harmony tarafından postalanan herşey
-
DÜNYAYI DÜZELTMEK
Bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında , bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti. Bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi. Sonra düşündü; oh be kurtuldum... en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi. “Baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk: “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı “ dedi... “İnsanı düzelttiğim zaman, dünya kendiliğinden düzelmişti.”
-
TAŞLAR..
Bir gün üniversitede işletme okuyan bir grup öğrenci, zaman yönetimi uzmanı hocalarından ummadıkları bir ders aldılar. Hocaları, karşısında yarım daire halinde oturan öğrenci grubuna "Evet! şimdi ders zamanı!" diye seslendi ve masanın altından geniş ağızlı büyükçe bir küp çıkardı. Küpün içine, yine masanın altından çıkardığı yumruk büyüklüğündeki taşları dikkatli biçimde koymaya başladı. Küp ağzına kadar dolup da daha fazla taş alamayınca, "Küp doldu mu?" diye sordu. Sınıftaki herkes birlikte bağırdı: "Evet!" "Öyle mi?" diye karşılık verdi zaman yönetimi uzmanı. Masanın altından bir kova çakıl taşı çıkardı. Küpü önce sallayıp daha sonra içine çakıl taşlarını koydu. Küpü tekrar salladı. Böylece küçük taşlar büyük taşların arasında kendilerine yer buldular. Ve aynı soruyu bir kez daha sordu: "Küp şimdi doldu mu?" Sınıftaki öğrenciler, uzmanın ne yapmak istediğini yavaş yavaş anlamaya başlamışlardı. içlerinden birisi "Herhalde hayır!" diye cevapladı bu soruyu. "Güzel!" dedi uzman ve masanın altından bu defa bir kova kum çıkardı. Kumu küpe boşaltmaya başladı. Kumlar büyük taşlarla çakıl taşlarının arasındaki boşlukların hepsini doldurdu. Sorusunu bir defa daha sordu: "Küp doldu mu?" Öğrenciler bir ağızdan "Hayır!" diye bağırdı. Bir defa daha "Güzel!" dedi ve masanın altından bir sürahi su çıkardı ve küpe ağzına kadar su doldurdu. Küpün artık tamamen dolduğu söylenebilirdi. Hocaları öğrencilerine dönüp sordu: "Bu örnek bize neyi gösteriyor?" Çalışkan bir öğrenci elini kaldırdı ve çıkardığı dersi özetledi: "Programınız ne kadar dolu olursa olsun, gerçekten gayret ederseniz, o programa birkaç şey daha ilave edebilirsiniz." "Hayır" dedi uzman. "Bu örneğin bize öğrettiği şey şu: Eğer büyük taşları önce koymazsanız, bir daha asla koyamazsınız." Sonra konuşmasına devam etti: "Sizin hayatınızdaki 'büyük taşlar' ne? öncelik sıralamanızda ilk sırayı ne teşkil ediyor? İşte o büyük taşlar ne ise, hayat küpünüze önce onları koyun."
-
DİNLE...
Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın? herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyak derdini açayım. Aslında uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar. Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun! Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür. Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı. Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemdem, hem bir müştak kim gördü? Ney, kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir. Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur. Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu. Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte naziri olmayan, hemen sen kal! Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı. Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm.
-
HER ENGEL BİR FIRSAT SUNAR...
Eski zamanlarda, bir Kral bir yol üzerine kocaman bir kaya parçası koydurdu. Sonra da saklanarak bu koca kayayı kimse kaldıracak mı diye izlemeye başladı. Kralın bazı çok zengin tacirleri ve saray erkanı geldi ve sadece kayanın etrafından yürüyüp gitti. Birçoğu yüksek sesle yolları açık tutmadığı için Kralı suçladı ama hiç biri kayayı yoldan çekmek için en ufak bir girişimde bulunmadı. Derken, sırtına sebzeler yüklenmiş bir köylü çıkageldi. Kayaya yaklaşınca, sırtından yükünü indirip kayayı yolun kenarına çekmeye çalıştı. Epeyce bir itme ve zorlamadan sonra da kayayı yol kenarına çekmeyi başardı. Tekrar sebzelerini sırtına yükledikten sonra kayanın eski yerinde, yolun üzerinde bir kese olduğunu farketti. Kesenin içinde çok miktarda altın ve Kraldan bu altınların kayayı yolun üzerinden çeken kişiye ait olduğunu yazan bir not vardı. Köylü, çoğumuzun asla anlamadığı bir şey öğrendi: Her engel bir fırsat sunar.
-
İZMİRİN KAVAKLARI DÖKÜLÜR YAPRAKLARI
İzmir'in sokakları ne deniz kokar ne de kız ama biliriz ki, ikiside çok yakındır. Elimizi uzatsak dokunuruz, izmir'de prensler gelinler ve niceleri vardır. Mesela çeşme bir gelindir, ama gözü hep dışarıdadır. Göz kırpar bir istanbul'a bir ankara'ya, işte bu yüzden biraz kızarız çeşmeye. Görmek istemeyiz ne 34' ü ne 06' yı kıskanırız çeşmeyi, hele çeşme'nin bir kızı vardır ki talipleri bitmez istanbul ankara ile gelirler yedi deniz öteden. Adının hakkını hep verir alaçatı fırtına kopsa bile denizi hep sütliman. Ama bırakmayız gene de alaçatımızı deriz biz orada köy kahvaltısı yapacağız. Bal yiyeceğiz, kaymak yiyeceğiz, rüzgarında değirmen döndüreceğiz. Ama elbet vardır gizli bahçelerimiz fazla yabancı giremez oralara. Foçamız, Karaburunumuz, Güzelbahçemiz ve daha nelerimiz. Göstermeyiz onların yüzünü çok, kendimize saklarız. Ve 35 buçuk, karşıyakam şehir içinde şehir. İşte sokakları buram buram deniz kokan kız kokan sayılı yerlerdendir. Yeşil kırmızı renktedir bu şehrin 4 bir yanı ve kimse bilmez Atatürk ve Karşıyakayı, Kurtuluş savaşında ki Karşıyakayı o gururla taşıdıkları ay yıldızı. Bilmesinler bize kalsın, yeşili Müslümanlığı kırmızısı Türklüğü simgeler. 35 buçuktur il kodu onların. Kordon da, bir bıçkın delikanlı bir asi rüzgar belki de dünyaya açılan bir kapı. Genci yaşlısı herkes oradadır kimi lüks kafelerde kimi sahilde yudumlar serin içeceklerini. Çünkü burada mevsim hep yazdır. Ve öğrenci bornova, burada öğrenirsiniz hayatı, burada yaşanır ilk duygular. Liseleri üniversiteleri hepsi sel olur akar doldurur sokaklarını. Gideriz kemeraltına alacak bir şeyimiz olmasa bile genede gideriz. Sırf kalabalık olsun, alışveriş yapamasak da kokusu da yeter çoğu zaman. Kumru burada pişer, bayoz burada bulunur, balık burada yenir, ve aşk burada yaşanır. Burası rüzgarın şehridir ama, burada pek dalgada çıkmaz. Ve izmirin kavakları vardır, dağları pek kavuşmaz denizle. İzmirde insanların acelesi yoktur, keyif içindedirler zaten işleri de keyiftir. Ve umursamazdır İzmir kimse bakmaz size burada, çünkü burada herkes farklıdır. Yaptıklarınızı yargılamaz bu şehir, başkasının çorbasına parmak sokmazsanız. Ama aynı zamanda yanlızlık da demekdir bu. Nice güneşlerin batışını tek başına ayakda gözünden süzülen yaşlarıyla izlemektir. Ve güneş hep bizim üzerimizden batar...
-
AŞKLAR ve AYAKKABILAR..
Asklar da ayakkabilar gibidir... Bazilari çamur yagmur, toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü hava" kosullarina dayaniklidir. Bazilari ise ummadiginiz kadar kisa zamanda çabucak "yamulur" ilk yagmurlu havada "alti açilir" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider. Asklari da ayakkabilar kadar "itinayla" seçmezseniz, tipki ayaginizda oldugu gibi yüreginizde NASIR olusabilir. Dar gelen bir ayakkabiyi sadece tarzini begendiginiz için "zamanla açilir" diyen saticiya inanarak alirsaniz, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" baslar. Ruhunuzu daraltan bir ask içinde yalnizca fiziksel begeniye kapilip "zamanla düzelir" diyenlere kanarsaniz, yine zamanla içinizdeki olumlu duygularin "çarpildigini" görebilirsiniz. Asik olabileceginiz insan türü, tipki ayakkabilar kadar degisik stillerde, farkli kalitelerde ve sayisiz "renktedir".... Aski bir çesit serüven olarak "spor" gibi yasayanlar, aynen "spor ayakkabi" gibi dikkat çekici ve rahat kisileri bulurlar. Tersine askta tutucu ve istikrarli olmayi benimseyenler "klasik ayakkabi" gibi muhafazakar çizgiler tasiyanlara tutulurlar. Dekolte ayakkabilar gibi sadece cinsellik ve eglence zevkleriyle ateslenen asklar vardir. "Bez" ayakkabilar gibi kisa ömürlü "tatil asklari" ise hemen herkesin kisisel tarihinde mevcuttur. "Marka" ayakkabi alir gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" asiklar görürsünüz. Kati plastikten "yagmur çizmesi" edinir gibi mantik süzgecinden geçirip "ise yarar" biçimde yasamak isteyenleri de bilirsiniz. Ayrica ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafi"olup evine sayisiz çesitte ayakkabilar yigan insanlarin ayni zamanda "degisik" türde asklara da zaafi oldugu söylenir. Evet ask "ayakkabidir". Aynen ayakkabiniza bakim yapmayip "hor" kullandigniz zaman kolayca eskittiginiz gibi, askiniza da dikkatli davranmayip özen göstermediginiz zaman kisa sürede "eskitirsiniz". Ve nasil ki "delik" bir ayakkabiyi tamir ettirdiginizde yalnizca "bir miktar" ömrünü uzatmis olursaniz; "delik" bir aski onarmaya kalkistiginizda da "asla eskisi gibi olmayacaktir"! CAN YÜCEL
-
İNANÇ...
Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak içinberbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı... Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah'ın varlığına inanmıyorum."Adam: " Peki neden böyle diyorsun?" Berber: " Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı,bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..." Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdi.sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü. Adam: " Biliyor musun ne var,bence berber diye bir şey yok" Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim. " Adam: " Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı." Berber: " Himmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?" Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!" __________________
-
23 SENTLİK ASKERE DAİR...
Nazım Hikmet 'in NATO için en ucuz askeri Türkiye den temin ediyoruz diyen ABD bakanına cevap olarak yazdığı şiir... mister dallas, sizden saklamak olmaz, hayat pahalı biraz bizim memlekette. mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti, ankara'da 23 sente, yahut bir kilodan biraz fazla mercimek, elli santim kefen bezi yahut, yahut da bir aylığına yirmi yaşlarında bir tane insan erkek, ağzı burnu, eli ayağı yerinde, üniforması, otomatiği üzerinde, yani öldürmeye, öldürülmeye hazır; belki tavşan gibi korkak, belki toprak gibi akıllı, belki gençlik gibi cesur, belki su gibi kurnaz, (her kaba uymak meselesi) belki ömründe ilk defa denizi görecek, belki ava meraklı, belki sevdalıdır. yahut da aynı hesapla mister dallas, (tanesi 23 sentten yani) satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden istanbul'da bir tek odanın aylık kirasına, seksen beş onda altısını yahut, bir çift ıskarpin parasına. yalnız bir mesele var mister dallas, herhalde bunu sizden gizlediler. size yirmi üç sente sattıkları asker, mevcuttu üniformanızı giymeden önce de, mevcuttu otomatiksiz filan, mevcuttu sadece insan olarak, mevcuttu, tuhafınıza gidicek, mevcuttu hem de çoktan mı çoktan daha sizin devletin adı bile konmadan. mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu, mesela mister dallas, yeller eserken yerinde sizin new york'un, kurşun kubbeler kurdu o, gökkubbe gibi yüksek, haşmetli, derin. elinde bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek. halı dokur gibi yonttu mermeri ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri. dahası var dallas, sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz zulüm gibi, hürriyet gibi, kardeşlik gibi sözlerin, dövüştü zulme karşı o, ve istiklal ve hürriyet uğruna ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek ve yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber diyebilmek için, yürüdü peşince bedrettin'in… o, tornacı hasan, köylü memet, öğretmen ali'dir, kaya gibi yumruğunun son ustalığı, 922 yılı 9 eylülü'dür. dedim ya, mister dallas, herhalde bütün bunları sizden gizlediler. ucuzdur vardır illeti. hani şaşmayın, yarın çok pahalıya mal olursa size bu 23 sentlik asker, yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim, her millet gibi büyük türk milleti. Nazım Hikmet Ran 16.7.1953
-
EŞ RUHLAR
Dünyanın herhangi bir yerinde, en iyi yanlarımızı ortaya çıkaracak, birlikte iken kendimizi tamamlanmış hissedeceğimiz, bizi olduğumuz gibi kabul edecek bir erkek veya kadın vardır. Eğer biz de onu aramaya başladı isek, buluşma vaktimiz gelmiş demektir. Onu her an bulmamız mümkündür... Bazı çiftler, birbirlerinin en güzel yönlerini ortaya çıkarırlar. Bu çiftlerin birlikte iken, tek başlarına ulaşabileceklerinden çok daha yüksek gelişim düzeylerini yakalamış oldukları görülmüştür. Çiftler aslında, iki ayrı varlık değildirler. Tek bir bütünün, iki ayrı yarısını oluştururlar. Burada önemli olan, diğer yarımızı bulmamızdır. Bunu başarabilmiş olanlarda, mükemmel bir duygu birlikteliği oluşur. Birinin üzüntüsü, her ikisini de acıya boğar iken, birinin neşeli olmasından ikisi de haz duyar. Bilinçli ya da bilinçsiz, hepimizin içinde, ideal eş arayışı bulunur. Genelde her yürek'de, bu duruma ulaşma umudu saklıdır. Her ne kadar, hayal kırıklıkları ile sonuçlanmış deneyimlerimiz, bunun gerçekleşmesinin pek de mümkün olmadığını göstermiş olsa da, bu umut her zaman yeniden yeşerir. Başkasıyla tam bir birleşmenin olabilmesi için, benlikten tam anlamı ile vazgeçilmesi gerekir. Fakat, bunu yapabilecek insan sayısı çok azdır. Bu tür birliktelik, benliğini aynı derecede gözardı edebilecek iki ruhun bir araya gelmesini gerektirir... İdeal eşimizi nasıl bulabiliriz? İnsanın kendi çabaları ile, ideal eşini bulması mümkün müdür, yoksa bu durum kendiliğinden mi oluşmaktadır? İdeal evliliklere, çok nadiren rastlanılmaktadır. Buna karşın, evlilik kararı veren herkes, bunun kendisine yeryüzündeki en büyük mutluluğu getireceğine inan-maktadır. İnsanlar umutlarını, bu tek maceraya bağlıyor ve çok ender olarak, ruhlarının arzu ettiğini elde edebiliyorlar. Evliliklerin yürümesi, karşılıklı hoş görüden başka bir şeye dayanmıyor. Çiftler, sadece toplumun baskısı nedeni ile birarada olmayı sürdürüyor. Evliliklerde tutkunun ateşinin, fiziksel güzelliğin çekiciliğinin azalması ile birlikte, erkek ve kadının bekleyebileceği en iyi şey, geriye güzel bir arkadaşlığın kalması oluyor Böylesi bir arkadaşlık, dünyanın en soylu ve güzel birlikteliklerinden olmasına karşın, bu durumu paylaştığımız insan, ideal eşimiz demek değildir. Spiritüel bilgilerde, ideal eşini bulmuş olanlar, “Eş Ruhlar” olarak tanımlanır. Ve bu birlikteliğin, evlilikteki sevgi den çok daha büyük boyutlara ulaştığı söylenir. Evlilikteki sevginin, yakın ve yaşam boyu süren bağı, karşılıklı binlerce gereksinim, şefkat duyguları, ve arkadaşlıktan doğan duygudaşlık temeline dayanır. Oysa eş ruhların birbirlerine duydukları aşk, herhangi bir oluşuma bağlı değildir. Bu aşk, tam olgun olarak doğar ve direnç gösterir. Bu o kadar güçlü bir bağdır ki, yeni bir oluşum olarak kabul edilemez. Zihin, her ne kadar bunun farkında olmasa da, bilinç altı bunu hatırlar ve eşini talep eder. Birlikte olduğunuz insana aşıksınız, onunla uyum içindesiniz, aranızdaki hiç bir tarz farkının sizin için önemi yok. Her an birbirinizi dinliyor ve arzuluyorsunuz. Acaba o sizin eş ruhunuz mu? Değilse, aradaki farkı nasıl anlayacaksınız? Sıradan tutku ve ani duygusal çekicilikler, kolayca abartılarak, olduğundan daha yüksek bir düzeydeymiş gibi algılanabilir. Ruhsal evrimin alt süreçlerinde olan bireyler, ani ve denetlenemez tutkulara, fazla eğilimli olurlar. Herhangi biriyle, sürekli ve uyumlu bir beraberlik sürdüremeyecek kadar benmerkezci, kendi sınırlamaları ve tensel zevklerine bağlanmış olan bu insanların, eş ruhlarını bulma yolunda, katedecekleri çok fazla aşama vardır. Eğer, onlardan biri ile birlikte iseniz ve ideal eşinizi arıyorsanız, onunla hemen belki başka zaman diyerek vedalaşın. Çünkü bu tiplerin arzuları karşılığında verebilecekleri, çok az şeyleri vardır ve bunları yönlendirmeyi üstlenen birisi gereken karşılığı alamadığı için, bu ilişkiden bıkar. Spiritüel felsefeye göre, insanlar kendileri ile aynı ten düzeyinde olan herkes ile mükemmel ve tatmin edici bir birliktelik yaşama gücüne sahiptir. Çünkü, ruhsal evrim sürecinin aldığı yol ve spiritüel nitelikler, ister gelişmiş isterse ilkel düzeyde olsunlar, temelde aynı özelliklere sahiptir. Ancak spiritüel eşleşme, yalnızca aynı ten renginde olanlar arasında gerçekleşir. Eşleşme yasaları, fiziksel beraberlikten çok daha fazlasını kapsar. Buna göre bir insan, ruhsal bedenini fiziki kişiliği ile eşleştiremediği sürece, yaşadığı her birliktelik eksik kalır ve yaşamında daima cinselliği model almayı sürdürür. Çünkü, doğal olarak insanlar eşit şekilde gelişim göstermezler. Spiritüel olarak, insan yedi gelişim aşaması geçirmektedir ve yedi bedensel yapıya sahiptir. Günümüzde, ortalama bir insanın ancak ilk bedeni yani fiziksel bedeni, sezgisel bedeni ve duygusal bedeni eşleşmeye yatkın oluyor. Fiziksel beden, ergenlik çağında daha aktif hale geliyor Fakat duygular onlu yaşlardan itibaren aktifleşirken, somut mental beden yirmili yaşlarda gelişir. Soyut düşünce, otuzlu yaşlardan sonra oturmaya başlar ve spiritüel yapı, kırklı yaşların sonuna kadar tüm yönleri ile olgunluğa ulaşmış olmaz. Bu nedenle, gelişim derecesi yüksek kişilerin, gelişimlerinin aldığı yön belli olana kadar evlenmeyi geciktirmelerine sık rastlanılmaktadır. İnsan ne yazık ki, arzu bedeninin kendine eziyet eden baskısına dayanamayarak sürekli birliktelik kurmakta acele eder ve karşı cinsten ilk uygun kişi ile evlilik kararı alır. Fiziksel planda birleşme, erkek ve kadın arasındaki arzular karşılıklı olarak tutuştuğunda gerçekleşir. Birleşmenin seviyesinin yükselişi, sırası ile ikinci, üçüncü, dördüncü planlar ile devam eder. Beşinci planda, entellektüel duygudaşlık, altıncı planda karşılıklı spiritüel idealler eşleşmeyi belirler. İdeal birliktelik ise, yedinci planda oluşur. Eş ruh birlikteliğinde, ilginç bir durum daha ortaya çıkar: Bazı planlarda eşleşmeler benzerlikler sayesinde kurulur iken, bazılarında zıt olanlar birbirlerine çekilirler. Birinci planda zıtlıklar, ikinci planda benzerlikler, üçüncü planda yine farklılıklar çekim gücünü yaratır. Dördüncü planda, benzer zihinler birbirini çeker iken, beşinci planda farklı yaklaşımlar çekimi artırır. Altıncı plan üzerinde eşleşme, tamamen ten rengine dayanır. Benzer spiritüel türde olanlar, kendilerine benzeyen ruhlar ile eşleşirler. Türleri farklı olanlar arasında ise, eşleşme mümkün değildir. Ruhların, farklı yaşamlarda birbirlerini beklemesini sağlayan; birbirini izleyen yaşamlarda buluşarak, bir kez oluştuğunda onları daima bir araya getirecek olan bağ ise ancak beşinci gelişim aşamasından sonra kurulabilir. Birbirlerinin ruh eşleri olan insanlar, üst bedenlerinin her biri ile karşılıklı eşleşir ve her eşleşme ile de, sevginin yeni boyutlarını keşfederler. Karşılıklı arzulama anlamında fiziksel birliktelik, uyumu sağlar ve sinir sistemini dengeler. Sevgi, arzular ve amaçları tek bir bütün içinde birleştirir ve iki kişilik birbirine bakar. Ortak bilgi hazinesi nin oluşturulması, benzer kavram ve ilkelere duydukları inanç yaşamlarını aynı kanala yönlendirir. Aynı düzeydeki ruhsal amaç ve idealler, onların birlikteliklerini tamamlar. Bilinç saf ruh düzeyine yükselene dek, iki ruh arasında doğan bu büyük aşk, tüm sınırlamaları aşar ve tüm evreni kurdukları birliğin sınırları içine çeker. O anda fiziksel planda gerçekleşebilecek, en büyük uyarımlardan biri başlar. Bundan böyle, artık yollarına ayrı ayrı devam etmezler. Bu kutsal birliktelik, ancak aynı evrim sürecinde olan bireyler arasında yaşanabilir. Bu tür birliktelikler, ölümle bile sona ermez. Eş ruhların karşılaşması, daha önce var olan yükümlülüklerin yerine getirilmesine de gerekçe olarak gösterilebilir. Bu dünyadaki yaşamımız, ruhun evrim sürecindeki yolculuğunda sadece bir aşamadan ibarettir. Bu nedenle, varlığımızın bu kısa gününden, bir ilişkinin onurlu bir şekilde tamamlanması için özveride bulunmak en iyi yoldur. Böylece, gelecek yaşamlar için karma yaratmak olarak nitelenen geçmiş borçlar altına girmekten kurtulabilir ve büyük aşka uyumlu bir biçimde ulaşabiliriz...
-
KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ...
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş. Ve adamın penceresine konup adama şöyle demiş: - Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri alda beraber yaşayalım. Adam - Olmaz alamam... Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olurmu? demiş. Kırlangıç tekrar: -Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz, demiş. Adam yine: - Alamam... Git başımdan, diye cevap vermiş. Üçüncü ve son defa kuş asamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş: -Lütfen beni içeri al. Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalamam biliyorsun; ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece. Beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri alda burada kalayım. Birlikte yemek yer, omzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Sen de benim gibi yalnızsın, der... Adam ona: - Git derhal başımdan! Ben yalnız kalırım demiş ve kuşu kovmuş... Kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü mşekilde uçmuş ve uazaklara gitmiş. Adam bir müddetten sonra şöyle düşünmüş: "Ben ne akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık." demiş ve çok pişman olmuş, pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine " Nasıl olsa sıcaklar baişlayınca kırlangıcım yine gelir, bende onu içeri alırım birlikte mutlu bir hayat süreriz", demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmesiyle kırlangıçlarda gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapamadan pencerenin başında beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş. Gelen kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş. Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona şöyle demiş: - Kırlangıçların ömrü 6 aydır...
-
BAKMAK AMA GÖREMEMEK..
adam fısıldadı : -Rabbim konus benimle, Ve bir kus cıvıldadı agaçta. Ama adam duymadı. Sonra adam bagirdi: -rabbim konus benimle! Ve gökyüzünde bir simsek çaktı. Ama adam dinlemedi onu. Adam etrafına bakındı ve -Rabbim , seni görmeme izin ver dedi. Ve bir yıldız parladı gökyüzünde. Ama adam farkına varmadı. Ve yüksek sesle haykırdı: -Rabbim bana bir mucize göster! Ve bir bebek dogdu bir yerlerde . Ama adam bunu bilemedi . Sonra çaresizlik içinde sızlandı: _Dokun bana Rabbim ve burada olduğunu göster ve anlamamı sagla, ne olur…. Bir kelebek kondu omzuna . Ve adam kelebeği , elinin tersiyle uzaklaştırdı…” Bir de perdenin arkasını görenin söyledikleri: “ – hiçbir kelebeğin kanatlarında uçtun mu portakal ağaçlarının arasından? Ya da bir balığın gözleri ile gördün mü deniz altının muhteşem saltanatını ? Bir anne kunduzun yavrusuna olan şefkatini hissettin mi? Onun gibi hissettin mi yavrusunu yitiren bir leoparın üzüntülü telasını? Sevdin mi hiç , korkulacak , kaçılacak , hayvanların diyarını? Mesela , bir yılanın da duygularının olabildiği , Veya kurbağanın da sevgiden bir payı oldugu aklına geldi mi, Küçücük böcekleri göz zevkini bozuyor diye acımasızca ezerken …. Hiç onlarında bir ailesi olduğunu ve canları yanarken çığlık attıklarını duyabildin mi, hissedebildin mi? Dahası…. Bütün bu harikulade yaratıkların , sadece ve sadece senin , evet senin için yaratıldıklarını biliyor muydun? Bildiğin için mi acımasız ve katısın ?.... Gücünün yetebildiğine karşı zalim mi olursun , sen ey zavallı insanoğlu?
-
AŞKLARIN ŞEHRİ..
Denizin dansını izlerim bazen Kordon boyu yürüyüşümde, havada martılar, denizda balıklar, kenarda ben, aklımda sen...! Yokluğunda da yanımda yürürsün güneşin denizin bittiği noktadan gülümseyerek batışına kadar, Güzel şehirsin sen be İzmir, aşka davet edersin iyot kokulu havanla her baharda, Ben her bahar takılıp bir dalganın ardı sıra... gönlümü salarım okyonuslara kocaman sevdamla, Aşkın şehri İzmir, sen baharlıklarınla çiçek çiçek açarken dağlarda, yüreğim hala delice atmakta, Bir dalganın köpüğünde, bir martının kanadında, bir çiçeğin kokusunda uzak yarimi al getir bana, Al yıldızlı bayrağımın sallandığı Kadifekaleden, martıların oynaştığı körfezden, rüzgarın delice coştuğu Teleferikten, aşıkların mekanı İnciraltı yeşilliklerinden, Agoranın asırlık anılarından, Dağlarında uçuşan kelebeklerden, yolların gurbeti başlatıp bitiren mesafelerinden... al getir İzmir...!
-
KARANLIKTA YANAN MUM OLMAK...
Düşünün ki beni yaktınız ve ışığıma bakıyorsunuz. Aydınlığım ve yaydığım ışık sizi mutlu ediyor . Ve ben de sizin için yanabildiğim için mutluyum. Şayet böyle olmasaydı, hiçbir şeye faydam dokunmaksızın oraya buraya atılmış olacaktım. Ancak yandığım takdirde bir anlam kazanırım. Fakat çok iyi biliyorum ki ne kadar uzun süre yanarsam, o kadar küçülürüm, o ölçüde kendi sonum yaklaşır. O zaman geldiğinde diyeceksiniz ki : “ yanıp bitti” ... ve benden geriye kalanları atacaksınız... Biliyorum benim için sadece bu iki olasılık söz konusu: Ya biryerlere atılıp kalacağım, dokunulmaksızın, unutulmuş ve karanlıkta.... ya da yanacağım, küçüleceğim, ışığım ve ısının adına sahip olduğum herşeyi vereceğim. Bunu yaparak kendi sonumu hazırlayacağım. Ancak yine de soğuk kalıp bir kenara atılmış olmaktan ziyade kendimden birşeyler verebilmenin daha anlamlı ve güzel olduğu kanısındayım. Bir düşünün, siz insanlar için de aynı şey geçerlidir! Ya kendi kendinizle kalır ve kendinizi korursunuz – ve herşey soğuk ve boş kalır – ya da insanlarla ilişki kurar ve onlara ısı ve sevginizi armağan edersiniz, böylece yaşamınız anlam kazanır. Hayatınız dopdoludur. Fakat biliyorsunuz, bunun için kendinizden birşeyler vermelisiniz, sevincinizden birşeyler, içtenliğinizden birşeyler, kahkahalarınızdan birşeyler - ve eğer yapabilirseniz – belki de üzüntülerinizden birşeyler vermelisiniz. Demek istediğim, korku içinde kendinizi koruyarak olduğunuz gibi kalmaya yönelmemelisiniz. Demek istediğim, sadece kendisini armağan eden kişinin zenginleşeceğidir. Sadece başkalarını mutlu eden kişinin kendisi de mutlu olabilir. Sadece başkaları için ışık olan kendisi de ışığı alabilir. Başkaları için ne kadar çok yanarsanız, kendi içiniz o kadar çok aydınlanır. Kanımca bir çok insanın karanlıkta olmasının sebebi şikayet edip mızmızlanmalarından, başkalarını da düşünmeye sevk edememelerinden, başkalarına da ışık götürmeye çekindiklerinden kaynaklanmaktadır. Daha hala anlayamamışlar. Tek başına yanan bir ışık dünyadaki tüm karanlıktan daha değerlidir. Küçük bir mumun sizi cesaretlendirmesine izin verin...
-
GERÇEK İNANÇ
Bir zamanlar, uzak bir diyarda güçlü ve gururlu bir kral yaşarmış. Başarıları ve dindarlığıyla övünen kral, eşsiz güzellikte bir tapınak inşa ettirmeye karar vermiş. Ülkenin en yetenekli mimarları, mühendisleri ve ustaları bu iş için seçilmiş. Görkemli yapının tasarlandığı ihtişama kavuşması yıllar sürmüş. Kral, tapınağın açılış gününü saptayıp azimle dua etmeye başlamış. Biricik arzusu, açılış gününde Tanrı'nın bizzat gelerek mabedi kutsamasıymış. Günlerce dua ettikten sonra, bir gece rüyasında beliren melek ona şöyle seslenmiş: "Açılış şöleni için başka bir tarih bulsan iyi olur..." Kulaklarına inanamayan kral sormuş: "Neden, nasıl yani?.." "Çünkü Tanrı, o gün başka bir mabedin açılışına gidecek." Ülkenin en muhteşem tapınağını sadece kendisinin yaptırabileceğine inanan kral donup kalmış. "Peki, nerede bu tapınak," diye sormaktan da kendini alamamış. Melek, tapınağın bulunduğu köyün ismini verince, derhal tebdil-i kıyafet ederek yollara düşmüş. Yolculuk birkaç gün sürmüş. Köye varınca etrafı dikkatle süzmüş. Aradığına benzer bir yapı göremeyince, kendisinin orada ne yaptığını merak eden köylülere: "Burada görkemli bir tapınağın olduğunu işitmiştim," diye izah etmiş, "Onun yerini bilen var mı?" Adamın kör ya da deli olduğunu düşünen köylüler, köyün dışında yaşayan Poosalar adlı bir mistiğe danışmasını tavsiye etmişler. Kral, yıkık dökük bir kulübeyi mesken tutan mistiği bulduğunda sorusunu yinelemiş. Poosalar, bilmiyorum gibilerinden başını sallayınca, hükümdar diretmiş: "Mümkün değil! Geçenlerde rüyama giren bir melek burada eşsiz bir tapınak inşa edildiğini, Tanrı'nın da buraya gelerek onu açılış gününde kutsayacağını söylemişti." Poosalar'ın gözleri dolmuş. Sevinç ve sevgiyle saatlerce ağladıktan sonra: "Ben fakir bir adamım," demiş, "Yıllar boyunca Tanrı için bir tapınak yapmayı hayal etmiştim. Param olmadığından, onu zihnimde inşa etmeye karar verdim. Her gün bir taş koydum, bir sütun diktim, ya da mermerlerinden birini oydum. Bittiğinde de, Tanrı'nın gelip onu kutsamasını diledim. Artık biliyorum, O, benim tapınağıma gerçekten gelecek!" Dindarlığın asıl anlamını ilk kez kavrayan kral, adamın önünde saygıyla eğilmiş ve şöyle demiş: "Ben de aynısını yaptım. Ama, benimkisi kibirle inşa edildi. Amacı, sanırım gösterişti... Oysa, seninkinin her bir taşına yüreğindeki aşk şekil verdi. Doğal olarak da Tanrı, senin tapınağına gelmeyi seçti.
-
BAŞARI ÖYKÜSÜ
Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş..Hoca: "Getir çocuğu ..bir bakalım", demiş. Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına.. Hoca çocuğu süzmüş ve: "Tamam" demiş.."Yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz." Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş. Çocuk bir hafta aynı hareketi çalışmış.. Sonra hocasının yanına gidip: "Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormuş.Hocanın cevabı: "Çalışmaya devam et" olmuş... 2 ay, 3 ay, 6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş.. Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.. Hocanın yanına tekrar gitmiş: "Hocam, bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket göstermeyecek misiniz?" " Sen aynı hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz.." 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10.yılını doldurmuş. Bir gün hocası yanına gelip: "Hazır ol !" demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!".. Delikanlı şok olmuş.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildiği tek hareket var. .. Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağı düsünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. .. Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. Derken.. ikinci, üçüncü maç....çeyrek, yarı final ve final... Finalde delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış. . Tam bir üstat delikanlı dayanamayıp hocasını yanına koşmuş.. "Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var.. Bu kadar bana yeter.. Bari çıkıp da rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.". "Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil." Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş: "Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım.?" "Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!"
-
KIZILDERİLİ ÖĞRETİSİ'nden
Yalan tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki bire kırk verir. Bilgi de tohumdur. Bire yüz verir. Verdiği yüzün her biri bir tohumdur ki; sana bilgelik, torunlarına da ilham verir. Zeka sudur. Tohumları yeşertir. Yalanı da, bilgiyi de. Yetenek topraktır. Ne ekersen onu biçersin. Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter. Emek güneştir. Tohuma da, suya da, toprağa da hayat verir. Kader, çadırındaki kilim gibidir. İpliğini Ulu Manitu verir, sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Tanrı'dan. Şans doğal gübredir. Ne zaman nereye düşeceği belli olmaz. Kilimine düşerse kirletir, desenini değiştirir. Oysa toprağına düşerse besler.
-
ÖMER HAYYAM'dan..
Can bir şaraptır, insan onun destisi; Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık: Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı. Dünyada akla değer veren yok madem, Aklı az olanın parası çok madem, Getir şu şarabı, alsın aklımızı: Belki böyle beğenir bizi el alem! Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce; Halden anlar bir dost gelip falı görünce; Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin: Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece. Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda; Hele akla hiç yer vermem bahar soframda; Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni: Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma. Gece, gül bahçesinde ararken seni, Gülden gelen kokun sarhoş etti beni; Seni anlatmaya başlayınca güle Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi; Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi; Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar, Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi. Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki, Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi; Biri iyinin kötünün aslını bilir, Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini. Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok; Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok; Herkes aklına eseni söylemiş durmuş, İşin kaynağına giden yolu bulan yok. Seher yeli eser yırtar eteğini gülün Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler Kopup dallarından toprak olmadalar her gün. Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok. Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok. Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil; Erdiğim sırları söylemek elimde değil; Aklım düşüncenin derin denizlerinden Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil. Gören göze güzel, çirkin hepsi bir; Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir; Ermiş ha çul giymiş, ha atlas; Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir. Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben; Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken. Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi, Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden. Felek doğruyu eğriyi tartaydı, Her işine güzel demek kolaydı. Böyle mi yaşardı iyiler dünyada, Evrenin özü doğruluk olaydı? Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? Bırakın öyleyse iki dünyayı birden: Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek! Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak; Elimin özlediği kadehi kavramak. Her zerrem nasibini almalı dünyadan Yarın güle kavuşturmadan beni toprak. Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece; Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde! Böyle diyen gönül denize kavuşunca Baktı kendinden başka şey yok görünürde. Dün gece usul boylu sevgilim ve ben, Bir kıyıda gül rengi şarap içerken; Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda; Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden. Eşi dostu verdik birer birer toprağa; Kiminden bir taş bile kalmadı ortada. Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin; Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala. Dert içinde sevinci bul da yaşa; Haksız düzende haklı ol da yaşa; Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, Varından yoğundan kurtul da yaşa. Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol; Her istediğini onda ara, onda bul. Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe: Koy canını ortaya, soyulursan soyul. Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik; Bildiklerimizle övündük, eğlendik. Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik. En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen; İyilik seven kötülük edemez zaten. Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur: Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen. Gök yaban gülleri döküyor eteğinden Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen Gül şarap dolsun kadehimin lalesine Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
-
MAVİ GECELER..
Bir çığ gibi düştü üstüme Terk edişin. Biliyorsun Yetemem kendi kendime Bir daha dünyaya gelsem Yine seni severdim Beni üzesin diye Beni deli divane edesin diye Bir değirmen taşı gibi ezip gittin umutlarımı Şimdi yüreğim mutsuzluğun hedef tahtası Sokaklara sığmıyor bu dev yalnızlığım Bu cumartesiler; Çığlık çığlığa şiirlerim seni istiyor bana inat Gel gör ki; Son kurşunu yemiş bu sevdaya Yetmiyor son pişmanlıklar Bir ecel olsa da ayrılığımız Bir ömür sürse de pişmanlığımız Koca bir mazi var yaşadığımız Geçmişe her zaman saygı duymalı.. Bir gün anlarsın hayal kurmayı; Beklemeyi, ümit etmeyi. Lanet edersin yaşadığına.. Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.. Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın. Bir haber alamadım gittin gideli Mutlu mu, mutsuz mu, nasılsın bugün? Hayli zaman oldu görüşmeyeli Nasılsın birtanem, nasılsın bugün? Bir isyan faslıdır şimdi bu suskunluğum Hovardaca harcanan mevsimlere Bu kaçışlara, bu gelgitlere Ömrümüze kesilmiş biletlere İsyanımdır bu gülüşüm Bir mavi gecede başlamıştı sevdamız Ve maviye çalmıştı bütün umutlarım o gece Unutturmuştun bana karanlığın siyah olduğunu Ve gözlerinde farkettim ilk kez Bütün gecelerin mavi olduğunu...
-
66.SONE
66. SONE Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene Doğruya doğru derken eğriye eğri çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e, Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
-
YENİDEN
Her dönüşün bir bedeli varmış Atılan her kahkahanın anlamı Ve kalbe akan gözyaşının Ölümüm Her dönüşün Bedeliymiş hiçlik Hep bir adım öndeymiş sonsuzluk Düş kaplıymış ayak izlerim Sevdanın adıymış gülüşün Altın yaprakmış saçlarını süsleyen Dünyaymış yaşam Ve her ışık sorarmış Yeniden , Yeniden... Neredeyim Ben! Ben neredeyim? Hangi anındayım boşluğun. Hangi bakışta Hangi dokunuşta Gizli Ben?! Sevdanın adıymış Gülüşün anlarda saklı Suyun bir damlası doldurunca okyanusları Evren olurmuş adım Ben olurmuş, sensiz! Sessiz yoklukta Varlığın çığlığı Şarkısı yokluğun Düşleri... Ve varlık düşlemiş kendini Bilmek demiş Neyi? Güle benzer bir çiçekmiş düşleri Açtıkça solan tuzlu gözyaşımda Açtıkça yeniden, yeniden... Yeniden açan Hep aynı yermiş başka varlıkta Her soruda yeniden eritir kendini Yoklukta! Her soruda devran döner Her soruda doğar evrenler Bir çiğ olur çiçeğin tacında Tek bir "ol" dur şarkımız Her sorunun tek yanıtı Bir bebeğin çığlığıdır selamımız Vedamız, aşkımızdır bizim...
-
MEVLANA'dan
Cömertlik'de ve yardım etmede akar su gibi ol, Şefkat ve merhamet'de güneş gibi ol, Başkalarının kusurunu örtme'de gece gibi ol, Hiddet ve asabiyet'de ölü gibi ol, Tevazu ve alçakgönüllülük'de toprak gibi ol, Hoşgörülülük'de deniz gibi ol, Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol...
-
Unutmaya Başlıyorum...
Genç bir çift terapistlerine üç yaşındaki kızları'ndan gelen, hayli tuhaf buldukları bir rica üzerine danışıyorlardı. Anne ikinci hamileliğinin sonlarına doğru gelirken, kızı ısrarla yeni gelecek olan erkek ya da kız kardeşi ile konuşmak istiyordu. Küçük kız, normal ve uysal göründüğünden ve evde de bir iç haberleşme sistemi olduğundan, genç çift ve terapistleri yeni bebek gelip, işler düzene oturduğunda küçük kızın isteğini yerine getirmeye karar verdiler. Yeni erkek bebek bir kaç haftalık olduğunda, küçük kız annesine rica ettiği şeyi artık yapıp yapamayacağını sordu. Anne kabul etti ve yatak odasına geçip iç haberleşme sisteminden dikkatle dinlemeye başladı. Kızlarının bebeğin yatağına yürüdüğünü ve yeni kardeşine şunları söylediğini duydu: "Bebek, bebek, lütfen... Bana Tanrı'yı anlat! Unutmaya başlıyorum!"
-
MEVLANA'dan
Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum. Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum. Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum. Öyle ise ölümden korkmak niye? Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm, ya da alçaldığım görüldü mü? Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım. Fakat yolum devam edecek, ALLAH'dan başka her şey kaybolacak. Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım. Yıldızların üstü'nde bir yıldız olup, doğum ve ölüm üzeri'nde parlayacağım.
-
AZERİ AŞK ŞİİRİ
Sen meni sev, men seni sevem.. Sen menin için yan.. Men senin için yanim duduşam.. Glasik eşk neyse onu yaşayah.. Ya da sevme haberin olmasın.. Men sana sevdalanıp dolaşam.. Platonik eşk neyse onu yaşayah.. Sevdada oturah, yiyah içah.. Elele olah, gan kusah.. Tombilik eşk neyse onu yaşayah.. İstersen sevdadan kendimi kesim.. Sağımı solumu doğrayım biçim.. Psikopatik eşk neyse onu yaşayah.. Eyle sevek ki gara sevda olah.. Araplara benzeyeh gapgara olah.. Gara eşk neyse onu yaşayah.. Yalan söylemeyeh hep doğru diyah.. Beraber oturah beraber yiyah.. Realist eşk neyse onu yaşayah.. Birbirimize türkü söyleyah, mizildiyah.. El ele tarlalarda, bostanlarda gezah.. Romantik eşk neyse onu yaşayah.. Kediyi, gudigi sen diye sevim.. Sen de horozi, guligi men diye sev.. Sembolik eşk neyse onu yaşayah.. El ele tutuşip kendimizi elehtriga verah.. Zangir zangir titreyah, ölmeyah.. Elektronik eşk neyse onu yaşayah.. Ahırlarda, komlarda buluşah.. Tezek agalahlarinin dibinde oturah.. Otantik eşk neyse onu yaşayah..
-
HAYYAM'dan
Niceleri geldi, neler istediler, Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler. Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek, Bir gün gelecek ki, can bedenden gidecek, Zümrüt çayır üstünde sefa sür iki gün.. Zira senin üstünde de otlar bitecek..