türk ekonomisine vurulan büyük bir darbe de, 1996’da başlayan Türkiye-AB arasındaki Gümrük Birliği’dir.Altı yıl içinde Türkiye’nin Gümrük Birliği sebebiyle uğradığı dış ticaret kaybı 70 milyar doları aşmış, üçüncü ülkelerle yapacağı dış ticarette manevra imkânlarını tamamen kaybetmiştir. Türkiye Makedonya ve Azerbaycan ile AB izin vermediği için serbest ticaret anlaşması yapamamıştır.Böylece Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye,üçüncü ülkelerle ticaretini ve mevzuatını Avrupa’nın denetimine bırakmıştır. Türkiye’nin sanayi ve ticaret sektörlerinin perakendecilik dahil önemli bir bölümü AB sermayesinin eline geçmiştir. Gümrük Birliği öncesinde 5 ila 10 milyar dolar arasında seyreden Türkiye’nin dış ticaret açığı, Gümrük Birliği sonrasında yıllık 15 ila 20 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. 2000 yılında Gümrük Birliği yüzünden ortaya çıkan rekor dış ticaret açığı IMF’nin yanlış reçetesiyle birleşince, Türkiye 2001’de devalüasyona ve ekonomik krize sürüklenmiştir. Türkiye’nin Gümrük Birliği içinde geçirdiği yedi yıla sanayileşme, teknolojik gelişim, sermaye birikimi, gelir dağılımı, dış ticaret ve döviz kurları gibi çeşitli açılardan bakıldığında, Gümrük Birliği’nin Türkiye için herhangi bir faydasını saptamak olanaksızdır. Kültür-Eğitim Özellikle 1980’lerden sonra gerek ekonomide gerekse politikada derinleşen dışa bağımlı yapının bir yansıması da kültür alanındadır. Küreselleşmenin belki de en yıkıcı etkisi kültürel alanda hissedilmiştir. Milli kültür unsurları ve mili kimliğimiz, küreselleşmenin yok edici kültürel etkileri karşısında adeta savunmasız bırakılmış, kültür ticari kalıplara sokularak, tüketimin bir parçası haline getirilmiştir. Milli değerler zaafa uğratılmış, genç nesil milli değerlerden koparılmış, benlikli ve kimlikli, milli değerlerine sahip çıkan, evrenselliğe milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetişmesinin önüne set çekilmiştir. Bu yıkıcı süreçte, özellikle küreselleşme merkezlerinin denetimine giren medya ve gittikçe ağırlık kazanan yabancı dille eğitim veren öğretim kurumları büyük rol oynamıştır. Bu sürecin önemli bir parçası da, Türkçe’nin Türkiye’nin toplumsal hayatındaki ağırlığının azalarak, buradan doğan boşluğun başta İngilizce olmak üzere Batı dilleri tarafından doldurulmasıdır. Bu durum Türkçe’nin gelişme sürecini sekteye uğratmış, Türk milli kültürünün temeli olan Türkçe, bir yozlaşma dönemine itilmiştir. Tüm bu yaşananlar karşısında, Avrasya’nın ve özellikle Anadolu’nun yüzyıllardır biriktirdiği değerlerle yoğrulmuş, Türkiye’nin bugününe ve yarınına yanıt verebilen, milli dayanışmayı ve milli birliği sağlayan ve Cumhuriyetin yarattığı ulusal kültür bileşimi, Mustafa Kemal Atatürk ‘ten sonra devamlılığını ve etkinliğini kaybetmiştir. Ulusal kültür değerleri,yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerine ve dayatmalarına karşı korunmasız bırakılmış, gelinen bu noktada halkından ve toplumsal değerlerinden kopuk aydın kimliği de rol oynamıştır. III. NE YAPMALI? Politika ve Ulusal Güvenlik İç siyasal sistemde yaratılmış olan bozulmayı, toplumsal demokrasiyi egemen kılarak aşmak, demokrasi adı altında “dar bir çevrenin” bütün siyasal güce ve ekonomik kaynaklara hakim olmasını engellemek, siyasi sistemi insana, halka, topluma odaklamak, öncelikli hedef olmalıdır. Esasen demokrasi; insanlığa, insana, halka hizmet ettiği, “toplumsal mutluluğu” yükselttiği oranda işlevini görmüş olur. Bu yönüyle toplumsal demokrasi, halkın ve milletin ortak çıkarlarına dayalı sistemin adıdır, iç dengeleri bozan “dışarıdaki güç odaklarına” karşı mücadelenin adıdır. Toplumsal demokrasi, geniş halk kitlelerinin çıkarlarını koruyacak siyasal örgütlenmenin yaratıldığı, bu örgütlenmenin kaynak dağılımını ve kullanımını yönetebildiği gerçek şeffaflaşmanın adıdır. Toplumsal demokrasi, toplumsal kalkınmanın, toplumdaki üretimin, paylaşımın ve siyasetin şeffaflaştırılmasının ve dengelenmesinin adıdır. Toplumsal demokrasi, siyasi temsilde, ekonomide ve kültürel yaşamda toplumsal çıkarları korumanın adıdır. Türkiye,dış güdümlü çıkar odakları tarafından yönlendirilen siyasal koşullandırmadan koparılmalıdır. Bugün Türkiye’nin dış politikasını, iç siyasal yapısını, çelişkilerini ve sorunlarını sağ-sol ayrımlarıyla algılamak ve anlamlandırmak artık imkansız hale gelmiştir. Türkiye’de günümüzde, ekonomiden siyasete, kültürden eğitime, birçok alanda temel çelişki,”Milli-Gayri Milli” ayrımına odaklanmıştır.
  13. İnsan bir cana nasıl kıyar? Birini öldürmek ve onun yaşam hakkına son vermek için nasıl bir ruh halinde olmak gerekir? Allah'a inandığını söyleyenler, bu inanca tamamen ters düşen bir çelişkiye nasıl düşerler. "Bir insanı öldürmek, tüm insanlığı öldürmek" gibidir. Anlayışından, "sizin gibi olmayanı öldürmek, normaldir" düşüncesine geldik. Nereden nereye...
  14. amma ukalasın be. bu ne ya... murat mı? çok değer verdiğim bir arkadaşım, ne olcak...
  15. muratta neden bu kadar ısrarlısın? seninki muradiyemi yoksa?
  16. ABD/SUUDİARABİSTAN ilişkileri, ne boyutta... Arablar uzun yıllardır, İslami değerlerinden uzaklaştırılmış ve Abd'nin güdümünde, şekilcilikten ibaret kalmış bir din anlayışı var. Tamamen politik ve şekilci. Bir aydın yetiştiremiyorlar, tartışmaya ve bilime kapalılar. Tamamen teslimiyetçi ve işbirlikçi bir zihniyet. Anlaşılmaktan uzak, saplantılı. Bugün Abd "ılımlı İslam" profili çiziyor. Ve bunun kılıfını bize uydurmaya çalışıyor. Neden? çünkü bize ihtiyacı var, Abd'nin desteğini alan bazı grupların yardımıyla Türkiye'yi alıştıra alıştıra kendi safına ve güdümüne çekmeye çalışıyorlar. Ve bizi de zamanla Arablara benzetmek için, işbirlikçileriyle son derece kararlı çalışıyorlar. Bizimde İslam anlayışımızı tamamen şekilci ve politik bir zemine çekmek amacındalar. Bunu görmek gerek, türban meselesinin neden bu kadar uzadığını ve gerginlik çıkarılmak istendiği ortadadır. Buda bir tezgahtır. bugün mecliste tabanı belli olan parti çoğunluğu sağlamış olarak iktidarda. Ancak hala bu meseleyi germekten başka bir şey yapmıyorlar. İsteseler çözerler, çözmüyorlar. Çünkü gelecek seçimlerde bu tabanın oylarına ihtiyaçları var... Şimdi çözerlerse o zaman ne olur, bir düşünelim bakalım... selamlar
  17. forum arkadaşlarından biri olarak teşekkür ediyorum, sağolasın... buda benden sana
  18. yoksa siz diyecektiniz herhalde yanlışlık oldu... elimden geldiğince, yazıp çiziyorum birşeyler, anlayanda var anlamayanda, ben anlayanlarla yetiniyorum.
  19. arkadaşım sibel
  20. teşekkür ederim sedelinam, bende bunu sana ve tüm sevdiklerime yolluyorum...
  21. yalnızlığım yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin...
  22. biz aşkı meleklerden çaldık birbirimize sımsıkı bağlandık
  23. sende en güzellerindensin...
  24. doğru söze ne denir? İşte buluşma noktamız bu olmalı, Cumhuriyet ve Atatürk... Çünkü bizim hamurumuzda Cumhuriyetle yaşamak var, biz başka bir yönetim şekliyle yaşayamayacak kadar "özgür" beyinlere sahibiz. Kendimizi ifade edebildiğimiz ve büyük önderin söylediği gibi "bağımsızlık benim karakterimdir, benim olduğu gibi milletiminde karakteridir" de ifade edildiği gibi... Bugün gelinen noktadan her özgür beyin rahatsızlık duymaktadır. rahatsızlık duymayanlar teslimiyetçi zihniyetlerdir. selamlar
  25. sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    öncelikle sizlere teşekkür ediyorum, tüm arkadaşlarım adına, konuya duyarlılık gösterdiğiniz için. sayın güvercin, artos32, tan_vakti, dipnot, kemalin askeri, gece kuşu... v.s. şimdi bugün ülkemizde yaşanan nedir? bir KIRILMA NOKTASI'dır. Bugüne kadar süregelmiş, çeşitli ideolojilerin, inançların ya da adına her ne derseniz... işte bu süreç tüm bunların bir değişimden geçmesinden kaynaklanıyor. Bu kırılma 80'li yıllardan başlıyor, hatta belki biraz daha öncesinden... şuan son sürecini yaşıyor... Şimdi kafalar bulanık, belirsizlik insanların her neye inanıyorlarsa ona daha bir sıkı yapışmalarına sebeb oluyor. Türkiye bir değişim ve gelişim sürecinden geçiyor. Ve bu sancılı oluyor her doğum gibi. Burda ki değişim ve gelişimin farkında olan dış mihraklar, bunu sindirmek için yıllardır uğraş verdiler... veriyorlar... Bunun sonucunda Türkiye ya yeniden bir birlik ortamı sağlayarak güçlenecek (tüm farklı görüşlerden bahsediyorum) ya da dağılacak. Siz hangisini tercih edersiniz? Ben birleşip güçlenmeden yanayım. Bunun mücadelesini veriyorum... bu ülkenin dağılması kime fayda sağlayacak, ancak dağılmasından çıkar umanlara, ama bize değil. konunun özü herkes bu ülke adına elinden geleni yapmak zorunda, üzerine düşen görevi yerine getirmek zorunda, gelecek nesle daha güvenli bir ülke bırakmak zorunda... özellikle anne ve babalar beni daha iyi anlayacaklar. çünkü bizim sorumluluğumuz daha fazla çünkü biz çocuklarımızı bu dünyaya bilerek getirdik. Ve bu ağır bir sorumluluk... selamlar

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.