Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

VAKANA

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    398
  • Katılım

  • Son Ziyaret

VAKANA tarafından postalanan herşey

  1. onca yazıdan bunu sezmişsin... ne diyeyimki sana.. kolay gele..
  2. IRAK’DA İNSANLAR KUŞLAR GİBİ ÖLÜRKEN… ÂŞK OLSUN SANA BAĞDAT! Merhameti, şefkati, insan canını unuttuk gitti. Ruhumuz, “popstar”larda gezinen bezgin bir zebanidir artık... Irak’ta tecavüz edilen kadınların korkusuyla uyanıyorum her sabah, Saddam’ın napalm bombalarıyla tutuşan Kürtlerin türküleriyle yanıyor içim ve hapishanelerde kokuşmaya bırakılan asiler kadar inatla büyüyor anlımdaki sebat!.. Bağdat, Bağdat, Bağdat!!! Bombalar yağıyor, “Binbir gece Masalları”nın üzerine. Leyla ile Mecnun, Hayyam ile Nesimi, Hallacı Mansur ile İbn Arabi gelip oturuyor her gün, her saat kuşlar gibi ölen Bağdatlı kardeşlerin donuk gözlerine. Doğu, yaralı âşık … Şiir miydi, felsefe miydi, bilgelik ve kutsal söz müydü, neydi Doğu? Allahım neydi bizi bu Doğuya yabancılaştıran? Bizi buhurlar, sisler arasında bir orta doğu rüyasına sokan? Oryantalizm bu mudur? Doğuya dandik bir filmin platosu olarak bakan göz bu muydu? Savaşları, ölümü, diktatörleri borsa endeksiyle yasallaştıran şey bunu mu müjdelemişti! İşte Amerikalılar! İşte Avrupa!... Kahramanlarım, firavunlarım, efendilerim benim… Kokmuş hayvanlara kültür götürmeye meraklı “Kibir”, petrol için yalan söyleyen hırsız ve aşağılanmış ırkları öldüre, öldüre eğitmeye kararlı “Müfredat”! Kibirli bir müfredat. Arka sıralardan parmak kaldıran “yoksul çocuklara” haddini bildiren bir sadizim! Zalim. Zalimin, yeni başlayanlar için hızlandırılmış kan kursu… Ne kimlik kaldı ne bir şey… Peki neden ben, dünyanın her yerindeki mazlumlara “oh be” dedirten bir ayaklanmayla kurulan, güneşli bir ülkenin çocuğu olarak yılların içinden, kendi kimliğimi bile tanımlayamadan geçtim? Peki neden ben, kendi yurduna bir Holivud platosundan bakan set işçisi olmayı seçtim. Yönetmene özenerek! Yönetmenin dedikodusunu yaparak ve yönetmeni arka sokaklarda taklit ederek ve onun kadar ahmak, onun kadar faşist olmaya çalışarak ve yönetmen filmden kovar diye de korkarak ve korkudan gittikçe daha çok yalakalaşarak, yalamalaşarak ve parçalanarak ve psikopatlaşarak ve… Onun içindir, herhalde bilemiyorum, bu vurdumduymazlığım. Orada, hemen yanı başımda infilak eden, paramparça olan hayatlara duyduğum bu akıl almaz iki yüzlü katılık. Bir zamanlar kendi ülkemin doğusunda olan bitene nasıl kapadıysam gözümü, şimdi de Doğulu kadınlara yapılan işkencelerin fotoğraflarıyla ayaklanıyor içimdeki nekrofili… Türk ili, Türk ili, Türk ili… Kalbi nasır tutmuş tilkiler cenneti. Yüreği kilitlenmiş köşeyi dönücülerin, aldatmayı ahlak edinmiş kurnaz tacirlerin cenneti. Türk ili!... Dar kafalı çekişmelerin, dedikodunun, karalamanın, ayağını kaydırmanın, yumruğu tepesine indirmenin, derin şiddetin ili. Ah canımın içinin ili! Türk ili… Seni gidi “abaza” ego! Seni gidi yarık depresyon! Şizofreninin önde gideni seni!... Simge, neyin simgesi? Ah! Ağrıyor elimde kalan son vicdan. Ah, dünya Bağdat’tan bağırıyor bana: “Yuh olsun sana! Yuh olsun senin o gardırop insanlığına!...” Ne zaman düştüm bu duruma?... Kimim ben? 1930’ların sararmış gazetelerinden sırıtan burnu büyük bir ahmak karikatürü müyüm? Esmerliğinden utanan ve çocukları sarışın olsun diye yırtınan zavallı bir zibidi mi? Gittikçe kanser renginde Beyazlayan bir Michael Jackson? Deterjan müptelası deli bir ev kadını?... Kimim ben?... Bir tarafım “Popstar”larda, “Türkstar”larda, “Akademi Türkiye”lerde, bir tarafım “deep blue”larda, Cengiz Abaz(a)oğullarında… Ülkemin kızları, oğlanları geçiyor televizyondan. Çocukluğumun Liselerarası Müzik, Tiyatro yarışmalarının eğlencesi sarıyor ülkeyi. Küflenmiş sözde starlardan kafayı yeme raddelerine gelmiş insanlar, genç şarkıcıların sallapatiliğinde samimiyeti buluyor, heyecanla taraf oluyorlar. Bir bakıyorsun Bayhan’ı Deniz Seki ve şürekasına karşı patlatıyorlar. Bir bakıyorsun Simge’yi, Türkstar’da havalara uçuruyorlar. En zenciler dipten geliyor, etrafı paramparça ediyorlar. Her tarafta böyle bu! Bütün yarışmalarda yeraltından notlar uçuşuyor havada. Dip patlıyor. Mütevazı, olgun, ezik, terbiyeli amma tehlikeli. Kiminin cinayeti var kemiksiz, kiminin protesto krallarından bir amcası! Kimi yanık sesiyle yaşlanmış, kimi Türkiye gibi tombiş! Ama beyazlar; sağlık dergilerinden doğmuş oldukları için, - bunların anaları da mankendi çünkü-, evet, zencileri sevmiyor, esmerleri itekliyor, şişmanları dürtüyor, parlak olmayanları reddediyorlar. Çünkü imaj zedelenmemeli. Çünkü, Türkiye sarışındır, beyazdır, parlaktır, zayıftır, sizin gibi giyinir, suç işlemez, çişini söyler, altını bağlar… Deniz Seki bunu temsil ediyor orada, burada Ercan Saatçi sinirleniyor onun yerine. Sen, diyorlar Simge’ye, hem şişmansın herkesten, hem de bize arka bahçeye gömdüğümüz cinayetlerimizi hatırlatıyorsun! Kafasına çatal bıçak atarak, üstüne bir onuncu yıl marşı söyleyerek, arkasından dedikodular, karalamalar yazarak linç ettiğimizin, Ahmet Kaya’nın nasıl yakını olursun? Nasıl oldu da sağ bıraktık seni? Affeder mi bizi Kuyucu Murat Paşa atamız? Asi şairlerin kellelerinden saraylar yapmış bir eğilimin ahfadıyız çünkü biz! Pes diyor insan! Pes! Nedir bu öfke, nedir bu parayı, pulu bulmuş insanlardaki bitmez kin! Astıkları Deniz Gezmiş’lere hala dişlerini gıcırdatıyor, asilere, devrimcilere, romantik solculara, eşitlikçi şairlere, özgürlükçü yazarlara kızıyorlar. Ahmet Kaya’ya, bu sisteme itirazı olanların yedi göbek sülalesine kan davası sürdürüyorlar. Oysa diğerleri barışmak istiyor be kardeşim. Devlete danışman olmayan asiler, kendi halinde dervişler, evlerinin kapısına “bismillahirrahmanirrahim mal biriktirmek günahtır” yazan kalenderler, televizyona, süre giden bu pop gericiliğe anlamak için tecessüsle bakıp, oradan bir ışık, bir bal çıkarmaya çalışan aydınlar barışmak istiyorlar herkesle. Ama yok! İşkenceciliği, baskıcılığı tescil edilmiş bir zihniyet saçlarını sarıya boyatarak içindeki usturayı bilemeye devam ediyor. İkide bir usturasını açıp gösteriyor bize. Irkçılar, ırkçılar, ırkçılar… Pastörize Solcuları teslim aldılar doymadılar. Hepimizi istiyorlar. Bütün halkı istiyorlar. Ama, tek tip, ama “hazır ol”da istiyorlar herkesi. Olmuyor tabii… “Pili bitmiş televizyon mongolları” muamelesi gören halk, tırak diye zencilere oy veriyor, şırak diye tokat içinde bırakıyor medya prenslerini, prenseslerini. Bir zamanlar “Vitamin” grubunun, Silivri’de, küçük bir otelin havuz başında, “tamburamın telleri, öptüm bütün kelleri” diye bağıran huysuz çocuğu, “sakıncalılar” listesi tutmaya devam ediyor kolesterol jürilerinde. Onun listesi, onun yerine benim içimi karartıyor. “Kafama sıkayım gideyim” diyorum… Bu sefer de Abaz(a)oğluna yakalanıyorum. Bütün elektronik aygıtlardan onun adı söyleniyor. Modernleşmenin yüzü deniyor. Deniz, özgürlük, Batı, matı deniyor. Sonunda defile görkemle açılıyor. (Defile mi dedim? Pardon, strip-defile diyecektim.) Gariban mankenlerin tümü “Playboy”a aynı işi yapsalar zengin olacaklarken, podyumda üç kuruşa göstermedik yerlerini bırakmıyorlar, 70’lerin Türk Seks filmlerine “parça” oluyorlar. Çırılçıplak, tüllerle dolaşınca modern ve Batılı bir “gösteri” oluyorlar. Modayla, tasarımla, yaratıcılık ve kutsal “terzilik” zanaatıyla hiçbir ilgisi olmayan bir mastürbasyon oluyorlar. O da bir hizmet de… Nedir bu? Estetik? Özgürlük? Sanat?.. Akademi Türkiye’de kasıklarına kadar soyulan kızların endişesi nedir? İnsanın çıplaklığını kutsayan bir zevk kültüründen gelmeme rağmen midemdeki bulantı neden? Yaşlandık mı? Muhafazakar mı olduk? Gizli andropozların dine dönüş hezeyanlarında mıyız? Bu kadar hormon kafa yapıp kendimizi kör mü olduk olan bitene? Neler oluyor bize?... En büyük Türk’ün sporcu, en büyük yıldızın klonlanmış popçu, en büyük gazetecinin rüşvetçi olduğu bir düzlemde, huysuz. uyumsuz ve uygunsuz bir hasede mi düştük yoksa? Irak’ta olan biten yalnız biz hastalıklı muhaliflerin mi canını acıtıyor sadece? Birkaç milyon Arap ölsün, birkaç milyon Müslüman kızarsın, medyalar ***** olsun ne çıkar, diyen “Uluslararası Tikiler”in akılcılığı karşısında yerimiz, bu toplumun hurdalıkları mıdır gerçekten? Ama o zaman Mevlana’yı da, Yunus Emre’yi de, Ömer Hayyam’ı da, Geylani’yi, Mustafa Kemal’i, Aziz Nesin’i, Yaşar Kemal’i, Aşık Veysel’i, insan aşkıyla yanan, insan aşkından kainat aşkına yürüyen aşıkları da atın hurdalıklara… Aşkı da atın… Aşkı. Taze et peşine düşen neo-kasapların bittiği yerde başlayan aşkı da atmak gerek ama… Aşk o zaman, her yerde aşk! Gerçek aşk, ya da düz söylemeyle aşk, uzatmaya gerek yok, biz biliyoruz, bütün kainata duyulan aşktır. Bütün yaratılana, olan bitene, kurda, börttü böceğe, bu büyük Mucizeye duyulan aşk. Yunus Emrelerin, Mevlanaların hikayesi budur. Sufi bunu söyler. Bunun için tanrının kendini gösterdiği cemale, insana aşık olur. Çünkü insan büyük mucizenin ispatıdır. Öyle olmalıdır. Çünkü sen kendini bildiğin ölçüde kainatı bilirsin. Çünkü, sen buna ister Allah de, ister varlık, onun bir tecellisisin. Madde de sana bunu söyler, ruh da. Tamamlanmış, aşkla yürüyen bir insanı hayal eden batılı ütopyalarla; sufinin kamil insanı aynı sofraya oturur bu Anadolu’da, onun için. Bilen insan onun için, aynı kadehten, varoluşun zevkine kaldırılan şarabı içer. Şarkı hep aynıdır: “İnsan mucizedir, insan mucizedir, insana selam olsun. Aşk imanım olsun.” Tamamlanmak aşkla dolmaktır işte. “Yaratılana aşığız yaratandan ötürü. Ve kendini bilen aşkı da bilir…” Böyle konuşmuş ders kitaplarına sıkıştırdığımız büyük dehalar. İktidar peşinde sersem olmuş züppelerin kibrine inat, yoksulla, zenciyle, köleyle, mecnunla, yani itilmişlerle ve kakılmışlarla birlikte söylemişler sözlerini. Bu zamanlara yakın, bir deli bilge vardı, belki unutmuşsunuzdur, adı Can Yücel’di. Romantik bir ideal için ölüme atlayanların en yakışıklısına, Deniz Gezmiş’e şöyle seslenmişti o: “acıyorsam sana anam avradım olsun ama sana aşk olsun çocuk, aşk olsun!”… Eurovision yarışmasında bile kendi dilinden, kendi halinden utanmış bir halkın ıstırabıyla; Doğunun büyük felsefelerine kendini “âşık” etmiş bir çırağın coşkusuyla; ben de, kendime Bağdat’ı soruyorum. Bağdat’ı!… Ve Bağdat’ın yoksul isyancılarına tedbirsiz iman ediyorum: Size AŞK olsun be kardeşler, AŞK olsun!... cem sancar
  3. GAZETECİNİN ACIKLI GÖSTERİSİ Arap kardeşlerin canı acıyor, ülkemizin bir yerleri acıyor, doğu yanıyor, içimiz acıyor, yanıyoruz. Tık yok! Bir küçük parka bile Ahmet Kaya adı verilemiyor, F tiplerinde, arka mahallelerde olan biten duyulmuyor artık. Tık yok… Gazeteler, medya, entel plazalar; 5. Lale Devrini yaşıyorlar: “Kim kimden daha süper eğleniyor!” Bir de, “lale aldım balık pazarından” dümbürtüsü!... Ama en zor durumda olanlar gazeteciler, aydınlar ve âlimlerdir inanın bana. Sorumluluk ve görevlerini yerine getirmeyenler; halkın gücünü unutanlar ve halkla bütünleşmeyenler; bilgi, bilinç ve yön vererek ona rehber olmak zorunda olan bu insanlar, bu fonksiyonlarını unutmuş, güçlerini yitirmiş ve yönlendirici özelliklerini kaybetmiş durumdadırlar. Rehberlik durumunu bıraktılar ve her türlü yobazlığın köleleri haline geldiler. Halkı aydınlatmak ve özgürleştirmek yerine sistemin sürdürücüsü olmayı seçtiler. Yardakçı olmanın maddi karşılığını alanlar arasındaysa gazeteciler en alt sıralarda yer almaktadırlar. 1980 öncesi aldıkları bütün haklar, sendikal güvenceler, sosyal güvenceler bir bir silindi ve anında kapıya konacak yanaşmalar haline getirildiler. Biner biner işten atılan gazeteci haberlerinin anlamı budur. Onun için de büyük bir güvensizlik içinde köleliklerini ispatlamaya, patrona yanaşarak kişiliklerini deforme etmiş ağabeylerine, ablalarına yaranmaya çalışıp durmaktalar. Çünkü hiçbir şey onları korumuyor. En ufak bir kan uyuşmazlığında işsizliğe mahkûm olacaklarını biliyorlar. Onları koruyacak kimse yok artık. Basın sendikaları, cemiyetleri, gazete patronlarının sadakalarıyla yaşayan bir huzur evi konumundadır. Bunu bilen gazeteci çevresine, şefkatle değil vahşi bir kendini kurtarma güdüsüyle bakmaktadır. Onun için halkla alay ederler, sıradan insanların hayatlarına bodoslama girerler, iktidarlı olmayanı umursamazlar ve genel kabul görmüş olanın şakşakçısı olarak muhalif grupları, cemaatleri, aydınlanmışları itelerler. Bakın manşetlere, araya ***** koyan tv haberlerine, bakın Pazar ilavelerine, bakın kendisini maymun etmiş köşe yazarlarına ne dediğimi anlayacaksınız. Kimse bu durumdan kurtulamaz. Hepsi aynı iklimin insanıdır. Patronların, sistemin, şehirli sosyetik hayatın, iktidarın ve askerlerin çizdiği dar sınırlar içinde ellerinde kalan bir iki konuyu çiğneyip dururlar: Aile içi şiddet, töre cinayetleri, tinerciler, magandalar. Sözde kadına yönelik şiddeti kullanarak ne kadar Avrupalı ve gelişmiş olduklarını vurgularlar. Öte yandan kadınlar, bir cinsel köle olarak “yanlışlıkla” açılmış göğüsleri, yat partileri ve televizyonda ünlü olmak için her şeyini vermeye hazır çıplak manken kızların frikikleri ile yer alırlar bu modern denen şeyde! Kim kimle yatmış, niye yatmış, o ona layık mıymışla dolu entelektüel köşe yazıları gündemimizi oluşturur. Azınlık diye adlandırılan düşüncelere duyulan öfke, kasten bir intikamcılıkla kinlenen zengin karılarının boşanma davalarına, yatlarına, tuhaf köpeklerine duyulan ilgi ve bütün bu bize gerçek hayat diye yutturulan yapay tiplere benzemeyene, farklı olana, ötekine yönelen garez, nedense bir şiddet olarak algılanmaz. Siyasi kabullere karşı çıkan bir kızın, bir muhalif grubun, bir özel cemaatin haberi verilirken gösterilen aşağılayıcı taassup, aile içi şiddet yanında lüzumsuz bir öğedir artık. Midesi biraz hassas olanların geveledikleri düşünceler ise, 90’ların medya taktiğinin bir eseri olarak, biraz ondan –tam işte sahici bir yazar derken- biraz bundan, ne dediği belli olmayan kelime oyunlarına dönüşür. Artık fikirden değil yazıdan söz edilir. Teknik bir şeyden. İnsan yoktur, yazı pazarlama teknikleri vardır. Siyasi ve kültürel dangalaklığın ideolojik sopaları haline gelmiş bir okuryazar takımının kaya büyüleri… Yıvış yıvış bir gösteri toplumu… Aydınlar ve âlimler ise olan bitenin maaşlı danışmanları halindedirler. Tekniklerin, gizli dillerin, ukala dümbelekliğinin bir parçası olmuşlardır. Büyük medya patronlarının, sermaye gruplarının akıl hocası, halka sallanan sopası ve illüzyonu olarak yaşarlar. Firavunlar gibi düşünürler, asker gibi yürürler, zenginler gibi kibirlenirler, batılı tuzu kuru sınıflarla aynı sabunu kullanmak için kalın “life style” kitapları yazıp, okurlar. Canımızı sıkmayalım, asi gençleri birlikte susturalım, bir milyon lira için çanta çalıp katil olanları asalım, görevini yerine getirmiş bir yurttaş olarak huzur bulalım. Aman düzen bozulmasın, fos bir ırkçılıkla, fos bir solculukla, fos bir kelime cambazlığıyla milleti oyalayıp gidelim: “Uyandırma kerizi!!!” Birbirlerinin özel hayatlarına bakarken, bir şarkıcı kızı aralarına alarak oynarken bu büyük gazeteci yazarlar; İsrail, Filistinlileri cayır cayır yakarken dekolteli bir resmin yayınlanıp yayınlanmamasını tartışan kadınlar, f tipi, q tipi bütün zindanlarda çürüyen insanların feryatları duyulmasın diye aptal pop şarkıların sesini açan eleştirmenler, milyon dolar rüşvet alırken yakalanan “tel-faşo” kırmalarını köşe yazarı yapan reyting kırıkları ve yaptıkları filmlerle, yazdıkları kitaplarla kendi ülkelerinden, kendi kültürlerinden utanan ödüllü yazarlar, yönetmenler… Bütün bunları beynine çamaşır suyu dökmüş gibi ağzından salyalar akarak seyreden sessiz çoğunluk. O çoğunluğun korkunç hayatı. Yani sonuçta bu gazetecilerin, aydınların durumu kötüdür. Bizimki daha da kötüdür. Ama bizler, ölümlü ve de inançlı isyankârlar olaraktan; gazeteci-aydın-danışmanların yalama olmuş vida beyinlerini anlayışla karşılamalıyız. İsyanı çağrıştıran isimlere duyulan korkuyu da olgunlukla karşılamalıyız. Çünkü biliyoruz ki robotta ruh bulunmaz. Biz, Allah onları kurtarsın desek de… Bu teneke yığınlarına Allah, yapacağını yapmıştır zaten ve de müstahaklarını bulmuşlardır çoktan… Asıl meseleyse şudur: Biz, bu yalandan nasıl çıkarız? Alnımızı güneşe, ışığa, hayata doğru ne zaman doğrulturuz?… Ben işte bunu bilmiyorum? Siz biliyor musunuz?... cem sancar
  4. VAKANA

    YOZLAŞMA...

    kısaca...geçilemez... çünkü;yeni dünya düzeni,bu vahşi kapitalizm ve sınır tanımayan emperyalizm cahillikten beslenir... daha çok satış için,daha fazla kar için,daha çok ülkeye girip enerji kaynaklarını elde etmek için,daha çok ap_tal ve cahil insana ihtiyaç vardır.... yıllar sonra antik eserlerden bahseden bir nesil bile özlenecek hale gelecek... karamsarmıyım????? değilim... iyimsermisiniz????? sebep????
  5. kapatılmaaaaazzz... amerikanın bu desteği olduğu sürece kapatılmaz.. durun afganistan kıvamına gelmedik daha,terörist ülke kriterlerine uymadık daha...
  6. özür dilemeyez ki.... tanrılar özür dilemez...şöyleki.. onların inancına göre papa "tanrının kardinaller aracılığıyla" seçtiği kişidir... şimdi tanrı benidikti seçmiş,sizde özür bekliyorsunuz....
  7. her zaman dürüstüm diyemem... her zaman gururluyumda diyemem... ama hiçte sadık değilim..
  8. allah varmı yokmu onun tartışmasına girmeyeceğim.. ama eğer varda ve bu dünya bir sınavsa; en kazık sorular bana düştü sanırım..
  9. bende ne zamandır diyorum... kardeşim bu kadınları ne mutlu eder diye.... ahanda buymuş....
  10. din motifli oyuncaklar çine emanet... islamiyetin iniş çıkışlarıda amerikanın kontrolünde..(fetullahı korur,ladini arar) süper güçlerle aramız süper canım....
  11. bol alkollü bir gecenin sabahında tunalının tam başında trafik polisiyle,şoför mahalinde oturan bendeniz arasında geçen geçen diyalog..... POLİS-arkadaşım alkol varmı?? BEN:bende varda(yanımdaki arkadaşı işaret ederek)...onda alkol yok.. POLİS:öylemi... -ne yazıkki ceza tutanağıda(ilerideki arkadaşını işaret ederek)onda yok... -ama bende var....
  12. canım ciğerim psikoloğum.. şöyle bir uzan dediğinizin ertesinde aynada vizite ücretini sayarkenki aksinize şahit olmuş bulunmaktayım..bunun bünyemde yarattığı depresif obsesyonları bir kenara koyarsak eğer... "doğan görünümlü şahin" sahibi olmak istemenin altında yatan bilinçaltı açılımlarını sizden rica ediyorum.....
  13. NOT AL ARKADAŞIM... iki ekmek,100 gram peynir,iki kutuda süt....
  14. ben hala çıkışı bulamadım psikolog abey... bu arada.. psikoloğa gitmek caizmidir..... :D
  15. Verdiğin perhize budur gayratım, Bundan başka uyameyom dohtur bey! Üç sepet yumurta sabah kahvaltım, Teker teker sayameyom dohtur bey! İki leğen pilav bir yayık ayran, İster yağlı olsun isterse yavan, Yanına kesiyom beş kilo sovan, Yeyom yeyom doyameyom dohtur bey! Üç tencere bamya yerim bişinci, Yirmi tas su içip biraz koşinci, Her yanım sökülür karnım şişinci, Sağlam göynek giyemeyom dohtur bey! Şinciye acımdan çoktan ölürdüm, Sağolsun komşular gönderir dürüm, Bir guzudan çok yiyemem, var sözüm, Ayıp olur cayameyom dohtur bey! Bazı az geliyo beş kasa hurma, Yedi lahanadan yapıyoz sarma, Onuda mı yedin diye hiç sorma, Utanıyom deyemeyom dohtur bey! Günde iki çuval unum gidiyo, Avradım her sabah ekmek ediyo, Bir gazen fasille gönül ye deyo, Artırmaya gıyameyom dohtur bey! Senede gırk dönüm bostan ekerim, Benden başka kimse yemesin derim, Gavunu, garpuzu gabuklu yerim, Aceleden soyameyom dohtur bey! Bilmem bu işin sonu nere gider, Buyumuş gısmetim, buyumuş gader, Bir günde yediğim işte bu gader, Daha fazla yiyemeyom dohtur bey!
  16. Ailenizin psikoloğu demişsin ama... ben damsız geldim geldim sayın psikolog.... bi arkadaşa bakım çıkacam zaten......
  17. her kabus sonrası, sakinleşmeyi beklerken tek bir cümle vardı sarılacağımız "Ateş yiyen çocuklar yirmisine varmadan ölürler.." Metin Celal
  18. 'Beş yıl kadar içinde bulunduğum bu çevrenin içyüzünü gördükten sonra onlardan kesinlikle kopmaya karar verdim. Bu kararımdan sonra bildiklerimi ve gördüklerimi basına aktararak kamuoyunu aydınlatmayı kendime görev bildim. Eskiden birlikte çalıştığım arkadaşlarımın da doğruyu görerek benim yolumu izlemelerini diliyorum. bana, çevreme herhangi bir şey olursa, sorumlusu Alpaslan Türkeş ve MHP'dir.' eski ülkücü ömer tanlak evet açılsın gözler....
  19. benden adam çıkarmı bilmem ama,ben senden bir adam çıkartırım ağzını bozarsan daha fazla... akıllı ol...efendi ol... sana yakışanı yaz...
  20. budur.... işte vatansever,bilgili vede kültürlü "ÇATLI" hayranı "polat alemdar"cıklar...
  21. l7 Kasım 80 H.Kırcı, Ankara sıkıyönetim savcılığına verdiği ifade "Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah'a birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş 'hepsini teker teker bayıltıp öldürelim' demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah'la konuştum. 'Evde öldürmek zor olacak. İkişer ikişer götürüp öldürelim dedim. 'olur' dedi. İki kişiyi Büyük Reis'in arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, 'tek tek boğalım bunları' dedi. Bir tanesini zorla boğdum, diğer dördünü bu şekilde öldürmekte zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. Sonrada sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsin boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah'a verdim. eski ülkücü ömer tanlak adlı kişinin kendi kaleminden itiraflarla devam edelim.. çatlı kardeşimiz ne kadar vatansever olduklarına şahit olsun ..... Piyangotepe katliamında 6 işçinin kafasına kurşunu sıkmadan önce gaspettikleri taksinin şoförüne tecavüz ederek görevlerini yerine getirdiler. İtrafçı Ömer Tanlak bakın bu "görev anlayışını" nasıl dile getiriyor; "... Halim adında bir ajanın daha önceden yattığı dernekte, Selahattin Gözlükaya tarafından iğfal durumuna getirilmesi ve ertesi günü bunun bütün ülkücü camiaya anlatılması"nı görmüştü Tanlak. (Ömer Tanlak, İtiraflar syf. 85) Etlik'te kendilerine haraç vermeyen bir tüpçünün dükkanını havaya uçurmayı planlayarak, Erzurum Numune hastanesindeki yaralıları, yaralıları ziyarete gelenleri kurşunlayıp öldürerek görevlerini yerine getirdiler. Aksu İpek Fabrikasının kapatılmasını, üretimin durdurulmasını, işçilerin elebaşlarının işten atılmasını istiyorlardı. Çünkü bu fabrikada ülkücülerin faaliyetine izin vermiyordu işçiler. "Hemen silahı alarak ve üç dinamit lokumu ile hareket ettik. Altımızdaki araba Genel Müdürlüğündü. Çok hızlı bir şekilde Genel Müdürlüğü geçmiş, fabrika önüne gelmiştik. Baki Ceylan cebinden çıkardığı Kırıkkale marka 7.65 çapında silahla ateş etmeye başladı. Sıktığı üç el mermi ile iki kişiyi de vurmuş, bunlardan biri ise ölmüş olması gerekli..."(Ömer Tanlak, İtiraflar, syf. l00)
  22. lübnandaki "kana katliamı" na katılan israilli pilotların konya ana jet üssünde eğitim aldıklarını bilseydin kimlerin emperyalistlerin vede siyonist yahudilerin kızgın kucağında oturduğunu daha iyi analiz edebilirdin..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.