Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sardunyam

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    10.565
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

Blog Başlıkları gönderen: sardunyam

  1. sardunyam
    "Türkiye'deki icraatlarının unutulmaması ve bakar körlerin gak guk etmemesi için Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin Türk siyaset tarihindeki bazı ilklerini hatırlatmakta yarar görüyorum.
     
     
     
     
    1- İlk defa bir Başbakan " Tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz" dedi
    2- İlk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı
    3- İlk defa cari açık verilirken döviz kuru arttı.
    4- İlk defa bir Başbakan zam isteyen memura "İMF'yi ikna edin" dedi.
    5- İlk kez ithalat 100 milyar doları aştı
    6- İlk kez cari açığın üstünde borçlanma yapıldı
    7- İlk kez Yunan kilise bankası Türkiye'de banka satın aldı.
    8- İlk defa domuz, kesimlik hayvanlar arasına alındı
    9- İlk defa düşük faizli dış borç yüksek faizli iç borç ile ödendi
    10- İlk defa bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı, islamiyeti yok etmeye yemin
    eden bir Papa'nın heykeli önünde fotoğraf çektirdi.
    11- İlk defa bir Başbakan " Toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya" dedi.
    12- İlk defa bir cami kiliseye çevrildi.
    13- İlk defa kilise ve havralar imar planında yer aldı.
    14- İlk defa bir Başbakan Yahudi düşünce kuruluşundan " Üstün Cesaret Ödülü" aldı.
    15- İlk defa Türk askerinin başına ABD güçlerince çuval geçirildi.
    16- İlk defa bir Başbakan " bir dönem dini kullandık" dedi.
    17- İlk defa petrol kanunu ile yabancılara 50 yıllık imtiyaz verildi.
    18- İlk defa yabancı rantiyecilere vergi muafiyeti tanındı.
    19- İlk defa iletişim sektörünün tamamı yabancıların eline geçti.
    20- İlk defa tezkere ret edilmesine rağmen Dış İşleri Bakanlığı genelgesi ile silahlar Türkiye üzerinden geçti.
    21- İlk defa bir Başbakan İslam dünyasının sınırlarını değiştirecek BOP'un eş başkanı oldu.
    22- İlk defa bir Başbakan Müslüman topraklarını işgal eden ABD askerlerininevlerine sağ salim dönmeleri için dua ettiğini açıkladı.
    23- İlk kez İsrailli bir işadamına çok gizli bir şekilde 800 milyon dolar kaynak aktarıldı.
    24- İlk defa bir Başbakan yapılan ihalede önce uçak istedi ama sonra Mercedes'e razı oldu.
    25- İlk defa fındık üreticileri en büyük mitingi yaptı.
    26- İlk defa bir Başbakan Türkiye'yi pazarladığını açıkça itiraf etti.
    27- İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı.
    28- İlk defa bir Başbakan çiftçilere " Gözünü toprak doyursun" dedi.
    29- İlk defa kap kaç diye bir sektör ortaya çıktı.
    30- İlk defa zina suç olmaktan çıktı.
    31- İlk defa bir Başbakan en fazla yurt dışı gezisi yaptı.
    32- İlk defa bir Başbakan " Borç yiğidin kamçısıdır" diyerek borçlanmayı bir başarı olarak gösterdi.
    33- İlk defa enflasyon % 10 artarken pancar fiyatları 99 kuruştan 88 kuruşa indi.
    34- İlk defa çiftçi ve emekliden vergi alınması sözü verildi.
    35- İlk defa bir Başbakan Danışmanı Amerikalılara Başbakan için "Bu adamı kullanın, onu rogara süpürmeyin " dedi.
    36- İlk defa GSMH artarken KDV tahsilatı yerinde saydı.
    37- İlk defa bir Başbakan TMSF katkısıyla bu kadar çok TV ve gazete yönlendirdi.
    38- İlk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı misafir olarak gelen bir kralın ayağına gitti.Hem de 10 Kasım günü...
    39- "İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ÇİFTÇİYE "ANANIDA AL GİT" DEDİ...
    40- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ŞEHİD ZİYARETTİNDE "ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR"DEDİ
    41- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN 300 M LİK GEMİYE GEMİCİK DEDİ.
    42- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ..... GAZETELERİNİ OKUMAYIN TELEVİZYONLARINI AÇMAYIN DEDİ.
    43- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNEN İNSANLARI DİNSİZLİKLE SUÇLADI.
    44- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN İÇİN CUMHURİYET MİTİNGLERİ YAPILDI.
    45- İLK DEFA BİR HALK KENDİ LAİKLİĞİNDEN VE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN OLMAKTAN KORKTU...
  2. sardunyam
    Bir garip yolcuyum
    uzak
    çok uzaklardan geliyorum,
    asırlar ötesinden
    yorgunum
    ellerim boş boynum bükük
    gözyaşı dolu heybemde
    yalnızca kalbimi alıp getirdim sana
    ayrılıklarla delik deşik kalbimi
    başka bir şeyimde yoktu getirecek
     
    Bir mecnunum
    yüreğimde leyli yollar
    saçlarımda kızıl çöl rüzgarları
    koynumda ayrılık türküleri
    ve dudağımda kırık dökük şiirlerle
    yalnızlıklar boyu özlemlere akan nehirler gibi
    tanımadığın memleketlerden
    bilmediğin kentlerden hasretimi getirdim sana
    yüküm ağır...
     
    Yıllar yılı
    bir seni, bir de hasretini mühürledim yüreğime
    kilit üstüne kilit , zincir üstüne zincir vurdum
    bir damladan derya yaptığım gözyaşlarıma
    sattım anahtarını
    yıldızlar dizerek aşkın ak saçlarına ayrılıkların
     
    Aç pencereni
    sana demet demet hasret
    bulut bulut yağmur getirdim gözlerimden
    gel sarıl bir öpümlük gül gibi...
     
    Bir göçmen kuşum
    göğünü yitirmiş kelebek
    bir kanadım aşk dolu
    bir kanadım hasret
    dinmek bilmeyen bir özlemle
    al kat yalnızlığımı yalnızlığına...
    hasretimi hasretine
     
    Bülbülüm
    gönlünün altın kafesine tutsak
    bir kanadım ateşler içinde
    bir kanadım gülistan
     
    Düşsüzüm
    düşlerine al beni
    soluksuz sevişmelerine sakla
    gel uzan yanıma sarılalım bir asır
    bin yıl hasretini çektim
    bir güle sığdır beni
     
     
     
    Nuri CAN


  3. sardunyam
    Hiç bir küfür, onun ağzında durduğu kadar gül durmadı bir başkasının ağzında.
    Hiç bir rakı kadehi onun elinde durduğu kadar aşina durmadı bir başkasının elinde.
    Ve bir yaz günü alıverdi onu günebakan çiçekleriyle koynuna ''mekanım olsun'' dediği Datça...
    İşte onun mizahi üslubuyla 33 maddelik mal beyanı...
    Sevgilerimle...
    Ömür Bingül
     
    Can Baba'dan Mal Beyanı...
     
    1-Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
    2-Gökyüzünde bir bulut
    3-Bitlis'te beş minare
    4-Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
    5-Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın
    öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
    6-Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
    7-Palandöken'de bir palan, iki döken
    8-Kastamonu'da üç kasto
    9-Üç fay hattı
    10-Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
    11-Dünyada mekan
    12-Ahirette iman
    13-Denizde kum
    14-Uzayda yerçekimsizlik
    15-Bir çuval gazoz kapağı
    16-Bir kibrit kutusu sigara izmariti
    17-On sekiz saç biti
    18-Biri İngilizce 6 adet küfür
    19-Yirmi tane boş naylon poşet
    20-Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
    21-Bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
    22-Uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı
    banka reklamlı bank
    23-Bir ayakkabı çekeceği
    24-İki büyük taş kütlesi
    25-Bir adet ağaç gölgesi
    26-Üç kuş kanadı sesi
    27-Bir sürü kedi köpek
    28-Bir marmara denizi
    29-Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
    30-Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
    31-Çalıp çalıp kaçılan beş tane melodili apartman zili
    32-Nakit 15 lira
    33-Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür.
  4. sardunyam
    Sakın bir daha bilir deme tarihi Tuncay
    Tuncay bilseydi tarihi, talihi düşer miydi hapse
    Bakın bize kıssadan bir hisse:
    Kanuni ki Muhteşem Süleyman
    Avradı ki Haseki Hürrem Sultan
    Kızı Mihri-mâh yani ay ve güneş anlamında, varmış bir çirkin, devşirme köleye
    Adı Rüstem Paşa, sanı yükselmiş Kubbe Vezirliği’ne
    Onu anarken ahali, Rüstem’den önce
    “Mekri” (hileci) ya da “ İrtişâ’ ” (rüşveti) eklermiş
    Üstüne çirkin mi çirkin, bir de kaba imiş
    Tarih yazanlar bile şaşırmış bu olaya
    Amma kafalayıp Hürrem’i alınca Mihri-mâh’ı
    Yıkmış Osmanlı’nın payitahtını
    Bu deyyus; canavar Süleyman’a kendi oğlu
    Kudretli Mustafa’yı boğdurmuş huzurunda yalanla
    Sonrası dikiş tutmamış Osmanlı İmparatorluğu’nda.
    Mekruh olmuş Mekri düzen
    Yani hep bağırır dururdum ya ben
    Katiller demokrasisi
    Hırsızlar düzeni
    Taa o zamandan kurmuşlar sistemi
    Hürrem, Mihri-mâh bir de Rüstem
    Mihri-mâh’ı, Hürrem vermek isteyince Rüstem’e
    Söylenti çıkarmış ahali olmasın bu evlilik diye
    Rüstem cüzzamlıdır demişler çirkinliğinden bahisle
    Süleyman bir saray hekimini yollamış
    Aceleyle Diyarbekir’e
    Cüzzamlılar da “Bit”, yani o zamanki adıyla “Kehle”
    Yaşamaz diye
    Rüstem’in bakmışlar donuna, atletine; içliğine
    Cüzzamdan değil amma, pislikten her yerinde
    Bulunmuş mebzul miktarda Kehle
    Derhal İstanbul’a haber salmışlar
    Devlet bayram etmiş bulundu, salınacak sırtına
    Halkın, bir tane daha Bit enciği
    Vermişler kızı Rüstem Şirkine,
    Düzen, bulunca halkının kanını emdirecek bir zalim
    Mekri ve İrtişâyı Rüstem’e, en önce kızını sunmuş da
    Millet anlayıp başına geleni seslenmiş Allah’a:
    “Olacak bir kimsenin bahtı kavi talihi yar
    Kehlesi dahi mahallinde ânın işe yarar.”
    Daha ne desin millet düzen belli, zalim aynı
    Yüzyıllar boyunca tekerrür etti illet
    Tarih’ten ders çıkarsaydı
    Tuncay böyle yanar mıydı?
    Kehlesi donunda, pisliği başında
    Mekri ve irtişâ’ deyyusa
    Hukuk ve demokrasi diye
    Başı Amerika’da, kuyruğu Türkiye’de yılana ve
    Damadı, ortağı Recep’e insan diye bakar mıydı?
    Amma çözüldü bir kere Mustafa Kemal eliyle
    Çözülecek gene dertlenme bahtı kara maderin
    Bulunur kurtaracak vatanı; takiyyecisinden
    Kehlesinden, irtişâ’ı, irticai cehaletten
    Doğar hepsinin mahvı, mahı leylden
    Karanlığı kovar en koyu zamanı Türkiye’den
    Vatan, namus, ahde vefa diye
    Aşk ile feryad eden
     
     
    TUNCAY ÖZKAN
     
    5 OCAK 2009
  5. sardunyam
    aşkı defnettiğim günden bu yana
    her gece rüyama girer küçük bir çocuk
    kapımda ağlar!
     
    bir güneş doğumu vaktiydi
    bir hoca sela getirdi
    bir vaiz, vaaz eyledi
    aşk huzurdan çekildi
     
    şimdi ben hala İstanbul’da
    İstanbul’la,
    İstanbul’ca
    kaybolup gitmekteyim
     
    bitkisel hayatta beynim
    bir şeyimi bağışlamış değilim
    kalbimi almak istediler
    içinde sen varsın diye
    vermek istemedim!
     
    benden bana hakkım geçmedi
    senden yana baktım geçmedin!
     
    aşk uykusuz
    aşk huzursuz
    aşk onu doğuracak bir ana bekliyor!
    bu zamanda analarda umarsız!
     
    sat gitsin!
  6. sardunyam
    Basit yaşayacaksın. Basit...
    Mesela susayınca su içecek kadar basit...
    Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında.
    Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
    Tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
    Sevince lafı dolandırmadan söylediğin
    "seni seviyorum" gibi.
    Basit bir öpücük yetecek sana...
    Basit, sıcak bir öpücük;
    ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
    tüm düşlerin.
    O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
    Öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
    Kabak çekirdeği verecek sana
    rakamların veremediği mutluluğu
    El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir
    mektup olacak en değerli kağıdın
    hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
    İki harekette giyiniverecek,
    iki harekette soyunuvereceksin.
    Kısacık olacak uyanman,
    ve yola çıkman arasında geçen süre;
    Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman
    ve
    Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
    bakışların bile anlatabilecek kendini.
    Beklentilerin de basit olacak:
    Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
    Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun
    dostluk romanını;
    ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
    en ucuz romanını;
    Pankreasının sağlığına dua edeceksin
    kapatırken gözlerini.
    Zafer işareti yapacaksın tuvaletten
    çıkarken.
    Bir kaşarlı tost olacak aradığın
    nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
    parmakların en kıymetli çatalın.
    Yine, aynı parmaklar çözecek en
    karmaşık denklemleri.
    İskender'in kılıcı duracak avukat
    rehberinin yanında.
    Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
    kontrplak bir gitarda doğru basılmış
    bir fa diyezin mutluluğunu
    Makyajı ilk "a" sına kadar bilmen yetecek.
    Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
    "Bilmiyorum" diyebileceksin
    bilmediğinde ve
    çok normal olacak "bilemeyişin".
    Tek dereden su getirmen yetecek,
    bir "istemiyorum" diyebilmeye,
    Ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.
    Saatin, sadece saati gösterecek,
    Telefonunu sadece telefon etmek için
    kullanacaksın,
    Küçük bir not defteri olacak "bilgini"
    en hızlı "sayan"
    Basit yaşayacaksın, basit.
    Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş
    gibi basit...
    Çay simit ve peynirle...
     
    Dr.Yalçın Ergir

  7. sardunyam
    Zahirde yöneldiğin dört duvardır
    Batında olan sonsuz tecelliler vardır
    Gel sen, nefsini aradan kaldır
    O zaman görürsün, duvarın ardında kim vardır
  8. sardunyam
    Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
    Hiç vaktiniz yok...
    "Fast live", "fast food", "fast music", "fast love"...
    Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
    Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi...
     
    Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar...
    Size sesleniyorum!
    Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten,
    ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini ?
    Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?...
    İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille
    arkadaşlarınıza?
     
    Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
    Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?...
    Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman.
    Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler,
    neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın
    tomurcuklandığını...
    Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?...
    Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda ?..
    Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
    Hayat ıskalamayı affetmez !!!
    Keşkelerle, tühlerle baş başa kalmadan önce...........
     
     
     
    (Ne acı ve ne yaman bir çelişkidir ki böyle bir yorumu, yine bilgisayar yoluyla iletiyorum...)
  9. sardunyam
    BAMBU AĞACI…
     
    Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir:
     
    Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
     
    Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur :
     
    Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
    Bu sorunun cevabı Tabii ki beş yıldır.
    Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?...
     
    Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
     
    Bir süre için çalışın,
    Bir süre tahammül edin.
    Her zaman inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin...
     
    ALINTIDIR
  10. sardunyam
    SUSSSSSSS MA...
    Sustuk sustuk sustuk...
    Geldik bu güne...
    Susstuk sustuk sustuk...
    Şimdi sıra bizde...
    Acıyı bal eylemek bile, yasak...
    Aşkını haykırmak:Vatan, namus, ahde vefa yasak...
    Acıdan sökülse yüreğin, dara çekilsen, işkencede kalsan...
    Sökülüp atılırken bir bir değerlerin, kırılırken gururun, yıkılırken onurun...
    Bir, “Aaahhh” yasak...
    Hep bir ağızdan aynı koro bağırıyor:
    “Sus hırçınlık yapma, sus”...
    Beyimiz Amerikan bursuyla semirdi, yeni dünyayı keşfetti, tarihin beşiği Anadolu’ya döndü; tosun etine sıkı besbelli, başı ile kıçı arasındaki mesafe o kadar açık ki, bütün iç organları meydanda. O bunu dert etmiyor ama :Bana sesleniyor; “geriyor geriyor geriyor”...
    Bir yanıt hakkım olsa, bir çıkarsalar karşı karşıya, ama yok nafile...
    Kalmıştır belki insanlık bir yerinde; anlar ızdırabımı, anlatırım belki vatana, namusa , ahde vefaya saldırıyı. Aşkımın, vatanımın, hukukumun parçalanmakta olduğu gerçeğini.
    Kör olasın demiyorum... Yanlış anlama, ama gör be olup biteni, gör be...
    Yok mudur bu ülkede üniversite, okumuş yazmış bir kitle, işadamları, burjuva, öğrenciler; bir biz miyiz? Biz kaç kişiyiz ?
    Neredesiniz geri kalanlar?
    Galiba?...
    Sadece azgın bir azgınlık bağırıyor ortaya:
    “Sususunnnn...Sussanıza...”
    Yoksullara susun diyorlar, susun sesiniz çıkmasın sakın ha...
    Tuzla tersanesinde öl ama sessiz öl...
    Yatlar rahatsız olmasın...
    Yüreği nasırlıların kulakları da mı nasırlı?
    Sağır olasın demiyorum...Yanlış anlama, ama duy be olup biteni, duy be...
    Tuncay öğrenci liderleri gibi davranmışşşş...
    Tuncay CHP kabul etmezse parti kurup lider olacak mışşşşş....
    Ama bu tutumuna kimse oy vermez miişşşşş...
    Yokluğu bildin mi, anımsadın mı dostum...Yoksulluğu ya, hatırladın mı?...Orda bir köy var uzakta, gitmesen de hatırladın mı? Bir cumhuriyet var anımsadın mı?
    İlenmeyi işkencelerde bilir misin? Bir adamı faşizm zindana götürürken susarsan onun zulmünün ortağı olacağını hissettin mi hiç?Kendinden bir başkası için yanmak ne demek bilir misin? Mesala Sivas’da...Sivas’da yananlarla yanmak?...
    İnsan nasıl insan oldu hiç düşünür müsün? Sokaklarda dilenenleri görür müsün?İşsiz güçsüz dolananları... Bir adamı savunmak, hukuku savunmak, hakkını savunmak, iftiraya, karaya leke atılmasına karşı durmak...
    Ekmek, barış ve özgürlük dediğin için dövdüler mi seni hiç? Sanmam dostum sanmam...Derdimi CHP, yeni parti diye görüyorsun ya, yapma. Onlar da derdim ama, gözlerimin önünde gitti gidiyor memleket...Gidiyor elden görmüyor musun?
    Biliyorum ,hissediyorum yüreği nasırlılardan değilsin...
    Kahrolasın demiyorum, sakın beni yanlış anlama, ama duy bu acıları dostum, duy be...
    Nasıl kızmayayım ben bu aleme...
    Beni çift karakterlilere, faşiste eş tuttular...
    Yılları mı verdim mafyasına, cetesine savaş açtım, beni durdurabilmek , halkın sevgisini azalta bilmek için,yapamazlar dediğimi yaptılar beni iki yobaza denk tuttular...
    İkisi de 20 yıllık arkadaş...
    Söylemesem içim durmuyor, söylesem yaram onmuyor...
    Yalayıp kendi yüreğimi
    “gün gün ile barışmalı
    kardeş kardeş duruşmalı
    koklaşmalı söyleşmeli
    korka korka yaşamak ne”...
    niye bana bu işkence?Korkunuzun nedeni ne?...
    Dilim varmıyor, diyemiyorum biri satmış kendini bezirgana, diğeri bilmez şu an hangi suda... Ötekinin derdi hala eski palavra,dejavusu tutmuş, söyledim kaç kez ama anlaması zor, anlatması zor ona.
    Kahrolasınız demiyorum, sakın beni yanlış anlamayın, ama kahrolmayın da görün beni , görün be...
    Gelincik gelincik açtık, Cumhuriyet olduk...
    Meydan meydan taştık, bayrak olduk...
    Kanadık, seçim kaybettik emperyalizm karşısında kahrolduk...
    Acımdan sevinç çıkartanlar ne oldu?
    Hani Demokrasi?
    Hani Hukukun üstünlüğü?
    Hani Anayasa?
    Hani Yasa?
    “döküldük yaprak olduk
    geldik bugüne”
    Sus demeyin bana susmam artık bir daha...
    Öğretti kader bana:
    “Susma...
    Sustukça sıra sana gelecek...”
    Aldandınız ama aldatamazsınız bir daha...
    Ne kadar kokuşmuşluk varsa, dönek ağzında salya...
    Kadın mıdır erkek mi bilinmez, ama adım ağzında lapa...
    Kimi paraya, kimi uçağa, şana, şöhrete sattı da...
    Beni amiral gemisinin kıç yalayıcısına muhattap olmaya zoruluyor ya bu medya...
    Batsın bu düzen, yıkılsın bu meskenet, adınızı ustam koydu hatırlatayım:
    “Katiller demokrasisi, hırsızlar düzeni”...
    Tıpkı bir lise öğrencisi gibi bağırmaya devam edeceğim liboşuna, fetoşuna, yobazına, döneğine, soytarısına, satılmışına inat:
    Devrimciyim, hala...
    Halkçıyım, hala...
    Laik’im, hala...
    Cumhuriyetçiyim, hala...
    Ulusalcıyım, hala...
    Devletçiyim, hala...
    Anti emperyalistim, hala...
    Atatürkçüyüm, hala...
    Haklıyım, direneceğim, kazanacağım...
    Umudumu yitirtemezsiniz benim...Direniyorum işte inadına, hala...
    Dudaklarımda o eski marş:
    “Dağ başını duman almış...”
    Bir dost...
    Korkmuş besbelli beni aramaktan, ama yüreği yanmış, dayanamamış...
    Bir dostumu aramış...
    “Aman dikkat etsin bugünlerde korkuyorum bir şeyler yaparlar ona”...
    Analar, bacılar, kardaşlar, dostlar, yoldaşlar nerede görseler elleri yüreklerinde...
    Hasan Hüseyin’den, söylüyorum şimdilerde onlara:
    “ekilir ekin geliriz
    ezilir un geliriz
    bir gider bin geliriz
    beni vurmak kurtuluş mu
    kör olasın demiyorum
    kör olma da
    gör beni “
    Çıktık 19 Mart’ta Çanakkale’ye...İndik 20 sinde İzmir’e...Önce Manisa Akhisar sonra Aydın Nazilli her yerde dostlar dostlar dostlar...Aynaların güzelliklerini anlatmakta zorlandığı Anadolu kadınları...Kopup gelmişler. Söyleştik, dertleştik memleket üzerine. Sonra sabaha karşı Milas...Uyumadan çalındı kapı, İlhan ağabeyi almışlar, Ergenekon davasından.
    Sonra televizyonda bir kara hançer gibi işliyor zalim, duydum, gözlerimle gördüm, ağzı kulaklarında sesleniyor anıra anıra :” Tuncay Özkan’ı da alsınlar...Suçsuzsa bile alsınlar...Ne olur alsınlar sonra bıraksınlar...”
    Telefonlar susmuyor...Beni de almışlar, hapse bile atmışlar...Yok diyorum dinlemiyorlar. Dedim gidiyoruz İstanbul’a, Cumhuriyet ile dayanışmaya...Özür dilerim köylü dostlarımızından, söz gene geleceğim, bir daha...Baharda olmazsa yazda...
    Anırtısı gök yıkıyor kerizin, televizyon televizyon geziyor bağırıyor: “ Alııınnnnn bunu da...”
    Hiç bir şey komuyor da, anam bir telefonda, kızım bir telefonda...Susturamıyorum ikisi de yanmakta...Yok diyorum öyle bir şey, bak buradayım ve konuşuyorum sizinle...
    “Baba söylesene kaç gün sonra gösterirler seni bana?...”
    İçimden geçirdim küfrümü alçak şeytana:
    “Zalim, iki dinli satılık...Sormadan gidersem bu dünyadan bunun hesabını, Allah’ım sana da malum olsun halım...”
    Sonra hep aynı sözler:
    “Sussssss....
    Susssss....
    Susssss...”
    Geriliyor muş beyler...
    Gerim gerim gerim...
    Benim dediğim:
    “ ...hala,Türkiye’yi savunmaya devam edeceğiz, yok öyle yağma. Şamil Tayyar ile Fehmi Koru ise kimin alınacağını bildirenler savcıya,suçumuz yok, hukuka inancımız çok, ama onlarsa buyurganların borazanları, buradayız gelsinler, işkencede bile tüküreceğim suratlarına,burdayız aldırsınlar, ama unutmasınlar memleketi savunmaya devam edeceğiz, hala...”
    İşleri tıkırında...Susacak herkes ki yol alsın beyler...
    Sus Türkiyem sus...
    Sus ki zalimler devam etsin zulmüne...
    Vatana da kıysınlar...
    Namusu da satsınlar...
    Ahde vefayı da bozsunlar...
    Ağlamak bile yasak...
    Hıçkırık yasak...
    Aaahhh! Yasak...
    Sessiz ol Türkiye...
    Acımadı bak...
    Acı var mı?
    Yok, bak!
    Üfffff, yetti be sen de sus artık sus!...
    Sen de sus artık be Tuncay Özkan...
    Ya da ...
    Ya da...
    Anladım diyorsunuz ki...
    “Sustursanıza, yetti artık be!...”
     
    TUNCAY ÖZKAN
  11. sardunyam
    Dünyanın efendileri
    Avrupa, Amerika
    Beş kıtaya hükmeden, her şeyleri bilen, barışın, demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının sembolü, savunucusu, sahibi, Avrupa-Amerika.
    Kandan kurulmuş kulelerinde dünyayı yönetiyorlar.
    Efendilerin elleri bu günlerde Asya topraklarının derinliklerinde, bu topraklar üzerinde yaşayan insanları öpüp kokluyorlar.
    Asya’da hüzün, Asya’da gözyaşı, Asya da kan.
    Ön Asya, Orta Asya, Uzak Asya.
    Uzak Doğu, Yakın Doğu, Ortadoğu.
    Neresi olursa olsun ne fark eder.
    Efendilerin konup göçtükleri, eğlenip durdukları yerler.
    Efendileri bu yerleri çoook sever.
    Eyvahh! Makalem düştü kana oldu bir şiir.
     
    Şiiri ustalara bırakmak gerek.
    Şairler yürekli düşleriyle uzak diyarlardan neleri, neleri taşımazlar ki soframıza.
     
    Soframızda bahar şenliği, yazın coşkusu,
    sonbaharın hüznü, kışın beyaz renginde üşüyen yüzü.
    Dört mevsimin bütün yemişlerini getirip koyarlar soframıza.
     
    Şair bu durulur mu önüne. Coşkun akar Dicle, Fırat, Kızılırmak gibi.
     
    Şair yürekli adamdır. Korkmaz uğursuzdan çakaldan. Korkusuzluk özgürlüğüdür, sevdasıdır, düşleridir.
     
    İşte böyle yürekli bir şair
     
    Hasan Hüseyin Korkmazgil.
     
    Çok uzaktan getirir ismini Dicle’de Mansur’un küllerinden beslenmiş, Nesimi’nin yüzülen derisiyle öpüşmüş, Bedrettin’in gönül gözünden geçip, Pir Sultan’ın direncinde Kızılırmak’la buluşmuş. Kitabının adına da Kızılırmak demiş.
     
    Bizde düşelim onun sayfalarına bakın Avrupalı Amerikalı soytarıları ne de güzel anlatıyor.
     
    “Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
    Geçin sıcak ırmakları kuşlarım
    Kızılırmak, Kızılırmak akın kuşlarım
    Güneşin ortasında insanlar kımıldaşır
    Ve der ki şakıyan kuş
    Yarılan nar
    Deliren ateş:
    Zaman akıyor.
    Nede çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!
    Yan yana
    Bir sofrada
    Sanfransisko ve C.İ.A.
    Yani çuval ve mızrak
    Notrdam’ın kargalarının güldüğü
    Sakalları İncil hümanizma satıcıları
    Halep Pazarlarından gecikmiş bir ikindi
    Kışlalar öğlen sonları asurbanipal
    Bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği
    Tek tanrılı çok yataklı ve çok çok acımaklı
    İkindi parklarında köpek ve kral
    Altun ve brovningin karanlık egemenliği
    Konuşun soytarılar
    Çalgılar susun
    Daha bitmedi açlar.
    Ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirsiz sevmeyi
    Sen ne cömert topraklarsın ey Ortadoğu
    Sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmayansın
    Çok tespihli bir ebabil ki uzar çöllerde
    Uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol
    Uzatır köleliği amin amin
    Hacının develeri gevişirken ay altında Ortadoğu’da
    Petrol ve çelik krallarının gölgesinde bir İstanbul akşamı
    Bizans ve kirli
    Türk ve yoksul
    Ve macun
    Allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyleyerek
    Bir yanı yangın yıkım
    Bir yanı yoksul yetim
    Bir yanı dökülür pul, pul
    Deniz
    Altun
    Ve kristal karışımı halinde bir İstanbul
    Uyanır köprü altı uykularında
    Allaha inanır Arapça
    Yoksulluk çeker Türkçe
    Ve denizi sever çocukça”
     
    Ne kıymak isteriz şiire, ne de önüne geçmek isteriz şairin, bu dizileri köleleştirilmiş yaşamların uzak diyarlardan günümüze getirildiğine inanırız.
     
    Ve der ki şair Kızılırmak kitabının orta yerinde.
     
    Bir gün çıkıp geldiler- anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini-tüketim artıklarını, üretim organlarını ve eski külotlarını-çikletlerini, çukulatalarını getirip bıraktılar-tiklerini mimiklerini çiğliklerini-genç kızların düşlerini getirip bıraktılar-her gün, her gün yeniden getirip bıraktılar-iplerini oltalarını konserve kutularını-süttozlarını soyalarını salemlerini-kısırlık haplarını madalyalarını tasmalarını-bayraklarını, bayrak yırtmalarını sövmelerini-anamıza bacımıza çocuğumuza- en çok önem verdiğimiz şeylerimize-üretim organlarını ve tüketim artıklarını kullanarak-Tanrının ve İsa’nın ve bizimkilerin izniyle-atlarını seyislerini çomberlerini- traşlarını ve dişlerini getirip bıraktılar-her gün, her gün yeniden getirip bıraktılar-sonra güzel, güzel anlaşmaları-sonra güzel, güzel sözleşmeleri-sonra güzel, güzel paylaşmaları-asılmışların ve asılacakların izniyle-ve durmadan, durmadan baltazar bayramlarını-sonra güzel, güzel savaş uçaklarını- radarları rampaları atom bombalarını-denizaltı deniz üstü bir şeylerini-bilinçaltı bilinç üstü her şeylerini-piekslerini bitetekslerini bitpazarlarını-eroinlerini kokainlerini getirip bıraktılar-hergün, hergün yeniden getirip bıraktılar-
     
    Ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
    Ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
    Ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
     
    Ve artık o kadar çok şey getirdiler ki
    Ve artık o kadar çok şey getirdiler ki
    Ve artık o kadar çok şey getirdiler ki
     
    BAĞIMSIZLIĞA YER KALMADI ÜLKEMDE
     
    Kandan kuleler kurup dünyayı yönettiğini sanan Avrupa ve Amerika soytarısının kirli dillerini, kanlı ellerini, şair ve ozanlardan daha iyi anlatabilen olur mu?
     
    Kanlı eller, kirli dillerle yapılan işbirliğini türbanın kara şallarıyla örtmeye çalışanların varmak istedikleri yerin adı karanlıktır.
     
    Karanlıklardan çıkıp geldiler
    Kördüler
    Karaydılar
    Çiçeksizdiler
    Ve gelip bir karanlıktan
    Gidiyorlardı bir karanlığa
    Her karanlığın ardından doğan aydınlığa selam olsun.
    ABD ve AB’yi içlerine sindirenlere de afiyet olsun.
    Yedikleri içtikleri zehir zıkkım olsun.

  12. sardunyam
    İran’da kadın olmak zor zanaat
     
    İran’da bahar ve ardından yaz mevsimleri, kadınların ‘şeytani’ yönlerini bastırmak adına mollaların gerekli tedbirleri almaları için çanların çaldığı ‘temizlik’ mevsimleridir. Kadınlar sokaklarda, parklarda, sinemalarda, kısaca her yerdedir ve onların yaydığı hayat enerjisinin mollaların kanı çekilmiş donukluklarını ürkütmesi kadar doğal ne olabilir? ‘Light hijab’ denilen, başı zoraki örtmekle beraber birkaç saç tutamını dışarıda bırakan başörtüleri takan (ya da takmayan!) ‘asi kadınlar’ hedeftedir…
     
    KADIN BEDENİ TEDİRGİN EDİYOR
     
    Geçtiğimiz Nisan ayında ‘ahlak polisi,’ bu türden ’sakıncalı’ kıyafet sahibi binlerce kadını uyarmaya, yüzlercesini gözaltına almaya başladığında, daha önceki yıllara göre daha da artmış bir ısrar ve ‘devlet ciddiyetinin’ hakim olduğu görüldü. Dar ceket, kısa pantolon, vücuda yapışan elbise, ve sandalet giyen kadınlar özellikle uyarılıyor ki, bu rejimin altını oyabilecek patlamaya hazır bombalar bertaraf edilebilsin. Sahiden de bu korkular ve onlara eşlik eden denetim takıntısı tesadüf olamaz. Muhafazakar bir düzen için kadın vücudundan daha tedirgin edici ne olabilir? Ülkemizde yaşayanlar, karakola götürülen kızların, kadınların nasıl rencide edilebildiklerini az çok bildikleri için, İran’da ‘uygunsuz kıyafet ve tavırları nedeniyle’ karakola götürülenlerin ailelerinden, uygun kıyafetler getirerek ‘emanetlerini’ geri almalarının istenmesi ve bunun yarattığı utanç-isyan duygusunu tahmin etmeleri güç olmasa gerek. Yasaklar burada kalsa iyi.
     
    ‘ZİBİDİLİĞİN’ TARİFİ BİR MUAMMA
     
    Özellikle genç erkeklerin ‘batı tarzı tıraş’ yapmalarının yasaklanması, İran’da zaten oldukça güçlü akan mizah damarını beslemiş görünüyor. Çünkü yasağı koyanlar hangi tarzların ‘Batılı,’ dolayısıyla ‘zibidice’ ve yasak olduğu sorusuna açıklık getiremiyorlar! Bir İran’lı gencin yıllar önce söylediği sözler, herşeyi tüm yalınlığıyla özetliyor aslında: “Mollalar, flört hakkımızı çaldılar.” Bu sözlerin ağırlığını bu ülkedekiler, bu coğrafyadakiler rahatlıkla anlayabilirler. Daha fazla söze ne gerek?
     
    Bütün bu ateşli kampanyalar sürerken, tavırlarıyla zaman zaman ani bir muziplik yapabileceği izlenimini uyandıran Ahmedine-cad, Öğretmenler Günü’nde eski öğretmeninin elini öpüp, herkesin içinde bir de kucaklayınca, aşırı muhafazakar çevreler ve basın zıvanadan çıktı! Eski öğretmeninin hayli yaşlı bir kadın olması; ama ‘kadın olması’ durumu yeterince açıklıyor. Böyle bir tavırla Ahmedinecad’ın, Muhafazakarların ifadeleriyle, ‘kültürel istilaya’ uğramış İran sokala-rındaki kadınları ve gençleri nelere teşvik edebileceğini bir düşünün?
     
    BABACANLIK DEĞİL, KORKU…
     
    Aynı Ahmedinecad, Rejim’in en ciddi kaygılarından birisini oluşturan kadınların spor müsabakalarına izleyici olarak girebilmek adına verdikleri mücadele konusunda da Muhafazakar çevreleri kızdıran beklenmedik bir adım atmıştı; daha doğrusu atamamıştı! Ahmedinecad, 2006 Nisan’ında, “kadınların ve ailelerin spor müsabakalarına terbiye ve düzey getirecekleri” gerekçesiyle, müsabakalara girmelerine onay vermeyi düşündüğünü duyurdu. Aslında bu karar, kadınların fiili durumlar yaratarak bu müsabakalara girmelerinin yarattığı tedirginliği aşma arayışı olarak da görülebilir. Bu kararın arkasında babacan-kardeşçe bir sevgi ve anlayışın değil, korkunun yattığı barizdir. Ne var ki, ‘Ruhani lider’ Hamaney’in Muhafazakar Kliği buna büyük tepki gösterdi ve Ah-medinecad’a geri adım attırmayı başardı. Ahmedinecad’ın yardımcısı, “kadınların bu müsabakalara girmelerinin şeriata aykırı olduğunu ve ilk kararlarının nedeninin de ABD’nin muhtemel provakasyonlarını önlemek olduğunu” açıkladı! Sorumlu her zamanki gibi dışarıdaydı elbette!
     
    İRAN ABD MAÇINI KAZANINCA…
     
    1998′de ABD’yi yendikten sonra ülkelerine dönen İran Milli Futbol Takımı’nın gelişini vesile eden binlerce kadının, Tahran Azadi Stadyumu’nun kapılarına hucüm etmeleri; kapıldıkları kolektif coşkuyla sokakları panayır yerine çevirmeleri, hatta ‘dans etmele-ri’yle, Rejim’in gündemine bomba gibi düşmüştü bu mesele! Şimdi ne olacaktı? Kadınlar vatanseverce hisleri de ustaca kullanarak, erkek spor kahramanlarının ismiyle inletiyorlardı ortalığı. Bu ‘mesele’ henüz çözülebilmiş değil. Maalesef bunu mesele görenler de ‘çözülmüş’ değil…
     
    1979′daki İslam İran Devrimi’nin kadınlar açısından çelişkili sonuçları olmuştu. Humey-ni’nin kadınları devrimci gösterilere ayrıca davet etmesiyle, özellikle geleneksel kesimden gelen kadınlar sokak ve siyasetle tanıştılar. Bu enerjinin devrimin nihai zaferi açısından yaşamsal olduğu açıktı. İran’ın kamusal hayatında kadınların görünürlüğünün devrimle beraber arttığı bir gerçek. İran’da iş gücü içerisindeki kadınların; yine üniversitedeki kadın öğrencilerin sayılarının giderek arttığı doğru.
     
    3 MİLYON ÜNİVERSİTELİNİN YARISI
     
    Sayıları üç milyonu bulan üniversite öğrencilerinin yarıya yakını kadınlardan oluşuyor. Ne var ki üniversitelerdeki kadın profesörlerin sayısının yüzde 6′yı geçememesi, başlı başına çok şey anlatıyor. Yine İslam Devrimi’nin erkeklerin geleneksel ayrıcalıklarını canlandırmak adına çok kararlı davrandığının altını da çizmek gerekiyor. Devrim sürecine gönülden destek vermiş pek çok kadın açısından bu düzenlemeler, açıkça sırtlarından vurulmaları anlamına geliyordu.
     
    Bugün, devrim sürecine Liberal ve Sosyalist çevrelerin ciddi destek verdiği ve Humey-ni’nin bu çevrelere ilk başlarda ‘güller dağıttığı’ çoklukla unutulmaktadır. Bu mücadelelere etkin destek veren pek çok kadın için, devrimin İslami olma ihtimali zayıftı. İslami tonlu bir devrim bekleyenler açısından da, bu kadar muhafazakar düzenlemeler yapılacağını tahmin etmek, dönemin iyimser ve kardeşçe mücadele ilkliminde ön görülmesi hayli güç gelişmelerdi.
     
    DEVRİMLE BAŞLAYAN DİRENİŞ
     
    Devrimden hemen sonra kadınlara pek çok işten el çektirildiği hatırlarda. Erkeklerin tek taraflı boşanma hakkını kazanmaları, yine çocukların velayet hakkının babalarına verilmesi devrimle kesinleşti. Erkekler için çokeşliliğin (poligami) ilke olarak kabul edilmesi de bunlara eklenmeli. Kız ve erkek öğrencilerin ortak eğitim görmelerinin yasaklanmasına, eğitimin köklü biçimde İslami-leştirilmesi eşlik etti. Devrimin başlarında kadın çalışanların sadece sağlık sektörüne sıkıştırılmak istenmesi amaçlanıyordu. Bu planı asıl bozan, İran-Irak savaşı oldu. Sa-vaş’ın insan gücü ihtiyacını arttırmasının yanında, kadınların çok ciddi direniş sergilemeleri de bunda büyük rol oynadı.
     
    Kadınların zorunlu örtünme kararı konusunda gösterdikleri ciddi direnişi asıl sekteye uğratan, İran-Irak savaşının yarattığı iklimin mollalar tarafından başarıyla istismar edilmesi oldu. Sahiden de Humeyni’nin başörtüsünü zorunlu yapma girişimini protesto için binlerce kadın meydanlara aktığında takvim, 8 Mart 1979′u, Dünya Kadınlar Gününü gösteriyordu. Hükümet, göstericilere “Humeyni’yi yanlış anladıklarını, zorunlu örtünmenin söz konusu olmadığını” anlatmak, güvence vermek zorunda kaldı.
     
    BAŞÖRTÜSÜNÜ YASAKLAYAN İLK ÜLKE
     
    Savaşın olağanüstü koşullarında, vatan savunması ve şehadet söyleminin yükselmesi, kadın hakları için mücadeleyi ikinci plana itecekti. Bu puslu havada, yapılmayacağı söylenen uygulamalar hızla devreye sokuldu. 8 Mart gösterisine katılan kadınları ise hapis, sürgün ve hayal kırıklığı beklemekteydi. Bugün, devrimin hemen ardından başörtüsünün zorunlu hale getirilmesine karşı çok ciddi mücadelelerin yürütüldüğü, buna yaygın tepki gösterildiği çoğunlukla unutulmaktadır…
     
    Dünyada başörtüsü yasağını ilk getiren ülkenin 1930′ların İran’ı olması, bu ülkenin İslam Devrimi’nden sonra başörtüsü giymemeyi yasaklayan ilk ülke olması gerçeğiyle yanyana geldiğinde tuhaf bir durum ortaya çıkmaktadır. Yine de her durumda bu yasakların asıl mağdurları kadınlar olmuştur. Başörtüsünün yasaklandığı yıllarda geleneksel çevrelerin tepkisi, kadınların kamusal alana çıkışını sınırlayarak, özel alanlara, yani evlere hapsetmek şeklinde olmuştu. Bugün kadınlar kamusal alana çıkabiliyorlar ama iffetli kadınlar, anne veya anne adayları olarak.
     
    Her durumda da onlar adına karar verenler başkaları elbette. Böyle bir durumda intihar olaylarının yüzde 70′inin kadınlarca gerçekleştirilmesi tesadüf olmasa gerek. Kendisini yakarak intihar eden kadınların, bu eylemi gerçekleştirenler arasındaki oranı yüzde 98′dir. Ağır sembolik anlamı olan bu ‘acıtarak yok etme’ eyleminin belki de en akılda kalan kurbanı, kadınlara uygulanan baskıları protesto etmek amacıyla kendisini 1994′te yakan, Tahran Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Dr. Homa Darabi-Tahrani’dir.
  13. sardunyam
    Türkiye: Sonun başlangıcı
     
    18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu.
     
    İzmir’in işgali, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tarih boyunca Türkler’e hangi gözle baktığının da bir göstergesi ve dahası “tarihi bir belgesi” oldu.18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu:
     
     
     
    “İzmir’in işgali; Asya ve Avrupa Türkiyesi’nin her tarafında manda yönetimlerinin kurulması ve Türkiye Devleti’nin bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının ortadan kaldırılması yolunda atılan ilk adımdır. Halen İstanbul’da bulunan Türk Sultanı’na Bursa ve civarında küçük bir bölgenin bırakılacağı tahmin edilmektedir.”
    (...) Aynı kaynaktan verilen bir diğer habere göre, Avrupa Türkiyesi iki bölüme ayrılarak bir bölümü Yunanistan’a verilecek, diğer bölüm ise uluslararası bir devlet haline getirilecektir. İstanbul ve çevresini kapsamına alacak olan bu ikinci bölümün Amerika Birleşik Devletleri mandası altında yönetilmesi öngörülmektedir.
    Oysa, Gandhi’nin ifadesiyle, “Öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını, katillerinin başlarına geçirecek” idi..
    Westermann’ın itirafı
     
    Bu mektubu yayınlayan The New York Times, 4 yıl sonra (Aralık 1922’de) yazar W.L.Westermann imzasıyla bir itirafta bulunacaktı:
     
    “Batı’ya karşı duyulan tepkiyi yaratmakta bizim de payımız olduğu bir gerçektir. Siyasi ve ekonomik yayılma (sömürgeleşme) yöntemlerimizin zaman zaman korkunç ve pervasız niteliklere bürünmesi, Batı’nın kötü bir görüntü yaratmasına yardım etmiştir. Batı sömürücülüğünün kötü etkileri yüzünden misyonerlerimizin suçlanmış olması üzücü bir olaydır. Biz misyonerlerimizin, kendi iradeleri dışında meydana gelen bu itibar kaybını, kısa zamanda gidererek yararlı faaliyetlerine yeniden başlamak fırsatına kavuşacaklarına inanıyoruz.”
     
     
    İtalyan ressam Pisani katliama tanık olmuştu
    1899’da doğan Vittorio Pisani, 1906 yılında geldiği İzmir’de
    13 yıl kaldı. İzmir’in işgali sırasında Yunan ordularının halka yaptığı mezalimi gördü. Annesi Yunan asıllı olmasına rağmen evleri talan edildi. Pisani, Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin’in ricası üzerine yaşadıklarını tablolara döktü. 15 Mayıs 1919 günü Patris vapurundan inen Yunan askerlerinin gerçekleştiridği faciayı anlattığı tablosunda olayın gerçekleştiği yer olan Kordon’a,
    88 yıl sonra eserleriyle dönen Vittorio Pisani, İzmir’imizin kurtuluşunun 85’inci yıl coşkusuna da iştirak etmişti.
     
    *****
     
    Direniş öncesi muhteşem miting
    Sultanahmet’te toplanan ve ellerinde “Yaşamak istiyoruz. Müslümanlar ölmez, öldürülemez” yazılı pankartlar taşıyan Türk kadınları ve Türk kızları, İzmir işgalini protesto etmişti.
     
     
    (Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye)
     
    Maşatlık’ta (Musevi Mezarlığında) dün toplanan binlerce vatandaş, işgali protesto etti. “Yunanistan yerine Amerika, İngiltere, İtalya bizi işgal etsin” istekleri ortaya çıkınca gençler, “silahlı direniş” hazırlığına girdi. Gece geç vakitte toplanan mitingdeki konuşmacılar, Yunan işgaline karşı “silâhlı mukavemetten” başka çare kalmadığını dile getirdiler. Ancak, çaresizlik öyle bir boyuttaydı ki, “Bizi Yunan işgal etmesin de, diğerleri işgal etsin” diye bir heyet de, limana giderek İtilaf Devletleri temsilcileri ile görüşmek zorunda kaldı. Limandaki savaş gemileri ise, zaten mitingin yapıldığı Musevi Mezarlığı’nı ışıldaklarla tarayarak, ne olup bittiğini görmeye çalışıyordu. Yerli Rumlar da, mitinge sızmışlar, oradaki konuşmaları Yunan Konsolosluğu’na ihbar ediyordu. Reddi İlhak Heyeti Milliyesi, işgale saatler kala (14 Mayıs 1919 gecesi) bütün illere (vilâyetlere), sancak, kaza ve nahiye belediye başkanlıklarına acil telgraflar çekti. “İmdat” çığlıklarının karıştığı bu yardım telgraflarında, protestolar düzenlenmesi ve “vatan ordusuna katılım” çağrısı da yapılıyordu:
     
    “İzmir ve çevresi Yunan’a ilhak edilip, egemenliği altına giriyor, işgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler tümüyle ayakta ve heyecanda. İzmir son ve tarihi günlerini yaşıyor. Son imdadımız sizin göstereceğiniz yardıma bağlıdır. Mitingler, telgraflarla her yere başvurunuz ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız. Olgunluk ve sakinliği son derece koruyarak, kimsenin incinmemesine özen ve dikkat ediniz.”
     
     
    *****
     
    ATATÜRK’ten
    anlamlı mesaj
    Ülke adım adım işgal ediliyor, Mondros Mütarekesi’ni bahane eden ülkenin valisi ve kolordu komutanı, “silahlı direniş” başlatmak isteyen gençleri, askeri mahkemeye vermekle tehdit ediyor; ordunun garnizondan dışarı çıkmamasını emrediyorlardı!..
    Bu günleri yaşayan, hüznünü içinde hisseden Mustafa Kemal, gerekli dersi
    çıkarmıştı. 14 yıl sonra, 5 Şubat 1933’deki Bursa Nutku’nda, gençlere bugün için de çok anlamlı mesajını verecekti.
     
     
     
    Bursa Nutku
    Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, “Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
    Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi de düzeltmek, rejime göre düzenlemek gerek!..”
    Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla itirazlarını yapmakla beraber; bana, başbakana ve Meclis’e telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Müdahale ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
    İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!..
     
    ***
     
     
     

  14. sardunyam
    Örtünme konusunda yalandan Müslüman olan yönetenlerimiz İslamın haram saydığı faize gelince dünya rekoru kırıyorlar. Geçen yıl 1000 dolarla Türkiye'ye gelen bir yabancı yatırımcı, 720 dolar faiz almış. Her şeyi çarpıtmakta usta oldukları için bu durumu da tersine çevirmekte zorluk çekmediler. Neymiş efendim, "Yabancı sermaye Türkiye'yi tercih ediyormuş". Neden tercih ettiği meydanda. Peki ama gelen yabancı sermaye devr-i iktidarınızda bir kuruşluk yatırım mı yaptı; ya da bir kişilik istihdam mı yarattı?
    Yabancı sermayenin son marifetini birlikte değerlendirelim:
     
    Koç holding, Migros'un % 50,8 ini, Yunan-İngiliz ortaklığına sattı. İlginçtir; parayı da Vakıfbank, İş ve Garanti bankaları sağladı.
    Bunun Türkçesi şu:
     
    Ege'de Çuprayı, Kırkağaç'ta kavunu, Edirne'de beyaz peyniri... biz üreteceğiz, İstanbul'a biz taşıyacağız, tezgaha koyup tüketiciye biz satacağız, soframıza koyup bir bardak rakımıza biz arkadaş edeceğiz; ve lakin parayı Yunanlı ile İngiliz paylaşacak. (Yeni Rakı içiyorsanız onun parası da Teksaslıya)
     
    Peki ama biz, hepimiz kafayı mı yedik?
    Bilmem ki aranızda bir zamanlar ilkokuldaki okuma kitaplarımızda yer alan şu öyküyü anımsayan var mı:
    100 koyununu yaylaya gönderen ağa, yayla dönüşü ses seda çıkmayınca çobanı çağırıp hesap sorar. Bir bakraç yoğurtla gelen çoban, hesabını manzum olarak vermeyi yeğler:
    "Yağmur yağdı, gök çatladı,
    Yetmişikisinin ödü patladı,
    Önden gitti baş toklu,
    Arkasından beş toklu,
    Onunu verdim kasaba
    Onunu katma hesaba
    Kurt kaptı birisini
    Birinin de getirdim derisini. "
    Yoğurt bakracını kaptığı gibi çobanın kafasına geçiren ağa, taşı gediğine koyar: "Böyle güzel hesap verenin yüzü de böyle ak olur"
     
    Şimdi dilerseniz bu manzum hesabı biraz değiştirelim:
    Yağmur yağdı gök çatladı,
    El Maktum garaja atladı
    Kefereye gitti çok banka
    Yeni Rakıyı kaptı Amerika
    DÖKTAŞ gitti Fransıza,
    PETKİM'i kaptırdık kansıza
    TELEKOM'u verdik Araba,
    TELSİM'de olduk maraba
    İzmir Limanı Çinlinin
    TÜRKSEL'in yarısı Finlinin
    Başak Sigorta Fransızın
    İzocam gitti ansızın
    Araç muayene Almanın
    Esprisi kalmadı çalmanın
    Çek'e şavulladık ilacı
    Vatanımızda olduk kiracı
    Kuşadası oldu Ofer'in
    Bekliyoruz halkımızdan aferin
    Bakalım ki şimdi halkımız "aferin" deyip bakracı AKP'nin kafasına geçirecek mi, yoksa araya engeller mi girecek?
     
    Kaya Çetin
  15. sardunyam
    Sondan Bir Önceki Eyalet Kosova
     
    Bülent Esinoğlu
     
    Yugoslavya’yı beş parçaya bölen Batı emperyalizmi bölmeye devam ediyor. Aslında Amerika için bölünmüş Yugoslavya’nın en önemli parçası Kosova’dır.
     
    Çünkü, Rusya’yı, Avrupa’yı ve Kuzey Afrika’yı kontrol edecek Amerikan üssü buradadır.
    Bağımsızlığını ilan eden Kosova aslında bir Amerikan eyaletidir. Burada Türkler ve Müslümanlar çok zor şarlar altında yaşamaktadır. Amerikanlaşma ve Arnavutlaşma operasyonuna tabi tutulmuşlardır.
     
    Amerika Kosova’nın bağımsızlığını tanıyacaktır. Zaten tezgahı kendisi kurmuştur. Amerika’nın arkasından Ankara Kosova’nın bağımsızlığını tanıyacaktır. Çünkü Amerikanın talimatı budur. Ama Kıbrıs’ı Rusya tanırsa ilk karşı çıkacak olan Amerika’dır. İkinci karşı çıkan Ankara olacaktır. Çünkü Amerika için önemli olan üslerdir. Kıbrıs’taki İngiliz ve Amerikan üsleri Doğu Akdeniz’in hakimiyeti için önemlidir.
     
    Amerikan dolarının değişim aracı olarak devam edebilmesi için üsler hayati önemdedir. Kosova’nın bağımsızlığı diye bir şey yoktur. Kimse kimseyi kandırmasın. Amerikan üssünün meşrulaştırılmasıdır. Amerikanın bilmem kaçıncı eyaletinin kurulmasıdır.
     
    Rusya da buna misilleme yapacaktır. Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyacaktır.
    Kosova’nın bağımsızlığı meşru olmayan, moral gücü olmayan bir bağımsızlıktır. Amerikan yalakalığı ile bağımsızlık falan olmaz. Bağımsızlık eğer emperyalizme karşı kazanılmış ise değerlidir.
     
    İngiliz Parlamentosu Pakistan içinden bir Bulicistan çıkarmak için karar almıştır. Bunlar için bir üs bulundurmak sömürünün devamı ve üssün etrafındaki devletlere şantaj aracı olarak kullanılması bakımından çok önemlidir.
     
    Kosova, Doğu Timor, Filipinler, Kıbrıs, Arap ülkeleri ve Almanya, İtalya ve Türkiye’de üsleri vardır.
     
    Kosova meselesi oldukça tehlikelidir. Sırplar AB’ye gireceğim tuzağına düşerse Kosova’yı kaybeder. Ama rıza göstermez ise Rusya ağırlığını koyar. Ve işler karışır.
     
    Amerika Ukrayna’yı keten pereye getiremediğinden Kosova işini öne almıştır. Suriye Rusya ile iyi ilişkiler kurdu diye şimdilerde Suriye’ye abanmaktadırlar. Suriye’nin bölünmesi için Türkiye’den yardım istiyorlar. Bu kadar Amerikan üst düzey yöneticisi Ankara’ya babasının hayrı için gelmiyor.
     
    Doğru olmayan bir iş doğru olmayan zamanda yapılmak isteniyor.
    Ortadoğu yeniden ısınıyor.
     
    2008-02-17, [email protected]
  16. sardunyam
    Yazarlar / Sedat Sertoğlu
     
     
    Dışişleri: Kral Çıplak
    [email protected]
     
     
     
    35 yıla yaklaşmış bizim Dışişleri Bakanlığı ile olan diyaloglarım. Bir ayağımız hep içinde olmuş. O kadar çok arkadaşım olmuş ki. Hikmet Çetin’in Bakanlığı döneminde Özlük Hakları’nın verilmesi için onlar adına aslanlar gibi kavgalar vermişim hükümetle... Bugünkü diplomatlar bana teşekkür borçlular bu yüzden.
     
    Son yıla kadar inanılmaz başarılara imza attı benim Dışişleri’ndeki arkadaşlarım. Yalım, Necati, Ömer, Faruk, Ümit, Selahattin, Nabi, Uğur ve diğerleri... Özdem Sanberk’ler, Deniz’ler. Hepinizin isimlerini yazamıyorum arkadaşlar. Kalanların içinde de ilerde imkan bulurlarsa, önleri kesilmezse çok önemli işlere imzalar atacak isimler var. Bundan eminim. Onların isimlerini yazıp AKP iktidarının hedef tahtası haline getirmek istemem. Ama şu da çırılçıplak bir gerçek; çoğunluk “Lanet olsun diyerek emeklilik süresini bekliyor.” Neden? “Bu hükümetin saçmalıkları ve Arapçı politikası yüzünden... Hesapsız kitapsız sersemlikleri yüzünden...”
     
    İşte örnek; geçen ay Kosova konusunu konuştuğum Dışişleri bürokratları “Kosova’da sazan balığı gibi atlamayacağız bağımsızlık ilanına. Etrafa da bakacağız” demişlerdi. Gayet akıllı bir karardı bu... Ama görüyoruz ki, bırakın sazan balığını, ondan bile hızlı davrandı Bakanlık.
     
    Demek ki Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Apakan AKP iktidarına tam teslim olmuş. O da hesap ediyordur artık, “Washington’dan Nabi Şensoy seneye dönecek, yerine ben giderim...”
     
    Oysa Ertuğrul çok inatçı bir müzakerecidir. İyi bir diplomattır. Ben tanık oldum bunlara. Ama maalesef “Dışişleri Bakanlığı’nı AKP’nin askeri haline getirmektedir.”
     
    Bir ülkenin dış politikası ile öyle zırt pırt oynanmaz. Siyasiler, Dışişleri bürokratlarını eskiden dinlerlerdi. Ama şimdi bakıyorum “AKP memuru” gibi davranıyorlar bürokratlara.
     
    Size farkı anlatan bir örnek vereyim: Eskiden Dışişleri, Başbakan kendi bakanları yanlış bir şey söylerse hemen ortaya çıkar ve konunun doğrusunu açıklarlardı. Kimseden korkmazlardı. Şimdi ise bakanlık kendi arkadaşlarının söylediklerini yalanlama uğraşı içinde. Olmuyor. “Kral Çıplak arkadaşlar.”
     
    Cevap verin
     
    O zaman bu işi ciddiye alıp Apakan’a, çünkü Bakanı’nın dünyadan haberi yok, sormaya başlayalım:
     
    1. Kuzey Irak’lı Kürtler, yarın aynı bağımsızlığı isterlerse ne yapacaksınız?
     
    2. Türkiye’nin Kürtleri bağımsızlık, hadi hafifletelim federasyon isterse ve AB’den destek bulursa ne diyeceksiniz?
     
    3. Bosna Hersek Cumhuriyeti içindeki Hırvat ve Sırplar aynı yönde hareket ederse ne gibi bir tutum alacaksınız?
     
    4. Gürcistan’daki Abhazlar veya Çeçenistan, ben de bağımsız olmak istiyorum derse nasıl bir politika izleyeceksiniz?”
     
    5. İspanya’daki Bask’lar bağımsızlık diye ayaklanırsa, sevgili Başbakanınızın ortağı Zapatero’ya ne diyeceksiniz?
     
    Biraz daha hırpalayayım, biraz daha düşündüreyim mi sizi?
     
    6. Tibet Çin’den ayrılmaya kalkarsa ne yapacaksınız? Çin de buna karşılık ordusunu gönderip binlerce kişiyi öldürürse?
     
    Yazık Türkiye’ye
     
    “Yahu Sedat bunlar Kosova’ya benzemiyor ki” diye mazeretleri alt alta sıralamayın bana çocuklar. Ben size yarından söz etmiyorum. Bundan 15 yıl önce Kosova diye bir sorun da yoktu. 1980’de kimse Yugoslavya’nın parçalanacağını düşünmüyordu.
     
    KKTC için iyi mi sizce Kosova olayı? Hiçbir işe yaramayacak. Putin’in neyi niye söylediğini bile anlamayanlarınız var aranızda.
     
    Biraz daha sabırlı olabilirdiniz. Biraz daha etrafa bakabilirdiniz. Aptal dincilere de hatırlatalım Kosova’da sadece Müslümanlar yaşamıyor? Orada yaşayan Ortodoks ve Katoliklerin oranına neredeyse yüzde 35.
     
    Dışişleri Bakanlığı bürokratı etiketi taşıyan erkek ve kadınlara şunu öneriyorum: Erkekler her sabah tıraş olma durumundasınız... Kadınlar da bakımlı. Sabah bunları yaparken aynaya dikkatle bakın yeter çocuklar. Gördüğünüz surattan utanmayın ki yarın çocuklarınız da sizden utanmasın, eşleriniz de... Hatta anne ve babalarınız da... Çünkü ben onları tanıyorum ve sizleri seviyorum... Kral’ın çıplak olduğunu söyleyin, çünkü çıplak...
     

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.